türkiye cumhuriyeti çukurova üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü

Transcription

türkiye cumhuriyeti çukurova üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI
Lârendeli Şânî
GÜLŞEN-İ EFKÂR
(İnceleme-Metin)
Cengiz Veli KURMUŞ
DOKTORA TEZİ
ADANA/2010
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI
Lârendeli Şânî
GÜLŞEN-İ EFKÂR
(İnceleme-Metin)
Cengiz Veli KURMUŞ
Danışman: Prof.Dr. Mine MENGİ
DOKTORA TEZİ
ADANA/2010
i
ÖZET
LÂRENDELİ ŞÂNÌ GÜLŞEN-İ EFKÂR (İNCELEME-METİN)
Cengiz Veli KURMUŞ
Doktora Tezi, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
Danışman : Prof. Dr. Mine MENGİ
Haziran 2010, IX+318 sayfa
16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın başlarında yaşamış olan Lârendeli
Şânî’nin yazdığı dinî-tasavvufî içerikli Gülşen-i Efkâr mesnevisi çalışmamızın
konusunu oluşturmaktadır.
Çalışmamızın “Giriş” bölümünde sanatçının hayatı, edebî kişiliği ve eserleri
hakkındaki bilgiler verilmiş ve Gülşen-i Efkâr tanıtılmıştır. Sonraki bölümde eserin
biçimsel özellikleri üzerinde durulmuştur. Dil ve anlatım özelliklerini içeren sonraki
bölümde ise sanatçının anlatımdaki çeşitliliği nasıl yakaladığı ve dili kullanmadaki
başarısı incelenmeye çalışılmıştır. İçerik özellikleri başlıklı diğer bölümde Gülşen-i
Efkâr’ın konusu, özeti, kişileri, mekânı ve zamanı hakkındaki bilgilere yer verilmiştir.
Sonuç kısmında Lârendeli Şânî ve Gülşen-i Efkâr’a ilişkin tespit ettiğimiz noktalardan
yola çıkılarak bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Çalışmamızın son bölümü olan
“Metin” kısmında ise metne esas olan nüshalar ve çeviri yazıda izlenen yöntemle ilgili
açıklamalarda bulunulmuş ve mesnevinin çeviri yazılı metni verilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Lârendeli Şânî, Gülşen-i Efkâr, Mesnevî, Münazara,
Tasavvuf, İnceleme, Metin.
ii
ABSTRACT
LARENDELİ ŞANİ’S GÜLŞEN-İ EFKAR (ANALYSİS-TEXT)
Cengiz Veli KURMUŞ
PhD Thesis, Department of Turkish Language and Literature
Consultant: Prof. Dr. Mine Mengi
December 2010, IX+318 pages.
In this thesis, it is subjected a religious masnavi titled Gülşen-i Efkar written by
Larendeli Şani who lived
between second half of the sixteenth century and early
seventeenth century.
In the "Introduction" section, the artist's life and literal personality has been
handeled, then Şani’s works have been introduced. The next chapter we focused on the
formal characteristics of the work. In the next section contains the properties of
language and expression of the artist and how Şani captured the diversity of expression
and the success in using the language have been studied. Next section titled with content
features, Gülşen-i Efkar’s subject, summary, persons, information about space and time
are given. At the conclusion, we tried an assessment on the basis of the points we've
found about Şani and Gülşen-i Efkar. The text on which we studied is given with its
method of transcription. Also, several information about copies of the text based on our
work is given. Masnavi’s trancription was added to final section of thesis.
Key Words: Lârendeli Şânî, Gülşen-i Efkâr, Masnavi, Debate, Sufism, Review,
Text.
iii
ÖN SÖZ
16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın başlarında yaşamış olan Lârendeli
Şânî’nin yazdığı dinî-tasavvufî içerikli Gülşen-i Efkâr mesnevisi çalışmamızın
konusunu oluşturmaktadır.
Bu çalışmayı üç temel amaç doğrultusunda yaptık. Bunlardan ilki, hakkında
kaynaklarda birbiriyle çelişen bilgiler verilen Lârendeli Şânî’nin ve Gülşen-i Efkâr adlı
mesnevisinin bilim âlemine tanıtılmasıdır. İkinci amacı ise, üç nüshasını tespit ettiğimiz
eserin çeviri yazısını -bu nüshaları karşılaştırarak- hatasız bir şekilde ortaya koymak ve
böylelikle metni araştırmacıların yararlanabileceği kaynaklar arasına dâhil etmektir.
Üçüncü ve en önemli amaç ise, ortaya çıkardığımız metni edebî açıdan inceleyerek
şairin edebi kişiliği, eserin sanatsal değeri ve bu eserin Divan edebiyatı geleneğindeki
yerini tespit etmektir.
Gülşen-i Efkâr mesnevisi hem dinî-tasavvufî hem de edebî bir eser olması
sebebiyle İlahiyat ile Türk Dili ve Edebiyatı akademisyenlerinin ortak çalışma alanına
girmektedir. Gülşen-i Efkâr, 2007 yılında İlahiyat alanında yüksek lisans bitirme tezi
olarak çalışılmıştır. Ancak bu yüksek lisans tezi eserin sadece dinî ve tasavvufî
özellikleri göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır. Bizim hazırladığımız tezde ise
Gülşen-i Efkâr’ın incelenmesinde Türk edebiyatında mesnevi geleneği ve tasavvufî
mesnevilerin genel düzeni içinde Gülşen-i Efkâr değerlendirilmeye çalışılmış, eserin
dili, edebi yönü ve biçimsel özelliklerinin tanıtılıp değerlendirilmesine ağırlık
verilmiştir.
Çalışmaya kaynak taraması yapılarak başlanmış; şair, eser, mesnevi türü ve
tasavvuf ana konuları göz önünde bulundurularak yapılan bu çalışma sonucunda elde
edilen bilgiler tez planındaki düzene göre tasnif ve değerlendirmeye tabi tutulmuştur.
Lârendeli Şânî’nin hayatı, edebî kişiliği ve eserleri hakkında kaynaklarda
ulaşılan bilgilere yer verilerek; bu bilgilerin doğruluğu Gülşen-i Efkâr da göz önünde
bulundurularak tartışılmıştır.
Gülşen-i Efkâr’ın inceleme kısmı tez önerisinde hazırlanan plana uygun şekilde
yapılmaya gayret edilmiş, ortaya çıkan malzemeye göre tez önerisindeki planda bazı
değişiklikler yapılmıştır. Örneğin mesnevinin münazara tarzında yazıldığı metin
incelendikten sonra fark edilmiş ve tez planına münazarayla ilgili bir bölüm eklenmiştir.
Bunun dışında ayrıca başlık ve alt başlıkların yerlerinde birtakım değişiklikler
iv
yapılmıştır.
Bütün bu bulgular araştırma, inceleme, karşılaştırma, tartışma vb. yöntemleriyle
tespit edilmiştir.
Çalışma beş ana bölüme ayrılmıştır. Bunlar sırasıyla Giriş, Gülşen-i Efkâr’ın
Biçimsel Özellikleri, Gülşen-i Efkâr’ın Dil ve Anlatım Özellikleri, Gülşen-i Efkâr’ın
İçerik Özellikleri, Sonuç ve Gülşen-i Efkâr’ın Metni bölümleridir.
Giriş bölümünde tezimize konu olan Lârendeli Şânî ve Gülşen-i Efkâr mesnevisi
hakkında tanıtıcı genel bilgilere yer verilmiştir.
Biçimsel Özellikler bölümünde eserin dış yapısıyla ilgili olan nazım şekli,
kafiyesi, ölçüsü ve bölüm başlıklarıyla ilgili tespitler değerlendirilmiştir.
Dil ve Anlatım bölümünde eserin edebî yönü üzerinde durulmuş, dil ve anlatıma
ilişkin bilgilere yer verilmiştir.
İçerik bölümünde eserin konusu, özeti, kahramanları, olayın geçtiği mekân ve
zaman dilimi değerlendirilmiştir.
Sonuç bölümünde bu çalışmamızın tüm verileri değerlendirilerek eser ve
sanatçıya ilişkin genel değerlendirmeler yapılmıştır.
Metin kısmında ise metin kurmamıza esas olan üç nüshanın tanıtımı yapıldıktan
sonra çeviriyazı sisteminde izlenen yöntemle ilgili bilgiler verilmiş ve bu bölümün
sonuna çeviriyazılı metin eklenmiştir.
Tez çalışmasının seçilmesi esnasında danışmanlığımı yapan ve bana yol
gösteren, gerekli kaynak kitapları temin eden veya ödünç veren değerli hocam Prof. Dr.
H. Dilek Batislam’a; metindeki Arapça ve Farsça beyitleri okumakta yardımlarını
esirgemeyen hocalarım Yard. Doç. Dr. Hamit Dikmen’e ve Yard. Doç. Dr. Hayri
Kaplan’a; tezimi sabırla okuyan ve eleştirileriyle tezin son halini almasında önemli
katkıları olan jüri üyelerim Prof. Dr. İ. Çetin Derdiyok’a ve Doç. Dr. Şener Demirel’e;
yürekten teşekkür ediyorum.
Sonuncusu ve en önemlisi; bütün üniversite hayatım boyunca her ihtiyaç
duyduğumda yanımda hissettiğim, engin bilgisiyle hepimize rehber olmuş, akademik
bakış açımın şekillenmesinde herkesten daha çok katkısı bulunan sevgili ve saygıdeğer
hocam Prof. Dr. Mine Mengi’ye şükranlarımı sunuyorum.
v
KISALTMALAR
age : adı geçen eser
agm : adı geçen makale
agt : adı geçen tez
AKM : Atatürk Kültür Merkezi
AÜ : Ankara Üniversitesi
b. : beyit
bk. : bakınız
Böl. : Bölümü
C. : Cilt
çev. : Çeviren
DEÜ : Dokuz Eylül Üniversitesi
TDVİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
EAT: Eski Anadolu Türkçesi
Ens. : Enstitü
GÜ : Gazi Üniversitesi
H. : Hicrî
hzl. : Hazırlayan
İÜ : İstanbul Üniversitesi
İÜ1 : İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Nadir Eserler, nr: 3040’ta kayıtlı
Gülşen-i Efkâr nüshası
İÜ2 : İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Nadir Eserler, nr: 1917’de kayıtlı
Gülşen-i Efkâr nüshası
OMÜ : Ondokuz Mayıs Üniversitesi
öl. : ölüm tarihi
S. : Sayı
s. : sayfa
SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü
SK : Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Böl., nr: 3731’de kayıtlı Gülşen-i
Efkâr nüshası
SÜ : Selçuk Üniversitesi
M. : Miladî
vi
Nu: : numara
TAE : Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü
TDK: Türk Dil Kurumu
TTK : Türk Tarih Kurumu
v.: varak (yaprak) numarası
vb. : ve benzeri
vd. : ve diğerleri
Yay. : Yayınevi / Yayınları
vii
İÇİNDEKİLER
ÖZET............................................................................................................................. i
ABSTRACT ................................................................................................................. ii
ÖN SÖZ.......................................................................................................................iii
KISALTMALAR .......................................................................................................... v
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ ........................................................................................................................... 1
1.1. Lârendeli Şânî .................................................................................................... 1
1.1.1. Hayatı .............................................................................................................. 7
1.1.2. Edebî Kişiliği ............................................................................................... 8
1.1.3. Eserleri ...................................................................................................... 16
1.1.3.1. Arapça Eserleri ................................................................................... 16
1.1.3.2. Türkçe Eserleri.................................................................................... 17
1.2. Şânî Mahlaslı Diğer Şairler ............................................................................... 18
1.2.1. Şânî Abdülkerim Efendi............................................................................. 18
1.2.2. Derviş Şânî ................................................................................................ 19
1.2.3. Vardar Yeniceli Şânî .................................................................................. 19
1.2.4. Saraybosnalı Şânî ...................................................................................... 19
1.2.5. Kastamonulu Şânî ...................................................................................... 20
1.2.6. Mustafa Şânî .............................................................................................. 21
1.2.7. Şânî Mustafa Efendi................................................................................... 21
1.2.8. Şânî Çelebi ................................................................................................ 21
1.2.9. Ahmed Şânî Çelebi .................................................................................... 22
1.2.10. Erzurumlu Şânî ........................................................................................ 22
1.3. Gülşen-i Efkâr Hakkında Genel Bilgiler ........................................................... 22
1.3.1. Eserin Adı.................................................................................................. 22
1.3.2. Yazılış Nedeni ve Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’ı Tavsifi ................................... 23
1.3.3. Yazıldığı Tarih........................................................................................... 25
1.3.4. Sunulduğu Padişah..................................................................................... 26
1.3.5. Konusu ...................................................................................................... 26
viii
İKİNCİ BÖLÜM
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ .................................................. 27
2.1. Nazım Şekli ...................................................................................................... 27
2.2. Beyit Sayısı ...................................................................................................... 28
2.3. Vezin ................................................................................................................ 28
2.4. Kafiye ve Redif ................................................................................................ 32
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ ..................................... 40
3.1. Dil Kullanımları ............................................................................................... 40
3.1.1. Söz Varlığı................................................................................................. 40
3.1.2. Eski Anadolu Türkçesi Özellikleri ............................................................. 43
3.1.3. Deyimler ve Atasözleri .............................................................................. 50
3.1.4. Edebî Sanatlar ............................................................................................ 53
3.2. Anlatıcı ............................................................................................................ 74
3.3. Anlatım Teknikleri ........................................................................................... 79
3.3.1. Alegori ...................................................................................................... 79
3.3.2. Münazara ................................................................................................... 91
3.3.3. Tasvir ........................................................................................................ 98
3.3.3.1. Kişi Tasvirleri ................................................................................... 101
3.3.3.2. Mekân Tasvirleri .............................................................................. 107
3.3.4. Tahkiye.................................................................................................... 115
3.3.5. Özetleme ................................................................................................. 121
3.3.6. Diyalog .................................................................................................... 122
3.3.7. İç Monolog .............................................................................................. 123
3.3.8. Montaj ..................................................................................................... 124
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN İÇERİK ÖZELLİKLERİ VE TAHLİLİ ............................... 127
4.1. Gülşen-i Efkâr’ın Bölümleri (Bölüm Başlıkları ve Geniş Özeti) ...................... 127
4.2. Dönemin Tarihî ve Sosyal Yapısına İlişkin İpuçları ........................................ 136
ix
4.3. Din ve Tasavvuf ............................................................................................. 138
4.3.1. Âyetler ..................................................................................................... 139
4.3.2. Hadisler ................................................................................................... 150
4.4. Kişiler ............................................................................................................ 154
4.4.1. Hikâye Kahramanları ............................................................................... 154
4.4.2. Hikâye Dışındaki Kişiler .......................................................................... 164
4.4.2.1. Din Büyükleri .................................................................................. 165
4.4.2.2. Tarikat Büyükleri ............................................................................. 168
4.4.2.3. Tarihî, Efsanevî Kişiler ..................................................................... 169
4.5. Zaman ............................................................................................................ 170
4.6. Mekân ............................................................................................................ 171
SONUÇ .................................................................................................................... 173
BEŞİNCİ BÖLÜM
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN METNİ................................................................................ 176
5.1. Nüshaların Tanıtımı ........................................................................................ 176
5.2. Çeviriyazılı Metnin Kuruluşunda İzlenen Yöntem .......................................... 177
5.3. Çeviriyazılı Metin........................................................................................... 180
KAYNAKÇA ........................................................................................................... 313
ÖZ GEÇMİŞ ............................................................................................................. 318
1
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ
1.1. Lârendeli Şânî
Gülşen-i Efkâr’ın müellifi olan şair, tezkire ve diğer biyografik kaynaklarda
Şânî1, Mehmed Şânî2 ve İbrahim Şânî3 adlarıyla geçmektedir. Lârendeli Şânî’nin asıl
adının Mehmed mi İbrahim mi olduğu ya da her birinin ayrı şairler mi olduğu hakkında
kaynaklarda çelişkili bilgilere rastlanmaktadır. Kaynaklarda şu bilgiler tespit edilmiştir:
Şairi sadece Şânî mahlasıyla zikreden biyografik kaynaklar arasında
Kınalızâde Hasan Çelebi’nin Tezkiretü’ş Şu’arâ4, Gelibolulu Âlî’nin Künhü’l-Ahbâr5 ve
Şemseddin Sami’nin Kâmûsu’l-A’lâm6 adlı eserleri vardır. Söz konusu eserlerde
Şânî’nin asıl adı verilmemekle birlikte şairin nereli olduğu, kimden eğitim aldığı, ne işle
uğraştığı ve hangi padişah döneminde yaşadığına dair verilen bilgiler birbiriyle
örtüşmektedir.
Şânî’nin adını Mehmed olarak kaydeden kaynaklar arasında Şakâyık-ı
Nu’mâniyye ve Zeyilleri7, Tuhfe-i Nâilî8, Sicill-i Osmânî9, Mecelletü’n-Nisâb10 ve
Numan Külekçi’nin XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevi
Edebiyatı Antolojisi11 gösterilebilir. Sicill-i Osmânî’de iki ayrı Lârendeli Şânî’den
bahsedilmektedir. Bunlardan ilki asıl ismi zikredilmeden sadece Şânî Efendi, diğeri ise
1
Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ, hzl. İbrahim Kutluk, TTK Yay., Ankara 1981, C. I, s.
574.; Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, hzl. Mustafa İsen, AKM Yay., Ankara 1994, s. 311.; Şemseddin
Sami, Kâmûsu’l-A’lâm, Kaşkar Neşriyat, Ank., 1996, C. IV, s. 178.
2
Şakâyık-ı Nu’mâniyye ve Zeyilleri- Hadâiku’l-Hakâyık fî Tekmîleti’ş-Şakâik, hzl. Abdülkadir Özcan,
İstanbul, 1989, C. II, s. 533.; Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî, hzl. Cemal Kurnaz, Mustafa Tatçı, Ankara 2001,
C. I, s. 474.; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî veya Tezkire-i Meşâhir-i Osmâniye I-IV, İstanbul 1308,
C. III, s. 130.; Müstakîmzâde Sa'deddin Süleyman b. Muhammed Emin, Mecelletü'n-nisab fi'l-esmâ ve'lküna ve'l-elkab, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi, Nu: 628, vr. 270b.
3
Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, hzl. Cemal Kurnaz-Mustafa Tatçı, C. I, s. 112; Osmanzade
Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ I-V, hzl. Mehmet Akkuş - Ali Yılmaz, Kitabevi Yay., İstanbul 2006, s.
187; Mehmet Ali Kırboğa, Kâmûsu’l-Kütüb ve Mevzuati’l-Müellefat, Konya 1974, s. 326.
4
Kutluk, age, C. I, s. 574.
5
İsen, age, s. 311.
6
Şemseddin Sami, age, C. IV, s. 178.
7
Özcan, age, C. II, s. 533.
8
Tuman, age, C. I, s. 474.
9
Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 130.
10
Müstakîm-zâde Sa'deddin, age, Nu: 628, vr. 270b.
Numan Külekçi, XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevi Edebiyatı Antolojisi,
Aktif Yay., Erzurum, 1999, C. I, s. 335.
11
2
Şânî Mehmed Efendi namıyla belirtilmiştir. Şânî Efendi bahsinde Lârendeli oluşu, Hoca
Ataullah Efendi’nin mülâzımı oluşu, müderrisliği ve Sultan Üçüncü Murad’ın son
dönemlerine (1574-1595) yetiştiği kayıtlıdır. Şânî Mehmed Efendi bahsinde ise Şânî’nin
müderrisliği ve görev yaptığı yerlere dair bilgiler verildikten sonra ölüm tarihi H.1019 /
M.1610 kaydedilir. Ancak her iki Şânî bahsinde verilen bilgilerin tamamı hem Şakâyık-ı
Nu’mâniyye’de hem de Mesnevi Edebiyatı Antolojisi’ndeki Mehmed Şânî bahsinde
verilmiştir. Kınalızâde’de ise yine bu bilgilerin tamamı sadece Şânî Efendi bahsinde
verilmiştir. Bu bilgilere göre Sicill-i Osmanî’de verilen Şânî Mehmed Efendi ile Şânî
Efendi aslında aynı kişidir. Mecelletü’n-Nisâb, Mehmed Şânî bahsinde şairin Gülşen-i
Efkâr adlı bir mesnevisinin olduğunu zikreder. Lârendeli Şânî ile ilgili bilgi veren eski
kaynaklar arasında şairin Gülşen-i Efkâr adlı mesnevisinin varlığından tek bahseden
kaynak da Mecelletü’n-Nisâb’dır.12
Osmanlı Müellifleri13, Sefîne-i Evliyâ14 ve Kâmûsu’l-Kütüb ve Mevzûatu’lMüellifât15 gibi biyografik kaynaklarda Şânî’nin asıl adı İbrahim olarak kayıtlıdır.
Verilen bilgiler ise diğer kaynaklardaki “Şânî Efendi” ve “Şânî Mehmed Efendi”
bahislerinde aktarılanlarla bir farklılık arz etmemektedir. Bu durumda kaynaklarda
farklı adla kayıtlı üç Lârendeli Şânî’nin de aynı kişi olma olasılığı oldukça yüksektir.
Biyografik kaynakların yanı sıra şairler hakkında bilgi edinebileceğimiz ve
birinci kaynak olarak değerlendirilebilecek eserler, şairlerin bizzat kendi yazdığı
eserlerdir.
Zaman
zaman
şairler
eserlerinde
kendileri
hakkında
bilgiler
verebildiklerinden bu konu üzerinde de durmak gerekir. Lârendeli Şânî’nin Gülşen-i
Efkâr adlı mesnevide kendisi hakkında verdiği tek bilgi memleketinin Lârende
(Karaman) oluşudur16. Yine Gülşen-i Efkâr’da Sultan Üçüncü Murad’a bir methiye
yazmış olması Sultan Üçüncü Murâd devri şairlerinden olduğu bilgisini doğrular
niteliktedir. Gülşen-i Efkâr’ın A nüshasının17 ilk sayfasında Şânî’nin Sultan İkinci
Murad devri şairi olduğu kayıtlıdır. Ancak bu kaydın doğru olmadığı, şairin Sultan
İkinci Selim’in oğlu Üçüncü Murad devri şairi olduğu “İbn-i Sul†ân Selµm-i √âfı@-ı dµn /
12
Müstakîm-zâde Sa'deddin, age, Nu: 628, vr. 270b.
13
Kurnaz, age, C. I, s. 112.
Akkuş vd., age, C. III, s. 187
14
15
Müstakîm-zâde Sa'deddin, age, Nu: 628, vr. 270b.
629-650. beyitler arası 22 beyitlik “Lârende şehrengizi” diyebileceğimiz bölümün başında şair “Bu
√a…îrüñ va†an-ı a§lîsi olan şehr-i tâbende vü kişver-i dırahşende ya¡ni sevâd-ı Lârende’nüñ...” ifadesiyle
memleketinin Lârende olduğunu belirtir.
17
İÜ Merkez Kütüphanesi , Nadir Eserler, Nu: 3040.
16
3
Ya¡ni Sul†ân Murâd-ı ehl-i ya…µn” (b. 601) beytinden anlaşılmaktadır. Bu durum müellif
hattı olmayan nüshalarda şiir dışındaki ön veya son kayıt bilgilerinin yanlış olabileceği
fikrini doğrulamaktadır. Şânî hakkında eserinden bilgi edinebileceğimiz bir diğer husus
Dede Ömer Rûşenî’ye yazdığı mehdiyedir. 18 Dede Ömer Rûşenî Halvetiliğin Rûşeniyye
kolunun müessisi olarak bilinir.19 Bu bilgiye dayanarak Şânî’nin Halveti olduğu
sonucuna ulaşılabilir.
Üzerinde durulması gereken bir diğer husus da kütüphane kayıtlarıdır.
Kütüphanelerin
bibliyografik
künyelerinde
“Lârendeli
Mehmed
Şânî”
kaydı
bulunmamaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi kayıtlarında “Şânî el-Larendevî İbrahim b.
Abdurrahman el-Karamanî” ve “İbrahim b. Abdurrahman el-Karamanî Şânî elLarendevî” olarak kayıtlıdır.20
Nuruosmaniye Yazma Eser Kütüphanesindeki el-İfsah fi Şerhi Şevahidi’lMiftâh21 adlı eserin müellifi “el-Karamanî, İbrahim b. Abdurrahman eş-Şânî” olarak
kaydedilmiştir. Ancak aynı kayıtta yazarın ölüm tarihi olarak H. 1069 / M. 1658
verilmiştir. Bu künye kaydı ya yanlıştır ya da doğruysa bu tezkirelerde ölüm tarihi H.
1019 / M. 1610 olarak kayıtlı Gülşen-i Efkâr müellifi Lârendeli Şânî ile el-İfsah fi Şerhi
Şevâhidi’l-Miftâh adlı eserin müellifi “el-Karamanî İbrahim b. Abdurrahman eşŞânî”nin aynı müellif olmasına imkân yoktur.
Süleymaniye’de22 ve Milli Kütüphane’de23 kayıtlı el-Hey'etü'l-İslâmiyye adlı
eserin müellifi “İbrâhîm b. Abd er-Rahmân Karamânî” olarak geçmektedir. Ayrıca
Süleymaniye’de kayıtlı 13 adet el-Hey’etü’l İslâmiyye için de yazar olarak “İbrahim b.
Abdurrahman el-Karamanî” kaydı vardır. Yani Şânî mahlası hiç kullanılmamıştır. Fakat
Milli
Kütüphane’deki
Hey’etü’l-İslâm24,
Kayseri
18
Raşit
Efendi
Eski
Eserler
651-711. arasındaki beyitler Dede Ömer Rûşenî’ye medhiyedir. Başlıkta “ VÂRİ¿-İ
¡ULÛM-I NEBÌ ŞEY» ¡ÖMER RÛŞENÌ E’Ş-ŞEHÌR Bİ-MONLA ÇELEBİ
◊A≤RETLERİNÜÑ (...) MEN¢IBI VÜ EV~ÂF-I ¡ACÂYİBİDÜR...” ifadesi vardır.
19
Semra Tunç, “Dede Ömer Rûşenî” S. Ü. T.A.E. Türkiyat Araştırmaları Dergisi,
Konya 1997, S. 5, s. 237.
20
1478 nr. Mir'atü's-Safâ; 2164 nr. el-İfsâh fi Şerhi Şevâidi'l-Miftâh; 2573
nr. Manzûme-i Avâmil; 3731 nr. Gülşen-i Efkâr; 3782 nr. Zarî'atü'l-Ebrar fi Na'ti'nNebiyyi’l-Muhtâr adlı eserler için Süleymaniye Kütüphanesi bibliyografik künyeyi
verirken Şânî’nin adını yukarıda zikrettiğimiz şekilde kaydetmiştir.
21
Bu eser kütüphanede 34 Nk 4464 arşiv numarasıyla kayıtlıdır.
Arşiv Nu: 07 Tekeli 837/2
23
Arşiv Nu: 06 Hk 2979/1
24
Arşiv Nu: 06 Hk 882
22
4
Kütüphanesi’ndeki25 ve Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ndeki26 el-Hey'etü'lİslâmiyye adlı eserler için de müellifin adı, 1659’dan sonra öldüğü notu da düşülerek,
“İbrahim Karamanî Âmidî” olarak verilmiştir. Bu durumda “İbrâhîm b. Abdurrahman
Karamânî” ile “İbrahim Karamanî Âmidî” aynı kişi midir yoksa farklı kişiler olup
birbiriyle karıştırılarak kütüphane kayıtlarında hata mı yapılmıştır?
İbrahim Karamanî Âmidî adına kütüphanelerde kayıtlı ellinin üzerinde eser
vardır. Bunların tamamı Arapçadır. Dinî içerikli ve mensur olan bu eserlerin istinsah
tarihleri ya yoktur ya da 1700’lü yıllara aittir. H.1069 / M. 1659’dan sonra öldüğü
belirtilmiştir. Tezkirelerin hiçbirinde “Şânî” mahlasıyla kayıtlı böyle biri yoktur.
“İbrâhîm b. Abdurrahmân Karamânî” adı ise daha önce yukarıda zikrettiğimiz
biyografik kaynakların bazılarında “Şânî” mahlasıyla birlikte verilmiştir. Ayrıca bu
isimle kütüphanelerde kayıtlı eserlerin telif veya istinsah tarihi on altıncı yüzyılın ikinci
yarısıdır. Yani aralarında “İbrahim Karamanî Âmidî” muhtemelen daha doğmadan önce
yazılmış eserler27 vardır. Bu bilgilere göre iki şahsın aynı olmasına imkân yoktur ve
kütüphane künyelerinde yazarın adı karıştırılmıştır. el-Hey'etü'l-İslâmiyye adlı eser de
istinsah tarihleri dikkate alındığında İbrahim Karamanî Âmidî’ye aittir.
Yakın bir zamanda yapılan yüksek lisans tezlerinden birinde28 Şânî’nin böyle bir
eserin müellifi olduğuna dair herhangi bir bilgi verilmemiş ve bu konuyla ilgili herhangi
bir değerlendirme yapılmamıştır.29 Yukarıdaki bilgiden de eserin zaten Lârendeli
Şânî’ye ait olmadığı ortadadır. Sözünü ettiğimiz tezde Gülşen-i Efkâr müellifinin adının
kesin bir ifadeyle Lârendeli İbrahim Şânî olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ancak yapılan
değerlendirmeler bu sonuca ulaşmak için yetersiz görünmektedir. Mevlüde Alparslan’ın
yaptığı değerlendirmeleri30 ve bu değerlendirmelere esas teşkil eden bilgileri maddeler
halinde verelim ve her maddenin altına da değerlendirmedeki eksikliği dile getirelim:
1) “Kınalızâde, Şânî’nin Ataullah Efendi’nin mülâzımı olduğunu ve kırk
akçeli bir medreseden azledilmiş olduğunu ifade ederken Atâî’nin “Mehmet
Şânî” adı altında aynı bilgileri vermesi bizde “Mehmet” isminin sehven
yazılmış olabileceği düşüncesini doğurmaktadır.”
25
Arşiv Nu: Râşid Efendi Eki 1162/6
Arşiv Nu: 09 Müz 675/1
27
Mir'atü's-Safâ, H.989 / M.1581, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Böl., Nu: 1478; Manzûme-i
Avâmil, H. 987 / M.1581, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa Böl., Nu: 2573; Zarî'atü'l-Ebrar fi
Na'ti'n-Nebiyyi’l-Muhtâr, H.1002/M.1594, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Böl., Nu: 3782
28
Mevlüde Alparslan, İbrahim Şânî El-Lârendevî’nin Gülşen-i Efkâr Mesnevisi (Metin-Muhtevâ-Tahlil),
DEÜ SBE İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, İzmir 2007 (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi)
29
Alparslan, agt, s. 12-14.
30
Alparslan, agt, s. 6-7.
26
5
Bu bilginin doğruladığı tek şey Kınalızâde ile Atâî’nin aynı şairden bahsettiğidir.
Kınalızâde’nin bahsetmediği ise şairin gerçek adıdır. Şairin asıl adı Mehmed olabilir, bu
durumda “Mehmed” isminin sehven yazılmış olabileceği sonucu çıkarılamaz.
2) “Müstakim-zâde’nin Mecelletü’n-nisâb’da şairi tanıtırken “Ve lehû
Gülşen-i Efkâr” ibaresini kullandığını görüyoruz. Oysaki Gülşen-i Efkâr
adlı eserinde şair, kendini “İbrahim” olarak zikretmektedir. Dolayısıyla
Osmanlı Müellifleri’nde şairin ismi doğru olarak kaydedilmesine rağmen
Mehmet Nâil Tuman’ın, muhtemelen daha önceki tezkirelere dayanarak
“Osmanlı Müellifleri’nin [şairin] ismini İbrahim diye göstermesi yanlışdır”
ifadesini kullanması bizim ileri sürdüğümüz tezi doğrulamaktadır.
Muhtemelen biyografik kaynaklardaki bu çelişki nedeniyle şair, sonraki
nesillere yanlışlıkla “Mehmet Şânî” olarak tanıtılmıştır.”
Mecelletü’n-nisab eski biyografik kaynaklar içinde şairin Gülşen-i Efkâr adlı
eserinin olduğundan bahseden yegâne eserdir ve bu eserde şairin adı “Mehmed Şânî”
olarak kayıtlıdır. Şairin Gülşen-i Efkâr’da kendini İbrahim diye zikrettiği ise doğru
değildir. Her üç nüshada da şairin asıl adına dair herhangi bir kayıt yoktur. Zaten bu
kaydın eserin hangi varağında ya da hangi beytinde olduğuna dair de dipnot
düşülmemiştir. Mehmet Nâil Tuman’ın ifadesi de savunulan tezi doğrulamasının aksine
bu tezi çürütmektedir.
3) “Ayrıca araştırmalarımız sonucunda “Mehmet Şânî” adına kaynaklarda
hiçbir esere rastlanılmadığı gibi Lârendeli Şânî adına tespit ettiğimiz
eserlerin tamamının Lârendeli İbrahim Şânî’ye ait olduğu ortaya çıkmıştır.
XVI. yüzyılda yaşamış Mehmet Şânî adında hiçbir şaire rastlanmamıştır.”
“Mehmed Şânî” adının çeşitli biyografik kaynaklarda kayıtlı olduğundan
yukarıda bahsetmiştik. Ancak sanırım bahsedilen kaynaklar şairin müellifi olduğu
söylenen eserlerin kendileridir. Gülşen-i Efkâr dışında ona ait olduğu ileri sürülen
eserlerin tamamında “İbrahim Şânî” adının geçtiği doğrudur. Gülşen-i Efkâr için de
kütüphane kayıtlarında “İbrahim Şânî” adının kullanıldığı tarafımızdan tespit edilmiştir.
Ancak Gülşen-i Efkâr’ın hiçbir nüshasında “İbrahim Şânî” kaydı yoktur. Daha önceki
değerlendirmelerimizde kütüphane kayıtlarının çok da sahih olmadığını belirtmiştik. Şu
durumda “İbrahim Şânî” ile Gülşen-i Efkâr şairi Şânî aynı kişi olmayabilirler. Çünkü
tespit edilen eserler arasında edebî değer taşıyan ve Türkçe olan tek eser Gülşen-i
Efkâr’dır. Diğerleri dinî içerikli Arapça mensur eserlerdir. Gülşen-i Efkâr dışında
Türkçe olan tek eser Manzûme-i Avâmil’dir ki o da zaten Arapça dil bilgisi öğretmek
6
için manzum olarak kaleme alınmış didaktik bir eserdir ve edebî herhangi bir değeri
yoktur. Bu durumda Gülşen-i Efkâr’ın İbrahim Şânî’ye ait olduğu sonucuna varılması
çok iddialı olur.
4) “Kaynaklarda farklı isimlerle Şânî’ye ait gösterilen beyitlerin birbirinin
aynı olması bu kişilerin aynı şahıslar olduğunu göstermektedir.”
Bu durum kaynakların kendinden önceki kaynakları ve kaynaklarda verilen
beyitleri apardıkları anlamına da gelir. İlginç olan noktalardan biri de Şânî’nin asıl
adının İbrahim olduğunu belirten tüm kaynakların son dönemde yazılmış kaynaklar
olmasıdır. Şairin yaşadığı döneme yakın kaynaklar şöyle dursun, 20. asra kadar yazılmış
tezkirelerin hiçbirinde “İbrahim Şânî” kaydı yoktur. Bu durum, Şânî mahlasını kullanan
iki ayrı müstensihin birbiriyle karıştırılmış olabileceği fikrini çürütmediği gibi aynı kişi
oldukları savını da doğrulamaz.
5) “İbrahim Şânî adıyla yazılmış eserlerin tarihleriyle Mehmet Şânî adıyla
verilen şahsın yaşadığı zamanın örtüşmesi, Mehmet Şânî ile İbrahim
Şânî’nin aynı şahıs olduğu kanaatini doğrular niteliktedir.”
Bu durum aynı dönemde yaşamış iki Lârendeli Şânî olabileceği kanaatini de
çürütmez. “Şânî Mahlaslı Şairler” bahsinde adı geçen “Saraybosnalı Şânî” de aynı
dönem şairidir.
6) Lârendeli Şânî’nin künyesi eserlerinde “İbrahim b. Abdurrahman eş-şehîr
bi-Şânî el-Lârendevî el-Karamanî” şeklinde geçmektedir.” Bu bilgiye göre
asıl ismi İbrahim olan şair, Lârendeli olup döneminde Şânî el-Lârendevî
olarak tanınmıştır.
Gülşen-i Efkâr’da böyle bir kayıt olmadığını daha önce de ifade etmiştik.
Kütüphane kayıtlarındaki künye bilgisinde Gülşen-i Efkâr’ın müellifinin “İbrahim b.
Abdurrahman el-Karamanî Şânî el-Larendevî” olarak yazıldığını ama bunun yanlış
olabileceğini daha önce de belirtmiştik.
Biyografik kaynakların, kütüphane kayıtlarının ve de müstensih notlarının
yetersizliği dikkate alınırsa Gülşen-i Efkâr müellifi Lârendeli Şânî’nin asıl adının ne
olduğu meselesi daha da karmaşık bir hâl almaktadır. Bu durumda Gülşen-i Efkâr
şairinin asıl adının İbrahim mi yoksa Mehmed mi olduğu kesin olarak tespit
edilememektedir. Mevlüde Alparslan’ın ulaştığı sonuç kesinlikle yanlıştır ya da
kesinlikle doğrudur diyemeyiz. İhtimallerden akla en yatkın olanlarından biridir. Bu
7
sebeple biz sanatçının hayatı ve eserlerini verirken “Lârendeli Şânî” adına kayıtlı tüm
bilgileri ortaya koymaya çalışacağız.
1.1.1. Hayatı
Lârendeli Şânî eski adı Lârende olan Karaman’da doğmuştur. Doğum tarihiyle
ilgili kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Şemseddin Sami’nin ifadesine
göre İkinci Selim devrinde tahsil için İstanbul’a gelmiştir.31 Bu bilgiye göre Sultan
İkinci Selim’in tahta çıkışı ile ölüm tarihi arasında (1566-1574) İstanbul’a gelmiş
olmalıdır. Lârendeli Şânî’den bahseden kaynakların neredeyse tamamında İkinci
Selim’in de hocalığını yapan Hoca Ataullah Efendi’nin mülâzımı olduğu kayıtlıdır.32
Ataullah Efendi’nin vefatı M.1571 yılı olduğuna göre 1571’e kadar öğrenimini
tamamlamış olmalıdır.
Lârendeli Şânî, Osmanlı ilmiye teşkilatına göre yedi yıl süren mülâzımlığın
ardından mertebe kat ederek kırk akçe maaşla Hasköy’deki Mahmut Paşa Medresesinde
müderrisliğe başlamıştır.33 Cahit Baltacı da XV. ve XVI. Yüzyıllarda Osmanlı
Medreseleri adlı eserinde Şânî’nin H.1000 / M.1591 yılına kadar kırk akçe aldığını
ifade eder.34 Ancak bu bilgide bir tutarsızlık vardır. Çünkü Şakâyık-ı Nu’mâniyye’de
Atâî bu tarihi H.1001 cemaziyelâhir olarak kaydetmiştir35 ki bu tarih M.1593 bahar
aylarına denk gelir. Şânî, Hasköy’deki görevinden azledilince H.1001 / M.1593 yılında
Bostanzade Mehmed Efendi ve Sun’ullah Efendi huzurunda Yavuz ve Nihalî Beylerle
birlikte imtihan oldu ve imtihan neticesinde aynı yılın recep ayında Tûtî-i Latîf
Medresesine müderris oldu.36 H.1004 / M.1596 zilhiccesinde görevi kabul etmeyen
Taceddin Efendi yerine Rodos Fetvahanesine naklolundu. H.1006 / M.1597
rebîülahirininde Şam müftüsü oldu. H.1007 / M.1599 şevvalinde Trablus-Şam kazasına
tayin olunup H.1008 / M.1599 rebîülahirininde bu görevinden azlolundu. H.1009 /
M.1600 muharreminde Sufi Mehmed Efendi yerine Maraş kazasına tayin edildi. H.1010
/ M.1601 rebîülahirininde bu görevinden de azlolundu. H.1011 / M.1603 zilhiccesinde
31
Şemseddin Sami, age, C. IV, s. 178
32
Kutluk, age, C. I., s. 574; Özcan, age, C. II, s. 533.; Tuman, age, C. I, s. 474.;
Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 130.; Akkuş vd., age, C. III, s. 187.
33
Kutluk, age, s. 574; Özcan, age, s. 533.
Cahit Baltacı, XV- XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, Teşkilât / Tarih, İrfan
Matbaası, İstanbul 1976, s. 448.
35
Özcan, age, s. 533.
36
Özcan, age, s. 533.
34
8
Gazalîzade yerine Erzurum kazasına kadı olarak tayin edildi. H.1013 / M.1604
saferinde yine azledilip yerine selefi iade kılındı. H.1015 / M.1606 rebîülevvelinde
Ankara’ya naklolunanVildanzade yerine Âmid kazasına tayin edildi. H.1016 / M.1607
saferinde tekrar Erzurum kazasına tayin edildi. Şair, H. 1019 / M. 1610 yılında son
görev yeri olan Erzurum’da vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir.37
Şânî, H. 989 / M. 1581 tarihli Mir’atü’s-safâ isimli tasavvufî eserini Gülşenî
şeyhlerinden Kerim b. Gülşenî için yazdığını ifade etmektedir. Buna göre şair
muhtemelen tahsili sırasında Gülşenî tarikatına intisab etmiştir.38 Şânî, kendi ifadesiyle
Gülşenî şeyhlerinden Abdülkerim Efendi’nin mürididir.39 Gülşeniyye, Halvetiyye’nin
ana kollarından Rûşeniyye’nin bir şubesidir. İbrahim Gülşenî (öl. M.1533) Dede Ömer
Rûşenî’den feyz alan dervişlerin en meşhurudur.40 Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’da Dede
Ömer Rûşenî’ye bir methiye yazdığından söz etmiştik. Eserin adında “Gülşen”
sözcüğünün kullanılması da şairin hangi tarikata mensup olduğuyla ilgili bir ipucu
olarak değerlendirilebilir.
1.1.2. Edebî Kişiliği
Lârendeli Şânî’nin edebî kişiliği hakkındaki değerlendirmelerimizin tamamı
Gülşen-i Efkâr mesnevisinin incelenmesine dayanmaktadır. Bunun sebebi ise
tezkirelerde neredeyse her şair için söylenen övgü ifadelerinin dışına çıkılmayışı ve
Şânî’nin Gülşen-i Efkâr dışında edebî değer taşıyan başka bir eserinin olmayışıdır.
Gülşen-i Efkâr’daki söz, mânâ, şiir ve esere yönelik beyitler, şairin ve genelde
Divan edebiyatı sanatçısının şiirden ne beklendiğini, neyin hedeflendiğini, güzel şiirle
neyin kastedildiğini göstermesi bakımından önemlidir.
Divan şairinin önem verdiği en önemli hususlardan biri özgünlüğü
yakalamaktır. Şiirde aynı sözcüklerle aynı mesajı verse de farklı bir üslup yakalama
amacındadır. Bu yüzden eserinin “tercüme” olmadığını, hayâl gücüyle “bikr-i mânâ”yı
yakaladığını vurgular. Şânî de geleneğin şekillendirdiği bir şair olarak konuya ilişkin
düşüncelerini şu beyitlerle açıklar:
37
38
Özcan, age, s. 533.; Tuman, age, C. II, s. 574
Alparslan, agt, s. 10
39
Mir’atü’s-Safâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Böl. Nu: 1478 vr. 140b.
40
Mustafa Kara, Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları, Dergâh Yay., İstanbul 2005, s. 579
9
1692. Tercüme §anma anı ve’l-√â§ıl
Bikr-i ma¡nâya olmışam vâ§ıl
1693. Mihr-i dil §aldı ¡âleme pertev
ªâhir oldı yine bu …ı§§a-i nev
Şair, Gülşen-i Efkâr’ın özelliklerini ve eseri niçin yazdığını açıklarken şu
hususlara değinir:
Bu eser, rindlere hitap eder ve onlar zevk alabilsin diye yazılmıştır. Hakk’ı
talep edenler için sağlam bir kulptur. Sâlike yol göstermesi ve aydınlatması amacıyla
nazm edilmiştir:
1694. Silk-i na@ma getürdüm anı revân
±ev… ala tâ ki zümre-i rindân
1674. Fi’l-me&el bu ni@âm-ı bµ-hemtâ
‰âlib-i ◊a……’a ¡urve-i vu&…a
1695. Ola kim sâlike ola hâdî
Ehl-i tev√µde ide irşâdı
Mevlânâ’nın Mesnevisi sâliki aydınlatmak için kıssadan hisse veren hikâyelerle
oluşturulmuştur. Amaç her ne kadar kıssadan hisse vermekse de eserin edebî yönü
ihmal edilmemiştir. Çünkü içinde hikmetli sözler vardır ve anlatıma bakıldığında edebî
sanatlar ve mecazlarla süslenmiştir. Bu sebeple içerdiği mânâları herkes anlayamaz:
1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ
Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ
1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd
¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd
1675. ªâhirµ zµnetiyle ârâste
Bâ†ınµ √ikmetiyle pµrâste
1706. Bu me¡ânµyi ehl-i √âl añlar
Kâşif-i remz olan ricâl añlar
Yukarıda, Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’ı niçin ve nasıl yazdığı ile ilgili birkaç beyit
verilmiştir. Şair, didaktik bir eser ortaya koyduğunu dile getirmiş ama anlatımda
10
kuruluktan kaçınarak onu mecazlarla ve hikmetli sözlerle süslediğini söyleyerek
hedefinin sadece öğreticilik olmadığını ortaya koymuştur. Bu durum onun sanat kaygısı
taşıdığını göstermektedir. Gülşen-i Efkâr’ı incelediğimizde şairin söyledikleriyle
yaptıklarının birbirine uyduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Gülşen-i Efkâr’in bazı
bölümlerinde öğreticilik vasfı öne çıkarken bazı bölümlerde sanatsal anlatımın çok daha
yoğun olduğu görülür.
Gülşen-i Efkâr’da sanatsal kaygının en fazla görüldüğü bölümler tasvir
bölümleridir. Bu bölümlerde teşbih, teşhis, istiare ve hüsn-i ta’lil sanatları başta olmak
üzere başarılı bir edebî sanat zenginliği sergiler. Edebî sanatların sadece bir süs
olmadığı, bir eserde anlamın kuvvetlendirilmesine olanak sağladığı unutulmamalıdır.
Bu yüzden -öğretici bölümler de dâhil olmak üzere- edebî sanatların kullanılmadığı
beyitlerin oranı yüzde onu bile bulmaz.
Aşağıdaki beyitler eserin “tevhid” bölümünden alınmıştır. Beyitlerde insân-ı
kâmil “şehr-i ¡âli” teşbihiyle süslenince mühendisler bu kadar mükemmel bir şehrin
nasıl inşa edildiğine şaşırıp kalırlar. Bu şaşırma tasavvuftaki “hayret” makamını
simgeler. Mühendislerde o mükemmelliğe (insân-ı kâmil) ulaşmaya çalışan sâliklerden
başkası değildir. İki gümüş sütundan oluşan bir bina teşbihiyle süslenen, insanın
bacaklarıdır. Sonraki beyitte o iki sütunun üstüne bir gümüş sütun (insanın gövdesi)
oturtulur ve bu gümüş sütunun üstüne de ışık saçan bir cevher (baş) eklenir:
96.
¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd
Aña insân-ı kâmil eyledi ad
97.
Anda cümle mühendisân √ayrân
İki sµmµn sütûnda itdi revân
99.
Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr
Üstine …odı gevher-i pür-nûr
Yukarıda örneklediğimiz sanatlı anlatım sonraki beyitlerde de devam eder.
Mükemmel bir biçimde yaratılan insan vücudu bir haneye benzetilince “akıl” o haneyi
aydınlatan mum olur. Sonraki beyitte ise insan vücudunun saraya dönüştüğü görülür.
İnsan vücudu saray olunca ruh da bu sarayın padişahlığını yapar. Akıl bu padişahın
veziri, hilm de edibi oluverir:
11
100.
Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ
Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ
101.
Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh
102.
¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm
Bahar tasvirinin yapıldığı aşağıdaki beyitlerde de sanatlı anlatıma başarılı
örnekler verilir. Çınarın meyveleri tespihe benzetilince çınar da tespih çekerek dua eden
bir mü’mine dönüşür. Goncanın kalbi yaralanmasın diye dua etmektedir. Goncanın
kalbinin yaralanmasıyla kastedilen ise goncanın açılarak içindeki siyah noktanın açığa
çıkmasıdır. Sonraki beyitte de bülbülün âhını işitip de tüyleri ürperen bir gül tasvir
edilir. Gülün dikenleri aslında bülbülün feryadıyla ürperen tüyleridir:
716.
Ele tesbî√in aldı şâh-ı çenâr
Olmasun diyü …alb-i πonce figâr
722.
İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr
Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr
Şânî’nin edebî kişiliğini değerlendirirken dikkat çekmemiz gereken diğer bir
husus ise tahkiyevî anlatımda ne gibi özellikler gösterdiğidir. Olay kurgusuna dayanan
tahkiyevî anlatımda kısa cümleler dikkat çeker. Her mısraın bir cümle değeri taşıdığı
beyitlerle örülü hikâye kısmında kahramanların diyalogları başarılı bir biçimde aktarılır.
Hâkim anlatıcı kahramanlara sözü teslim etmeden önce mutlaka giriş niteliğinde bir
tasvir yapar. Bu tasvir, sürekli “ben dili”ni kullanan kahramanların tekdüze cümle
kurgusunu kırmak için yapılır. Şair, sözü kahramana doğrudan teslim etmektense kısa
girişler yapmayı bu yüzden tercih eder. Aşağıdaki beyitler anlatıcının sözü kahramana
vermeden önceki girişte yaptığı gece tasvirine örnektir:
1025. Yine şâh-ı kevâkib-i envâr
◊ayme-i mây içre …ıldı …arâr
1026. Her diyâra şihâbı §aldı revân
Olmaya encüm içre tâ ki …ırân
12
1027. Ol gice bu hezµr-i zerrµn çeng
Oldı simµn benekle mi&l-i peleng
1028. Tevsen-i çar«a bindi şâh-ı nücûm
Ya¡ni e@hâr-ı ◊a……’a itdi hücûm
Şânî, bu girişi yaptıktan sonra sözü kahramana teslim eder. Kahraman
konuşmaya başlayınca öznesi “ben” olan cümleler art arda dizilmeye başlar. Diyalog
kısımlarında konuşma sırası bir kahramandan diğerine verilirken yukarıda belirttiğimiz
ara müdahalelerin sürekli yapıldığı görülür. Aşağıdaki diyalog bölümünden alınan
beyitler “ben” öznesinin sebep olduğu tekdüze anlatıma örnektir:
1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum
Âftâb-ı cihânidür ba«tum
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ
1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet
¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet
1034. Ber-hümâ himmet-i mu¡allâyam
Kûh-i ¢âf-ı πınâda ¡an…âyam
1035. Arayup …a¡r-ı ba√r-i ¡ummânı
Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı
Anlatımda tekrara düşme belki de Şânî’nin en kusurlu görülebilecek tarafıdır.
Bütün mekân tasvirleri cennet benzetmesi etrafında şekillenir. Kahramanların
kendilerini överken kullandıkları sözcük dağarcığı hep birbirine yakın, hatta tekrar
sayılabilecek düzeydedir. Aşağıdaki beyitlerde “şem¡” benzetmesinin farklı kahramanlar
ve anlatıcı tarafından sürekli tekrarlandığı görülür. Aynı durum “nûr” benzetmesi için
de geçerlidir:
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ
871.
Biri bir merd-i ¡â…il adı Sem¡
Dâimâ encümende şem¡-i cem¡
13
947.
◊â§ılı cümlesi yanumda cem¡
Nûr-ı ≠âtumdur anlara çün şem¡
1001. Nûrum olmışdur ol çemende şem¡
Buldı revna… benümle ilm-i şer¡
1678. Şâhid-i ma¡na anda şem¡-i ≥iyâ
»a††ı gûyâ ki dûd-ı ¡anber-sâ
Mesneviler, gazel ve kasideyle kıyaslandığında sanatlı anlatım olarak onların
gerisindedir, denir. Bunun temel sebebi olarak da olay anlatımına dayanması, bu
sebeple daha kısa aruz kalıplarının kullanılması, ayrıntıya girecek kadar uzun
cümlelerden oluşan beyitlerin bulunmayışı gösterilir. “Sıfat” türünden sözcüklerin çok
kullanılışı şairin ayrıntıya önem verdiğini gösterir, “fiiller” tahkiyevî anlatımın
vazgeçilmezidir. İsim ve fiil kullanımının fazlalığı bir şairin anlatımındaki ayrıntıyı
görmek açısından önemlidir.41 Ancak bir mesnevi şairini gazel şairiyle kıyaslamak
doğru olmaz. Aşağıdaki beyitlerde Şânî, tahkiyevî anlatımın tipik örneklerinden birini
vermektedir. Kısa ve devrik cümleler ile sade bir dil kullanmaktadır:
85.
Bir nefesden yaratdı ¡İsâ’yı
¢ara †opra…dan ehl-i esmâyı
87.
Gehi bir dürden ider âb-ı revân
Gehi §udan …ılur riyâ≥-ı cinân
98.
İki †â… itdi ¡anber-i sârâ
¢ıldı miskµn sürâdi…ât aña
Öğreticiliğin öne çıktığı beyitlerde anlatım daha kuru bir hal alır:
41
149.
Üç merâtib-durur …amu tev√µd
Añlamaz bunu §â√ib-i ta…lµd
150.
Biri ¡ilmµdür ehli cümle ¡avâm
Biri ¡aynµ biri √a…µ…i be-nâm
M. Fatih Köksal, “Tahkiyeli Bir Eser Olarak Taşlıcalı Yahyâ'nın Şâh u Gedâ Mesnevisi”, Türklük
Bilimi Araştırmaları (Prof. Dr. Kaya Bilgegil Armağanı), S. 5, 1997, s. 277, 282.
14
151.
Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl
¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl
154.
Da«ı ¡ilminüñ ikidür nev¡i
Biri ¡a…lµ birisidür sem¡µ
155.
İkidür ¡a…l u na…l-ile tev√µd
Biri ta√…µ… ü birisi ta…lµd
Şânî’nin öğretici, ders verici tavrının olduğundan yukarıda bahsetmiştik.
Atasözü sayılabilecek türden ifadeler sanatlı bir şekilde sık sık karşımıza çıkar. Bunlar
aynı zamanda iyi birer temsilî anlatım örneğidir:
779.
Zeri §arrâf olan bilür dâim
Cevheri cevherî olan nitekim
138.
Añlamaz …a†re ba√r-i ¡ummânı
Ne bilür mûrçe Süleymân’ı
139.
Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez
Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez
140.
Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı
Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı
1013. Ehlümi kimse cürm-ile a§maz
Kimse yirde olan yüzi ba§maz
Şânî, ses ahengini kafiye ve redifin yanı sıra iç kafiyeler ve aliterasyonla
sağlamayı da başarır:
184.
Bulur ol dem kemâl-i ma¡bûdı
Görür ol dem cemâl-i meşhûdı
183.
Melekût-ı semâya vâ§ıl olur
Ceberût-ı ¡ulâya vâ§ıl olur
219.
E√adiyyet rumûzın añladılar
Vâ√idiyyet künûzın añladılar
Eserin -fiiller haricinde- Türkçe sözcükler bakımından çok zengin bir
malzemeye sahip olduğu söylenemez. Bunun sebebi mesnevinin tasavvufî bir eser
15
olmasıdır. Çünkü tasavvufla ilgili kavramların neredeyse tamamı (nûr, kün, kevneyn,
âlem, berzâh, zât, sıfât vb.) Arapça veya Farsça kökenlidir. Eser, kısa cümlelerle
kurulan beyitlerden ibaret olmasına rağmen, tamamı Türkçe sözcüklerle kurulmuş bir
beyit dahi yoktur. Kullanılan Türkçe sözcüklerin de genellikle fiil veya fiilimsilerden
ibaret
olması,
tahkiyevî
anlatımın
“hareket
odaklı”
olması
özelliğinden
kaynaklanmaktadır. Aşağıdaki beyitler dilin en sade, Türkçe sözcüklerin en fazla
kullanıldığı beyitlerden birkaçıdır.42
22.
Dökdi ba√ruñ yüzi §uyın keremi
Baπrını deldi ma¡denüñ himemi
636.
Yir yir ezhârı gülşeninde gören
Yire indi §anur nücûm-ı peren
665.
‰utar elde ¡a§âyı §an Mûsâ
Gösterür «al…a ol yed-i bey≥â
Dilin Arapça ve Farsça tamlamalarla en ağırlaştığı bölümler ise methiye
bölümleridir. Bu türden beyitlerde cevher fiili dışında Türkçe diyebileceğimiz bir yapı
görülmez. Sultan Murad’a yazılan methiyeden şu beyitleri örnek verebiliriz:
23-A
42
592.
Şeh-i ¡âlµ-mekân u @ıll-ı İlâh
Pâdişâh-ı serµr-i ¡izzet-i câh
593.
Âsmân-ta«t-gâh ü heft-bâlµn
Âftâb-efser ü …amer-âyµn
594.
Mihr-i ra«şân-ı burc-ı evc-i ¡a†â
Dürr-i tâbân-ı dürc-i genc-i se«â
595.
∏ayret-i ¢ahraman u Behmen ü Gûr
Reşk-i Dârâ vü Sencer ü Faπfûr
596.
Ba√r-i mevvâc u …ulzüm-i zâ«ir
Mihr-i berrâ…-ı ezher-i bâhir
597.
Şehr-yâr-ı kerµm ü nµk-a«ter
¡Âdil ü nâ§ır-ı @afer-rehber
Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için tezin “3.1. Dil Kullanımları” bölümüne bakınız.
16
Tüm bu örnekler ve açıklamalardan sonra Lârendeli Şânî’nin edebî kişiliğini
şöyle özetleyebiliriz: Öğretme amacı taşır ama öğretirken sanatsal altyapıyı ihmal
etmez. Edebî sanatları kullanmada, temsilî anlatımda, alegoride oldukça başarılıdır.
Tahkiyevî anlatımdan kaynaklı tekdüze cümle yapısını kırmaya çalışır, anlatımda
çeşitlilik yaratma peşindedir. Ancak özellikle kahramanların tanıtıldığı bölümlerde ve
mekân tasvirlerinde tekrara düştüğü görülür. Eserin tasavvufi bir mesnevi olması ve
tasavvufî kavramların genellikle Arapça ve Farsça sözcük veya tamlamalarla
oluşturulması, Şânî’nin Türkçe sözcük kullanımını -fiiller hariç- kısıtlamıştır. Ses
ahengini sağlamak için iç kafiyelerden faydalanmayı ihmal etmez.
1.1.3. Eserleri
Lârendeli Şânî adına kayıtlı beşi Arapça ikisi Türkçe olmak üzere toplam yedi
eseri vardır. Bu eserlerden Gülşen-i Efkâr dışındakilerde Lârendeli İbrahim Şânî adı
kayıtlıdır. Gülşen-i Efkâr’da ise sadece “Lârendeli Şânî” kaydı vardır.
1.1.3.1. Arapça Eserleri
Lârendeli Şânî’nin Arapça yazdığı beş eserin adları şöyledir: 1) Mir¡atü’s-Safâ
2) Zerî ¡atü’l-Ebrâr fî Na¡ti’n-Nebiyyi’l-Muhtâr 3) el-İfsâh fi Şerhi Şevâhidi’l-Miftâh
4) Risale fi’s-Semâvâti ve’l-Erdîn ve mâ Fîhinne 5) el-Ucâle.
Mir¡atü’s-Safâ, Allâh’ın isimlerinin tecellîlerini ve mertebelerini konu alan 9
varaklık Arapça, tasavvufî bir risaledir. Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi Böl. nr:
1478 ve İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı Osman Ergin Yazmalar Böl. nr: 59’da
kayıtlı iki nüshası bulunmaktadır. H. 989 / M. 1581 senesinde Şeyh Kerim b. Gülşenî
Vardârî Edirnevî’ye sunulmuştur. Varak 132’de şair kendini söyle tanıtmıştır: elAbdü’l-müznibü’l-cânî İbrahim b. Abdurrahman el-Karamanî eş-sehîr bi-Şânî elLârendevî ve hüve fi rivayeti’l-ışk münzevî.
Zerîatü’l-Ebrâr, Hoca Abdullah Ensarî tarafından H.1002 / M. 1594 senesinde
istinsah edilmiştir. 2 varaktan oluşan 95 beyitlik mülemmâ bir na’ttır.43 Süleymaniye
Kütüphanesi Esad Efendi Böl. nr: 3782’de kayıtlıdır.
İfsah’ın Süleymaniye Kütüphanesi Şehit Ali Paşa Böl. nr: 2164 ve
Nûruosmaniye Kütüphanesi nr: 4464’te kayıtlı olmak üzere iki nüshası mevcuttur.
43
Alparslan, agt, s. 12.
17
Konusu Arap edebiyatıdır. Şair muhtelif tefsirlerden faydalanarak yazdığı Süleymaniye
Kütüphanesindeki eseri milâdi 1584 yılında tamamlamıştır.44
Risale, adından da anlaşılacağı üzere yerin ve gökyüzünün tabakaları ve her ikisi
arasındaki mesafelerin beyanı ile ilgilidir. Altı babdan oluşan eser yer ve göğün
yaratılışları, cennet ve cehennemin mekânı, öldükten sonra ruhların, battıktan sonra
güneşin hali hakkında ünlü müfessirlerin görüşlerine yer verir. 27 varak olan bu Arapça
risale Bayezid Kütüphanesi nr: 5291’de bulunmaktadır.45
el-Ucâle, Fıkıh Mecmuasının 14. varağında bulunan tek varaklık bir risaledir.
Eser tek varaktan mı ibarettir, yoksa devamı var mıdır? Bu konuda herhangi bilgiye
ulaşamadık. Millet Kütüphanesi Feyzullah Efendi Böl. nr: 981’de kayıtlıdır. Arapça
yazılmış bu risalenin son bölümünde yazar ve eserin ismi şu şekilde zikredilmektedir:
“Hâzâ Risâletü’l-¡abdi’l-fakîr ila’llah el-…avî el-πanî İbrahim b. Şey√ ¡Abdurrahman eş-
şehîr Şânî el-Lârendevî, Hâ≠ihî er-Risaletü’l- ¡Ucâle hâzihi’l-evrâk ve’l-me¡âl.”
1.1.3.2. Türkçe Eserleri
Lârendeli Şânî’nin Manzûme-i Avâmil ve Gülşen-i Efkâr adlarını taşıyan iki
Türkçe eseri vardır.
Manzûme-i Avâmil, H. 987 / M. 1579’da, 7 varaklık, talik yazıyla yazılmış
Osmanlıca manzum bir eserdir. Süleymaniye Kütüphanesi Şehit Ali Paşa Böl. nr:
2573’te kayıtlı nüsha rastlayabildiğimiz tek nüshadır. Manzûme-i Avâmil, 137 beyitten
oluşan manzum bir nahiv kitabıdır. Eser, Osmanlı medreselerinde yıllarca okutulmuş
Abdülkâdir Cürcânî (v. 471)’nin el-Avâmilü’l- mie’sinin manzum çevirisidir. Şânî, söz
konusu eseri, memleketi Lârende’nin çocuklarını okuma yazmaya teşvik amacıyla
kaleme aldığını ifade eder. Eser on iki bölümden oluşmaktadır. Harf-i cerlerden
başlayarak yüz edat anlatılmıştır.46 Aruzun fâ‛ilâtün fâ‛ilâtün fâ‛ilün kalıbıyla
yazılmıştır.
Gülşen-i Efkâr mesnevisi çalışmamızın ana konusunu teşkil ettiği için aşağıdaki
bölümlerde eser hakkında kapsamlı bilgi verilecektir. O yüzden burada eserin sadece
adını vermekle yetiniyoruz.
44
45
46
Alparslan, agt, s. 12.
Alparslan, agt, s. 12.
Ali Öztürk, XVI. Yüzyıl Halvetî Şiirinde Din ve Tasavvuf, (Yayımlanmamış Doktora
Tezi), AÜ SBE, Ankara 2003, s. 62.
18
1.2. Şânî Mahlaslı Diğer Şairler
Kaynaklarda yaptığımız taramalarda Şânî mahlasını kullanan on iki şair tespit
ettik. Bu şairlerden Lârendeli oldukları hakkında bilgi verilen Mehmed Şânî ve İbrahim
Şânî’nin aslında aynı şair olma ihtimalini göz önünde bulundurarak Şânî mahlasını
kullanan toplam on bir şairin olduğunu söyleyebiliriz. Bu şairler hakkında kaynaklarda
verilen bilgileri şu şekildedir:
1.2.1. Şânî Abdülkerim Efendi
Adı Abdülkerim’dir. Safayi Tezkiresi47 dışındaki bütün biyografik kaynaklar48
Diyarbakırlı olduğu hususunda hemfikirdirler. Nâil Tuman bu duruma işaret ederek
Şânî Abdülkerim Efendi’nin asıl memleketinin Diyarbakır veya Van olabileceğini
belirtir.49 Şânî Abdülkerim Efendi Diyarbakır’dan İstanbul’a gelip Sultan Dördüncü
Mehmet’in doğumuna “Nûrdur geldi Mu√ammed §ulb-ı İbrahim’den” mısraı ile tarih
düşürerek Van defterdarı olmuştur. H.1087 / M.1676 yılında hac yolculuğundayken
vefat edip Şam’da defnedilmiştir. Ölüm tarihine Arif Hikmet’in H.1080; Tezkire-i
Âmid’in H.1083 yılını vermelerini Nail Tuman yanlış olarak nitelendirir. 50 Aşağıdaki
beyitler, Sultan Dördüncü Mehmed’in doğumu için yazdığı şiirden alınmıştır:51
Târµ«-i Vilâdet-i Sul†ân Me√med »ân-ı Râbi¡
◊amdüli’llâh ki tâze bir gül geldi bâπ-ı ¡âleme
Gülsitân-ı √a≥ret-i Sul†ân İbrâhµm’den
‰âli¡-i sa¡d-ı hümâyûn-sâ¡at-i fer«unde-dem
Sa¡d-ı nâ@ır na«s-i πâ’ib cedvel-i şehµmden
Âsmân-ı sal†anatdan †oπdı bir mihr-i ≥amµr
İrtifâ¡-i …adr-i ¡âlµ-pâye-i tefhµmden
47
Pervin Çapan, Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü'l-âsâr min Fevâ'idi'l-eş'âr), AKM Yay.,
Ankara 2006, s. 312-313.
48
Asım Tezkiresi, s. 14; Tezkire-i Âmid, s. 51; Yümnî, s. 11; Arif Hikmet, s. 38; Şakâik-i Nu’mâniyye,
C. I, s. 700, Sicill-i Osmânî, C. III, s. 131; Mecelle, s. 270; Beliğ, s. 39.
49
Tuman, age, C. I, s. 475.
50
Tuman, age., s. 475.
51
Çapan, age., s. 312.
19
1.2.2. Derviş Şânî
Mevlevî, İstanbul Galatalı, Şem’î Dede’nin öğrencisidir. 52 Doğum ve ölüm
tarihlerine ilişkin herhangi bir bilgiye kaynaklar yer vermemiştir. Bir süre Remzi
Çelebi’nin hizmetinde bulundu ve ondan çok şey öğrendi. Kaynaklarda Şem’î’nin
öğrencisi olup ondan ilham aldığına dair şu beyit yer almaktadır:53
Bu Şânî Şem¡µ’den yakup çerâπı
Geçerdi Şem¡µ’nüñ çeşm-i çerâπı
1.2.3. Vardar Yeniceli Şânî
Asıl adı Yakup’tur ve Sultan III. Murat devri şairlerinden olup (M. 1574-1595)
Larendeli Şânî’nin çağdaşıdır. Vardar Yenicesi’nden olup şair Garµbµ’nin kızkardeşinin
oğludur. İyi tahsilli olup bilgili bir şairdir.54 Aşağıdaki beyitler onun şiirlerinden
alınmadır:55
Bâπ-ı rû«unda ol §anemüñ «a††-ı müşk-bâr
~ahn-ı İrem’de tâze açılmış benefşe-zâr
Ne bilür …âmet-i dil-cûñ elemin bâd-ı seher
O bir âvâre durur kendi hevâsında yeler
Cefâ fenninde artu… nüs«a ma¡lûmuñ degül ammâ
Ma√abbet dâstânı yâd olunsa o…ıdum dirsin
1.2.4. Saraybosnalı Şânî
Asıl adı Târâkzade Salih Efendi’dir. Saraybosnalı olup ulema zümresinden bir
müderrisdir. Kaynaklarda vefatı H.1011 / M. 1602 olarak verilmektedir. Larendeli Şânî
gibi Sultan II. Selim’in hocası olan Ataullah Efendi’den mülâzım olmuştur.56
52
İlhan Genç, Esrar Dede-Tezkire-i Şu'arâ-yı Mevleviyye, AKM Yay., Ankara 2000, s.
268.
53
Filiz Kılıç, Âşık Çelebi-Meşâ’irü’ş-Şu’arâ, İnceleme Tenkitli Metin (Basılmamış
Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi SBE, Ankara 1994, s. 788.
54
Kutluk, age, s. 506; Şemsettin Sâmi, age, s. 2833; Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 130, Süleyman
Solmaz, Ahdî ve Gülşen-i Şu'arâsı (İnceleme-Metin), AKM Yay., Ankara 2005, s. 372; Tuman, age, s.
475.
55
Solmaz, age, s. 372.
56
Kutluk, age, s. 502; Şemsettin Sâmi, age, s. 2833; Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 700; Solmaz, age, s.
372; Tuman, age, s. 474.
20
Kınalızâde Hasan Çelebi, tezkiresinde Saraybosnalı Şânî ile yakın dost olduklarını, kırk
akçe medreseden azledilmiş olduğunu belirtir ve aşağıdaki beyitleri örnek olarak verir:57
Ser çekmesün semâya kendüni …ılmasın ¡ar≥
Far…ı boyuñla servüñ beyne’s-semâi ve’l-¡ar≥
Öykünmesün ru«uña zµrâ ki mâh-ı tâbân
Yüz …ızdırup alupdur nûrı güneşden ol …ar≥
1.2.5. Kastamonulu Şânî
Kastamonuludur. Kemal Paşazade’den mülâzım olmuş; Bağdat seferinde vefat
etmiştir. Ancak “Bağdat Seferi” ve ölüm tarihine ilişkin bir karışıklık söz konusudur.
Tezkirelerde Kastamonulu Şânî’nin Yavuz Sultan Selim58 ve Kanunî Sultan Süleyman
devri şairi olduğu59 belirtilmiştir. Son dönem sempozyum bildirilerinden birinde60
“Bağdat Seferi” olarak Dördüncü Murad’ın 1638 tarihli seferi esas alınmış ve bu seferin
sonucu olan Kasr-ı Şirin’de şairin vefat ettiği belirtilmiştir. Hâlbuki Kastamonulu Şânî
bütün kaynakların verdiği bilgiye göre Kemal Paşazade’den mülâzımdır, Kemal
Paşazade’nin vefat tarihi ise M.1536’dır. 61 Bu hesaba göre Dördüncü Murad’ın Bağdat
Seferi’nde (M.1638) vefat etmesi için Kastamonulu şairin 120 yaşın üzerinde olması
gerekir ki o yaşta bir insanın sefere katılması mümkün değildir. Diğer bir nokta da gerek
Latifi’nin gerekse Kınalızâde Hasan Çelebi’nin tezkirelerinde Kastamonulu Şânî’ye
ilişkin bilgi verilirken şairin vefat etmiş olduğu kayıtlıdır. Latifi’nin tezkiresini 1546’da,
Kınalızâde’nin de 1586’da tamamladığı düşünülürse Kastamonulu Şânî’nin 1546
yılından önce vefat etmiş olduğu gerçeği ortaya çıkar. Bu değerlendirmeye göre şair,
Dördüncü Murad döneminde yapılan Bağdat Seferi’nde (M.1638) değil, Kanunî
döneminde yapılan Bağdat Seferi’nde(M.1534) vefat etmiş olmalıdır.
57
Kutluk, age, s. 502-503.
Kutluk, age, s. 502.
59
Tuman, age, s. 475.
60
İlyas Yazar, "Kastamonlu Dîvan Edebiyatı Şâirleri", II. Kastamonu Kültür Sempozyumu, Kastamonu
Valiliği, Kastamonu Eğitim Fakültesi, Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi, Kastamonu 18-20 Eylül 2003, s. 262.
61
İskender Pala, (1996), "Kemalpaşazade", Osmanlı Ansiklopedisi, İz Yay. İstanbul C. 2, s. 158; Mine
Mengi, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Basımevi, 9. Baskı, Ankara 2003, s. 67.
58
21
1.2.6. Mustafa Şânî
Asıl adı Mustafa’dır, İstanbul’un Eyüp semtinde yaşamıştır ve Eyüplü olarak
bilinir62. Müderristir ve H.1057 / M.1647’de vefat etmiştir. Mecelle’de vefatı 1050
olarak kayıtlıdır63. Şiirleri rağbet gören şuh ve nüktedan bir şairdir. Aşağıdaki beyitler
onundur:
Yalıñuz âşüfte-i †urreñ §abâ mıdur senüñ
Daπıdıp a…lın perµşân eylemiş sünbül da«ı
Benden artı… ¡âşı…-ı şeydâ geçer ol dil-rübâ
Naπme-i güftâr-ı gevher-bârına bülbül da«ı
1.2.7. Şânî Mustafa Efendi
Mevlevî şeyhlerindendir. İstanbulludur. H. 1090 / M. 1679 yılında doğmuştur.
Ka’riye imamı Mevlevî Abdülkerim Efendi’nin oğludur ve babasının vefatı üzerine
onun yerine Edirnekapı’da bulunan Atik Ali Paşa Camii imamı olmuştur. H. 1180 / M.
1766 yılında vefat etmiş ve Edirnekapı haricinde defnedilmiştir. İki divan oluşturacak
kadar şiiri vardır.64
1.2.8. Şânî Çelebi
İstanbulludur. Kapıkulu sipahisidir. Doğum ve ölüm tarihine ilişkin herhangi bir
kayda rastlanamamıştır65. Rodos’ta tımar sahibi olmuştur. Hezl ve hicivde ustadır.
Aşağıdaki “kopuz” redifli gazel onun en meşhur şiirlerindendir66:
Bir ki evbaşı dürüp başına merdâne kopuz
Oturur mey-kede §adrına emîrâne kopuz
Mı†rabuñ yeltesine uyduπiçün öksüzinüñ
Meclis içre yüzini çaldı levendâne kopuz
(...)
Rûm abdâlı gibi …anzil olup §ohbet arar
~arılup bir nemed içine gedâyâne kopuz
62
Safâyî Tezkiresi, s. 307, Sicill-i Osmânî, C. III, s. 131, Tuhfe-i Nâilî, s. 474.
Tuman, age, s. 474.
64
Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 131; Tuman, age, s. 475.
65
Tuman, age, s. 476.
66
Kılıç, agt, s. 789-790; Şemsettin Sâmi, age, C. IV, s. 2833.
63
22
Gûşmâl eyleyeli Şânî anı pîr-i §afâ
Bir …alîle yeder ise uyar oπlana kopuz
1.2.9. Ahmed Şânî Çelebi
Asıl adı Ahmed’dir. Halk arasında Helâki lakabıyla tanındı. Ebu’s-Suûd
Efendi’den (M.1491-1574) mülâzım olup müderrislik yaptı67. Birçok eseri ile Farsça ve
Türkçe şiirleri vardır. Doğum ve ölüm tarihine ilişkin herhangi bir kayda
rastlanamamıştır. Aşağıdaki beyitler ona aittir68:
Ten-i pür-dâπı ma√v idem ne nâm ü ne nişân …alsun
Hemân kûyuñ kilâbına nevâle üstü«ˇân …alsun
(...)
Rehüñden başumı ayru düşürmek yol degül tîπüñ
Hemân yol …almasun …alursa dil «â†ır-nişân …alsun
1.2.10. Erzurumlu Şânî
H.1051 / M.1641 yılında Erzurum’da doğdu. Şiirleri güzel ve akıcıdır. Ayrıca
tarih düşürmede de ustadır.
1.3. Gülşen-i Efkâr Hakkında Genel Bilgiler
1.3.1. Eserin Adı
Eserin adı Gülşen-i Efkâr’dır. Eserin başlığı, alt başlıkları ve başlıktan önce yer
verilen “Bi ¡avni’l-kerµmi’r-rahµm bi’smi’llahi’r-rahmâni’r-rahµm. Hâzâ kitâbu Gülşen-i
Efkâr Sul†ân Murâd zamânında Lârendeli Şânî Efendi te’lif itmişdür” ifadesinde eserin
adı zikredilmiştir. Sebeb-i Nazm bölümünde ise şu beyitte eserin adı zikredilir:
764.
Bâπ-ı …albüñde Gülşen-i Efkâr
Çün açıldı an’eylegil i@hâr
Hâtimetü’l-kitâb bölümünde de şair eserin adını Gülşen-i Efkâr koyduğunu şu
beyitle bildirir:
1691. Va…t-i gülşende ar≥ idüp dµdâr
Aña nâm oldı Gülşen-i Efkâr
67
68
Tuman, age, s. 476; Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 130, Şemsettin Sâmi, age, C. IV, s. 2833.
Kutluk, age, C. I, s. 504-505.
23
“Va…t-i
gülşen”
tamlaması
eserin
ilkbaharda
tamamlandığı
izlenimini
uyandırmaktadır.
1.3.2. Yazılış Nedeni ve Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’ı Tavsifi
Mesnevilerde genelde “sebeb-i telif” veya “sebeb-i nazm” bölümlerinde
değinilen kitabın yazılış nedeni, Gülşen-i Efkâr’da “Hâtimetü’l-kitâb” bölümünde
verilmiştir. Sebeb-i nazm bölümünde ise mesnevilerde klasikleşen edebî yönü ağır
basan tasvirlere yer verilmiştir. Gülşen-i Efkâr’ın “Sebeb-i nazm” bölümünde de bahar
ve hazan tasvirleri yapılmıştır.
Lârendeli Şânî eserinin vasıflarını ve bu eseri yazma nedenini aşağıdaki
beyitlerde açıklar:
Şânî’ye göre Gülşen-i Efkâr içi cevherle dolu yüce bir kitaptır ve tasavvuf ehline
safa verir:
1676. Bu kitâb-ı şerµf-i pür-gevher
Gûyiyâ §ûfi-i §afâ-perver
Kırk günlük çilede gaflete düşmeyip mânâ çocuğunu kemâle erdirmiştir. Yani
sâlikin kemâle ermesinde ona yol gösterici özelliği vardır:
1677. Erba¡µn içre olmayup πâfil
‰ıfl-ı ma¡nâyı eyledi kâmil
Şânî, Gülşen-i Efkâr’ın her sözünü el değmemiş inciye, bu incileri delen keskin
elması da kendi mizacına benzetir. Böylelikle Şânî el değmemiş mânâ incisini deldiğini
söyleyerek eserinin orijinal olduğunu ifade etmektedir:
1681. Dürr-i nâ-süfte idi her sü«anı
Deldi elmâs-ı tµz-†ab¡um anı
Şânî, eserin cildini siyah ciltle kapladığını Kâbe benzetmesiyle anlatır. Onu
Kâbe gibi siyah örtüyle kapladığını dile getirerek bu eseri her Müslümanın okuması
gerektiği mesajını verir. Kitabın siyah örtüsü geceye benzetilince Gülşen-i Efkâr da o
gecede parlayan aya benzer:
24
1686. Ka¡be gibi giyürdüm ana siyâh
Şeb-i deycûr içinde oldı çü mâh
Şânî, eserinin tercüme olmadığını, özgün bir eser yazdığını belirtir. Bikr-i
mânâya ulaştığını ve bu hikâyenin yeni olduğunu dile getirirken rindlerin bu eseri
keyifle okumalarını tavsiye etmektedir. Gülşen-i Efkâr’ın sâliklere rehber olup onların
hidayete ermelerinde yardımcı olacağı görüşündedir:
1692. Tercüme §anma anı ve’l-√â§ıl
Bikr-i ma¡nâya olmışam vâ§ıl
1693. Mihr-i dil §aldı ¡âleme pertev
ªâhir oldı yine bu …ı§§a-i nev
1694. Silk-i na@ma getürdüm anı revân
±ev… ala tâ ki zümre-i rindân
1695. Ola kim sâlike ola hâdî
Ehl-i tev√µde ide irşâdı
Gülşen-i Efkâr’ın sadece idrak edebilenlerin anlayabileceği bir eser olduğunu
belirten Şânî, eserin sâlike rehber olacağını yineler. Gülşen-i Efkâr’ın Mevlânâ’nın
Mesnevisi gibi tarikat ehlinin irşada ulaşmasına vesile olmasını temenni eder:
1696. Kimde kim ola fehm ü ¡a…l-ı selµm
Vech-i ma¡…ûlu eyler ol teslµm
1697. ~arf ide ger selâmet-i ¡a…lı
Kendüye mürşid eyler ol na…li
1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ
Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ
1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd
¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd
1703. Ehl-i tev√µde rehnümâ ola ol
Ehl-i ¡irfâna pµşvâ ola ol
1706. Bu me¡ânµyi ehl-i √âl añlar
Kâşif-i remz olan ricâl añlar
25
Bu kitabı idrâk edemeyecek olanların kem gözlerinden sakınılmasını tenbih
etmektedir:
1708.
Mil çek gözlerine nâdânuñ
Görmesün tâ ki ¡aybını anuñ (b.1708)
1709. ≤arar irgür o çeşm-i bµnâya
Keç-na@ar itmesün bu ma¡nâya (b.1709)
Şânî, hâtimenin son bölümünde ise bu kitabı okuyanların kendi ettiği duaya
âmin demelerini isteyerek eseri bitiriyor:
1725. Yâ ilâhî …amudan ekremsin
Ecvedü’l ecvedµn ü er√amsın
1726. Urmışam yüz cenâb-ı √azretüñe
Çeşm-dârum kemâl-i ra√metüñe
1727. ¡Aş…uñı rû√uma enµs eyle
Lu†fuñı aña hem celµs eyle
1728. Dem-i â«irde †û†i-i cânum
‰âyirân ide saña süb√ânum
1729. Eyleme mesken aña nâsûtı
Âşiyân eyle …urb-ı lâhûtı
1730. O…uyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn
Umarum cân ile diye âmµn
1.3.3. Yazıldığı Tarih
Gülşen-i Efkâr’ın başında Sultan Murad zamanında yazıldığı belirtilmiştir.69
Diğer bir nüshada Lârendeli Şânî’nin, Sultan İkinci Murad devri şairlerinden Monla
Çelebi’yle tanışmış olan Şeyh Ömer
Rûşenî’nin
müritlerinden
biri olduğu
kaydedilmiştir.70 Hem biyografik kaynaklarda verilen bilgiler hem de Gülşen-i Efkâr’da
şairin Üçüncü Murad için yazdığı methiye bunu doğrulamaktadır. Bu methiyenin şu
“Hâzâ kitâbu Gülşen-i Efkâr Sul†ân Murâd zamânında Lârendeli Şânî Efendi te’lif itmişdür.” Bu kayıt
sadece SK nüshasında vardır.
70
“Gülşen-i Efkâr-ı Şânµ-i Lârendevµ ez mürµdân-ı Şey« ¡Ömer Rûşenµ müştehir be-Monla Çelebi ezşu¡arâ-yı ¡a§r-ı Sul†ân Murâd-ı ¿ânµ” Bu kayıt da sadece Ü1 nüshasında vardır. Ü2 nüshasında şair veya
eserin dönemine ilişkin herhangi bir ön kayıt yoktur.
69
26
beyti Sultan İkinci Selim’in oğlu Üçüncü Murad’dan bahsedildiğini açıkça
göstermektedir:
İbn-i Sul†an Selµm-i √âfı@-ı dµn
Ya¡ni Sul†an Murâd-ı ehl-i ya…µn
Bu bilgiye dayanarak Gülşen-i Efkâr’ın Sultan Üçüncü Murad devrinde
(M.1574-1595) yazıldığını söyleyebiliriz.
1.3.4. Sunulduğu Padişah
Gülşen-i Efkâr’ın kime sunulduğuna dair herhangi bir bilgi yoktur. Eserde
Üçüncü Murad’ın dışında herhangi bir devlet adamına övgü yapılmamıştır. Bu durum
eserin Sultan Üçüncü Murad’a sunulduğu izlenimini vermektedir.
1.3.5. Konusu
Gülşen-i Efkâr dinî-tasavvufî konulu alegorik bir mesnevidir. Eserde akıl, ilim,
hilm ve devlet kişileştirilmiş kahramanlardır. Bu dört kahraman, kimin daha faziletli
olduğu konusunda tartışmaya başlarlar. Bu tartışmanın galibi çıkmayınca, sorularına
cevap verebilecek birini bulmak üzere şehr-i marifete doğru yola çıkarlar. Burada rûh-ı
pür-hikmet adındaki kişiye dertlerini anlatırlar. Hepsi teker teker ayet ve hadisleri tanık
göstererek iddialarını yinelerler. Rûh-ı pür-hikmet de onları dinler ve hepsinin eksik
yönlerini, zayıflıklarını gözler önüne serer. Hikâyenin sonunda rûh-ı pür-hikmet dört
kahramana da nasihat eder.
27
İKİNCİ BÖLÜM
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ
2.1. Nazım Şekli
Gülşen-i Efkâr, mesnevi nazım şekliyle yazılmış bir eserdir. Mesnevinin giriş
bölümünde biri tevhid (b. 240-269), diğeri na¡t olmak üzere iki tercî-i bend vardır.
Bilindiği gibi şairler, değişik nazım şekillerinde ustalıklarını göstermek ve “giriş”
bölümündeki tekdüzeliği gidermek için bu yola başvururlar.71 Şânî de bu yolu
izlemiştir.
Mesneviler “giriş”, “konunun işlendiği bölüm” ve “bitiş” olmak üzere üç ana
bölümden oluşur. Klâsik mesnevilerin “giriş” ve “bitiş” bölümlerinde kalıplaşmış olarak
aynı sayılabilecek alt başlıklar bulunur. “Mesnevi” adlı makalesinde İsmail Ünver de
“konunun işlendiği bölüm” için kalıplaşmış bir planın verilemeyeceğini söylerken, onun
“giriş” ve “bitiş” bölümleri için verdiği plana72 Ahmet Kartal da birtakım eklemeler
yaparak aşağıdaki tertip sırasını oluşturur.73
Giriş Bölümü: 1. Besmele, 2. Tahmid, 3. Tevhîd, 4. Münâcât, 5. Na¡t, 6.
Mi¡râc, 7. Mu’cizât, 8. Medh-i Çehâr-yâr, 9. Diğer din ulularına övgü 10. Padişah için
övgü, 11. Devlet büyüğüne övgü, 12. Sebeb-i te’lif
Bitiş Bölümü: 1. Hamd ü senâ, 2. Sultana övgü ve saltanatının devamı için dua,
3. Şairin eseriyle ve şairliğiyle övünmesi, 4. Tanınmış mesnevi şairleri ve eserlerini
anma, 5. Şairin eserine verdiği adı belirtme, 6. Hasetçilere, acemi ve dikkatsiz
müstensihlerle metni doğru dürüst okuyamayan okuyuculara yergi, bunların esere
vereceği zarardan Tanrı’ya sığınma, 7. Mesnevinin beyit sayısı, 8. Mesnevinin
yazılışıyla ilgili tarihler, 9. Şairin ismi, memleketi 10. Okuyucudan hayır dua isteme.
Gülşen-i Efkâr’ın “giriş” bölümünde yukarıda saydığımız alt başlıklardan
“Mu’cizât” kısmı yoktur. Ancak “Na¡t” kısmında peygamberin mucizelerinden söz
edilmiştir. Padişah Üçüncü Murad dışında herhangi bir devlet büyüğüne övgü
71
İsmail Ünver, “Mesnevi”, Türk Dili dergisi, Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), S. 415, 416, 417, s.
437-438.
72
Ünver, agm, s. 448-449.
73
Ahmet Kartal, “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, Şiraz’dan İstanbul’a Türk-Fars Kültür
Coğrafyası Üzerine Araştırmalar, Kriter Yay., İstanbul 2008, s. 575-576.
28
yapılmamıştır. Devlet büyüğü yerine tarikat büyüğü “Dede Ömer Rûşenî”nin övgüsü (b.
651-711) yapılmıştır. Gülşen-i Efkâr’ın “giriş” bölümünde küçük bir şehrengiz
sayılabilecek 22 beyitlik (b. 629-650) bir kısım vardır. Bu beyitlerde şair memleketi
Lârende’nin güzelliklerini tasvir eder. Bu durum Gülşen-i Efkâr’ın klasik mesnevilerde
pek görülmeyen özelliklerinden biridir.
Bitiş bölümünde tek başlık kullanılmıştır. Hâtimetü’l-kitâb adını taşıyan bu
başlık altında, yukarıda sıraladığımız genel mesnevi şablonuna uygun bilgilerin bir
kısmına yer verilmiştir. Sultana övgü ve saltanatının devamını isteme, mesnevinin beyit
sayısı, yazılışıyla ilgili tarihler, vezni gibi bilgilere yer verilmemiştir. Bunların dışında
bitiş bölümü için yukarıda sayılan bilgiler bulunmaktadır.
Konunun işlendiği bölüm hakkında çalışmamızın “Bölümler ve Bölüm
Başlıkları” kısmında ayrıntılı bilgi verilmiştir.
2.2. Beyit Sayısı
Gülşen-i Efkâr 1730 beyitten oluşmaktadır. 1730 beyitin 711’i giriş bölümünü,
960’ı (b. 712-1671) konunun işlendiği bölümü, 59’u (b. 1671-1730) ise bitiş bölümünü
oluşturmaktadır. Beyit sayısı nüshalara göre farklılık göstermektedir. Bu farklılıklar
çalışmamızın “Nüsha Tanıtımı” başlığı altında ele alınmıştır.
2.3. Vezin
Gülşen-i Efkâr aruzun fe¡ilâtün (fâ¡ilâtun) / mefâ¡ilün / fe¡ilün (fa¡lün) kalıbıyla
yazılmıştır. Eserin içindeki iki terci-i bend de dahil olmak üzere mesnevinin tamamında
aynı vezin kullanılmıştır.
Beyitlerde zaman zaman aruz kusurlarına rastlamakla birlikte kusur gibi
görünen bazı kullanımların nüsha farklılıklarından, dolayısıyla müstensihlerden
kaynaklandığı söylenebilir. Aşağıdaki ilk mısralar aruza uymamaktadır. Bu mısraların
hemen altında ise diğer nüshadaki aruza uyan mısra gösterilmiştir:
1668.
74
75
Olur ol elbette ◊a……a vâ§ıl 74
Olur elbette ◊a……a ol vâ§ıl 75
Ü1 nüshası vezne uymuyor.
Ü2 ve SK nüshaları vezne uyuyor.
29
1695.
Ol kim sâlike ola hâdî 76
Ola kim sâlike ola hâdî 77
1715.
İdeler Şâni-i rû√ dilşâd 78
İdeler rû√-ı Şâni’yi dilşâd 79
Bazı edebiyatçılara göre tamamı, bazılarına göre bir kısmı “aruz kusuru”
sayılan vezinle ilgili bazı hususiyetler aşağıda paragraflar hâlinde açıklanmış ve örnek
beyitler verilmiştir.
Türkçede uzun ünlü olmadığı için Türkçe kelimelerin ünlü harfle biten bütün
heceleri açık hece değerindedir ve bunu kapalı -veya uzun- hece saymak imâle
sayılacağından Türkçe birçok kelimede imâle vardır. Gülşen-i Efkâr Türkçe kelime
kullanımı bakımından zengin bir eser sayılmaz. Dolayısıyla imâlelerin kullanım sıklığı
da bu oranda azdır, denebilir. Aşağıdaki rastgele seçilmiş beyitlerde altı çizili ve koyu
karakterle gösterilen heceler imâleleri göstermektedir:
922.
~anki bir dil-rübâ-yı mµr-i sü√an
Herkesüñ göñline girür rûşen
923.
¡İlm-i bâ†ında şöyle mâhirdür
Göñlüñe her ne gelse anı bilür
924.
»â†ırında rüsûm-ı mevcûdât
Cümle fikrindedür «ayâl-i cihât
927.
İstemez dâ’im ola va√detde
Lµk bulur §afâyı ke&retde
Gerçek bir aruz kusuru olan zihaf, eserde yok denecek kadar azdır. Gülşen-i
Efkâr’da dikkat çekici unsurlardan biri şairin mahlasındaki uzun i’yi vezin gereği kısa
okuma zorunluluğudur. Bu kullanım tüm mesnevi boyunca sık sık karşımıza çıkar. O
yüzden bu durumun zihaf olarak değerlendirilmesi tartışmaya açıktır. Tespit
edebildiğimiz örneklerden bazıları şu beyitlerdeki altı çizili hecelerde görülmektedir:
53.
76
Ol durur bâni-i binâ-yı semâ
Fâti√-i bâb-ı …alb-i ehl-i fenâ
Ü1 nüshası vezne uymuyor.
Ü2 ve SK nüshaları vezne uyuyor.
78
Ü1 nüshası vezne uymuyor.
79
Ü2 ve SK nüshaları vezne uyuyor.
77
30
236.
Şâniyâ keşf olur mı bu a√vâl
Bulmayınca kemâl-i i≥mi√lâl
267.
Feye≥ân eyleyüp Cemâl ü Celâl
Şâniyâ @âhir oldı @ulmet ü nûr
366.
Yarlıπa Şâni-i günahkârı
Yo… durur senden özge ∏affârı
510.
Şâniyi ¡aybı ile eyle …abûl
¢apladı …albini günâhla şeyn
530.
Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr
Eyleme Şâniyi …apuñdan dûr
590.
Şâni-i nâ-murâda keşf-i ¡ulûm
Rûzi …ıl eyleme anı ma√rûm
624.
Şâniyâ mid√atine πâyet yo…
Cümle ev§âfına nihâyet yo…
1715. Ola kim bu du¡âyı «ayrla şâd
İdeler rû√-ı Şâni’yi dilşâd
Türkçe kelimelerde med yapıldığında bu durum bazen bir ahenk bozulmasına
ve vezinde takılmalara yol açabilmektedir. Gülşen-i Efkâr’da Türkçe kelimelerin
hecelerine yapılan medler son derece kısıtlıdır. Türkçe kelimelerin sonunda çift ünsüzün
az rastlanır olması ve uzun ünlü bulunmaması da bunda önemli bir etkendir denebilir.
Arapça ve Farsça kelimelerde ise medli kullanım oldukça fazladır:
71.
Heybetinden eridi gevher-i pâk
Oldı âb-ı revân «ı††a-i «âk
268.
Zelzele §aldı emr-i kün ¡ademe
Dürc-i genc-i vücûd itdi @uhûr
1536. »al… cûdumla buldı mâl u menâl
Zer-ile ceybi oldı mâl-â-mâl
1606. Rav≥a-i …albine ider cârî
Sû-be-sû cûy-bâr-ı envârı
1653. ◊a≥ret-i ◊a… …amudan a…desdür
Na…§la na…≥dan mu…addesdür
31
Vezindeki takti’ icabı yapılan ulamalar oldukça fazla sayıdadır:
4.
Oldı envârı râh-ı dµne delµl
Gider_anuñla yola ibn-i sebµl
31.
Beñzer_ol √âsı çeşme-i şehde
Bâπ-ı cennetde gonce-i verde
79.
¢urbeti ¢âfına olan ¡an…â
Olur_anuñ vücûdı nâ-peydâ
Arapça ve Farsça kelimelerde ses türemesi: Vezin gereği Arapça veya Farsça
kelimelerdeki ses türemesi çok da yaygın bir kullanım değildir. Ancak Türkçeymiş gibi
halk diline de yerleşmiş olan ve çok sık kullanılan “ilm, akl” gibi sözcükler Arapça veya
Farsça bir tamlamanın içinde türemeye uğramazken Türkçe cümle yapısının içinde
ünlüyle başlayan bir ek almadığı zaman ünlü türemesine uğramıştır. Aşağıdaki ilk
beyitte “§adr” sözcüğü “§adır” şeklinde okunurken sonraki beyitte “§adr” biçiminde
okunmuştur. Arap harfli metinde “§adr” sözcüğünün yazımında herhangi bir farklılık
söz konusu değildir; fakat vezin gereği öyle okumak gerekmektedir. Aşağıda verilen
son beyitte de Gülşen-i Efkâr’da onlarca kez kullanılan “¡a…l” ve “¡ilm” sözcükleri, aynı
sebepten“¡a…ıl” ve “¡ilim” şeklinde okunmaktadır:
1482. Her §adırda benümle oldı ¡ilm
Cümle …adri benümle buldı ¡ilm
281.
Biri §adr u birisi …alb-i §afâ
Birinüñ nâmıdur şeπâf-ı ≥iyâ
1544. Benüm-ile bulur ¡a…ıl …adri
¢adrüm-ile bulur ¡ilim §adrı
Bu bahsettiğimiz durum sadece Gülşen-i Efkâr’a özgü değildir. Divan şiirinde
bunun örnekleri vardır. M. Fatih Köksal, bu türden kullanımlar için türeyen ünlüyü
parantez içinde gösterme yolunu seçmiştir:80
Ki ¡âşıklar ¡a…(ı)ldan yuyalar dest
¡A…(ı)l bu işde ser-gerdân olupdur
80
Sözü edilen beyitler için bkz. M. Fatih Köksal, Derviş Hayâlî – Ravzatü’l-envâr, Kitabevi Yay.,
İstanbul 2003 (s. 67, 43. beyit; s. 101, 421. beyit; s. 141, 868. beyit).
32
Feh(i)m bu fikrde √ayrân …alıpdur
»ı≥(ı)r gibi göñül ba√rine †aldum
Aslı çift ünsüz olan kelimelerin tek ünsüz okunması: Gülşen-i Efkâr’da aslı çift
ünsüz (şeddeli) olan bazı Arapça kelimeler vezin gereği tek ünsüzle gösterilmiştir.
Ancak bu durum sadece incelediğimiz esere özgü olmayıp divan şiirinde sık karşılaşılan
hadiselerden bir diğeridir. Bu yüzden sözcüğün sonundaki aslî çift ünsüzlerin tek ünsüz
olarak okunması da bir aruz kusuru olarak değerlendirilmemelidir:
514.
Şol zamân gitdüñ ey dür-i yektâ
¢aldı arduñca Cebra’µl be…â
1014. Gördi bir gün √ıyâmı verd-i †arî
Şerm olup dökdi dâne dâne düri
740.
Der-kenâr itdi dil sefînesini
Açdı dürr-i be…â √azînesini
471.
İtdi anda vücûdını ifnâ
Anda varlı… »a…’uñ idi ma√≥â
1593. Var başuñda πurûr-ı Fir¡avnµ
Pes irür mi saña ◊a…’uñ ¡avni
530.
Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr
621.
Keremin gûş idüp yem-i necefi
»acletinden yüzine †utdı kefi
Şairin yukarıda verilen örnekler de dikkate alındığında aruzu ustalıkla
kullandığını söyleyebiliriz. Bu örneklerin çoğunun zaten kusur olup olmadığı
tartışmalıdır. Şairin de döneminin aruz anlayışına uygun bir yol izlediği görülmektedir.
İmalelerin sık yapılması Türkçe kelimelerin aruza uyma sıkıntısından, Arapça ve Farsça
kelimeleri çokça tercih etmenin sebebi de aruza daha uygun hecelere sahip olmalarından
ileri gelmektedir.
2.4. Kafiye ve Redif
Gülşen-i Efkâr’ı kafiye ve redif kullanımı açısından bir sınıflandırmaya tabi
tuttuğumuzda ortaya çıkan tablo divan şiirinin genel karakterine uygun bir görünüm arz
33
eder. Divan şiirinde en az görülen kafiye türü yarım kafiye iken en çok tam ve zengin
kafiye kullanılır. Cinaslı kafiyelere de yer verildiği görülmektedir. Eserdeki kafiye
çeşitlerine örnek teşkil etmesi bakımından şu beyitleri verebiliriz:
Yarım Kafiye: Tek ünsüzle yapılan kafiyedir. Divan şiiri geleneğindeki göz
kafiyesi Türkçede olmayan ayın (‫ )ع‬harfiyle yapılan kafiyede karşımıza çıkar:
385.
Çeşme-sâr itdi barmaπından o şem¡
Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡
288.
Dil-i insânda ibtidâ-yı †avr
Ehl-i ta√…µ… içinde nâmı §adr
412.
Olmış idi felekde bir zer kim
Meş¡aleyle arardı her encüm
128.
Murπ-ı lâhût olup o bülbül-i üns
¢ulaπuz oldı aña †â’ir-i …uds
826.
¢amer ol gice oldı şem¡ lâkin
Meş¡ale ya…dı geldi bezme peren
1301. Her kim eylerdür iddi¡â-yı fa≥l
Aña lâzım durur güvâh-ı ¡adl
Günümüz alfabesine göre yarım kafiye gibi görünen kimi kullanımlar, Divan
şiirindeki göz kafiyesi dikkate alındığında tam veya zengin kafiye olduğu görülür:
77.
Uçamaz ol diyâra mürπ-ı ¡u…ûl
Aña ¡u…âb-ı ¡aş…ı virmez yol
235.
Vâ√iden ba¡de vâ√idin olur ol
Rûzı olmadı herkese bu vusûl
388.
¢ur§-ı mâhı kesüp benân-ı emµr
Nµm-nânıyla itdi ¡âlemi seyr
Tam Kafiye: Uzun ünlüler iki ses olarak değerlendirildiğinde tek uzun
ünlüden oluşan kafiyeler de bu gruba dahil edilir:
1192. Gâhi bâπ-ı §afâda seyr eyler
Gâhi ¡arş-ı a¡lâda seyr eyler
34
1204. Gâh mev§ûf olur nübüvvetle
Gâh ma¡rûf olur kerâmetle
1210. Olmasa râsı ra√met olmaz idi
Vâvı olmasa va√det olmaz idi
1318. Her kişi ¡izzeti benümle bulur
Şevketi √ürmeti benümle bulur
1227. Rav≥a-i berza« içre bir güldür
Gülşen-i lâ-mekanda bülbüldür
Zengin Kafiye: Biri uzun ünlü olmak kaydıyla iki sesten ya da üç veya daha
fazla sesten oluşan kafiyedir:
1226. Ol durur †â’ir-i hümâyûn-fâl
Rûh-ı …udsµ enµs-i celle Celâl
1228. Ol durur †â’ir-i hümâ çâlâk
¢anadı altında bey≥adur eflâk
1234. Va§fını yaza biñ debµr-i kirâm
Biñde birini itmeye itmâm
1235. Çün tamâm itdi rû√-ı seyrânµ
Ba¡≥ı ev§âf-ı rûh-ı nûrânµ
1242. Gözümüz rûşen ola nûrı ile
Göñlümüz gülşen ola nûrı ile
Cinaslı Kafiye: Aşağıdaki örneklerden bazıları eski yazıya göre cinastır.
350.
Her nefesde niçe günâh iderüm
~ub√a dek lµk her gün âh iderüm
398.
ªâhir iken ≥iyâsı bu lehebüñ
Görmedi çeşmi anı Bû Lehebüñ
986.
Olmayan …albi §âf-âyine
Na@ar itmez cemâlüm ayına
35
Tunç Kafiye: Bir dizenin son kelimesinin diğer dizenin sonundaki son
kelimenin içinde kafiye olarak tekrar etmesidir. Bu sözcük anlam olarak değil, sadece
ses olarak tekrar eder:
32.
Fi’l-me&el ol nigµn-i bâdâmı
Fikretüm şâhbâzınuñ dâmı
25.
Zeyn idüp rûy u …alb-i µmânı
~a…ladı cân içinde ◊a… anı
59.
Çâk idüp câme-i ¡adµmi vücûd
Sµne gösterdi şânid-i mevcûd
61.
Cilvegerdür …amu me@âhirde
Göremez kimse anı @âhirde
96.
¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd
Aña insân-ı kâmil eyledi ad
Kafiye Kusurları: “Uyûb-ı mülekkabe-i kâfiye denen kafiye kusurları, senâd,
ikvâ, ikfâ ve iytâ olmak üzere dört türlüdür. Bunlara -revi harfinin farklılaşması demek
olan “ikfâ” dışında- bugünkü kafiye anlayışına göre kusur veya ayıp demek doğru
değildir.81 İkfâ sayılamayacak kafiye kusurları da vardır. Bunların özellikle Türkçe
kelimelerde olması dikkat çekicidir. İkfâ daha çok b-p, h-√-«, c-ç gibi benzer sesler için
söz konusudur. Divan şiirinin temel özelliklerinden olan kafiyenin “göz”e göre
olmasının dışında “kulak”a göre yapılmış kafiyeler de vardır:
81
455.
Ger gidersem ya…ar cenâ√umı hep
Sû«te pervâne gibi şem¡-i πa≥ab
709.
Ermeyüp rişte-i irâdet-i Rab
Silk-i na@ma getürmedüm anı hep
828.
~ohbet-i √⧠…ıldılar ol şeb
‰û†i-veş geldiler tekellüme hep
956.
Mihre yüz virmedi velµ ol şeb
Yirlere dökdi âb-ı rûyını hep
M. Fatih Köksal, Yenipazarlı Vâlî Hüsn-i Dil (İnceleme-Tenkitli Metin), Kitabevi Yay., İstanbul 2003,
s. 140
36
1063. İttifâ…-ı bilâ-nifâ…la hep
‰oydılar her birisi râh-ı †aleb
1153. Mâr-ı πu§§a helâk ider bizi hep
Ejdehâ-yı belâ vü renc-i ta¡ab
224.
±erre peydâ ve lµk mihr-i nihân
ªâhir ammâ √abâb-ı ba√r-i nihân
Gülşen-i Efkâr’da kafiyesiz ve ses benzerliği sadece rediften ibaret olan
beyitlere de az da olsa rastlanmaktadır:
133.
Râh-ı ta√…µ…e reh-nümâ ola ol
Leme¡ât-ı »udâ-nümâ ola ol
287.
Buyurur ol Resûl-i «ayrü’n-nâs
Sµm ü zer ma¡deni gibidür nâs
565.
Aña virdi »udâ √ayâ vü edeb
Edeb ögrendi andan ehl-i edeb
656.
O durur şem¡-i bezm-i ¡âlem-i πayb
Aña pervânedür ricâlü’l-πayb
Kafiye Yapılan Sözcüklerin Kökeni: Kafiye yapılan sözcüklerin kökenine
bakıldığında özellikle Arapça sözcüklerle yapılan kafiyelerin sıklığı dikkat çekicidir.
Bunun yanı sıra Farsça sözcüklerle, Türkçe sözcüklerle yapılanlar ve her üç dilin de
karışık olarak kafiyede kullanıldığı örneklerden bazıları şöyledir:
Türkçe Kelimelerle Yapılan Kafiyeler:
48.
Dµde-i canı Şâniyâ açagör
Sırr-ı ma¡nâyı bunda cân ile gör
80.
Bµm-i …ahr ile yaş döker kevkeb
Gice yummaz gözini her kevkeb
107.
Nevrini nûrı ile gösterdi
◊ikmet ü …udretini bildürdi
Türkçe ve Arapça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler:
34.
Aña can gözi ile eyle na@ar
Per-i Nâmûs-ı Ekber’e beñzer
37
77.
Uçamaz ol diyâra mürπ-ı ¡u…ûl
Aña ¡u…âb-ı ¡aş…ı virmez yol
744.
Pây-mâl-ı √azân olur bu çiçek
Ser-bürehne …ılur çenârı felek
Türkçe ve Farsça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler:
38.
İbtidâ-yı √ayât-ı dil oldur
İntihâ-yı felâ√ bil oldur
96.
¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd
Aña insân-ı kâmil eyledi ad
696.
Devlet anuñ durur ki bir eyü ad
¢oya ¡âlemde ide rû«ını şâd
Arapça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler:
29.
±ü’l-fi…âr-ı ¡Ali gibi iki lâm
Gösterir ehl-i küfre tµπ u √üsâm
30.
İtdi anı o √a≥ret-i Feyyâz
Rişte-i ¡ömr-i münkire mı…râ≥
33.
İtdi teşdµdi münkire şiddet
Erresi …ıldı …atline √iddet
Arapça ve Farsça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler:
44.
No…†alar anda merdüm-i insân
Mezra¡-ı ma¡rifetde to«m-ı revân
84.
Yemmde itdi §adef §adefde düri
Dürre virdi le†âfet-i güheri
743.
Bülbüli lâl olur bu gülzâruñ
Revna…ı gider â«ir eşcâruñ
Farsça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler:
128.
Mürşid-i ¡aş…ı câna hem-râz it
Bâπ-ı «uld-ı berµne pervâz it
38
754.
Her sü«an bir şükûfe-i «oş-bû
Na@m gûyâ ki bir gül-i «od-rû
729.
Semen-i terle bâπ-ı sünbül-i zâr
Rû«-ı zîbâda §anki zülf-i nigâr
Redifler neredeyse kafiye kadar sık kullanılmaktadır. Üç dört beyitin en az
birinde mutlaka redif kullanılmaktadır.
Kelime veya söz öbeği halindeki rediflerde Türkçe sözcüklerin fazlalığı dikkat
çekmektedir. Bunun sebebi, kafiyenin Arapça veya Farsça sözcüklerle yapıldığı
durumlarda tahkiyevî anlatımda öne çıkan Türkçe eylemlerin kullanım zorunluluğudur.
Mesnevîler de anlatım esasına dayalı olduğundan bu durum normal karşılanmalıdır. Bu
Türkçe kelimeler genellikle Arapça veya Farsça ifadeyi tamamlayıcı nitelikte olan ve
birleşik kabul edilebilecek tarzda yapılardır. “Etmek, eylemek, olmak, durmak, ermek”
gibi eylem veya yardımcı eylemler ve “var, yok” gibi sözcükler bu kullanımlarda çok
sık karşımıza çıkmaktadır. Sözcük halindeki rediflere örnek verecek olursak:
Türkçe kelimelerden oluşan redifler:
27.
‰oπrı yolı bize işâret ider
Râh-ı √a… √a……ı delâlet ider
72.
¢âdirüñ …udretine √ad yo…tur
~âni¡üñ √ikmetine ¡ad yo…tur
124.
Ol diyârı varup görenden §or
◊â§ılı seyr idüp gelenden §or
128.
Mürşid-i ¡aş…ı câna hem-râz it
Bâπ-ı «uld-ı berµne pervâz it
133.
Râh-ı ta√…µ…e reh-nümâ ola ol
Leme¡ât-ı »udâ-nümâ ola ol
166.
A§l-ı tev√µd şühûda irmekdür
Nûr-ı pâk-i vücûda irmekdür
Arapça kelimelerden oluşan redifler:
49.
Münderic bunda âdemüñ ¡ilmi
Mündemic cümle ¡âlemüñ ¡ilmi (b. 49)
39
134.
Bildüre ol kemâl-i tev√µdi
Göstere tâ cemâl-i tev√µdi (b. 134)
165.
Üçü üç pâye pâye-i mi¡râc
±ev…-i rû√âni πâye-i mi¡râc
Farsça kelimelerden oluşan redifler:
64.
Ser-fürû eyledi aña «ûrşµd
Oldı nûrıyla pür-≥iyâ «ûrşµd
67.
Ar≥-ı πabrâ serâb-ı âvâre
Ba√r-i a«≥ar √abâb-ı âvâre
224.
±erre peydâ ve lµk mihr-i nihân
ªâhir ammâ √abâb-ı ba√r-i nihân
Ek halindeki rediflerde de kafiyede olduğu gibi Arapça sözcüklerin sıklığı
dikkat çekmektedir. Ancak bu sözcüklere getirilen ekler genelde Türkçe eklerdir ve
rediflerin özellikle Türkçe kökenli sözcük ve cümle yapısını oluşturan eklerin küçük bir
göstergesi olduğunu söyleyebiliriz. Kelime halindeki rediflerde Türkçe sözcük
kullanımındaki sıklığın sebebinin tahkiyevî anlatımda eyleme duyulan ihtiyaçtan
kaynaklandığına yukarıda değinmiştik. Ek halindeki rediflerden örnekler sunacak
olursak:
301.
Ol ki †avr-ı fu’âd fâyı…dur
~ub√-veş cümle …avli §âdı…dur
310.
Cân ile diñle bu süveydâyı
Bilesin tâ ki §un¡-ı Mevlâ’yı
319.
‰ayy idüp sa¡y ile menâzilini
¢a†¡ ider cümleten merâ√ilini
322.
~â√ibi bu ma…âm-ı â¡lânuñ
Bu serµr-i sürûr-ı ra¡nânuñ
330.
Zµr-i ¡i§yânda nûn olup bedenüm
»a†ar altında râya döndi tenüm
355.
Kibriyâ-yı sürâdı…âtuñ içün
Hem mu…addes §ıfât u ≠âtuñ içün
40
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ
3.1. Dil Kullanımları
3.1.1. Söz Varlığı
Gülşen-i Efkâr dinî tasavvufî içerikli alegorik bir eserdir. Bu sebeple kullanılan
sözcükler de ona göre bu yapıya uygun niteliktedir. Mesnevinin ana hikâye kısmı
dışındaki şiirlerin, Sultan Murad’ın methiyesi ve Lârende şehrengizi hariç tutulursa,
neredeyse tamamı tevhid, münâcât, na’t vb. türden dinî-tasavvufî içeriklidir. Nitekim
kullanılan sözcüklerin sıklığı da bu çerçevede şekillenir. Örneğin “ehl-i” ifadesi
tamlama içinde 60 kez, “nûr-ı” ifadesi 31 kez, “âlem”sözcüğü 40 kez, “kevneyn”
sözcüğü 14 kez, “sır-esrâr” sözcükleri 41 kez kullanılmıştır. Bu sözcükler dinî-tasavvufî
şiirlerde sık kullanılan sözcükler arasında yer alır. Buna karşılık rindâne şiirlerin
vazgeçilmez sözcüklerinden olan ve âşığı ifade eden “bülbül” sözcüğü toplamda sadece
13 kez kullanılmıştır. Bu durum eserdeki sözcük dağarcığını, ele alınan konunun
belirlediğini göstermektedir.
Gülşen-i Efkâr, alegorik bir eser olduğundan mecaz anlamlı sözcüklerin sayısı
ve sanatlı kullanımlar hiç de azımsanmayacak düzeydedir. Gerçek sevgiliye duyulan
aşkı anlatan şiirlerle İlahî aşkı anlatan şiirlerin ortak kelime dağarcığını kullandığı
bilinir. Fakat bu sözcüklere yüklenen anlamları o şiirin içeriği, sanatçının amacı belirler.
Örneğin “bülbül” sözcüğü gerçek sevgiliyi anlatırken ona âşık olan şairi, İlahî aşkı
anlatırken sâliki ifade eder. Aşağıdaki beyitte bu durumu örnekleyen bir anlatım söz
konusudur. “Gül ve bülbül”ü dünyevî aşkın dışına çıkaran “berzâh ve lâ-mekân”
sözcükleri kullanılmıştır:
1227. Rav≥a-i berza« içre bir güldür
Gülşen-i lâ-mekanda bülbüldür
Akl-ı pür-hikmetin anlatıldığı aşağıdaki beyitlerde de bir mürşit portresi
çizilirken kullanılan sözcüklerin anlamsal kurgusu tasavvufî bir metinden alındığını
açıkça göstermektedir:
41
1178. Emr-i Rabbµye ma@har olmışdur
Nûr-ı ◊a……-ıla enver olmışdur
1179. Sırr-ı sırrµye ¡âlem-i mu†la…
Ol-durur fehm iden rumûz-ı «al…
1180. Ma√rem-i sırr-ı ¡ilm yârıdur
¡Âlem-i πayb «azµnedârıdur
1181. Mürşid-i kâmil-i √a…µ…at odur
Ekmel-i kümmel-i †arµ…at odur
1182. ¡Âlem içre odur «alµfe-i ◊a…
¡A…s-i rûyından oldı nûr-ı fela…
1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür
Cevher-i ma¡rifetle …albi pür
Mesnevilerin tasvir bölümleri sanatlı anlatıma en uygun bölümleri olarak
dikkat çeker. Gülşen-i Efkâr’da da durum böyledir. Edebî sanatlar konusunu işlerken
yeterince örneklediğimiz tasvir bölümünden birkaç beyit şairin sanat gücünü göstermesi
bakımından dikkate şayandır:
716.
Ele tesbî√in aldı şâh-ı çenâr
Olmasun diyü …alb-i πonce figâr
722.
İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr
Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr
724.
◊av≥-ı sîmîne döndi nergis-i ter
~an dökülmiş içine «urde-i zer
727.
Başdan ayaπa çeşm oldı çemen
Görmege rûy-ı dilberi rûşen
730.
Bülbül itdükçe nâle vü feryâd
Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd
732.
Her şukûfeyle gülbün-i bâlâ
Ak imâmeyle mü’min ol gûyâ
42
Eserde özellikle tevhid, na’t, methiye gibi bölümlerin başlangıç beyitlerinin
ağdalı bir dille yazıldığı görülür. Ancak bu bölümler sadece ilk birkaç beyitle sınırlı
kalır. Bu bölümlerde Türkçe sözcük bulmak neredeyse imkânsızdır:
240.
Mübdi¡-i nüh-revâ…-ı nûr-efşân
Bâni-i çâr-†â…-ı kevn ü mekân
241.
Münşi-i nâm-hâ-yı lev√-i vücûd
Âferµnende-i zemµn ü zamân
242.
±âtehu …âne …able kün feyekûn 82
A§l-ı mevcûd u §âni¡-i ekvân
243.
Gûy-ı gerdûnı §avlecan-ı §un¡
Deşt-i hestµde eyledi πal†ân
244.
±ât-ı Bµ-çûnı §almasa pertev
¢alur idi şeb-i ¡ademde cihân
245.
¢ad tecellâ bi-núrihi’l a¡lâ 83
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ 84
246.
Ferd-i Bµ-çûn u ¡Âlim ü ¡Allâm
◊ayy u Bâ…µ ¡Alµm ü ±ü’l-ikrâm
247.
E√ad u Vâ√id ü ¡Alµm ü »abµr
~amed ü bµ-zevâl u Rabb-i enâm
Aynı bölüm, kullanılan dilin biraz daha yalınlaştığı beyitlerle devam eder:
82
248.
Yo…dur enbâzı milk ü mülkinde
Rûz u şeb birligine şâhid tâm
249.
Olsa bir kişvere iki vâlµ
Göremez anda kimse rûy-ı ni@âm
250.
Ber… urup nûr-ı vâ√idiyyet-i ◊a…
Geldi ¡âlem vücûda gitdi @alâm
Anlamı: O’nun zatı “Ol der ve olur”dan önce idi. Bakara sûresi 117. âyette geçen “O bir şeyin olmasını
istediği zaman o şeye “ol” der ve ve hemen olur.” ifadesine atıfta bulunulur. Allâh’ın zatının hiçbir şeyi
yaratmadan önce var olduğuna işaret edilir.
83
Anlamı: O’nun (Allâh’ın) yüce nuruyla tecelli etti.
84
Anlamı: Evren (âlem) tarlası O’nun ışığıyla aydınlandı, açığa çıktı.
43
251.
¢ad tecellâ bi-núrihi’l a¡lâ
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ
252.
Ol ¢adµr ü Müheymin ü »allâ…
¢udretiyle yaratdı seb¡-ı †ıbâ…
253.
Bu ne …udret-durur ki kevn ü mekân
İki √arfiyle oldı †â…-ı revâ…
Tahkiyevî anlatımın bir sonucu olarak fiillerin oldukça sık kullanıldığı görülür.
Özellikle “etmek ve olmak” yardımcı fiillerinin kullanım sıklığı dikkat çeker. “Olmak”
fiili yaklaşık dört yüz kez geçerken “etmek ve eylemek” fiilleri de aynı şekilde dört
yüze yakın bir sayıda kullanılmıştır. Yine tahkiyevî anlatımda diyalog cümlelerinde
karşımıza sıklıkla çıkan “demek” fiili de yaklaşık elli kez kullanılmıştır.
Sıfat ve zarfların kullanımı isim ve fiillerle kıyaslandığında çok daha kısıtlıdır.
Ayrıntılara önem veren şairin sıfat ve zarfları sık kullandığı, tahkiyevî anlatımda ise
isim ve fiilleri sık kullanıldığı söylenir. Mesnevi şairlerinin ayrıntıya önem vermediği
için usta şair olmadığı sonucuna varılamaz. Çünkü tahkiyevî anlatımda esas olan olay
anlatımıdır ve bir özneyle bir yükleme ihtiyaç vardır. Yani bir isim ve bir fiile ihtiyaç
duyar. Mesnevilerin de genellikle aruzun kısa kalıplarıyla yazıldığı düşünülürse
mesnevi şairinin gazel ya da kaside şairi kadar uzun cümle kurma lüksü yoktur. Bu
durumda kullanılan sıfat ve zarflar doğal olarak gazel şairine oranla çok daha sınırlı
olacaktır.
3.1.2. Eski Anadolu Türkçesi Özellikleri
15. ve 16. yüzyıllar Eski Anadolu Türkçesi özelliklerinin etkisini tam olarak
yitirmediği yüzyıllardır. Klasik Osmanlıcaya geçiş aşaması kabul edilen bu yüzyıllarda
imlada ikili kullanımların olduğu görülür. Aşağıda verdiğimiz örnekler Gülşen-i
Efkâr’ın 16. yüzyılın ikinci yarısında yazıldığı bilgisini doğrular mahiyettedir.
Örneklerin geçtiği sözcüklerin altı çizilmiştir.
a) Ekler
EAT’de emir 1. tekil kişi çekimi -ayın / -eyin ekiyle yapılır. Klasik
Osmanlıcada yerini –ayum / -eyüm şekline bırakır:
44
848.
Size ben va§fumı beyân ideyin
Şeref-i ≠âtumı ¡ayân ideyin
1526. Göreyin sende var mı ¡ilm ü fa≥l
Eyledüñ mi cihânda √ilm ü ¡adl
1155. İlteyüm rû√-ı √ikmete sizi hep
Çekmeñüz mi√net ü ¡anâ vü †a¡ab
Emir 3. kişinin bazen eksiz bazen de -πıl / -gil ekiyle çekimlendiği görülür:
34.
Aña cân gözi ile eyle na@ar
Per-i Nâmûs-ı Ekber’e beñzer
343. ◊ilm ile eylegil beni fâyı…
Tâ olam ben sa¡âdete lâyı…
Geçmiş zaman bildirme çekimi olan -updur / -updurur iki şekilde kullanılır:
1314. Beni «al… eyledükde Rabb-ı enâm
Buyurupdur baña o zü’l-ikrâm
1590. Yimek içmek olupdurur saña iş
Dürlü «ûn ekline bilersin diş
EAT’de bildirme çekimi için “durur” şeklinde kullanılan sözcük ekleşmeye
başlamış, “-dur / -dür” şekline dönüşmüştür. Her iki şekil de arada anlam farkı
olmaksızın kullanılır. Şairin aruzu dikkate alarak duruma göre her iki şekli de kullandığı
görülür. Ayrıca 3. tekil kişi zamirini de duruma göre “o” veya “ol” şeklinde kullanır:
7.
Ol durur serv-i gülşen-i melekût
Sünbül-i bâπ rav≥a-i ceberût
38.
İbtidâ-i √ayât-ı dil oldur
İntihâ-yı felâ√ bil oldur
656.
O durur şem¡-i bezm-i ¡âlem-i πayb
Aña pervânedür ricâlü’l-πayb
50.
◊amd aña kim odur Kerµm ü Ra√µm
»âlik-i nüh revâ… u ¡arş-ı ¡a@µm
45
366.
Yarlıπa Şâni-i günahkârı
Yo… durur senden özge ∏affârı
151.
Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl
¡A…l u na…l ile eyler istidlâl
EAT eklerinden bir diğeri -uban / -üben zarf-fiili de kullanılır:
1510. Teng-destlik seni …ılur bµ-fer
Ayaπuñ aluban yabana atar (b.1510)
1281. ◊ükmine râ≥ı oluban yek-ser
Va†anuñ terkin urdu… ey server (b.1281)
Görmek fiiliyle oluşturulan birleşik yapılarda -egörmek / -igörmek şeklinde hem
dar hem geniş ünlülü kullanım vardır:
1623. Göregör ¡âlem içre rû-yı ya…µn
Kendüñi ehl-i sırra eyle …arµn
239.
¢albe tev√µd-i «â§ı irgürigör
Tâ ki anda tecelli eyleye nûr
EAT’deki -ıcak / -icek zarf-fiil ekinin yanı sıra -ınca / -ince zarf-fiili de
kullanılmıştır:
437.
Giricek çar«a ol Resûl-ı kerµm
~adefe düşdi §anki dürr-i yetµm
445.
İricek zühreye Resûl-i cihân
¢opuzı …oltuπına …oydı hemân
446.
Göricek nûr-ı rûyını dil-keş
Pâyına düşdi ol zavallı güneş
988.
¢ıldı bu resme ¡ilm-i ≠ü’l-ikrâm
~ub√ olınca kelâmını itmâm
1291.
Beklediler o şeb der-i rû√ı
Felek açınca çehre-i yû√ı
1561.
Devlet-i kâmrân-ı ¡alµ-şân
Rû√a bu vech ile idince beyân
46
EAT’deki 1. çoğul kişi istek çekiminde kullanılan -avuz, -evüz ekinin yanı sıra
aynı işlevdeki -alum / -elüm eki de kullanılır:
1151. Ola kim vâ§ıl-ı murâd olavuz
Şübhemüz √alli ile şâd olavuz
1243. Ola kim …ıla bir tecellµyi
Bulavuz cân ile tesellµyi
1282. Tâ ki bir kâşif-i √a…âyı…-ı dµn
Bulavuz keşf ide rumûzı ya…µn
425.
Bu libâsıyla ol Burâ…a revân
İdelüm ¡azm-i cânib-i cânân
EAT 2. çoğul kişi çekiminde kullanılan -asuz, -esüz eki de örnekler arasındadır:
1647. ◊ased ü √ı…d u kibr ü kµni müdâm
Terk idüñ olasuz ≠evi’l-ikrâm
1656. Size lâyı… budur ki dünyâda
Viresüz hep vücûduñuz bâda
1657. Bilesüz dâ’imâ …usuruñuzu
Añlayasuz …amu fütûruñuzu
EAT 3. çoğul kişi olumsuz emir çekimi -mañ, -meñ / -mañuz, -meñüz şeklinde
ikili kullanılmıştır:
1055. Siz …ırân eyleñüz benümle hemµn
Ki mehüñ yanına gelür pervµn
1154. Rû√-ı seyrâni didi πam yimeñüz
∏u§§a-yı derd ile elem yimeñüz
1155. İlteyüm rû√-ı √ikmete sizi hep
Çekmeñüz mi√net ü ¡anâ vü †a¡ab
1636. ∏ırre olmañ ma¡ârif ü fa≥la
Fehm-i tµz ü selâmet-i ¡a…la
47
1637. Bu cihân içre «od-nümâ olmañ
~â√ib-i kibr yâ riyâ olmañ
İstek kipinin 3. tekil kişi olumsuz çekiminde -ımaz / -imez ve -amaz / -emez
birlikte kullanılmıştır:
1190. Rû√-ı …udsµ dir aña ehl-i fenâ
Rû√-ı …uds olımaz aña hem-pâ
77.
Uçamaz ol diyâra mürπ-ı ¡u…ûl
Aña ¡u…âb-ı ¡aş…ı virmez yol
Bazen -a / -e yönelme ekinin kullanılmadan yönelme anlamının verildiği
görülür. Bu durum aruza uydurma çabasının bir göstergesi olarak düşünülebilir.
Aşağıda “yüzüne basmak” deyiminin “yüzüñ basmak” şeklinde kullanılması gibi:
1498. »al… dâ’im yüzüñ ba§arlar hep
Gâh ba§up †opraπa …ararlar hep
EAT’de sık görülen durumlardan biri de belirtme durum ekinin kullanılmadan
belirtme anlamının verilmesidir. Aşağıdaki altı çizili sözcüklerde de ek kullanılmadan
belirtme anlamı verildiği görülmektedir:
1507. Gerçi itdüñ √ayâyı kendüñe yâr
Ol senüñ rız…uñ az ider her bâr
126.
¢afes-i tende bülbül-i cânuñ
Göremez verdin ol gülistânuñ
3. kişi iyelik anlamının da eksiz verilebildiği görülmektedir:
1003. Göñül alça…lıπ eylerüm dâim
Meskenet üzre olurum …âim (b.1003)
EAT’de zaman zaman görülen zamir n’si kullanmadan zamire ek getirme
özelliği de aşağıda verdiğimiz ilk beyitte karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu durum aruza
uydurma zorunluluğu olarak da düşünülebilir. Çünkü diğer örneklerde böyle bir
kullanım yoktur:
1621. İçirüp âb-ı √ikmeti bulara
¢odı cûy-veş …amusı yüzi yire
48
49.
Münderic bunda âdemüñ ¡ilmi
Mündemic cümle ¡âlemüñ ¡ilmi
1588. Dünyede aπlayan olur «andân
Bunda «andân olan olur giryân
b) Sözcükler
EAT’de kullanılıp da klasik Osmanlıca adını verdiğimiz 16. yüzyıl sonrası
metinlerde kullanılmayan
veya
nadiren karşımıza
çıkan
sözcüklerden
tespit
edebildiklerimiz aşağıda verilmiştir: 85
İltmek: İletmek.
228.
İltmez pey fe≥â-yı ta√…µ…e
Ba§amaz pâ fenâ-yı ta√…µ…e
Söyünmek: Sönmek, parlaklığı gitmek.
1480. Yüz §uyın baña virdi ◊a≥ret-i Rabb
Söyünür âb-ı rûyum ile πa≥ab
Eyinmek veya Öyinmek: Tarama sözlüğünde böyle bir sözcüğe rastlayamadık.
Buradaki kullanımı “öykünmek, özenmek, taklit etmek, etkilenmek” anlamında
olabileceği izlenimi vermektedir:
936.
Gâhi eyinüp kev&er-i cândan
A…ıdur ¡ayn-ı √ikmeti andan
Komak / Koymak: Şairin bu fiili her iki şekilde de kullandığını görüyoruz.
Ancak ko- şeklinin daha çok tercih edildiğini söyleyebiliriz. Çünkü hem sayı olarak koyazımı daha çoktur hem de aruzun kapalı hece gerektirdiği durumlarda bile açık hece
olan ko- şeklinin kullanıldığı görülmektedir:
85
99.
Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr
Üstine …odı gevher-i pür-nûr
130.
¢alma bu yolda baş ile câna
Seri …o âsitân-ı pµrâna
Verilen sözcüklerin anlamları için bkz. Cem Dilçin, Yeni Tarama Sözlüğü, TDK Yay., Ankara 1983.
49
339.
Beni başdan çı…ardı nefs-i denµ
Elüm alup aya…da …oma beni
273.
Kâf u nûndan §alup §adâ-yı ¡a@µm
Biribirine …oydı çer«i √akµm
445.
İricek zühreye Resûl-i cihân
¢opuzı …oltuπına …oydı hemân
Kaçan: Ne zaman, ne zaman ki, her ne zaman, vaktaki, nasıl, ne suretle.
1434.
Meskenet eylese …açan ¡u…alâ
ªâhir ü bâ†ını bilen ¡ulemâ
167.
±ikr-i …alb ile sâlik-i dânâ
Eylese nefsini …açan ifnâ
1214.
Üns idindi …açan Allah’ı
¡Aş…-ı ◊a…’dan olupdur âgâhı
Giyürmek: Giydirmek.
1686. Ka¡be gibi giyürdüm ana siyâh
Şeb-i deycûr içinde oldı çü mâh
Yarlıgamak: Suçu bağışlamak, mağfiret etmek.
366.
Yarlıπa Şâni-i günahkârı
Yo… durur senden özge ∏affârı
İrgürmek: Ulaştırmak, eriştirmek.
239.
¢albe tev√µd-i «â§ı irgürigör
Tâ ki anda tecelli eyleye nûr
367.
Anı irgür ma…âm-ı ta√…µ…e
Vâ§ıl eyle merâm-ı ta√…µ…e
369.
Mid√at-ı Mu§†afâ’ya irgür anı
Aña med√ ü &enâya irgür anı
1709. ≤arar irgür o çeşm-i bµnâya
Keç-na@ar itmesün bu ma¡nâya
50
Yilmek: koşmak, aceleyle yürümek.
1142. Yilerüm «ıdmetinde her şeb ü rûz
Olur anûnla †âli¡üm fµrûz
958.
Geldi esb-i belâπatı sürdi
Deşt-i ma¡nâda yildi yopurdı
Yopurmak: Telaşla koşmak, durmadan seğirtmek.
958.
Geldi esb-i belâπatı sürdi
Deşt-i ma¡nâda yildi yopurdı
Yer yerin: Her taraftan, taraf taraf.
820.
Yer yerin anda câm-ı revzenler
Gûyiyâ her biri meh-i enver
Yumak: Yıkamak.
620.
Aπzını …ana yudı «ançer-i şâh
Münhezim …ıldı anı «ink-i şâh
333.
Yumayup yüz namâza bir dem âh
Yerlere âb-ı rûyı dökdüm âh
3.1.3. Deyimler ve Atasözleri
(Birine) Diş bilemek : Kötülük yapmak için fırsat beklemek, hıncını gösterir
bir durum almak.
1590. Yimek içmek olupdurur saña iş
Dürlü «ûn ekline bilersin diş
15.
Erredür münkire siyâsetde
Diş biler …atline cinâyetde
Baştan çıkarmak : Kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak.
339.
Beni başdan çı…ardı nefs-i denµ
Elüm alup aya…da …oma beni
51
Kendinden geçmek : Bilinci işlemez olmak, kendini kaybetmek, bayılmak.
Yüzü yere gelmek (geçmek / koymak) : çok utanmak.
993.
Heman ol demde kendüden gitdi
Yüz yire …odı meskenet itdi
Üstüne titremek : Bir şeye veya kimseye sevgi, özen göstermek.
382.
Ditreyüp üstine düşerdi güneş
Pâs-bân olmasa ger ebr-i ◊abeş
Utancından yere geçmek : Çok utanmak.
845.
Nûr-ı ru«sârını görüp nâ-gâh
Yire geçdi √ayâdan encüm ü mâh
Ayağı yere geçmek: Saplanıp kalmak, hareket edememek, çaresiz kalmak.
495.
Ayaπı yire geçdi a¡dânuñ
İtdügi dem o server üzre hücûm
Yerdeki yüze basılmaz (kimse basmaz) : Alçak gönüllü olanları kimse hor
görmez, herkes onları korur.
1013. Ehlümi kimse cürm ile a§maz
Kimse yerde olan yüzi ba§maz
Alçakgönüllü olmak : Kendi değerini olduğundan aşağı göstermek, başkalarını
küçük görmemek, büyüklenmemek.
1003. Göñül alça…lıπ eylerüm dâim
Meskenet üzre olurum …âim
Kendini satmak : Kendisinde olmayan iyi nitelikleri varmış gibi göstermek.
Gaflet uykusuna dalmak (yatmak) : İdraksizlik, bilgisizlik, aymazlık içinde
olmak.
1645. Kendüñüz fa≥lla ögüp §atman
»âb-ı πafletle dâ’imâ yatman
52
Tüyleri ürpermek : Kötü bir olay, soğuk, gıcıklanma vb. sebeplerle korku veya
tiksinti duymak.
722.
İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr
Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr
Ağacın meyvesi olunca, başını aşağı salar : Yararlı eserler veren, bilgi ve
erdemle donanmış kimse alçak gönüllü olur.
723.
Göricek zînet-i bahâr-gehi
Baş §alardı çemende serv-i sehî
Başta taşımak (götürmek) : Çok saygı göstermek.
8.
◊ırz-ı cân olmaπın ulü’l-eb§âr
Götürür başda anı leyl ü nehâr
Ağzını kanla yıkamak: Elini kana bulamak.
620.
Aπzını …ana yudı «ançer-i şâh
Münhezim …ıldı anı «ink-i şâh
Bazı beyitler de birer atasözü niteliği taşıyacak özellikte mesaj içeren
beyitlerdir. Bu beyitlerin “Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” sözünü
anımsatır bir edaları vardır:
138.
Añlamaz …a†re bahr-i ¡ummânı
Ne bilür mûrçe Süleymân’ı
139.
Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez
Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez
140.
Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı
Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı
53
3.1.4. Edebî Sanatlar
Olaya dayalı mesnevilerin genel karakterine uygun olarak86 Gülşen-i Efkâr’da
edebî sanatlar, eserin olay bölümünden ziyade diğer bölümlerinde, özellikle de “sebeb-i
nazm” bölümünde yoğunlaşmıştır. Ancak olay anlatımına geçmeden gerek kişi, gerekse
yer tasvirleri yapılırken kullanılan dilin sebeb-i nazm bölümünden aşağı kalır tarafı
yoktur. Gazel ve kasidelerle kıyaslandığında mesnevilerde sanat kaygısının daha geride
olduğu söylenebilir. Mesnevi didaktik bir amaçla yazılmışsa bu durum daha da
belirginleşir. Ancak mesnevi şairi yine de kaleminin gücünü göstereceği sanatlı anlatımı
mesnevinin içine yedirir ki bu bölümler edebî sanatlar bakımından oldukça zengin
kısımlardır.
Lârendeli Şânî gibi bilinmeyen bir şairi tanımada, öncelikle şairin sanat
gücünün göstergesi sayılan edebî sanatlara bakmak gerekecektir. Bu sebeple elden
geldiğince şairin sanat gücünü sergilediği beyitleri seçmeye çalıştık. Bu seçmede elden
geldiğince farklı özellikler sergileyen beyitleri esas aldık. “Gül-bülbül” istiaresini beş
kez vermektense daha farklı istiare örneklerini seçmeye çalıştık.
Her edebî sanatta önce o sanatın kabul görmüş ve bizce de doğru olan tarifi
yapılmış, beyitle ilgili izaha ihtiyaç duyan açıklamalarda bulunulmuş ve ardından beyit
numaraları verilmek kaydıyla örnek beyitler sıralanmıştır. Beyitlerde vurgulanmak
istenen sanata ilişkin hususiyetler italik veya koyu karakterle gösterilmiştir. Edebî
sanatlar ise alfabetik sıra gözetilerek verilmiştir.
Cinas: Yazılış ve okunuş bakımından aynı, anlamca ayrı kelimeyi bir arada
kullanma sanatıdır. Ancak buraya cinas olarak aldığımız bazı kelimeler günümüz
alfabesine göre cinas sayılmasalar da eski alfabeye göre cinastırlar:
86
63.
Sırr-ı …albüñde var-ısa i«l⧠(temizlik, doğruluk)
Saña yeter bu sûre-i İ«l⧠(İhlas suresi)
350.
Her nefesde niçe günâh iderem (günâh: haram kılınan eylemi yapma)
~ub√a dek lµk her gün âh iderem (gün: 24 saatlik zaman, âh:serzeniş)
398.
ªâhir-iken ≥iyâsı bu lehebüñ (bu: işaret zamiri, leheb: alev)
Görmedi çeşmi anı Bû Lehebüñ (Bû Leheb: Ebû Leheb, özel ad)
M. Fatih Köksal, Yenipazarlı Vâlî – Hüsn ü Dil (İnceleme-Tenkitli Metin), Kitabevi Yay., İstanbul
2003, s. 141.
54
879.
Biri bir pâk na@ârdur ismi Ba§ar (Basar: göz, görme (özel ad olarak )
Ol-durur cân gözine nûr ba§ar (basar: basmak fiili, geniş zaman)
986.
Olmayan …albi §âf-âyine (âyine: ayna)
Na@ar itmez cemâlüm ayına (ay: dünyanın uydusu)
1076. ¡Arş gûyâ içinde bir «al…a (halka: daire şeklinde olan)
Yiridür ¡ibret ola bu «al…a (halk: kamu, toplum)
1234. Va§fını yaza biñ debµr-i kirâm (bin debîr: bin kâtip, yazıcı )
Biñde birini itmeye itmâm (binde bir: binde bir oranında)
Hüsn-i ta¡lil: Şiirde gerçek bir olayın oluşunu hayâlî ve güzel bir sebebe
bağlamaktır. Bu sanat teşhis ve istiarelerle kurulur.
Çınar ağacının meyveleri tane tanedir ve tesbihe benzer. Çınar ağacı tesbih
çeken bir mümin şeklinde kişileştirilir. Gül goncası açılınca içindeki siyah renk yarayı
andırdığından gül goncasının yaralanmaması için elinde tespihle dua eden bir çınar
ağacı portresi çıkar ortaya:
716.
Ele tesbî√in aldı şâh-ı çenâr
Olmasun diyü …alb-i πonce figâr
Gül bahçesinde figan eden bülbülün sesi gül bahçesindeki gülün tüylerini
ürpertir. Gülün dikenlerinin olması, bülbülün figan etmesine bağlanır:
722.
İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr
Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr
Goncaların açılmasıyla ortaya çıkan siyah nokta göze benzetilir. Bu gözlerin
açılma sebebi ise bahçede dolaşan sevgilinin yüzünü görme arzusudur:
727.
Başdan ayaπa çeşm oldı çemen
Görmege rûy-ı dilberi rûşen
Gönül serviye divane olunca servinin ayaklarına zincir vurur. Bu zincir onun
bir yere gitmemesi içindir. Bu zincir sudandır. Ve servinin hayatta kalabilmesi bu suya
bağlıdır. Servinin ayağına dökülen su servinin ayağını daire içine aldığı için zincire
benzetilir:
55
736.
Oldı divâne serv-i tµre ≥amîr
Pâyına urdı âb anuñ zincir
Narçiçeği rengi dolayısıyla etrafını aydınlatan muma benzetilir. Narçiçeği mum
olunca da etrafındaki çiçekler onun etrafındaki pervaneler olur. Narçiçeğinin etrafındaki
çiçeklerin varlığı ona duydukları aşktan dolayıdır. Aynı zamanda Şem ü Pervâne ile
telmih yapılmıştır:
737.
Şem¡-i pür-nûra beñzedi gülnâr
Aña pervâne oldı her ezhâr
Nergisin bahçedeki varlığının sebebi bağa gözcü olmaktır. Çünkü oraya herkes
giremez. Nergis çiçeğinin ortasındaki nokta göze benzetilmiş, o gözüyle etrafa göz
kulak olmaktadır:
803.
İrmesün bâπa diyü her nâ-kes
Gözcü olmışdı gülşene nergis
Ayın etrafındaki parlaklık olan hâlenin varlığı da güzel nedene bağlanır. Ayın
iç yüzünün de parlak olması için ay bir hâlenin içine konmuştur. İç yüzünün
parlaklığıyla tasavvufta gönül gözünün açık olması ve bâtınî olan kastedilir:
955.
Rûşen olmaπiçün derûnı gehî
»alvet-i hâle içre …oydı mehi
İ¡câz: Az sözle çok şey ifade etme sanatıdır. İçinde vecize kabilinden sözler
bulunan mısra ve beyitlerde bu sanat vardır. İrsâl-i mesele benzese de irsâl-i meselde
herkesçe bilinen bir atasözü veya bir veciz ifade yer alır. İ¡câzda ise şairin kendisine ait
özlü sözü kullanması söz konusudur. “Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler”
benzeri ifadeler aşağıdaki beyitlerde de görülmektedir. Bir şeyi anlayabilmek için belirli
bir birikime, olgunluğa erişmek gerekir. Bu olgunluğa erişmek için de bu yoldan geçmiş
olanların (mürşit) yardımına ihtiyaç duyulur. “Denizden bir damla, okyanusu idrak
edemez, küçük bir karınca Süleyman’ın sırrına vakıf olamaz, akıl kuşu evreni göremez,
sinek ankâyı anlayamaz, onun gördüklerini idrak edemez.” türünden teşbih ve istiareler
asıl anlatılanın altındaki manayı işaret ederler:
56
138.
Añlamaz …a†re bahr-i ¡ummânı
Ne bilür mûrçe Süleymân’ı
139.
Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez
Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez
140.
Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı
Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı
Aşağıdaki beyit, “Ne ekersen onu biçersin” atasözünü anımsatır niteliktedir.
Bir kişi ğer bu cihanda meyve ve yemiş yemek isterse o yemiş veya meyvelerin fidanını
dikmelidir. Tasvvufî anlamda düşünülürse dikilen fidanlar müritleri sembolize eder.
Fidanı diken kişi de mürşidin kendisidir. Bu beyit Ömer Rûşenî’ye yapılan methiye
bölümünden alınmıştır. Bu yüzden “fidan-ağaç” istiaresi yapılan ameller (meyvesi
cennet olur) veya yazılan kalıcı eserler (meyvesi onu okuyanların ismini ölümsüz
kılması, hayırla yâd etmesi olur) şeklinde de düşünülebilir. Çünkü üç beyit sonrasında
bu cihanda eser yazmayanların yerinde yeller estiği, unutulup gittikleri vurgulanmıştır:
701.
Dikmedi bir kişi cihânda şecer
Yimedi ¡âlem içre bâr u &emer
704.
¢omasa bir kişi cihânda e&er
Lâ-büd anuñ yirinde yeller eser
İktibâs: Anlatılmak istenen hususla ilgili bir âyet veya hadisin tamamı veya bir
bölümünü şiirde kullanmak demektir. Çalışmamızın “Din ve Tasavvuf”. bölümünde
“Âyetler” ve “Hadisler” başlıkları altında eserdeki iktibaslara yer verilmiştir.
İntâk: İnsan dışındaki varlıkları konuşturma sanatıdır. Gülşen-i Efkâr
mesnevisinin hikâye kısmındaki kahramanlar kişileştirilmiş soyut kahramanlar
olduklarından hikâye kısmının tamamına yakını teşhis ve intak sanatına örnekler teşkil
eder. Hikâye kahramanlarının dışında konuşturulan varlık veya kavramlar çok kısıtlıdır.
Bu sebeple hikâye kahramanları dışındaki intâk örneklerini vermeyi uygun gördük.
Aşağıdaki beyitlerde konuşturulan varlıkların altı çizilmiştir:
435.
Çar«-ı rû√sârı eyleyüp rûşen
Gözüñ aydın didi nücûma peren
57
731.
Zeyn olup güller-ile her gülzâr
Keyfe yu√yµ okurdı bülbül-i zâr87
796.
Cümle tâkinde «ûşe-i engûr
Neydügin bildürür şarâb-ı †ahûr
800.
~ad-zebân virmiş idi ◊a… çemene
Med√ okurdı şeh-i gül ü semene
İstiâre: Temel benzetme unsurlarından (benzeyen, benzetilen) sadece biriyle
yapılan benzetmedir. “Kapalı” ve “açık” olmak üzere iki türü vardır. Örneği çok
olmakla birlikte sadece birkaç örnek vermekle yetineceğiz.
a) Açık istiâre: Sadece kuvvetli unsur olan “benzetilen”le yapılan istiâredir.
Aşağıdaki iki beyitte insanın uzuvlarının yaratılışından bahsedilmektedir. İlk
beyitte insanın gövdesi sütuna, başı da o gövdenin üstünde yer alan içi nurla dolu
cevhere benzetilmiştir. Benzeyen unsurlar olan “gövde” ve “baş” kelimeleri
kullanılmamış; sadece benzetilen unsurlar olan “sütûn” ve “gevher-i pür-nûr” kelimeleri
kullanılmıştır.
99.
Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr
Üstine …odı gevher-i pür-nûr
100.
Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ
Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ
Aşağıdaki iki beyitte bir “saray” istiâresi söz konusudur. Ancak ne benzeyen
(insan vücudu) ne de benzetilen unsur (saray) kelime olarak beyitlerde geçmektedir.
Saray istiâresini “padişah” sözü ortaya çıkarır. Beyitte “rûh” insan vücudunda “padişah”
pâyesine sahiptir. Sonraki beyitte de devam eden bu istiâre, “akıl”ın vezir, “hilm”in ise
edip olduğu bir saray portresi çizmektedir:
101.
102.
Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh
¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm
“Keyfe yu√yµ” Rûm sûresi 50. âyeti işaret eder. Âyetin anlamı şöyledir: “Allâh'ın rahmetinin eserlerine
bir bak: Arzı, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye
kadirdir.” (Kaynak web-site: http://www.kuranmeali.org/kuran_meali.aspx?suresi=rum&ayet=50)
87
58
Can, bülbüle benzetilince ten de kafes olur. Aşağıdaki beyitin ilk dizesinde iki
benzetme birden vardır. İstiâre ise ikinci dizededir. “verd” ve “gülistân” kelimeleri birer
açık istiâre örneğidir. Verd ve gülistân sözcükleri cenneti, saadeti; tasavvufî açıdan
bakılırsa gönül gözünün açılmasını, insan-ı kâmil olmayı işaret eder. Can bülbülünün
ten kafesinden kurtulması nefsî arzulardan arınmasıdır. Güzellikleri ancak bu arzulardan
kurtulunca görmeye başlayabilir:
126.
¢afes-i tende bülbül-i cânuñ
Göremez verdin ol gülistânuñ
Yukarıda verdiğimiz “saray” istiaresine benzer bir örnek de aşağıdaki iki
beyitte de “namaz” istiâresi şeklinde görülmektedir. Namaz sözcüğü kullanılmadan o
istiârenin varlığı “nûn olup bedenüm” (namazda oturma), “râya döndi tenüm” (secde),
“miyânum itdi kamer (namazda ayakta durma) ve “belümi bükdi” (rükû) ifadelerinden
anlaşılmaktadır:
330.
Zµr-i ¡i§yânda nûn olup bedenüm
»a†ar altında râya döndi tenüm
331.
Mekr-i dünyâ miyânum itdi kemer
Belümi bükdi bâr-ı ≠enb ü «a†ar
Hz. Peygamber’den bahsedilen aşağıdaki beyitte, peygamberin dudakları la¡l,
dudaklarının arasındaki dişleri de inciye benzetilmiştir. Beyitte ayrıca benzetmeler de
yapılmıştır. Peygamberin dişleri, Yâsin sûresinin ortasındaki “sin” harfine; benleri de
“din” sözcüğünün eski yazımdaki üç noktalı şekline veya dinin son noktası, sonrasının
olmaması, son peygamber olması, son dinin (İslamiyet) müjdecisi olması şeklinde
tevriyeli olarak da düşünülebilir:
525.
Dürr-i la¡lüñ ki sµni Yâsµnüñ
Beñlerüñ §anki no…†ası dµnüñ
b) Kapalı istiâre: Sadece zayıf unsur olan “benzeyen”le yapılan istiâredir. Her
kişileştirme aslında bir kapalı istiâredir. Teşhis sanatına verilen örnekleri birer kapalı
istiâre olarak düşünmek de mümkündür. Benzetilen varlık olan “insan” söylenmez, ona
benzetilen varlık veya kavrama insana özgü nitelikler yüklenir:
59
748.
Düşürür tâc-ı lâleyi gerdûn
Baπrını …an-ıla ider pür-«ûn
718.
Yüzin açup çemende bâd-ı se√er
Başına çı…dı herkesüñ gül-i ter
İstifhâm: Şiirde, cevabı beklenmeksizin, anlamı pekiştirmek için soru
sormaktır.
253.
429.
Bu ne …udret-durur ki kevn ü mekân
İki √arfiyle oldı †â…-ı revâ…
Ne sa¡âdet-durur ki bâbında
»i≠met eyler melek rikâbında
İştikâk: Aynı kökten türemiş kelimeleri bir mısra veya beyitte bir arada
kullanmaktır. Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’da sık kullandığı söz oyunlarından biridir:
59.
Çâk idüp câme-i ¡adµmi vücûd
Sµne gösterdi şânid-i mevcûd
61.
Cilvegerdür …amu me@âhirde
Göremez kimse anı @âhirde
72.
¢âdirüñ …udretine √ad yo…tur
~âni¡üñ √ikmetine ¡ad yo…tur
170.
Ger @uhûr itse niçe biñ ef¡âl
Bilür ol dem »udâ’yı ol fa¡¡âl
173.
Fi¡l-ile olmaπın …amu a√vâl
Didiler buña tev√µd-i ef¡âl
211.
Odur insân-ı kâmil ü ekmel
Mürşid ü pµr-i zümre-i kümmel
223.
Kevni itdi vücûdına miftâ√
Tâ ki fet√ ide genci ol Fettâ√
237.
±ev…e vâ§ıl olur mı …âl ehli
Hiç irer mi aña ma…âl ehli
272.
Küngür-i çar«-i nüh-revâ…ı revân
Nice «al… itdi »âli…-i Süb√ân
60
279.
Râvi-i sırr-ı ma√zenü’l-esrâr
Nâ…il-i remz-i ma†la¡ü’l-envâr
281.
¢alb-i insânı »âli… ü »allâ…
Çar« mânendi …ıldı seb¡-i †ıbâ…
407.
Nûr-ı ¡aş…ıyla her kim ola münµr
Mihr-veş olur aña çar«-ı serµr
959.
Didi dürr-i bi√âr-ı el†âfem
Kâşif-i sırr-ı keşf-i keşşâfem
Kinâye: Gerçek ve mecâzî mânâları olan bir sözü mecâzî mânâsıyla kullanma
sanatıdır. Bazen sözün gerçek anlamı var gibi görünse de asıl maksat mecâzî mânâdır.
“Hayrân” kelimesi gerçek anlamıyla “hayret eden, çok şaşıran, çok beğenen”
anlamlarında kullanılır. Tasavvufta ise mecâzen hak âşığının hayret makamına ermiş
olması kastedilir. Her iki anlamda beyitte düşünülür ancak kastedilen tasavvufî
anlamıdır:
97.
Anda cümle mühendisân √ayrân
İki sµmµn sütûnda itdi revân
“Başına çıkmak” gerçek anlamıyla “en üst noktaya” ulaşmak anlamında
kullanılır. Mecâzî anlamda ise “herkesten üstün olmak, en iyi, en güzel olmak”
anlamlarına da gelir. Aşağıdaki beyitte mecâzen üstünlük vasfı vurgulanmasına rağmen
gerçek anlamıyla boyu uzayan gülün diğer çiçeklerden daha yükseğe çıkması da
düşünülür:
718.
Yüzin açup çemende bâd-ı se√er
Başına çı…dı herkesüñ gül-i ter
Leff ü neşr: Bir beyitin ilk mısraındaki en az iki sözün ikinci mısradaki iki
sözle anlam ilişkisi bakımından eşleştirilmesidir. Bu eşleştirmede anlam ilişkisi bulunan
sözler her iki mısrada aynı sırayla söylenmişse “mürettep”, sıra gözetilmeden
söylenmişse “müşevveş” adını alır. Bu anlam ilişkisi bazen anlam yakınlığı, bazen eş
anlamlılık, bazen de zıtlık üzerine kurulabilir. Aralarında anlam ilişkisi bulunan
sözcüklerden birinci grup “altı çizili”, ikinci grup ise “koyu”, eğer varsa üçüncü bir
grup da “italik” karakterle gösterilmiştir.
61
27.
‰oπrı yolı bize işâret ider
Râh-ı √a… √a……ı delâlet ider
82.
Fey≥ idüp √âke ebr-i i√sânı
Cereyân itdi ba√re nµsânı
187.
İrse tev√µd-i ≠âta bir ¡âşı…
Va§l-ı ◊a……’a olur o dem lâyı…
225.
Bu mu¡ammâyı kimse fet√ idemez
Da«ı sırr-ı …adµmi şer√ idemez
287.
Mü’mine oldı ma¡den-i İslâm
Kâfire menba¡-ı fücûr-ı @alâm
318.
İrse ger bu ma…âma †âlib-i ◊a…
Vâ§ıl olur kemâle râπıb-ı ◊a…
370.
Gül-i ra¡nâ-yı gülşen-i melekût
Bülbül-i bâπ-ı rav≥a-i ceberût
23.
Elifi serv-i bâπ-ı ra√metdür
Bezm-i va√detde şem¡-i …udretdür
Mecâz-ı mürsel: Bir sözü benzetme maksadı gütmeden gerçek mânâsı dışında
kullanma sanatıdır. Mecâz-ı mürsel parça-bütün, sebep-sonuç, iç-dış vb. alâkalarla
gerçekleşir.
88
86.
Seng-i «ârâda «al… ider √ayvân
‰ıyn-i lâ≠ibden eşref-i insân
360.
Şer¡-i dµn-i metµni √ürmetine
Nûr-ı pâk-i ◊abµbi √ürmetine
375.
Ya¡ni mâh-ı münµr ü şâh-ı rüsül
¢ureşµ eb†a√ı delµl-i sübül
423.
Didi ol dem Resûl’e rû√-ı emµn88
Sensin ol §adr-ı bedr-i ¡Illiyyµn
514.
Şol zamân gitdüñ ey dür-i yektâ
¢aldı arduñca Cebra’µl ba…a
rûh-ı emîn, Cebrâ’il için kullanılan bir mürsel mecazdır.
62
1006. »ûyı Nâmûs-i ekber’üñ bende 89
Cümle ehl-i kerem baña bende
253.
Bu ne …udret-durur ki kevn ü mekân
İki √arfiyle oldı †â…-ı revâ…
273.
Kâf u nûndan §alup §adâ-yı ¡a@µm
Biribirine …oydı çar«ı √akµm
Mübâlağâ: Bir olay, durum veya varlığın olduğundan çok fazla, çok büyük,
çok güzel veya tam tersine çok az, çok küçük, çok çirkin gösterilmesidir.
351.
¡Aybuma göre ba√r bir …a†re
Cürmüme göre cirm-i meh ≠erre
520.
Bedenüm içre …ılca cânum yo…
Dehenümde nice zebânum yo…
1089. Gördiler var …a≥âda bir kühsâr
~anki olmış …ıbâb-ı çar«a medâr
734.
Dürlü ezhârla bu ferş-i zemîn
Dir gören yire indi ¡arş-ı berîn
1094. Seyr idenler şukûfesin zµbâ
Yire inmiş §anur nücûm-ı semâ
Nidâ: Heyecanın çok kuvvetli olduğu bir anda “seslenmek” şeklinde ortaya
çıkan sanattır. Seslenme ifadesi olan “Ey, hey, -â / -yâ” gibi ünlem veya ekler bu tür
ifadelerde sık kullanılır. Bu sesleniş şairin kendine olursa tecrid adını alır ki bu
örnekleri “tecrid” başlığı altında vereceğiz.
115.
Söyle ey mürπ-ı gülşen-i lâhût
Şev…-ile eyle …ı§§a-i ceberût
270.
Ey kemâl-i √a…µ…ate †âlib
Genc-i tev√µde cân-ıla râπıb
349.
Ey Kerµm ü Ra√µm ü ¡âlµ-şân
Ehl-i ¡i§yâna Râ√im ü Ra√mân
Nâmûs-i Ekber, Cebrail’dir. Bkz. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın
Kitabevi Yay., Ankara 1993, s. 805)
89
63
513.
Nur-ı pâküñ-durur ey meh-i tâbân
Sebeb-i dehr ü bâ’i&-i ekvân
516.
Sensin İsrâda ey meh-i πarrâ
Ma@har-ı eyne ente eyne ene 90
518.
Murπ-ı ¡a…l-ı şikeste-bâl ey meh
Bâπ-ı √ayretde bµ-mecâl ey meh
522.
Beni ey nûr-ı çeşm-i ehl-i §afâ
±erre-veş mid√atüñle …ıl peydâ
530.
Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr91
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr
Tecahül-i ârif: Şair tarafından bilinen bir hususun bir nükte gözetilerek
bilmezlikten gelinmesidir. İstifhâmla çoğu kez karıştırılır. İstifhâmda alelade, sadece
ifadeye güç katmak için sorular sorulurken tecâhül-i ârifte daima “şaşkınlık, kızgınlık,
azarlama” gibi bir nükte esastır ve cevap sorunun içinde gizlidir. Yani şair sorunun
cevabını iyi bildiğini imâ etmek için soru sorar. Söz gelimi aşağıdaki beyitlerde “keşf
olur mu?, vâsıl olur mu?, erer mi?, tañ (ayıp) mı?, tüketir mi?” soruları “elbette keşf
olmaz, elbette vâsıl olmaz…” cevaplarını ifade için sorulmuştur.
236.
Şâniyâ keşf olur mı bu a√vâl
Bulmayınca kemâl-i i≥mi√lâl
237.
±ev…e vâ§ıl olur mı …âl ehli
Hiç irer mi aña ma…âl ehli
660.
Rûşenµ olsa †añ mı aña la…ab
Nûr-ı ru«sârı ber… urur her şeb
877.
Bir bunuñ gibi vâr mı ehl-i kerem
Dem-be-dem fet√ ider o bâb-ı himem
944.
¢ab≥a-ı …udretindedür ma¡…ûl
Ser-fürû …ılsa †añ mı aña ¡u…ûl
1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ
Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ
“eyne ente eyne ene” sözünün çevirisi “sen neredesin, ben neredeyim” şeklindedir.
İsrâ sûresi, 70. âyette “Velekad kerremnâ benî âdem” Anlamı: İnsan bütün yaratıkların en
mükerremidir. Şair de insan olduğundan bu sûre hakkı için şefaat arzusunu dile getiriyor.
90
91
64
517.
Nice med√ eyleyem «i§âlüñi ben
Dükedür mi bi√ârı hiç sûzen
Tarsi¡: Bir beyitin her iki mısraındaki kelimelerin hem sayı, hem vezin, hem de
kafiye bakımından birbirine denk olmasıdır. Gülşen-i Efkâr’da bu türden beyitlerin
sayısı oldukça fazladır ve bu beyitlerde iç kafiyelerin de sıklıkla kullanıldığı
görülmektedir.
49.
Münderic bunda âdemüñ ¡ilmi
Mündemic cümle ¡âlemüñ ¡ilmi
51.
Fâli…ü’§-§ub√ »âlı…u’l-ervâ√
Râzı…u’l-«al… kâşifü’l-eşbâ√
67.
Ar≥-ı πabrâ serâb-ı âvâre
Bahr-i a«≥ar √abâb-ı âvâre
69.
±erre-i mihr-i cûdıdur ¡âlem
¢a†re-i bahr-i cûdıdur âdem
72.
¢âdirüñ …udretine √ad yo…tur
~âni¡üñ √ikmetine ¡ad yo…tur
109.
Ten-i †âhirledür murâda vü§ûl
Dil-i pâk-iledür du¡â-yı …abûl
184.
Bulur ol dem kemâl-i ma¡bûdı
Görür ol dem cemâl-i meşhûdı
219.
E√adiyyet rumûzın añladılar
Vâ√idiyyet künûzın añladılar
344.
¡İlm-ile ¡âmil eyle hemçü velµ
¡A…l-ıla kâmil eyle hemçü ¡alµ
356.
Enbiyâ-yı kirâm √a……ıyçün
Evliyâ-yı ¡a@âm √a……ıyçün
Tecrîd: Şairin şiirde kendisini başka bir şahıs gibi göstererek seslenmesidir.
Bu sesleniş, bazen kendi ismiyle, bazen de “fakîr, garîb, bende vb.” sıfatlarla yapılır.
236.
Şâniyâ keşf olur mı bu a√vâl
Bulmayınca kemâl-i i≥mi√lâl
65
366.
Yarlıπa Şâni-i günahkârı
Yo…-durur senden özge ∏affârı
400.
Şânµ’de yo… o şâhı med√e mecâl
Eyleye ◊a… meger küşâda ma…âl
401.
Aña meddâ√-iken »udâ-yı Mu¡µn
Nice med√ ide anı ol miskµn
523.
Gülşenüñde πarµbi bülbül …ıl
Âstânuñda kemterin …ul …ıl
530.
Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr
531.
Eşigüñ «âki cevher ü iksµr
¢apuña geldi ol fa…µr ü √a…µr
Tekrîr: Şiirde heyecan sebebiyle bir kelime veya söz grubunu tekrar etme
sanatıdır.
118.
Andadur menba¡-ı ¡inâyet-i ◊a…
Andadur ma†la¡-ı hidâyet-i ◊a…
119.
Andadur dürc-i ma«zen-i esrâr
Andadur cümle ma@har-ı â&âr
123.
Nice va§f ide anı ¡a…l-ı ≥a¡µf
Nice med√ ide anı fehm-i na√µf
184.
Bulur ol dem kemâl-i ma¡bûdı
Görür ol dem cemâl-i meşhûdı
216.
Nice ma¡lûm olur hüviyyet-i ◊a…
Nice ta√…µ… olur √a…µ…at-ı ◊a…
281.
Biri §adr u birisi …alb-i §afâ
Birinüñ nâmıdur şeπâf-ı ≥iyâ
355.
Kibriyâ-yı sürâdı…âtuñ içün
Hem mu…addes §ıfât u ≠âtuñ içün
356.
Enbiyâ-yı kirâm √a……ıyçün
Evliyâ-yı ¡a@âm √a……ıyçün
66
357.
Her biri itdügi du¡âlar içün
Dillerinde olan §afâlar içün
358.
~ub√-«µzân-ı §âdı…ânuñ içün
Eşk-rµzân-ı ¡âşı…ânuñ içün
359.
Rû√-ı pâk-ı √abµb Â√med içün
Şâh-ı kevneyn olan Mu√ammed içün
Telmih: Şiirde meşhur bir hadiseye işaret etmek demektir. Bir peygamber
mucizesine, bir kıssaya, mitolojik bir olaya atıfta bulunulur. Ancak bu kıssa veya olayı
açık açık anlatmak telmih sayılmaz. O olayı hatırlatacak anahtar kelimeleri söylemek
kâfidir. Gülşen-i Efkâr’da özellikle dinî şahsiyetlere ilişkin telmih sayısının fazla
olması, onun dinî-tasavvufî bir özelliğe sahip olmasıyla açıklanabilir. Telmih yapılan
olayların tamamını burada anlatmak, gayemizi aşacağından telmihte bulunulan kişi veya
olay tek cümleyle hatırlatılmıştır.
Aşağıdaki iki beyitte Leylâ ve Mecnûn, Vâmık ile Azrâ kıssalarına telmih
yapılmıştır. Leylâ ve Azrâ güzelliklerinden dolayı, Mecnûn ile Vâmık ise bu güzellikler
karşısındaki çaresiz âşıklar olmaları sebebiyle telmih edilmiştir:
73.
Nûrını gâhi rûy-ı Leylâ’da
Gösterür geh ¡i≠âr-ı A≠râ’da
74.
»al…ı eyler cemâline ¡âşı…
Kimi Mecnûn olur kimi Vâmı…
Telmih unsuru: Hz. İsa’nın nefesinin ölüyü diriltme özelliği, insaoğlunun
topraktan yaratılması ve Cebrâ’il’in (a.s.) Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’in kaftanına
üflemesiyle Hz. Meryem’in gebe kalması.
85.
Bir nefesden yaratdı ¡İsâ’yı
¢ara †opra…dan ehl-i esmâyı
485.
Çün ≠amµrinde sırr-ı ◊a… mu≥mer
Dem-i ¡Ìsâ feminde hem müdπam
524.
Bûy-ı zülfüñ bu«ûr-ı Meryem’dür
Dem-i la¡lüñ Mesµ√-i «oş-demdür
67
Telmih unsuru: Hz. Muhammed'in kendisini takip eden müşriklerden korunmak
amacıyla Sevr mağarasına saklanması ve mağaranın ağzında iki yabanî güvercinin yuva
kurması mucizesi, insanoğlunun balçıktan yaratılması.
86.
Seng-i «ârâda «al… ider √ayvân
‰ıyn-i lâ≠ibden eşref-i insân
Telmih unsuru: Hz. Muhammed'in parmağıyla ayı işaret etmesi ve ayın ikiye
bölünmesi mucizesi.
383.
Bir gece ol ◊abµb-i ◊a≥ret-i ◊a…
Bir hilâliyle itdi mâhı iki şa……
Telmih unsuru: Hz. Muhammed’in beş parmağından su akması ve müminleri çöl
ortasında bu suyu içerek hayatta kalma mucizesi.
384.
Kef-i sµmµni …ulzüm-i dil-cû
Penc engüşti lûle-i lü’lü’
385.
Çeşme-sâr itdi barmaπından o şem¡
Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡
Telmih unsuru: Hz. Yâkub’un uzun bir ayrılıktan sonra oğlu Hz. Yûsuf’a
kavuşması.
451.
Pµr-i çar«a irişdi ol ma√bûb
Yûsuf’uñ buldı güyiyâ Ya¡…ûb
Telmih unsuru: İsrailoğulları peygamberlerinden olduğu rivâyet edilen Danyâl,
Hz. Âdem’in hikmet sırlarını sakladığı kuyudan hikmeti çıkarmıştır. Onun için
edebiyatta hikmet sembolü olarak kullanılır.
977.
Dânyâl-ı nebµ su†urlâbı
Fet√ ider himmetümle her bâbı
Telmih unsuru: Eflâtun, Aristo’nun hocası ve Sokrat’ın öğrencisi olan meşhur
Yunanlı filozoftur. Edebiyatta akıl, hikmet ve isabetli görüş timsali olarak söz konusu
edilir.
68
978.
Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn
Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn
Telmih unsuru: Hz. Süleyman’ın, üzerinde “İsm-i a’zam” yazılı bir yüzüğü
vardır. Bu yüzüğün taşı kibrit-i ahmerden olup bütün vahşî hayvanlar ve kuşlar bu
yüzük sayesinde ona boyun eğmişlerdir. Bir gün bu yüzük çalınır. Yüzüğü çalan dev,
yüzük tekrar Süleyman’ın eline geçmesin diye onu denize atar. Bir gün Hz. Süleyman
balıkçılardan birine tuttuğu balıkları taşımada yardım eder. Balıkçı da ona bu
yardımının karşılığında para yerine irice bir balık verir. Süleyman da akşam yemek için
balığın karnını açınca kendi yüzüğünü görür. Meğer denize atılan yüzüğü Allah’ın izni
ile bir balık yutup sahibine geri getirmiştir.
1035. Arayup …a¡r-ı bahr-i ¡ummânı
Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı
600.
Dürre-i dürc-i nesl-i ¡O&mânµ
La¡l-i engüşteri Süleymânµ
Telmih unsuru: Âb-ı hayat “ölümsüzlük suyu” olarak bilinir. Efsaneye göre
İskender-i Zülkarneyn ordusuyla birlikte bir memlekete uğrar. Orada kendisine bir deniz
olduğu, o deniz geçilince üç ay süren karanlıklar ülkesinin başladığı ve bu ülkede âb-ı
hayat olduğu söylenir. İskender, veziri Hızır’ı da yanına alarak denizi geçmiş ve
zulûmât (karanlıklar) ülkesine varır. Bu arada İlyâs da yanlarındadır. İskender’de
karanlıkları aydınlatan iki mücevher (veya bayrak) varmış. Bu mücevherlerden birini
kendi alır diğerini Hızır ve İlyâs’a verir. Hangisi suyu bulursa diğerlerine haber vermek
kaydıyla ayrılırlar. Hızır ve İlyas yorulunca bir pınar kenarına oturup karınlarını
doyurmak isterler. Hızır yanında getirmiş olduğu balıkları çıkarır ve pınarda elini
yıkarken elinden bir damla suyun balığın üstüne düşmesiyle balık canlanıp suya karışır.
Hızır, bu suyun âb-ı hayat olduğunu anlar ve İlyas’la beraber kana kana içerler. O sırada
bunlara İskender’e bundan bahsetmemeleri için bir emr-i İlâhî gelir. Diğer bir rivayete
göre ise İskender’e haber vermek üzere pınardan ayrılırlar fakat o pınarı tekrar
bulamazlar. İlâhî aşk anlamında tasavvufî bir sembol olarak kullanılan âb-ı hayat, ledün
ilminden kinâyedir. O, mürşid-i kâmilin, hayvanî hayat yaşayan insan aklını dirilten
sözleri ve nazarıdır. Manevî neş’eyi, aşk ve irfânı anlatmak için kullanılır.
69
1116. Cûyı âb-ı √ayât-ı fer«unde
»ı≥r-veş nûş iden olur zinde
1044. Olmışam dâimâ Sikender-der
ªafer oldı baña πa@anfer-fer
Telmih unsuru: Hz. Ali’nin iki uçlu Zü’l-fikâr adıyla anılan kılıcının olması ve
bu kılıçla İslâm uğruna harp etmesi.
29.
±ü’l-fi…âr-ı ¡Ali gibi iki lâm
Gösterir ehl-i küfre tµπ u √üsâm
Telmih unsuru: İran mitolojisinde geçen, gücün ve hükümdarlığın sembolü
sayılan kişiler olan “¢ahraman, Behmen, Gûr (Rüstem), Dârâ, Sencer ve Faπfûr”
aşağıdaki beyitte gücün timsali olarak Sultan Üçüncü Murad’ın methinde kullanılmıştır.
Sultan Murad’ın gücü onları kıskandıracak düzeydedir.
595.
∏ayret-i ¢ahraman u Behmen ü Gûr
Reşk-i Dârâ vü Sencer ü Faπfûr
Tenâsüp: Şiirde birbirleriyle anlam ilgisi bulunan sözcükleri bir arada kullanma
sanatıdır.
975.
Bûy-ı «oş-bûyum-ıla buldı bahâ
¡Anber-i terle misk-i ǵn ü »a†â
996.
Benem ol mürşid-i †arµ…-i necât
Benem ol rehber-i mesâlik ≠ât
Tensîk: Genellikle sıfatlar olmak üzere şiirde eş veya yakın anlamlı kelime
veya kelime gruplarının art arda sıralanmasıdır.
246.
Ferd-i Bµ-çûn u ¡Âlim ü ¡Allâm
◊ayy u Bâ…µ ¡Alµm ü ±ü’l-ikrâm
247.
E√ad u Vâ√id ü ¡Alµm ü »abµr
~amed ü bµ-zevâl u Rabb-i enâm
264.
Ol ¡Alµm ü »abµr ü Rabb u ∏afûr
Ol Semµ¡ ü Ba§µr ü Rabb u Şekûr
70
327.
Sensin iki cihânda Rabb-ı …adµm
E√ad-ı Vâ√id ü Kerµm ü Ra√µm
1038. Nu§ret ü fur§at u @afer &emerem
Fera√ u ≠ev… u şev… bâr ü berem
Teşbîh: Aralarında çeşitli yönlerden benzerlik bulunan iki şeyden zayıf olanın
kuvvetli olana benzetilmesidir. “Beliğ, mufassal, muhtasar, müekked” gibi çeşitleri olan
bu edebî sanatta örnekleri çeşitlerine inmeden vereceğiz.
Gülşen-i Efkâr’da teşbihin en sık karşımıza çıktığı benzetmelerden biri
harflerle ilgilidir.92 Bu harfler “Besmele”, Sultan “Murad”, “Gülşen-i Efkâr” gibi
methiye yazılan sözcükleri oluşturan harflerden ibarettir. Bu harfler amaca uygun
benzetmelerle kullanılmışlardır. Örneğin Sultan Murad’dan bahsedilirken savaş
aletlerine, besmeleden bahsedilirken dinî-tasavvufî unsurlara, hazan veya bahar tasviri
yapılırken de çiçek, ağaç, su (kevser) vb. unsurlara benzetilirler. Bu harfler ve
benzetildiği varlıklar koyu karakterle verilmiştir.
“Besmele”den bahsedilirken (bâ, sin, mim, lâm, elif):
12.
No…†a-i bâ ki merdümi melegüñ
Merkezidür devâir-i felegüñ
14.
Sµni sul†ân-ı ¡aş…a efserdür
Tâc-sâlâr-ı pµr-i perverdür
20.
Mµmi «al«âl-i sâ…-ı ¡arş-ı ¡a@µm
‰av…-ı gerdân-ı √ûr-ı ¡ayn-ı na¡µm
23.
Elifi serv-i bâπ-ı ra√metdür
Bezm-i va√detde şem¡-i …udretdür
22.
Laf@atu’llâh ki ism-i ≠âtü’l-◊a…
Bâπ-ı ra√metde §anki bir yapra…
Sultan Murad’dan bahsedilirken (mim, ra, elif, dal):
603.
92
Mµmi düşmen başına bir şeşper
Râsı …alb-i ¡adûya bir «ançer
Divan şiirinde harf benzetmeleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Dursun Ali Tökel, Divan Şiirinde Harf
Simgeciliği, Hece Yay., Ankara 2003.
71
604.
Elifi tµr-i tirgeş-i irşâd
Dâlı çengâl-ı dâr-ı ¡adl-ı sedâd
Hazan ve bahar mevsiminden bahsedilen sebeb-i nazm bölümünde Şânî
“Gülşen-i Efkâr”ı överken onun her harfini hazan, bahar ve cennetle ilgili
benzetmelerde kullanır:
756.
Elifi serv-i bâπ-ı behcetdür
◊âları πonce-i letâfetdür
757.
Cimi zülf-i nigâr-ı bâπ-ı irem
~adı anda şukûfe-i bâdem
758.
Dalları sünbül-i riya≥-ı be…â
Râları …add «amîde serv-i §afâ
759.
¡Aynı ¡ayn-ı ma¡în-i kev&erdür
Mimi ser-çeşme-i müdevverdür
Hâtime bölümünde Şânî, bilgisizlerin, anlayışı kıt olanların bu eseri
ayıplamasını doğru bulmaz ve onlara beddua eder. Harf benzetmeleri de bu bedduaya
uygun bir anlam kazanır:
1706. Bu me¡ânµyi ehl-i √âl añlar
Kâşif-i remz olan ricâl añlar
1708. Mil çek gözlerine nâdânuñ
Görmesün tâ ki ¡aybını anuñ
1710. Bilmeyüp da«l iderse bir ¡âmi
Dâs olup ¡ömrini kese lâmı
1711. Elifi ola gözine gönder
Dâlı dal ide …âmetin çenber
1712. Tµşe ola başına her cµmi
Da«ı gürz-i girân ola mµmi
1713. ◊â vü yâ gibi ola …addi dü-tâ
¢atline râsı ola «ançer ü yâ
72
Harf
benzetmeleri
dışında
yapılan
teşbihlerden
birkaçını
da
şöyle
örnekleyebiliriz:
96.
¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd
Aña insân-ı kâmil eyledi ad
101.
Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh
102.
¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm
214.
Âyine …ıldı gerçi insânı
Arada perde itdi imkânı
732.
Her şukûfeyle gülbün-i bâlâ
Ak imâmeyle mü’min ol gûyâ
966.
Cümlesine delµl-i râhem ben
Şeb-i @ulmetde şem¡ ü mâhem ben
1104. N’ola olsa cihânda reşk-i behişt
Mihr ü meh aña sµm ü zerrµn-«ışt
1112. Cümle eşcârı mi&l-i †ûbâdur
Dürlü ezhârı verd-i ra¡nâdur
1574. Şöhret ü câh u ¡izzet-i dünyâ
Ehl-i ta√…µ… aña dir ejderhâ
Divan edebiyatında aşk konulu şiirlerde sevgili serviye, güle; âşık bülbüle
benzetilir. Ancak Gülşen-i Efkâr’da Gülşen tasviri yapılırken bunun tam tersi bir durum
söz konusudur. Bu durum dinî tasavvufî bir metin olmasıyla açıklanabilir. Sözü edilen
sevgili “Allah” olunca zayıf ve benzeyen unsur olarak kullanılması söz konusu olmaz.
Esas olan âşık ve mâşuktur, teşbihde de güçlü olan unsurlar onlardır:
795.
Zenah-ı dilber idi her elma
Ru«-i ¡uşşâ… idi …amu ayva
1082. Servler anda dilber-i mevzûn
Lâleler anda sâπar-ı gül-gûn
73
Teşhîs: İnsana özgü davranış ve hareketleri insan dışı varlık veya kavramlara
yüklemektir. İntâk bahsinde de belirttiğimiz gibi Gülşen-i Efkâr başlı başına bir teşhis
örneğidir. Hikâyenin ana kahramanları kişileştirilmiş soyut kavramlardır. O yüzden ana
kahramanlar dışında yapılan teşhis örneklerinden seçmeye çalıştık. Kişileştirilen
varlıklar koyu karakterle gösterilmiştir:
620.
Aπzını …ana yudı «ançer-i şâh
Münhezim …ıldı anı «ink-i şâh
749.
Sünbül-i ter olur perîşân-√âl
Dehr elinden semen olur pâ-mâl
735.
Dâmen-i πonce pür olup lâlâ
Bülbüle §atdı dürlü istiπnâ
730.
Bülbül itdükçe nâle vü feryâd
Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd
Tezâd: Aynı nokta üzerine taalluk eden iki zıt kelimenin veya kelime
grubunun bir arada kullanılmasıdır.
254.
¢ahr u lu†fından eyledi peydâ
∏asa…ı’l-leyl ü §ub√-ı nûr-işrâ…
260.
Cümle fey≥-i irâdetinden olur
◊arekât u sükûn u fikr-i ≥amµr
267.
Feye≥ân eyleyüp Cemâl ü Celâl
Şâniyâ @âhir oldı @ulmet ü nûr
302.
Ber… urur anda nûr-ı §ıd…-ı fürûπ
Ma√v olur cümle nâr-ı ki≠b ü dürûπ
730.
Bülbül itdükçe nâle vü feryâd
Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd
991.
Giydi zerrµn libâsı bay fa…µr
Oldı hem-reng …amu §aπµr ü kebµr
1021. Tµπ-i §abr-ı belâ miyânumda
»ançer ü tîr-i lu†f yanumda
74
1075. ~ûretâ gerçi ¡âlem-i §uπrâ
Ma¡nada lµk ¡âlem-i kübrâ
3.2. Anlatıcı
Anlatıcı, tahkiyevî anlatımda olayı veya durumu anlatan, açıklayan, yorum
yapan kişidir. Anlatıcı bazen yazarın doğrudan kendisi, bazen de kahramanlardan
biridir.
Mesnevilerin “Giriş” ve “Hatime” bölümleri genelde olay anlatımına dayalı
olmadığı için şair kendi düşüncelerini genellikle geniş zaman çekimiyle bir genellik
ifade edecek şekilde dile getirir. Anlatıcı, şairdir. Gülşen-i Efkâr’ın aşağıda yer alan
beyitleri Şânî’nin “besmele” hakkındaki düşüncelerini yansıtır:
1.
Ufu…-ı canda nûr-ı bismi’llâh
¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh
2.
Nûrı çar«-ı hidâyetüñ …ameri
Burc-ı sa¡duñ nücûm-ı cilve-geri
3.
Fi’l-me&el andaki o na…ş u ru…ûm
Fülk-i dilde tâb-dâr-ı nücûm
4.
Oldı envârı râh-ı dµne delµl
Gider anuñla yola ibn-i sebµl
5.
Fet√ olur anuñ-ıla bâb-ı ümµd
Açılur nûrıyla rûz-ı sa¡µd
6.
Fâti√idür «azâin-i πaybuñ
Kâşifidür rumûz-ı lâ-reybüñ
Bazen “Giriş” bölümünde yer alan manzumelerde olay anlatımı söz konusu
olabilir. Bu durumda anlatıcı, kahramanların düşüncelerini ve duygularını hisseden,
heyecanlarını okuyucuya anlatan hâkim anlatıcıya dönüşür. Gülşen-i Efkâr’ın “Giriş”
bölümünde yer alan ve miraç hadisesinin anlatıldığı beyitlerde anlatıcının bakış açısı
tahkiyevî anlatıma uygun şekildedir. Hz. Peygamber’in fiziksel tasviri, anlatıcının
teşbihlerle süslediği ve kendi bakış açısını okuyucuya hissettirdiği örneklerdendir:
418.
Yüzi mihr-i cihân gibi pür-nûr
Ten-i «oş-bûsı ¡anber ü kâfûr
75
419.
Gözleri §an çerâπ-ı nûr-efşân
Kirpik-i ¡anberµni aña du«ân
420.
Perçemi §anki †urre-i √avrâ
Âdemµ çehre bir meh-i πarrâ
446.
Göricek nûr-ı rûyını dil-keş
Pâyına düşdi ol zavallı güneş
Mesnevinin ana hikâye kısmını hâkim anlatıcı (her şeyi gören, duyan, bilen,
hisseden, anlayan anlatıcı) tahkiye eder. Bu bölümlerde anlatıcının, kahramanların ne
hissettiklerini gördüğü, ne düşündüklerini anladığı ve okuyucuya aktardığı görülür.
Aşağıdaki beyitlerde rûh-ı pür-hikmetin nasihatlerinden sonra dört kahramanın nasıl bir
ruh hali içinde olduklarını hâkim anlatıcı şöyle dile getirilir:
1661. Çün tamâm eyledi na§µ√atı rû√
Bâb-ı irşâdı eyledi meftû√
1662. Pendi anlara eyledi te’&µr
Oldılar pµr-i rû√a ol dem esµr
1663. Emrini †utdı bu ulü’l-eb§âr
Her biri oldı zübde-i ebrâr
1664. Dilleri πıll u πışdan oldı ¡arµ
Kibr ü √ı…d u √asedden oldı berî
1665. Oldılar nûr-ı ◊a…’la tâbende
Fi’l-me&el «âver-i dıra«şanda
1666. Aldılar cümle bûy-ı rû√u’llâh
Nitekim gülşen-i riyâ≥-ı İlâh
Anlatıcı “didi, bildürdi vb.” yüklemlerle sözü kahramanın kendisine verir.
Kahramanın 1. kişi çekimiyle yaptığı konuşmalar anlatıcının bir iç cümlesi halini alır.
Sonraki beyitlerde kahramanın konuşmaları yine “didi” yüklemine bağlanır. Kahraman
konuşurken hâkim anlatıcının anlatılana bir müdahalesi görülmez:
1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum
Âftâb-ı cihânidür ba«tum
76
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ
1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet
¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet
Anlatıcı sözü kahramana vermeden önce çoğu zaman kişi tasviri özelliği
gösteren bir tanıtım, mekân ve zamana ilişkin ön bilgileri verir. Bu bilgileri verirken
edebî bir dil kullanır. Aşağıdaki beyitler hikâye kahramanlarından devletin, söz aldığı
bölümün girişidir. Son beyitte sözü devlet alır:
1025. Yine şâh-ı kevâkib-i envâr
◊ayme-i mây içre …ıldı …arâr
1026. Her diyâra şihâbı §aldı revân
Olmaya encüm içre tâ ki …ırân
1027. Ol gice bu hezµr-i zerrµn çeng
Oldı simµn benekle mi&l-i peleng
1028. Tevsen-i çar«a bindi şâh-ı nücûm
Ya¡ni e@hâr-ı ◊a……’a itdi hücûm
1029. Geldi ol dem πa≥abla devlet-şâh
◊âkim-i kâmrân u @ıll-ı İlâh
1030. Olup esb-i belâπat üzre süvâr
Geldi meydân-ı ma¡naya şehvâr
1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum
Âftâb-ı cihânidür ba«tum
Anlatıcı, kahramanların konuşmalarına müdahale etmez, doğru veya yanlış gibi
tespitlerde bulunmaz. Doğruluk veya yanlışlığın farkına kahramanlar varır. Rûh-ı pürhikmetin nasihatiyle eksikliklerinin farkına varan kahramanlar rûh-ı pür-hikmete şöyle
seslenir:
1630. Tamam eksüklügümüzü bildüñ
Seyl-i kibri dµdeden sildüñ
Anlatıcı kahramanların konuşmalarına müdahale etmez; ancak mesnevinin son
bölümünde bir öğretmen edasına bürünür. Rûh-ı pür-hikmetin nasihatlerini doğrulayan
bir özet yapar. Bu durum, rûh-ı pür hikmetin aslında hâkim anlatıcının mesajını veren
77
kişi olduğunu gösterir. Şânî, okuyucuya mesajı net bir şekilde kendi ağzından da
vermek niyetindedir:
1667. Buldı her biri devlet-i sermed
Ya¡ni lu†f-ı İlâh u cûd-ı §amed
1668. Bulsa bir kişi mürşid-i kâmil
Olur elbette ◊a……’a ol vâ§ıl
1669. ‰urma cehd eyle †urma ey †âlib
Bir mükemmel vücûda ol râπıb
1670. Sa¡y eyle pµr-i mürşid-i dânâ
Bulagör ya¡ni ehl-i …alb-i §afâ
1671. Seni tâ vâ§ıl-ı murâd ide ol
¢albüñi bir nefesde şâd ide ol
Hâkim anlatıcı ana hikâyenin son bölümü dışında kahramanların birbirleriyle
ilgili yaptıkları tenkitlere müdahil olmaz. Kahramanlar hakkındaki övgü veya yergiyi
yine kahramanlara söyletir. İlim, kendi vasıflarını dile getirdikten sonra ilmin konuştuğu
bölüm sona erer. Hâkim anlatıcının ilmin söylediklerine bir tenkidi söz konusu değildir:
984.
Benem âyine-i cilâ vü §afâ
Görinür bende dünye vü ¡u…bâ
985.
±ât-ı pâküm mücerrede minvâl
◊iss olınmaz ricâl-i πayb mi&âl
986.
Olmayan …albi §âf-âyine
Na@ar itmez cemâlüm ayına
987.
‰âlib olan cemâl-i ma¡nâyı
Âyinede ider temâşâyı
988.
¢ıldı bu resme ¡ilm-i ≠ü’l-ikrâm
~ub√ olınca kelâmını itmâm
989.
Rûşen olınca ≥av’-ıla mi§bâ√
Urdı …ufl-i me¡ânîye miftâ√
Gülşen-i Efkâr’da tartışmanın taraflarına hakemlik eden ve eksikliklerini
gösteren, onlara nasihatler eden rûh-ı pür-hikmetin dışında tenkid etme vasfına haiz
78
başka bir kahraman yoktur. Kahramanların eksikliklerini gören, bu eksiklikleri gösteren
tek kahraman mürşit perspektifi çizilen rûh-ı pür-hikmettir. Diğer kahramanlar sadece
kendi vasıflarına ilişkin methiyeler dizerler.
Anlatıcının kendisiyle ya da Gülşen-i Efkâr’la ilgili istekleri ve dilekleri, eserin
ana hikâye kısmının dışında kalır. Münacat kısmı ve Şânî’nin okuyucudan
beklediklerini dile getirdiği hatime kısmı dilek, istek ve emir cümlelerinin ağırlıklı
olarak kullanıldığı bölümleri içerir:
362.
Ehl-i µmânı bahr-i ra√metüñe
∏ar… u müstaπra… eyle re’fetüñe
363.
Saña lâyı… ¡amelleri yo…dur
Dilde †ûl-i emelleri ço…dur
368.
Râh-ı √ilmi aña †arµ… eyle
¡A…l u ¡ilmi aña refµ… eyle
369.
Mid√at-ı Mu§†afâ’ya irgür anı
Aña med√ ü &enâya irgür anı
367.
Anı irgür ma…âm-ı ta√…µ…e
Vâ§ıl eyle merâm-ı ta√…µ…e
366.
Yarlıπa Şâni-i günahkârı
Yo…-durur senden özge ∏affârı
Yukarıda verdiğimiz bilgi ve örnekleri şöyle özetleyebiliriz: Gülşen-i Efkâr’da
umumiyetle hâkim bakış açısıyla anlatımın yapıldığı görülür. Ancak sık sık bakış
açısının kahramanlara bırakıldığı da gözden uzak tutulmamalıdır. Bu durum özellikle
kahramanların kendi hallerinin açığa vurulduğu durumlarda öne çıkar. Bu tür
anlatımlar, mesneviyi zengin ve renkli kılmış, monoton bir aktarım olmaktan
kurtarmıştır. Şânî, anlatımın genelinde olduğu gibi, sözü kahramana teslim etmeden
önce zaman, mekân ve tasvir kısımlarında müdahil konumdadır. Sonra sözü kahramanın
kendisine bırakır.
Edebiyatta sanatçının ele aldığı konuyu olduğu gibi sunmayı hedeflemesi
estetik yapıya zarar verir. Çünkü sanatta esas olan “doğru” değil “güzel” anlatımdır. Bu
nedenle de sanatçının amacı, çağrışım ve hayalle iletişimin kurulmasını estetik bir
şekilde sağlamaktır. Şânî’nin bu çeşitliliği yakalama çabası gözden kaçmaz. Anlatımda
79
araya girmeler, ara paragraflarla mesajı dıştan desteklemeler oldukça az yer alır ki, bu
tutum Şânî’nin kahramanla okuyucu arasına girmek istememesiyle açıklanabilir.
Bununla birlikte anlatıcıdan beklenen hikmetli tavır Gülşen-i Efkâr’da kahramanın
bizzat kendisine yüklenir. Anlatıcı, karakteri tanımlayıp, onu açığa çıkarırken devreye
girer. Bu aşama aşama şekillenen ortaya çıkış, en fazla yorumlarla belirir. Sonra
karaktere izafe ettiği düşünceleri aktarırken, zaman özeti yaparken, mekân tasvirlerinde
netleşir.
3.3. Anlatım Teknikleri
Mesnevilerin ana bölümleri olay anlatımına dayalı hikâyelerden oluşur. Divan
edebiyatında olay anlatımında kullanılan anlatım şekline “tahkiyevî anlatım” adı verilir.
Bu anlatımda olayı yaşayan kahramanlar, olayın yaşandığı mekân ve olayın zamanı
önemli hususiyetler olarak karşımıza çıkar. Alegori, tasvir, münazara gibi kendine özgü
anlatım özellikleri taşıyan yöntemler genellikle tahkiyevî özellik taşıyan eserlerde
karşımıza çıkarlar. Soyut kavramların somutlaştırılarak anlatıldığı mesnevilerde alegori,
en az iki karşı görüşün çatıştığı mesnevilerde münazara, hikâye edilen olayın mekânına
ve kahramanlarına ilişkin fiziksel ve ruhsal ayrıntılardan bahsedilen mesnevilerde ise
tasvirin ağır bastığı görülür. Gülşen-i Efkâr her üç özelliğe de sahip olan bir mesnevidir.
Bu sebeple Gülşen-i Efkâr’ı, tahkiyevî anlatımın yanı sıra alegori, münazara ve tasvir
başlıkları altında değerlendireceğiz.
3.3.1. Alegori
Dolaylı anlatım denildiğinde aklımıza gelen ilk yöntem alegoridir. Bilindiği
üzere alegori (istiare-i temsiliyye) bir duyguyu, bir düşünceyi, bir kavramı ya da bir
varlığı başka bir varlık ya da nesneyle somutlaştırarak anlatmadır. Mecaz, istiare ve
teşhis sanatları alegorinin temelini oluşturur.93 Bir yapıtta alegoriye sınırlı olarak
başvurulabileceği gibi yapıtın bütünü de alegorik olabilir. 94
Alegori, bir eserin tümünde belirli bir olay örgüsü içinde kullanılmış olabilir
veya kısmen bazı bölümlerde karşımıza çıkabilir. Alegorinin kısmen kullanıldığı
93
Alegorinin bu ve diğer özellikleri için bkz. Berat Açıl, Onaltıncı Yüzyıla Ait Alegorik Bir Eser:
Muhyî’nin Hüsn ü Dil’i, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış doktora tezi),
İstanbul 2010, s. 173-180.
94
Atilla Özkırımlı, Açıklamalı Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Altın KitaplarYay., İstanbul,
1991, s.12.
80
mesnevileri “alegorik bir eser” olarak nitelendirmek yerinde olmayacaktır. Alegori,
belirli bir kurgu çerçevesinde mesnevinin bütününe hâkim olmalıdır. Bir eserde
istiarenin çok kullanılması veya kahraman adlarının istiareli bir şekilde belirlenmesi, o
eserin alegorik sayılması için yeterli değildir. Bir hikâyenin alegorik olabilmesi için
kahramanların ve diğer varlıkların adlarının yanı sıra, hikâyedeki olayın da istiareli bir
şekilde kurgulanması gerekir. Alegorik bir eserde okuyucu, zevkini, hikâyenin ikiz
manasının birbiriyle olan bağlantılarını keşfetmekten alır.95 Nitekim Gülşen-i Efkâr’ın
da tamamında soyut kavramların kişileştirilip birer hikâye kahramanı olarak belirli bir
olay örgüsü etrafında toplandığını söyleyebiliriz. Çünkü Gülşen-i Efkâr’da hem ana
kahramanlar kişileştirilen soyut kavramlardır (akıl, ilim, hilm, devlet, rûh-ı seyrânî, rûhı pür-hikmet) hem de “seyahat” olayıyla kurgulanan olay aslında manevî bir yolculuğu
(seyr-i sülûk) anlatmaktadır. Bu seyahat esnasında varılan yerler de somutlaştırılarak
anlatılan makamlardır. Bu açıklamaya göre Gülşen-i Efkâr’ın alegorik bir eser olduğu
sonucuna varabiliriz.
Yukarıda verdiğimiz açıklamaları en güzel örnekleyen bölümlerden biri dört
kahramanın (akıl, ilim, hilm ve devlet) seyahate çıkıp marifet şehrine ulaşmaları ve bu
şehirdeki en yüksek yer olan kubbe-i mevhibete varmalarının anlatıldığı bölümdür.
Masalımsı bir havada anlatılan bölümde bu dört kahraman, altın renkli
kanatları olan şahbazın sırtında çölü aşarak -güzelliklerinin cennet benzetmesi etrafında
anlatıldığı- marifet şehrine varırlar. Marifet şehri adından da anlaşılacağı üzere
tasavvufta “şeriat, tarikat, marifet, hakikat” dörtlemesinde üçüncü makamdır. Kubbe-i
mevhibet ise marifet şehrindeki en yüce mevkidir ki burada rûh-ı pür-hikmet makam
sahibidir, şehrin vâlisi olarak tanıtılır. Marifet şehrinin vâlisi istiaresi de ruh-ı pürhikmetin kutbü’l-aktâb olabileceği izlenimini vermektedir.
1066. Bir se√er şâhbâz-ı zerrµn-per
Bâl açup Şâm’a itdi ¡azm-ı sefer
1067. Seyr-i §a√râyı dil-güşâ itdi
Dâne-i erzeni πıdâ itdi
1068. Yine seyyâre-i felek gitdi
Cânib-i şar…a irti√âl itdi
95
Menderes Coşkun, “Klâsik Türk Şiirinde Mürekkep İstiare, Temsilî İstiare ve
Alegori”, Bilig, Yaz-2006, S. 38, s.64-65.
81
1069. Ne ¡acep na…ş-bend-i bû…alemûn
Gösterür √al…a †arz-ı gûn-â-gûn
1070. ~ubh-dem çünki ¡a…l u ¡ilm-i kerµm
Devlet-i kâmrân u √ilm-i selµm
1071. Seferu …ı†¡atun mine’s-sa…râ
Diyüben eyledi …amu seferi
1072. ¡Azm-i †ayy-ı menâzil eylediler
Cümle …a†¡-ı merâ√il eylediler
1073. İrdiler bir …a≥â-yı zµbâya
‰urdılar anda hep temâşâya
1074. Murπ-ı dil irmez intihâsına
‰âir-i sidre müntehâsına
1075. ~ûretâ gerçi ¡âlem-i §uπrâ
Ma¡nada lµk ¡âlem-i kübrâ
1076. ¡Arş gûyâ içinde bir «al…a
Yiridür ¡ibret ola bu «al…a
1077. »âk-i πabrâsı cümleten ¡anber
Rîgi lü’lü’ vü †aşları cevher
1078. Her giyâh-ı riyâ≥ı misk-âmµz
Bâdı anûñ nesµm-i ¡anber-rµz
1079. Anda herkes πınâ bulur her bâr
Ebr-i bârânı eyler a…çe-ni&âr
1080. Olur anda §afâ-yı gûn-â-gûn
Ki döşenmiş bisât-ı bû…alemûn
1081. Çemeni §anki yemyeşil deryâ
Anda ezhârı keşti-i πarrâ
1082. Servler anda dilber-i mevzûn
Lâleler anda sâπar-ı gül-gûn
1083. Nâz itse hezâra πonceleri
¢ah…ahayla gülerdi kebg-i derµ
(...)
82
1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ
Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ
1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur
‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur
(...)
1138. Kişverüñ şehr-i ma¡rifet adı
¢ubbenüñ beyt-i mevhibet adı
1139. ¢ubbe içinde bir zev-i √ayret
Var-durur adı rû√-ı pür-√ikmet
1140. Şehre vâlµ-i kâmrân oldur
Beyt-i ma¡mûre dµde-bân oldur
1141. Baña ey ¡ârifân-ı mülk-i cihân
Rû√-ı seyrâni oldı nâm-ı revân
1142. Yilerem «ıdmetinde her şeb ü rûz
Olur anûnla †âli¡üm fµrûz
1143. Ol-durur pµr ü ehl-i irşâdum
Dem-be-dem dil-nüvâz ü dil-şâdum
(…)
Sefer ya da seyahat, tasavvuf düşüncesinin önemli sembollerindendir. Çünkü
sûfiler, varlık âlemine çıkan insanı kemale doğru götüren gidişi bir sefer gibi
düşünmüşlerdir. Onlara göre bu sefer, türlü sıkıntıları da içinde barındıran, sıkıntılı,
fakat sürekli bir gidiştir. Seferin sonu ise birlik ve esenliktir. Mutasavvıfların
dünyasındaki bu felsefe, tasavvufî muhtevalı mesnevilere de değişik kurgularla
yansımıştır. Tasavvufta, kişinin İlâhî aşk yolunda ilerlemesi için, kitap ve sünnet ilmine
vakıf olan bir şeyhin önderliğinde hareket etmesi öngörülür. Şeyh, Allah’a ulaşma
gayretinde olan müride, bu amaca ulaşmasında himmet elini uzatan kişidir. O, tarikat
terbiyesi içinde büyük bir yaptırım gücüne sahiptir. 96
Gülşen-i Efkâr’da seyahat sonunda ulaşılan marifet şehrinde, şehrin vâlisi olan
rûh-ı pür-hikmet şehrin sözcüsü olan rûh-ı seyrânî tarafından tanıtılırken “mürşit”
tiplemesi çizilir:
96
Ahmet Doğan, “Hüsn ü Aşk’ta Sembolik Anlatım” Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 9:1,
2004, s. 91.
83
1172. Anlara didi rû√-ı seyrânµ
Rû√-ı pür-√ikmetüñ budur şânı
1173. ◊âkim-i ta«tgâh-ı ¡Illiyyin
Mürşid-i √ân…â√-ı rûy-ı zemµn
1174. Sâkin-i §adr-ı §uffe-i ceberût
¡Âkif-i beyt-i ka¡be-i lâhût
1175. Ol-durur dürr-i dürc-i kerremnâ
Ol-durur genc-i sırr-ı fa≥≥elnâ
1176. Huve fµ nûrihi ke-mişkâtin
Huve fµ ≠âtihi ke-mir’âtin 97
1177. Künh-i ≠âtına hiç ¡u…ûl irmez
Va§fına a¡kal-i fu√ûl irmez
1178. Emr-i Rabbµye ma@har olmışdur
Nûr-ı ◊a……-ıla enver olmışdur
1179. Sırr-ı sırrµye ¡âlem-i mu†la…
Ol-durur fehm iden rumûz-ı «al…
1180. Ma√rem-i sırr-ı ¡ilm yârıdur
¡Âlem-i πayb «azµnedârıdur
1181. Mürşid-i kâmil-i √a…µ…at odur
Ekmel-i kümmel-i †arµ…at odur
1182. ¡Âlem içre odur «alµfe-i ◊a…
¡A…s-i rûyından oldı nûr-ı fela…
1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür
Cevher-i ma¡rifetle …albi pür
1184. ‰ûr-ı sırr-ı §afâda Mûsâ’dur
Dem-be-dem ma@har-ı tecellâdur
Şani, çeşitli teşbih, istiare ve mecazlarla alegorik anlatıma örnekler verir.
Aşağıdaki beyitte insan-ı kâmil anlatılırken “şehr-i ¡âli” benzetmesi yapılır:
97
Beyitin anlamı: Nuruyla o bir çerağ/lamba gibidir; Zâtıyla da bir ayna gibidir. İlk mısra Nur sûresi 35.
âyetten iktibastır.
84
96.
¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd
Aña insân-ı kâmil eyledi ad
İnsan-ı kâmilin, kemâle ermenin anlatıldığı tasavvufî eserlerde “şehir” istiaresi
sık kullanılır. Şehrin kültürel gelişimde önemli yerinin olması, cehaletten uzaklaşılması,
kalabalık bir ortamda beraber yaşamanın gerekliliği gibi özellikler bu istiarenin
kullanılmasında önemli bir çıkış noktası olabilir.
Aşağıdaki beyitlerde teşbih, istiare ve çeşitli mecazlarla alegorik bir anlatımın
ön plana çıktığı sezilir. İnsanın yaratılışı konusu ele alınır. Yaratılanın mükemmelliği
karşısında yaratanın sırlarına vakıf olanların “mühendis” istiaresiyle anlatıldığı görülür.
Bu kusursuzluğu gören mühendisler bu mükemmellik karşısında hayrete düşmüşlerdir.
Hayrete düşmek bilindiği üzere tasavvufta ayrı bir anlam ifade eder. Gönül gözünün
açılması ve gönül gözüyle görülenlerin kişiyi hayrete düşürmesi “insan-ı kâmil” olma
vasıflarından biri olarak kabul edilir. İnsanın bacakları gümüşten sütunlara, omuzları
kemere (tâk), giysisi perdeye (serâdikat) benzetilerek anlatılır:
97.
Anda cümle mühendisân √ayrân
İki sµmµn sütûnda itdi revân
98.
İki †â… itdi ¡anber-i sârâ
¢ıldı miskµn serâdi…ât aña
İnsan gövdesi yine sütuna benzetilirken bu gövdenin en üstüne yerleştirilen
baş kısmı gevher-i pür-nûr istiaresiyle anlatılır:
99.
Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr
Üstine …odı gevher-i pür-nûr
İnsan vücûdu haneye benzetilince bu hanede ikamet edenlerin özelliklerine
geçilir. Bu vücutta ikamet edenlerden akıl baştadır ve insanın aydınlanması için onun
ışık saçıcı özelliğine ihtiyacı vardır. Ruh ise bu ikamet yerinde padişah benzetmesiyle
ilişkilendirilir. Böylelikle karşımıza bir saray istiaresi çıkar. Sarayda padişahın
hizmetkârları anlatılmaya başlanır. İnsan vücudunda ruhun padişah olduğu ve ikamet
edenler arasında en değerli ve yetkin kişi olduğu ima edilir. Akıl, ruhun veziri; ilim,
hikmet sahibi bilge kişisi (veya doktoru); hilm ise edeb öğretenidir:
85
100.
Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ
Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ
101.
Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh
102.
¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm
Gönül gözünün açılması için o gözdeki toz ve pasın silinmesi gerekir. Bu toz
ve pasın “nefis” kavramını sembolize etmesi tasavvufî şiirlerde sık kullanılan bir
motiftir. Nefis insan gözünün değil de gönül gözünün önündeki perdedir. Bu perde
kalkmadıkça doğruları görmek mümkün olmayacaktır. Aşağıdaki beyitte de aslî olanın
görülememesi, maddî olanın görülmesi “nakş-ı gayrî” istiaresiyle anlatılır. Gönül
gözünün önündeki perde nakışlıdır ve bu nakışlar o perde kalkmadığı sürece insanın aslî
olanı görmesini engelleyecektir:
110.
Na…ş-ı πayrµyi pâk it âyineden
Görine tâ ki anda vech-i √asen
İnsan gövdesinin kafese benzetilmesi divan şiirinde çok kullanılan
istiarelerden biridir. Nitekim bu kafesin içindeki bülbül de candır, ruhtur. Bu kafesin
açılması hikmet eliyle mümkündür. Canın kafesten çıkması ölüm temini değil, tensel
arzuların, nefsin elinden kurtulma olarak değerlendirilmelidir:
126.
¢afes-i tende bülbül-i cânuñ
Göremez verdin ol gülistânuñ
127.
Ger …ılursañ o gülşene hevesi
Dest-i himmetle pârele …afesi
Bu kafesten kurtulmak için aşka ihtiyaç vardır ve bu aşkı bulmada ona bir
mürşit gereklidir. Mürşidin himmeti onun kafesten kurtulmasına, cennet bahçesinde
özgürce kanat çırpmasına vesile olacaktır:
128.
Mürşid-i ¡aş…ı câna hem-râz it
Bâπ-ı «uld-ı berµne pervâz it
86
129.
Pµr-i irşâda ya¡ni hem-râz ol
Himmetiyle anuñ ser-firâz ol
130.
¢alma bu yolda baş-ıla câna
Seri …o âstân-ı pµrâna
Aşağıdaki beyitler de alegorik anlatımın öne çıktığı beyitler arasında yer alır.
Atasözü sayılabilecek türden nasihat verici ifadeler de dolaylı anlatıma verilebilecek
örnekler arasında yer alır. “Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” benzeri
ifadeler aşağıdaki beyitlerde de görülmektedir. Bir şeyi anlayabilmek için belirli bir
birikime, olgunluğa erişmek gerekir. Bu olgunluğa erişmek için de bu yoldan geçmiş
olanların (mürşit) yardımına ihtiyaç duyulur. “Denizden bir damla, okyanusu idrak
edemez, küçük bir karınca Süleyman’ın sırrına vakıf olamaz, akıl kuşu evreni göremez,
sinek ankâyı anlayamaz, onun gördüklerini idrak edemez.” türünden teşbih ve istiareler
asıl anlatılanın altındaki manayı işaret ederler:
138.
Añlamaz …a†re bahr-i ¡ummânı
Ne bilür mûrçe Süleymân’ı
139.
Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez
Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez
140.
Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı
Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı
143.
Sâlike lµk mürşid-i kâmil
Gösterür gerçi rûşenâ menzil
Gülşen-i Efkâr yukarıda verdiğimiz bilgiler bağlamında değerlendirildiğinde
alegorik bir mesnevidir. Alegori ana hikâyenin tamamına hâkimdir. Eserin kahramanları
olan “akıl, ilim, hilm, devlet, rûh-ı seyrânî ve rûh-ı pür-hikmet” kişileştirilmiş soyut
kavramlardır. Bu kavramların münazarası şeklinde kurgulanan eserde, tasavvufî seyr-i
sülûk kavramı konu edilir. İnsan-ı kâmil olma yolunda girişilen bu mücadelenin
zorlukları, eserde mürşidin temsilcisi olarak görülen rûh-ı pür-hikmet aracılığıyla onun
müritleri sayabileceğimiz akıl, ilim, hilm ve devlete anlatılır. Münazarada mürit
niteliğindeki dört kahramanın üstünlük mücadelesi dikkati çeker. Bu üstünlük
vasıflarını hakem olarak değerlendirebileceğimiz rûh-ı pür-hikmete açarlar. O da onlara
87
çeşitli nasihatler ederek eksik yanlarını ortaya koyar. Müridler de eksikliklerinin farkına
vararak rûh-ı pür-hikmete intisab ederler.
Eserin tamamına bakıldığında tasavvufî bir aşk hikâyesi olduğunu söylemek
mümkün değildir. Tarikata yeni giren müritlerin vazgeçmesi gereken niteliklerin
öğretici bir edayla dile getirilmesi eserin bir aşk hikâyesinden çok didaktik bir mesnevi
olmasını sağlamıştır.
Gülşen-i Efkâr’ın “Giriş” bölümü diyebileceğimiz -ana konunun dışında kalanbeyitlerde şairin öğreticilik gayesi ön plana çıkar. Aslında “Giriş” bölümünün, ana
hikâyeye başlamak ve hikâyedeki alegoriyi doğru anlamak için gerekli bilgileri içeren
bölüm olduğu söylenmelidir. Burada amaç bilgi vermek olduğundan anlatımın daha
kuru olduğu bölümler daha fazladır. Nitekim tevhit anlayışını anlatan aşağıdaki bölüm
kuru bir tariften, tanımdan ileri giden bir edebîliğe sahip değildir. Bu tarife göre tevhit;
ilmî, aynî ve hakikî olmak üzere üç mertebeden oluşur. İlim sahibi akılla hareket eder.
Aynî tevhitte ise esas olan vicdana kulak vermektir, Hakk’a vicdan vasıtasıyla ulaşılır.
Aynî tevhit de zât, sıfat ve ef’âl olmak üzere üçe ayrılır:
149.
Üç merâtib-durur …amu tev√µd
Añlamaz bunu §â√ib-i ta…lµd
150.
Biri ¡ilmµdür ehli cümle ¡avâm
Biri ¡aynµ biri √a…µ…i be-nâm
151.
Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl
¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl
152.
~â√ibü’l-¡ayn olan üli’l-eb§âr
◊a……’ı vicdân-ıla bulur her bâr
153.
Bâb-ı ta√…µ…i kimse fet√ idemez
Ehl-i ◊a… ol kitâbı şer√ idemez
163.
Yine ¡aynµ de üç merâtibdür
İrişür aña her ki †âlibdür
164.
Biri tev√µd-i ≠ât ü biri §ıfât
Biri ef¡âl-i §ay…al-i mir’ât
165.
Üçi üç pâye pâye-i mi¡râc
±ev…-i rû√âni πâye-i mi¡râc
88
166.
A§l-ı tev√µd şühûda irmekdür
Nûr-ı pâk-i vücûda irmekdür
Alegorik metinlerde çok anlamlılık ve müphemiyet en önemli hususiyetler
arasındadır. Ancak Gülşen-i Efkâr’da bu söylenenlerin her ikisine de rastlanırken
müphemiyet şairin açıklamalarıyla ortadan kaldırılmaya çalışılır. Eserin “Giriş”
bölümünde yer alan metinlerde ana hikâyeye konu edilen kahramanlarla (akıl, ilim,
hilm, rûh vd.) ilgili bilgilere yer verilir. Bunun amacı da kahramanların özelliklerinin
bilinerek anlatılandan neyin kastedildiğini okuyucunun anlamasını sağlamaktır. Bu
durum şairin okuyucuya mesajı doğru iletme kaygısından kaynaklanmaktadır.
Aşağıdaki beyit Gülşen-i Efkâr’ın “Giriş” bölümünde yer alan “Tevhid” kısmından
alınmıştır. İlmî tevhid ve aynî tevhidden bahseden şair, aynî tevhidin daha üstün
olduğunu dile getirirken ilmî tevhidin taklitten ibaret olduğu mesajını verir. Böylelikle
ana kahramanlardan biri olan “ilim”in olumsuz yönlerini ana hikâyeyi okumadan ön
bilgi olarak sunar:
¡İLMÌ OLAN TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CELÂLİ TA¢LÌD Ü İSTİDLÂLİDÜR ±İKR OLINUR
154.
Da«ı ¡ilmînüñ ikidür nev¡i
Biri ¡a…lµ birisidür sem¡µ
155.
İkidür ¡a…l u na…l-ile tev√µd
Biri ta√…µ… ü birisi ta…lµd
156.
±eyl-i ta…lµdi †utdı cümle ¡avâm
Bâb-ı ta√…µ…i açdı ehl-i kelâm
157.
¡İlm-ile olmaz inşirâ√-ı §adr
Ehl-i πaflet görür mi rûy-ı …adr
158.
Reng-i bûnuñ esµr ü maπrûrı
Açamaz bâb-ı sırr-ı mestûrı
159.
Yine olmasa ehl-i ta…lµde
İntibâh-ı la†µf-i tev√µde
160.
Mu¡teberdür egerçi µmânı
Bulamaz lµk √âl-i vicdânı
89
161.
Def¡ …ıl †urma √âb-ı ta…lµdi
Göresin tâ ki ¡ayn-ı tev√µdi
162.
¢oma …albüñde perde-i pindâr
Görine anda şâhid-i dµdâr
İç çatışma (genelde iyilik ve kötülük arasında cereyan eder), arayış (bu genelde
bir yolculuk olur), metinlerarasılık (şairin aynı metnin bir diğer bölümüne veya daha
önceki metinlerine ya da başka metinlere gönderme yapması şeklinde görülür), tenasüp
ve zaman dışılık (müphemiyetin bir unsuru olarak değerlendirilebilir) gibi özellikler de
alegorik eserlerde dikkat çeken unsurlar arasında yer alır.98
Genelde iyilikle kötülük, doğru ile yanlış arasında cereyan eden iç çatışma
Gülşen-i Efkâr’da görülmez. Çatışma daha çok kahramanlar arasında gerçekleşir. Kimin
haklı olduğunu, kimin üstün olduğunu tartışan kahramanlar kendi üstünlüklerini iddia
ederler. Bir kahraman kendi içinde iyi-kötü muhasebesine girişmez. Sadece hikâye
sonunda rûh-ı pür-hikmetin onları ikna etmesi sonucu eksikliklerini kabul ederler. Bu
durum iyi-kötü çatışmasından çok doğru-yanlış muhasebesinde doğruyu bir başkası
yardımıyla bulmaları şeklinde görülür. Aşağıdaki beyitler rûh-ı pür-hikmetin dört
kahramanı (akıl, ilim, hilm, devlet) ikna ettiği ve kahramanların doğruyu kabul ettikleri
bölümden alıntıdır:
1617. Çünki rû√-ı şerµf-i ehl-i &evâb
Virdi ol ¡a…l u ¡ilm ü √ilme cevâb
1618. Devlete da«ı virdi ru√-ı şerµf
Vech-i ma¡…ûl-ıla cevâb-ı la†µf
1619. Her biri olmış idi deryâ-cûş
Oldı bülbül gibi …amusı «amûş
1620. Dürlü esrâr-ı √ikmet-ile revân
Pµr-i rû√ itdi anları √ayrân
1621. İçirüp âb-ı √ikmeti bulara
¢odı cûy-veş …amusı yüzi yire
98
Açıl, agt, s. 173-180.
90
1622. Cümlenüñ gitdi …asvet-i …albi
Bildi her biri √ikmet-i Rabbi
1623. Gördiler inşirâ√-ı §adrı revân
Dilleri oldı gün gibi tâbân
Arayış, alegorik ve tasavvufî mesnevilere zemin oluşturan yolculuk istiaresidir.
Sûfi bir arayış içindedir ve bu yolculuk, hedefe ulaşılana dek devam edecektir. Bu
yolculuk tabiî ki maddî yolculuktan ziyade manevîdir. Gülşen-i Efkâr’da da
kahramanlar sorularına cevap verecek kişiyi bulmak üzere yolculuğa çıkarlar. Bu
yolculuk boyunca maddî güzellikleri içeren tasvirlere yer verilir. Ancak bu tasvirlerin
temelinde “cennet” teşbihi veya istiaresi eksik olmaz. Dolayısıyla şair maddeyi
gösterirken manevî olanı da hissettirir. Böylelikle yolculuğun manevî bir iklime doğru
olduğu izlenimini güçlendirir:
1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ
Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ
1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur
‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur
1108. Zindedür anuñ-ıla cümle şey
Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy
1109. Gezdiler cümle cây-ı a¡lâsın
Der ü dµvâr u …a§r-ı ra¡nâsın
1110. Seyr iderken o şehr-i zµbâyı
Kişver-i nûr-ı cennet-âsâyı
Metinlerarasılık divan şiirinde âyet ve hadislere iktibas, telmih veya daha önce
yazılmış eser ya da kahramanları hatırlatmaktan ibarettir. Gülşen-i Efkâr’da da bu
türden hatırlatmalar sık yapılır. Bunun amacı söyleneni daha inandırıcı kılmak, anlam
ilgisi kurarak benzetmelerden faydalanmak, din veya tarikat büyüğünü anmak vb.
sebeplerdir. Aşağıda bu türden telmih, hadis ve âyetlere yapılan göndermelerden
bazıları sunulmuştur:99
99
Daha fazla örnek için “Din ve Tasavvuf” başlığı altındaki âyet ve hadislere; “Edebî Sanatlar” başlığı
altındaki “Telmih” alt başlığına bakınız.
91
771.
Kelimâtuñ dem-i Mesî√â’dur
Her sözüñ mu¡cizât-ı ¡Ìsâ’dur
978.
Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn
Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn
1071. Seferu …ı†¡atun mine’s-sa…râ
Diyüben eyledi …amu seferi
1115. Anda her …umrı mu…ri-i nâ†ı…
¢âne süb√âne men hüve’l-»âli…
Tenasüp sanatı ve zaman dışılık da alegorik eserlerin temel özellikleri arasında
yer alır. Zaman dışılık ana hikâyede geçen zamanın belirsiz olmasıdır. Gülşen-i
Efkâr’da olayın cereyan ettiği belirli bir süre vardır. Ancak belirli bir tarih
verilmemiştir. Sadece olay veya durum anındaki “gece, sabah, gündüz” gibi günün
belirli saatlerine ilişkin ayrıntılara yer verilmiştir:
828.
~ohbet-i √⧠…ıldılar ol şeb
‰û†i-veş geldiler tekellüme hep
953.
Bir gice pµr-i çar«-ı mihr-i ≥amµr
Sûre-i Leyl’i eyledi tefsµr
3.3.2. Münazara
Sözlükte “bakmak, düşünmek” anlamındaki nazar kökünden türeyen ve
“karşılıklı olarak bakmak, birlikte düşünmek” mânâsına gelen münazara kelimesi, terim
olarak gerçeğin bilinmesine yönelik tartışmaların yöntem ve kurallarını araştırıp
belirleyen ilmî disiplini ifade eder. Kur’an’da münazara kelimesi geçmemekle birlikte
nazar kökünden türeyen bazı fiillerle düşünmenin temel bilgi kaynakları arasında yer
aldığına dikkat çekilmiş, fikrî tartışma ise “cedel” kavramı ile ifade edilmiştir.100
Arap dilinde münazara yanında muhavere, muaraza, mücadele, müfahere,
münafere ve mümarat gibi yakın anlamlı birçok kelime kullanılmaktadır. Bunlar
“muhavere” başlığı altında yer alan türlerdir. Aralarında bazı anlam farklarının
bulunduğu bu kelimelerin çoğu Kur’an’da yer almaktadır. Arap edebiyatında “zıt veya
farklı unsurların üstünlüklerinin karşılaştırıldığı edebî tür” şeklinde tanımlanır. Arap
100
Köksal, “Münazara”, TDVİA, C. 31, s. 576.
92
edebiyatında münazara türünün Cahiliye dönemine kadar götürülebildiği kaynakların
verdiği bilgiler arasındadır.101
İran edebiyatında çok erken dönemlerde Pehlevî diliyle kaleme alınmış olan
bazı dinî konulu metinlerde Zerdüştî din adamlarının kendi dinlerinin üstünlüklerini
savunmak için başka dinlerin mensuplarıyla yaptıkları münazaralara rastlanmaktadır.
İslâmî dönem İran edebiyatında manzum ve mensur eserlerde sıkça rastlanan türün
manzum ilk örnekleri Esedî-i Tusî’ye aittir (öl. H.465 / M.1073). Onun “zemîn ü âsmân,
şeb ü rûz, mug u Müselman, nîze vü kemân, Arab u Acem” münazaraları Fars
edebiyatında büyük etki yapmış, ondan sonra gelen şairler kendisini taklit ederek
münazara kalıbında şiirler yazmıştır.102
XI. yüzyıldan itibaren münazaralar mesnevilere girmiş, başta tasavvuf olmak
üzere çeşitli konuları açıklamak için kullanılmıştır. Mesnevi şeklinde olanların bir kısmı
müstakil olarak, önemli bir kısmı da bir eser içinde bir veya birkaç bölüm halinde
yazılmıştır. Mesnevi biçiminde yazılmış en eski münazara Nizamî-i Gencevî’nin
Hüsrev ü Şirin’indeki Hüsrev ü Ferhad münazarası ile İskendername’sindeki Çin ve
Rum ressamları arasındaki münazaradır. 103 Ancak Akad ve Sümer edebiyatlarından beri
var
olagelen
ancak
mesnevi
biçiminde
yazılmamış
münazaraların
varlığı
bilinmektedir.104
Münazara hem klâsik Türk edebiyatında hem Türk halk şiirinde esaslı bir
gelenek oluşturmuştur. Tamamı “münazara” üst başlığı altında toplanabilecek, dış yapı
ve muhteva bakımından belirli bir tertip göstermeyen, tek ortak yönü karşılıklı tartışma
olan bu eserlerin bir edebî tür olmaktan çok bir tarz olarak adlandırılması daha isabetli
görünmektedir.105
Dîvânu Lûgâti’t-Türk’ün çeşitli yerlerinde bulunan otuz beş dörtlükten ibaret
bahar ile kışın münazarası bu tarzın Türk edebiyatında çok eskiye dayandığını
düşündürmektedir. Nitekim M. Fuad Köprülü, Arap ve İran edebiyatlarındaki münazara
tarzının Türk halk edebiyatının tesiriyle doğduğunu, aslen Türk olan ilk İran şairleri
vasıtasıyla İran edebiyatına ve ardından Arapça yazan Horasan şairleri kanalıyla Arap
edebiyatına intikal ettiğini ileri sürmüştür. Orhan Şaik Gökyay da Arap edebiyatında
101
Köksal,, agm, s. 577.
Köksal,, agm, s. 579.
103
Köksal, agm, s. 579.
104
Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Aça vd., Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Tür ve Şekil
Bilgisi, Kriter Yay., İstanbul 2009, s. 370.
105
Köksal, agm, s. 579.
102
93
münazarayı ilk kullanan şair Abbas b. Ahnef’in Horasanlı olmasının bunu teyit eden bir
husus gibi görülebileceğine işaret eder. 106
Agâh Sırrı Levend münazarayı mizahî eserler, ahlâkî-hikemî-tasavvufî eserler
ve sanatkârane bir üsluba zemin olan konuları ihtiva eden münazaralar olmak üzere üç
grupta değerlendirmektedir.107
Münazaralar yazılış şekillerine göre de a) Müstakil bir eser hâlindeki
münazaralar (Münâzara-i Gül ü Mül, Münâzara-i Bahâr u Şitâ, Beng ü Bâde vb.)
b) Özellikle mesnevilerde ve bazı manzum-mensur eserler içinde bölümler veya müstakil
şiirler halinde yer alan münazaralar (Ahmedî’nin İskendername’sinin başındaki “Şem
ile Micmer”, “Şem ile Pervane”; Şemseddin Sivasî’nin Mevlid’indeki “Âsmân u
Zemîn”) c) Karşılıklı konuşma tarzında kaleme alınmış kısa şiirler (Divan şiirinde de
rastlanan “dedim-dedi”li şiirlerin örnekleri arasında108 Mecmûatü’n-Nezâir’deki on
kadar gazele dikkat etmek gerekir. Bu tarz şiirler mesnevilerde de görülmektedir.)109
olmak üzere üç grup altında toplanabilir:
Kahramanları (tartışmanın tarafları) bakımından münazaralar ise şu gruplara
ayrılır: a) Kahramanları insan olan münazaralar (Rind-zahid, tabip-müneccim, zenginfakir, kız-oğlan vb.), b) Kahramanları hayvan olan münazaralar (Papağan-karga, kedifare vb.), c) Kahramanları cansız varlıklar olan alegorik mahiyetteki münazaralar
(Çiçekler, mevsimler, keyif vericiler, silahlar, çalgı aletleri vb.), d) Mücerred
kavramların münazaraları (Devlet-akıl, akıl-aşk, gençlik-ihtiyarlık vb.), e) Değişik
unsurların münazaraları (Kalem-gönül, kalem-kılıç, dil-ağız, zülf-tarak vb.).
Çoğunlukla iki kişi veya kavram arasındaki münazaralar yanında Derviş
Şemseddin’in Deh Murg mesnevisindeki baykuş, karga, tûtî, akbaba, bülbül gibi on adet
kuş ve Ahmedî’nin Cemşid ü Hurşîd’indeki gül-bülbül-lâle-nergis-benefşe-serv-sûsen
gibi ikiden fazla unsurun birbirine karşı üstünlüklerini ortaya koymak üzere yaptıkları
münazaralara da rastlanmaktadır.
XV. yüzyıl şairlerinden Mehmed’in Işknâme’sinde yer alan “Münazara-i
Mürgân be-Ahvâl-i Hîş Zârî-kerden” başlıklı kısımlar münazaradan çok karşılıklı
106
107
Köksal, agm, s. 580.
A. Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1984, s. 536.
108
Dilek Batislam, “Divan Şiiriyle Halk Şiirinde Ortak BirSöyleyiş Biçimi(Mürâca'aDedim-Dedi)”, Folklor/Edebiyat, C.VI, S.22, Ankara 2000, s. 201-211)
109
Köksal, agm, s. 576.
94
konuşmaya dayalı bölümler halindedir. Mesnevi şairlerinin bir fırsatını bulup eserlerini
münazaralarla süslemelerinin adeta bir gelenek halini aldığı söylenebilir.110
Münazaralar, tartışma temeline dayandığı için bu tür eserlerde en az iki zıt
varlık (karşı güç) ya da kavramın çatışması söz konusudur. Diyaloglar bu tür eserlerde
önemli bir anlatım özelliğidir. Şairler, belirli bir kurgu dâhiline tarafları tartıştırır. Bu
tartışmaya zemin olan mekânlar, kişiler ve eşyalar da tasvirî anlatımın ön plana çıktığı
bölümler olarak dikkat çeker. Sanatlı anlatımın en yoğun olduğu bölümler de aslında bu
bölümlerdir. Tartışma tarafları delil getirme, şahit gösterme, açıklama, örnek verme,
hadis ve âyetlerden faydalanma gibi yollara başvurur.111
Münazara ve Eski Türk edebiyatındaki münazaraya ilişkin temel bilgilerden
sonra Gülşen-i Efkâr’ın sözü edilen sınıflamalardan hangilerine girebileceğiyle ilgili şu
bilgileri verebiliriz:
Münazara
münazarasıdır…”
edilen
gibi
bölümlerin
münazara
başlıklarında
kelimesinin
daima
mutlaka
“…nın
kullanıldığı
….
ile
cümleler
görülmektedir. Yani Arap edebiyatında münazaranın yanında kullanılan muhavere,
muaraza, mücadele, müfahere, münafere ve mümârât gibi kelimeler Gülşen-i Efkâr’da
kullanılmamıştır.
Karşılıklı
konuşmaların
hepsi
“münazara”
başlığıyla
verilmemiştir.
Tartışmadan ziyade kendi halinin beyanı söz konusuysa sadece “ …beyân olunur,
…tahrîr olunur vb.” ifadeler kullanılmıştır. Bu durum sanatçının tartışmaya dayalı
anlatımla karşılıklı konuşmalardaki hal tasvirlerini ayırt ettiğini ve sadece tartışmanın
ön plana çıktığı kısımlara münazara adını verdiğini göstermektedir. Münazara ile ilgili
“bazı şairlerin karşılıklı konuşmalardan oluşan ve herhangi bir tartışmanın olmadığı
bölümlere de münazara adını verdiği” bilgisini yukarıda vermiştik. Larendeli Şânî’nin
bu grubun dışında yer aldığını ve karşılıklı konuşmalara münazara adını vermediğini
söyleyebiliriz. Aşağıdaki beyitler, “ilim”in kendi faziletlerini “rûh-ı pür-hikmet”e
anlattığı bölümden alıntıdır. Başlıkta “münazara” sözcüğü kullanılmamıştır.112 Ayrıca
“ilim” kendi söylediklerini ispatlamak için hadisten de yararlanmıştır:
1381. Evvelâ didi nûr-ı bismillah
Yüzümi rûşen eyledi çün mâh
110
Köksal, agm, s. 576.
Mehmet Aça vd., age, s. 372
112
Aşağıdaki başlık altında tartışmaya dayalı beyitler olmadığını görmek için beyitlerin tümüne
bakılmalıdır. Bunun için metin kısmından sözünü ettiğimiz bölümün tüm beyitlerine bakınız.
111
95
1382. Nûrum ile ≥iyâlanur her şey
±âtum ile …adr bulur her √ayy
1383. Ger nebâşed ≥iyâ-yı men peydâ
Va…a¡ a’l-¡âlemûn fi’@-@ulemâ 113
1384. Dil-i âdem durur gehî va†anum
Lev√-i ma«fûz durur gehî sekenüm
1385. Âferµnişde ◊a≥ret-i Âdem
Eyledi kendüye beni ma√rem
(…)
1405. Ger ihânet iderse bir bâ†ıl
Olur elbette kâfir-i ¡â†ıl
1406. Kim buyurmış durur Resûlu’llah
Bu √adµ&-i şerµfi ol yüzi mâh
¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men e¡âne ¡âlimen fe…ad e¡ânî ve men
e¡ânî √arreme’llâhu cesedehû ennâra ve men ehâne ¡âlimen fe…ad ehânenî ve men
ehânenî fe…ad kefere” §ada…a Resulullah 114
1407. ¡Âleme bir kişi ger ola mu¡µn
Baña ta√…µ… olur mu¡µn o hemµn
1408. Dâr-ı dünyâda baña bir âdem
Ger mu¡µn ü @ahµr ola bir dem
1409. Tenini nâra ◊a… √arâm eyler
◊ûr u cennetle i√tirâm eyler
1410. İtse bir kişi âlemi ta√…µr
Beni ta√…µr ider o tµre-≥amµr
1411. Beni bir kimse itse istihzâ
Kâfir-i mu†la… olur ol √âşâ
1412. Böyle buyurdı ol Resûl-i …adµr
¡Âlemi eyleme §a…ın ta√…µr
113
Beyitin anlamı: Benim ışığım kimsenin üzerine düşmeseydi; evrenler karanlıklar içinde kalırdı.
Hadisin anlamı: Kim bir âlime yardımcı olursa bana yardım etmiş olur, kim bana yardım ederse Allah
onun bedenini cehenneme haram kılar.
114
96
1413. Meclisümde …arâr iden ¡â§µ
Lâ-cerem Teñri’nüñ olur «â§ı
1414. Şehr-i yâr üstine benüm √ükkâm
Dµn-i İslâm benümle buldı ni@âm
1415. Kişver-i şer¡ ü dµne «â…anem
Enbiyâ’ya delµl ü bürhânem
1416. Cümleten ¡a…l ü √ilm ü devlet-fer
Âsitân-ı sa¡âdetüm bekler
1417. ◊â§ılı cümlesinden â¡lâyem
Bahr-i mâ¡nâda dürr-i yektâyem
1418. Da«ı nice kelâmı ¡ilm-i hümâm
Eyledi rû√a cümleten i¡lâm
Gülşen-i Efkâr’da tartışma taraflarının itirazları ayrıca “itiraz-ı …” olarak
adlandırılmıştır. Yani her iddianın ardında o iddiaya getirilen itirazlar ayrıca
bölümlenmiştir. Ancak dikkat çekici hususlardan biri de itirazı daima -bir bakıma
hakem
sayabileceğimiz-
“rûh-ı
pür-hikmet”
yapmaktadır.
Dolayısıyla
itiraz
bölümlerinde konuşan ve üstünlük iddiasında bulunan kahramanların eksikliklerini dile
getiren kişi “rûh-ı pür-hikmet”tir. Üstünlük iddiasındaki kahramanlar “ben üstünüm
çünkü…” şeklinde açıklamalarla yetinmişler “sen üstün olamazsın çünkü…” türünden
itirazlara girişmemişlerdir. Bu durum üstünlük iddiasındaki kahramanların “diğerini
eleştirme” yetisine sahip olmadıklarını düşündürmeye yönelik bilinçli bir tercih olabilir.
İlim, vasıflarını hadislerle ispat ederken “rûh-ı pür-hikmet” de ona hadisle cevap verir.
Aşağıdaki beyitler, “rûh-ı pür-hikmet”in “ilim”in söylediklerine itiraz ettiği bölümden
alıntıdır:
İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET
1419. Diñledi bu kelâm-ı ¡ilmi çü rû√
Añladı bâb-ı ma¡rifet meftû√
1420. Didi ey fâ≥ıl-ı medâris-i ins
Sensin ol bülbül-i riyâ≥-ı …uds
97
1421. Sözlerüñ her birisi cevher-fer
Nice cevher kevâkib-i enver
1422. Lµk olduñ kemâlle «od-bµn
Görmedüñ √od-perestlik ile ya…µn
1423. Bir kişi kim »udâ-nümâ olmaz
Sırr-ı πaybµden ol §afâ bulmaz
1424. Sende ¡ucb ü kibr mürettebdür
Cesedüñde √ased mürekkebdür
1425. Sen geçersin meh-i sipihr-i ¡alâ
∏ayrıyı istemezsin ola sühâ
1426. Cennete dâ«il olmaz ehl-i √ased
Buyurupdur Resûl-ı Rabb u ~amed
1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar
Göremez rûy-ı cennet-i enver
1427. Olmasa bir kişi eger ser-keş
Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş
1429. »âli…-i âb u bâd u âteş u «âk
Menzilini ider anuñ eflâk
1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ
◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ
Kâle’n-Nebiyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men tevâ≥a¡a fe…ad ref¡eahu’llâhu ve men
tekebbera fe…ad va≥a¡ahu’llahu” §ada…a Resûlullâh 115
1431. Pây-mâl olmaπın πubâr-ı √a…µr
Tâc-ı «a…anµ oldı aña serµr
115
Bu bölüm tevazu sahibi (alçakgönüllü) olmak ile ilgili bir hadisten iktibas edilmiştir.
Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim Allah Teala hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder
(alçak gönüllü) olursa, Allah, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir
derece kibirde bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i
safiline (aşağıların aşağısına) atar." (Kütüb-i Sitte, Hadis No: 7235)
§ada…a Resûlullâh : §ada…a Resûlullâh ve §ada…a »abµbullâh İÜ2 // fe…ad : İÜ2’de yok.
98
1432. Yüzi yirde olmaπ ile enhâruñ
Âb-ı rûyı durur çemen-zâruñ
1433. Ser-keş olduπıçün …amu ezhâr
Pây-mâl eyler anı cümle §ıπâr
1434. Meskenet eylese …açan ¡u…alâ
ªâhir ü bâ†ını bilen ¡ulemâ
1435. İrgürür ◊a… anı me†âlibine
Vâ§ıl eyler …amu merâtibine
1436. Virse mir’âtına kiber kederi
Rû-yı ma…sûda idemez na@arı
Münazaralar yazılış şekillerine göre üç grupta toplayan Agah Sırrı Levend’in
tasnifine göre116 Gülşen-i Efkâr “müstakil bir eser halindeki münazaralar” sınıfına dahil
edilebilir. Çünkü mesnevinin ana konusu bir tartışma ve bu tartışmada hakem
sayabileceğimiz bilge kişi vardır. Ana bölümün tamamında bu tartışma devam
etmektedir. Sadece birkaç bölümden ibaret münazaralara yer veren bir mesnevi
olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
Kahramanları (tartışmanın tarafları) bakımından münazaralar tasnifinde ise
Gülşen-i Efkâr’ın “mücerred kavramların münazaraları” sınıfında yer aldığı kesindir.
Akıl, ilim, hilm, devlet, hikmet gibi mücerred kavramların kahraman olması bu sınıfa
dâhil olması için yeterlidir.
Gülşen- Efkâr bu özellikleriyle Yusuf Has Hâcib’in yazdığı Kutadgu Bilig ile
büyük benzerlikler gösterir. Kutadgu Bilig’in kahramanlarının da soyut kavramların
kişileştirilmesi yoluyla oluşturulması, didaktik bir nitelik taşıması, alegorik bir eser
olarak değerlendirilmesi Gülşen-i Efkâr’la aralarındaki ortak nitelikleri gösterir. Ancak
Kutadgu Bilig’de tasavvufî bakış açısı söz konusu değildir.
3.3.3. Tasvir
Tasvir; bir ortamı, olayı, varlığı, imgeyi veya kavramı özel niteliklerini
canlandıracak biçimde yazı ya da sözle anlatma olarak tanımlanabilir. Günümüzde
betimleme adıyla Türkçeleştirilen tasvir kavramının Eski Türk Edebiyatında kişi, olay,
yer ve zaman unsurlarının ön plana çıktığı mesnevi veya kaside biçimleriyle yazılan
116
A. Sırrı Levend, age, s. 536.
99
sergüzeştnâme, bahariyye, şitaiyye vb. türlerde çok sık kullanılan bir anlatım yöntemi
olduğu söylenebilir.
Konumuz bir mesnevi olduğundan mesnevilerin tasvirî anlatım içeren
bölümleri üzerine birkaç söz söyledikten ve mesnevilerde tasvir geleneğinin nasıl
olduğunu ortaya koyduktan sonra Gülşen-i Efkâr’daki tasvirleri bu gelenek
çerçevesinde değerlendirmek yerinde olacaktır.
Bilindiği üzere mesneviler olay veya durum anlatımına dayalı türler arasında
yer alır ve kendi içinde bağımsız sayılabilecek iki ana bölümden oluşur. Bu
bölümlerden ilki mesnevinin yazılış amacı olan ana konuyla doğrudan herhangi bir bağı
olmayan tevhid, münacat, çehar-yâr-ı güzin, medhiye, bahariyye, şitaiyye, sebeb-i telif
gibi birbirinden bağımsız bölümlerden oluşur. Mesnevinin ana bölümü diyeceğimiz
ikinci bölümde ise mesnevinin asıl yazılış nedeni olan hikâyenin anlatımına geçilir.
Genellikle âgâz-ı dastân, veya âgâz-ı hikâyet başlıklarıyla girilen bu bölüm de kendi
içinde alt başlıklarla tanzim edilir. Bu alt başlıklar o bölümde anlatılanın niteliğine göre
şekillenir. Gülşen- Efkâr’da da “~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü
DEVLET SEYÂ◊AT İDÜP ŞEHR-İ MA¡RİFET Ü ¢UBBE-İ MEVHİBETE VÂ~IL
OLUP RÛ◊-I SEYRÂNÌYE MÜL¢ÂT OLDU¢LARIDUR BEYÂN OLINUR” ve
“SIFAT-I SUB◊ VE ¡A¢L-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE FA≤ÌLET Ü »A~LETİNİ
TA¢RÌR İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR” gibi başlıklar bu başlıkların altında nelerin
anlatıldığını özetler niteliktedir.
Ana bölümde zikredilen alt başlıklarda tasvir kavramının gelenekte farklı
adlarla kullanıldığı dikkati çeker. Tasvir için sıfat, vasf, tavsif kelimelerinin de
kullanıldığı görülür.117
Gülşen-i
Efkâr’da
“¢ALB-İ
DIRA»ŞÂNUÑ VA~F-I
RA»ŞÂNIDUR BEYÂN OLINUR / ‰AVR-I ŞE∏ÂFUÑ EV~ÂF-I EŞRÂFIDUR Kİ
±İKR OLINUR / RESÛL-İ ¿A¢ALEYNÜÑ Mİ¡RÂC-I ŞERÌF Ü ¡URÛC-I LA‰ÌFİ
VA~FIDUR BEYÂN OLINUR” gibi başlıklarda “vasf, evsâf” kelimeleri tercih
edilirken “ … TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR / »AYÂL-İ NA¢¢ÂŞI
117
Tavsif, Arapça v,s,f harflerinden tef’îl vezninde türetilmiş bir kelime olup vasıflarını ve sıfatlarını zikr
edip saymak (Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, s. 451) anlamında sadece Farsça ve Türkçede
kullanılmıştır. Arapçada bu kelimenin yerine daha çok vasf kullanılmıştır. “Vasf” ve “sıfat” müterâdif
kelimeler olup aslında mastar durumunda bulundukları halde nahivciler tarafından bir şeyi sıfatlamak
(=tavsif) mânâsında isim olarak kullanılmıştır (Âsım Efendi, Kâmûs Tercemesi, İstanbul 1305, C. II, s.
855). Sıfatın bir de “nesnenin zatına bağlı olan ve onunla bilindiği emâre” anlamı vardır (Şentürk 2002:
s. 12).
100
TA¡RÌFİDÜR TAS‰ÌR OLINUR / ~IFAT-I ŞEB …” başlıklarında ise “ta’rîf, sıfat”
kelimeleri kullanılmıştır.
Divan muhtevası içerisinde şiiri zenginleştirmek, ifadeye zemin hazırlamak
vb. yönlerden ele alınan edebî tasvirlerin mesnevi muhtevasında çok daha farklı
fonksiyonları mevcuttur. Mesnevi planında gerekli yerlere dağılacak şekilde
yerleştirilen bu tasvirler eserin monotonluğunu gideren, onu tezyin edip renklendiren en
mühim parçalardır. Mesnevi şairi şiirindeki maharet ve ustalığını bu tasvirlerde ortaya
koyar, eserini de bu tasvirler sayesinde renklendirip etkili hâle sokar. Nitekim Nizamî,
Leyla ile Mecnun mesnevisinin Sebeb-i Telif-i Kitâb faslında hikâyenin kupkuru çölde
geçen kederli bir aşk hikâyesi olduğundan, tasvire elverişli bağ ve şarap meclisi
bulunmadığından dem vurarak o güne kadar bu efsanevî aşk hikâyesini yazamadığını
söylemektedir. Gerçekten de Nizamî, hikâyesinde tasvir edilebilecek her güzelliği
(Leyla’nın güzelliği, gezintiye çıktığı bahçe vb.) fırsat bilip bunları en ince ve renkli
tasvirlerle anlatmaya gayret göstermiştir.118
Mesnevilerimizdeki tasvirleri tavır ve üslupları bakımından idealist tasvirler ve
realist tasvirler olmak üzere iki başlıkta tespit etmek mümkündür. İdealist tasvirler
olağanüstü mekân, insan ve eşyanın tasavvurlarından kaynaklanarak gelişen tasvirlerdir.
Bu tasvirlerde hayal unsuru ön plandadır. Realist tasvirler ise daha çok didaktik amaçla
kaleme alınan eserlerde başvurulan ve gerçekte var olan nesneleri, olayları, kişileri,
zamanı olduğu gibi anlatan tasvirlerdir ki edebî eserlerde pek başvurulan bir tür
değildir. Mesneviler gelenekte idealist tasvirlere yer verirken, realist tasvirlerin Ahmed
Fakih’in Evsâf-ı Mesâcid’inde ve mahallileşme akımı temayülünden sonra yazılan bazı
eserlerde
karşımıza
çıktığı
görülür.119
Buna
ek
olarak
Evliya
Çelebi’nin
Seyahatname’si, sefaretnameler vb. mensur türlerde eserin yazılış amacına bağlı olarak
sık görüldüğü söylenebilir.
Tasvirler ayrıca anlatılan varlık veya kavrama göre de sınıflandırılabilir. Bu
sınıflamada kişi tasvirleri, mekân tasvirleri, olay tasvirleri, zaman tasvirleri vb.
maddeler bulunabilir. Bu sınıflama da yine kendi içinde iç mekân tasvirleri, dış mekân
tasvirleri; kişinin ruhsal tasviri, biçimsel tasviri vb. adlar altında bölümlenebilir. Tüm
bunların dışında bir de imaj tasvirleri adını verebileceğimiz birtakım kalıplaşmış
118
Ahmet Atilla Şentürk, XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevilerinde Edebî
Tasvirler, Kitabevi Yay., İstanbul 2002, s. 39.
119
Şentürk, age, s. 45-46.
101
ifadeler vardır ki divan edebiyatında bu türden tasvirlere sık başvurulur. Örneğin
“rehberlik, yol göstericilik, aydınlatıcılık” gibi özellikler tasvir edilirken “güneş, ay,
şem’(mum) vb.” varlıklar anlatılmak istenen özelliğin imajı niteliğindedir. Mekânlar
tasvir edilirken de “cennet, kevser vb.” gibi imajlara sık başvurulur. Bu imajlar aslında
tasvirlerin edebî yönünü teşkil eder. Telmih, teşbih, teşhis, istiare, hüsn-i ta’lil sanatları
bu imajların oluşmasında temel teşkil eder. Bu imajların orijinalliği yani imajlarda
geleneğin dışına çıkılabilmesi oranında da şairin gücü değerlendirilir.
Gülşen-i Efkâr, dinî-tasavvufî konulu mesnevîler arasında yer alır. Gerek
kişiler gerekse mekânlar hayâlîdir. Mesnevide kahramanlar, kişileştirilen soyut
kavramlardan oluşur. Bu sebeple de kişilerin fizikî tasvirlerine yer verilmez. Çünkü
kahramanlar konuşma yetenekleri ve insanî kimi arzulara, yani nefse sahip olmaları
bakımından teşhis edilir. Mekân anlatımları ise süslü ve sanatlı anlatımın en çok
başvurulduğu, bir bakıma sanatçının sanat gücünü gösterdiği en önemli tasvir bölümleri
arasında yer alır. Tasvir edilen mekânın subjektifliği oranında anlatımın zenginleştiğine,
mecazların yoğunlaştığına tanık oluruz. Örneğin gerçekte bulunan bir şehir olan
Lârende tasvir edilirken şairi sınırlayan gerçek Lârende’nin görünümü söz konusuyken
hayâlî bir şehir olan “şehr-i marifet”in anlatımında şairin yaratıcılığına bağlı bir şehir
tasvir edilir. Anlatımda sanatlar ve mecazlar yoğunlaşır. Ancak bu tespitten gerçek bir
yerin tasvirinde mecazlara başvurulmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Sadece hayâlî bir
yerin tasvirinde mecazların çok daha yoğun bir şekilde kullanılması dikkate değer bir
durumdur.
Gülşen-i Efkâr’daki kişi ve mekân tasvirleriyle ilgili tespitlere ve örnek
beyitlere aşağıdaki alt başlıklarda yer verildiğinden burada ayrıca örnek vermeye gerek
duyulmamıştır.
3.3.3.1. Kişi Tasvirleri
Gülşen-i Efkâr’ın kahramanları kişileştirilmiş soyut kavramlar olduğundan
tasvirlerde fiziksel özellikler değil, ruhsal özellikler ağır basar. Kahramanların
karakteristik özellikleri bizzat kahramanların ağzından verilir. Ancak bu özellikler
kahramanların
bakış
açısındaki
eksikliği
göstermesi
bakımından
önemlidir.
Kahramanların kendilerine bakış açıları münazara şeklinde bir tartışmayla, diğer
kahraman veya kahramanların bu özelliklere veya bu özelliklerin yetersizliğine
itirazlarıyla devam eder. Kişilerin kendi eksikliklerini görememesi, diğerlerinden üstün
102
olduğu iddiasında bulunması tasavvuf yolunda bir mürşide neden ihtiyaç duyulduğu
sorusunun bir cevabı niteliğindedir. Böylece mürşit onlara eksiklerini gösterir ve doğru
yola sevk eder.
Gülşen-i Efkâr’da kişileştirilen ana kahramanlar olan “akıl, ilim, hilm ve
devlet” kendi vasıflarını dile getirirken övgü dolu karakter tasvirleri yapar. Rûh-ı pürhikmet ise bu karakterlerin eksiklerini söyleyip onlara nasihat ederken bir mürşit
edasındadır. Bu yönüyle kişiye dışarıdan bakan, yergiyi; içeriden bakan, yani kendini
anlatan kişi ise övgüyü ön plana çıkarır.
Tasvirlerde edebî sanatlara sık
başvurulur.
Bunun temel
sebebinin
mesnevilerde sanatlı anlatıma en elverişli bölümlerin tasvirler olduğunu belirtmiştik.
Aşağıdaki beyitler akıl, ilim, hilm ve devlet arasındaki münazarada aklın kendini tavsif
ettiği bölümden alıntıdır.
Aşağıdaki beyitte akıl, kendini inci (dür) veya nûra benzetirken benzetmedeki
asıl amacının “değerlilik” olduğu görülür. Benzetmede somut varlıklar (dür) soyut
kavramlarla (musaffa) terkip yapılırken, anlamın da soyuta (değerli olmaya) kayarak
mecazlaştığı görülür:
855.
Didi kim ben dür-i mu§affâyam
Nûr-ı pâkize-i mu¡allâyam
Akıl, âlemi sedefe benzetince kendini de bu sedefin cevherine benzetir. İnci
benzetmesi bu beyitte de vardır. Kendi yüceliğini ve değerini vurgular. Her iki beyitte
de inci benzetmesine dayalı bir tenasüp ilişkisi söz konusudur: dür-nûr-pâkize, musaffâmuallâ; cevher-ziyâ-sadef-dür-güher:
856.
Benem ol cevher-i ≥iyâ-güster
~adef-i ¡âlem içre dürr ü Güher
Aşağıdaki beyitte de kendi vasıflarını öven akıl, kendini Hz. Musa’ya
benzeterek telmih yaparken Tûr-Mûsâ-mazhar-tecellâ sözleriyle tenasüp ilgisi kurar:
860.
‰ûr-ı …alb-i §afâda Mûsâ’yam
Rûz u şeb ma@har-ı tecellâyam
103
Akıl, kendini “Tâ’ir-i kuds”un yani Cebrâil’in kanadı olarak görür ve kendisi
olmasa Cebrâil’in uçamayacağını dile getirir. Bu durumda yine kendi vasıflarını
anlatırken telmih, teşbih ve istiare gibi sanatlara başvurur:
861.
‰â’ir-i …uds kim olur †ayyâr
¢anadumla uçar benüm her bâr
Akıl, diğer beyitlerde de kendisinin nûrla kuşanmış olduğunu, dünya
düzeninin ve dinin kendi varlığıyla ayakta durduğunu, sırlara vâkıf olmanın kendisiyle
mümkün olabileceğini dile getirir:
862.
±ât-ı pâküm durur benüm pür-nûr
Zîr ü bâlâ benümle itdi @uhûr
863.
¡Âlemüñ inti@âmı @âtumla
Şer¡i dînüñ …ıyâmı ≠âtumla
864.
◊allolur sırrı bende her sü«anüñ
Da«ı el-müşterü mü’temenüñ
865.
Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb
Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb
866.
ªerre nûrı yanumda mihr-i ferüñ
~an yanında sühâ durur …amerüñ
867.
Benem ol ¡âlem içre nûr-ı şerîf
◊â’il olmaz baña @alâm u keşîf
Aşağıdaki beyitte de insan bedenini bir tekkeye benzeterek bu tekkenin pirinin
kendisi olduğunu dile getirir:
868.
»ân…âh-ı bedende bir pîrem
Ehl-i irşâd ü ehl-i tedbîrem
Akıl; ilim, hilm ve devlete hizmetinde pek çok müridi olduğunu, bu müritlerin
hünerli kişiler olduğunu dile getirerek kendi üstünlüğünü onlara ispatlamaya çalışır:
869.
Niçe ehl-i hüner mürµdüm var
◊idmetümde niçe ferîdüm var
104
870.
Kimi ¡allâme-i @evâhirdür
¡İlm-i bâ†ında kimi mâhirdür
Yukarıdaki beyitler incelendiğinde aklın kendini tavsif ederken başta teşhis,
kapalı istiare olmak üzere teşbih, telmih gibi sanatlara başvurduğu görülür. Ancak bu
teşbih ve istiarelerde benzetme yönü, fiziksel özellikler değil, benzetilen varlık veya
kavramın temsil ettiği mecazî niteliklerdir. Örneğin “»ân…âh-ı bedende bir pîrim”
mısraında beden, akıl için bir ikamet yeri olarak görülürken bu ikamet yerinde akıl,
“pir”e benzetilir. “Pir” teşbihinde benzetme yönünü fiziksel nitelikler değil, pirin sahip
olduğu saygı görme, ehil olma, yetkili olma, yönetme vb. vasıflar oluşturur.
Yukarıya alınmayan diğer beyitlerde de akıl, kendi yönetiminde olan “sem’
(işitme), basar (görme), şemm (koklama), zevk (tatma), lems (dokunma), hiss (duygu),
hayâl, vehm, hafıza ve mutasarrıf özelliklerini övüyor ve bunlar sayesinde tüm sırlara
ulaşabildiğini dile getirir.
Aşağıdaki beyitlerde kahramanlardan ilim, üstünlüğünü dile getirirken
vasıflarını kendi ağzından anlatır. Aklın kendi vasıflarını dile getirdiği ilk beyitteki gibi
ilim de kendi vasıflarını dile getirirken dür (inci) benzetmesini kullanır:
959.
Didi dürr-i bi√âr-ı el†âfem
Kâşif-i sırr-ı keşf-i keşşâfem
Bilgisinin derya gibi olduğunu belirterek aklın kendini vasfederken kullandığı
dür-i musaffâyam tamlamasına ilim de başvurur:
960.
Fa≥l u dânişle mi&l-i deryâyem
Gûş-ı hûşa dür-i mu§affâyam
Arş minberlerinin vaaz vereni ve dinleyenlere safa bahşeden kürsünün öğüt
vericisi olarak kendi vasıflarını dile getirir:
961.
Va¡z-gûy-ı menâbir-i ¡arşem
Nâ§ı√-ı kürsi-i §afâ-ba«şem
Maddî âlemin sırlarına vakıf olan ârif ve manevî âlemin hazinelerini bulan
kâşif olduğunu belirtir. Ayrıca, ufuklar şehrinin en şöhretlisi ve o şehri nûruyla güneş
gibi aydınlatan kişisi olarak kendini vasfeder.
105
962.
¡Ârifem remz ü sırr-ı nâsûtµ
Kâşifem dürc-i genc-i lâhûtµ
963.
Benem ol şehr-i şöhre-i âfâ…
Gün gibi nûrum eyledi işrâ…
İlim, kendini aydınlatıcı, yol gösterici olarak nitelendirirken önceki beyitte nûr
ve güneş benzetmelerinin yanına karanlık gecedeki ay ve mum benzetmelerini de ekler.
Benzetmelerin
temelinde
“yol
göstericilik”
yönü
ön
plana
çıkar.
Bu
yol
göstericiliğinden dolayı ilim, bütün âlimlerin kendisine yöneldiğini dile getirmektedir:
964.
Eylerem ehl-i ≠ev…e ben irşâd
Gösterürem aña †arµ…-i sedâd
966.
Cümlesine delµl-i râhem ben
Şeb-i @ulmetde şem¡ ü mâhem ben
967.
±ât-ı pâküm durur şümû¡-ı Hüdâ
Baña pervânedür …amu ¡ulemâ
Kendisini rehber edinenlerin menzile eriştiğini, edinmeyenlerin ise doğru yolu
bulamadığını vurgular:
968.
Eyleyen …adrümi benüm idrâk
Dâimâ menzili olur eflâk
969.
Beni kim kendüye @ahµr itdi
Sµne §adrında baña yir itdi
970.
Benüm emrüme her kim olmaz râm
Ya…ar anı ca√µm-i nâr-ı ≥ırâm
Kalbi ayna gibi temiz olmayanların ilmin cemaline bakmayacağını, mânânın
gerçek yüzünü görmek isteyenlerin ise bu gerçeği o saf aynada görebileceklerini belirtir.
Remzler, sırlar gibi vakıf olunması güç kavramlara kendi aracılığıyla ulaşılabileceğini
söyleyerek sözlerini bitirir:
986.
Olmayan …albi §âf-âyine
Na@ar itmez cemâlüm ayına
987.
‰âlib olan cemâl-i ma¡nâyı
Âyinede ider temâşâyı
106
988.
¢ıldı bu resme ¡ilm-i ≠ü’l-ikrâm
~ub√ olınca kelâmını itmâm
989.
Rûşen olınca ≥av’ ile mi§bâ√
Urdı …ufl-i me¡ânîye miftâ√
Kişileştirilen soyut kavramların kendi özelliklerini anlatırken kullandıkları
övgü dolu sözler ve bu sözleri söylerken yaptıkları benzetmeler hep aynı temel üzerinde
şekillenir. Bu temele göre “değerli olma, rehber olma, saygı duyulma, peşinden gidilme,
aydınlatıcı ve bilgilendirici olma” gibi nitelikler üzerine “dür, nûr, cevher, şem’, mah”
gibi benzetmelere sık başvurulur. Bu durum üstünlük yarışında kendi üstünlüğünü
savunan diğer iki kahraman “hilm ve devlet” için de geçerlidir. Bu üstünlük
tartışmasında dört kahraman da (akıl, ilim, hilm, devlet) aynı türden benzetmelere
başvurarak kendi özelliklerini anlatırlar.
Yukarıda açıkladığımız benzetme ve niteliklerle kıyaslandığında, aşağıdaki
beyitlerde de yine aynı üstünlük iddiasının klişe benzetmelerle yapıldığı görülmektedir.
Hilmin kendini tavsifinden birkaç örnek de şöyledir:
995.
Didi √ilm-i selµm ü §âfµ-dil
Benem ol †ab¡-ı pâk ile kâmil
996.
Benem ol mürşid-i †arµ…-i necât
Benem ol rehber-i mesâlik-≠ât
1000. Ehl-i «ayret benümle buldı şeref
±âtum oldı dür-i √ayâta §adef
1001. Nûrum olmışdur ol çemende şem¡
Buldı revna… benümle ilm-i şer¡
1002. Ma@har oldı §afâya mir’âtum
Bahr-i √üzne sefµnedür ≠âtum
Aşağıdaki beyitlerde de devlet kendini anlatırken klişe benzetmelere yer verir.
“Şem’, kanat, nûr, şu¡le vb.” benzetmeler diğer üç kahramanda da ortak teşbih unsurları
olarak göze çarpar. Hepsi kendini “rehber, aydınlatıcı vb.” niteliklerle överken benzer
kavramları kullanırlar:
107
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ
1039. ¢anadumla uçar benüm himmet
Benüm ar…amda «oş geçer fır§at
1052. Nûrum ile yanar …anâdil-i ¡arş
Râyi√amla biter reyâ√in-i ferş
1054. Çar«a çı…dı §adâ-yı kûs-ı va…âr
Râyetüm şu¡lesi felekde yanar
3.3.3.2. Mekân Tasvirleri
Gülşen-i Efkâr’da mekân tasvirleri özellikle üç bölümde ön plana çıkar.
Bunlardan birincisi mesnevinin ana hikâyeye girmeden önceki bölümlerinden Lârende
şehrengizi sayabileceğimiz bölümüdür. Bu bölüm 22 beyitten (b. 629-650) oluşur ve
şairin memleketi olan Lârende’nin tasviri yapılır. Lârende hayâlî bir mekân
olmadığından anlatımda gerçeğe bağlı kalınırken edebî sanatlardan da faydalanılır.
Mekân tasvirlerinin ön plana çıktığı ikinci bölüm ise mesnevilerde klâsikleşmiş olarak
sebeb-i telif bölümünde yapılan (b. 712-769) bahar ve hazan tasvirlerinin bulunduğu
bölümdür ve bu bölüm 58 beyitten ibarettir. Bu bölüm zaman tasviri olarak da
değerlendirilebilir. Çünkü bahar ve hazan mevsimlerinin tabiata etkileri konu edilir.
Yani zaman “etkileyen” konumundadır. Bu ilk iki bölümün ana hikâyenin içeriğiyle
doğrudan bir bağlantısı yoktur. Tasvirlerin ağırlık kazandığı üçüncü bölüm ise ana
hikâyeye mekân olan ve dört kahramanın yolculukları ve bu yolculuğun sonunda
ulaştıkları şehr-i marifet ve kubbe-i mevhibetin detaylı bir şekilde tasvir edildiği yüz
beyitten (b. 1066-1165) oluşan bölümdür.
Mekân tasvirlerinde dikkati en çok çeken iki unsur, benzetmelerdeki fazlalık
ve övülen yerin genellikle cennete, gül bahçesine, sularının kevsere benzetilmesidir.
Kişiler, soyut kavramların kişileştirilmesi yoluyla oluşturulan kavramlar olduğundan
kişi tasvirlerinde fiziksel özelliklere yer verilmezken yer adlarında fiziksel özelliklerin
“cennet” benzetmesi odağında çeşitlendiğini görmekteyiz. Bu cennet gibi mekânda
ikamet edenlerin de cennete yakışır özelliklere sahip olduğu vurgulanır.
Aşağıdaki beyitlerde Lârende’nin yeri belirtilirken “Mülk-i Yûnan” terkibi
kullanılmış. Eski edebiyatta “Diyâr-ı Rûm” terkibi nasıl Anadolu için kullanılan bir
tabirse “Mülk-i Yûnan” da aynı anlamı karşılamak için kullanılan bir tabirdir. Türklerin
108
Anadolu’ya sonradan gelip yerleşmesi sonucu eskiden Rumların elinde olan bu yerler o
dönemde bu tür terkiplerle anılır. Mevlâna’ya “Monlâ-yı Rûm” denmesinin sebebi de
budur. Lârende betimlenirken cennet benzetmesi temelinde şekillenen gülzar, cennet,
behişt, kevser, gülşen gibi sözcüklere sık başvurulur. Fiziksel özellik olarak gül
bahçelerinin, bağlarının, akarsularının güzelliği övülür. Şânî, hemşehrilerini de
anlatırken cennete yakışır kişiler olarak tasvir eder:
631.
Mülk-i Yûnan’da bir medµne ki var
Âsmân-reşk ü πayret-i gülzâr
632.
¡Ulemâ mecma¡ ü §afâkânı
~ule√â menba¡ ü vefâkânı
633.
Adı Lârende’dür o me’vânuñ
Merkezidür sipihr-i a¡lânuñ
634.
Mâ-i cârµleriyle ol kişver
Fi’l-me&el bâπ-ı cennet-i enver
635.
Bâπ u râπı behişt-i enverdür
Cûy-ı dil-cûsı nehr-i kev&erdür
636.
Yir yir ezhârı gülşeninde gören
Yire indi §anur nücûm-ı peren
Havasını İsa’nın diriltici nefesine benzeterek telmih yapan şair, Lârende’nin
havasının insanın canına can kattığını, gökyüzünün de insanın ruhunu yücelttiğini
belirtir. Fiziksel özellikler olarak sünbül bahçelerinin içinde bir şehir olduğunu
belirtirken sevgilinin yanağındaki ince tüylere benzetmede bulunur:
637.
Rû√-efzâ durur fe≥âsı anuñ
Dem-i ¡İsµ durur hevâsı anuñ
639.
Ortaya almış anı sünbül-zâr
Fi’l-me&el «a††-ı ¡ârı≥-ı dildâr
Lârende’deki Beyaz Kale’ye de değinen şair, onun tek ve ulaşılmaz olduğunu
“ankâ” benzetmesiyle dile getirirken fiziksel tasvirde de içinin ay yüzlü güzellerle,
dışının ise sümbüllerle bezenmiş olduğunu belirtir. Daha sonra kalenin fiziksel
109
özelliklerini çeşitli benzetmelerle anlatırken bu kalede yaşayanların özelliklerini de
övgü dolu sözlerle dile getirir:
640.
Tell-i ◊a≥râda ¢al¡a-yı Bey≥â
Kûh-ı ¢âf üzre beyza-ı ¡an…â
641.
İçi meh-rûlar ile memlûdur
‰ışı sünbüller ile «oş-bûdur
642.
Oldı sûr-ı √i§ârı çar«a medâr
Burc-ı bârûsı §anki kûh-ı ve…âr
643.
Cevsa…ınuñ seri simâka irer
¢ullesi mihr-i tâb-nâke irer
644.
Atılur anda †urma †ûb-ı şitâb
Ol √i§âr-ı felekde §anki şihâb
645.
◊a… bu kim menba¡-ı kerâmetdür
Kişver-i ¡ilm ü şehr-i √ikmetdür
646.
İçi memlû cevâmi¡ ü mescid
»ân…âh-ı §avâmi¡ ü ma¡bed
647.
Fi’l-me&el âsmân-ı çar«-ı berµn
Andadur sâkinân-ı ¡Illiyyin
648.
Mihr-veş niçe pµr-i nûrânµ
±ikr ider anda Rabb-i sub√ânı
649.
Kimi ta…dµs ider kimi tev√µd
Kimi tesbµ√ ider kimi ta√mµd
650.
Bunda ço… ≠û-fünûn-ı ¡âlim olur
Mürşid-i kâmil-i mükerrem olur
Şairin memleketi olan Lârende (Karaman) böyle anlatılırken mesnevinin ana
bölümünde olayın geçtiği mekân olan “mârifet şehri” ve bu şehirdeki “kubbe-i
mevhibet” adlı yerler maddî değer ve güzellik ifade eden “anber, zîbâ, lü’lü’, cevher,
akçe-nisâr, ezhâr, cennet, uçmag, kevser, gülşen, tûbâ, sünbül, çenâr, enhâr, zümürrüd,
la’l, pirûze vb.” sözcükler kullanılarak çeşitli benzetmelerle tasvir edilir.
110
Mesnevide dört kahraman (ilim, hilm, akıl, devlet) altın kanatlı bir şahbazın
sırtında çıktıkları gece yolculuğunda bir çölü aşarak sabahleyin marifet şehrine (şehr-i
marifet) ulaşırlar:
1066. Bir se√er şâhbâz-ı zerrµn-per
Bâl açup Şâm’a itdi ¡azm-ı sefer
1067. Seyr-i §a√râyı dil-güşâ itdi
Dâne-i erzeni πıdâ itdi
1068. Yine seyyâre-i felek gitdi
Cânib-i şar…a irti√âl itdi
1069. Ne ¡acep na…ş-bend-i bû…alemûn
Gösterür √al…a †arz-ı gûnâ-gûn
1070. ~ubh-dem çünki ¡a…l u ¡ilm-i kerµm
Devlet-i kâmrân u √ilm-i selµm
1071. Seferu …ı†¡atun mine’s-sa…râ
Diyüben eyledi …amu seferi
1072. ¡Azm-i †ayy-ı menâzil eylediler
Cümle …a†¡-ı merâ√il eylediler
1073. İrdiler bir …a≥â-yı zµbâya
‰urdılar anda hep temâşâya
Marifet şehrinin görünüşte küçük ama içinde barındırdığı zenginlikler
bakımından çok büyük olduğu “arş’ın bile onun yanında küçük bir halka gibi kalacağı”
karşılaştırmasıyla mübalağalı bir şekilde dile getirilirken gönül kuşunun bile marifet
şehrine kadar uçamayacağı, “ta’ir-i sidre” benzetmesiyle anlatılır. Böylelikle marifet
şehrine ulaşmanın güçlüğü vurgulanmış olur:
1074. Murπ-ı dil irmez intihâsına
‰âir-i sidre müntehâsına
1075. ~ûretâ gerçi ¡âlem-i §uπrâ
Ma¡nide lµk ¡âlem-i kübrâ
1076. ¡Arş gûyâ içinde bir «al…a
Yiridür ¡ibret ola bu «al…a
111
Marifet şehrinin fiziksel tasvirinde bitki örtüsü önemli yer tutar. Toprak ve
bitkilerin anlatımında teşbih ve teşhis sanatlarıyla zenginleşen üslup, “değerli olma”
ekseninde çeşitlenirken “lü’lü’, cevher, akçe vb.” benzetmeler öne çıkar. Çiçekler ve
ağaçlar ise sevgiliye, parlayan gemiye, gül renkli kadehe benzetilirken gonceler naz
etmesiyle, keklik ise kahkahayla gülmesiyle kişileştirilir. Rüzgâr da anber kokusuyla
boy gösterir:
1077. »âk-i πabrâsı cümleten ¡anber
Rigi lü’lü’ vü †aşları cevher
1078. Her giyâh-ı riyâ≥ı misk-âmµz
Bâdı anûñ nesµm-i ¡anber-rµz
1079. Anda herkes πınâ bulur her bâr
Ebr-i bârânı eyler a…çe-ni&âr
1080. Olur anda §afâ-yı gûn-â-gûn
Ki döşenmiş bisât-ı bû…alemûn
1081. Çemeni §anki yemyeşil deryâ
Anda ezhârı keşti-i πarrâ
1082. Servler anda dilber-i mevzûn
Lâleler anda sâπar-ı gül-gûn
1083. Nâz itse hezâra πonceleri
¢ah…ahayla gülerdi kebg-i derµ
Marifet şehrinin bir tepenin eteklerinde kurulu olduğu belirtilmeden önce o
tepenin (beyt-i mevhibet) tasviri mübalağalı bir şekilde yapılır. Bu tepe gökyüzü
kubbelerinin dönmesine vesile olan ve bu kubbelerin etrafında döndüğü yer olarak
belirtilir. Nitekim bu tepedeki yedi kule, göğün yedi katını işaret eder. Hakk’ın
vahdetine ulaşmış ve bu nedenle pir gibi uzlete çekilmiş varsayılan bu tepe gökyüzünü
ayakta tutan bir asa olarak tasvir edilmiştir. Bu tepenin etrafını kaplayan yağmur
bulutları şehre gül suyu yağdırmaktadır. Bu yağan gül suyuyla beslenen toprak,
tomurcuklanan çiçekleriyle adeta gökteki yıldızların yeryüzüne indikleri hissini
uyandırmaktadır:
1089. Gördiler var …a≥âda bir kühsâr
~anki olmış …ıbâb-ı çar«a medâr
112
1090. Yedi …ulle var anda seb¡ şeddâd
Ar≥-ı πabrâya her biri evtâd
1091. Va√det-i yâri der-kenâr itmiş
Pµr-veş ¡uzlet i«tiyâr itmiş
1092. Yı…ılurdı zemµne çar«-ı dü-tâ
Olmasa pµr-i çar«a ≠âtı a¡§â
1093. ¢aplamış tell-i kûhı ebr-i sefµd
Yaπdurur ¡âleme gülâbı me≠µd
1094. Seyr idenler şukûfesin zµbâ
Yire inmiş §anur nücûm-ı semâ
1095. Seyr iderken bu kûhı ¡an…â-vâr
Gördiler dâmeninde kişver var
Şair, marifet şehrinin önemli mekânlarını yaratıcının kusursuzluğu ve cennet
benzetmesi etrafında şekillendirerek tasvir ederken, tasvirî anlatımın edebî sanatlarla
yoğrulmuş süslü ifadesi devam eder. Şehre “ma…âm-ı ¡Illiyyin”120 teşbihi yapılırken
şehri çevreleyen sur için “nûr-ı kudret”ten yapıldığı vurgulanıyor. Yine “cennet”
teşbihinden yola çıkılarak cennete ait hususiyetler “behişt, uçmaπ, kevser, ırmaπ vb”
sözcüklerle tenasüp ilişkisiyle dile getiriliyor. Gerek maddî gerekse manevî anlamda
“değerli olma” vurgusu da “berîn, vâlâ, sîm, zerrîn, ¡ulyâ, a¡lâ” sözcükleriyle ifade
ediliyor:
1101. Nice kişver ma…âm-ı ¡Illiyyin
Nice gülşen riyâ≥-ı «uld-ı berµn
1102. Görseñ ol sûr-ı kişveri bârî
Nûr-ı …udretden eylemiş Bârµ
1103. Kâ«-ı vâlâsınuñ …u§ûrı yo…
¢a§r-ı cennet gibi fütûrı yok
1104. N’ola olsa cihânda reşk-i behişt
Mihr ü meh aña sµm ü zerrµn «ışt
1105. Anda her bir resâtik-i ¡ulyâ
Şâmi« ü râsi« ü semâ sµmâ
“ma…âm-ı ¡Illiyyin”, cennette en yüksek derecedir. Cenâb-ı Hakk'ın indinde en iyilerin ve kâmillerin
derecesine ve makamına denir.
120
113
1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ
Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ
1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur
‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur
1108. Zindedür anuñ ile cümle şey
Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy 121
1109. Gezdiler cümle cây-ı a¡lâsın
Der ü dµvâr u …a§r-ı ra¡nâsın
1110. Seyr iderken o şehr-i zµbâyı
Kişver-i nûr-ı cennet-âsâyı
Gülşen tasvirine gelince “cennet-âsâ” teşbihi yine kullanılırken tasvir edilen
fiziksel unsurlar arasında “eşcâr, ezhâr, nesîm, sünbül, dıra«t, çenâr, serv, kumru, cûy,
enhâr, …ubbe” yer alır. Tabiat olarak bir mükemmellik portresi çizilir. Bu
mükemmelliğin ortasında da o mükemmelliği tamamlayan bir kubbe tasviri (beyt-i
mevhibet) yapılır. Bu kubbe, meraklarını gidermek amacıyla yolculuğa çıkan dört
kahramanın akıl danışacakları rûh-ı pür-hikmetin bulunduğu yerdir:
1111. Gördiler şehr içinde bir gülşen
Nice gülşen cinân gibi rûşen
1112. Cümle eşcârı mi&l-i †ûbâdur
Dürlü ezhârı verd-i ra¡nâdur
1113. Bir dem esse nesµm-i bâd-ı bahâr
¡Âleme müşk-i nâb ider µ&âr
1114. Her giyâh anda sünbül-i dil-bend
Her dıra«tı çenâr u serv-i bülend
1115. Anda her …umrı mu…ri-i nâ†ı…
¢âne süb√âne men hüve’l-»âli… 122
1116. Cûyı âb-ı √ayât-ı fer«unde
»ı≥r-veş nûş iden olur zinde
121
Enbiya suresi 30. âyette geçen bir ibaredir. “ Her şeyi sudan yarattık.” anlamına gelir. Ayet, “İnkâr
edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana
getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” şeklindedir.
122
Anlamı: Yaratıcı olanı (Allah’ı) tesbih ederim.
114
1117. Ba¡zı enhârı şehd ü kimi †ahûr
Kimi kev&er kimi anuñ kâfûr
1118. Var miyânında gülşenüñ a¡lâ
Da«ı bir …ubbe-i semâ-sµmâ
1119. Örmiş aña mühendis-i …udret
Bir binâ-yı ¡a@µm ü pür-şevket
1120. Çâr erkânı §âfµ cevherden
¢apusı şeb-çerâπ-ı enverden
1121. Sa…fı anuñ zümürrüd-i «a∂râ
¡Alem-i pâki lü’lü’-i bey≥â
1122. La¡l-i pµrûzedendür anda kemer
Gökde …avs-ı …uza« gibi enver
1123. Cümleten √ayretiyle ol √ullân
‰urdılar gülşen içre nice zamân
Mekân tasvirlerini ana hikâyenin içindeki ve dışındaki tasvirler olmak üzere
iki alt başlıkta sınıflandırmak mümkündür. Ana hikâyenin dışındaki mekân tasviri
küçük bir “Lârende şehrengizi” sayılabilir. Lârende’nin görünümü, tabiatı, kalesi
üzerinde yoğunlaşan tasvirlerde şairin hayal gücünü sınırlayıcı “gerçeklik” olgusu söz
konusudur. Örneğin şair, hayalî bir şehir olan “marifet şehri”ni tasvir ederken özgürdür.
Kalesini, kulesini, tabiatını, bağını, bahçesini cennet teşbihi eksenine bağlı kalmak
kaydıyla kurgular. Lârende tasvirinde ise cennet teşbihi yine yapılır, fakat şair şehri
yaratma özgürlüğüne sahip değildir. Marifet şehrinin tüm varlığı şairin hayal gücüne
bağlıyken, Lârende’nin varlığı tamamıyla onun hayal gücünün yaratması değildir. Bu
sebeple ana hikâyede yer alan ve tamamen şairin yaratıcılığı ve hayal gücüne dayalı
mekân tasvirleriyle kıyaslandığında Lârende tasviri sanatsallık yönünden daha sönük
kalır. Çünkü hayalî olanda dizginler tamamıyla şairin elindedir. Oysa gerçek olanda şair
kısmen bağımsızdır. Bir başka açıdan bakılacak olursa “maddî” olanla “manevî” olan
arasındaki değer farkı bir bakıma anlatıma da yansımıştır, denebilir. O yüzden
tasavvufta maddî olarak görülenlerin arkasında manevî gerçekler aranmıştır. Nitekim bu
dünya tasavvufî anlayışa göre “aslî” değildir.
Örnek verdiğimiz beyitler ve bu beyitleri açıklarken değindiğimiz “cennet”
teşbihi Divan edebiyatındaki mekân tasvirlerinin değişmez unsurudur. Bu yönüyle
115
şairin cennet teşbihi eksenli mekân tasvirlerinde gelenekte var olanın dışına çıkmadığı
söylenebilir.
Mekân tasvirlerini iç ve dış mekân tasvirleri olmak üzere iki alt başlıkta da
değerlendirmek mümkündür. Bu sınıflamaya göre yapılacak değerlendirmede dikkati
çeken en önemli husus iç mekân tasvirinin yok denecek kadar az olmasıdır. Tasvirler
şehrin ve kubbenin dış görünüşü üzerine yoğunlaşmıştır. İç mekânlarda bütün dikkat
mekânda bulunanlara ve onların söylediklerine yönelir. Dış mekân tasvirleri, kubbenin
kemerleri, yüksekliği, tuğlaları gibi dıştan görülen ve birkaç teşbihle geçiştirilen
tasvirlerden ibarettir. Bu tasvirler gerek şehrin gerekse gülşenin tasvirindeki anlatımla
kıyas kabul etmeyecek derecede azdır. Aynı durumun Lârende tasvirinde de geçerli
olduğunu söyleyebiliriz. Lârende kalesinin tasvirinde de kalenin dış görünüşünün
tabiatla uyumlu oluşu birer dış mekân tasviri olarak karşımıza çıkar. Kale içine
girildiğinde de yine iç mekân tasvirinden ziyade iç mekânda bulunan kişilerin
tasvirlerine yönelir.
Tasvirlere “öven ve yeren” bağlamında bakıldığında olumsuz hiçbir özelliğin
konu edilmediği görülür. Hep güzellikler ön plana çıkarılır. Bu yönüyle divan şairinin
ve o dönemin zihniyetinin “mutlak güzel”e yönelme olgusu dikkati çeker. Divan şairi
için “sevgili”, mutasavvıf bir şair için “Allah” kusur kabul etmeyen mutlak güzel
olarak algılanır. Mekân tasvirlerinde de “cennet”in mutlak güzel kabul edilmesi söz
konusudur. Bu sebeple cennet benzetmesi yakıştırılmayan bir tabiat güzelliğinden
bahsedilemez.
3.3.4. Tahkiye
Gülşen-i Efkâr’da tahkiyeye imkân veren en önemli bölüm, mesnevînin ana
bölümünü oluşturan ve olay, zaman ve mekân bağlamında geliştirilen hikâye
bölümüdür. Kişileştirilen kahramanların birbirleriyle olan münazaraları hikâyenin
temelini oluşturur. Mesnevî gibi olay anlatımına dayalı eserlerde kullanılan tahkiyevî
anlatımın esası bir ana olaya dayanır. Bu yüzden mesnevîlerin giriş bölümlerinde
tahkiyevî anlatım pek fazla öne çıkmaz. Çünkü bu bölümlerde amaç olayı değil,
düşünceleri anlatmaktır. Bu bölümlerde tarif, tasvir gibi anlatım özelliklerine daha sık
rastlanır. Ancak telmih gibi geçmişte yaşanmış bir olaya göndermede bulunulan
bölümlerde tahkiyevî unsurlar ağır basar.
116
Aşağıda Hz. Muhammed’in mirac olayı anlatılırken olaya dayalı tahkiyevî
anlatımın ağır bastığı görülür. Ayrıntılarda ise tasvirî özellikler dikkati çeker. Olaya
dayalı anlatımda fiiller ağırlık kazanırken tasvirlerde sıfat ve zarfların çokça kullanıldığı
görülür. İlk beyitlerde tasvir öne çıkarken sonraki beyitlerde tahkiye ağırlık kazanır. Altı
çizili sözcükler tasvirî anlatımı, koyu karakterle gösterilen sözcükler ise olay anlatımına
dayalı tahkiyevî anlatımı öne çıkarır. Bunlar çoğu zaman iç içedir:
415.
Ol gice beyt-i Ümmühânµ’de
Sâkin idi o mâh-ı fer«unde
416.
»ulle vü bir Burâ… hem iklµl
Ol Resûl’e getürdi Cebrâ’µl
417.
Bir burâ… idi ol hümâ-sâye
Sâ…-ı ¡arş idi andaki pâye
418.
Yüzi mihr-i cihân gibi pür-nûr
Ten-i «oş-bûsı ¡anber ü kâfûr
419.
Gözleri §an çerâπ-ı nûr-efşân
Kirpik-i ¡anberµni aña du«ân
420.
Perçemi §anki †urre-i √avrâ
Âdemµ çehre bir meh-i πarrâ
421.
Düm-i zµbâsı râyet-i behcet
±ü’l-cenâ√eyn †â’ir-i …udret
422.
Tek (u) pûsına bu fe≥â-yı cihân
Tengdür irmez aña murπ-ı revân
Görülen geçmiş zaman çekimi olaya dayalı tahkiyevî anlatımda en sık
kullanılan dilsel yapılardan biridir. “Dedim-dedi”li şiirlerin bu anlamda tahkiyevî
anlatım için ayrı bir önemi vardır. 123 Diyaloglar bu tür kullanımlarda dikkat çeker.
Aşağıda Hz. Peygamber ile Cebrâil a.s. arasındaki diyalog bu bağlamda örneklenmiştir.
Bu tür diyaloglarda anlatıcı hâkim bakış açısıyla olayı anlatır. Bu bakış açısında
kahramanların veya olayın geçtiği mekânın neye benzediği, kahramanların ne
düşündüğüne ilişkin ayrıntılar şairin dilinden verilir:
123
Ayrıntılar için bkz. Dilek Batislam, agm, s. 201-211.
117
423.
Didi ol dem Resûl’e rû√-ı emµn
Sensin ol §adr-ı bedr-i ¡Illiyyµn
424.
◊a… selâm itdi saña ey yüzi mâh
Da¡vet itdi cenâbına Allâh
425.
Bu libâsıyla ol Burâ…’a revân
İdelüm ¡azm-i cânib-i cânân
426.
İşidüp bu kelâmı ol dil-dâr
Şev…le o Burâ…’a oldı süvâr
427.
Reh-nümâ oldı aña Cebrâ’µl
Şâh öñinde niteki peyk-i cemµl
428.
Murπ-ı lâhût olup o bülbül-i üns
¢ulaπuz oldı aña †â’ir-i …uds
429.
Ne sa¡âdet-durur ki bâbında
»i≠met eyler melek rikâbında
430.
Ber…-i «â†ıf gibi varup o Burâ…
Geldi A…§â içine ba§dı aya…
431.
‰urfetü’l-¡aynda eyledi gü≠eri
Sanki a…tâb-ı ¡âlemüñ na@arı
432.
Geldi ervâ√-ı enbiyâ vü rüsül
İ…tidâ itdi aña ehl-i sübül
433.
Oldı ervâ√ cümle yanına cem¡
¢aldı pervâne içre hem-çü şem¡
434.
Geçti atı tekâver-i felegi
Süst-pey itdi cümleten melegi
435.
Çar«-ı rû√sârı eyleyüp rûşen
Gözüñ aydın didi nücûma peren
436.
Mâh-veş seyr idüp o gice la†µf
Şa¡şa¡a §aldı rûy-ı çar«a şerµf
437.
Giricek çar«a ol Resûl-ı kerµm
~adefe düşdi §anki dürr-i yetµm
118
438.
Döşedi atı ayaπına felek
~ırmadan dügme bir siyâh benek
439.
Dökdi gözyaşlarını geldi nücûm
Tâ ki bezminde ola her biri mûm
440.
Nûr-ı rû√sârı oldı şem¡-i felek
Geldi pervâne oldı cümle melek
Anlatıcının genellikle hâkim bakış açısıyla anlattıkları bazen de anlatıcının
sözü kahramana vermesiyle renklenir. Ana kahramanlardan devletin; akıl, ilim ve hilm
ile olan münazarasından alınma aşağıdaki beyitlerde şair “didi” ifadesinden sonra sözü
kahramana bırakır ve kahraman kendi vasıflarını 1. kişi ağzından şöyle anlatır:
1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum
Âftâb-ı cihânidür ba«tum
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ
1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet
¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet
1034. Ber-hümâ himmet-i mu¡allâyam
Kûh-i ¢âf-ı πınâda ¡an…âyam
1035. Arayup …a¡r-ı bahr-i ¡ummânı
Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı
1036. Râm …ıldum perµ vü dµv-i şeri
Va√ş-ı †ayr u riyâ√ u hem beşeri
1037. Sal†anat bâπı içre dâlem ben
Şâ«-ı †ûbâ gibi nihâlem ben
1038. Nu§ret ü fur§at u @afer &emerem
Fera√ u ≠ev… u şev… bâr ü berem
1039. ¢anadumla uçar benüm himmet
Benüm ar…amda «oş geçer fır§at
Tahkiyevî anlatımda geriye dönüş tekniği diyebileceğimiz yöntem özellikle
âyet veya hadislere yapılan göndermeler, iktibaslar ve telmihler aracılığıyla
119
gerçekleşmektedir. Ana kahramanların âyet ve hadislerden faydalanmaları, kendileriyle
ilgili iddialarını sağlam bir zemine oturtma isteği bunda önemli bir sebep olarak
görülebilir. Kahramanların akıl, ilim, hilm, devlet gibi soyut kavramlar olmaları ve
insanın yaratılışından beri varlıklarını sürdürmeleri bu yöntemin “montaj tekniği” olarak
adlandırılmasını engeller. Çünkü sözü edilen âyet, hadis veya telmihlerde bahsedilen
yine kendisidir. Dolayısıyla düşüncesini kuvvetlendirme, inandırıcılık kazandırma
maksadıyla bu yönteme başvurur. Aşağıdaki beyitte hilm, ilimden daha üstün olduğunu
hadisle kuvvetlendirerek verir. Hadis olduğu için itiraz edilecek durumları ortadan
kaldırmış olur:
1482. Her §adırda benümle oldı ¡ilm
Cümle …adri benümle buldı ¡ilm
1483. Fa≥luma oldı bu √adµ&-i şerµf
¡dil-i şâhid ü güvâh-ı la†µf
¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “»ıyârü ümmetî ¡ulemâühâ ve «ıyârü’l¡ulemâi √ulemâühâ” 124
1484. Ya¡ni bu ümmetüm güzµdeleri
Bahr-i ef≥âlüñ ol ferµdeleri
1485. ¡Ulemâsı-durur ¡ale’l-i†lâ…
Her biri §anki nûr-ı mihr-i revâk
1486. Da«ı serdâr-ı cümle-i fu≥elâ
Ya¡ni mu«târ-ı zümre-i ¡ulemâ
1487. ¡Ulemânuñ √alµmidür mu«târ
O-durur mihr-i burc-ı evc-i va…âr
Aynı durum, ilmin kendini anlattığı beyitlerde de karşımıza çıkar. Aşağıdaki
beyitte ilim kendini anlatırken hadislerden faydalanır:
1406. Kim buyurmış-durur Resûlullâh
Bu √adµ&-i şerµfi ol yüzi mâh
124
Hadisin anlamı: Benim ümmetimin en hayırlısı onların âlimleridir, âlimlerin en hayırlısı da hâlim
(hilm sahibi) olanlarıdır.
120
¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men e¡âne ¡âlimen fe…ad e¡ânî ve men
e¡ânî √arreme’llâhu cesedehû ennâra ve men ehâne ¡âlimen fe…ad ehânenî ve men
ehânenî fe…ad kefere” §ada…a Resulullâh 125
1407. ¡Âleme bir kişi ger ola mu¡µn
Baña ta√…µ… olur mu¡µn o hemµn
1408. Dâr-ı dünyâda baña bir âdem
Ger mu¡µn ü @ahµr ola bir dem
1409. Tenini nâra ◊a… √arâm eyler
◊ûr u cennetle i√tirâm eyler
Kendi üstünlüğünü hadislerle destekleyen kahramanlara “mürşit” niteliğindeki
rûh-ı pür-hikmetin cevabı da hadislerle olur. Örneğin rûh-ı pür-hikmetin ilme verdiği
cevap yine hadis aracılığıyla olur. Bu hadisle ilmin tevazu sahibi olmayışı eleştirilir.
1427. Olmasa bir kişi eger ser-keş
Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş
1429. »âli…-i âb u bâd u âteş u «âk
Menzilini ider anuñ eflâk
1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ
◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ
¢âle’n-Nebiyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men tevâ≥a¡a fe…ad ref¡eahu’llâhu ve men
tekebbera fe…ad va≥a¡ahu’llâhu” §ada…a Resûlullâh 126
1431. Pây-mâl olmaπın πubâr-ı √a…µr
Tâc-ı «a…anµ oldı aña serµr
1432. Yüzi yirde olmaπ-ıla enhâruñ
Âb-ı rûyı-durur çemen-zâruñ
125
Hadisin anlamı: Kim bir âlime yardımcı olursa bana yardım etmiş olur, kim bana yardım ederse Allâh
onun bedenini cehenneme haram kılar.
126
Bu bölüm tevazu sahibi (alçakgönüllü) olmak ile ilgili bir hadisten iktibas edilmiştir.
Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallâhu anh anlatıyor: "Resûlullâh aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim Allâh Tealâ hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder
(alçak gönüllü) olursa, Allâh, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allâh'a bir
derece kibirde bulunursa, Allâh da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i
safiline (aşağıların aşağısına) atar." (Kütüb-i Sitte, Hadis No: 7235)
121
1433. Ser-keş olduπıçün …amu ezhâr
Pây-mâl eyler anı cümle §ıπâr
1434. Meskenet eylese …açan ¡u…alâ
ªâhir ü bâ†ını bilen ¡ulemâ
1435. İrgürür ◊a… anı me†âlibine
Vâ§ıl eyler …amu merâtibine
3.3.5. Özetleme
Özetleme tekniğinde esas olan yaşananların ana hatlarıyla anlatılmasıdır. Dört
kahramanımız marifet şehrine varınca şehrin sözcüsü olan rûh-ı seyrânîye buraya neden
geldiklerini, dertlerini kısaca özetlerler. Rûh-ı seyrânî de onların dertlerine şehrin vâlisi
rûh-ı pür-hikmetin deva olabileceğini, sorularına onun cevap verebileceğini söyler.
Kahramanların (akıl, ilim, hilm ve devlet) durumlarını özetleyen beyitler şöyledir:
1144. Didiler ey emµr-i şehr-i sü«an
Sözlerüñdür ¡a…µ…-i mülk-i Yemen
1145. Eyledüñ ¡u…le-i ¡u…âli çü √al
¢almadı şübhe-ile hµç ma√al
42-B
1146. ¢aldı birkaç ve lµk müşkilümüz
Terk …ıldı… anuñla menzilümüz
1147. Germ ü serd-i sefer çeküp şeb ü rûz
¢a†¡ …ılduñ menâzil-i dil-sûz
1148. Bu √adµ&-i Resûl’e ¡âmil olup
Terk itdük diyârı mâ’il olup
1149. Kim buyurmış-durur Resûl-ı emµn
¡İlmi eyleñ †aleb velev bi’§-~în
1150. Çün erişdük bu §a√n-ı zµbâya
Gülşen-i dil-güşâ vü ra¡nâya
1151. Ola kim vâ§ıl-ı murâd olavuz
Şübhemüz √alli-y-ile şâd olavuz
1152. Ger bu yirde murâda irmezsek
Ya¡ni genc-i reşâda irmezsek
122
1153. Mâr-ı πu§§a helâk ider bizi hep
Ejdehâ-yı belâ vü renc-i ta¡ab
1154. Rû√-ı seyrâni didi πam yimeñüz
∏u§§a-yı derd-ile elem yimeñüz
3.3.6. Diyalog
Diyalog, iki kişinin karşılıklı konuşması olarak tanımlanabilir. Gülşen-i
Efkâr’da iki kahramanın karşılıklı konuşması özellikle dört kahramanın (akıl, ilim, hilm
ve devlet) dertlerini sırayla rûh-ı pür-hikmete anlatmaları ve bunun karşılığında rûh-ı
pür-hikmetin onlara itirazı ve onlara birer birer verdiği cevaplar kısmında karşımıza
çıkar. Aşağıdaki beyitler, “akıl”ın rûh-ı pür-hikmetle olan diyaloğundan alınmıştır:
1302. ¡A…l-ı evvel didi kim ey üstâd
Nûr-ı ≠âtuñ-durur delµl-i nihâd
1303. Sü«anüm evvelâ benüm gûş it
Bahr-i a«≥ar gibi bugün cûş it
Aşağıdaki beyitler de rûh-ı pür-hikmetin verdiği cevaptan alınmıştır:
1340. Didi elmâs-ı fikrüñ ey cevher
Dürr-i ma¡nâyı deldi nâzik-ter
1341. Lµk yâr olduπuñ benµ-âdem
∏am u endûh olur aña hem-dem
1342. Elem ü πu§§ayı idüp pµşe
Dem-be-dem işüñ olur endµşe
Gülşen-i Efkâr’da ana hikâyenin anlatıldığı diğer bölümlerdeki karşılıklı
konuşmalar ise, bire bir konuşma değil, bir kahramanın diğer kahramanlara toplu halde
seslenişi şeklindedir. Münazara şeklindeki tartışmada üstünlük iddiasındaki dört
kahramandan biri diğer üçüne seslenir ve kendi vasıflarını över. Aşağıdaki beyitler
“devlet”in, akıl, ilim ve hilme karşı yaptığı konuşmadan alınmıştır:
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ
123
1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet
¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet
3.3.7. İç Monolog
İç monolog diyebileceğimiz anlatım tekniğinde kahramanın kendisiyle
yüzleşmesi söz konusudur. Ancak Gülşen-i Efkâr’ın hikâyet kısmında bu türden iç
monologlara rastlanmaz. Çünkü kahramanlar gerek kendileri gerekse başkaları hakkında
izahat yaparken anlatım diyaloglar şeklinde karşılıklı konuşmayla devam eder. İç
monolog sayılabilecek türden anlatımlar şairin Tanrı’ya yakarışta bulunduğu veya
Peygamber’den şefaat dilediği bölümlerden ibarettir. Aşağıdaki iç monolog örneği
sayılabilecek bölüm, şairin Peygamber’den şefaat dilediği kısımdan alıntıdır:
530.
Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr
531.
Eşigüñ «âki cevher ü iksµr
¢apuña geldi ol fa…µr ü √a…µr
532.
Sürme …apuñdan ol fa…µri meded
Keremüñden √a…µri eyleme red
533.
Baπrumı ya…dı ¡âtş-ı ¡i§yân
Âb-ı cûduñla eylegil dermân
534.
Yüzümi …apladı πubâr-ı siyâh
¢albüm âyinesini ya¡ni günâh
535.
Sil πubârı yüzümden ey server
Ce≠ebât-ı nesµmüñ eyle se√er
536.
Beni πar… ideyor bi√âr-ı ≠ünûb
»ı≥r-ı lu†fuñ irişdür ey ma√bûb
537.
Rû√-ı pâk-i şerµfüñe her gâh
~ad selâm ola yâ Resûlullâh
538.
Âl-i a§√âbuña da«ı bi’t-tâm
~alavât ola her birine müdâm
124
3.3.8. Montaj
Montaj tekniği diyebileceğimiz anlatım tekniğinde ise olay veya durum arz
edilirken yaşanmış bir olay veya duruma hatırlatmada bulunulur. Divan şiirinde
yaşanmış bir duruma ilişkin hatırlatmalar bilindiği üzere telmih sanatıyla veya âyet ve
hadislerden iktibas yoluyla yapılır. Dolayısıyla monte edilen olay veya durum
kahramanın kendi yaşadığı bir olay veya durum değil, duyduğu veya öğrendiği bir olay
veya durumdan ibarettir.
Hz. Peygamber’in miraç olayını anlatan bölümden alınan aşağıdaki beyitlerde
telmihe başvurulmuştur. 448. beyitte “Behrâm”127 ve 451. beyitte Hz. Yûsuf ve babası
Hz. Yâkub’a128 yapılan telmihler şu şekildedir:129
448.
Vardı altıncı göge virdi selâm
Yabana atdı tµπını Behrâm
449.
Tevbe itdi şürûr-ı şirrete ol
Fitne vü ric¡at ü nu√ûsete ol
450.
¢â≥i-i çar«a irdi çün o kerµm
Eyledi aña şeri¡atı ta¡lµm
451.
Pµr-i çar«a irişdi ol ma√bûb
Yûsuf’uñ buldı güyiyâ Ya¡…ûb
452.
Gözi rûşen olup o dem ra«lüñ
Gördi nûr-ı cemâlin ol güzelüñ
Olaylara dayalı tahkiyevî anlatımda yüklemler ön plana çıktığından sanatlı
anlatım bakımından bir tekdüzelik görülebilir. Bu durum alegorik eserler için pek de
geçerli değildir. Çünkü alegorik eserlerde her gerçek anlamın altında bir mecaz görmek
mümkündür. Temsilî anlatımın bu yüzden öne çıkan en önemli özelliği her cümlenin en
127
Behrâm adının birden çok anlamı vardır. Bunlardan biri “Bu günün işlerini düzenlemekle görevli
melek”tir. Diğeri ise “Sâsânîler soyundan gelen İranlı bir hükümdar”dır. Bu hükümdarın “gûr” yani yaban
eşeği avına merakından dolayı kendisine Behrâm-ı Gûr dendiği bilinir. İran mitolojisinde Merih, savaş
tanrısıdır. Bu bakımdan şairler Behrâm’ın adını hem kahraman hem de savaş ilahı olarak anarlar. Beyitte
de tîg sözü geçtiğinden savaşla ilgili bir telmih söz konusudur. Yaptığı kötülükten ve düştüğü fitneden
tevbe etmesi onun Behrâm-ı Gûr olduğu intibaını güçlendirmektedir.
128
Hz. Yåkub, oğlu Yûsuf’a olan hasretinden dolayı yıllarca ağlamış ve ağlamaktan gözleri kör olmuştur.
Hz. Yusuf’un gömleğini gözlerine sürünce gözleri tekrardan açılmıştır. Hz. Yâkub’un bu sevincinin
benzerini Hz. Peygamber’in yaşaması tecellî makamına ermesinden kaynaklanır.
129
Daha fazla ve detaylı örnek için çalışmamızın edebî sanatlar bahsinde “telmih” alt başlığına bakınız.
125
az iki kez düşünülmesini gerektirmesidir. Yine de imkân dâhilinde bir çeşitlilik
yaratmak adına detayların öne çıktığı tasvirler imdada yetişir. Böylelikle tekdüze bir
olay anlatımının yanında tasvirlerle süslenen bir anlatım zenginliği yaratılmış olur.
Ancak bu anlatım zenginliği de geleneğin izin verdiği kadardır. Örneğin tasvir edilen
hiçbir mekânın güzelliği “cennet” istiaresi olmadan yapılamaz.
Aşağıda verilen bölüm olaya dayalı anlatımın ağır bastığı bölümden alıntıdır.
Burada sanatsal zenginliğin tasvir bölümüne göre daha kısır olduğu muhakkaktır:
847.
Çünki §ub√ irdi didi ¡a…l-ı cemµl
Cümle da¡vâya lâzım oldı delµl
848.
Size ben va§fumı beyân ideyin
Şeref-i ≠âtumı ¡ayân ideyin
849.
Münkeşif olmasa …amu a√vâl
Nice ma¡lûm olur √a…î…at-i √âl
850.
Ba¡de ≠ât siz da«ı beyân eyleñ
±âtuñu@ √âlini ¡ayân eyleñ
851.
Biline tâ ki cümle √âl-i şeref
Ola rûşen …amu me’âl-i şeref
852.
Didiler ¡ilm ü √ilm ü Devlet-şâh
Da¡vaya lâzım oldı çünki güvâh
853.
İmdi gel fa≥luñu beyâna getür
Ba¡≥ı ev§âfuñu ¡ayâna getür
Aşağıdaki bölüm ise marifet şehrinin tasvirinden yapılan bir alıntıdır. Cennet
istiaresi etrafında şekillenen tasvirde pek çok teşbih ve istiareler bakımından bir
zenginlik göze çarpar. Şehrin suyunun kevsere, taşı ve toprağının altının hammaddesine,
şehrin Illiyyin makamına, gül bahçesinin cennetin sonsuz bahçesine vb. teşbihler dikkati
çeker:
1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur
‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur
1100. İrdiler çün o cây-ı zµbâya
Ya¡ni ol kişver-i felek-sâya
126
1101. Nice kişver ma…âm-ı ¡Illiyyin
Nice gülşen riyâ≥-ı «uld-ı berµn
1102. Görseñ ol sûr-ı kişveri bâri
Nûr-ı …udretden eylemiş Bârµ
1103. Kâ«-ı vâlâsınuñ …u§ûrı yo…
¢a§r-ı cennet gibi fütûrı yok
1104. N’ola olsa cihânda reşk-i behişt
Mihr ü meh aña sµm ü zerrµn-«ışt
1105. Anda her bir resâtµk-i ¡ulyâ
Şâmi« ü râsi« ü semâ-sµmâ
1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ
Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ
Ruh-ı pür-hikmetin kahramanlara nasihatinin yer aldığı bölüm ise tahkiyevî
anlatımda bir nida örneğidir ve eserde verilen derslerin sanattan uzak bir öğreticilikle bu
bölümde özetlendiği söylenebilir. Aşağıdaki beyitler bu bölümden alıntıdır:
1645. Kendüñüz fa≥lla ögüp §atman
»âb-ı πafletle dâ’imâ yatman
1646. Gelmesün size i«tilâl-ı fütûr
Fehm ü ferhenge olmañuz maπrûr
1647. ◊ased ü √ı…d u kibr ü kµni müdâm
Terk idüñ olasuz ≠evi’l-ikrâm
1648. Mev…i¡inde √amûl olup ≠elili
Terk idüñ nefsiñüzden ol «aleli
1649. ±elil ü mi√net-ile ferş olmañ
Sebeb-i inhidâm-ı ¡arş olmañ
1650. Eyleyüp ifti√ârı ¡izzetle
Şevket ü fa«r-ı câh u selvetle
1651. Fu…ara «ayline √a…âret-ile
Na@ar itmeñ da«ı ihânet-ile
127
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN İÇERİK ÖZELLİKLERİ VE TAHLİLİ
4.1. Gülşen-i Efkâr’ın Bölümleri (Bölüm Başlıkları ve Geniş Özeti)
Eser, bölümleri bakımından klâsik mesnevi özelliği taşır. Biz bu bölümleri,
bölümün içinde yer alan başlıklar ve bu başlıklar altında işlenen konuların geniş
özetini içeren tablo halinde verdik.
Giriş
(Besmele)
BAŞLIK
Başlık Yok
(b. 1-49)
Giriş (Tevhid)
BÖLÜM
1. TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CEMÂL Ü
±Ü’L-CELÂLDÜR Kİ REŞK-İ
¡I¢D-I LE’ÂL Ü ÂB-I
±ÜLÂLDÜR ¡A¢ABİNDE
BER¡AT-I İSTİHLÂL ±İKR
OLINUR
(b. 50-114)
"
2. MERÂTİB-İ TEV◊ÌD-İ
RABBÂNÌDÜR Kİ ¡AYÂN U
BEYÂN OLINUR
(b. 115-153)
"
3. ¡İLMÌ OLAN TEV◊ÌD-İ
±Ü’L-CELÂLİ TA¢LÌD Ü
İSTİDLÂLİDÜR ±İKR
OLINUR
(b. 154-162)
"
4. TEV◊ÌD-İ ¡AYNµ Kİ EF¡ÂLÌ
VÜ ~IFÂTÌ VÜ ±ÂTÌDÜR
İCMÂLİ BEYÂN OLINUR
(b. 163-166)
"
5. TEV◊ÌD-İ EF¡ÂLÌ
(b. 167-175)
İÇERİK
Besmelenin hazîne-i gayb başta olmak üzere her
kapıyı açan anahtar olma özelliği vurgulanır ve
besmeleyi oluşturan her harfin karşılık geldiği
kavramlar istiare ve teşbih sanatıyla mecâzî bir
şekilde anlatılır.
Allah'ın
yarattıklarından
hiçbirinin
sual
olunamayacağının vurgulandığı bu bölümde,
imkânsız gibi görülen pek çok şeyin yaratıcısının
Allah olduğu örneklerle verilir. O'nun fiillerinin
akılla anlaşılamayacağı, akl-ı külün Allah’ı hayal
edemeyeceği üzerinde durulur.
Tevhîdin mertebelerini ilmî, aynî ve hakikî
olmak üzere üç farklı manzûmeyle açıklayan
Şânî, tevhîdin ilmî mertebesini aklî ve naklî
olarak ikiye; aynî mertebesini de zâtî, sıfâtî ve
ef’âlî olmak üzere üçe ayırır.
Tevhîdin ilmî mertebesini aklî ve naklî olarak
ikiye ayıran şair, aklî olanı naklî olandan üstün
tutar. Aklî olana "tahkîk", naklî olana ise "taklîd"
yoluyla ulaşılır. Taklîd uykusunun terk edilmesi
gerektiği vurgulanarak kelâm ehlinin aklî ilme
yönelmesi gerektiğine işaret edilir.
Tevhîd-i aynîyi de "tevhîd-i ef’âlî, tevhîd-i sıfatî
ve tevhid-i zâtî" olmak üzere üç mertebeye
ayıran şair, bu üçünün merdivenin basamakları
gibi dereceler olduğunu ve tevhid yoluyla O'nun
varlığını müşahede etmenin ancak bu üç
basamağı çıkmakla olabileceğini belirtir.
Böylelikle fiilde faili, isimde müsemmâyı, sıfatta
mevsûfu görmenin mümkün olabileceği
vurgulanır.
Hak, fiilleriyle sâlike tecellî edince, sâlikin de her
fiilin Hakk'a ait olduğunu ve dolayısıyla tek bir
fâ'ilin olduğunu idrâk etmesi gerektiği anlatılır.
"
6. TEV◊ÌD-İ ~IFÂTÌ
(b. 176-186)
"
7. TEV◊ÌD-İ ±ÂTÌ
(b. 187-211)
"
8. TEV◊ÌD-İ ◊A¢Ì¢Ì
(b. 212-239)
"
9. TERCÌ¡-İ BEND Kİ TEV◊ÌDİ ◊A≤RET-İ ±ÂT U
MÜŞTEMİL-İ VA~F-I
~IFÂTDUR (b. 240-269)
Giriş (Kalbin
Mertebeleri)
128
10. MERÂTİB-İ ¢ALB-İ
İNSÂNÌ VE ◊İKMET-İ
~AMEDÂNÌDÜR BEYÂN
OLINUR (b. 270-278)
"
"
"
"
11. ¢ÂLE’LLÂHU TE¡ÂLÂ
CELLE VÜ ¡ALÂ VE “¢AD
»ALE¢AKÜM E‰VÂREN” (b.
279-287)
12. “EFEMEN
ŞERA◊A’LLÂHU ~ADRAHÛ
Lİ’L-İSLÂM” ÂYETİNE
MAªHAR OLAN ‰AVR-I
~ADRUÑ VA~F-I ±Ü’L¢ADRİDÜR Kİ ±İKR OLINUR
(b. 288-291)
13. MA¡DEN-İ GEVHER-İ
ÌMÂN VE MA‰LA¡-I MİHR-İ
Ì¢ÂN ‰AVR-I ¢ALB-İ
DIRA»ŞÂNUÑ VA~F-I
RA»ŞÂNIDUR BEYÂN
OLINUR (b. 292-295)
14. MA¡DEN-İ GEVHER-İ
MA◊ABBET-İ ~ÂF OLAN
‰AVR-I ŞE∏ÂFUÑ EV~ÂF-I
EŞRÂFIDUR Kİ ±İKR OLINUR
(b. 296-300)
Hakk'ın sâlike sıfatlarıyla tecellî etmesi
durumunda sâlikin eşyayı ve O'nun sıfatlarını
değil, yalnızca Allah'ı görmesi ve sıfatta
vasfedileni temaşa etmesi anlatılır.
Hakk'ın sâlike zatıyla tecellî etmesi halinde
sâlikin gözünde zât ve sıfat ayrımının ortadan
kalkacağı, gönül gözünün açılacağı anlatılır.
Tasavvuf düşüncesine göre insanın yaratılışı,
dünyanın O'nun varlığını müşahede etmede bir
ayna vazifesi görmesi anlatıldıktan sonra
hakikati bu aynada herkesin göremeyeceği,
çünkü arada "imkân perdesi"nin olduğu
belirtilir. İmkân perdesiyle kastedilen, gönül
gözünün kapalı olması durumudur.
Hakk'ın zât ve sıfatlarının anlatıldığı bölümdür.
"Esmâ-i hüsnâ"dan örnekler verilir.
Bu bölümde kalbin yedi mertebesi olan "sadr,
kalb, şegaf, fuâd, habbetü’l-kalb, süveydâ ve
muhcetü’l-kalb" üzerinde durulur. Daha sonra
ayetlerden yola çıkılarak kalbin bu yedi
mertebesiyle ilgili bilgiler verilir.
Nûh suresi 14. ayette geçen "Kad halekaküm
etvâren" ifadesinden yola çıkılarak seyr-i sülûk
süreci ve insanın tavırlarıyla ilgili bu ayetin
kalbin yedi mertebesine delalet ettiği anlatılır.
İlk tavır olan "sadr"ın vasfı anlatılırken Zumer
suresi 22. ayette geçen "Efemen şerahallahu
sadrahû li’l-İslami fe huve alâ nûrin min Rabbih"
ifadesinden Allah'ın kişinin sadrını İslam'a
yöneltmesi sonucu, kişinin Rabbinin nurundan
bir parça olduğu hatırlatması yapılır. Sadr, İslâm
cevherinin madenidir.
İkinci tavır olan "kalb"in vasıfları anlatılır. Onun
din cevherinin madeni olduğu, şeytanî sıfatların
ona giremeyeceği ve irfânının şeytanî sıfatları
yakacağı anlatılır. Kalb, îmân cevherinin
madenidir.
Üçüncü tavır olan "şegaf"ın sevgi ve şefkat
cevherinin madeni olduğu anlatılır.
129
"
"
"
Giriş (Mi'rac)
Giriş (Na't)
Giriş (Münacat)
"
15. MA◊ZEN-İ MÂKE±EBE’L-FUÂDU MÂ-RE’Â
OLAN MEV≤Ì-İ MÜKÂŞEFE
VE MA◊ALL-İ MÜL‰AFA
‰AVR-I FU’ÂDUÑ VA~F-I
DİL-ŞÂDIDUR BEYÂN
OLINUR (b. 301-304)
16. MAªHAR-I MA◊ABBET-İ
KİRDGÂR Ü MEVEDDET-İ
PERVERDGÂR-I
◊ABBETÜ’L- ¢ALB-İ TÂBDÂRUÑ ‰AVR-I PÜR-ENVÂRI
VA~F-I ÂB-DÂRIDUR
TA◊RÌR OLINUR (b. 305-309)
17. MECMA¡-I FÜNÛN-I
ŞETTÂ VÜ MENBA¡-I ¡ULÛMI LÂ-YEBLÂ ‰AVR-I
SÜVEYDÂNUÑ VA~F-I BÌHEMTÂSIDUR TE±EKKÜR
OLINUR (b. 310-314)
18. MA◊ZEN-İ SERÂİR Ü
MECLÂ-YI NÛR-I ZÂHİR
MUHCE-İ ¢ALB-İ ‰ÂHİRÜÑ
‰AVR-I BÂHİRİ VA~F-I
ªÂHİRİDÜR TAS‰ÌR OLINUR
(b. 315-323)
19. DERGÂH-I BÌ-ZEVÂL U
BÂRGÂH-I LÂ-YEZÂLE
TA≤ARRU¡ U İBTİHÂL İLE
MÜNÂCÂT-I ¡AR≤-I
◊ÂCÂTIDUR ±İKR OLINUR
(b. 324-369)
20. MEH-İ BURC-I VEFÂ VÜ
DÜRR-İ DÜRC-İ ~AFÂ VÜ
ŞEH-İ DİYÂR-I ◊UDÂ VÜ
PERTEV-İ NÛR-I »UDÂ
◊A≤RET-İ MU◊AMMED
MU~‰AFÂ’NUÑ NA¡T-I
MU~AFFÂLARIDUR TA◊RÌR
OLINUR (b. 370-403)
21. ‰ÂVÛS-I ¡ARŞ-ÂŞİYÂN Ü
ŞEHSÜVÂR-I MEYDÂN-I LÂMEKÂN OLAN SEYYÌD-İ
◊ARAMEYN Ü RESÛL-İ
¿A¢ALEYNÜÑ Mİ¡RÂC-I
ŞERÌF Ü ¡URÛC-I LA‰ÌFİ
VA~FIDUR BEYÂN OLINUR
(b. 404-481)
Dördüncü tavır olan "fuâd"ın mükâşefe
cevherinin madeni, mülâtafa mahzeninin
menbaı olarak vasıflandırılır. Yani temaşa
mahalli olarak değerlendirilir.
Beşinci tavır olan "habbetü'l-kalb"in Hakk'a
yönelen sevginin mahalli olduğu belirtilir. Başka
bir sevgiye tenezzül etmediği vurgulanır.
Altıncı tavır olan "süveydâ"nın sırların
bulunduğu hazine ve hikmet menbaı olduğu
belirtilir. Ledün ilminin keşif yeridir.
Yedinci ve son tavır olan "muhce-i kalb" ilahî
nurların tecellî mahallidir. Mükerrem olanların
makamı burasıdır ve en faziletli olanların sırları
burada gizlidir.
Şânî'nin
günahları
karşısında
münacatta bulunduğu bölümdür.
Allâh’a
Hz. Muhammed'in mucizelerinin anlatıldığı
bölümdür.
Hz. Muhammed’in mi’râca yükseldiği geceyi
tasvirle başlayan mir’âciyyede isrâ, mi’râc
hadiseleri, Hz. Peygamber'i taşıyan binek olan
Burak’ın vasıfları etraflıca anlatıldıktan sonra Hz.
Peygamber’in
göğün
katlarında
diğer
peygamberlerle karşılaşmasını dile getirir.
Mi’râc hadisesinden sonra dört halife birer
beyitle anılarak mi’râciye bitirilir.
Giriş (Çeharyar-ı
Güzin)
Giriş (Tazarru')
Giriş (Na't)
130
"
"
Giriş (Münacat)
"
22. TERCÌ¡-İ BEND Kİ
SEYYİD-İ SÂDÂT U
MEF◊AR-I MEVCÛDÂT U
ŞEFÌ¡-İ ¡ARA~ÂTUÑ NA¡T-I
ŞERÌF Ü MED◊-İ
MÜNÌFLERİDÜR ¡AYÂN U
BEYÂN OLINUR
(b. 482-511)
23. RECÂ-YI ¡İNÂYET Ü
ÜMÌD-İ ŞEF¡AT İÇÜN ŞEFÌ¡-İ
RÛZ-I CEZ SUL‰ÂN-I
ENBİYÂ ◊A≤RETLERİNE
TA≤ARRU¡ U NİYÂZ OLINUR
(b. 512-538)
24. İMÂM-I ◊A¢Ì¢-İ ¡ATÌ¢
OLAN ¡ALE’T-TA◊¢Ì¢ EBÛ
BEKR ~IDDÌ¢’UÑ NA¡T-I
ŞERÌFLERİ VÜ MED◊-İ
MÜNÌFLERİDÜR Kİ ±İKR
OLINUR (b. 539-549)
25. ZEYN-İ A~◊ÂB U
MÜRŞİD-İ A◊BÂB OLAN
¡ÖMER BİN ◊A‰‰ÂB’UÑ
NA¡T-I LÂYI¢ U VA~F-I
FÂYI¢LARIDUR BEYÂN
OLINUR (b. 550-560)
26. DÂMÂD-I FA»R-I
KEVNEYN OLAN ¡O¿MÂN-I
Zİ’N-NÛREYN’ÜÑ VA~F-I
CELÌL Ü MED◊-İ
CELÌLLERİDÜR BEYÂN
OLINUR (b. 561-571)
27. ŞÌR-İ »UDÂ VÜ ¢U‰B-I
EVLİYÂ OLAN ¡ALÌYY-İ
MURTE≤A’NUÑ NA¡T-I ÂBDÂR U MED◊-İ TÂBDÂRIDUR BEYÂN OLINUR
(b. 572-582)
28. MÜNÂCÂT
(b. 583-591)
Hz. Muhammed'in vasıflarının övüldüğü na't
bölümüdür. Şânî, bu bölümün sonunda
günahları karşısında Hz. Peygamber'den şefaat
ister.
Şânî Hz. Muhammed'in vasıflarını övdükten
sonra şefaat ümidiyle tazarruda bulunur.
İlk halife Hz. Ebubekir'in vasıfları anlatılır.
İkinci halife Hz. Ömer'in vasıfları anlatılır.
Üçüncü halife Hz. Osman'ın vasıfları anlatılır.
Dördüncü halife Hz. Ali'nin vasıfları anlatılır.
Şânî, dört halifenin de adını sıralayarak
münâcâtta bulunur.
Giriş (Sebeb-i
Te'lif)
Giriş (Tarikat Büyüğüne Medhiye)
Giriş (Larende Şehrengizi)
Giriş (Padişaha Medhiye)
131
29. SUL‰ÂN-I A¡ªAM U
»Â¢ÂN-I MU¡AªªAM
MÂLİK-İ Rİ¢ÂB-I ÜMEM
OLAN PÂDİŞÂH-I
MÜKERREM SUL‰AN
MURÂD »ÂN-I
MU◊TEREMÜÑ MED◊-İ
DÜRER-BÂR U VA~F-I
GÜHER-Nİ¿ÂRLARIDUR
◊ALLEDE’LLÂHU TE¡ÂLÂ
»ILÂFETEHÛ VE EBBEDE
ªILÂLE ~AL‰ANATİHÌ (b.
592-628)
30. BU ◊A¢ÌRÜÑ VA‰AN-I
A~LÌSİ OLAN ŞEHR-İ
TÂBENDE VÜ KİŞVER-İ
DİRA»ŞENDE YA¡Nİ SEVÂDI LÂRENDE’NÜÑ
◊AMÂHA’LLÂHU MİN
KÜLLİ ~ADMETİN VE
FİTNETİN VE ◊AFEªAHÂ
MİN CEMÌ¡İ BELİYYÂTİ
VÂFETEN MED◊-İ RA¡NÂ VÜ
VA~F-I ZÌBÂSIDUR ¡ALE’LİCMÂL BEYÂN U ¡AYÂN
OLINUR (b. 629-650)
31. KÂŞİF-İ RUMÛZ-I ∏AYBÌ
VÜ VÂRİ¿-İ ¡ULÛM-I NEBÌ
ŞEY» ¡ÖMER RÛŞENÌ E’ŞŞEHÌR Bİ-MONLA ÇELEBİ
◊A≤RETLERİNÜÑ
MEHHEDE’LLÂHU ªILÂLE
İRŞÂDİHÌ ¡ALE’‰-‰ÂLİBÌN
İLÂ-YEVMİ’L-¢IYÂME
VE’D-DÌN MEN¢IBI VÜ
EV~ÂF-I ¡ACÂYİBİDÜR
±EYLİNDE
SEBEB-İ
LEVÂYİ◊ Ü B¡ݿ-İ FEVÂYİ◊
±İKR OLINUR
(b. 651-711)
32. SEBEB-İ NAªM-I
GÜLŞEN-İ EFKÂR U ~IFAT-I
FA~L-I HAZÂN U BAHÂR
(b. 712-769)
Dönemin padişahı III. Murad’a yazılmış
medhiyede Şânî, III. Murad’ı Hakk’ın
yeryüzündeki gölgesi olarak kabul eder. Şânî’ye
göre III. Murad’ın methedilen vasıfları
anlatmakla bitmez.
Şânî bu bölümde memleketi Lârende' yi tasvir
eder. Lârende, âlimlerin, sâlihlerin mekânı olup
bağları, bahçeleri, tabiat güzellikleri ve kalesiyle
cennetten bir parça olarak anlatılır.
Şânî, Dede Ömer Ruşenî'den feyiz aldığını, bu
feyizle kalbinin temizlendiğini ve bu feyzin
Gülşen-i Efkar'ı yazmasında önemli etkisinin
olduğunu belirtir. Bu bağlamda bu cihanda kalıcı
bir eser bırakmayan kişinin unutulup gideceğini
vurgulayarak adının hayırla yâd edilmesi için
Gülşen-i Efkar'ı yazdığını söyler.
Teşbih, teşhis ve istiarelerle örülü sanatlı bir
anlatımla ayrıntılı bir bahar ve hazan tasviri
yapılır. Daha sonra Şânî eserini gül bahçesine
benzetir ve eserindeki her sözün, her harfin
cennet bahçesinin bir nümunesi olduğunu
anlatır.
Konunun
İşlendiği Bölüm
132
33. Â∏ÂZ-I HİKÂYET
(b. 770-781)
"
34. BEHİŞT-ÂSÂ OLAN
◊ADÌ¢A-İ ¡ULYÂ VÜ
GÜLŞEN-İ BÌ-HEMTÂNUÑ
VA~F-I ZÌBÂSI VE KÂ◊-I
VÂLÂ VÜ ¢A~R-I A¡LÂNUÑ
MED◊-İ RA¡NÂSIDUR Kİ
MEDÂR-I ◊İKÂYET Ü
MÜBDÌ-İ RİVÂYETDÜR Kİ
±İKR OLINUR.
(b. 782-842)
"
"
"
35. ~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L-I
NÌK-ÂRÂNUÑ ¡İLM Ü ◊İLM-İ
RA¡NÂ VÜ DEVLET-İ BÌHEMTÂ-YILA
MÜNªARASIDUR BEYÂN
OLINUR
(b. 843-870)
36. ¡A¢L-I PÂK SEM¡-İ TÂBNÂKİ VA~F İTDÜGİDÜR
BEYÂN OLINUR. (b. 871-878)
37. ¡A¢L-I PÜR-ENVÂRUÑ
BA~AR-I TÂB-DÂRI
TA¡RÌFİDÜR ±İKR OLINUR.
(b. 879-889)
Şairin söz söyleme kudretiyle övündüğü
bölümdür. Şânî kendine seslenerek halkı bu
eserle aydınlatması, onlara hakikati göstermesi
gerektiğini belirtir. Bu bölümde ana hikâyeye
ilişkin herhangi bir olay veya duruma yer
verilmemiştir.
Gülşen’in insanı cezbeden birçok vasfı olduğunu
ifade
eden
Şânî,
Gülşen’in
gözcülüğünü nergis, kapıcılığını benefşenin
üstlendiğini söyler. Koruyuculuğu ise akıl, ilim,
hilm ve devlet yerine getirir. Mekânı insan
dimağı olan akıl, yol göstericilik vasfıyla
vurgulanırken ilim, hayatı aydınlatan bir ışıktır.
Hilm ‘edeb’ kavramıyla tanımlanır ve hilmin
insanlar arasındaki fitneyi önleme özelliği
belirtilir. Devlet ise ‘talih’i simgelemekte-dir. Bu
dört kahramanın vasıfları övülür. Bir gece
nergisi meclise gözcü koyarak münazaraya
başladıkları söylenir.
Aklın kendini tavsif edip yücelttiği bölümdür.
Akıl, ricalü'l-gaybın men-aref sırrını akıl yoluyla
anlayabileceğini belirtir. Daha sonra hünerli pek
çok müridi olduğunu söyledikten sonra bu
müridler hakkında açıklamalar yapar.
Bu müridlerin ilki "sem'" yani işitme duyusudur.
Akıl, gecenin karanlığının ona
perde
olamayacağını belirtir.
İkinci mürid ise "basar"dır. Gözü, görme
duyusunu işaret eder. Güzeli gören ve
müşahede edendir.
"
38. ¡A¢L-I DİL-CÛ ŞEMM-İ
»OŞ-BÛYI TA¡RÌF
İTDÜGİDÜR TA◊RÌR
OLINUR
(b. 890-896)
Üçüncü mürid olan "şemm"(burun, koklama)'in
anlatıldığı bölümdür. Akıl, onun Ruhullah'ın
kokusunu alınca misk ve anberin kokusunu hiç
duymadığını, bûy-ı sabânın ona Hz. İsâ'nın
nefesi gibi geldiğini, cennetin kokusunu
alabildiğini ve onun makamının arş olduğunu
belirtir.
"
39. ¡A¢L-I TÂB-DÂR ±EV¢-İ
ÂB-DÂRI VA~F İTDÜGİDÜR
±İKR OLINUR
(b. 897-903)
Dördüncü mürid ise "zevk" yani tatma
duyusudur. Tasavvufta manevi hazzı ifade eder.
Zevk-i ruhanî'nin ruha feyiz verdiği belirtilir.
"
40. ¡A¢L-I ENVÂRUÑ LEMS-İ
NÂZİKTERİ TAV~ÌFİDÜR
BEYÂN OLINUR
(b. 904-909)
Beşinci mürid olan "lems" (dokunma) sıcak ve
soğuğu algılar, kişiyi sıcağın yakıcılığından ve
soğuğun donduruculu-ğundan korur. Kuru ve
nemli olanın farkına varıp kuruda yaşta Hızır gibi
insanın imdadına yetişir.
133
"
"
"
"
"
"
"
"
Altıncı mürid ise "hiss" (duygu)'tir. Onu gören
olmamıştır. Sadakat ve kerametle makamı
beklemektedir. İçine beş nehrin boşaldığı bir
havuz gibidir. İnsan ruhu gibi gizlidir ancak
gönüldeki hükmü nur gibi apaçıktır. Her akıl
sahibi onu baş tacı yapar.
42. ¡A¢L-I SIRDÂŞ »AYÂL-İ Yedinci mürid ise "hayal"dir. İlm-i bâtında
NA¢¢ÂŞI TA¡RÌFİDÜR
mâhirdir ve gönle her ne gelse bilir.
TAS‰ÌR OLINUR
Göremeyeceği, tasvir edemeyeceği hiçbir şey
(b. 917-924)
yoktur.
Sekizinci mürid "vehm" (korku, kuruntu ve
43. ¡A¢L-I DİRA◊ŞÂN VEHM- şüphe)'dir. Edeb, terbiye sahibidir. Nefsî
İ TERSÂNI VA~F İTDÜGİDÜR arzulara mani olandır. Daima vahdette olmayı
±İKR OLINUR
arzulamaz, sefayı kesrette bulur. Cüz'î ilme
(b. 925-931)
kâdirdir. Korkuları, şüpheleri akla bildirmekle
görevlidir.
44. ¡A¢L-I DERYÂ-DİL
Dokuzuncu mürid "hafıza"dır. Sırlar hazinesinin
◊ÂFIªA-İ KÂMİLİ TAV~ÌF
sadık bekçisi, koruyucusudur. Kalbe giren her
İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR
şey hafızaya alınır ve orada gizlenir. Aklın
(b. 932-941)
hazinedarıdır.
Onuncu ve son mürid "mutasarrıf"tır. Aklın
tasarruf etme yetisi, salâhiyeti ona bağlıdır.
45. ¡A¢L-I ŞERÌF
Aklın karara varmasını sağlayan unsurdur.
MUTA~ARRIF-I LA‰ÌFİ VA~F Bölümün sonunda akıl, kendini bu müridlere
İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR
sahip olduğundan dolayı överek kendisini İslâm
(b. 942-952)
incisinin saklandığı mahzen olarak niteler. Aklın
sözleri burada sona erer ve sonraki başlıkta ilim
münazarada söz alır.
46. ~IFAT-I ŞEB VE ¡İLM-İ
Bu bölümde ilim konuşma sırasını alır ve kendi
FA≤LULLÂHUÑ ¡A¢L U
özelliklerini sıralar. Bu özelliklerde de tıpkı
◊İLM Ü DEVLETŞÂH İLE
akılda olduğu gibi bir kusur yoktur. Aklın iddia
MÜNªARASIDUR TA◊RÌR ettiği fâzıl, ârif, âlim, kâşif vb. özelliklerin
Ü TAS‰ÌR OLINUR
kendinde olduğunu ve insanın irşâda kendi
vasıtasıyla ulaşabileceğini belirtir.
(b. 953-989)
47. ~IFAT-I ~UB◊ VE ◊İLM-İ
SELÌMÜÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü
Münazarada konuşma sırası hilmdedir. Hilm de
DEVLET-İ ¡AªÍM İLE
diğerleri gibi özelliklerini sıralayarak üstünlük
MÜNªARASIDUR TA◊¢Ì¢ iddiasına katılır.
OLINUR (b. 990-1024)
Konuşma sırasını devlet almıştır. O da kendi
48. ~IFAT-I ŞEB VE DEVLET-İ vasıflarını överek münazarada üstünlüğünü dile
KÂMRÂNUÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü getirmeye çalışır. Son beyitlerde dört kahraman
◊İLM-İ DIRA»ŞÂNLA
bu münazaradan bir galip çıkmayacağını
MÜNªARASIDUR BEYÂN anlayınca sorularına cevap verebilecek "hâkim
OLINUR
ve âlim" birine danışmaya karar verir sonraki
bölümde danışacakları kişiyi bulmak üzere bir
(b. 1025-1065)
seyahate çıkarlar.
41. ¡A¢L-I MEHEKK ◊İSS-İ
MÜŞTEREKİ TA¡RÌF
İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR
(b. 910-916)
134
Bir seher vakti dört kahraman altın kanatlı bir
şahbazın sırtında doğu tarafına doğru seyahate
çıkarlar ve çölü aştıktan sonra o günün sabahı
bir kazaya varırlar. O kazada bir tepe görürler.
Bu tepenin eteklerine kurulmuş bir şehir vardır.
Sorularına cevap verecek zatı bulmak ümidiyle
şehre girerler. Şehrin içinde bir gül bahçesi
(gülşen) görürler. Gül bahçesinin ortasında bir
kubbe vardır. Şehrin, bahçenin ve kubbenin
güzelliği karşısında hayrete düşerler. Bahçenin
içinde ay yüzlü, yasemin kokulu bir güzel
görürler. O güzelin adının rûh-ı seyranî, şehrin
adının da "şehr-i marifet" olduğunu rûh-ı
seyranîden öğrenirler. Bahçenin içindeki
kubbenin adı da "beyt-i mevhibet"tir. Beyt-i
mevhibette sorularına cevap verecek kişi olan
rûh-ı pür-hikmet bulunmaktadır. Bu kişi şehrin
valisidir. Rûh-ı seyranî ise onun hizmetkârıdır.
Dört kahramanımız rûh-ı seyranîye dertlerini
anlatırlar ve rûh-ı seyranî de onları sabahleyin
rûh-ı pür-hikmete götüreceğini, aradıkları
cevabın onda olduğunu söyler. Bölüm boyunca
kahramanların gördükleri yerler ve rûh-ı seyranî
ayrıntılı ve sanatlı bir anlatımla tasvir edilir.
Dört kahraman, marifet şehrinin sözcüsü olan
rûh-ı seyranî ile kubbe-i mevhibetin önünde
buluşurlar. Rûh-ı seyranî, rûh-ı pür-hikmet
hakkında ayrıntılı bilgi verirken övgü dolu sözler
söyler. Dört kahraman da aradıkları cevabın
rûh-ı
pür-hikmette
olduğunu
anlayarak
kendilerini ona götürmelerini rûh-ı seyranîden
rica ederler.
"
49. ~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L U
¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLET
SEYÂ◊AT İDÜP ŞEHR-İ
MA¡RİFET Ü ¢UBBE-İ
MEVHİBETE VÂ~IL OLUP
RÛ◊-I SEYRÂNÌYE
MÜL¢ÂT OLDU¢LARIDUR
BEYÂN OLINUR
(b. 1066-1165)
"
50. ~IFAT-I ~UB◊ VE RÛ◊-I
SEYRÂNÌ Kİ ¡ÂRİF-İ
RABBANÌ OLAN RÛ◊-I PÜR◊İKMET-İ ~AMEDÂNÌYİ
VA~F İTDÜGİDÜR TA◊RÌR
OLINUR
(b. 1166-1244)
"
51. RÛ◊-I SEYRÂNÌ ¡A¢L U
¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLETİ
RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE
‰APŞIRUP RÛ◊-I PÜR◊İKMET DA»I ANLARA
İSTİFSÂR-I ◊ÂL İTDÜGİDÜR
¡ALE’L-İCMÂL ±İKR OLINUR
(b. 1245-1291)
Rûh-ı seyranî, rûh-ı pür-hikmete durumu anlatır.
Daha sonra rûh-ı pür-hikmet onları huzuruna
kabul eder. Kahramanlar neden burada
olduklarını açıklarlar. Rûh-ı pür-hikmet de
onların sorularına cevap vereceğini belirtir.
Ancak akşam olmuştur ve sabah olunca
gelmelerini söyler.
"
52. SIFAT-I SUB◊ VE ¡A¢L
RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE
FA≤ÌLET Ü »A~LETİNİ
TA¢RÌR İTDÜGİDÜR ±İKR
OLINUR
(b. 1292-1338)
Sabah olunca rûh-ı pür-hikmetin huzurunda
sözü ilk olarak akıl alır. Ayet ve hadislerden
yararlanarak kendi vasıflarının üstünlüğünü dile
getirir. İlmin kendisinin halefi olduğunu, kendi
zatıyla şeref bulduğunu; hilmin aklın kerametini
görüp saadet kapısını beklediğini; devletin ise
yanında bekleyen muhafızı olduğunu belirterek
hepsinden üstün olduğu iddiasını dile getirir.
135
"
53. İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR◊İKMET
(b. 1339-1370)
"
54. ¡İLM-İ ¡ÂLÌ-ŞÂN RÛ◊-I
PÜR-◊İKMET-İ SÜ»ANDÂNA
FA≤LINI BEYÂN İTDÜGİDÜR
(b. 1371-1418)
"
55. İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR◊İKMET
(b. 1419-1449)
"
56. ◊İLM-İ NÌK-»A~LET
RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE
TA¢RÌR-İ FEZÂ’İL Ü
TA◊¢Ì¢-İ ŞEMÂ’İL
İTDÜGİDÜR (b. 1450-1490)
"
57. İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR◊İKMET
(b. 1491-1518)
"
58. DEVLET-İ FERRU»-FÂL
RÛ◊-I PÜR-◊İKMET-İ NÌK»I~ÂLE BEYÂN-I FA≤L U
¡AYÂN-I ¡ADL İTDÜGİDÜR
TA◊RÌR OLINUR
(b. 1519-1560)
"
59. İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR◊İKMET
(b. 1561-1599)
Rûh-ı pür-hikmet, aklın üstünlük iddialarına
onun kusurlarını anlatarak karşı çıkar ve
üstünlük taslamaya hakkı olmadığını söyler. Bu
kusurlardan bazıları şunlardır: Vehme düşmek,
davranışlarında tutarsız, sözlerinde sadakatsiz
olmak, dünyevi şeylere önem vermek, gönül
âleminde ve aşkın nuru karşısında sönük
kalmak, onu idrak edememek, zâhiri görmek
ama bâtında yetersiz kalmak, mağrurlanmak vb.
İddiasını dile getirme sırası ilimdedir. İlim, ayet
ve hadislerden de yararlanarak faziletlerini dile
getirir. Akıl, hilm ve devletin kendinin saadet
kapısını beklediğini ve onlardan üstün olduğunu
söyler.
Rûh-ı pür-hikmetin ilme itirazı, ilmin sahip
olduğu şu özellikler etrafında şekillenir:
Bencillik, menfaatçilik, kibirlilik, kıskançlık,
tevazu sahibi olmama, mağrur olma vb.
Hilm de kendi vasıflarını ayet ve hadislerden
örneklerle anlatarak üstünlük iddiasında
bulunur.
Rûh-ı pür-hikmetin hilme itirazı başlıca şu
özellikleri yüzündendir: Alçakların, değer
bilmezlerin ayağının altında ezilmesi, zayıflık ve
acizliğin göstergesiymiş gibi görülmesi, alçaklara
gerekli cevabı verememesi, hakarete uğradığı
halde ses çıkaramaması, edepli geçinip de edep
vermeye yanaşmaması, riyâkâr zannedilmesi,
insanların kabahatlerini görmezlikten gelerek
haddini bildirmemesi, dışa iyi görünüp de içte
öyle olmaması, alçakların elinde mihnete
düşmesi, tevazunun fazlasının ayıplanması vb.
Söz sırası devlettedir. O da kendi vasıflarını ve
diğer kahramanların iddia ettiği "ben daha
faziletliyim" savını ruh-ı pür-hikmet’e anlatır. Bu
iddiada akıl, ilim ve hilmin kendisinin
hizmetkârları olduğunu söyler. Bu iddiaya göre
akıl onun veziri, ilim askeri, hilm ise sırlarını
kaydeden kâtibidir.
Rûh-ı pür-hikmet, devletin kusurlarını şu
özelliklerini söyleyerek ortaya koyar: Halka karşı
vefasız olması, kaba ve sertlik yanlısı olması,
hayal aleminde (dünya) saltanat sürmesi, kesret
aleminde kalması, gönül gözünden mahrum
olması, mazlumu umursamaması, zahirde
zengin görünüp batında fakir olması, nadanın
ayağına gitmesi, açgözlü ve kibirli olması vb.
136
Bitiş
"
Dört kahraman, rûh-ı pür-hikmetin söyledikleri
karşısında kendi kusurlarının farkına varmıştır.
Son
olarak rûh-ı pür-hikmetten nasihat isterler.
60. ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü
DEVLET RÛ◊-I PÜR-◊İKMET Rûh-ı pür-hikmet de onlara şu nasihatlerde
bulunur: Bilgi ve fazilet sahibi olunca gaflete
±EVÌ-◊AYRETDEN
düşmeyin, kibir ve riyâdan uzak durun, kendi
TEMENNÂ-YI NA~Ì◊AT İDÜP
ayıbınızı bilin, başkalarının ayıplarıyla meşgul
RÛ◊ DA»I ANLARA
olmayın, benliği terk edin, hasedden uzak
NA~Ì◊AT-I ◊İKMET-ÂMÌZ
durun, kin gütmeyin, kendiniz dışındakileri
İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR
küçük görmeyin, aşağılamayın, kusurunuzu
(b. 1600-1671)
bilin, zaaflarınızı görün vb. Bölümün sonunda
kişinin Hakk'a vasıl olması için bir mürşîd-i
kâmîle intisab etmesi gerektiği vurgulanıyor.
"Hamd ü senâ, dua, şairin eseriyle ve şairliğiyle
övünmesi, eserin adı, metni doğru okuyamayan
61. »ÂTİMETÜ’L-KİTÂB
ve anlayamayan okuyuculara yergi, okuyucudan
(b. 1672-1730)
hayır dua isteme" şeklinde özetleyeceğimiz bu
bölümle Gülşen-i Efkâr sona erer.
4.2. Dönemin Tarihî ve Sosyal Yapısına İlişkin İpuçları
Gülşen-i Efkâr dinî-tasavvufî konulu alegorik bir mesnevi olduğu için eserin
içinde dönemin sosyal yapısını ortaya koyacak türden beyitlere pek rastlanmaz. Sultan
Üçüncü Murad’a yazdığı bir methiye onun Sultan Murad devrinde yaşadığını ve
muhtemelen Gülşen-i Efkâr’ı Sultan Murad’a sunduğunu düşündürür. Çünkü Gülşen-i
Efkâr’da Sultan Murad dışında methiye yazılan herhangi bir devlet büyüğü yoktur.
Sultan Murad methiyesinde de sosyal hayata ilişkin konulara girilmemiş, sözü edilen
methiye hamasî tarzda ağdalı bir dille yazılmıştır. Şânî’nin, Mevlânâ’nın Mesnevisine
methiyede bulunması ve Gülşen-i Efkâr’ın da onun gibi elden düşmeyen bir eser
olmasını istemesi, Mevlânâ’dan etkilenmiş olabileceği düşüncesini kuvvetlendirir:
1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ
Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ
1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd
¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd
Şânî, Dede Ömer Rûşenî’ye de bir methiye yazmıştır. Dede Ömer Rûşenî
Halvetiyye tarikatının pîrleri arasında sayılır. Bu sebeple şairin halvetî olduğu sonucuna
varılabilir. Beyitleri arasında “halvet” sözcüğü Gülşen-i Efkâr’da on beyitte karşımıza
çıkmaktadır:
137
47.
Kimi ke&retde kimi va√detde
Dâ’ire içre kimi «alvetde
408.
Bir gice …aplamışdı dehri @alâm
»alvete girmiş idi bedr-i tamâm
673.
Ber… urur ru«larında nûr-ı §afâ
Oldı «alvet-serâda şem¡-i hüdâ
675.
Nûn olup …addi künc-i †â¡atde
Buldı sırr-ı fenâyı «alvetde
677.
Ol emµr-i serµr-i ¡âlem-i …alb
Şem¡-i «alvet-serây-ı «âne-i ce≠b
882.
¢arañu «alvet içre buldı cem¡
Şu¡le-i nûr-ı ≠âtın itdi şem¡
889.
Gice künc-i fenâ-yı «alvetde
Gündüzin §un¡-ı ◊â……ı ¡ibretde
955.
Rûşen olmaπiçün derûnı gehî
»alvet-i hâle içre …oydı mehi
1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür
Cevher-i ma¡rifetle …albi pür
1198. Buldı «alvet-serâda cem¡ü’l-cem¡
Gördi ol nûr-ı ≠ât ¡ayn-ı şem¡
Şânî’nin teşbih ve istiârelerde kullandığı kuvvetli unsurlar da dönemin sosyal
yapısına ilişkin ipuçları içerir. Örneğin edebî sanatlara örnekler verirken üzerinde
durduğumuz saray istiâresi, saraydaki hiyerarşiyi vermesi bakımından önemli
sayılabilir. Sarayda en yetkili kişi padişahtır. Ondan sonra veziri ve diğerleri sıralanır.
Dört hikâye kahramanının münazarasında “devlet” kendisini padişah olarak görürken
diğer kahramanları hizmetkârları olarak düşünür:
1528. Benem ol pâdişâh-ı deryâ-cûş
Ba√r-i cûdum ider ziyâde «urûş
1530. ¡A…l-ı kâmil benüm vezµrümdür
¡İlm-i fâ≥ıl benüm müşµrümdür
138
1531. Kâtib-i sırrum oldı √ilm-i selµm
Dâ’imâ «idmetüm ider o √alµm
1532.
◊â§ılı ¡a…l ü ¡ilm ü √ilm ü va…âr
Zµr-i destümde cümle √i≠metkâr
Şânî, mesnevinin giriş bölümünde saraydaki görev dağılımını yaparken mürşit
rolünü üstlenen “rûh-ı pür-hikmet”i padişahlık makamına oturtup diğerlerini onun
hizmetkârları yapar. Bu dağılımda rûh-ı pür hikmet mürşit olurken diğer kahramanların
da mürid olacağı daha eserin giriş bölümünde ön bilgi olarak verilir:
101.
Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh
102.
¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm
“Eflâtun, Efrâsiyab, Dârâ” vb. telmih unsurları o dönemde herkesçe bilinen ve
önem verilen şahsiyetleri vermesinden çok o kişilerin özellikleri, o dönem insanının
hangi özelliklere değer verdiğini göstermesi bakımından önemlidir. Örneğin âb-ı hayat,
Hızır, İlyas ve İskender telmihi gerçek anlamda bedenen ölümsüz olmayı anlatmak için
kullanılmaz. İlâhî aşk anlamında tasavvufî bir sembol olarak kullanılan âb-ı hayat, ledün
ilminden kinâyedir. O, mürşid-i kâmilin, hayvanî hayat yaşayan insan aklını dirilten
sözleri ve nazarıdır. Manevî neş’eyi, aşk ve irfânı anlatmak için kullanılır.
4.3. Din ve Tasavvuf
Tasavvuf, sûfîlerce Allah ve Resulü’nün (s.a.v.) öğrettiği edep üzere kurulmuş
manevî ve ahlakî eğitim sistemi olarak görülür. Temel yöntemi, tövbe, ihlâs, haramdan
kaçınma, zikir, rabıta, sohbet, hizmet ve edeple nefsi terbiye etmektir. Hedefi, Allah
Tealâ’nın rızasına ulaşmış kâmil insan yetiştirmektir. Tasavvuf terbiyesinin merkezinde
mürşid-i kâmil bulunur. Mürşit, bu yolda manevî eğitimini tamamlamış velîler
arasından seçilerek görevlendirilir. Bu görevi ona halk değil, Cenab-ı Hak verir. Onu
taşıyacak kimselerin hem âlim hem ârif olması şarttır. Onun için mürşit ilim irfan sahibi
edepli kişilerden seçilir. Gerçekten terbiye olmayan kimse başkasını terbiye edemez.
Tarikat ise bir okuldur. Bu okula samimiyetle girilir, edeple çıkılır. Gülşen-i Efkâr
boyunca Şânî bu edebi öğretme, bu terbiyeyi verme gayretindedir. Ana hikâye kısmının
139
son bölümünde hikâye boyunca okuyucuya vermek istediği mesajları rûh-ı pür-hikmetin
ağzından özetler. Bu bölüm bir bakıma mesnevinin yazılma amacını ortaya koyar. Şânî
burada bir öğretmen edasına bürünür. Aşağıdaki beyitler bu bölümden alınmadır:
1637. Bu cihân içre «od-nümâ olmañ
~â√ib-i kibr yâ riyâ olmañ
1638. Her kişi ¡aybına olup ¡ârif
∏ayri ¡aybına olmasun vâ…ıf
1643. Benligi terk idüñ ¡ale’l-ı†lâ…
Eyleye tâ ki sizde nûr işrâ…
1645. Kendüñüz fa≥lla ögüp §atman
»âb-ı πafletle dâ’imâ yatman
1647. ◊ased ü √ı…d u kibr ü kµni müdâm
Terk idüñ olasuz ≠evi’l-ikrâm
1648. Mev…i¡inde √amûl olup ≠elili
Terk idüñ nefsiñüzden ol «aleli
1656. Size lâyı… budur ki dünyâda
Viresüz hep vücûduñuz bâda
1657. Bilesüz dâ’imâ …usuruñuzu
Añlayasuz …amu fütûruñuzu
4.3.1. Âyetler
Dinî-tasavvufî eserlerde şair sözünü Peygamber’in sözleriyle ve Kur’an’a
yaptığı göndermelerle güçlendirir. Böylelikle söylediklerini sağlam temellere oturtmuş
olur. Âyet ve hadisler divan şairinin faydalandığı ana kaynaklar arasında yer alır. Eser
dinî-tasavvufî içerikliyse bu yola çok daha fazla başvurması doğaldır. Gülşen-i Efkâr’da
sûre ve âyetlere yapılan göndermeler şunlardır:130
Bazı beyitlerde sûreler sadece ismen zikredilir:
525.
130
Dürr-i la¡lüñ ki sµni Yâsµnüñ
Beñlerüñ §anki no…†ası dµnüñ
Açıklamaların sonunda (Sûre adı, sûre numarası / âyet numarası) düzeninde kısaltma yapılmıştır.
Âyetin Türkçe meâli verilirken Türkiye Diyanet Vakfı Kuran-ı Kerim Meâli esas alınmıştır.
140
İsrâ sûresi, 70. âyette “Velekad kerremnâ benî-âdem” Anlamı: İnsan bütün
yaratıkların en mükerremidir. Şair de insan olduğundan bu sûre hakkı için Hz.
Muhammed’den şefaat arzusunu dile getirir:
530.
Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr
İhlâs, samimi olmak, dine içtenlikle bağlanmak demektir. Allah'a bu sûrede
anlatıldığı şekilde inanan, tevhit inancını tam anlamıyla benimsemiş ihlâslı bir mü'min
olacağı için sûre bu adla anılmaktadır. İslâm’ın tevhid akidesinin en özlü, samimî ve
anlamlı ifadesini içerir. Sûrenin anlamı şu şekildedir: “De ki: O, Allah birdir. Allah
sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.”
63.
Sırr-ı …albüñde var-ısa i«lâ§
Saña yeter bu sûre-i İ«lâ§
Nûn adıyla da bilinen sûre Kur’an-ı Kerim’de “Kalem sûresi” adıyla geçer. İlk
sözü “Nûn” olduğu için bu adla da anılır. Sûrenin ilk iki âyetinin anlamı şöyledir:
“Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki (Resûlüm), sen -Rabbinin
nimeti sayesinde- mecnun değilsin.” Leyl kelimesi, gece ve karanlık anlamlarına gelir.
Ve’l-leyl “Geceye and olsun” anlamındadır. Leyl sûresinin ilk dört âyetinin anlamı ise
şöyledir: “(Karanlığı ile etrafı) bürüyüp örttüğü zaman geceye, açılıp ağardığı vakit
gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana yemin ederim ki işleriniz başka başkadır.” Beyitte
ebrûnun nun harfine benzemesi, saçlarının siyah oluşuyla leyl benzetmesi dikkat
çekmektedir. Nûn ve leyl sözcükleri hem gerçek anlamlarıyla hem de sûre adı olarak
kullanılmaktadır:
379.
953.
131
Sûre-i Nûn medd-i ebrûsı
Da«ı ve’l-leyl-i târ gµsûsı
Bir gice pµr-i çar«-ı mihr-i ≥amµr
Sûre-i Leyl’i eyledi tefsµr 131
Bu sûrede insanoğlunun iki zıt davranışından, cömertlik ve cimrilikten bahsedilir. İmanlı olmakla
cömertlik, imansızlıkla cimrilik arasındaki ilişkiye dikkat çekilir. “Geceye yemin ederek” başladığı
için "Leyl" sûresi denilmiştir.
141
“Hâ mîm” âyetiyle başlayan Mu’min, Fussilet, Şûrâ, Zuhrûf, Duhân, Câsiye,
Ahkâf sûreleri aynı isim altında söz konusu edilir. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: “Her
şeyin bir özü vardır. Kur'ân’ın özü ise, "Hâ mîm"lerdir. Her kim Âyet-el kürsî ve
Mü'min sûresini okursa, o gün içerisinde bütün fenâlıklardan muhâfaza olunur. Cennet
bahçelerinde yükselmeyi arzu eden kimse, "hâ mim"leri okusun. Her kim Mü'min
sûresini (İleyhi’l-masîr)e kadar ve Âyet-el Kürsî'yi sabahleyin okursa, bu kimse bütün
belâ ve musibetlerden korunur. Akşam okursa, sabaha kadar bütün fenâlıklardan
muhâfaza olunur.” Hâ mîm'ler yedidir: Cehennemin kapıları da yedidir. Her hâ mîm
gelip cehennemin bir kapısına durur ve; "Yâ Rab, bana inanan ve beni okuyan kişiyi bu
kapıdan içeri sokma" diye yalvarır.132 Ayrıca mutasavvıflar Kur’an’da yedi sûrede
geçen “hâ mîm”i yedi nefsle ilişkilendirirler. Bu ilişkiye göre 1. hâ-mîm (Mu’min sûresi
- nefs-i emmâre/tevbe) 2. hâ-mîm (Fussilet sûresi - nefs-i levvâme/verâ) 3. hâ-mîm
(Şûrâ sûresi - nefs-i mülhime/zühd) 4. hâ-mîm (Zuhrûf sûresi - nefs-i mutmainne/fakr)
5. hâ-mîm (Duhân sûresi - nefs-i raziyye/sabr) 6. hâ-mîm (Câsiye sûresi - nefs-i
merzıyye/tevekkül) 7. hâ-mîm (Ahkâf sûresi - nefs-i sâfiyye/kâmil) şeklinde
açıklanır.133 Tasavvufta ruhsal gelişimin ilerleme aşamalarını temsil eden makamlar
vardır. Nefs-i emmâre ve levvâmede bulunan kişi, bu ikisiyle sıfatlanınca, havf ve recâ
adını alır. Nefs-i mülhimede bulunan kişi sıfatlanınca kabz ve bast, râziyye ve merzıyye
ve mutmainnede bulunan kişide heybet ve üns adlarını alırlar. Nefs-i kâmilede bu isim
celâl ve cemâl olur. Havf ve recâ mübtedîler (başlangıç durumundakiler); kabz ve bast
mutavassıtlar (yolu yarılıyanlar); heybet ve üns kâmil (olgunlaşmış kişi); celâl ve cemâl
halife (yeryüzünde Allah'ın temsilcisi) içindir. Bu da Hz. Muhammed veya insan-ı
kâmil mertebesine erişmişler için kullanılır.134 Aşağıdaki beyitte nefsin yedi tabakasını
geçen (hâ mîm ile başlayan sûreler nefsin yedi tabakasına isnad edilir.) Hz.
Muhammed’den bahsedilir. İkinci mısrada “mîm” harfi nefsin birinci tabakasıyla
ilişkilendirilen “Mu’min” sûresinin ilk harfini oluşturur. Nefsin ilk tabakasında her şey
muhkem (belirsiz)’dir. Mîm kelimesiyle oynayan Şânî, kitapların sonuna konan ve
“temme” ifadesi olarak bilinen “son” anlamını da verir. “Yani nefsin ilk tabakasında her
şey belirsiz” anlamının yanı sıra “sonunun da belirsiz olacağı” hükmüne işaret eder.
Nefsin son tabakası aşıldığında ise her şey netleşir, kesinlik kazanır:
132
http://www.mumsema.com/misafir-sorulari/131843-hamim-ile-baslayan-sureleri-tek-seferdeokumanin-faziletiyle-ilgili.html
133
http://www.muhammedinur.com/forum/viewtopic.php?f=44&t=4679
134
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yay., İstanbul 2009.
142
484.
Geldi √allitdi sûre-i √â mim
Mµm-i mübhem idi femi mu√kem
Beyitlerin veya başlıkların büyük çoğunluğunda ise belirli bir âyete gönderme
yapılır:
¢ad «ale…aküm e†vâren:
“Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O
yaratmıştır.” (Nûh 71/14). Mutasavvıflara göre tavırdan tavıra geçiş, seyr-i sülûk süreci
ile ilgilidir. Kalbin yedi tavrı vardır: sadr, kalb, şegâf, fu’âd, habbetü’l-kalb, süveydâ ve
muhcetü’l-kalb. 135
281.
Eyledi anda yedi e†vârı
Her biri bir menâr-ı envârı
Efemen şera√a’llâhu §adrahû li’l-İslâm (Allah kimin gönlünü İslâm'a
açmışsa...): “Allah kimin gönlünü İslâm'a açmışsa o, Rabbinden bir nûr üzerinde değil
midir? Allah'ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar
apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zumer 39/22).
290.
Şer√ ider mü’mine anı Ra√mân
Nûr-ı İslâm ider aña feye≥ân
291.
Nûr-ı İslâm’dan olsa ger mehcûr
Olur ol demde ma¡den-i şer-i şûr
Ma√zen-i
mâ-ke≠ebe’l-fuâdu
mâ-reâ
:
“Gözünün
gördüğünü
gönlü
yalanlamadı.” (Necm 53/11).
Lâ-reyb (şüphe yoktur): “O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O,
müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” (Bakara 2/2).
“Lâ-reyb”le “yakîn” eş anlamlıdır. Buna göre “reyb”, yakîn (kesin gerçek) olmayan her
şeyi ifade ederken, “lâ-reyb” ise yakîn (kesin gerçek) olan anlamındadır. “Kesin
gerçek” anlamına gelen “yakîn” kavramı, aynı zamanda İslâm düşüncesinde bilgi
vasıtalarını ifade ederken de kullanılır. Her ne kadar İslâm tasavvuf felsefesinde
“müşâhede, mükâşefe ve tecellî” olarak ifade edilirse de bu üç bilgi vasıtası aynı
zamanda daha yaygın üç deyimle de ifade edilmiştir. “İlme’l-yakîn”, “ayne’l-yakîn” ve
“hakke’l-yakîn”. Kur’anî ifadelerden olan bu tabirlerden ilme’l-yakîn; bir otoriteye, bir
135
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Süleyman Uludağ, “Kalp”, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay.,
İstanbul 2001, s. 203.
143
araştırmaya ve duyu güçlerine dayanarak bilmek anlamına gelir. Ayne’l-yakîn, bizzat
görülerek elde edilen bilgidir ki, birinciye nispeten daha kesin bir bilgiyi verir. Hakke’lyakîn ise bilgi objesini kendi ruhunda bulmaktır. Bu, adeta sujenin objeyle ittihadıdır.
Meselâ ölüm hakkındaki bilgilerimiz, araştırmalarımız hep “ilme’l-yakîn”dir. Ölmekte
olan veya ölmüş birini görmemiz “ayne’l-yakîn”dir. İnsanın kendisi ölürken, ölüm
hakkındaki bilgisi “hakke’l-yakîn”dir. 136 Aşağıdaki beyitlerde görüleceği gibi “lâ-reyb”
ifadesinin geçtiği her beyitte “gayb” kelimesi de kullanılmaktadır. Gayb hazinesine
araştırılan bilgiyle, görülerek elde edilen bilgiyle ulaşılamaz. O hazineye ulaşmak için
onu kendi ruhunda hissetmek gerekir ki ârif ile âlim farkı burada ortaya çıkar:
6.
Fâti√idür «azâin-i πaybuñ
Kâşifidür rumûz-ı lâ-reybüñ
104.
Fehm ide sırr-ı nükte-i lâ-reyb
Anda derc eyleye «azµne-i πayb
461.
¡Arşa †oπruldı kâşif-i lâ-reyb
Fi’l-me&el himmet-i ricâlü’l-πayb
573.
Server-i kişver-i levâyi√-i πayb
Fâti√-i bâb-ı Mu§√af-ı lâ-reyb
683.
Lâyı√ oldı niçe me¡âni-i πayb
Dilde keşf oldı nükte-i lâ-reyb
865.
Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb
Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb
940.
Yiridür olsa «âzin-ı πaybµ
»ıf@ ider dürr-i genc-i lâ-reybi
1286. Keşf idem tâ kim ¡u…le-i πaybµ
Fet√ idem sırr-ı §u√uf-ı lâ-reybi
1369. Seni terk eyledi ahâli-i πayb
Bildiler remz-i nükte-i lâ-reyb
136
İsmail Yakıt, “Semantik Analizler Işığında Kur’an’da “Reyb” ve “Yakîn” Kavramları”, Kelâm
Araştırmaları 1 : 2, 2003, s. 51-52. http://www.kelam.org/dergi/sayi012/KADER01202.pdf (internette
yayımlanan hakemli dergi)
144
1387. ◊a≥ret-i ◊ı≥r fâtih-i lâ-reyb
±âtum-ıla bulur rumûz-ı πayb
1492. Her biri lü’lü’-i √azµne-i πayb
Cümleten hükm-i mu§√af-ı lâ-reyb
Limeni’l-mülk (hükümranlık / mülk kimindir?): “O gün onlar (kabirlerinden)
meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah’a gizli kalmaz. Bugün hükümranlık
kimindir? Kahhâr olan tek Allah’ındır.” (Mümin 40/16). Tevhid bölümünden alınan
aşağıdaki beyitte hükümranlığın, mülkün tek sahibine işaret edilmektedir:
75.
Limeni’l-mülk «i†âbı ¡unvânı
Lâ-mekân âstânı dµvânı
‰ıyn-i lâzib (yapışkan çamur): “Şimdi sor onlara! Yaratma bakımından onlar
mı daha zor, yoksa bizim yarattığımız (insanlar) mı? Şüphesiz biz kendilerini yapışkan
bir çamurdan yarattık.” (Saffat 37/11). Bu tabir ayrıca insanoğlunun balçıktan
yaratıldığı hadisesine değinilirken Enam sûresi 2. âyet, Mu’minun sûresi 12. âyet, ve
Rahman sûresi 12. âyette de aynen geçmektedir. “Eşref-i insan”
tamlaması Hz.
Muhammed için kullanılır.
86.
Seng-i «ârâda «al… ider √ayvân
‰ıyn-i lâ≠ibden eşref-i insân
Lâ ilâhe illallâh / Lâ ilâhe illâ hû: “Allah’tan / O’ndan başka ilah yoktur.”
(Kasas 28/18).
112.
Açar âyµne-i …ulûbı çü mâh
~ay…al-ı lâ ilâhe illa’llâh
113.
Rav≥a-i …albüñi …ılur «oş-bû
Sünbül-i lâ ilâhe illâ hû
Min şerri’l-vesvâsi’l-«annâs (Gizlice vesvese verenlerin vesveselerinden...):
“De ki: Şeytanın vesveselerinin şerrinden insanların Rabbine, melikine, ilâhına
sığınırım”(Nâs 114/1-4).
276.
Pâs-bân itdi aña «annâsı
Bir †ılısm itdi diyü vesvâsı
145
Seb¡a †ıbâk (yedi tabaka): “O ki, birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır.
Rahman olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir
bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (Mülk 67/3).
252.
Ol ¢adµr ü Müheymin ü »allâ…
¢udretiyle yaratdı seb¡a †ıbâ…
282.
¢alb-i insânı »âli… ü »allâ…
Çar« mânendi …ıldı seb¡a †ıbâ…
∏asakı’l-leyl (gecenin kararmasına kadar): “Gündüzün güneş dönüp gecenin
karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü
sabah namazı şahitlidir.” (İsra 17/78).
254.
¢ahr u lu†fından eyledi peydâ
∏asa…ı’l-leyl ü §ub√-ı nûr-işrâ…
Kün feyekün (“Ol” der ve olur): “Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun
yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.”(Yasin 36/82; Bakara 2/117).
242.
±âtehu …âne …able kün feyekûn 137
A§l-ı mevcûd u §âni¡-i ekvân
268.
Zelzele §aldı emr-i kün ¡ademe
Dürc-i genc-i vücûd itdi @uhûr
¡Alleme’l-esma (isimleri öğretti): “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra
onları önce meleklere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana
bildirin, dedi.” (Bakara 2/31). Hz. Âdem’in halifelik makamına çıkarılmasıyla ilgili
olarak Allah Teâlâ’nın ona bahşettiği bir lutfu da, isimlerin öğretilmesi olmuştur ki,
melekler bu bilgiden yoksundur. 138
314.
137
Bundadur remz-i ¡alleme’l-esmâ
Bu ma…âm içredür …amu nu¡mâ
Mısraın anlamı: O’nun zatı “Ol der ve olur”dan önce idi. Allah’ın zâtının hiçbir şeyi yaratmadan önce
var olduğuna işaret edilir.
138
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Mustafa Ünver, “Nesimi’nin Şiirlerinde Kur’an’a Referans Sorunu”, OMÜ
İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.24-25, 2007, s.129.) Önceki beyitte meleklerin bu bilgiden yoksun olduğuna
değinilmiştir.
146
951.
Sırr-ı İsrâ vü ¡alleme’l-esmâ
±ât-ı pâkümle oldı hep peydâ
Ve lekad kerremnâ beni ademe .. fa≥≥elnâ .. (and olsun şereflendirdik, üstün
kıldık): “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil
vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine
onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsra 17/70).
317.
Bu-durur ol ma…âm-ı kerremnâ
Bundadur cümle sırr-ı fa≥≥elnâ
1175. Ol-durur dürr-i dürc-i kerremnâ
Ol-durur genc-i sırr-ı fa≥≥elnâ
Er-rahmâni’r-rahîm: “Sen Rahman ve Rahimsin”(Fatiha 1/2).
361.
Er√ame’r-râ√imµn ∏affâr’sın
Ekreme’l-ekremµn Settâr’sın
Lâ taknetû (ümit kesmeyin): “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan
kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar.
Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer 39/53).
364.
Lµk lâ ta…ne†ûya ¡âmiller
Ra√metüñi recâda kâmiller
¢âbe …avseyn ev ednâ (iki yay aralığı kadar hatta daha yakın): “O kadar ki
(birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu” (Necm 53/9).
464.
Mülk-i sermedde …a§r-ı ev ednâ
Nâ-gehân oldı çeşmine peydâ
1191. Ma√remidür o …âbe …avseynüñ
Kâşifidür rumûz-ı kevneynüñ
Et…â (çok takva sahibi olan): “O en çok takva sahibi olan ise ondan(ateşten)
çok uzaklaştırılacaktır!” (Leyl 92/17). Bu sûrede insanoğlunun iki zıt davranışından,
cömertlik ve cimrilikten bahsedilir. İmanlı olmakla cömertlik, imansızlıkla cimrilik
arasındaki ilişkiye dikkat çekilir. Kimi kaynaklar “en çok takva sahibi olan” ifadesiyle
147
Hz. Ebubekir’in kastedildiğini belirtirler. Bu âyetin de Hz. Ebubekir’in Allah rızası için
köleleri azat etmesiyle takvasını gösterdiği görüşündedirler.139 Taberi tefsirinde ise Leyl
sûresinin altıncı âyetinin Hz. Ebebekir hakkında nâzil olduğu yorumu yapılmıştır.140
Aşağıdaki beyit Hz. Ebubekir’e yazılan methiye bölümünden alınmıştır.
543.
Cümleden oldur eşref ü evlâ
Va§f-ı ≠âtıdur âyet-i et…â
Keyfe yu√yi (nasıl diriltiyor): “Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı,
ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her
şeye kâdirdir.” (Rûm 30/50).
731.
Zeyn olup güller-ile her gülzâr
Keyfe yu√yµ okurdı bülbül-i zâr
İstebra……: “İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar.” (Duhân
44/53; Kehf 18/31; Rahmân 55/54; İnsân 76/21). Bu âyetlerde cennet tasviri
yapılmaktadır. İstebrak, sırma ile işlenmiş bir çeşit kaba kumaştır:
824.
Döşegi sündüs ü istebra…dan
Ya§duπı perniyân-ı ezra…dan
Ve lâ tül…û (ve atmayın): “Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi
tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri
sever.”
(Bakara
2/195).
Aşağıdaki
beyitte
“Vehm”in
olumsuz
taraflarından
bahsedilmektedir. Tasavvufî anlamda kendini kendi eliyle tehlikeye atmak “nefse
uymak” olarak değerlendirilir.
926.
¡Âmil-i âyet-i ve lâ tül…û
Ol-durur târik-i hirâs-ı adû
Hel etâ (geçti mi?):
“İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey
olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?”(İnsan 76/1).
982.
139
140
Kişverümdür benüm o √ayr-ı beşer
~â√ib-i hel etâ-durur baña der
http://www.tasavvuf.gen.tr/kuran-kerim-meali/92-leyl-suresi
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: C. 9, s. 142-143.
148
Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy (Canlı olan her şeyi sudan yarattık): “İnkâr
edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her
canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?”(Enbiyâ
21/30).
1108. Zindedür anuñ-ıla cümle şey
Ve minel mâi küllü şey’in √ayy
Fette…û (sakının): “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat
edin.”(Şuarâ 26/108) “fette…û” ifadesi yukarıda verdiğimiz âyet dışında Kur’ân-ı
Kerim’de pek çok farklı âyette geçmektedir (Şuarâ 26/110, 126, 131, 144, 150, 163,
179; Ali İmrân 3/50; Zuhrûf 43/63; Tegâbun 64/16; Talâk 65/50…).
¡İrci¡ î…: “Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön.” (Fecr
89/28).
1221. Gûşına fette…û §adâsı gelür
Sırrına irci¡µ nidâsı gelür
Ev√aynâ (vahyettik): “Mûsâ'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip
edileceksiniz, diye vahyettik.”(Şuârâ 26/52) Bu tabir (ev√aynâ) Kur’ân-ı Kerim’de
birçok âyette geçmektedir. (Nisâ 4/163; A’râf 7/117; Yûnus 10/2; Yûsuf 12/3; Ra’d
13/30; Nahl 16/123 vd.). Rûh-ı pür-hikmetin akla verdiği cevaptan alınan aşağıdaki
beyitte aklın vahyin sırrına eremediğini belirtir. Vahyin sırına akılla ulaşılamayacağını
anlatır:
1367. Saña maπrûr olup niçe dânâ
Bilmedi gitdi sırr-ı ev√aynâ
Rabbi ≠idnî (Rabbim -ilmimi- artır): “Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir.
Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı (okumakta) acele etme ve "Rabbim,
benim ilmimi artır" de.” (Tâhâ 20/114). İlim kendi vasıflarını rûh-ı pür-hikmete
anlatırken âyetle ilmin önemini vurgulamak ister:
1392. Cân u dilden beni recâ itdi
Rabbi ≠idnî diyü nidâ itdi
149
~adda…nâ (tasdik ettik): “Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?”(Tîn
95/8). İnananların bu soruya vereceği cevap “âmennâ ve saddakna” (inandık ve tasdik
ettik) şeklindedir. Âmennâ ve saddaknâ sözü Allah’ın ve peygamberimizin
söylediklerini sorgu sual etmeden kabul etmeyi ifade eder. Tîn sûresinin son âyeti olan
sekizinci âyet soru cümlesiyle bitmektedir. Bu soruya verilen cevap da âmennâ ve
saddaknâ olacaktır. Aşağıdaki beyit dört kahramanın (akıl, ilim, hilm, devlet) rûh-ı pürhikmetin söylediklerini kabul ettikleri ona inandıklarını belirttikleri bölümden
alınmıştır:
1451. Didiler her birisi §adda…nâ
Ente hâdî’s-sebµle fµ’@-@almâ
A’†aynâk (verdik): “(Resûlüm!) Kuşkusuz biz sana Kevser'i verdik.” (Kevser
108/1).
Aşağıdaki
beyitte
kâinatın
yaratılış
sebebi
olarak
gösterilen
nûr-ı
Muhammedî’ye işaret edilir:
1512. Buyurupdur o §â√ib-i levlâk
Kâşif-i sırr u remz-i a¡†aynâk
Lâ-yeblâ (sona ermeyecek / ebedî): “Derken şeytan onun aklını karıştırıp ‘Ey
Âdem!’ dedi, ‘sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?’”
(Tâhâ 20/120). Şair Gülşen-i Efkâr’ı överken onun her beytinin cennet bahçelerindeki
evlere benzediğini, cennetteki hurilerin de bu güzel mânâlara şahitlik ettiğini söylüyor.
“Beyt” sözcüğünü iki ayrı anlamıyla da (evi mesken / beyit) kullanarak cinas yapıyor:
1679. Beyti beyt-i cinân-ı lâ-yeblâ
◊ûr-ı ¡ayn anda şâhid-i ma¡nâ
Ene «ayrun (ben daha hayırlıyım): “Allah buyurdu: ‘Ben sana emretmişken
seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ (İblis): ‘Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni
ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.’ dedi.”(A’râf 7/12).
1640. Ene «ayrun diyüp ¡azâzil-i şûm
Kendüyi eyledi recµm ü @alûm
150
¡Urve-i vus…â (sağlam kulp): “İyi davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah’a
veren kimse, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır.”(Lokmân 31/22) Bu söz ayrıca
Bakara sûresi 256. âyette “Allah ve İslâm” anlamlarına gelecek şekilde kullanılmıştır.
1674. Fi’l-me&el bu ni@âm-ı bµ-hemtâ
‰âlib-i ◊a……’a ¡urve-i vu&…â
Ulü’l-eb§âr (basiret sahipleri): “Allah, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor.
Şüphesiz bunda basiret sahipleri için mutlak bir ibret vardır.” (Nûr 24/44).
8.
◊ırz-ı cân olmaπın ulü’l-eb§âr
Götürür başda anı leyl ü nehâr
İn min şey: “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu
övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.
O, halîmdir, bağışlayıcıdır.” (İsrâ 17/44).
1211. ◊âsı-y-ıla bulur √ayâtı √ay
Ma@har oldı aña ve in min şey
Lebi’l-mir§âd (şüphesiz gözetleyendir): “Şüphesiz ki Rabbin (kullarının bütün
yaptıklarını görüp) gözetleyendir.” (Fecr 89/14). Aşağıda verilen beytin ikinci mısraı
“Sizi hidayete erdiren (doğru yolu gösteren) sizi daima gözetlemektedir.”şeklinde
Türkçeye çevrilebilir.”
1635. Didi ey †âlibân-ı râh-ı sedâd
İnne hâdin leküm lebi’l-mir§âd
4.3.2. Hadisler
Hadisler, peygamberimizin söylediği sözlerdir. Ancak hadislerin bazılarının
gerçek olup olmadığı konusunda ihtilaflar vardır. Özellikle tasavvuf erbabının
kullandığı hadislerin çoğu hakkında bu ihtilafın olduğunu söylemek gerekir. Bu
hadislerin ana kaynaklarına ulaşmak bizim tez konumuzun asıl maksadını aşacağından
sadece Divan edebiyatı ve tasavvuf geleneğinde çokça geçen hadisleri örnek olarak
vermekle yetineceğiz.
151
“Men e¡âne ¡âlimen fe…ad e¡ânî ve men e¡ânî √arreme’llâhu cesedehû ennâra ve
men ehâne ¡âlimen fe…ad ehânenî ve men ehânenî fe…ad kefere.”: “Kim bir âlime
yardımcı olursa bana yardım etmiş olur, kim bana yardım ederse Allah onun bedenini
cehenneme haram kılar.”
1407. ¡Âleme bir kişi ger ola mu¡µn
Baña ta√…µ… olur mu¡µn o hemµn
1408. Dâr-ı dünyâda baña bir âdem
Ger mu¡µn ü @ahµr ola bir dem
1409. Tenini nâra ◊a… √arâm eyler
◊ûr u cennetle i√tirâm eyler
“Men tevâ≥a¡a fe…ad ref¡eahu’llâhu ve men tekebbera fe…ad va≥a¡ahu’llâhu”:
"Kim Allah Teala hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder (alçak gönüllü)
olursa, Allah, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir derece kibirde
bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i safiline
(aşağıların aşağısına) atar."141
“»ıyârü ümmetî ¡ulemâühâ ve «ıyârü’l-¡ulemâi √ulemâühâ”: “Benim
ümmetimin en hayırlısı onların âlimleridir, âlimlerin en hayırlısı da hâlim olanlarıdır.”
1487. ¡Ulemânuñ √alµmidür mu«târ
O-durur mihr-i burc-ı evc-i va…âr
“Lâ-yenbaπî li’l-mer’i en-yü≠ille nefsehû”: “Kişinin kendi nefsini alçaltması
uygun değildir.”
1513. Lâyı… olmaz-durur ki merd-i dilµr
Nefsini eyleye ≠elµl ü √a…µr
Kenz-i ma√fµ (gizli hazine): “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim,
bundan dolayıdır ki halkı yarattım, yokken var ettim.” Hadis uleması bu hadisin
uydurma olduğunu söylese de tasavvuf ehli bu hadise çok değer verir. 142
141
Kütüb-i Sitte, Hadis No: 7235.
Ayrıntılı bilgi için bakınız: İskender Pala, “kenz-i mahfî” Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı
Yay., 14. baskı, İstanbul 2005, s. 266.
142
152
105.
Kenz-i ma√fµsin eylemege ¡ayân
¢udretinden yaratdı ◊a… insân
Mâ-¡arefnâke (bilemedim): Bu sözün geçtiği cümle “Subhâneke mâ-arefnâke
hakka m’arifetike yâ ma’rûf” şeklindedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) mi’raçta Cenabı Hakk’a “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben seni tam bir marifetle bilemedim.”
buyurarak acziyetini itiraf etmiştir. Bütün nebîler, ârifler ve melekler Cenab-ı Hakk’ı
hayretle tesbih ve tazim ettikleri halde, O’nun mahiyet ve hakikatini tam bir marifetle
bilememişlerdir:
76.
İremez künh-i ≠âtına idrâk
Mâ-¡arefnâke dir …amu derrâk
Lî-ma¡allâh (benim Allah ile…): “Benim, Rabbimle öyle anlarım olur ki araya
ne bir din, ne bir şeriat, ne bir peygamber, ne de bir melek girer.'' hadisine işaret eder.
377.
Burc-ı çar«-i serâ’irüñ mâhı
Lî-ma¡allâh serâyınuñ şâhı
Levlâke levlâk le mâ «alaktü’l-eflâk “Sen olmasaydın, sen olmasaydın âlemleri
yaratmazdım.” anlamına gelen hadis kâinatın yaratılış sebebinin nûr-ı Muhammedî
olduğuna işaret eder.
414.
Meger ol burc-ı behcetüñ …ameri
Dürc-i levlâk u √ikmetüñ güheri
502.
Bâşına urdı tâc-ı levlâkı
Kişver-i cûda şâh-ı vâlâdur
1512. Buyurupdur o §â√ib-i levlâk
Kâşif-i sırr u remz-i a¡†aynâk
U†lubu’l-¡ilme ve-lev bi’s-~în: “İlim Çin’de de olsa talep ediniz.”
1149. Kim buyurmış-durur Resûl-ı emµn
¡İlmi eyleñ †aleb ve-lev bi’§-~în
153
lâ-√avle velâ kuvvete illâ billah kenzün min-künûzi’l-cenneti : “Lâ havle ve lâ
kuvvete illâ billâh cennet hazinelerinden bir hazinedir.”
931.
Nâ-gehân düşse râh-ı pür-havle
Gelür ol dem diline lâ-√avle
Men ¡arefe nefsehû fekad ¡arefe Rabbehû: “ Nefsini bilen Rabbini bilir”
Tasavvuftaki vahdet-i vücud anlayışına göre insan Allah’ın bir parçası, tecellisi,
yansımasıdır. Kişi bu bilince ulaştığı zaman fenâfillah mertebesine ulaşır. Tasavvuf ehli
tarafından sıkça kullanılan ve doğru olup olmadığı tartışmalı hadislerdendir.143
Aşağıdaki beyitlere dikkat edilirse bu ibare “sır, remz” gibi gizlilik ifade eden
sözcüklerle birlikte kullanılır. Çünkü o sırra herkes ulaşamaz:
865.
Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb
Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb
1610. ¡Ârif-i sırr-ı men-¡aref olur ol
~adef-i lü’lü’-i şeref olur ol
1658. Añlasa bir kişi …u§ûrın ger
Men ¡aref remzin ol müdâm añlar
“Mü’min kendisiyle istişare edilen, güvenilir kimsedir.”
864.
◊all olur sırrı bende her sü«anüñ
Da«ı el-müşterü mü’temenüñ
“Ben ilmin şehriyim; Ali o şehrin kapısıdır.”
143
480.
Ma√rem-i râz idüp ¡Alµ-i şerµf
Kişver-i ¡ilme oldı bâb-ı la†µf
574.
¢ıldı ◊a… anı bâb-ı şehr-i ¡ilm
Âftâb-ı meh-i sipihr-i √ilm
Kaplan Üstüner, Divan Şiirinde Tasavvuf, Birleşik Yay., Ankara 2007, s. 209.
154
“Eğer Allah benden sonra nebi gönderseydi Ömer’i gönderirdi.”
560.
Bir nebµ da«ı gelse ¡âleme ger
¡Ömer olurdı «al…a peyπamber
“Kişinin kalbinde zerre kadar kibir varsa cennete giremez.”
1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar
Göremez rûy-ı cennet-i enver
“İnsanlar gümüş ve altın madeni gibidir.”
287.
Buyurur ol Resûl-i «ayrü’n-nâs
Sµm ü zer ma¡deni gibidür nâs
“Rahmetim gazabımı geçmiştir.”
353.
∏a≥âbuñdan çü ra√müñ esba…dur
Keremüñ «â§ u ¡âma mu†la…dur
4.4. Kişiler
Gülşen-i Efkâr’daki kişileri hikâye kahramanları ve hikâyeyle doğrudan ilgisi
olmayanlar diye ikiye ayırmak mümkündür. Ana hikâye kahramanlarının tanıtımında
ayrıntılı bilgiye ihtiyaç vardır. O yüzden hikâye kahramanlarını detaylı olarak
vereceğiz. Ana hikâyenin dışında kalan ve mesnevilerin genellikle giriş bölümlerinde
adına methiye yazılan veya bazı beyitlerde telmih edilen kişilere kısaca değineceğiz.
4.4.1. Hikâye Kahramanları
Gülşen-i Efkâr’daki hikâye kahramanları kişileştirilmiş soyut kavramlar
olduğundan mesnevi alegorik bir özellik taşır. Hikâyede aktif rol oynayan altı kahraman
vardır. Bunlar mesnevideki veriliş sırasına göre akıl, ilim, hilm, devlet, rûh-ı seyrânî ve
rûh-ı pür-hikmettir.
Kahramanların mesnevideki sıralaması da dikkat edilmesi gereken hususlardan
biridir. Çünkü akıl, ilim, hilm ve devlet hiyerarşik olarak sıralanırlar. En alt basamakta
olana önce söz verilir. İlim sahibi olmak için önce akla sahip olmak gerekir. Aklı
olmayanın ilimde gözü olmaz. Hilm ise ilme sahip olan kişinin sergileyeceği tavırdır.
155
Saadet, güç, kudret anlamlarına gelen devlet ise masivâda en çok değer verilen unsur
olarak öne çıkar. Rûh-ı seyrânî bir aracıdır. Dört kahramanın mürşit özellikleriyle öne
çıkan rûh-ı pür-hikmete ulaşmasına aracılık eder. Rûh-ı pür-hikmet bir yol gösterici,
dört kahramanın tartışmasında hakem rolü üstlenen mürşittir. Bu dört kahramanın derdi
vücut hanesinde en önemli konumda (sadr) kimin olması gerektiğidir. Hepsi kendisinin
üstün olduğunu çeşitli âyet ve hadislerden de faydalanarak ispatlamaya çalışır. İşin
içinden çıkamayınca da kimin haklı olduğuna karar verecek birini bulmaya karar
verirler. Bu maksatla bir şahbazın sırtında yolculuğa çıkarlar. Vardıkları yer cenneti
andırmaktadır. Bu güzellik karşısında hayran kalırlar. Vardıkları şehir marifet şehridir.
Bu şehrin bir sözcüsü (sühendanı) ve bir de valisi vardır. Sözcü rûh-ı seyrânîdir. Onları
karşılayan, şehir ve şehrin valisi hakkında bilgi veren kişidir. Şehrin valisi ise rûh-ı pürhikmettir. Ruh-ı seyrânî onların sorularına rûh-ı pür-hikmetin cevap verebileceğini
söyleyerek kahramanları rûh-ı pür-hikmetin makamına götürür. Tartışma tarafı olan dört
kahraman birer birer söz alarak kendilerinin neden daha üstün olduklarını anlatırlar.
Rûh-ı pür-hikmet hepsini ayrı ayrı dinler ve hepsinin iddialarını çürütür. Bu duruma
göre hiçbirinin üstünlük taslayacak, kendini diğerinden üstün görecek tarafı yoktur.
Çünkü hepsinin zayıf tarafları vardır. Hikâye rûh-ı pür-hikmetin dört kahramana verdiği
nasihatlerle sona erer.
Şânî, ana kahramanlardan ilim ve akıl hakkında daha mesnevinin giriş
bölümlerinde birtakım bilgiler verir. Aslında bu bilgi okuyucuyu hikâyeye hazırlamak
içindir. İlim ve aklın -daha hikâyeye başlamadan- tartışmadan galip çıkamayacaklarını
sezdirir. İnsan vücûdunda padişahlık makamı daha giriş bölümünde “rûh”a verilmiştir.
Akıl vezir, ilim hakîm, hilm ise ediptir:
100.
Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ
Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ
101.
Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh
102.
¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm
Şânî, yine giriş bölümünde dört kahramanın tek başına bir anlam ifade
etmeyeceğini, insan-ı kâmil olmak için hepsinin beraber olması gerektiğini münâcâttan
alınan aşağıdaki beyitlerde dile getirir:
156
342.
Ey ¡Alµm ü »abµr ü ◊ayy u ¢adµm
V’ey Semµ¡ ü Ba§µr ü Rabb u Kerµm
343.
◊ilm-ile eylegil beni fâyı…
Tâ olam ben sa¡âdete lâyı…
344.
¡İlm-ile ¡âmil eyle hemçü velµ
¡A…l-ıla kâmil eyle hemçü ¡alµ
Giriş bölümünde akıl ve ilme dair olumlu veya olumsuz yaklaşımlar
yukarıdaki beyitlerle sınırlı değildir. Aşağıdaki ilk iki beyitte ilmin, sonraki beş beyitte
ise aklın olumsuz taraflarına değinilir:
151.
Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl
¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl
157.
¡İlm-ile olmaz inşirâ√-ı §adr
Ehl-i πaflet görür mi rûy-ı …adr
55.
◊ikmetinde nüfûs-ı nâ†ı…a lâl
¡A…l-ı kül idemez o ≠âtı «ayâl
123.
Nice va§f ide anı ¡a…l-ı ≥a¡µf
Nice med√ ide anı fehm-i na√µf
139.
Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez
Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez
151.
Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl
¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl
552.
¡A…l-ı evvel-durur kiyâsetde
Lµk &ânµ-durur «ilâfetde
Mesnevinin hikâye bölümünde ise kahramanlar kendi özelliklerini birer birer
söz alarak anlatırlar. Münazara şeklinde gelişen bu anlatımlar esnasında her kahraman
kendisinin niçin daha üstün olduğunu dile getirmeye çalışır. Burada dikkat çekici
unsurlardan biri ve belki de en önemlisi, dört kahramanın da kusurlarını görebilme
yetisine sahip olmamalarıdır. Tartışma tarafı hiçbir kahramanın bir diğerini eleştirdiği
görülmez. Eleştiri kabiliyetine sahip tek kahraman ise rûh-ı pür-hikmettir.
Akıl, ricalü'l-gaybın men-aref sırrını akıl yoluyla anlayabileceğini belirtir:
157
865. Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb
Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb
Daha sonra hünerli pek çok müridi olduğunu söyledikten sonra bu müridler
hakkında açıklamalar yapar. Bu müridlerin ilki "sem'" yani işitme duyusudur. Akıl,
gecenin karanlığının ona perde olamayacağını belirtir:
869.
Niçe ehl-i hüner mürµdüm var
◊idmetümde niçe ferîdüm var
870.
Kimi ¡allâme-i @evâhirdür
¡İlm-i bâ†ında kimi mâhirdür
Akıl diğer müridleri “basar (görme), şemm (koklama)", zevk (tatma), lems
(dokunma), hiss (duygu), hayâl, vehm (korku, şüphe), hafıza ve mutasarrıf”ı tek tek
anlatır. Bölümün sonunda akıl, bu müridlere sahip olduğundan dolayı övünerek
kendisini İslâm incisinin saklandığı mahzen olarak niteler:
950.
Ma@har-ı vâridât-ı ilhâmem
Ma√zen-i dürc-i dürr-i İslâmem
Akıl; karanlık geceye ışık olduğunu, Danyal peygamberin akıl himmetiyle her
kapıyı açtığını, Eflâtun’un akılla filozof olduğunu, her iki âlemin de akıl yoluyla
görülebileceğini, mânâ denizindeki tek inci olduğunu
kendi ağzından aktarır:
966.
Cümlesine delµl-i râhem ben
Şeb-i @ulmetde şem¡ ü mâhem ben
977.
Dânyâl-ı nebµ su†urlâbı
Fet√ ider himmetümle her bâbı
978.
Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn
Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn
984.
Benem âyine-i cilâ vü §afâ
Görinür bende dünye vü ¡u…bâ
1417. ◊â§ılı cümlesinden a¡lâyam
Ba√r-i mâ¡nâda dürr-i yektâyam
ve buna benzer özelliklerini
158
Rûh-ı pür-hikmet, aklın üstünlük iddialarına onun kusurlarını anlatarak karşı
çıkar ve üstünlük taslamaya hakkı olmadığını söyler. Bu kusurlardan bazıları şunlardır:
Vehme düşmek, davranışlarında tutarsız, sözlerinde sadakatsiz olmak, dünyevî şeylere
önem vermek, gönül âleminde ve aşkın nuru karşısında sönük kalmak, onu idrak
edememek, zâhiri görmek ama bâtında yetersiz kalmak, mağrurlanmak…:
1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar
Göremez rûy-ı cennet-i enver
1428. Olmasa bir kişi eger ser-keş
Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş
1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ
◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ
1432. Yüzi yirde olmaπ-ıla enhâruñ
Âb-ı rûyı-durur çemen-zâruñ
1443. Senüñ-ile olan πurûra düşer
Dem-be-dem kibrle …u§ûra düşer
1448. ¢µl u …âl-ıla ma¡na bulunmaz
Ba√&-ıla aña vâ§ıl olunmaz
1449. İrmedüñ bu «ısâlle …adre
◊â§ılı lâyı… olmaduñ §adra
İlim, ayet ve hadislerden de yararlanarak faziletlerini dile getirir. Akıl, hilm ve
devletin kendinin saadet kapısını beklediğini ve onlardan üstün olduğunu söyler:
1382. Nûrum-ıla ≥iyâlanur her şey
±âtum-ıla …adr bulur her √ay
1392. Cân u dilden beni recâ itdi
Rabbi ≠idnî diyü nidâ itdi
1393. »ı≥r’a Mûsâ-y-ıla mu…ârenete
Bâ’i& oldum niçe mu§â√ebete
1394. Reh-nümâyem ki ◊a≥ret-i ¡Ömer’e
Himmetüm-ile düşmedi «a†ara
159
1402. Baña †âlib olanlaruñ ek&er
Döşer ayaπına melekler per
1415. Kişver-i şer¡ ü dµne «a…anem
Enbiyâya delµl ü bürhânem
1416. Cümleten ¡a…l ü √ilm ü devlet-fer
Âstân-ı sa¡âdetüm bekler
1417. ◊â§ılı cümlesinden a¡lâyam
Ba√r-i mâ¡nâda dürr-i yektâyam
Rûh-ı pür-hikmetin ilme itirazı, ilmin sahip olduğu şu özellikler etrafında
şekillenir: Bencillik, menfaatçilik, kibirlilik, kıskançlık, tevazu sahibi olmama, mağrur
olma vb.
1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar
Göremez rûy-ı cennet-i enver
1427. Olmasa bir kişi eger ser-keş
Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş
1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ
◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ
1442. Fa≥l-ıla gerçi ifti«âr itdüñ
Kendüñi lµk «âksâr itdüñ
1443. Senüñ-ile olan πurûra düşer
Dem-be-dem kibrle …u§ûra düşer
1448. ¢µl u …âl-ıla ma¡na bulunmaz
Ba√&-ıla aña vâ§ıl olunmaz
1449. İrmedüñ bu «ısâlle …adre
◊â§ılı lâyı… olmaduñ §adra
Hilm de kendi vasıflarını ayet ve hadislerden örneklerle anlatarak üstünlük
iddiasında bulunur:
1465. Sürerem ¡aş…la yüzümü yire
◊a… gelür çünki …alb-i münkesire
160
1468. Cümle …avlümde ki≠b ü lâfum yo…
Da«ı fi¡lümde hiç «ilâfum yo…
1473. Vird edinse beni bir ehl-i edeb
Ya…maz anı cihânda nâr-ı πa≥ab
1476. Urmışam nâr-ı §abrı ben πazaba
Ya…dum âteşle döndi Bû Leheb’e
1481. Benem ol √av§ala-y-ıla deryâ-dil
Yu†aram her ne gelse ve’l-√â§ıl
1482. Her §adırda benümle oldı ¡ilm
Cümle …adri benümle buldı ¡ilm
1489. Fa≥lumuñ √add u πâyeti yo…dur
◊â§ılı hiç nihâyeti yo…dur
1487. ¡Ulemânuñ √alµmidür mu«târ
O-durur mihr-i burc-ı evc-i va…âr
Rûh-ı pür-hikmetin hilme itirazı başlıca şu özellikleri yüzündendir: Alçakların,
değer bilmezlerin ayağının altında ezilmesi, zayıflık ve acizliğin göstergesiymiş gibi
görülmesi, alçaklara gerekli cevabı verememesi, hakarete uğradığı halde ses
çıkaramaması, edepli geçinip de edep vermeye yanaşmaması, riyâkâr zannedilmesi,
insanların kabahatlerini görmezlikten gelerek haddini bildirmemesi, dışa iyi görünüp de
içte öyle olmaması, alçakların elinde mihnete düşmesi, tevazunun fazlasının
ayıplanması vb.
1493. Gerçi cem¡ oldı sende bunca «ı§âl
Lµk her dûn ider seni pâ-mâl
1494. Dâ’imâ herkesüñ zebûnısın
Pây-mâl-ı «asµs-i dûnısın
1495. Seni ta√fµf ider erâzil-i şehr
Seni ta√…µr ider ebâ†ıl-ı dehr
1503. Geçinürsin edeble gerçi edµb
Olmaduñ lµk §â√ib-i te’dµb
161
1505. Eylese bir kimesne fi¡l-i şenµ
Eylemezsin sen anı hiç teşnµ¡
1509. Sûretâ görinürsin ehl-i §alâ√
Lµk yo… bâ†ınuñda nûr-ı felâ√
1513. Lâyı… olmaz-durur ki merd-i dilµr
Nefsini eyleye ≠elµl ü √a…µr
1518. Saña lâyı… degül bu «asletle
İdesin da¡vayı fa≥iletle
1516. Ger tevâ≥u¡ olupdurur merπûb
Lµk √addin ziyâdesi ma¡yûb
Devlet de kendi vasıflarını ve diğer kahramanların iddia ettiği "ben daha
faziletliyim" savını ruh-ı pür-hikmete anlatır. Bu iddiada akıl, ilim ve hilmin kendisinin
hizmetkârları olduğunu söyler. Bu iddiaya göre akıl onun veziri, ilim askeri, hilm ise
sırlarını kaydeden kâtibidir:
1529. Va§f-ı ≠âtum-durur çü @ıll-ı İlâh
Geçinür sâyemüzde mµr ü sipâh
1530. ¡A…l-ı kâmil benüm vezµrümdür
¡İlm-i fâ≥ıl benüm müşµrümdür
1531. Kâtib-i sırrum oldı √ilm-i selµm
Dâ’imâ «idmetüm ider o √alµm
1532.
◊â§ılı ¡a…l ü ¡ilm ü √ilm ü va…âr
Zµr-i destümde cümle √i≠metkâr
1534. Her birisi öñümde cünd-i @ahµr
ªafer-i fer yanumda §an şemşµr
1544. Benüm-ile bulur ¡a…ıl …adri
¢adrüm-ile bulur ¡ilim §adrı
Rûh-ı pür-hikmet, devletin kusurlarını şu özelliklerini söyleyerek ortaya koyar:
Halka karşı vefasız olması, kaba ve sertlik yanlısı olması, hayal âleminde (dünya)
saltanat sürmesi, kesret aleminde kalması, gönül gözünden mahrum olması, mazlumu
162
umursamaması, zahirde zengin görünüp batında fakir olması, nâdânın ayağına gitmesi,
açgözlü ve kibirli olması vb.:
1567. Câhuña her kim oldı müstaπra…
Görmedi bu cihânda va√det-i ◊a…
1571. ~â√ibüñ cümle ehl-i dünyâdur
Cümleten πâfilân-ı ¡u…bâdur
1574. Şöhret ü câh u ¡izzet-i dünyâ
Ehl-i ta√…µ… aña dir ejderhâ
1577. Saña maπrûr olan belâya düşer
Saña meftûn olan ¡ınâya düşer
1582. ~ûretâ görinürsün ehl-i πınâ
Ma¡nada lµk müflis ü ednâ
1586. Ek&eriyâ cihânda nâdânuñ
Sen varırsın ayaπına anuñ
1587. ~â√ibüñ gerçi şâd u «andândur
»âne-i …albi lµk virândur
1592. ‰ama¡ u kibriyâ-durur hünerüñ
◊ased ü √ı…d u ¡ucbdür na≥aruñ
1593. Var başuñda πurûr-ı Fir¡avnµ
Pes irür mi saña ◊a…’uñ ¡avni
1595. Lâyı… olmadı saña ve’l-√â§ıl
Ululu… gel geçinme hiç fâ≥ıl
Rûh-ı pür-hikmet, üstünlük iddiasında olmayan, bu iddiada bulunanların
eksikliklerini gözler önüne seren bir karaktere sahiptir. Kendi özellikleri hakkında hiç
konuşmaz, kendini övme gafletine düşmez. Onu övenler ya diğer kahramanlar olur ya
da hâkim bakış açılı anlatıcı olur. Rûh-ı seyrânî rûh-ı pür-hikmeti dört kahramana
anlatırken bir insan-ı kâmil portresi çizer:
1139. ¢ubbe içinde bir zev-i √ayret
Var-durur adı rû√-ı pür-√ikmet
163
1140. Şehre vâlµ-i kâmrân oldur
Beyt-i ma¡mûre dµde-bân oldur
1175. Ol-durur dürr-i dürc-i kerremnâ
Ol-durur genc-i sırr-ı fa≥≥elnâ
1177. Künh-i ≠âtına hiç ¡u…ûl irmez
Va§fına a¡kal-i fu√ûl irmez
1181. Mürşid-i kâmil-i √a…µ…at odur
Ekmel-i kümmel-i †arµ…at odur
1182. ¡Âlem içre odur «alµfe-i ◊a…
¡A…s-i rûyından oldı nûr-ı fela…
1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür
Cevher-i ma¡rifetle …albi pür
1184. ‰ûr-ı sırr-ı §afâda Mûsâ’dur
Dem-be-dem ma@har-ı tecellâdur
Rûh-ı seyrânî bir kahraman özelliği taşımaz. Onun tek görevi vardır, o da
kahramanları rûh-ı pür-hikmete götürmektir. Tartışmalara katılmaz, kendini övmez,
karşı tarafı yermez. Etkisiz bir tip durumdadır. Rûh-ı seyrânînin mesnevideki en ilginç
özelliği kahramanlar içinde fiziksel tasvirin yapıldığı tek kişi olmasıdır. Diğer
kahramanların hep düşünceleri ön plandayken rûh-ı seyrânî anlatılırken fiziksel
özellikler de devreye girer. Bu durum Şânî’nin münazaraya dâhil etmediği rûh-ı
seyrânîyi dış görünüşüyle öne çıkardığını gösterir. Aşağıdaki beyitler dört kahramanın
rûh-ı seyrânîyi ilk gördükleri andaki düşüncelerini anlatmaktadır:
1124. Nâ-gehân @âhir oldı bir meh-rû
Nice mihr ü semen gibi «oş-bû
1125. Bir kelâm işiden o dilberden
Yur elin âb-i √av≥-ı kev&erden
1126. ‰a¡n ider lü’lü’ye §afâ-yı ru√ı
Güneşe dek gelür ≥iyâ-yı ru√ı
1127. ~anki rû√-ı mu§avver o dilber
Ber… urur ru√ları çü nûr-ı …amer
164
1128. Gûşı gûyâ hilâl-i evc-i şeref
Oldı deryâ-yı √üsn içinde §adef
1129. Zena«ı …a¡r-ı çâh-ı Hârûtµ
Ba…ar anda §uya o Mârûtµ
1130. ±e…anı bâπ-ı √üsne bir elma
∏abπabı bir turunc-ı şâ«-ı vefâ
1131. İşidüp reng-i rûyını bir dem
Reng-pe≠µr oldı verd-i bâπ-ı irem
1132. Gördiler çünki ol mehi fi’l-√âl
¢ıldılar cümle aña isti…bâl
1170. ǵn-i si√r geldi rû√-ı seyrânµ
Ma¡rifet şehrinüñ sü«an-dânı
Hikâyenin altı kahramanından beşi münazaraya dâhil olurken rûh-ı seyrânî
münazaranın dışında bırakılmıştır. Bu yaklaşıma göre rûh-ı seyrânî mecâzî bir âleme
yolculuk eden kahramanların yolculukta onları varmak istedikleri yere bırakan bir taksi
şoföründen farksızdır. Farklı bir açıdan bakılırsa hayâl iklimine yolculukta hayâlin
kendisidir. İnsanlar hayâl görür ama hayâllerinde görmek istedikleri şeyi görürler.
Hayâl, onların arzûladıklarını görmeleri için sadece bir aracıdan ibarettir.
4.4.2. Hikâye Dışındaki Kişiler
Mesnevilerin giriş bölümleri tevhid, münâcât, na’t, çehâryâr-ı güzin, methiye,
sebeb-i telif gibi bölümlerden oluşur. Bu bölümlerde hikâyenin kahramanlarından
bahsedilmez. Ancak Şânî’nin bu anlayışın dışına çıkarak giriş bölümünde kişileştirilmiş
kahramanların niteliklerine ilişkin olumlu veya olumsuz düşüncelerini belirttiğini
söylemiştik. Bu durum, Şânî’nin didaktik tavrıyla açıklanabilir. Alegorik bir eser olan
Gülşen-i Efkâr’da anlatılanların doğru anlaşılması için birtakım tasavvufî ön bilgilerle
okuyucuyu hikâyeye hazırlama gereğini hissetmiştir. Bu ön bilgilerin dışında
mesnevilerin giriş bölümlerinde bazı dinî ve tarihî şahsiyetlerden bahsedilmesi mesnevi
tertibinde bir gelenek halini almıştır. Bunun yanı sıra anlamı güzelleştirmek, özlü
anlatımı yakalamak için telmihlere de sıkça başvurulduğu görülür. İşte bu bölümde
gerek adına methiye yazılan kişiler gerekse telmih yoluyla anımsatılan kişilere kısaca
değineceğiz.
165
4.4.2.1. Din Büyükleri
a) Peygamberler: Şânî, Gülşen-i Efkâr’da Hz. Âdem, Hz. Yakûb, Hz. Yûsuf,
Hz. Mûsâ, Hz. Süleyman, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’i isimleriyle anmıştır.
Bunların dışında peygamberligi hakkında ihtilaf olan Hızır (a.s.) ve Danyal’dan da
bahseder.
Gülşen-i Efkâr’da, Muhammed, Ahmed, Mustafa, Resûl, Resûlullah, Habîb
adlarıyla adından en çok sözü edilen peygamber Hz. Muhammed’dir. Beyitlerde, gayb
ilimlerine vâkıf olduğu; yanaklarının gül goncasına, boyunun hurma ağacına benzediği
ve her sözünün Hakk’ın bir vahyi olduğuna değinilir. O, kapısı Hz. Ali olan ilim
şehridir. O, insanların yaratılma sebebidir:
371.
¡Âlim ü ¡ârif-i ≥amâ’ir-i πayb
Vâ…ıf u kâşif-i serâ’ir-i πayb
378.
Na√l-i ¡ar¡ar numûne-i …add-i û
Gül-i a√mer numûne-i «add-i û
399.
Her hadµ&i egerçi va√y-ı «afµ
Gün gibi olmadı velµ ma«fi
480.
Ma√rem-i râz idüp ¡Alµ-i şerµf
Kişver-i ¡ilme oldı bâb-ı la†µf
482.
Bâ’i&-i kâr-«âne-i ¡âlem
Sebeb-i «il…at-i benµ-Âdem
Hz. Muhammed’in parmaklarıyla ayı ikiye bölmesi, parmaklarından su
gelmesi gibi mucizelerinden de bahsedilir:
383.
Bir gece ol ◊abµb-i ◊a≥ret-i ◊a…
Bir hilâliyle itdi mâhı iki şa……
385.
Çeşme-sâr itdi barmaπından o şem¡
Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡
Şânî’ye göre Hz. Âdem ilk insan olması nedeniyle tüm insanlıgı temsil eder.
Şânî, Hz. Âdem’in şeytana uyup cennetten kovulmasına, ilk insan olmasına, Hz.
Muhammed’in nûru sebebiyle yaratılmasına telmihte bulunur:
166
789.
Cûları dil-keş idi §an cânân
Âdem’üñ göñline girerdi revân
1385. Âferµnişde ◊a≥ret-i Âdem
Eyledi kendüye beni ma√rem
482.
Bâ’i&-i kâr-«âne-i ¡âlem
Sebeb-i «il…at-i benµ-âdem
Hz. Mûsâ asâsı, yed-i beyzâsı ve Tûr dağında Allah’ın ona tecellî etmesi
olayıyla; Hz. İsâ ölüleri dirilten nefesiyle ve Hz. Meryem’in oğlu olmasıyla; Hz. Yusuf
ve Hz. Yâkub, oğlu Yusuf’un gömleğini yüzüne süren Hz. Yâkub’un görmeyen
gözünün açılmasıyla; Hz. Süleyman hayvanlarla konuşup anlaşmasıyla ve yüzüğüyle,
Hızır (a.s.) ise âb-ı hayat ile telmihlere konu edilmiştir:
665.
‰utar elde ¡a§âyı §an Mûsâ
Gösterür «al…a ol yed-i bey≥â
1184. ‰ûr-ı sırr-ı §afâda Mûsâ’dur
Dem-be-dem ma@har-ı tecellâdur
485.
Çün ≠amµrinde sırr-ı ◊a… mu≥mer
Dem-i ¡Ìsâ feminde hem müdπam
524.
Bûy-ı zülfüñ bu«ûr-ı Meryem’dür
Dem-i la¡lüñ Mesµ√-i «oş-demdür
771.
Kelimâtuñ dem-i Mesî√â’dur
Her sözüñ mu¡cizât-ı ¡Ìsâ’dur
451.
Pµr-i çar«a irişdi ol ma√bûb
Yûsuf’uñ buldı güyiyâ Ya¡…ûb
739.
Mevc-i ba√r-i çemende keştî-i rû√
∏ar… olurken yetişti »ızr-ı fütû√
490.
Oldı mâ-i zülâl-i la¡linden
Âb-ı √ayvân-ı cân-fezâ peydâ
138.
Añlamaz …a†re ba√r-i ¡ummânı
Ne bilür mûrçe Süleymân’ı
1035. Arayup …a¡r-ı ba√r-i ¡ummânı
Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı
167
b) Dört Halife: Şânî dört halifeye ayrı ayrı methiye yazmıştır. Hz. Ebubekir
ilk halife olması ve Sıddîk lakabını almasıyla, Hz. Ömer adaletiyle ve dünyaya bir
peygamber daha gönderilse o kişinin Hz. Ömer olacağı hadisiyle; Hz. Osman Kur’an-ı
Kerim’in âyetlerini bir araya getirip kitaplaştırmasıyla, Hz. Ali zülfikârıyla övülür:
540.
Dürc-i §ıd… u §adâ…atuñ güheri
Burc-ı çar«-ı fe§â√atuñ …ameri
544.
»alef-i server-i nübüvvetdür
Şâh-i pµrân-ı ehl-i cennetdür
545.
Oldıπıyçün o gülşen-i ta§dµ…
Didi ehl-i §afâ aña ~ıddµ…
585.
¡Ömer’üñ cümle ¡adl ü dâdı içün
Reh-i ◊a…’da anuñ reşâdı içün
560.
Bir nebµ da«ı gelse ¡âleme ger
¡Ömer olurdı «al…a peyπamber
571.
Çün şehµd oldı ◊a≥ret-i ¡O&mân
La¡l-i rummânı @âhir eyledi kân
568.
Kef ü engüşti §anki lev√ u …alem
~u√uf-ı ¢ur’anı itdi cem¡ ü ra…am
579.
±âtı burc-ı esed gibi enver
±ü’l-fi…ârı yanında §an «âver
582.
Ya¡ni serdâr-ı evliyâ-yı ¡i@âm
Esedu’llâh-ı Rabb-ı ≠ü’l-ikrâm
c) Melekler: Cebrâil, beyitlerde Namus-ı Ekber, Cebrâil, Cibrîl, Rûh-ı Emîn,
Tâir-i Kuds, Tâir-i Sidre olarak yer almaktadır. Özellikle mi’râc hadisesinin anlatıldığı
bölümde Cebrâil’in Hz. Peygambere Burak, Hulle ve İklîl’i getirmesi (416), İsra ve
mi’râc yolculuğu boyunca Hz. Peygambere kılavuzluk etmesi (427, 428), Sidretü’lMüntehâ denilen yere kadar götürüp oradan öteye geçemeyecegini söylemesi (455) yer
alır. Sidre-i Müntehâ’da ilerleyemeyen Cebrâil birçok kez ‘Tâir-i Sidre’ olarak
adlandırılır:
168
416.
»ulle vü bir Burâ… hem iklµl
Ol Resûl’e getürdi Cebrâ’µl
454.
‰â’ir-i sidre didi ey mümtâz
İdemem πayrı bir da«ı pervâz
455.
Ger gidersem ya…ar cenâ√umı hep
Sû«te pervâne gibi şem¡-i πa≥ab
428.
Murπ-ı lâhût olup o bülbül-i üns
¢ulaπuz oldı aña †â’ir-i …uds
426.
İşidüp bu kelâmı ol dil-dâr
Şev…le o Burâ…’a oldı süvâr
427.
Reh-nümâ oldı aña Cebrâ’µl
Şâh öñinde niteki peyk-i cemµl
Cebrâil (a.s.) dışında telmih edilen diğer melekler Hârût ve Mârût’tur:
1129. Zena«ı …a¡r-ı çâh-ı Hârûtµ
Ba…ar anda §uya o Mârûtµ
4.4.2.2. Tarikat Büyükleri
Dede Ömer Rûşenî ve Mevlânâ Şânî’nin etkilendiği iki şahsiyet olarak
karşımıza çıkar. Mevlânâ’yı Mesnevisinden dolayı, Dede Ömer Rûşenî’yi de Halvetî
olduğu ve ondan feyz aldığı için anar. Dede Ömer Rûşenî için bir methiye yazmıştır:
658.
¡İlm-i @âhirde Bû-¡Alµ Sµnâ
¡İlm-i bâ†ında √a≥ret-i Monlâ
659.
Ya¡ni …u†bu’r-reµs Şey« ¡Ömer
Kân-ı ta√…µ…e ≠ât-ı pâki güher
660.
Rûşenµ olsa †añ mı aña la…ab
Nûr-ı ru«sârı ber… urur her şeb
665.
‰utar elde ¡a§âyı §an Mûsâ
Gösterür «al…a ol yed-i bey≥â
664.
Ol siyeh şemle-y-ile √a≥ret-i pµr
Şeb-i târ içre §anki bedr-i münµr
169
1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ
Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ
1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd
¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd
4.4.2.3. Tarihî, Efsanevî Kişiler
Şânî dönemin padişahı Sultan Üçüncü Murad’a bir methiye yazmıştır. Bu
methiyede klâsik övgü anlayışının dışına pek çıktığı söylenemez. Gücü, İslâm askeri
oluşu vb. nedenlerle över, saltanatının devamı için dua eder:
601.
İbn-i Sul†ân Selµm-i √âfı@-ı dµn
Ya¡ni Sul†ân Murâd-ı ehl-i ya…µn
603.
Mµmi düşmen başına bir şeşper
Râsı …alb-i ¡adûya bir «ançer
604.
Elifi tµr-i tirgeş-i irşâd
Dâlı çengâl-ı dâr-ı ¡adl-ı sedâd
605.
Çâr √arfi bu ism-i zµbânuñ
Çâr rükni metµn-i dünyânuñ
606.
İki ebrûsı râ-yı ra√metdür
Her biri §anki nûn-ı nu§retdür
607.
Rûy-ı zibâyeş âftâb-ı semâ
¢âmeteş na«l-i rav≥a-i ¡ulyâ
608.
Kef-i zµbâsı §anki bedr-i bedµd
Penc engüşti pençe-i «urşµd
626.
Yâ İlâhî bi-√a……-ı nûr-ı ◊abµb
¡Avnüñi dâ’im eyle şâha …arµb
627.
¢ılıcın eyle dâ’imâ keskin
Nitekim pehlüvân-ı çar«-ı berµn
628.
Eyle …a§r-ı vücûdını âbâd
Bi’r-Rasúli ve sa√bihi’l-emcâd
170
Eflâtun, Kahraman, Behmen, Dârâ, Sencer, Fağfûr, İskender, Efrâsiyab,
Rüstem gibi isimler de Şânî’ni telmih havuzunda yerini alır:
978.
Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn
Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn
595.
∏ayret-i ¢ahraman u Behmen ü Gûr
Reşk-i Dârâ vü Sencer ü Faπfûr
1552. Rehber oldum Sikender’e nâgâh
Gitdi târµke olmadı güm-râh
1538. Virdüm Efrâsiyab’a ben «aşmet
Rüstem ü ±âl’e şevket ü …udret
4.5. Zaman
Hikâyenin başlangıcıyla bitişi arasında geçen süre dört gündür. İlk iki gün akıl,
ilim, hilm ve devlet kendi aralarında tartışırlar. İkinci günün akşamı tartışmadan bir
sonuç alamayınca bir bilene danışmaya karar verirler:
1061. ¡Â…ıbet didiler bize √âkim
Gerek ola rumûza hep ¡âlim
1063. İttifâ…-ı bilâ-nifâ…la hep
‰oydılar her birisi râh-ı †aleb
1064. Bulalar tâ ki bir sü«an-dânı
Mehbi†-i lâyi√ât-ı Rabbânµ
Üçüncü günün seher vakti bir şahbazın sırtında yolculuğa çıkarlar. Çölü
aştıktan sonra güneş açınca marifet şehrine varırlar. Şehrin güzelliğine hayran olurlar.
Bu sırada rûh-ı seyrânîyi görüp dertlerini anlatırlar. Akşam olmuştur artık. Rûh-ı seyrâni
onları sabahleyin rûh-ı pür-hikmete götüreceğini söyler.
Dördüncü günün sabahı rûh-ı pür-hikmetin huzuruna gelirler. Hepsi üstünlük
iddiasın rûh-ı pür-hikmete anlatır. Rûh-ı pür-hikmet hepsine itiraz eder, eksikliklerini
sıralar. Rûh-ı pür-hikmetin nasihatleriyle hikâye sona erer.
Hikâye
kahramanları
kişileştirilmiş
soyut
kavramlardır.
Bu
yüzden
kahramanların geçmişe dönerek yaptıkları hatırlatmalar, insanoğlunun hatta kâinatın
yaratılışı kadar eskiye gider. Çünkü akıl, ilim, hilm ve devlet insanın var oluşundan beri
171
varlıklarını sürdürmektedir. Kendi üstünlüklerini ispatlamak için telmihler, iktibaslar ve
hadislerden faydalanırlar.
Sebeb-i telif bölümünde yer alan bahar ve hazan tasvirleri de divan şairinin bu
mevsimlere bakış açısını ortaya koyan önemli tasvir bölümlerinden biridir. Bahar ve
hazan divan şairi için sadece bir zaman dilimi olmanın ötesindedir.
4.6. Mekân
Gülşen-i Efkâr’in hikâye kısmında tasvir edilen mekânlar arasında olumsuz
özellikleriyle vasfedilen hiçbir yer adı yoktur. Anlatıcının gözüyle tasvir edilen
kahramanlar için de bu geçerlidir. Hikâyede mekânlar kahramana uygun bir şekilde
tasvir edilir ve böylelikle kahraman-mekân uyumu sağlanmış olur. Akıl, ilim, hilm ve
devlet Kaf Dağının eteklerinde bulunan geniş bahçesi (hadîka-i ulyâ / gülşen-i bî-hemtâ)
olan bir köşkte (kâh-ı vâlâ / kasr-ı a’lâ) yaşarlar:
783.
Dâmen-i kûh-i ¢âfda bir zîbâ
Var idi bir √adî…a-i ¡ulyâ
784.
Dest-i …udretle §âni¡-i Yezdân
Yapmış anı mi&âl-i bâπ-ı cinân
789.
Cûları dil-keş idi §an cânân
Âdem’üñ göñline girerdi revân
790.
Selsebîl-i sebîl enhârı
Dev√a-i Sidre gibi eşcârı
809.
Biri √ilm-i selîm ü ehl-i edeb
İtmedi bu cihânda şûr u şeπab
810.
Birinüñ nâmı devlet-i i…bâl
Açılur †âli¡inde ferru«-fâl
811.
Her biri pâs-bân-ı gülşen idi
Sözlerinden hezâr ü gülşen idi
815.
Vâr idi bu √adî…ada bir kâ«
İki yanında bitmiş idi dü-şâ«
816.
Gûyiyâ sidre-i mu¡allâdur
Bâπ-ı cennetde şâ«-ı tûbâdur
172
Kişi-mekân ilişkisi tüm hikâye boyunca uyumludur. İyi biri kötü bir mekânda
tasvir edilmez. Zaten tüm hikâye boyunca cennet gibi mekânlar tasvir edilir.
Hikâye bölümünde geçen yer adları sırasıyla şöyledir:
1) Hadîka-i Ulyâ 2) Gülşen-i Bî-Hemtâ 3) Kâh-ı Vâlâ 4) Kasr-ı A’lâ 5) Sahrâ
6) Şehr-i Mârifet 7) Kubbe-i Mevhibet. Bu mekânların ilk dördü, dört kahramanın
koruyucusu oldukları ve Kaf Dağının eteklerinde bulunan mekânın; Sahrâ, şahbazın
sırtında yolculuk ederken geçtikleri çöl veya ovanın; son ikisi de yolculuk sonunda
vardıkları yerin adıdır.
Kahramanların bulunduğu her dış mekân ayrıntılı bir şekilde tasvir edilmiştir.
İç mekânlara ilişkin ayrıntılara hiç girilmemiştir. Ne kubbe-i mevhibetin (rûh-ı pürhikmetin yaşadığı yer) ne de kâh-ı vâlânın (dört kahramanın iki gün boyunca münazara
ettikleri köşk) iç mekân tasvirleri yapılmıştır. Tasvir edilenler hep bağlar, bahçeler,
tepeler, dış görünümüyle kubbeler ve köşkler olmuştur. Dış mekân anlatımında
meyveler, ağaçlar, çiçekler, rüzgâr, akarsular vb. yer verilmiştir.144
Ana hikâyenin dışında kalan bölümlerde ise dinî mekânlar dikkat çeker. Kâ’be,
Mescid-i Aksâ, Tûr, cennet bunlardan birkaçıdır.
Gülşen-i Efkâr’in en ilginç özelliklerinden biri şairin kendi memleketi olan
Lârende hakkında 22 beyitlik küçük bir şehrengizi barındırmasıdır. Bu şehrengizde
Lârende’nin havasından, tabiî güzelliklerinden ve kalesinden bahsedilir. 145
144
145
Mekân tasvirleriyle ilgili daha ayrıntılı bilgi için tezin “mekân tasvirleri” bölümüne bakınız.
Ayrıntılı bilgi için tezin “3.3.3.2. Mekân Tasvirleri” bölümüne bakınız.
173
SONUÇ
Yaptığımız inceleme neticesinde Gülşen-i Efkâr mesnevisi ve Lârendeli
Şânî’ye ilişkin tespitlerimizi şöyle özetleyebiliriz:
Gülşen-i Efkâr’ın müellifi olan şair, tezkire ve diğer biyografik kaynaklarda
Şânî, Mehmed Şânî ve İbrahim Şânî adlarıyla geçmektedir. Lârendeli Şânî’nin asıl
adının Mehmed mi İbrahim mi olduğu ya da ayrı şairler mi oldukları hakkında
kaynaklarda çelişkili bilgiler verilmiştir. Gülşen-i Efkâr mesnevisinde de şairin gerçek
adına ilişkin herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Bu sebeple Şânî’nin gerçek adı kesin
bir şekilde tespit edilememiştir.
Gülşen-i Efkâr, dinî-tasavvufî konulu didaktik ve alegorik bir mesnevidir.
Eserin giriş bölümlerinde öğretici bir edayla kimi tasavvufî kavramları açıklama yoluna
giden Şânî, ana hikâyenin anlatıldığı bölümde ise alegoriyi ustalıkla kullanmıştır. Bu
durum, okuyucunun eserdeki alegoriyi anlamasına yönelik bilinçli bir yaklaşım gibi
görünmektedir.
Gülşen-i Efkâr’ın dinî-tasavvufî içerikli olması nedeniyle Kur’an sureleri ve
hadislerin kullanımı ve onlara yapılan göndermeler oldukça fazladır. Esere nüfuz
edebilmek için bu göndermeleri iyi idrak etmek gerekmektedir.
Eserdeki kahramanlar -akıl, ilim, hilm, devlet, rûh-ı pür-hikmet- kişileştirilmiş
soyut kavramlardır. Bu kahramanlar diyaloglar halinde “kimin daha üstün olduğu”na
dair tartışmaya girerler. Mesnevideki ana hikâye boyunca bu tartışma devam eder. Bu
yönüyle eserin münazara tarzında yazıldığı kesindir. Ancak ana hikâye kısmına
geçmeden önceki bölümlerde yer alan didaktik beyitler, söz konusu edilen tartışmadan
kimin galip geleceğini açık açık dile getiren açıklamalar içermektedir. Bu durum,
okuyucunun hikâyenin sonuyla ilgili merak unsurlarını ortadan kaldırmaktadır.
Günümüz roman anlayışında merak unsurlarının bulunmayışı bir eksiklik olarak
değerlendirilmekle birlikte, bir eserin kendi döneminin şartları ve sanat anlayışı
doğrultusunda içinde değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Eserin dili, yazıldığı dönemin şiir diliyle kıyaslandığında çok ağır ya da çok
sade bir özellik taşımaz. Methiye bölümlerinde dilin Arapça ve Farsça tamlamalarla
ağırlaştığı, diyalog bölümlerinde daha sade bir hâl aldığı görülmektedir. Bu durumda
kullanılan dilin sadeliği veya ağırlığını,
belirlemektedir.
beyitlerin içeriği ve şairin amacı
174
Şânî, Türkçe deyimleri, pek sık olmasa da atasözlerini başarıyla kullanır.
Türkçe sözcük kullanımında fiillerin, yardımcı fiillerin, ek fiillerin yoğunluğu
dikkatimizi çekmiştir. Bu durum eserin tahkiyevî bir anlatıma sahip olmasıyla
açıklanabilir. Beyitlerin kısa aruz kalıplarından biriyle (Fe’ilâtün / Mefâ’ilün / Fe’ilün)
yazılması -gazellerlerle kıyaslandığında- kısa cümlelerin kullanımını yoğunlaştırmıştır.
Cümle kısaldıkça da yüklemlerin; dolayısıyla da fiil, yardımcı fiil ve ek fiillerin sık
kullanılmasını sağlamıştır. Eserde tüm sözcüklerin Arapça veya Farça tamlamalarla
kurulduğu ve içinde ek fiil dışında Türkçe sözcüğün olmadığı pek çok beyit vardır.
Ancak en sade beyitlerde bile bu durumun tersi bir kullanım söz konusu değildir. Tüm
sözcüklerin Türkçe kökenli olduğu tek bir beyit dahi yoktur. Bu durum, eserin dinîtasavvufî içerikli olması ve bu içeriğe sahip eserlerde kullanılan kavramların genelde
Arapça ve Farsça olmasıyla açıklanabilir.
Şânî, edebî sanatları ustalıkla kullanır. Sanatlı anlatımın eserin tasvir
bölümlerinde yoğunlaştığı görülür. Teşbih, teşhis, istiare ve tenasüp gibi sanatlar en çok
başvurduğu sanatlardır. Benzetmelerde şairin sürekli aynı benzetmeyi kullanması,
tekrara düşmesine neden olur. Bu durum özellikle kahramanların kendilerini
vasfederken kullandıkları “nûr, şem’ vb.” sözcüklerde karşımıza çıkar. Şairin harf
benzetmelerine özel bir ilgisinin olduğu dikkatimizi çekmiştir. Ancak harflerle yapılan
benzetmeler sanatçının hurufî bir şair olduğu sonucunu verecek yapıda değildir. Çünkü
bu benzetmeler Hurufîlikle bağı olmayan her Divan şairinin kullandığı türdendir.
Gülşen-i Efkâr’ın klâsik mesnevi tertibinde pek karşımıza çıkmayan en önemli
özelliği, içinde 22 beyitlik küçük bir Lârende (Karaman) şehrengizi barındırmasıdır. Bu
şehrengiz, Şânî’nin kendi memleketi olan Lârende’yle ilgili çok da ayrıntıya inmediği,
cennet benzetmesi etrafında şekillendirdiği yüzeysel bir tasvirden ibarettir. Ancak
Lârende Kalesi’nin o dönemdeki fizikî görünümüyle ilgili bilgilere de yer verilmiştir.
Eserdeki tasvirlerle ilgili dikkatimizi çeken en önemli husus ise iç mekân
tasvirlerine yer verilmeyişidir. Saraydan, köşkten bahsedilmesine rağmen bu mekânların
iç görünümüyle ilgili detaylara girilmez. Sadece o mekânların dış görünümü ve bu
görünümün bağ ve bahçeden yola çıkılarak çiçeklerle, kevserle süslenen bir cennet
benzetmesi etrafında şekillendiği görülür. Gerçek mekân (Larende) ve kurgu ya da
hayalî diyebileceğimiz hikâyenin geçtiği mekânların anlatımında da üslûp bakımından
farklılıklar ortaya çıkar. Gerçek mekânda ayrıntılara fazla değinilmezken, hikâyenin
geçtiği mekânlarda ayrıntılar ve sanatsal anlatım hissedilir derecede artar. Divan şiirinde
175
her sanatçının açık mekânlar için kullandığı ortak benzetme olan “Cennet” motifi
sürekli yinelenir.
Yukarıda tespit ettiğimiz özellikleriyle, Şânî’nin Divan şiiri geleneğine yeni
bir soluk getirdiği ya da diğer mesnevi şairlerinden ayrı bir yol tuttuğu iddia edilemez.
Bu yönüyle Şânî gelenekteki şiir anlayışının dışına pek çıkmayan manzum bir eser
ortaya koymuştur.
176
BEŞİNCİ BÖLÜM
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN METNİ
5.1. Nüshaların Tanıtımı
Sultan III. Murad zamanında kaleme alınmış olan Gülşen-i Efkâr adlı
mesnevînin müellifin kaleminden çıkmış nüshasını tespit edebilmek için kütüphane
taraması yaptık. Bu tarama sonucunda Lârendeli Şânî’nin Gülşen-i Efkâr mesnevîsinin
biri Süleymaniye, ikisi İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Nâdir Eserler
Bölümünde olmak üzere üç yazma nüshasını tespit edebildik.
İstanbul Üniversitesi Nâdir Eserler Kütüphanesi Nu: 3040’ta kayıtlı nüsha,
beyit sayısı en fazla olan nüshadır. Ayrıca dış kapağında “müellif Şânî” kaydı vardır.
Yaptığımız karşılaştırmalarda hem diğer nüshalara göre eksiklerinin en az oluşu hem de
yazım hatalarının asgarî oluşu sebebiyle bu nüshayı temel aldık. Daha sonra diğer
nüshalarla karşılaştırdık. Aruz, kafiye, anlam ilgilerini göz önünde bulundurarak en
doğrusunu metne koymaya gayret ettik. Metne dâhil etmediğimiz nüsha farklarını da
dipnotlarda ayrıca belirttik. Aynı kütüphanedeki Nu: 1917’de kayıtlı nüshada ise ne
müellif hattı olduğuna dair ne de istinsah edildiğine dair bir kayıt bulunmaktadır.
Bununla birlikte Süleymaniye Kütüphanesindeki nüshada hem müellif adı hem de
müstensih adı kaydedilmiştir. Ancak bu nüsha imlâdaki tutarsızlıklar, kelimelerin
yazımındaki diğer kusurlar ve eksik beyitleri bakımından en sıkıntılı nüshadır. Sahife
kenarlarına notlar düşülmesi, eksik beyitler tamamlanmaya çalışılması, yanlış yazılan
sözcüğün sahife kenarında düzeltilmeye çalışılması vb. özelliklerinden dolayı yazımının
aceleye getirildiği ve müstensihinin de imlâ konusunda sıkıntılı olduğu görülmektedir.
Nüshalarla ilgili dipnot verirken kolaylık sağlaması için nüshaları “İÜ1, İÜ2 ve SK”
şeklinde kısaltmalarla ifade ettik. Bu üç el yazması nüshanın tavsifi şu şekildedir:
1. İÜ1 Nüshası: İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Nu: 3040, istinsah
tarihi:1040, müstensih: bilinmiyor, varak: 62 (2a-63a), ölçüler: 250x150 mm, 15 satır,
nesih, söz başları ve sahife cedvelleri altunî sarı renk, yeşil kumaş cilt (dört yapraklı
yonca deseniyle bezenmiş), aharlı beyaz ince kâğıt.
177
Baş:
Ufu…-ı cânda nûr-ı b’ismi’llah
¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh
Son:
O…ıyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn
Umarum cân-ıla diye âmµn
2. İÜ2 Nüshası: İstanbul Üniversitesi, Merkez Kütüphanesi Nu: 1917, istinsah
tarihi: bilinmiyor, varak: 62, ölçüleri:190x110 mm, 15 satır, ta’lik, bordo meşin cilt
(kabartma tezhip süslemeli), kapakların iç tarafı ebru kağıt kaplı, söz başları ve sahife
cedvelleri kırmızı, aharlı beyaz ince kâğıt.
Baş:
Ufu…-ı cânda nûr-ı bismi’llah
¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh
Son:
O…uyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn
Umarum cân-ıla diye âmµn
3. SK Nüshası: Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Bölümü, Nu:
3731, istinsah tarihi: H. 1124, müstensih: Mehmed ? , varak: 62, ölçüleri:.150x220
mm., 15 satır, nesih, söz başları ve sahife cedvelleri kırmızı, sırtı meşin, kapakları ebru
kağıt kaplı cilt, aharlı âbâdi krem rengi, ince kâğıt.
Baş:
O…u cândan be-nûr-ı bismi’llah
¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh
Son:
O…uyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn
Umarum cân-ıla diye âmµn
5.2. Çeviriyazılı Metnin Kuruluşunda İzlenen Yöntem
1. Gülşen-i Efkâr mesnevîsinin metni oluşturulurken, en hacimli olan İstanbul
Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi Nu: 3040’ta kayıtlı bulunan İÜ1 nüshası esas
alınmıştır. Edindiğimiz üç nüsha karsılaştırılmış; anlam, vezin, üslûp gibi birtakım
ölçütler göz önünde bulundurularak sağlam bir metin oluşturulmaya çalışılmış; bir
nüshada bulunan ancak diğerlerinde bulunmayan beyitler de eklenmiş ve bu durum
dipnotta belirtilmiştir. Nüsha farklılığından dolayı beyitin okunmasıyla ilgili çelişkiye
düşülen durumlarda müstensihinin en dikkatsiz ve yazım hatalarının en çok olduğu SK
nüshası ikinci planda tutularak değerlendirme yapılmıştır.
178
2. Metindeki beyitler kolaylık açısından sol tarafından numaralandırılmış,
tertip sırası esas alınan İÜ1 nüshasından yaprak numaraları da beyit numaralarından
daha solda olacak şekilde verilmiştir.
3. Dipnotların tamamı sıra numarası verilerek oluşturulmuştur.
4. Aruza uymayan bazı beyitler diğer nüshalarla karşılaştırılmış, aruza uyan
nüsha dikkate alınarak diğer nüsha farkı dipnotta gösterilmiştir.
5. Nüshalar arasındaki farklar, dipnotlarla belirtilmiştir. Bir beyitin aynı
mısraında yer alan birden fazla farkın gösterilmesinde ise ( // ) işareti kullanılmıştır.
6. Dipnotta âyet veya hadiste geçen bir söz açıklanırken o söz tırnak içine
alınmıştır.
7. Metinde geçen âyet, hadis iktibasları, Arapça ve Farsça beyitler İtalik olarak
yazılmıştır. Kullandığımız transkripsiyon işaretleri şu şekilde gösterilmiştir:
8. Aynı kelime farklı şekillerde yazıldığında metin tamiri yapılmıştır. Örneğin
dahı kelimesi dâhî; hep kelimesi heb; hiç kelimesi hic; dâima kelimesi de dâyima
179
şeklinde yazılmışsa bu kelimelerde bir düzeltmeye gidilmiş ve dahı, hiç ve dâima
şeklinde okunmuştur.
9. Aşk veya ışk gibi iki ayrı şekilde okunabilen kelimelerde bu okunuşlardan
kelimenin yaygın söylenişi tercih edilip aşk şeklinde okunmuştur. Âftâb-âfitâb kelimesi
âftâb; âsmân-âsumân kelimesi âsmân şeklinde okunmuştur.
10. “Varup”, “olup”, “gelüp” gibi kelimelerdeki “–up” zarf-fiil eki, metindeki
“-ub / üb” şekli yerine “-up / -üp” şekliyle gösterilmiştir
11. Metinde geçen özel isimlerin Türkçede olduğu gibi ilk harfi büyük
yazılmış; ek geldiğinde apostrofla ayrılmıştır.
12. Başlıklar koyu karakterle ve büyük harfle yazılmış, ancak şiirin içinde ara
başlık niteliğindeki hadis veya âyet iktibasları koyu karakterle ve küçük harfle
yazılmıştır.
13. “Ser”, “bî”, “pür” gibi Arapça ve Farsça ön ek alan bütün kelimelerde ek
ile kelime arasına ( - ) işareti konulmuştur: ser-fürû, bî-pâyân, pür-hûn gibi. Ancak serdâr sözcüğü kalıplaşmış olarak hep serdâr şeklinde yazılmıştır.
14. “İle” sözcüğü ile kendinde önceki sözcük arasına ( - ) işareti konmuş, ünlü
uyumuna uydurularak kalın ünlülü sözcüklerden sonra “-ıla” şeklinde; ünlüyle biten
sözcüklerden sonra “y-ı-la / -y-ile” şeklinde yazılmıştır. “ile”nin ekleşmesi durumunda
ise aruz ölçüsüne uygunluk göz önünde bulundurulmuştur: cürm-ile, şîve-y-ile, anuñıla, nûrı-y-ıla; kanadumla, anuñla.
15. “İçin” sözcüğünün okunmasında da aruza uygunluk esas alınmıştır: oldıgı
içün, oldıgıçün, çıktıgıyçün, hakkıyçün.
16. Arapça aslî çift ünsüzle biten sözcükler, sonrasına ünlüyle başlayan bir ek
almadıkça tek ünsüzle yazılmıştır. Ancak Arapça veya Farsça beyitlerde sözcüğün
aslına bağlı kalınarak çift ünsüzlü yazılmıştır: ◊a……’a, ◊a…’da, cezbe-i ◊a…, √a……-ıla;
◊üccetü’l-◊a…… ber-cihân la…abem.
180
5.3. Çeviriyazılı Metin
Bi ¡avni’l-kerµmi’r-rahµm bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahµm. Hâzâ kitâbu Gülşen-i
Efkâr Sul†ân Murâd zamânında Lârendeli Şânî Efendi te’lif itmişdür 146
GÜLŞEN-İ EFKÂR
Fe¡ilâtün / mefâ¡ilün / fe¡ilün
(Fâ¡ilâtun)
1-B
146
(fa¡lün)
1.
Ufu…-ı canda nûr-ı b’ismi’llâh 147
¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh
2.
Nûrı çar«-ı hidâyetüñ …ameri 148
Burc-ı sa¡duñ nücûm-ı cilve-geri
3.
Fi’l-me&el andaki o na…ş u ru…ûm
Fülk-i dilde tâb-dâr-ı nücûm
4.
Oldı envârı râh-ı dµne delµl
Gider anuñla yola ibn-i sebµl
5.
Fet√ olur anuñ-ıla bâb-ı ümµd
Açılur nûrıyla rûz-ı sa¡µd
6.
Fâti√idür «azâin-i πaybuñ
Kâşifidür rumûz-ı lâ-reybüñ 149
7.
Ol-durur serv-i gülşen-i melekût
Sünbül-i bâπ-ı rav≥a-i ceberût
8.
◊ırz-ı cân olmaπın ulü’l-eb§âr 150
Götürür başda anı leyl ü nehâr
Bu açıklama sadece SK nüshasında vardır. İÜ1 nüshasının ön yüzünde “Gülşen-i Efkâr-ı Şânµ-i
Lârendevµ ez mürµdân-ı Şey« ¡Ömer Rûşenµ müştehir bi-Monla Çelebi ez şu¡arâ-yı ¡a§r-ı Sul†ân Murâd-ı
&ânµ” ifadesi vardır. İÜ2 nüshasında herhangi bir ön kayıt yoktur.
147
Ufu…-ı cânda nûr-ı: O…u candan be-nur SK
148
Nûrı: Nûr veya Nûr-ı SK
149
lâ-reyb (şüphe yoktur): “O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve
arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” (Bakara 2/2). “Lâ-reyb”le “yakîn” eş anlamlıdır. Ayrıntılı
bilgi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
150
ulü’l-eb§âr (basiret sahipleri): “Allah, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz bunda basiret
sahipleri için mutlak bir ibret vardır.” (Nûr 24/44).
181
2-A
9.
Andadur ism-i a¡@am-ı Ra√mân
Fet√ olur anuñ-ıla genc-i nihân
10.
Cümle √arfinde gizli niçe künûz
Münderic her birinde dürlü rumûz
11.
Bâ-yı b’ismi’llâh oldı ümm-i kitâb
Anda derc oldı cümle fa§l-ı «i†âb
12.
No…†a-i bâ ki merdümi melegüñ
Merkezidür devâir-i felegüñ
13.
İnbisâ†ından oldı kevn ü mekân
Zµr ü bâlâ vü ¡arş u ferş-i cihân
14.
Sµni sul†ân-ı ¡aş…a efserdür
Tâc-sâlâr-ı pµr-i perverdür
15.
Erredür münkire siyâsetde
Diş biler …atline cinâyetde
16.
Ehl-i µmâna lµk sµn-i sürûr
Göñlini dâimâ ider mesrûr
17.
Besmele meddi oldı √abl-i metµn
Yapışan aña †utdı ≠eyl-i ya…µn
18.
İncedür gerçi §an †arµ…-i »udâ
Ehl-i tev√µde ¡urve-i vu&…a
19.
Oldı ebrû-yı şâhid-i ta√…µ…
No…†ası «âl-i §ûret-i ta§dµ…
20.
Mµmi «al«âl-i sâ…-ı ¡arş-ı ¡a@µm
‰av…-ı gerdân-ı √ûr-ı ¡ayn-ı na¡µm
21.
Sâlike remz-ile ider i¡lân
Erba¡µnde bulur kemâl insân
22.
Laf@atu’llâh ki ism-i ≠âtü’l-◊a…
Bâπ-ı ra√metde §anki bir yapra…
23.
Elifi serv-i bâπ-ı ra√metdür
Bezm-i va√detde şem¡-i …udretdür
182
2-B
24.
Oldı gûyâ ¡a§â-yı «asta-dilân
Anuñ-ıla …ıyâm ider pµrân
25.
Zeyn idüp rûy u …alb-i µmânı151
~a…ladı cân içinde ◊a… anı
26.
Birligi √a……uñ anda @âhirdür
Şa¡şa¡a-târ gibi bâhirdür152
27.
‰oπrı yolı bize işâret ider
Râh-ı √a… √a……ı delâlet ider
28.
Remz-ile lâmı gösterüp tibyân
Rûze-i far≥ı itdi bize beyân
29.
±ü’l-fi…âr-ı ¡Ali gibi iki lâm
Gösterir ehl-i küfre tµπ u √üsâm153
30.
İtdi anı o √a≥ret-i Feyyâz
Rişte-i ¡ömr-i münkire mı…râ≥
31.
Benzer ol √âsı çeşme-i şehde
Bâπ-ı cennetde gonce-i verde154
32.
Fi’l-me&el ol nigµn-i bâdâmı
Fikretüm şâhbâzınuñ dâmı
33.
İtdi teşdµdi münkire şiddet155
Erresi …ıldı …atline √iddet
34.
Aña can gözi-y-ile eyle na@ar
Per-i Nâmûs-ı Ekber’e beñzer 156
35.
Râları §an miyân-ı serve kemer
¢atl-i vesvâse her biri «ançer
36.
Mâh-ı nevdür sipihr-i ra√mete ol157
Ya kemerdür …u§ûr-ı cennete ol
rûy u …alb: rûy-ı …alb İÜ2, SK
Şa¡şa¡a-târ: Şa¡şa¡a-ı târı SK
153
tµπ u hüsâm: tµπ-i hüsâm SK
154
Bu beyit SK nüshasında yok.
155
münkire şiddet: münkir-i şiddet SK
156
Nâmûs-i ekber, Cebrail’dir. Bkz. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türlçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın
Kitabevi Yay., Ankara 1993, s. 805)
157
Mâh-ı nevdür : Mâh-ı nûrdur SK
151
152
183
3-A
37.
◊âlarıdur cihanda efser-i ◊ay
◊ay-durur anuñ-ıla cümle şey158
38.
İbtidâ-yı √ayât-ı dil oldur
İntihâ-yı felâ√ bil oldur159
39.
Nûnı üzre …arâr buldı ya…µn 160
Anuñ üstinde †urdı dµn-i mübµn
40.
Çı…dıπıyçün ser-i necâta o nûn
Götürür başda anı sûre-i Nûn 161
41.
Ol-durur ke’s-i «ûn-ı Ra√mânµ162
¢urtarur yirde …almadan cânı
42.
Yâsı …avs-i …a≥âdan oldı nişân
Dest-i …udret çeker o yâyı hemân163
43.
İsmi ser-defter-i du¡â-yı …abûl
Resmi şey’üñ esâsıdur ma…bûl
44.
No…†alar anda merdüm-i insân
Mezra¡-ı ma¡rifetde to«m-ı revân
45.
Görinen anda ol sevâd u beyâ≥164
Dµde-i √ûr-ı cennet-i Feyyâ≥
46.
Kimi dâl eyleyüp …adin çü kamer
◊a≥ret-i ◊a……’a hep ¡ibâdet ider
47.
Kimi ke&retde kimi va√detde
Dâ’ire içre kimi «alvetde
48.
Dµde-i cânı Şâniyâ açagör
Sırr-ı ma¡nâyı bunda cân-ıla gör
cümle şey: cümle √ay İÜ1, İÜ2
bil: dil SK
160
Nûn: Ulûhiyet ilmine karşılık gelir. Kalem ise bu ilmi açığa çıkarandır.
161
Kalem sûresi. “Nûn ve’l-kalem” ifadesiyle başladığı için Nûn sûresi olarak da anılır. Zalimin zulmünü,
fasidlerin fesadını önlemek ve kötülüklerinden korunmak için kendisinden faydalanılan bir sûredir.
162
ke’s-i «ûn: kâse-«ˇân SK
163
dest: yed İÜ2, SK
164
sevâd u beyâ≥ : sevâd-ı beyaz SK
158
159
184
49.
Münderic bunda âdemüñ ¡ilmi
Mündemic cümle ¡âlemüñ ¡ilmi
TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CEMÂL Ü ±Ü’L-CELÂLDÜR Kİ REŞK-İ ¡I¢D-I LE’ÂL Ü ÂB-I
±ÜLÂLDÜR ¡A¢ABİNDE BER¡AT-I İSTİHLÂL ±İKR OLINUR165
3-B
165
50.
◊amd aña kim odur Kerµm ü Ra√µm
»âlı…-ı nüh-revâ… u ¡arş-ı ¡a@µm
51.
Fâli…ü’§-§ub√ »âlı…u’l-ervâ√
Râzı…u’l-«al… kâşifü’l-eşbâ√
52.
¡Âlem-i sır her @uhûr u bu†ûn
Diyemez kimse fi¡line çi vü çûn
53.
Ol-durur bâni-i binâ-yı semâ
Fâti√-i bâb-ı …alb-i ehl-i fenâ
54.
◊ayy u Bâ…µ vücûd-ı mu†la…dur166
Lâ-yezâl u …adµm-i esba…dur
55.
◊ikmetinde nüfûs-ı nâ†ı…a lâl
¡A…l-ı kül idemez o ≠âtı «ayâl
56.
Bahr-i cûdında …a†redür yedi yem
Cümle mevcûd anuñ …atında ¡adem
57.
Mihr-i i√sânı eyleyüp işrâ…
Nûrı-y-ıla açıldı Hind ü ¡Irâ…
58.
Cur¡a-i hestiye olup sâ…µ
Ra…§ u devre getürdi âfâ…ı167
59.
Çâk idüp câme-i ¡adµmi vücûd
Sµne gösterdi şânid-i mevcûd
60.
Varlıπınuñ güvâhıdur dünyâ168
Şâhid-i ≠âtıdur bu ¡ar≥ u semâ
61.
Cilvegerdür …amu me@âhirde
Göremez kimse anı @âhirde
Metnin sonunda sadece SK’de “temme” ifadesi var.
◊ayy u Bâ…µ: ◊ayy-ı Bâ…µ İÜ2, SK
167
Ra…§ u devr: Ra…§-ı devr SK
168
dünyâ: dûnyâ SK
166
185
4-A
169
62.
±ât-ı √a……uñ vücûdına şâhid169
Saña rûşen delµldür Nâhid170
63.
Sırr-ı …albüñde var-ise i«lâ§
Saña yeter bu sûre-i İ«l⧠171
64.
Ser-fürû eyledi aña «ûrşµd
Oldı nûrıyla pür-≥iyâ «ûrşµd
65.
Defter-i §un¡-ı ◊a…’da seb¡a †ıbâ…
No…†adur nûn içinde çar«-ı revâ…
66.
Bahr-i cûdında ◊a… ‰e¡âlânuñ
Deşt-i §un¡ında o tüvânânuñ
67.
Ar≥-ı πabrâ serâb-ı âvâre
Bahr-i a«≥ar √abâb-ı âvâre
68.
Kâse-lµsi-durur cµm ü cemşµd
Bende-i «âksârıdur «ûrşµd
69.
±erre-i mihr-i cûdıdur ¡âlem
¢a†re-i bahr-i cûdıdur âdem
70.
Tâhe fµ tµhi §un¡ihi’l-ervâ√172
◊âra fµ beydi künhihi’l-eşbâ√173
71.
Heybetinden eridi gevher-i pâk
Oldı âb-ı revân «ı††a-i «âk
72.
¢âdirüñ …udretine √ad yo…dur
~âni¡üñ √ikmetine ¡ad yo…dur
73.
Nûrını gâhi rûy-ı Leylâ’da
Gösterür geh ¡i≠âr-ı A≠râ’da
74.
»al…ı eyler cemâline ¡âşı…
Kimi Mecnûn olur kimi Vâmı…
Şâhid: her şeb İÜ2, SK
Nâhid: kevkeb İÜ2, SK
171
İhlâs sûresi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
172
ervâ√: eşbâ√ İÜ2
173
eşbâ√: ervâ√ İÜ2 // Bu beyit SK nüshasında yok. “Ruhlar ve bedenler O’nun yarattıkları (sanatı)
karşısında şaşkına döndüler” anlamına gelen beyitte yaratılan her şeyin şaşkınlık yaratacak şekilde
kusursuz ve mükemmel olduğu, yaratılan her şeyde yaratanı görmenin mümkün olduğuna işaret edilir.
170
186
4-B
174
75.
Limeni’l-mülk «i†âbı ¡unvânı 174
Lâ-mekân âstânı dµvânı
76.
İremez künh-i ≠âtına idrâk
Mâ-¡arefnâke dir …amu derrâk175
77.
Uçamaz ol diyâra mürπ-ı ¡u…ûl
Aña ¡u…âb-ı ¡aş…ı virmez yol
78.
‰ayerân idemez sürûş-ı «ıred
Heybet-i ◊a… yolına baπladı sed
79.
¢urbet-i …âfına olan ¡an…â
Olur anuñ vücûdı nâ-peydâ
80.
Bµm-i …ahr-ıla yaş döker kevkeb
Gice yummaz gözini her kevkeb
81.
Oldı bârân-ı fey≥i «âke revân
İtdi andan @uhûr çeşme-i cân
82.
Fey≥ idüp √âke ebr-i i√sânı
Cereyân itdi ba√re nµsânı176
83.
»ârdan itdi πonçe-i ra¡nâ
¢a¡r-ı deryâda lü’lü’-i lâlâ
84.
Yemde itdi §adef §adefde düri
Düre virdi le†âfet-i güheri
85.
Bir nefesden yaratdı ¡İsâ’yı
¢ara †opra…dan ehl-i esmâyı
86.
Seng-i «ârâda «al… ider √ayvân
‰ıyn-i lâ≠ibden eşref-i insân 177
87.
Gehi bir dürden ider âb-ı revân
Gehi §udan …ılur riyâ≥-ı cinân
88.
Gül ü sünbülle zeyn ider «âki
Nesr-ile sünbül-ile eflâki
“Limeni’l-mülk” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
“Mâ-¡arefnâke” için tezin “4.3.2. Hadisler” bölmüne bakınız. // dir: diye SK
176
ba√re: bahr-i SK
177
“‰ıyn-i lâ≠ib” ifadesi için tezin “4.3.2. Âyetler” bölümüne bakınız.
175
187
5-A
178
89.
Kef-i mâ’dan ider gehî ar≥ın
Geh du«ândan …ılur semâ-yı berµn
90.
Şeb-i târ içre seng-i §ammâda
◊areket itse ≠erre «ârâda
91.
Bilür ol debdebât-ı ≠errâtı
¡İlm-i ≠âtisiyle @ulmâtı
92.
Genc-i ≠âtı †ılısmı idi ¡amâ178
İsm-i a¡@amla eyledi peydâ
93.
Pâyını kesdi …ahrıyla Lât’uñ
Mün¡adim oldı başı âfâtuñ
94.
Oldı enmûzec-i cihân âdem
İtdi ◊a… anı nüs√a-i a¡@am
95.
Lµk bir no…†adur kitâbından
±erre-i kemter âftâbından
96.
¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd
Aña insân-ı kâmil eyledi ad
97.
Anda cümle mühendisân √ayrân
İki sµmµn sütûnda itdi revân
98.
İki †â… itdi ¡anber-i sârâ
¢ıldı miskµn sürâdi…ât aña179
99.
Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr
Üstine …odı gevher-i pür-nûr
100.
Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ
Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ
101.
Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh
102.
¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm180
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm
idi: itdi SK
sürâdi…ât: serâda …ât SK
180
vezµr ü ¡ilmi: vezµri ¡ilmi SK
179
188
103.
Ola kim †ıfl-ı …albi bula §afâ
Ola tâ ma@har-ı cemâl-i »udâ
104.
Fehm ide sırr-ı nükte-i lâ-reyb
Anda derc eyleye «azµne-i πayb181
105.
Kenz-i ma√fµsin eylemege ¡ayân182
¢udretinden yaratdı ◊a… insân
106.
Eyledi lu†fı anı ehl-i reşâd
◊ikmeti virdi aña isti¡dâd
107.
Nevrini nûrı-y-ıla gösterdi
◊ikmet ü …udretini bildürdi183
108.
Eyledi rû√a cismini mu√tâc184
¡A@mini itdi pâye-i mi¡râc
109.
Ten-i †âhirledür murâda vü§ûl185
Dil-i pâk-iledür du¡â-yı …abûl
110.
Na…ş-ı πayrµyi pâk it âyineden
Görine tâ ki anda vech-i √asen
111.
Câm-ı gµtµ-nümâyı eyle †aleb
Tâ ki anda tecelli eyleye Rab
112.
Açar âyµne-i …ulûbı çü mâh
~ay…al-ı lâ ilâhe illallâh186
113.
Rav≥a-i …albüñi …ılur «oş-bû
Sünbül-i lâ ilâhe illâ hû187
114.
¢alb-i …albe o §âni¡-i ekber188
¢ıldı tev√µdi kibrit-i a√mer 189
«azµne-i: «arâse-i SK
“kenz-i mahfî” ifadesi için tezin “4.3.2. Hadisler” bölümüne bakınız. // ma√fµsin: nehyi sen SK
183
◊ikmet ü: ◊ikmeti SK
184
rû√a cismini: rû√ı cismine İÜ2, SK
185
Ten-i †âhirledür: Ten her †âledür SK
186
~ay…al-ı: Sünbüli SK. “lâ ilâhe illallâh” sözü “Allâh’tan başka ilâh yoktur.” anlamındadır.
187
Sünbül-i: ~ay…alı SK. “lâ ilâhe illâ hû” sözü “O’ndan başka ilâh yoktur.” anlamına gelir.
188
…albe: …albde SK
189
kibrµt: kerb SK
181
182
189
MERÂTİB-İ TEV◊ÌD-İ RABBÂNÌDÜR Kİ ¡AYÂN U BEYÂN OLINUR
5-B
115.
Söyle ey mürπ-ı gülşen-i lâhût
Şev…-ile eyle …ı§§a-i ceberût
116.
Ceberût-ı ¡ulâyı Rabb-ı …adµr
¢ıldı envârıyla mihr-i münµr190
117.
Lem¡a-i ◊a…’dan olmayup mestûr
Dâ’imâ mihr gibi πar…a-i nûr
118.
Andadur menba¡-ı ¡inâyet-i ◊a…
Andadur ma†la¡-ı hidâyet-i ◊a…
119.
Andadur dürc-i ma«zen-i esrâr
Andadur cümle ma@har-ı â&âr
120.
Nûr-ı pâki …ulûb-ı insânı191
Rûşen eyler çü mihr-i nûrânµ
121.
≤av’-ı «ûrşµdi nûrı eyler ma√v
Ehl-i dil ol diyâra didi §a√v192
122.
Ol-durur ma@har-ı cemâl-i cemµl
Ma†la¡-ı mihr-i nûr-ı Rabb-ı celµl
123.
Nice va§f ide anı ¡a…l-ı ≥a¡µf
Nice med√ ide anı fehm-i na√µf
124.
Ol diyârı varup görenden §or193
◊â§ılı seyr idüp gelenden §or194
125.
±erre mi…dârı âftâbından
Saña ta…rµr ide kitâbından
126.
¢afes-i tende bülbül-i cânuñ
Göremez verdin ol gülistânuñ
127.
Ger …ılursañ o gülşene hevesi
Dest-i himmetle pârele …afesi
münµr: neyyµr SK
Nûr-ı: Nûrı SK
192
§a√v: ma√v SK
193
görenden: irenden İÜ2 // görenden: izinden SK
194
gelenden: gözünden SK
190
191
190
6-A
128.
Mürşid-i ¡aş…ı câna hem-râz it
Bâπ-ı «uld-ı berµne pervâz it
129.
Pµr-i irşâda ya¡ni hem-râz ol
Himmetiyle anuñ ser-firâz ol
130.
¢alma bu yolda baş-ıla câna
Seri …o âstân-ı pµrâna
131.
Düş der-i pµr-i ehl-i ¡irfâna
Mevrid-i vâridât-ı süb√âna
132.
¢albi ola «azµne-i ta§dµk
Sırr-ı seri sefµne-i ta√…µ…
133.
Râh-ı ta√…µ…e reh-nümâ ola ol
Leme¡ât-ı »udâ-nümâ ola ol
134.
Bildüre ol kemâl-i tev√µdi
Göstere tâ cemâl-i tev√µdi195
135.
Bahr-i tev√µde gerçi πâyet yo…
¢a¡rına lâ-cerem nihâyet yo…
136.
Sâ√ili yo… mu√µ†-i a¡@amdur
Bahr-i a«≥ar …atında şebnemdür
137.
Künh-i tev√µd-i ◊a……’ı ehl-i fenâ196
Bilmedi gerçi gördi rûy-ı be…â
138.
Añlamaz …a†re bahr-i ¡ummânı
Ne bilür mûrçe Süleymân’ı
139.
Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez197
Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez
140.
Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı
Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı198
cemâl-i : cemâle SK
tevõd-i: tevõdi SK
197
fe≥âyı: …a≥âyı SK
198
¡ulyâyı: a¡lâyı SK
195
196
191
6-B
141.
Vâcibi mümkin ide mi idrâk199
Bâ…i-i fâni fehm ide √âşâk200
142.
Gerçi itdi beyânı niçe fu√ûl
¡Â…ıbet ¡âciz oldı anda ¡u…ûl
143.
Sâlike lµk mürşid-i kâmil
Gösterür gerçi rûşenâ menzil
144.
Nûr-ı vecdiyle geh virür aña şev…
Gehi √alât-ı ce≠bden da«ı zev…201
145.
Cümleten mürşid-i †arµ…-i münµf
◊âl-i tev√µdi eyledi ta¡rµf
146.
Terk-i terk ü fenâ-durur tev√µd
Sırr-ı ser-i §afâ-durur tev√µd
147.
Da«ı ol †û†iyân-ı mı§r-ı beyân202
¡Andelµbân-ı gülşen-i tibyân
148.
Bâπ-ı ma¡nµde eyleyüp pervâz
Söze bu resme eyledi âπâz
149.
Üç merâtib-durur …amu tev√µd203
Añlamaz bunu §â√ib-i ta…lµd204
150.
Biri ¡ilmµdür ehli cümle ¡avâm
Biri ¡aynµ biri √a…µ…i be-nâm
151.
Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl
¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl205
152.
~â√ibü’l-¡ayn olan ulü’l-eb§âr
◊a……’ı vicdân-ıla bulur her bâr
153.
Bâb-ı ta√…µ…i kimse fet√ idemez
Ehl-i ◊a… ol kitâbı şer√ idemez
ide mi: idemez SK
fehm ide √âşâk: alamaz bµ-pâk SK
201
ce≠bden:√i≠bden SK
202
Da«ı: Daπı SK
203
merâtib-durur: merâtibdür SK
204
bunu: anı SK
205
¡A…l u : ¡A…l-ı SK
199
200
192
¡İLMÌ OLAN TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CELÂLİ TA¢LÌD Ü İSTİDLÂLİDÜR ±İKR OLINUR
7-A
154.
Da«ı ¡ilmînüñ ikidür nev¡i
Biri ¡a…lµ birisidür sem¡µ
155.
İkidür ¡a…l u na…l-ile tev√µd
Biri ta√…µ… ü birisi ta…lµd
156.
±eyl-i ta…lµdi †utdı cümle ¡avâm
Bâb-ı ta√…µ…i açdı ehl-i kelâm
157.
¡İlm-ile olmaz inşirâ√-ı §adr
Ehl-i πaflet görür mi rûy-ı …adr
158.
Reng-i bûnuñ esµr ü maπrûrı
Açamaz bâb-ı sırr-ı mestûrı
159.
Yine olmasa ehl-i ta…lµde
İntibâh-ı la†µf-i tev√µde206
160.
Mu¡teberdür egerçi µmânı
Bulamaz lµk √âl-i vicdânı
161.
Def¡ …ıl †urma √âb-ı ta…lµdi
Göresin tâ ki ¡ayn-ı tev√µdi
162.
¢oma …albüñde perde-i pindâr
Görine anda şâhid-i dµdâr
TEV◊ÌD-İ ¡AYNµ Kİ EF¡ÂLÌ VÜ ~IFÂTÌ VÜ ±ÂTÌDÜR İCMÂLİ BEYÂN OLINUR
206
207
163.
Yine ¡aynµ de üç merâtibdür
İrişür aña her ki †âlibdür207
164.
Biri tev√µd-i ≠ât ü biri §ıfât
Biri ef¡âl-i §ay…al-i mir’ât
165.
Üçi üç pâye pâye-i mi¡râc
±ev…-i rû√âni πâye-i mi¡râc
İntibâh: Enbiyâh SK
SK nüshasında bu beyit yok.
193
166.
A§l-ı tev√µd şühûda irmekdür
Nûr-ı pâk-i vücûda irmekdür
TEV◊ÌD-İ EF¡ÂLÌ208
7-B
167.
±ikr-i …alb-ile sâlik-i dânâ
Eylese nefsini …açan ifnâ
168.
Dâ’imâ ◊a……’a râci¡ ide ≥amµr
Ne …ılur i«tiyâr u ne tedbµr
169.
Fi¡lini fi¡l-i πayri-i †âlib
Görmeyüp ◊a……’ı eyler ol πâlib
170.
Ger @uhûr itse niçe biñ ef¡âl
Bilür ol dem »udâ’yı ol fa¡¡âl
171.
Terk ider cümleten ru¡ûnâtı
Da«ı ¡âdât-ıla şu’ûnâtı
172.
Mâlik ü §â√ib-i sekµne olur
¡Âlim ü ¡ârif-i «azµne olur
173.
Fi¡l-ile olmaπın …amu a√vâl
Didiler buña tev√µd-i ef¡âl
174.
Bu-durur evvel-i ma…âm-ı …urb
Sâlike ma†lab u merâm-ı …urb
175.
Ol zamân ◊a… ider tesellâyı
¢ula ef¡âl-ıla tecellâyı
TEV◊ÌD-İ ~IFÂTÌ209
176.
Terk idüp §ûfi «âb-ı ta…lµdi
Ger §ıfâtı olursa tev√µdi
177.
Ber… urur …albine ≥iyâ-yı vi§âl210
Keşf olur aña cümleten a√vâl
178.
¢ılmayup hiç vücûdınuñ e&eri
¢a†¡ ider «ayr u şerden ol na@arı
EF¡ÂLÌ: EF¡ÂLÌDÜR İÜ2
~IFÂTÌ: ~IFÂTÌDÜR İÜ2
210
≥iyâ-yı: √ınâ-yı SK
208
209
194
8-A
179.
Nefsinüñ nefs ¡aybını gözler
Eylemez ¡ayb-ı «al…a hiç na@ar
180.
◊a……’a eyler teveccüh-i tâmı211
Gündüzi ¡ıyd u …adr olur şâmı
181.
Ma√v ider nûrı şerr-i «annâsı
∏ayrı görmez «ayâl ü vesvâsı
182.
Nûr-ı ◊a… aña eyleyüp işrâ…
İrişür ma√v u §a√v u istiπrâ…
183.
Melekût-ı semâya vâ§ıl olur
Ceberût-ı ¡ulâya vâ§ıl olur
184.
Bulur ol dem kemâl-i ma¡bûdı
Görür ol dem cemâl-i meşhûdı
185.
~abr u cûd u rı≥âyı Rabb-ı kerµm212
¡Ayni-y-ile ider aña teslµm
186.
Ger tecellµ …ıla §ıfâtla ◊a…
Sâlik irür bu √âlete mu†la…
TEV◊ÌD-İ ±ÂTÌ213
187.
İrse tev√µd-i ≠âta bir ¡âşı…
Va§l-ı ◊a……’a olur o dem lâyı…
188.
Ehl-i tev√µde ma†lab-ı a¡lâ214
Dil ü cân-ıla ma…§ad-ı a…§â
189.
¢urb-ı Settâr’a vâ§ıl olma…dur
Sırr-ı esrâra vâ§ıl olma…dur
190.
Nûr-ı ◊a… …albe eyleyüp işrâ…
İre ¡a…la kemâl-i istiπrâ…215
teveccüh-i teveccüh ü SK
cûd: cûdı SK
213
±ÂTÌ: ±ÂTÌDÜR İÜ2
214
tevõde: tevõd SK
215
İre ¡a…la: ¡A…la irür SK
211
212
195
8-B
191.
Keşf olursa aña tecelli-i ≠ât
Cümle far… olmaz anda ≠ât u §ıfât
192.
Bu-durur ol ma…âm-ı sekr ü §a√v
Rû√-ı sâlik olur bu yirde ma√v
193.
Bahr-i ta√…µ…e πar… olur †âlib
Ce≠be-i ◊a… aña olur πâlib
194.
¢aplar anı ya…µnüñ envârı216
Görür ol cân göziyle dµdârı
195.
~â√ibi bu ma…âmuñ ehlu’llâh
Sâkin-i ta«tgâh-ı ¡arş-ı İlâh
196.
İltifât eylemez kerâmete hµç
Keşf-i esrâr-ıla velâyete hµç
197.
¢urb-ı ◊a…’dur hemân aña ma…§ûd
Ma†labı görmek oldu rûy-ı şühûd
198.
◊a… Te¡âlâ …ıla tecelli-i ≠ât
İrişür …ula cümle bu √âlâ†
199.
E√adiyyet tecelli idüp aña
Ferd-i Bµ-çûnı fehm ider ma√≥a
200.
±ât-ı ◊a……’ı bile hemân mevcûd
Göre πayruñ vücûdını mef…ûd
201.
İre ger bu ma…âma †âlib-i ◊a…
Ekmel ü kâmil olur ol mu†la…
202.
İnsılâ√ u √ulûle …âbil olur217
İtti√âd-ı vücûda vâ§ıl olur
203.
Bilmeyen bu rumûzı †âli√dür
Dâ’imâ ehl-i √âli …âdi√dür218
204.
Sözümüz ehl-i √âledür anca…
Sâlik olan ricâledür anca…
ya…µnüñ: ya…µnlı…
İnsılâ√ u √ulûle: İnsılâ√-ı vu§ûle SK
218
…âdi√dür: …âri√dür SK
216
217
196
205.
Bu kelâmı buyurdı ehl-i hüner
Bilmeyen cehline ¡adâvet ider
206.
Olmayan …albi içre ≠erre fürûπ219
~andı ¡âlemde anı ki≠b ü dürûπ220
207.
Cümle eşyâya ≠âtı sârµdür
Zµr ü bâlâya √ükmi cârµdür
208.
Ger @uhûr itse niçe biñ ef¡âl
~ana kim anda kendüdür fa¡¡âl
209.
¡Âlem içre olur «alµfe-i ◊a…
Virür a…†âb u ehl-i √âle seba…
210.
◊a… ider anı ma…sim-i erzâ…
Olur emrinde cümle-i âfâ…
211.
Odur insân-ı kâmil ü ekmel
Mürşid ü pµr-i zümre-i kümmel
TEV◊ÌD-İ ◊A¢Ì¢Ì221
9-A
212.
A§l-ı tev√µd-i ◊a……’ı bil ta√…µ…
Ser-i mû deñlü yo…dur aña †arµ…
213.
Künh-i ≠âta vü§ûla yo… imkân
±âtını girü kendü bildi hemân
214.
Âyine …ıldı gerçi insânı
Arada perde itdi imkânı
215.
±âtına göre perde-i imkân
»al…a oldı √icâb-ı bµ-pâyân
216.
Nice ma¡lûm olur hüviyyet-i ◊a…
Nice ta√…µ… olur √a…µ…at-ı ◊a…
217.
¡A…l u fehm ü ferâset ü vicdân222
◊all-i esrâra cümlesi √ayrân
≠erre: ≠er SK
ki≠b ü: ki≠b-i SK
221
◊A¢Ì¢Ì: ◊A¢Ì¢ÌDÜR İÜ2
222
ferâset ü: ferâset-i İÜ2, SK
219
220
197
9-B
218.
Lµk envâr-ı fey≥-i Yezdânµ
Rûşen itdi …ulûb-ı insânı
219.
E√adiyyet rumûzın añladılar
Vâ√idiyyet künûzın añladılar
220.
¡Aks-i envâr-ı ≠âtıdur ¡âlem
Âyine-i §ıfâtıdur âdem
221.
Cümle esmâ §ıfâtına mir’ât
~ıfatı da«ı ≠âtına mir’ât
222.
~ıfatından bilindi ≠ât-ı …adµm
E√ad u Vâ√id ü Kerµm ü Ra√µm
223.
Kevni itdi vücûdına miftâ√
Tâ ki fet√ ide genci ol Fettâ√
224.
±erre peydâ vü lµk mihr-i nihân
ªâhir ammâ √abâb-ı bahr-i nihân
225.
Bu mu¡ammâyı kimse fet√ idemez
Da«ı sırr-ı …adµmi şer√ idemez
226.
Ol diyâra sülûka …udret yo…
Dürlü ¡acz u …u§ûr u √ayret ço…
227.
Ra«ş-ı fikretle cümleten kâmil
Tek ü pû itse niçe yüz biñ yıl
228.
İltemez pey fe≥â-yı ta√…µ…e
Ba§amaz pâ fenâ-yı ta√…µ…e
229.
Deşt-i dehşetde per döger Cibrµl
İremez ol diyâra peyk-i Celµl
230.
Sırr-ı ta√…µ…-i ≠âta irmedi ol
Remz-i sırr-ı §ıfâta irmedi ol
231.
¢almayan yolda baş -ıla câna
İrişür gerçi genc-i pinhâna
232.
Fet√ olmaz aña «azµne-i «ûb
Ki anı √ıf@ ider †ılısm-ı vücûb
198
233.
Ber…-i «â†ıf gibi velµ leme¡ân
İrişür ba¡≥ı enbiyâya revân
234.
Bir nefes vâ§ıl-ı √a…µ…at olur
Mürşid-i kâmil-i †arµ…at olur
235.
Vâ√iden ba¡de vâ√idin olur ol
Rûzı olmadı herkese bu vusûl
236.
Şâniyâ keşf olur mı bu a√vâl
Bulmayınca kemâl-i i≥mi√lâl
237.
±ev…e vâ§ıl olur mı …âl ehli
Hiç irer mi aña ma…âl ehli
238.
Nâr-ı ¡aş…-ıla eyle …albüñi …âl
Cânuñı bahr-i va√dete yüri §al
239.
¢albe tev√µd-i «â§ı irgürigör
Tâ ki anda tecelli eyleye nûr
TERCÌ¡-İ BEND Kİ TEV◊ÌD-İ ◊A≤RET-İ ±ÂT U MÜŞTEMİL-İ VA~F-I
~IFÂTDUR223
10-A
240.
Mübdi¡-i nüh-revâ…-ı nûr-efşân
Bâni-i çâr-†â…-ı kevn ü mekân
241.
Münşi-i nâm-hâ-yı lev√-i vücûd
Âferµnende-i zemµn ü zamân
242.
±âtehu …âne …able kün feyekûn 224
A§l-ı mevcûd u §âni¡-i ekvân
243.
Gûy-ı gerdûnı §avlecan-ı §un¡
Deşt-i hestµde eyledi πal†ân
244.
±ât-ı Bµ-çûnı §almasa pertev
¢alur idi şeb-i ¡ademde cihân
245.
¢ad tecellâ bi-núrihi’l a¡lâ 225
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ 226
~IFÂTDUR: ~IFÂTIDUR SK
Anlamı: O’nun zatı “Ol der ve olur”dan önce idi. Bakara sûresi 117. âyette geçen “O bir şeyin
olmasını istediği zaman o şeye “ol” der ve hemen olur.” ifadesine atıfta bulunulur. Allâh’ın zatının hiçbir
şeyi yaratmadan önce var olduğuna işaret edilir.
225
Anlamı: O’nun (Allâh’ın) yüce nuruyla tecelli etti.
223
224
199
10-B
226
246.
Ferd-i Bµ-çûn u ¡Âlim ü ¡Allâm227
◊ayy u Bâ…µ ¡Alµm ü ±ü’l-ikrâm
247.
E√ad u Vâ√id ü ¡Alµm ü »abµr
~amed ü bµ-zevâl u Rabb-i enâm
248.
Yo…dur enbâzı milk ü mülkinde
Rûz u şeb birligine şâhid tâm
249.
Olsa bir kişvere iki vâlµ
Göremez anda kimse rûy-ı ni@âm
250.
Ber… urup nûr-ı vâ√idiyyet-i ◊a…
Geldi ¡âlem vücûda gitdi @alâm
251.
¢ad tecellâ bi-núrihi’l a¡lâ
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ
252.
Ol ¢adµr ü Müheymin ü »allâ…
¢udretiyle yaratdı seb¡a †ıbâ…
253.
Bu ne …udret-durur ki kevn ü mekân
İki √arfiyle oldı †â…-ı revâ…
254.
¢ahr u lu†fından eyledi peydâ
∏asa…ı’l-leyl ü §ub√-ı nûr-işrâ… 228
255.
Yazmaπa …udretin debµr-i felek
Mühreler her se√er †o…uz evrâ…
256.
¢udreti nûrın eyleyüp i@hâr
Münkeşif oldı Rûm u Hind ü ¡Irâ…229
257.
¢ad tecellâ bi-núrihi’l-a¡lâ
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ
258.
Dilese bir nefesde Rabb-ı …adµr
Âb-ı pâk üzre na…ş ider ta§vµr
259.
Zµba…-ı âdemi irâdet-i ◊a…
Şems-i …udretle eyledi iksµr
Anlamı: Evren (âlem) tarlası O’nun ışığıyla aydınlandı, açığa çıktı.
¡Âlim ü ¡Allâm: ¡Âlim-i ¡Allâm İÜ1
228
“∏asa…ı’l-leyl” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
229
Rûm u Hind: Rûm-ı Hind SK
227
200
260.
Cümle fey≥-i irâdetinden olur
◊arekât u sükûn u fikr-i ≥amµr
261.
Kimi şâh-ı serµr olur andan
Kimi mu√tâc-ı nµm-nân-ı fa†µr
262.
Leme¡âtı irâdeti ◊a……’uñ230
±erre ≠erre cihânı itdi münµr
263.
¢ad tecellâ bi-nûrihi’l-a¡lâ
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ
264.
Ol ¡Alµm ü »abµr ü Rabb u ∏afûr231
Ol Semµ¡ ü Ba§µr ü Rabb u Şekûr232
265.
~ıfat-ı √âdi&âtdan ¡ârµ233
Kelimâtı √urûfdan mehcûr
266.
¡Âlemi ¡âlem içre âdemi ◊a…
»al… idüp rız…ın eyledi ma…dûr234
267.
Feye≥ân eyleyüp Cemâl ü Celâl
Şâniyâ @âhir oldı @ulmet ü nûr235
268.
Zelzele §aldı emr-i kün ¡ademe
Dürc-i genc-i vücûd itdi @uhûr
269.
¢ad tecellâ bi-núrihi’l-a¡lâ
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ
MERÂTİB-İ ¢ALB-İ İNSÂNÌ VE ◊İKMET-İ ~AMEDÂNÌDÜR BEYÂN OLINUR236
270.
Ey kemâl-i √a…µ…ate †âlib
Genc-i tev√µde cân-ıla râπıb
271.
Şem¡-i rû√ânµ gibi cânı uyar
~âni¡üñ √ikmetine eyle na@ar
Leme¡âtı irâdeti: Leme¡ât-ı irâdeti İÜ2, SK
Rabb u ∏afûr : Rabb-ı ∏afûr SK
232
Rabb u Şekûr : Rabb-ı Şekûr SK
233
√âdi&âtdan:√âdi&ândan SK
234
ma…dûr : ◊a… dur SK
235
@ulmet u: @ulmet-i SK
236
BEYÂN OLINUR: Kİ AYÂN U BEYÂN OLINUR SK
230
231
201
11-A
272.
Küngür-i çar«-i nüh-revâ…ı revân
Nice «al… itdi »âli…-i Süb√ân
273.
Kâf u nûndan §alup §adâ-yı ¡a@µm
Biribirine …oydı çar«ı √akµm
274.
No…†a-i «âki bu †o…uz pergâr
Devr ider …udretiyle leyl ü nehâr
275.
◊ikmetiyle yaratdı insânı
¢odı …albinde genc-i pinhânı
276.
Pâs-bân itdi aña «annâsı
Bir †ılısm itdi diyü vesvâsı
277.
Kim ki mâlik-i ism-i a¡@am olur237
Def¡ idüp ol şürûrı genci bulur238
278.
‰avr-ı insân ki §un¡-ı …udretdür
Ehl-i idrâke ma√≥-ı √ikmetdür
¢ÂLE’LLÂHU TE¡ÂL CELLE VE ¡AL VE “¢AD »ALE¢AKÜM E‰VÂREN” 239
279.
Râvi-i sırr-ı ma√zenü’l-esrâr
Nâ…il-i remz-i ma†la¡ü’l-envâr
280.
İtdi bu resme …ı§§aya âπâz
Kim vire ehl-i √âle sûz (u) güdâz
282.
¢alb-i insânı »âli… ü »allâ…
Çar«-mânendi …ıldı seb¡a †ıbâ…
283.
Eyledi anda yedi e†vârı 240
Her biri bir menâr-ı envârı
284.
Biri §adr u birisi …alb-i §afâ
Birinüñ nâmıdur şeπâf-ı ≥iyâ
285.
Da«ı her †avrı ol fuâd-ı münµr
◊abbetü’l-…albdür beşinci ≥amµr241
Mâlik: mı§dâk İÜ2, SK
Def¡: Fet√ İÜ2, SK // şürûrı: †ılısmı İÜ2, SK
239
“…ad «ale…aküm e†vâren” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
240
Kalbin yedi tavrı vardır: sadr, kalb, şegaf, fuad, habbetü’l-kalb, süveyda ve muhcetü’l-kalb. Ayrıntılı
bilgi için bakınız: Süleyman Uludağ, “Kalp”, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2001,
s. 203.
237
238
202
11-B
285.
Oldı birisine süveydâ nâm242
Muhcetü’l-…albdür yedinci ma…âm243
286.
Her biri ma«zen-i √a…âyı…dur
Ma¡den-i cevher-i da…âyı…dur
288.
Buyurur ol Resûl-i «ayrü’n-nâs
Sµm ü zer ma¡deni gibidür nâs
“EFEMEN ŞERA◊A’LLÂHU ~ADRAHÛ Lİ’L-İSLÂM” ÂYETİNE244 MAªHAR
OLAN ‰AVR-I ~ADRUÑ VA~F-I ±Ü’L-¢ADRİDÜR Kİ ±İKR OLINUR245
289.
Dil-i insânda ibtidâ-yı †avr
Ehl-i ta√…µ… içinde nâmı §adr
290.
Mü’mine oldı ma¡den-i İslâm
Kâfire menba¡-ı fücûr-ı @alâm
290.
Şer√ ider mü’mine anı Ra√mân
Nûr-ı İslâm ider aña feye≥ân
292.
Nûr-ı İslâm’dan olsa ger mehcûr
Olur ol demde ma¡den-i şer-i şûr
MA¡DEN-İ GEVHER-İ ÌMÂN VE MA‰LA¡-I MİHR-İ Ì¢ÂN ‰AVR-I ¢ALB-İ
DIRA»ŞÂNUÑ VA~F-I RA»ŞÂNIDUR BEYÂN OLINUR246
293.
‰avr-ı dil ma¡den-i cevâhir-i dµn
Ma†la¡-ı âftâb burc-ı ya…µn
294.
Nûr-ı ¡a…l-ı ma¡âda ma†la¡ odur
Fey≥-i Ra√mân’a ¡ayn-ı menba¡ odur
295.
Âftâb-ı ya…µn-ile o πanµ
Âsmân-ı √a…µ…at itdi anı
295.
Girmez aña §ıfât-ı şey†ânµ
Ya…ar anı şihâb-ı ¡irfânı
…albdür: …alb-durur SK
birisine: bu sµne-i SK
243
…albdür: …alb-durur SK
244
Tırnak içindeki ifade için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
245
… Kİ ±İKR OLINUR: İÜ2, SK’de yok.
246
BEYÂN OLINUR: İÜ2, SK’de yok.
241
242
203
MA¡DEN-İ GEVHER-İ MA◊ABBET-İ ~ÂF OLAN ‰AVR-I ŞE∏ÂFUÑ EV~ÂF-I
EŞRÂFIDUR Kİ ±İKR OLINUR247
12-A
296.
Şef…at-ı kânidür bu †avr-ı şeπâf
Añlamañ bu kelâmı lâf u gü≠âf
297.
Ma¡den-i gevher-i ma√abbetdür
Ma†la¡-ı ezher-i meveddetdür
298.
Aña girmez ma√abbet-i Ra√mân
Anda olmaz meveddet-i Ra√mân
299.
Şûriş-i ¡aş…a lµk menzil olur
◊ubb-ı insâni anda kâmil olur
300.
∏âyet-i ¡aş… lübb-ı insânµ
Andadur «atm-ı √ubb-ı insânµ
“MA◊ZEN-İ MÂ-KE±EBE’L-FUÂDU MÂ-RE’”248 OLAN MEV≤Ì-İ MÜKÂŞEFE
VE MA◊ALL-İ MÜL‰AFA ‰AVR-I FU’ÂDUÑ VA~F-I DİL-ŞÂDIDUR BEYÂN
OLINUR249
301.
Ol ki †avr-ı fu’âd fâyı…dur
~ub√-veş cümle …avli §âdı…dur
302.
Ber… urur anda nûr-ı §ıd…-ı fürûπ
Ma√v olur cümle nâr-ı ki≠b ü dürûπ250
303.
Cereyân eyler aña nehr-i keşf251
Şa¡şa¡a §alar anda mihr-i keşf
304.
Ma¡den-i gevher-i mükâşefedür
Menba¡ ü ma√zen-i mülâ†afadur252
±İKR OLINUR: BEYÂN U ¡AYÂN OLINUR İÜ2
Tırnak içindeki ifade için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
249
BEYÂN OLINUR: İÜ2 ve SK’de yok.
250
ki≠b ü: ki≠b-i SK
251
nehr-i keşf: mihr-i keşf SK
252
İÜ2 ve SK nüshalarında bu beyit yok.
247
248
204
MAªHAR-I MA◊ABBET-İ KİRDGÂR Ü MEVEDDET-İ PERVERDGÂR-I
◊ABBETÜ’L- ¢ALB-İ TÂB-DÂRUÑ ‰AVR-I PÜR-ENVÂRI VA~F-I ÂBDÂRIDUR TA◊RÌR OLINUR253
12-B
305.
Ma¡den-i gevher-i ma√abbet-i ◊a…
◊abbetü’l-…alb †avrıdur mu†la…
306.
Kâsedür mihr-i ◊a…-ıla memlû
Anda §ıπmaz ma√abbet-i meh-rû
307.
Menzilidür ma√abbetu’llâhuñ
Va†an-ı ¡aş…ıdur o dergâhuñ
308.
¡Aş…-ı «â§uñ mekânıdur bu ma…âm
~â√ibi anuñ evliyâ-yı ¡a@âm
309.
Her biri bir hümâ-yı bâlâ-ter
◊ubb-ı πayre tenezzül itmezler
MECMA¡-I FÜNÛN-I ŞETTÂ VÜ MENBA¡-I ¡ULÛM-I LÂ-YEBLÂ ‰AVR-I
SÜVEYDÂNUÑ VA~F-I BÌ-HEMTÂSIDUR TE±EKKÜR OLINUR254
310.
Cân-ıla diñle bu süveydâyı
Bilesin tâ ki §un¡-ı Mevlâ’yı
311.
Eyledi ◊a… anı «azµne-i sır
Menba¡-ı √ikmet ü sefµne-i sır
312.
Ol-durur mecma¡-ı ¡ulûm-ı ledün
Mev≥i¡ ü menba¡-ı ¡ulûm-ı ledün
313.
Keşf olur anda niçe dürlü fünûn
Bilmez anı melâ’ik-i gerdûn
314.
Bundadur remz-i ¡alleme’l-esmâ255
Bu ma…âm içredür …amu nu¡mâ
…PÜR-ENVÂRI VA~FIDUR İÜ2 // MA◊ZEN-İ “MÂKE±EBE’L-FUÂDU MÂRE’” OLAN
MEV≤İ-İ MÜKÂŞEFE VE MA◊ALL-İ MÜL‰AFA ‰AVR-I FU’ÂDUÑ VA~F-I DİLŞÂDIDUR
BEYÂN OLINUR SK
254
TE±EKKÜR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. Ayrıca, SK nüshasında başlığın sonuna bir önceki başlık da
(MAªHAR-I MA◊ABBET-İ KİRD-GÂR VE MEVEDDET-İ PERVERDGÂR-I ◊ABBETÜ’L- ¢ALB-İ
TÂBDÂRUÑ ‰AVR-I PÜR-ENVÂRI VA~F-I ÂBDÂRIDUR TA◊RÌR OLINUR) eklenmiş.
255
“¡alleme’l-esmâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
253
205
MA◊ZEN-İ SERÂİR Ü MECLÂ-YI NÛR-I ZÂHİR MUHCE-İ ¢ALB-İ ‰ÂHİRÜÑ
‰AVR-I BÂHİRİ VA~F-I ªÂHİRİDÜR TAS‰ÌR OLINUR256
13-A
315.
Muhce-i …alb-i ma†la¡-ı leme¡ât
Ol-durur ma@har-ı tecellµ-i ≠ât
316.
Leme¡ât-ı »udâ’ya menzildür
Nefe«ât-ı §afâya menzildür257
317.
Bu-durur ol ma…âm-ı kerremnâ
Bundadur cümle sırr-ı fa≥≥elnâ 258
318.
İrse ger bu ma…âma †âlib-i ◊a…
Vâ§ıl olur kemâle râπıb-ı ◊a…
319.
‰ay idüp sa¡y-ıla menâzilini
¢a†¡ ider cümleten merâ√ilini
320.
İrişür ol ma…âm-ı ta√…µ…e
Yetişür her merâm-ı ta√…µ…e
321.
Mâverâsı fenâ-yı ma√≥ u ma√v
Mâ¡adâsı kemâl-i sekr ü §a√v
322.
~â√ibi bu ma…âm-ı a¡lânuñ
Bu serµr-i sürûr-ı ra¡nânuñ
323.
Mürşid-i kâmil-i tuvânâdur259
Mehbi†-ı vâridât-ı Mevlâ’dur
DERGÂH-I BÌ-ZEVÂL U BÂRGÂH-I LÂ-YEZÂLE TA≤ARRU¡ U İBTİHÂL
İLE MÜNÂCÂT-I ¡AR≤-I ◊ÂCÂTIDUR ±İKR OLINUR260
324. Yâ ¡alµme’≥-≥amµrü bi’l-esrâr
¡Âlime’s-sırru kâşife’l-estâr
325.
Ey ∏afûr u Şekûr Rabb-ı la†µf
Ente ∏affâru Mü≠nibun u lehµf261
‰AVR-I BÂHİRİ, TAS‰ÌR OLINUR İÜ2, SK’de yok.
§afâya menzildür: ma…âya ma«fildür SK
258
“Kerremnâ ve fa≥≥elnâ”ifadeleri için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
259
kâmil-i : kâmil ü İÜ2, SK
260
±İKR OLINUR: SK’de yok.
261
lehµf: la†µf SK
256
257
206
13-B
262
326.
Sensin ey »âlik-i zemµn ü zamân
∏âfirü’≠-≠enb vâsi¡ü’l-πufrân
327.
Sensin iki cihânda Rabb-ı …adµm
E√ad u Vâ√id ü Kerµm ü Ra√µm
328.
Bahr-i ¡ummân-ı bµ-gerân keremüñ
Cümle ma«lû…a râygân keremüñ
329.
N’ola ma√v olsa ra√metüñle vezâr
Ma√v ider bir πubâr-ı «âki bi√âr
330.
Zµr-i ¡i§yânda nûn olup bedenüm
»a†ar altında râya döndi tenüm
331.
Mekr-i dünyâ miyânum itdi kemer
Bilümi bükdi bâr-ı ≠enb ü «a†ar
332.
Kûze alsam namâz içün elüme
¢ulpı gelür hemân o gün elüme262
333.
Yumayup yüz namâza bir dem âh
Yirlere âb-ı rûyı dökdüm âh
334.
Süb√a alup geçirsem elden ben
◊ubb-ı dünyâ geçer o dem dilden
335.
Cümle fi¡lüm ki lu¡b u lehvledür
Her §alâtum sücûd-ı sehvledür
336.
‰ab¡-ı @ulmâtı …apladı cânı
Nitekim mâhı ebr-i @ulmâtı
337.
Göñlüm âyînesini gerd-i siyâh
¢apladı ya¡ni anı jeng-i günâh
338.
~ay…al-ı lu†fuñ-ıla pâk eyle
Mihr-veş anı tâb-nâk eyle
339.
Beni başdan çı…ardı nefs-i denµ
Elüm alup aya…da …oma beni
340.
Çalınur şol zamân ki kûs-ı ra√µl
Nûr-ı µmânı-y-ıla baña delµl263
¢ulpı: ¢ulbı İÜ2, SK
207
14-A
263
264
341.
Baña nûr-ı şühûdı bedre…a it
Lu†f u i√sân u cûdı bedre…a it
342.
Ey ¡Alµm ü »abµr ü ◊ayy u ¢adµm
V’ey Semµ¡ ü Ba§µr ü Rabb u Kerµm264
343.
◊ilm-ile eylegil beni fâyı…
Tâ olam ben sa¡âdete lâyı…
344.
¡İlm-ile ¡âmil eyle hemçü velµ
¡A…l-ıla kâmil eyle hemçü ¡alµ
345.
Beni ¡ilm-i ledµnniye ey ◊a…
¡Âlim eyle bi-√a…… nûr-ı felâ…
346.
Terk idem tâ ki târ-ı nâsûti
Tâ bilem ben kemâl-i lâhûti
347.
Beni bu bahr-i na@ma πavv⧠it
Dürlü elfâ@ımı dür-i «â§ it
348.
Tâ ki ol gûş-ı ¡ârifâna ire
Belki sul†ân-ı kâmrâna ire
349.
Ey Kerµm ü Ra√µm ü ¡âlµ-şân
Ehl-i ¡i§yâna Râ√im ü Ra√mân
350.
Her nefesde niçe günâh iderem
~ub√a dek lµk her gün âh iderem
351.
¡Aybuma göre ba√r bir …a†re
Cürmüme göre cirm-i meh ≠erre
352.
Şirretümle yirüm şerer …ılma
Sa…arı rû√uma ma…ar …ılma
353.
∏a≥âbuñdan çü ra√müñ esba…dur
Keremüñ «â§ u ¡âma mu†la…dur
354.
Beni ¡â§µler-ile √aşr itme
¡Aybumı ehl-i √aşre neşr itme
Nûr-ı : Nûrı SK
Rabb u Kerµm: Rabb-ı Kerµm SK
208
14-B
265
355.
Kibriyâ-yı sürâdı…âtuñ içün
Hem mu…addes §ıfât u ≠âtuñ içün
356.
Enbiyâ-yı kirâm √a……ıyçün
Evliyâ-yı ¡a@âm √a……ıyçün
357.
Her biri itdügi du¡âlar içün
Dillerinde olan §afâlar içün
358.
~ub√-«µzân-ı §âdı…ânuñ içün
Eşk-rµzân-ı ¡âşı…ânuñ içün
359.
Rû√-ı pâk-ı √abµb Â√med içün
Şâh-ı kevneyn olan Mu√ammed içün
360.
Şer¡-i dµn-i metµni √ürmetine
Nûr-ı pâk-i ◊abµbi √ürmetine
361.
Er√ame’r-râ√imµn ∏affâr’sın
Ekreme’l-ekremµn Settâr’sın
362.
Ehl-i µmânı bahr-i ra√metüñe
∏ar… u müstaπra… eyle re’fetüñe
363.
Saña lâyı… ¡amelleri yo…dur
Dilde †ûl-i emelleri ço…dur
364.
Lµk lâ ta…ne†ûya ¡âmiller 265
Ra√metüñi recâda kâmiller
365.
Her birinüñ budur temennâsı
Ra√mete lâyı… ide Mevlâ’sı
366.
Yarlıπa Şâni-i günahkârı
Yo…-durur senden özge ∏affârı
367.
Anı irgür ma…âm-ı ta√…µ…e
Vâ§ıl eyle merâm-ı ta√…µ…e
368.
Râh-ı √ilmi aña †arµ… eyle
¡A…l u ¡ilmi aña refµ… eyle
369.
Mid√at-ı Mu§†afâ’ya irgür anı
Aña med√ ü &enâya irgür anı
“lâ ta…ne†û” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler ” bölümüne bakınız.
209
MEH-İ BURC-I VEFÂ VÜ DÜRR-İ DÜRC-İ ~AFÂ VÜ ŞEH-İ DİYÂR-I ◊UDÂ VÜ
PERTEV-İ NÛR-I »UDÂ ◊A≤RET-İ MU◊AMMED MU~‰AFÂ’NUÑ NA¡T-I
MU~AFFÂLARIDUR TA◊RÌR OLINUR266
15-A
370.
Gül-i ra¡nâ-yı gülşen-i melekût
Bülbül-i bâπ-ı rav≥a-i ceberût
371.
¡Âlim ü ¡ârif-i ≥amâ’ir-i πayb267
Vâ…ıf u kâşif-i serâ’ir-i πayb268
372.
Ma√rem-i …urb-ı √a≥ret-i ¡izzet
Ma@har-ı nûr-ı ¡izzet ü …udret
373.
Ma«zen-i ma¡rifet medµne-i ¡ilm
Ma¡den-i mevhibet «azµne-i √ilm
374.
Şâh-ı mesned-nişµn-i şer¡-i mübµn
Mâh-ı evc-i sipihr-i dµn-i metµn
375.
Ya¡ni mâh-ı münµr ü şâh-ı rüsül
¢ureşµ eb†a√ı delµl-i sübül
376.
Ol √abµb-i Mu√ammed-i ¡arabµ
»âtem-i enbiyâ Resûl u nebµ269
377.
Burc-ı çar«-i serâ’irüñ mâhı
Lî-ma¡allâh serâyınuñ şâhı 270
378.
Na√l-i ¡ar¡ar numûne-i …add-i û
Gül-i a√mer numûne-i «add-i û
379.
Sûre-i nûn medd-i ebrûsı
Da«ı ve’l-leyl-i târ gµsûsı271
380.
Gerdeni sâ…-ı ¡arş-iken tâbân
¡Arş-ı Ra√mâna eyledi seyrân
381.
Üstine ebr sâyebân oldı
Genc-i √üsnine pâs-bân oldı
TA◊RÌR OLINUR: SK’de yok.
¡Âlim ü: ¡Âlim-i SK
268
Vâ…ıf u: Vâ…ıf-ı SK
269
enbiyâ Resûl: enbiyâ vü Resûl SK
270
“Lî-ma¡allâh” ifadesi için tezin “4.3.2. Hadisler” bölümüne bakınız.
271
“Ve’l-leyl” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler ” bölümüne bakınız. // târ : nâr SK
266
267
210
15-B
272
273
382.
Ditreyüp üstine düşerdi güneş
Pâs-bân olmasa ger ebr-i ◊abeşrâsi
383.
Bir gece ol ◊abµb-i ◊a≥ret-i ◊a…
Bir hilâliyle itdi mâhı iki şa……272
384.
Kef-i sµmµni …ulzüm-i dil-cû
Penc engüşti lûle-i lü’lü’
385.
Çeşme-sâr itdi barmaπından o şem¡
Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡273
386.
Andadur cümle cûd-ı πayet-i «al…
Şânına nâzil oldı âyet-i «al…
387.
Baπlayup †aş beline ol yüzi nûr
Eyledi …a§r-ı şer¡ini ma¡mûr
388.
¢ur§-ı mâhı kesüp benân-ı emµr
Nµm-nânıyla itdi ¡âlemi seyr
389.
Şecer itdi öñinde …addini lâm
Virdi aña tevâ≥u¡ıyla selâm
390.
ªâhiren ümmµ idi gerçi nebµ
Lev√-i ma√fû@ idi velµ …albi
391.
¿a…aleynüñ nebµsidür o Resûl
Cinn ü ins itdi da¡vetini …abûl
392.
Ba§duπı dem zemµne ol meh-veş
Çok √arâret çekerdi gökde güneş
393.
Rû√-ı pâkini cümleden evvel
»al… idüp eyledi anı ekmel
394.
Ol-durur mu…tedâ-yı cümle cihân
Pµşvâ-yı ¡asâkir-i Ra√mân
395.
‰oπdı bir gice ol meh-i πarrâ
Barmaπın eyledi hilâl-âsâ
iki: dü SK
Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡ : ¡A†ş-ı «al…ı cümle itdi def¡ SK
211
16-A
396.
Elif-i …addin eyleyüp çün nûn
¢ıldı ol anda secde-i bµ-çûn
397.
Rûşen itdi sipihri nûrıyla274
Pür-≥iyâ …ıldı mihri nûrıyla
398.
ªâhir-iken ≥iyâsı bu lehebüñ
Görmedi çeşmi anı Bû Leheb’üñ
399.
Her hadµ&i egerçi va√y-ı «afµ
Gün gibi olmadı velµ ma«fi275
400.
Şânµ’de yo… o şâhı med√e mecâl
Eyleye ◊a… meger küşâda ma…âl276
401.
Aña meddâ√-iken »udâ-yı Mu¡µn
Nice med√ ide anı ol miskµn
402.
Gitdügi dem †arµ…-i ◊a……’a cemµl
∏âşiye-dârı oldı Cebrâ’il
403.
Eyledükde sipihr-i çar«a ¡urûc
‰oldı envârı-y-ıla cümle bürûc
‰ÂVÛS-I ¡ARŞ-ÂŞİYÂN Ü ŞEHSÜVÂR-I MEYDÂN-I LÂ-MEKÂN OLAN
SEYYÌD-İ ◊ARAMEYN Ü RESÛL-İ ¿A¢ALEYNÜÑ Mİ¡RÂC-I ŞERÌF Ü ¡URÛC-I
LA‰ÌFİ VA~FIDUR BEYÂN OLINUR
404.
Olsa bir kişi ¡âşı…-ı mu†la…
Nâ-gehân irür aña ce≠be-i ◊a…
405.
Mâlik-i seyr-i dâ’im-i √a≥ret
Olur ol sâlik-i reh-i …urbet
406.
Râh-ı ¡aş…ında her geh §âdı…dur
Vâ§ıl-ı yâr olursa lâyı…dur
407.
Nûr-ı ¡aş…ıyla her kim ola münµr
Mihr-veş olur aña çar«-ı serµr
408.
Bir gice …aplamışdı dehri @alâm
»alvete girmiş idi bedr-i tamâm
Nûrı: nûr SK
ma«fi : nihânı SK
276
küşâda ma…âl : küşâd me¡âl SK
274
275
212
16-B
277
278
409.
Şâh-ı râh idi zümre-i melege
Keh-keşân eylemişdi yol felege277
410.
Leyle-i …adr idi meger ol şeb
~ub√a dek yummadı gözin kevkeb
411.
¿âbitüñ rûşen idi dµdeleri
Göze göstermez idi mihr-feri
412.
Olmış idi felekde bir zer kim
Meş¡aleyle arardı her encüm
413.
Ol gice giymiş idi pµr-i felek
Bir pelengµ-libâs-ı şâh-benek
414.
Meger ol burc-ı behcetüñ …ameri
Dürc-i levlâk u √ikmetüñ güheri278
415.
Ol gice beyt-i Ümmühânµ’de
Sâkin idi o mâh-ı fer«unde
416.
»ulle vü bir Burâ… hem iklµl
Ol Resûl’e getürdi Cebrâ’µl
417.
Bir Burâ… idi ol hümâ-sâye
Sâ…-ı ¡arş idi andaki pâye
418.
Yüzi mihr-i cihân gibi pür-nûr
Ten-i «oş-bûsı ¡anber ü kâfûr
419.
Gözleri §an çerâπ-ı nûr-efşân
Kirpik-i ¡anberµni aña du«ân
420.
Perçemi §anki †urre-i √avrâ
Âdemµ çehre bir meh-i πarrâ
421.
Düm-i zµbâsı râyet-i behcet
±ü’l-cenâ√eyn †â’ir-i …udret
422.
Tek u pûsına bu fe≥â-yı cihân
Tengdür irmez aña murπ-ı revân
İÜ2 ve SK nüshalarında bu beytin mısraları yer değiştirmiş.
“levlâk” ifadesi için tezin “4.3.2. Hadisler ” bölümüne bakınız. // levlâk u : levlâk-ı SK
213
17-A
423.
Didi ol dem Resûl’e rû√-ı emµn
Sensin ol §adr-ı bedr-i ¡Illiyyµn
424.
◊a… selâm itdi saña ey yüzi mâh
Da¡vet itdi cenâbına Allâh
425.
Bu libâsıyla ol Burâ…’a revân279
İdelüm ¡azm-i cânib-i cânân280
426.
İşidüp bu kelâmı ol dil-dâr
Şev…le o Burâ…’a oldı süvâr
427.
Reh-nümâ oldı aña Cebrâ’µl
Şâh öñinde niteki peyk-i cemµl
428.
Murπ-ı lâhût olup o bülbül-i üns
¢ulaπuz oldı aña †â’ir-i …uds
429.
Ne sa¡âdet-durur ki bâbında
»i≠met eyler melek rikâbında
430.
Ber…-i «â†ıf gibi varup o Burâ…
Geldi A…§â içine ba§dı aya…
431.
‰urfetü’l-¡aynda eyledi gü≠eri
Sanki a…tâb-ı ¡âlemüñ na@arı
432.
Geldi ervâ√-ı enbiyâ vü rüsül
İ…tidâ itdi aña ehl-i sübül
433.
Oldı ervâ√ cümle yanına cem¡
¢aldı pervâne içre hem-çü şem¡ 281
434.
Geçti atı tekâver-i felegi
Süst-pey itdi cümleten melegi
435.
Çar«-ı rû√sârı eyleyüp rûşen
Gözüñ aydın didi nücûma peren282
436.
Mâh-veş seyr idüp o gice la†µf
Şa¡şa¡a §aldı rûy-ı çar«a şerµf
revân : süvâr SK
Cânân: dµdâr SK
281
Oldılar şem¡ine anuñ pes cem¡ SK
282
Peren: beden SK
279
280
214
17-B
437.
Giricek çar«a ol Resûl-ı kerµm
~adefe düşdi §anki dürr-i yetµm
438.
Döşedi atı ayaπına felek
~ırmadan dügme bir siyâh benek283
439.
Dökdi gözyaşlarını geldi nücûm
Tâ ki bezminde ola her biri mûm
440.
Nûr-ı rû√sârı oldı şem¡-i felek
Geldi pervâne oldı cümle melek
441.
Ker ü feriyle geldi o yüzi ay
Eyledi çar«-ı nüh-revâ…ı serây
442.
Vardı evvelki gögi itdi ma…ar
Çok şeref buldı ma…deminde …amer
443.
Virdi envârı rûy-ı mâha ≥iyâ
Bir hilâl-iken oldı bedr-i dücâ284
444.
Vardı andan debµr-i çar«a revân
Defter-i §un¡-ı ◊a……’ı itdi beyân
445.
İricek zühreye Resûl-i cihân
¢opuzı …oltuπına …oydı hemân285
446.
Göricek nûr-ı rûyını dil-keş
Pâyına düşdi ol zavallı güneş
447.
Çeşme-i nûr-iken o çeşme-i hûr
İtdi envâr-ı rûyı …ulzüm-i nûr
448.
Vardı altıncı göge virdi selâm286
Yabana atdı tµπını Behrâm
449.
Tevbe itdi şürûr-ı şirrete ol
Fitne vü ric¡at ü nu√ûsete ol
450.
¢â≥i-i çar«a irdi çün o kerµm
Eyledi aña şeri¡atı ta¡lµm287
~ırmadan: ~ırma SK
dücâ : recâ SK
285
¢opuzı: Çengini SK
286
altıncı: beşinci İÜ2, SK
283
284
215
18-A
451.
Pµr-i çar«a irişdi ol ma√bûb
Yûsuf’uñ buldı güyiyâ Ya¡…ûb
452.
Gözi rûşen olup o dem ra«lüñ
Gördi nûr-ı cemâlin ol güzelüñ
453.
Geçdi andan da«ı idüp cevelân
Sidre-i müntehâya irdi revân
454.
‰â’ir-i sidre didi ey mümtâz
İdemem πayrı bir da«ı pervâz
455.
Ger gidersem ya…ar cenâ√umı hep
Sû«te pervâne gibi şem¡-i πa≥ab288
456.
Çün tamâm eyledi kelâmı Emµn
Bildi kim kendüdür »udâ’ya ya…µn
457.
¢aldı anda Burâ…’la Cebrâ’µl
Vardı bir anda †â…-ı ¡arşa Cemµl
458.
Murπ-ı ¡a…l u revân gibi gitdi
Sâ…-ı ¡arş-ı ¡a@µmi seyr itdi
459.
Nûr-ı ¡arşı görüp ◊abµb-i »udâ
Ümmetiyçün o demde itdi du¡â
460.
Baπrına ba§dı geldi anı Refref289
Oldı gûyâ o dürr-i pâke §adef
461.
¡Arşa †oπruldı kâşif-i lâ-reyb
Fi’l-me&el himmet-i ricâlü’l-πayb
462.
Geçdi cümle sürâdi…âtı Resûl
Perde-i Kibriyâ’ya buldı vü§ûl290
463.
Gitdi ¡arş-ı ¡alâdan ol server
¡Âlem-i lâmekâna itdi sefer
aña şeri¡atı: şer¡ini aña İÜ2 // şeri¡atı: şer¡ini SK
şem¡-i : nâr-ı SK
289
anı Refref: çün zev… SK
290
Kibriyâya : pâye SK
287
288
216
18-B
291
464.
Mülk-i sermedde …a§r-ı ev ednâ291
Nâ-gehân oldı çeşmine peydâ
465.
Gördi anda cemâli cânânı
Buldı anda vi§âl-ı Ra√mânı
466.
Bµ-cihet gördi anı Resûl-i benâm
Bµ-√urûf itdi anuñ-ıla kelâm
467.
Mµm-i imkânı ma√v idüp A√med
Buldı va√det ma…âmın oldı e√ad
468.
Oldı nûr-ı tecelliye ma@har
Reng ü bû gitdi cümle na…ş u §uver
469.
Ma√v-ı mu†la… ma…âmıdur bu ma…âm
Sekr ü se√vüñ merâmıdur bu ma…âm
470.
Oldı deryâ-yı ≠âta mustaπra…
Aña müstevli oldı …udret-i ◊a…
471.
İtdi anda vücûdını ifnâ
Anda varlı… »a…’uñ idi ma√≥â
472.
¢urb-ı vu§latda-iken ol ma√bûb
Ümmetine şefâ¡at eyledi «ûb
473.
Emr-i ◊a……-ıla yine ol server
Şehr-i imkâna itdi ¡azm-i sefer
474.
¡Arş-ı a¡lâya indi ba§dı …adem
Sandı kim Ka¡be üzre indi o dem
475.
Va√y ilhâmı gibi ol yüzi nûr
Geldi a§√âbı eyledi mesrûr
476.
İdüp enbûb-ı kev&eri icrâ
Eyledi mâcerâyı hep icrâ292
477.
İtdi Bu-Bekre …ı§§a-i ta√…µ…
Gevheri §ıd…ı deldi ol ~ıddµ…293
“ev ednâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler ” bölümüne bakınız.
Kev&er ırmaπını görüp ol √ân / Eyledi mâcerâyı cümle beyân SK
293
Gevheri: Gevher-i İÜ2 // Gevheri §ıd…ı: Gevher-i §adefi SK
292
217
478.
İdüp el-…ı§§a himmet-ile na@ar
Ser-i ¡arşa irişdi re’s-i ¡Ömer 294
479.
Ba¡≥ı esrârı eyleyince beyân
Pây-ı şer¡e …odı serin ¡O&mân
480.
Ma√rem-i râz idüp ¡Alµ-i şerµf
Kişver-i ¡ilme oldı bâb-ı la†µf
481.
Gûşına †a…dı niçe dürr-i &emµn
Ol iki gûş-vâr-ı ¡arş-ı berµn
TERCÌ¡-İ BEND Kİ SEYYİD-İ SÂDÂT U MEF◊AR-I MEVCÛDÂT U ŞEFÌ¡-İ
¡ARA~ÂTUÑ NA¡T-I ŞERÌF Ü MED◊-İ MÜNÌFLERİDÜR ¡AYÂN U BEYÂN
OLINUR 295
482.
Bâ’i&-i kâr-«âne-i ¡âlem
Sebeb-i «il…at-i benµ-âdem
483.
Mihr-veş tµπ §alup ≥iyâ-yı ru«ı 296
Münhezim oldı hep cünûd-ı ¡adem
484.
Geldi √allitdi sûre-i √â mim297
Mµm-i mübhem idi femi mu√kem298
485.
Çün ≠amµrinde sırr-ı ◊a… mu≥mer
Dem-i ¡Ìsâ feminde hem müdπam299
486.
¡Âleme geldi ol vücûd-ı la†µf
Oldı mecmu¡a-ı √udû&-ı …adem
487.
A¡ni A√med ki server-i kevneyn
Nûr-ı ra«şânı zµver-i kevneyn
FA~L 300
19-A
488.
İtdi ◊a… nûrın evvelâ peydâ
Eyledi «al…ı &âniyâ peydâ
Ser-i ¡arşa irişdi re’s-i ¡Ömer : Şer¡-i ¡arşa irişdi ¡Ömer SK
¡AYÂN U: İÜ2’de yok. // MÜNÌFLERİDÜR ¡AYÂN U BEYÂN OLINUR: MÜNÌFLERİDÜR Kİ
±İKR OLINUR SK
296
Mihr-veş tµπ: ‰µπ-i mihrin İÜ2, SK
297
“Sûre-i √â mim” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
298
Mµm-i mübhem: Mµm ve’n-necm SK
299
Feminde: deminde İÜ2
300
Terci-i bendin her bendi arasındaki “Fa§l” başlıkları sadece SK nüshasında var.
294
295
218
489.
Nûr-ı ru«sârı vü târ-ı zülfinden
Şeb-i …adriyle ol ∂u√â peydâ
490.
Oldı mâ-i zülâl-i la¡linden
Âb-ı √ayvân-ı cân-fezâ peydâ
491.
Leb ü dendânı pertevindendür
Dürr ü mercân-ı pür-§afâ peydâ
492.
¡Aks-ı rûyından oldı ve’l√â§ıl
¡Arş u kürsµ meh ü sühâ peydâ
493.
»âli…-i «al… u mu√di&-i kevneyn
Nûrını itdi bâ’i&-i kevneyn
FA~L
494.
Âteş-i ¡aş…ına olanlar mûm
Görmedi ¡âlem içre nâr-ı πumûm
495.
Ayaπı yire geçdi a¡dânuñ
İtdügi dem o server üzre hücûm
496.
Şeb-i İsrâ’da tûtiyâ manend
Ku√l-ı pâyın gözine çekdi nücûm
497.
Döner üstine va√y çün pergâr
Fem-i la¡li çü no…†a-i mevhûm
498.
¢albini şer√ idüp »udâ-yı ¡alµm
Aña fet√ oldı cümle bâb-ı ¡ulûm
499.
İtdi »a… anı ef≥al-i kevneyn
¡lem-i «al… u ekmel-i kevneyn
FA~L
500.
Bâ†ın-ı pâki …a¡r-ı deryâdur
ªâhiri lü’lü’-i mu§affâdur
501.
Eşigi bûse-gâh-ı kerrûbµ
Âstânı serµr-i a¡lâdur
219
19-B
502.
Bâşına urdı tâc-ı levlâkı 301
Kişver-i cûda şâh-ı vâlâdur
503.
‰â’ir-i sidre âşiyân itmiş
¢apusı müntehâ-yı a¡lâdur
504.
Serine pertev-i ilâhi düşer
¢albi gûyâ ki ‰ûr-ı Sµnâdur
505.
Bu kemâliyle zübde-i kevneyn
Oldı ¡âlemde ¡umde-i kevneyn
FA~L
506.
Nûr-ı √üsni çerâπ-ı …urret-i ¡ayn
±ât-ı pâki «ulâ§a-i kevneyn
507.
E√adiyyet √adine irmemege
Mµm oldı ol ortada mâbeyn
508.
Ma√v idüp mµmi bir gece ol nûr
İsm-ile resmi oldı ol gece ¡ayn
509.
±ü’l-celâle irişdi bir anda
Oldı mi…dâr-ı …urbet-i …avseyn
510.
Şâni’yi ¡aybı-y-ıla eyle …abûl
¢apladı …albini günâhla şeyn
511.
◊a… seni itdi ekrem-i kevneyn
¢albüñi …ıldı er√am-ı kevneyn
RECÂ-YI ¡İNÂYET Ü ÜMÌD-İ ŞEF¡AT İÇÜN ŞEFÌ¡-İ RÛZ-I CEZ SUL‰ÂN-I
ENBİYÂ ◊A≤RETLERİNE TA≤ARRU¡ U NİYÂZ OLINUR 302
301
512.
Yâ cemµle’l-cemâli bi’l-leme¡ât
Ente bi’n-nûri dâfi¡ü’@-@ulumât 303
513.
Nûr-ı pâküñ-durur ey meh-i tâbân304
Sebeb-i dehr ü bâ’i&-i ekvân
“Levlâk” ifadesi için tezin “4.3.2. Hadisler ” bölümüne bakınız.
İNÂYET Ü: İNÂYET-İ İÜ2 // NİYÂZ OLINUR : NİYÂZIDUR ±İKR OLINUR İÜ2
303
Beyitin anlamı: Ey parıldayışıyla güzellerin en güzeli (olan)! Sen ışığınla (nurunla) karanlıkları def
edensin.
304
pâküñ-durur : pâkledür SK
302
220
20-A
514.
Şol zamân gitdüñ ey dür-i yektâ305
¢aldı arduñca Cebra’µl ba…a
515.
Oldı saña Burâ… ber…-i feres
Döşedi pâyuña felek a†las
516.
Sensin İsrâda ey meh-i πarrâ306
Ma@har-ı eyne ente eyne ene 307
517.
Nice med√ eyleyem «i§âlüñi ben
Dükedür mi bi√ârı hiç sûzen
518.
Murπ-ı ¡a…l-ı şikeste-bâl ey meh
Bâπ-ı √ayretde bµ-mecâl ey meh
519.
Mid√atüñ gülşeninde hiç pervâz
İde mi ol ≥a¡µf-i sµne-gü≠âr
520.
Bedenüm içre …ılca cânum yo…
Dehenümde nice zebânum yo…
521.
Nice med√ eyleyem miyânuñı ben
Nice ögem şehâ dehânuñı ben
522.
Beni ey nûr-ı çeşm-i ehl-i §afâ
±erre-veş mid√atüñle …ıl peydâ
523.
Gülşenüñde πarµbi bülbül …ıl
Âstânuñda kemterin …ul …ıl
524.
Bûy-ı zülfüñ bu«ûr-ı Meryem’dür
Dem-i la¡lüñ Mesµ√-i «oş-demdür
525.
Dürr-i la¡lüñ ki sµni Yâsµnüñ
Beñlerüñ §anki no…†ası dµnüñ
526.
¢â≥i-i heft-«ı††a-ı ¡ar≥ın
Sensin ey √âkim-i şerâyi¡-i dµn
527.
±ât-ı pâküñ çü mµr ü fa«r-ı enâm
Oldı sâlâr-ı enbiyâ-yı ¡a@âm
dür-i yektâ: meh-i πarrâ SK
meh-i πarrâ: dürr-i yektâ SK
307
“eyne ente eyne ene” sözünün çevirisi “sen neredesin, ben neredeyim” şeklindedir.
305
306
221
20-B
528.
İşigüñ «âki …ıble-i √âcât
Saña yüz †utdum ey kerµm-§ıfât308
529.
Bahr-i lu†fuñdan ey kerµm kânı309
Eyle bir …a†re baña i√sânı310
530.
Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr311
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr312
531.
Eşigüñ «âki cevher ü iksµr
¢apuña geldi ol fa…µr ü √a…µr313
532.
Sürme …apuñdan ol fa…µri meded314
Keremüñden √a…µri eyleme red
533.
Baπrumı ya…dı ¡âtş-ı ¡i§yân315
Âb-ı cûduñla eylegil dermân316
534.
Yüzümi …apladı πubâr-ı siyâh
¢albüm âyinesini ya¡ni günâh
535.
Sil πubârı yüzümden ey server
Ce≠ebât-ı nesµmüñ eyle se√er
536.
Beni πar… ideyor bi√âr-ı ≠ünûb
»ı≥r-ı lu†fuñ irişdür ey ma√bûb
537.
Rû√-ı pâk-i şerµfüñe her gâh
~ad selâm ola yâ Resûlullâh
538.
Âl-i a§√âbuña da«ı bi’t-tâm
~alavât ola her birine müdâm
kerµm: kerem SK
kerµm: kerem İÜ2, SK
310
Eyle bir …a†re baña i√sânı: Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr İÜ2
311
İsrâ sûresi, 70. âyette “Velekad kerremnâ benî âdem” Anlamı: İnsan bütün yaratıkların en
mükerremidir. Şair de insan olduğundan bu sûre hakkı için şefaat arzusunu dile getiriyor.
312
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr : Eyle bir …a†re baña i√sânı İÜ2
313
SK nüshasında “fa…µr ü √a…µr” sözündeki atıf vavı yazılmamış.
314
fa…µri: ≠elµli SK
315
Baπrumu: Baπrını SK // ¡âtş-ı : âteş-i SK
316
İÜ2 nüshasında bu beyit yok.
308
309
222
İMÂM-I ◊A¢Ì¢-İ ¡ATÌ¢ OLAN ¡ALE’T-TA◊¢Ì¢ EBÛ BEKR ~IDDÌ¢’UÑ NA¡T-I
ŞERÌFLERİ VÜ MED◊-İ MÜNÌFLERİDÜR Kİ ±İKR OLINUR317
21-A
539.
Ekmel-i «al… u ef≥al-ı a§√âb
Zeyn-i eşrâf u seyyid-i a√bâb
540.
Dürc-i §ıd… u §adâ…atuñ güheri
Burc-ı çar«-ı fe§â√atuñ …ameri
541.
İrişüp aña fey≥i Ra√mânuñ
Oldı sâlârı ehl-i ¡irfânuñ318
542.
¢ıldı ◊a… anı ma¡den-i µmân
Menba¡-ı cûd u ma√zen-i ¡irfân
543.
Cümleden oldur eşref ü evlâ
Va§f-ı ≠âtıdur âyet-i et…â
544.
»alef-i server-i nübüvvetdür
Şâh-i pµrân-ı ehl-i cennetdür
545.
Oldıπıyçün o gülşen-i ta§dµ…
Didi ehl-i §afâ aña ~ıddµ…
546.
Güher-i sıd… u dürr-i µmânı
Deldi elmâs-ı †ab¡-ı ra«şânı
547.
Şâhid-i dµni gördi çün o «alµl
Vârını eyledi yolında sebµl
548.
¡Âmilü’s-sükût-ı «ayrdur
~adef-i …albi dürr-i §amt-ıla pür319
549.
Yâr-ı πâr-ı Resûl-i ≠ü’l-ikrâm
A¡ni Bû Bekr evvel-i İslâm
~IDDÌ¢UÑ: ~IDDÌ¢ ◊A≤RETLERİNÜÑ SK
Sâlârı: sâ…arı SK
319
dürr-i §amt ile pür : dµnle hem-per SK
317
318
223
ZEYN-İ A~◊ÂB U MÜRŞİD-İ A◊BÂB OLAN ¡ÖMER BİN ◊A‰‰ÂB’UÑ NA¡T-I
LÂYI¢ U VA~F-I FÂYI¢LARIDUR BEYÂN OLINUR 320
21-B
550.
Ol ki serdâr-ı ¡âdilân-ı cihân
Ser-i sâlâr-ı kârbân-ı emân
551.
Menba¡-ı lâyi√ât-ı rabbânµ
Ma†la¡-ı vâridât-ı sub√ânµ
552.
¡A…l-ı evvel-durur kiyâsetde
Lµk &ânµ-durur «ilâfetde
553.
Mihr-veş tµπ-i ¡adl-ıla server
ªulmet-i @ulmı …ıldı zµr ü zeber
554.
Sâyesi nûr-ı ma√≥ idi anuñ
Târını ma√v iderdi şey†ânuñ321
555.
Nâ-gehân irdi Nµle †ûmârı
Nehr-i «uşk-iken eyledi cârµ 322
556.
Bedr olup dµni ◊a≥ret-i ¡Ömer’üñ
Bildi eksüklügini ehl-i şerrüñ
557.
Ber…-i «â†ıf gibi §ırâ†ı ¡ubûr
İder evvel …amudan ol yüzi nûr
558.
◊ulle-i cennet-ile ârâste
Cümleden evvel ola pµrâste
559.
Buyurur ol Resûl-ı fa«r-ı enâm
Ya¡ni sul†ân-ı enbiyâ-yı ¡a@âm
560.
Bir nebµ da«ı gelse ¡âleme ger
¡Ömer olurdı «al…a peyπamber323
FÂYI¢LARIDUR BEYÂN OLINUR: FÂYI¢LARIDUR RA∞IYE’LLÂHU ¡ANH İÜ2 // ¡ÖMER
BİN ◊A‰‰ÂB’UÑ: ¡ÖMER İBN-İ ◊A‰‰ÂB’UÑ SK
321
Târını: Nârını SK
322
Nehr: Zehr SK
323
√al…a peyπamber : «alµfe-i peyπamber: İÜ1 // olurdı: olupdı SK
320
224
DÂMÂD-I FA»R-I KEVNEYN OLAN ¡O¿MÂN-I Zİ’N-NÛREYN’ÜÑ VA~F-I
CELÌL Ü MED◊-İ CELÌLLERİDÜR BEYÂN OLINUR 324
22-A
561.
Bahr-i ¡ummân-ı ¡ilm-i rabbânµ
Mihr-i ra«şân-ı √ilm-i sub√ânµ 325
562.
¢amer-i âsmân-ı cûd u kerem
Güher-i kân-ı lu†f u √ilm ü himem326
563.
±ât-ı pâki meh-i sipihr-i √ayâ
~adef-i ¡âlem içre dürr-i §afâ
564.
Virmiş idi aña »udâ-yı kerµm
»ilm ü cûd u semâ√ u †ab¡-ı selµm327
565.
Aña virdi »udâ √ayâ vü edeb
Edeb ögrendi andan ehl-i edeb
566.
Utanurdı melek √ayâsından
Nûr alurdı güneş ≥iyâsından
567.
Elin aldı eline fa«r-ı cihân
Meh-i bedr âftâba itdi …ırân
568.
Kef ü engüşti §anki lev√ u …alem328
~u√uf-ı ¢ur’an’ı itdi cem¡ ü ra…am329
569.
Oldı na¡li şerâki çün meh-i nev
~aldı …a§r-ı cinâna ol pertev
570.
Düşdi bahr-i se«âya buldı şeref
İki dürr-i la†µfe oldı §adef
571.
Çün şehµd oldı ◊a≥ret-i ¡O&mân
La¡l-i rummânı @âhir eyledi kân330
MED◊-İ CELÌLLERİDÜR BEYÂN OLINUR: MED◊-İ CEMÌLLERİDÜR RA∞IYE’LLÂHU
TE¡ÂL ANH İÜ2 // VA~F-I CEMÌL Ü MED◊-İ CELÌLLERİDÜR RA∞IYE’LLÂHU ANH ±İKR
OLINUR SK
325
Bu beyit SK nüshasında başlıktan önce ve sonra tekrar edilmiş.
326
√ilm ü : √ilm-i İÜ2, SK
327
semâ√: se«â SK
328
Kef ü : Kef-i SK // lev√ u : lev√-i SK
329
“~u√uf” sözcüğü aruz kalıbına uymamaktadır. “~u√f” şeklinde okunursa aruza uyar. // cem¡ ü : cem¡-i
330
La¡l-i rummânı: La¡li rummânı SK
324
225
ŞÌR-İ »UDÂ VÜ ¢U‰B-I EVLİYÂ OLAN ¡ALÌYY-İ MURTE≤A’NUÑ NA¡T-I ÂBDÂR U MED◊-İ TÂB-DÂRIDUR BEYÂN OLINUR 331
572.
Ma√rem-i sırr-ı server-i kevneyn
Ma@har-ı nûr-ı ezher-i kevneyn
573.
Server-i kişver-i levâyi√-i πayb
Fâti√-i bâb-ı Mu§√af-ı lâ-reyb
574.
¢ıldı ◊a… anı bâb-ı şehr-i ¡ilm
Âftâb-ı meh-i sipihr-i √ilm
575.
¢u†b-ı a…†âb-ı ¡âlem-i dildür
Mürşid-i kâmil ü mükemmeldür
576.
Sâ…i-i kev&er eyledi anı Rab
Olduπıyçün §u gibi pâk-meşreb
577.
Mihr-i ru«sârına meh-i πarrâ
Müşterµ oldı zühre-i zehrâ
578.
¢anberi-y-ile ol vücûd-ı la†µf
~an şeb-i …adr ü rûz-ı ¡ıyd-i şerµf
579.
±âtı burc-ı esed gibi enver
±ü’l-fi…ârı yanında §an «âver
580.
Ma¡den-i cevher-i mürüvvetdür
Menba¡-ı ¡ilm ü kân-ı √ikmetdür
581.
Ol-durur …âli¡-i der-i »ayber
Tµπ-ı tµziyle hâzim-i ¡asker
582.
Ya¡ni serdâr-ı evliyâ-yı ¡i@âm
Esedu’llâh-ı Rabb-ı ≠ü’l-ikrâm
MÜNÂCÂT
22-B
331
583.
Yâ İlâhµ §afâ-yı ~ıddµ…µ
Rûz …ıl baña genc-i ta√…µ…i
Ma†la¡-ı envar-ı hüda ve ma√rem-i esrar-ı Mu√ammed Mus†afa a¡ni ¡Aliyy-i murta≥â¨nuñ med√-ı ra¡na
ve vasf-ı dilgüşâlarıdır İÜ2 // Ma†la¡-ı envar-ı hüda ve ma√rem-i esrar-ı Mu√ammed Mus†afa ma¡den-i
◊asan-ı mücteba vü ◊üseyni şehid düşdi ki bila zevc-i Fa†ımatü’z-Zehra a¡ni ◊a≥ret¨-i İmam-ı ¡Ali veli
Radiye’llâhu ¡anh kerremellâhu vechenüñ med√-ı ra¡na ve vasf-ı dilgüşâlarıdır ki ≠ikr olınur SK
226
584.
±ât-ı pâkindeki kerâmet içün
Dil-i §âfındaki §adâ…at içün
585.
¡Ömer’üñ cümle ¡adl ü dâdı içün
Reh-i ◊a…’da anuñ reşâdı içün
586
¡Adlüñ-ile baña ¡a≠âb itme
Fa≥luñı rûzi …ıl ¡itâb itme
587.
◊ilm-i ¡O&mân-ı ≠µ-√ayâ √a……ı
Dil-i pâkindeki §afâ √a……ı
588.
~ıfat-ı √ilmüñe beni ma@har
Düşür ey «âli…-i §ıπâr u kiber
589.
◊a≥ret-i ◊aydar’uñ ¡ulûmı içün
◊a… yolında anuñ hücûmı içün332
590.
Şâni-i nâ-murâda keşf-i ¡ulûm
Rûzi …ıl eyleme anı ma√rûm
591.
Aña esrârı eylegil rûzi
Açıla tâ ki ba«t-ı fµrûzı
SUL‰ÂN-I A¡ªAM U »Â¢ÂN-I MU¡AªªAM MÂLİK-İ Rİ¢ÂB-I ÜMEM OLAN
PÂDİŞÂH-I MÜKERREM SUL‰AN MURÂD »ÂN-I MU◊TEREMÜÑ MED◊-İ
DÜRER-BÂR U VA~F-I GÜHER-Nİ¿ÂRLARIDUR ◊ALLEDE’LLÂHU TE¡ÂLÂ
»ILÂFETEHÛ VE EBBEDE ªILÂLE ~AL‰ANATİHÌ 333
23-A
592.
Şeh-i ¡âlµ-mekân u @ıll-ı İlâh
Pâdişâh-ı serµr-i ¡izzet-i câh
593.
Âsmân-ta«t-gâh ü heft-bâlµn
Âftâb-efser ü …amer-âyµn
594.
Mihr-i ra«şân-ı burc-ı evc-i ¡a†â
Dürr-i tâbân-ı dürc-i genc-i se«â
595.
∏ayret-i ¢ahraman u Behmen ü Gûr
Reşk-i Dârâ vü Sencer ü Faπfûr
SK nüshasında “◊a…” yerine “Dµn” yazılmış.
OLAN ,TE¡ÂLÂ, ªILÂLE: İÜ2’de yok. // SUL‰ÂN MURÂD »ÂN: SUL‰ÂN İBNÜ’S-~UL‰ÂN
∏ÂZÌ MURÂD »ÂN SK
332
333
227
334
596.
Bahr-i mevvâc u …ulzüm-i zâ«ir
Mihr-i berrâ…-ı ezher-i bâhir
597.
Şehr-yâr-ı kerµm ü nµk-a«ter
¡Âdil ü nâ§ır-ı @afer-rehber
598.
Kişver-i ma¡dilinde şâh-ı dilµr
Fülk-i mükerreminde mâh-ı münµr
599.
Ehl-i µmâna ra√met-i Ra√mân
Ehl-i †uπyâna âteş-i sûzân
600.
Dürre-i dürc-i nesl-i ¡O&mânµ
La¡l-i engüşteri Süleymânµ
601.
İbn-i Sul†ân Selµm-i √âfı@-ı dµn
Ya¡ni Sul†ân Murâd-ı ehl-i ya…µn
602.
‰avvela’llâhu ¡umrehu’l-eclâ
Şeyyeda’llâhu na§rahu’l-a¡lâ 334
603.
Mµmi düşmen başına bir şeşper
Râsı …alb-i ¡adûya bir «ançer
604.
Elifi tµr-i tirgeş-i irşâd
Dâlı çengâl-ı dâr-ı ¡adl-ı sedâd
605.
Çâr √arfi bu ism-i zµbânuñ335
Çâr rükni metµn-i dünyânuñ336
606.
İki ebrûsı râ-yı ra√metdür
Her biri §anki nûn-ı nu§retdür
607.
Rûy-ı zibâyeş âftâb-ı semâ337
¢âmeteş na«l-i rav≥a-i ¡ulyâ
608.
Kef-i zµbâsı §anki bedr-i bedµd
Penc engüşti pençe-i «urşµd
609.
ªıll-ı ◊a…’dur ser-â-ser ol sul†ân
Geçinür sâyesinde «al…-ı cihân
Beyitin anlamı: Allâh onun (Sultan Murad) yüce (parlak) ömrünü uzun kılsın; onun zaferlerini
güçlendirsin.
335
ism-i : isme SK
336
metµn-i : metµni SK
337
semâ: esmâ SK
228
23-B
610.
Tµπ-ı ser-tµzi şem¡-i bezm-i veπâ
Dûd meskenidür niyâmı aña
611.
¢ılıcın eyledi √amâil-vâr
Tâ boyun vire emrine küffâr
612.
Murπdur tµri ol şehüñ gûyâ
Sµne-i düşmen âşiyân aña
613.
»ûn-ı â¡dâda «ançer-i sul†ân
Meh-i nevdür şafa… içinde nihân338
614.
Esb-i reh-vârı üzre ol server
Esed üstinde gûyiyâ «âver
615.
Atına zer-geri felek …ameri 339
Na¡l-i sµm itdi mâh-ı cilve-geri 340
616.
Meh-i nev ra«ş-ı şâha zeyn-i sefµd
Aña altunlı πâşiye «urşµd
617.
Şar… u πarba §alal’dan ol leşker
Unuduldı zamân-ı İskender
618.
Yir yüzin zeyn …ıldı ¡asker-i şâh341
Nitekim gökyüzini encüm-i mâh
619.
Sür«-ı ser…ân yaπı …ızıl düşmen 342
Oldıπıyçün aña ol ehl-i fiten
620.
Aπzını …ana yudı «ançer-i şâh
Münhezim …ıldı anı «ink-i sipâh343
621.
Keremin gûş idüp yem-i Necefi
»acletinden yüzine †utdı kefi
622.
Dökdi ba√ruñ yüzi §uyın keremi344
Baπrını deldi ma¡denüñ himemi
Meh-i: Mehe SK
zer-geri: zer-ger-i İÜ2
340
Na¡l-i Nu…al-i SK
341
zeyn: zinde ; ¡asker-i şah: ¡askere şah SK
342
yaπı: ya¡ni SK
343
«ink-i sipâh: ceng-i sipâh SK
344
yüzi: nûrı SK
338
339
229
24-A
623.
Bâ†ını …u†b-ı ¡âlemi âfâ…345
ªâhiri şems-i «âver-i berrâ…
624.
Şâniyâ mid√atine πâyet yo…
Cümle ev§âfına nihâyet yo…
625.
Ki dükenmez-durur bu bahr-i revân
Aç dehânuñ du¡â-yı şâha hemân
626.
Yâ İlâhî bi-√a……-ı nûr-ı ◊abµb
¡Avnüñi dâ’im eyle şâha …arµb
627.
¢ılıcın eyle dâ’imâ keskin
Nitekim pehlüvân-ı çar«-ı berµn
628.
Eyle …a§r-ı vücûdını âbâd
Bi’r-Rasúli ve sa√bihi’l-emcâd
BU ◊A¢ÌRÜÑ VA‰AN-I A~LÌSİ OLAN ŞEHR-İ TÂBENDE VÜ KİŞVER-İ
DİRA»ŞENDE YA¡Nİ SEVÂD-I LÂRENDE’NÜÑ ◊AMÂHA’LLÂHU MİN KÜLLİ
~ADMETİN VÜ FİTNETİN VE ◊AFEªAHÂ MİN CEMÌ¡-İ BELİYYÂTİ VÂFETEN
MED◊-İ RA¡NÂ VÜ VA~F-I ZÌBÂSIDUR ¡ALE’L-İCMÂL BEYÂN U ¡AYÂN
OLINUR346
629.
Yine bir dem mühendis-i efkâr
Dil-i mi¡mâr u nâ@ır-ı en@âr
630.
Urdı …a§r-ı mu¡âyine bünyâd
Der ü dµvârın eyledi âbâd
631.
Mülk-i Yûnan’da bir medµne ki var
Âsmân-reşk ü πayret-i gülzâr347
632.
¡Ulemâ mecma¡ ü §afâkânı
~ule√a menba¡ ü vefâkânı
633.
Adı Lârende’dür o me’vânuñ
Merkezidür sipihr-i a¡lânuñ
634.
Mâ-i cârµleriyle ol kişver
Fi’l-me&el bâπ-ı cennet-i enver
¡âlemi: ¡âlem-i İÜ2
~ADMETİN: BELÂİN SK
347
πayret: πarb SK
345
346
230
24-B
348
635.
Bâπ u râπı behişt-i enverdür
Cûy-ı dil-cûsı nehr-i kev&erdür
636.
Yir yir ezhârı gülşeninde gören
Yire indi §anur nücûm-ı peren
637.
Rû√-efzâ-durur fe≥âsı anuñ
Dem-i ¡İsµ-durur hevâsı anuñ
638.
Gerçi bu şehr sevâd-ı a¡@amdur348
Lµk nûr-ı beyâ≥-ı dµdemdür
639.
Ortaya almış anı sünbül-zâr
Fi’l-me&el «a††-ı ¡ârı≥-ı dildâr
640.
Tell-i ◊a≥râda ¢al¡a-yı Bey≥â
Kûh-ı ¢âf üzre beyza-ı ¡an…â
641.
İçi meh-rûlar-ıla memlûdur
‰ışı sünbüller-ile «oş-bûdur
642.
Oldı sûr-ı √i§ârı çar«a medâr
Burc-ı bârûsı §anki kûh-ı ve…âr
643.
Cevsa…ınuñ seri simâka irer
¢ullesi mihr-i tâb-nâke irer
644.
Atılur anda †urma †ûb-ı şitâb
Ol √i§âr-ı felekde §anki şihâb
645.
◊a… bu kim menba¡-ı kerâmetdür
Kişver-i ¡ilm ü şehr-i √ikmetdür
646.
İçi memlû cevâmi¡ ü mescid
»ân…âh-ı §avâmi¡ ü ma¡bed
647.
Fi’l-me&el âsmân-ı çar«-ı berµn
Andadur sâkinân-ı ¡Illiyyin
648.
Mihr-veş niçe pµr-i nûrânµ
±ikr ider anda Rabb-ı sub√ânı
649.
Kimi ta…dµs ider kimi tev√µd
Kimi tesbµ√ ider kimi ta√mµd
bu şehr : kim bu İÜ2 // bu şehr : kemer bu SK
231
650.
25-A
Bunda ço… ≠û-fünûn ¡âlim olur
Mürşid-i kâmil-i mükerrem olur
KÂŞİF-İ RUMÛZ-I ∏AYBÌ VÜ VÂRİ¿-İ ¡ULÛM-I NEBÌ ŞEY» ¡ÖMER
RÛŞENÌ
E’Ş-ŞEHÌR
Bİ-MONLA
ÇELEBİ
◊A≤RETLERİNÜÑ
MEHHEDE’LLÂHU ªILÂLE İRŞÂDİHÌ ¡ALE’‰-‰ÂLİBÌN İLA YEVMİ’L¢IYÂME VE’D-DÌN MEN¢IBI VÜ EV~ÂF-I ¡ACÂYİBİDÜR
±EYLİNDE SEBEB-İ LEVÂYİ◊ Ü B¡ݿ-İ FEVÂYİ◊ ±İKR OLINUR349
651.
Var-durur şehr içinde bir fâ≥ıl
Pµr-i nûrâni mürşid-i kâmil
652.
¢u†b-ı a…†âb u vâ§ıl-ı ta√…µ…
Lübb-i elbâb u kâmil-i ta§dµ…
653.
Bülbül-i verd-i gülşen-i serrâ
‰û†i-i mı§r-ı ¡âlem-i bâlâ
654.
Merkez-i heft †â…-ı çar«-ı berµn
Mecma¡-ı vâridât-ı ¡ilm-i ya…µn
655.
Menba¡-ı fey≥-i ra√met-i Ra√mân
Ma†la¡-ı mihr-i vu§lat-ı cânân
656.
O-durur şem¡-i bezm-i ¡âlem-i πayb
Aña pervânedür ricâlü’l-πayb
657.
Ol-durur sâkin-i medâris-i …uds
Câlis-i §affa-i mecâlis-i üns
658.
¡İlm-i @âhirde Bû-¡Alµ Sµnâ
¡İlm-i bâ†ında √a≥ret-i Monlâ
659.
Ya¡ni …u†bu’r-reµs Şey« ¡Ömer
Kân-ı ta√…µ…e ≠ât-ı pâki güher
660.
Rûşenµ olsa †añ mı aña la…ab
Nûr-ı ru«sârı ber… urur her şeb
661.
Ebbede’llâhu nûra behcetihi
Eyyede’llâhu şev…a cennetihi 350
∏AYBÌ: ¡ANNİ SK // ŞEY» ¡ÖMER RÛŞENÌ: ŞEY» RÛŞENÌ SK // İRŞÂDA: İRŞÂD SK //
FEVÂYİ◊: FEVÂYİ◊DÜR Kİ SK
350
Beyitin anlamı: Allâh onun (Ömer Ruşenî) güzellik nurunu ebedî kılsın; cennetinin parlaklığını
(nurunu) arttırsın.
349
232
25-B
351
352
662.
¡Aynı ¡ayn-ı zülâl-i mâ-i mu¡µn
Çeşme-i kev&er-i behişt-i berµn
663.
Mµmi tâc-ı meh-i sipihr-i kerem
Râsı anuñ hilâl-ı çar«-ı himem
664.
Ol siyeh şemle-y-ile √a≥ret-i pµr
Şeb-i târ içre §anki bedr-i münµr351
665.
‰utar elde ¡a§âyı §an Mûsâ
Gösterür «al…a ol yed-i bey≥â
666.
¢alb-i §âfµsi gûyiyâ mir’ât
Sırr-ı pür-nûrı rûşenâ mişkât 352
667.
ªâhiri şem¡-i cem¡-i nâsûti
Bâ†ını dürr-i bahr-i lâhûti
668.
~â√ib-i sırr u remz-i ehl-i …ulûb
Muhce-i …albi vâ§ıl-ı ma√bûb
669.
¢ufl-ı ma¡nâya man†ı…ı miftâ√
≤av-ı esrâra bâ†ını mi§bâ√
670.
»âk-i pâyuña kimyâ-yı güher
¢alb-i …albi zer eyler ol cevher
671.
İrişür dâ’im aña ce≠be-i ◊a…
Bahr-i lâhûta πar… olur mu†la…
672.
Sırrı anuñ mihr-i ¡aş…la enver
Ce≠ebât-ı ilâhiye ma@har
673.
Ber… urur ru«larında nûr-ı §afâ
Oldı «alvet-serâda şem¡-i hüdâ
674.
±âtı bir ¡andelµb-i bâπ-ı ümµd
‰û†i-i …ande-nâb-ı mı§r-ı reşµd
675.
Nûn olup …addi künc-i †â¡atde
Buldı sırr-ı fenâyı «alvetde
târ : nâr SK
Rûşenâ: rûşenân SK
233
26-A
353
…albe: câna SK
676.
Üstüme sâye §alsa ger o hümâ
Olur idim şeh-i diyâr-ı fenâ
677.
Ol emµr-i serµr-i ¡âlem-i …alb
Şem¡-i «alvet-serây-ı «âne-i ce≠b
678.
Bir seher §aldı üstüme ce≠be
Âteş urdı bu «âne-i …albe
679.
~a√n-ı dilde uyandı şem¡-i hüdâ
Nûr-ı ¡aş…ıyla †oldı …albe §afâ353
680.
Olmışam cân-ıla aña teslµm
Düşmüşem işigine hem-çü yetµm
681.
Âb-ı tevbeyle …albi pâk itdi
Nûr-ı †â¡atle tâb-nâk itdi
682.
Baña ◊a… virdi inşirâ√-ı §adr
Meh-i şev… oldı bâ†ınumda bedr
683.
Lâyı√ oldı niçe me¡âni-i πayb
Dilde keşf oldı nükte-i lâ-reyb
684.
Rûşenµ’den ya…up çerâπı göñül
Nâr-ı ¡aş…ıyla ya…dı dâπı göñül
685.
Ber… urup bâ†ınumda cevher-i ¡aş…
Şev… virdi cihâna ezher-i ¡aş…
686.
»ırmen-i mâsivâya düşdi şerâr
¢almadı √ubb-ı √ubba â«ir kâr
687.
Mâsivâ çı…dı dµde-i terden
Lµk …aldı göñülde √ubb-ı va†an
688.
Buldum ol ≠ev…-i va√deti â«ir
Oldı serümde nûr-ı ◊a… @âhir
689.
Nûr-ı Ra√mâna πar…-iken bir dem
Fi’l-me&el şems-i «âver-i ¡âlem
690.
¢albüme lâyı√ oldı bir ma¡nâ
Nice ma¡nâ ki dürr-i bahr-i be…â
234
26-B
354
691.
Bu cihân mülki ¡âlem-i fânµ
Bµ-vefâdur gül-i gülistânı
692.
¢a§r-ı dünyâ «arâb olur â«ir
Mülk-i ¡âlem yebâb olur â«ir
693.
Görmedi anda kimse rûy-ı be…â
Bulmadı güllerinde bûy-ı be…â
694.
Bµ-be…âdur ¡anâ§ır-ı terkµb
Hep fenâdur cevâhir-i tertµb
695.
◊â§ılı deyr-i ¡âlemüñ â«ir
~ûreti bozulur anuñ bir bir
696.
Devlet anuñ-durur ki bir eyü ad
¢oya ¡âlemde ide rû«ını şâd 354
697.
Olmayan ¡aş…la füsürde göñül
Olmadı bu cihânda mürde göñül
698.
Nµk-nâm olmayan cihân içre
Nâm-dâr olmadı zamân içre
699.
Zinde-nâm olsa bir kişi sermed
¡Âlem içre bulur √ayât-ı ebed
700.
Olagör ma¡rifetle ferru√-nâm
Seni «ayr-ıla aña cümle enâm
701.
Dikmedi bir kişi cihânda şecer
Yimedi ¡âlem içre bâr u &emer
702.
Bu-durur ¡âlem içre …avl-i selef
Az olur her kişiye «ayr-ı «alef
703.
Lâyı… oldur ki bir e&er peydâ
İdesin ola tûşe-i ¡u…bâ
704.
¢omasa bir kişi cihânda e&er
Lâ-büd anuñ yirinde yeller eser
ide rû«ını şâd: rû«ını ide şâd İÜ2, SK
235
27-A
705.
Bir e&er bir dıra«t-ı bâπ-ı be…â355
¿emer olmışdur aña «ayr-ı du¡â
706.
Mütee&&ir olup bu ma¡nâdan
İstedüm vâridâtı Mevlâ’dan
707.
Ebr-i nµsân-ı ra√met-i Ra√mân
İtdi deryâyı sırruma feye≥ân
708.
~adef-i dilde lü’lü’-i ma¡nµ
Dür idi her biri dür-i ¡adenµ
709.
İrmeyüp rişte-i irâdet-i Rab
Silk-i na@ma getürmedüm anı hep
710.
¢a¡r-ı deryâ-yı dilde ol tâbân
Dürr-i nâ-süfte yatdı niçe zamân
711.
Tâ ki elmâs-ı †ab¡-ı nûrânµ
Deldi bir gün o dürr-i ra«şânı
SEBEB-İ NAªM-I GÜLŞEN-İ EFKÂR U ~IFAT-I FA~L-I HAZÂN U BAHÂR
355
712.
Bülbül-i verd-i gülşen-i tibyân
İtdi bu resme §un¡-ı ◊a……’ı beyân
713.
Esdi bâπ-ı ba√âra bâd-ı şimâl
Cilveler itdi anda tâze nihâl
714.
Bâd-ı §ub√-ı nesîm-i πonce-güşâ
¡Ìsa-veş itdi ¡âlemi i√yâ
715.
~avt-ı ra¡d oldı §anki nef«a-i §ûr
Her şükûfe nişân-ı rûz-ı nüşûr
716.
Ele tesbî√in aldı şâh-ı çenâr
Olmasun diyü …alb-i πonce figâr
717.
Sidre-veş oldı her şecer zîbâ
Rû«-ı ¢uds anda …umrılar gûyâ
718.
Yüzin açup çemende bâd-ı se√er
Başına çı…dı herkesüñ gül-i ter
İÜ2 ve SK nüshalarında “Bir e&er bir dıra«t” yerine “Bir e&erdür dıra«t” yazılmış.
236
27-B
719.
Şâhid-i nev-bahâra verd-i †arµ
Pîrehen oldı j âle dügmeleri
720.
Oldı ¡anber-şemîm bâd-ı nesîm
Gül-i «oş-bûdan aldı bûyı nesîm
721.
Bir zümürrüd sütûnda nergis-i ter
Oldı zerrîn …abaπ pür-zµver
722.
İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr
Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr
723.
Göricek zînet-i bahâr-gehi
Baş §alardı çemende serv-i sehî
724.
◊av≥-ı sîmîne döndi nergis-i ter
~an dökülmiş içine «urde-i zer
725.
Oldı şâh-ı bahâra gülşen-i genc356
»am-ı zer oldı anda πonce-i πunc357
726.
Yed-i Bey≥âyı ¡ar≥ idüp zanba…
Pençe-i mihre itdi †a¡n el-√a…
727.
Başdan ayaπa çeşm oldı çemen
Görmege rûy-ı dilberi rûşen
728.
Bir kitâb oldı §a√n-ı bâπ-ı cihân
Cedvel-i sîm olupdur aña revân
729.
Semen-i terle bâπ-ı sünbül-i zâr
Rû«-ı zîbâda §anki zülf-i nigâr
730.
Bülbül itdükçe nâle vü feryâd
Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd358
731.
Zeyn olup güller-ile her gülzâr
Keyfe yu√yµ okurdı bülbül-i zâr359
732.
Her şukûfeyle gülbün-i bâlâ
Ak imâmeyle mü’min ol gûyâ
bahâra: bahâr SK
»am: »amr SK
358
Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd : ∏oncenüñ göñli olur idi küşâd İÜ2, SK
359
“Keyfe yu√yµ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler ” bölümüne bakınız.
356
357
237
28-A
360
361
733.
Yiryüzin her çemende dürlü çiçek
Sebz a†lasda sanki sîm-benek
734.
Dürlü ezhârla bu ferş-i zemîn
Dir gören yire indi ¡arş-ı berîn360
735.
Dâmen-i πonce pür olup lâlâ
Bülbüle §atdı dürlü istiπnâ
736.
Oldı dîvâne serv-i tµre ≥amîr
Pâyına urdı âb anuñ zencîr
737.
Şem¡-i pür-nûra beñzedi gülnâr
Aña pervâne oldı her ezhâr
738.
Bir ışı…dur dıra«t-ı pâ-der-gil
¢ıldı bülbül yuvasını keçkül
739.
Mevc-i bahr-i çemende keştî-i rû√
∏ar… olurken yetişti »ızr-ı fütû√
740.
Der-kenâr itdi dil sefînesini
Açdı dürr-i be…â √azînesini
741.
Didi kim bu fe≥â-yı mînâ-reng
Oldı ezhârı gerçi reng-â-reng
742.
Lîk irür aña √azân-ı fenâ
Târ-mâr eyler anı bâd-ı hevâ361
743.
Bülbüli lâl olur bu gülzâruñ
Revna…ı gider â«ir eşcâruñ
744.
Pây-mâl-ı √azân olur bu çiçek
Ser-bürehne …ılur çenârı felek
745.
İrür ezhâra lâ-büd âfet-i dey
Defterin her birinüñ eyler †ay
746.
Cûy-ı enhâr olur ≥a¡îfü’l-√âl
İrür anuñ revânına imlâl
SK nüshasında “yire” sözü yazılmamış.
bâd-ı : bâdı SK
238
28-B
362
363
747.
¢al¡a-yı gülsitânı †ûp-ı şitâ
Târ-mâr eyler anı gûy-ı fenâ
748.
Düşürür tâc-ı lâleyi gerdûn
Baπrını …an-ıla ider pür-«ûn
749.
Sünbül-i ter olur perîşân-√âl
Dehr elinden semen olur pâ-mâl
750.
¢addi çevgân olur gül-i çemenüñ
Gûy-ı πal†ân olur seri semenüñ
751.
◊â§ılı ¡âlem içre bâd-ı fenâ
¡Â…ıbet her birin ider ifnâ
752.
Lîk ¡âlemde gülsitân-ı sü«an
Gül-i ra¡nâ-yı dil-sitân-ı sü«an
753.
Her biri bir bahâr-ı ma¡nâdur
∏once-i merπ-≠âr-ı ma¡nâdur
754.
Her sü«an bir şükûfe-i «oş-bû
Na@m gûyâ ki bir gül-i «od-rû
755.
◊arf-i her ma¡na gûne gûne-durur
Rav≥a-i cennete numûne-durur
756.
Elifi serv-i bâπ-ı behcetdür
◊âları πonce-i letâfetdür
757.
Cimi zülf-i nigâr-ı bâπ-ı irem
~adı anda şukûfe-i bâdem
758.
Dalları sünbül-i riya≥-ı be…â
Râları …add «amîde serv-i §afâ 362
759.
¡Aynı ¡ayn-ı ma¡în-i kev&erdür
Mimi ser-çeşme-i müdevverdür
760.
Kimi eşcâr u kimi enhâra363
Beñzer anuñ kimisi ezhâra
…add: SK’de yok.
eşcâr: eşcâra SK
239
29-A
761.
Her biri dâimâ hebâ olmaz
Bâπ-ı cennet-durur fenâ bulmaz364
762.
Her biri √â§ıl-ı riyâ≥-ı be…â
Biçemez anı dâs-ı ma√v u fenâ
763.
Çün ¡ayân oldı bu gül-i esrâr
Sü«an-ârâlı… eyle bülbül-vâr
764.
Bâπ-ı …albüñde Gülşen-i Efkâr
Çün açıldı an’eylegil i@hâr
765.
Gülşen-i cennete numûne-durur
Gül-i ra¡nâsı gûne gûne-durur
766.
¢alemüñ bâπ-ı na@ma eyle nihâl
Mîve-dâr ola tâ ki na«l mi&âl
767.
Eyle cârî dilinden âb-ı §afâ
Tâ ki √â§ıl ola riya≥-ı be…â
768.
Çünki esdi bu bâd-ı himmet-i pîr
Bahr-i dil urdı mevc-i fevc-i ke&µr
769.
¢a¡r-ı dilde yaşın düri â«ir
Silk-i na@ma getürmişem bir bir
Â∏ÂZ-I HİKÂYET 365
364
365
770.
Ey şeh-i kişver-i ¡ulûm-i ya…în
Her sözüñ vâridât-ı va√y-ı mübµn
771.
Kelimâtuñ dem-i Mesî√â’dur
Her sözüñ mu¡cizât-ı ¡Ìsâ’dur
772.
Rûşen olur cihân cemalüñden
Teşne reyyân olur zülâlüñden
773.
‰urma √all-i √a…âyı… eyle yine
Söyle keşf-i da…âyı… eyle yine
774.
Aç yine …ufl-ı bâb-ı ma¡nâyı
»al…a ar≥ it kemâl-i Mevlâ’yı
durur: gibi
Â∏ÂZ-I HİKÂYET: Â∏ÂZ KERDEN-İ HİKÂYETDÜR SK
240
29-B
775.
Va¡@-gûy-ı menâbir-i ¡arş ol
İşiden sözlerüñi ide …abûl
776.
Dürc-i dürr-i √a…âyı…ı ey cân
Aç ki var müşterîsi bî-pâyân
777.
Nicedür reşk-i lü’lü’-i şeh-vâr
∏ayret-i şeb-çerâπ-ı pür-envâr
778.
Müşterîsi anuñ ricâlü’l-πayb
Ya¡ni §arrâf-ı şehr-i ¡âlem-i πayb
779.
Zeri §arrâf olan bilür dâim
Cevheri cevherî olan nitekim
780.
¢udret-i ◊a……’uñ it √ikâyetini
~un¡-ı Yezdân’uñ it rivâyetini
781.
Gûş iden bula inşira√-ı §adr
Tâ göre ¡âlem içre rûy-ı …adr
BEHİŞT-ÂSÂ OLAN ◊ADÌ¢A-İ ¡ULYÂ VÜ GÜLŞEN-İ BÌ-HEMTÂNUÑ VA~F-I
ZÌBÂSI VE KÂ◊-I VÂL VÜ ¢A~R-I A¡LÂNUÑ MED◊-İ RA¡NÂSIDUR Kİ
MEDÂR-I ◊İKÂYET Ü MÜBDÌ-İ RİVÂYETDÜR Kİ ±İKR OLINUR. 366
782.
Râvi-i hikmet-i cihân-bânı
Sözde bu resme itdi el√ânı
783.
Dâmen-i kûh-i ¢âfda bir zîbâ
Var idi bir √adî…a-i ¡ulyâ
784.
Dest-i …udretle §âni¡-i Yezdân
Yapmış anı mi&âl-i bâπ-ı cinân
785.
Anı «al… eylemiş »udâ ezelî
İrmemiş bir yirine âdem eli
786.
Fey≥ ider anda ebr-i ra√metini 367
Gösterür «al…a dürlü hikmetini 368
787.
Ma√≥-ı hikmetden eylemiş anı ◊a…
Defter-i §un¡ı anda her yaprak
VÂLÂ: VÂLÂSI SK // ¢A~R: FA¢ÌR SK
ra√metini: ra√meti SK
368
Hikmetini: hikmeti SK
366
367
241
30-A
788.
Güllerine hebâ eli irmez
Mîvesini fenâ eli dirmez
789.
Cûları dil-keş idi §an cânân
Âdem’üñ göñline girerdi revân
790.
Selsebîl-i sebîl enhârı
Dev√a-i Sidre gibi eşcârı
791.
Sünbüli sanki kâkül-i dildâr
Nergisi çeşm-i dilber-i πaddâr369
792.
Kâkül-i dilber idi zülf-i nigâr
Servler anda …âmet-i dildâr
793.
»ûşe-i na«lde biten «urmâ
Cümle bostân şµr idi gûyâ
794.
Açdı yâ…ût √a……ını enâr
La¡l-i rummânı eyledi îsâr
795.
Zenah-ı dilber idi her elma
Ru«-i ¡uşşâ… idi …amu ayva
796.
Cümle tâkinde «ûşe-i engûr
Neydügin bildürür şarâb-ı †ahûr370
797.
∏abπab-ı √ûr ¡aynı anda turunc
İtdi meydân-ı √üsn içinde külünc
798.
Yâsemenden …urup otaπ-ı sefîd371
Anda gül olmış idi şâh-ı sa¡îd
799.
~âre mer√un zeberceden «a≥râ
Kâne nûrun cevâhiren √amrâ 372
800.
~ad-zebân virmiş idi ◊a… çemene
Med√ okurdı şeh-i gül ü semene
801.
El §alar serv-i bâπa şâh-ı çenâr
Boynına …ol dolar anuñ her bâr
dilber-i: dilberi SK
bildürür: bildür SK
371
otaπ-ı : otaπı SK
372
Beyitin anlamı: Çok sevinçli (neşeli) bir zeberced oldu; Sonunda kızıl mücevherler oldu.
369
370
242
30-B
373
802.
Nârven §alınurdı cilve-y-ile
∏onceler πunc iderdi şîve-y-ile
803.
İrmesün bâπa diyü her nâ-kes373
Gözcü olmışdı gülşene nergis
804.
‰utar elde benefşe gürz-i girân
Meger olmış bu gülşene der-bân
805.
Tîπ †utup çemende sûsen-i ter
Her se√er †arf-ı gülşeni bekler
806.
Vârdı bu riyâ≥-ı zîbânuñ
◊âfız-ı çârı §a√n-ı vâlânuñ
807.
Birinüñ nâmı ¡a…l-ı nîk-ârây
Ol-durur ¡âlem içre râh-nümây
808.
Birinüñ ismi ¡ilm-i fa≥lu’llâh
Şu¡lesi şem¡-i cem¡-i meclis-i şâh
809.
Biri √ilm-i selîm ü ehl-i edeb374
İtmedi bu cihânda şûr u şeπab375
810.
Birinüñ nâmı devlet-i i…bâl
Açılur †âli¡inde ferru«-fâl
811.
Her biri pâs-bân-ı gülşen idi
Sözlerinden hezâr ü gülşen idi
812.
Sû-be-sû gülşeni gezerler idi
Şev… ü şâdî-y-ile geçerler idi
813.
Her biri birlige yitup her bâr
İmtizâc eylemiş anâsır-vâr
814.
Bir gice bu çehâr-yâr-ı güzîn
¢ıldılar bir ma…âmı «oş-tezyîn
815.
Vâr idi bu √adî…ada bir kâ«
İki yanında bitmiş idi dü-şâ«
İrmesün: Girmesün SK
selîm ü: selîm-i SK
375
şûr u : sûr-ı SK
374
243
31-A
816.
Gûyiyâ sidre-i mu¡allâdur
Bâπ-ı cennetde şâ«-ı tûbâdur
817.
Şâmî«ü’r-rükn idi bu …a§r-ı kebîr
Tâb-dâr idi §anki mihr-i münîr
818.
Nüh †ıbâ…-ı felek aña pâye
Kürsi-i ¡âliye §alar sâye
819.
Der-i divârı cevher-i pür-nûr
Gerd-i «âki çü ¡anber ü kâfûr
820.
Yir yirin anda câm-ı revzenler
Gûyiyâ her biri meh-i enver
821.
ªulle olmışdur aña per-i hümâ
Derine «al…a oldı çeşm-ı sühâ 376
822.
»al…asına †o…ınsa bâd-ı se√er 377
Naπmelerle †olardı her kişver
823.
‰ışı fîrûc u cevâhirden378
İçi meh gibi nûr-ı zâhirden379
824.
Döşegi sündüs ü istebra…dan
Ya§duπı perniyân-ı ezra…dan
825.
Her biri bir serîre itdi cülûs
Ta√t-ı şâhîde §anki Keykâvus
826.
¢amer ol gice oldı şem¡ lâkin
Meş¡ale ya…dı geldi bezme peren
827.
Nergisi gözcü …odılar bezme
Ol gice oldı virme ve alma
828.
~ohbet-i √⧠…ıldılar ol şeb
‰û†i-veş geldiler tekellüme hep
829.
Her biri ≠û-fünûn ¡âlim idi
Şâhid-i fa≥la cümle ma√rem idi
Çeşm: √aşem SK
†o…ınsa: †o…ına SK
378
fîrûc u :fîrûzec-i İÜ2, SK
379
zâhirden: ezherden SK
376
377
244
31-B
830.
Nüktedânlar idi fe§â√atle
Meclis-ârâ idi belâπatle
831.
Sözlerinden a…ardı âb-ı zülâl
Meh gibi bulmış-idi cümle kemâl
832.
Yüzleri âftâb-ı ¡âlem-tâb
Sözleri …and-i nâb ü şekker-i nâb
833.
Cümleten …ulzüm-i ma¡ârif idi
Kelimâtı dür-i ¡avârif idi
834.
Kimi √ikmetde Bû ¡Alî Sµnâ
Kimi şevketde Rüstem ü Dârâ
835.
Kimi şey«-i ilâhi kimi «amûl
Kimi fa≥l u ma¡ârif-ile fü≥ûl 380
836.
◊â§ılı cümlesi mükerrem idi
Zîr ü bâlâ içinde ekrem idi
837.
Oldılar †û†i gibi şekker-bâr
¢ıldılar cevher ü leâli ni&âr
838.
Söyledi her biri dür-i âyâtı
ªâhir itdi nice kemâlâtı
839.
Dürlü dürlü nice fe≥â’ilini
¢ıldı peydâ …amu «a§â’ilini
840.
Şol …adar …ıldılar ¡ulûmı ni&âr
Nîk ü bed ba√&i düşdi â«ir-kâr 381
841.
Her biri iddi¡â-yı fa≥l itdi 382
Hep «ı§âl-ı «amîde na…l itdi 383
842.
~ub√ dek …ıldılar mu√âvere(y)i 384
‰avr-ı âdâbla münâ@ara(y)ı
fü≥ûl: fu†ûr SK
nµk ü: nµk-i İÜ2, SK
382
itdi: idi SK
383
itdi: idi SK
384
mu√âvere: mücâvere SK
380
381
245
~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L-I NÌK-ÂRÂNUÑ ¡İLM Ü ◊İLM-İ RA¡N VÜ DEVLET-İ
BÌ-HEMTÂ-YILA MÜNªARASIDUR BEYÂN OLINUR 385
32-A
843.
Bir se√er pîr ü «âveri eflâk
Şa¡şa¡adan ¡a§â-y-ıla çâlâk
844.
Geldi §atdı nice kerâmetler
»al…a gösterdi ço… velâyetler
845.
Nûr-ı ru«sârını görüp nâ-gâh 386
Yire geçdi √ayâdan encüm ü mâh
846.
Ber… urup çehresinde nûr-ı fela…
◊acletinden …ızardı rûy-ı şafa… 387
847.
Çünki §ub√ irdi didi ¡a…l-ı cemµl
Cümle da¡vâya lâzım oldı delµl
848.
Size ben va§fumı beyân ideyin
Şeref-i ≠âtumı ¡ayân ideyin
849.
Münkeşif olmasa …amu a√vâl
Nice ma¡lûm olur √a…î…at-i √âl
850.
Ba¡de ≠ât siz da«ı beyân eyleñ 388
±âtuñu@ √âlini ¡ayân eyleñ 389
851.
Biline tâ ki cümle √âl-i şeref
Ola rûşen …amu me’âl-i şeref
852.
Didiler ¡ilm ü √ilm ü Devlet-şâh
Da¡vaya lâzım oldı çünki güvâh
853.
İmdi gel fa≥luñı beyâna getür
Ba¡≥ı ev§âfuñı ¡ayâna getür
854.
¡A…l-ı rûşen ≥amîr ü ferru«-fâl
Dökdi ol dem dilinden âb-ı zülâl
¡ÜLFET-İ ~UB◊ U ¡A¢L-I NÌK-ÂRÂNUÑ ¡İLM Ü ◊İLM Ü ¡AN VÜ DEVLET-İ BÌ-HEMT İLE
~A‰ISIDUR SK // BEYÂN OLINUR: Kİ ±İKR Ü BEYAN OLINUR İÜ2
386
görüp: görmeyüp SK
387
…ızardı: …ızdı SK
388
beyân: ¡ayân İÜ2, SK
389
¡ayân: beyân İÜ2, SK
385
246
32-B
855.
Didi kim ben dür-i mu§affâyam
Nûr-ı pâkize-i mu¡allâyam
856.
Benem ol cevher-i ≥iyâ-güster
~adef-i ¡âlem içre dürr ü güher
857.
Ehl-i √ikmet bilür benüm …adrim
Evc-i a¡lâ-durur benüm §adrum
858.
Menzilüm künbed-i dimâπ-ı beşer 390
Eylerem gâhi sâ…-ı ¡arşı ma…ar
859.
Felegüñ künbed-i mu¡allâsın
Dâimâ eylerem temâşâsın
860.
‰ûr-ı …alb-i §afâda Mûsâ’yam
Rûz şeb ma@har-ı tecellâyam391
861.
‰â’ir-i …uds kim olur †ayyâr
¢anadumla uçar benüm her bâr
862.
±ât-ı pâküm-durur benüm pür-nûr
Zîr ü bâlâ benümle itdi @uhûr
863.
¡Âlemüñ inti@âmı @âtumla
Şer¡i dînüñ …ıyâmı ≠âtumla
864.
◊all olur sırrı bende her sü«anüñ
Da«ı el-müşterü mü’temenüñ
865.
Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb 392
Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb393
866.
ªerre nûrı yanumda mihr-i ferüñ
~an yanında sühâ-durur …amerüñ
867.
Benem ol ¡âlem içre nûr-ı şerîf
◊â’il olmaz baña @alâm u keşîf 394
dimâπ-ı: dimâπı SK
rûz şeb: rûz u şeb İÜ2
392
"men ¡arefe nefsehu fekad ¡arefe rabbehu" Nefsini bilen rabbini bilir, anlamına gelen ve tasavvuf ehli
tarafından sıkça kullanılan sahih olmayan hadislerdendir.
393
“Lâ-reyb” ile ilgili ayrıntılı bilgi için 6. beyitin dipnotuna bakınız.
394
@alâm u: @alâm-ı İÜ2, SK
390
391
247
868.
»ân…âh-ı bedende bir pîrem
Ehl-i irşâd ü ehl-i tedbîrem
869.
Niçe ehl-i hüner mürµdüm var
◊idmetümde niçe ferîdüm var
870.
Kimi ¡allâme-i @evâhirdür
¡İlm-i bâ†ında kimi mâhirdür
A¢L-I PÂK SEM¡-İ TÂB-NÂKİ VA~F İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR. 395
871.
Biri bir merd-i ¡â…il adı Sem¡
Dâimâ encümende şem¡-i cem¡
872.
Oldı ehl-i velâyet ol kâmil
Kim aña târ-ı şeb degül √â’il
873.
N’ola †a…sa …ulaπına kerdür
Rûz şeb ism-i Sem¡e ma@hardur396
874.
Nef√a-i rû√-ı …udsdür aña hevâ
Ìsi-i ma¡na(y)ı ider peydâ
875.
Ba«r-ı ¡irfân içinde §anki §adef
Anda cümle me¡âni dürr-i necef
876.
Gûyiyâ gûş içinde ol gevher
Meh-i nev sµnesinde cirm-i …amer
877.
Bir bunuñ gibi var mı ehl-i kerem
Dem-be-dem fet√ ider o bâb-ı himem
878.
¢uvvet-i †ab¡-ı dil-pe≠µrimdür
Severim cân-ıla @ahµr midürimdür
33-A ¡A¢L-I PÜR-ENVÂRUÑ BA~AR-I TÂB-DÂRI TA¡RÌFİDÜR ±İKR OLINUR. 397
879.
Biri bir pâk na@ârdur ismi Ba§ar
Ol-durur cân gözine nûr ba§ar
İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR: İTDÜGİDÜR KİM BEYÂN OLINUR SK // BEYÂN OLINUR:
İÜ2’de yok.
396
rûz şeb: rûz u şeb İÜ2
397
TA¡RÌFİDÜR ±İKR OLINUR: TA¡RÌFİDÜR Kİ ±İKR OLINUR SK // ±İKR OLINUR:
İÜ2’de yok.
395
248
880.
Eyleyüp ol riyâ≥ete i…dâm
Ola dâim πıdâsı bir bâdam
881.
Dem-be-dem keşf ider kerâmetini
¡Âleme gösterür velâyetini
882.
¢arañu «alvet içre buldı cem¡
Şu¡le-i nûr-ı ≠âtın itdi şem¡
883.
Olalı perde-i siyehde nihân
Kendüyi itdi merdüm-i insân
884.
Ba§ar ismine düşeli ma@har
¢addini dâl idüpdür ol gevher
885.
‰â’ir-i sidre gibi açup per ü bâl
‰ârem-i çar«ı seyr ider fi’l-√âl
886.
Görinür aña çehre-i dil-dâr
Her dem eyler müşâhede dµdâr
887.
Neylesün ¡ayn âb-ı √ayvânı
Eline aldı çeşme-i cânı
888.
Gâh olur bir perinüñ abdâlı
Alur egnine bir siyâh şâlı
889.
Gice künc-i fenâ-yı «alvetde
Gündüzin §un¡-ı ◊â……ı ¡ibretde
¡A¢L-I DİL-CÛ ŞEMM-İ »OŞ-BÛYI TA¡RÌF İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR 398
33-B
890.
Birinüñ nâmı Şemm-i nâzik-ter
Eyledi künbed-i dimâπı ma…ar
891.
Her dem alur o bûy-ı merπûbı
‰â… †âremde §anki kerrûbµ
892.
Gâhi bulur şemµm-i Rû√u’llâh
Bilemez misk ü ¡anberi ol mâh 399
İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR: İTDÜGİ Kİ ±İKR OLINUR SK // TA◊RÌR OLINUR: İÜ2’de
yok.
399
¡anberi: ¡anber SK
398
249
893.
~ub√-dem irür aña bûy-ı §abâ
Nef√a-i rû√-i ¡İsevµ gûyâ
894.
N’ola ¡anber-sirişt olursa meşâm 400
İrdi bûyı behiştüñ aña tamâm
895.
Pâye-i ¡arş-durur ma…âmı anuñ
Kürsi-i lev√-durur merâmı anuñ
896.
Bu revâyµ√le rû√-ı cismânµ
Bulur ol dem …uvâ-yı rû√ânµ 401
¡A¢L-I TÂB-DÂR ±EV¢-İ ÂB-DÂRI VA~F İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 402
897.
Birinüñ adı ≠ev…-i şµrin-kâr
~âf-meşreb kelâmı cevher-dâr
898.
Her dem eyler dilinden ol cârµ
Reşe√ât-ı zülâl-i enhârı
899.
»al…a ra†b-ı lisân-ıla a√sen
‰ab¡ı eşyâyı bildürür rûşen 403
900.
‰ab¡-ı pâki §an âyine-i §afâ
Görinür anda §ûret-i eşyâ
901.
±ikr ider ◊âli…ini her meh ü sâl
Hem-zebân oldı aña †û†µ-i âl
902.
Ba«ş ider …albe rû√-i cismânµ
Fey≥ ider rû√a ≠ev…-i rû√ânµ
903.
Aña lâyı… dinürse cân-perver
‰û†µ-i cânı dem-be-dem besler
¡A¢L-I ENVÂRUÑ LEMS-İ NÂZİKTERİ TAV~ÌFİDÜR BEYÂN OLINUR 404
904.
Birisi da«ı lems-i nâzik-ten
Ter ü tâze o berk-i gülşenden
Olursa: olur SK
…uvâ-yı: nevâtı SK
402
±İKR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. // TÂB-DÂR: TÂB-DÂRUÑ SK
403
Eşyâyı: işmâmı SK
404
BEYÂN OLINUR: İÜ2’de yok.
400
401
250
34-A
905.
Tâb-ı √arr u √arârete doyamaz
Bâd-ı serd ü bürûdete doyamaz
906.
»ıf@ ider cismi √ar-ı âteşden 405
Berd-i sermâ vü serd-i serkeşden 406
907.
Merd-i kâmil-durur ol ehl-i hüner
ªâhir ü bâ†ını i√âta ider
908.
»uşk u ter ¡ilmini bilüp bâhir
¢uruda yaşda »ı≥r-veş √â≥ır
909.
¢utb-veş √ükmi cümle cârµdür
¡Âlemi ≠ü’l-√ayâta sârµdür
¡A¢L-I MEHEKK ◊İSS-İ MÜŞTEREKİ TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR 407
405
910.
Birinüñ √iss-ı müşterek nâmı
Kimse görmiş degül o gül-fâmı
911.
Dâ’ire bekler ol §adâ…atle
N’ola ma¡rûf ola kerâmetle
912.
Bir müdevver öñinde √av≥ı kivar
A…ar anuñ içine beş enhâr
913.
Çeşme-i câna beñzer ol cûlar
Müşterek her biri §afâ-perver
914.
Tµz-fehm-i ¡u†âride beñzer
Gördügin lev√-i dilde fevri yazar
915.
Rû√-ı insân gibi velµ pinhân
Nûr-veş dilde cümle √ükmi ¡ayân
916.
Menba¡-ı «ıf@ olup o deryâ-dil
Götürür başda anı her ¡âkil
cismi: cismini SK
sermâ: serâ SK
407
TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR: VA~F İTDÜGİDÜR İÜ2 // ◊İSS-İ MÜŞTEREKİ
TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR: ◊ASEB-İ MÜŞTEREK VA~F İTDÜGİDÜR SK
406
251
¡A¢L-I SIRDÂŞ »AYÂL-İ NA¢¢ÂŞI TA¡RÌFİDÜR TAS‰ÌR OLINUR408
34-B
917.
~âf-dildür birisi deryâ-vâr 409
Nâmı anuñ «ayâl-i âyine-dâr
918.
Bir mu§avvirdür olmaz aña na@µr
Âb-ı pâk üzre na…ş ider ta§vµr
919.
Bâl-i himmetle gâh idüp pervâz
Seyr ider ǵn ü Hind ü Rûm u ◊icâz
920.
Gâh olur kim perµ-veş ol server
Kendüye çeşme-sârı mesken ider
921.
Lu†f-ıla ol-durur emµr-i kelâm
‰ıfl-ı dil eglenür anuñla müdâm
922.
~anki bir dil-rübâ-yı mµr-i sü√an
Herkesüñ göñline girür rûşen
923.
¡İlm-i bâ†ında şöyle mâhirdür
Göñlüñe her ne gelse anı bilür 410
924.
»â†ırında rüsûm-ı mevcûdât
Cümle fikrindedür «ayâl-i cihât
¡A¢L-I DİRA◊ŞÂN VEHM-İ TERSÂNI VA~F İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 411
925.
Vehm-nâm biri §â√ib-i ferheng
Fehm ider anı †âlib-i ferheng
926.
¡Âmil-i âyet-i ve lâ tül…û 412
Ol-durur târik-i hirâs-ı adû
927.
İstemez dâ’im ola va√detde
Lµk bulur §afâyı ke&retde
928.
Meclisümde nedµm-i vehm-yârum
Hemdem-i dil-pesend ü dil-dârum
TA¡RÌFİDÜR TAS‰ÌR OLINUR: TA¡RÌF İTDÜGİDÜR İÜ2 // TA¡RÌFİDÜR TAS‰ÌR OLINUR:
TA¡RÌF İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR SK
409
~âf-dildür : Sâf-dil-durur SK
410
anı: cümle SK
411
¡A¢L-I DİRA◊ŞÂNUÑ VEHM-İ TERSÂNI TAV~ÌFİDÜR İÜ2 // ¡A¢L-I DİRA◊ŞÂNUÑ
VEHM-İ TERSÂNI TAV~ÌF İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR SK
412
velâ tul…û ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
408
252
929.
¡İlm-i cüz’iye cümle …âdirdür
Rûz u şeb √a≥retümde √â≥ırdur 413
930.
Bildirür baña cümle şûrı vü şerri 414
Râh-ı «avf u hirâs-ı pür-«a†rı415
931.
Nâ-gehân düşse râh-ı pür-havle 416
Gelür ol dem diline lâ-√avle
35-A ¡A¢L-I DERYÂ-DİL ◊ÂFIªA-I KÂMİLİ TAV~ÌF İTDÜGİDÜR ±İKR
OLINUR 417
413
932.
Birinüñ ismi √âfı@a ta√…µ…
Genc-i esrâra «âzin-i §ıddµk
933.
Levh-i …albinde kâtib-i …udret
Yazdı na…ş eyledi niçe §ûret
934.
¢albi §an bir müdevvir âyine
Na…ş olur anda rûy-ı gencµne
935.
Cû-be-cû ¡ilmi ≥ab† ider zµbâ
~anki enhârı «ıf@ ider deryâ
936.
Gâhi eyinüp kev&er-i cândan
A…ıdur ¡ayn-ı √ikmeti andan
937.
Şehr-i i≠¡âna çekdi bir pergâr
◊ikmet eşkâli anda her ne kivar
938.
Ma¡na-yı «ûnı itmege tes«µr
Dâire çizdi kendüye ol pµr
939.
Dem-be-dem ol √azµnedârumdur
◊âfı@ u ≠û-fünûn yârumdur
940.
Yiridür olsa «âzin-ı πaybµ
»ıf@ ider dürr-i genc-i lâ-reybi
941.
Lâzım oldukça ol kerem-kânı
Ba«ş ider «al…a dürr ü mercânı
rûz u şeb: rûz şeb SK
şûrı vü şerri: şûr u şerri İÜ2 // şûrı vü şerri: şûr-ı şerri SK
415
«avf u: «avf-ı SK
416
düşse: düşe SK
417
¡A¢L-I MÜNÌR ◊ÂFIªA-I PÜR-TA~VÌRİ TA◊RÌR İTDÜGİDÜR İÜ2, SK .
414
253
¡A¢L-I ŞERÌF MUTA~ARRIF-I LA‰ÌFİ VA~F İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 418
35-B
942.
Muta§arrıf birisinüñ adı
Nükte-i dilde eyler irşâdı
943.
N’ola §âhib-ta§arruf olsa revân
¢u†bıdur ¡âlem-i dilüñ her ân
944.
¢ab≥a-ı …udretindedür ma¡…ûl
Ser-fürû …ılsa †añ mı aña ¡u…ûl
945.
Himmetin dâimâ o nµk-a«ter
Cümle ma¡…ûl §arfa §arf eyler 419
946.
Münzevµ gâhi √ücre-i serde
Şâh olur gâhi yedi kişverde
947.
◊â§ılı cümlesi yanumda cem¡
Nûr-ı ≠âtumdur anlara çün şem¡
948.
Benem eflâk-i dilde bir «ûrşµd
±erre-veş her biri benümle bedµd
949.
¡Âlem-i dilde …u†b-ı ferru√-fâl 420
Benem anlar ricâl-i πayb-ı mi&âl
950.
Ma@har-ı vâridât-ı ilhâmem
Ma√zen-i dürc-i dürr-i İslâmem
951.
Sırr-ı İsrâ vü ¡alleme’l-esmâ 421
±ât-ı pâkümle oldı hep peydâ
952.
Şâm olunca bu ¡a…l-ı pür-idrâk
Eyledi ¡ar≥-ı ma¡rifet bµ-pâk 422
±İKR OLINUR: İÜ2’de yok. // ±İKR OLINUR: Kİ BEYÂN OLINUR SK
§arfa: √arf SK
420
¡Âlem-i dilde: ¡Âlem içre o İÜ2, SK
421
“¡alleme’l-esmâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
422
bµ-pâk: bµ-bâk İÜ2, SK
418
419
254
~IFAT-I ŞEB VE ¡İLM-İ FA≤LULLÂHUÑ ¡A¢L U ◊İLM Ü DEVLETŞÂH İLE
MÜNªARASIDUR TA◊RÌR Ü TAS‰ÌR OLINUR 423
36-A
953.
Bir gice pµr-i çar«-ı mihr-i ≥amµr 424
Sûre-i Leyl’i eyledi tefsµr
954.
Gözin açdı ¡u†âridüñ ol dem
Sırr-ı mestûru yazdı itdi ra…am
955.
Rûşen olmaπ içün derûnı gehî
»alvet-i hâle içre …oydı mehi 425
956.
Mihre yüz virmedi velµ ol şeb 426
Yirlere dökdi âb-ı rûyını hep 427
957.
‰urdı ol gice ¡ilm ü ehl-i va…âr
Ma¡rifet dürlerini itdi ni&âr
958.
Geldi esb-i belâπatı sürdi 428
Deşt-i ma¡nâda yildi yopurdı
959.
Didi dürr-i bi√âr-ı el†âfem
Kâşif-i sırr-ı keşf-i keşşâfem
960.
Fa≥l u dânişle mi&l-i deryâyem 429
Gûş-ı hûşa dür-i mu§affâyam
961.
Va¡z-gûy-ı menâbir-i ¡arşem
Nâ§ı√-ı kürsi-i §afâ-ba«şem
962.
¡Ârifem remz ü sırr-ı nâsûtµ
Kâşifem dürc-i genc-i lâhûtµ
963.
Benem ol şehr-i şöhre-i âfâ…
Gün gibi nûrum eyledi işrâ…
964.
Eylerem ehl-i ≠ev…e ben irşâd
Gösterürem aña †arµ…-i sedâd
TA◊RÌR Ü TAS‰ÌR OLINUR İÜ2, SK’de yok.
gice: giçe SK
425
Hâle: hümâle SK
426
velµ: vâlih SK
427
Rûyını: rûsını SK
428
sürdü: süvârdı
429
Fa≥l u: Fa≥l-ı
423
424
255
36-B
965.
¡Âdet-i remz-i evliyâ bende
Sünnet-i sırr-ı enbiyâ bende
966.
Cümlesine delµl-i râhem ben
Şeb-i @ulmetde şem¡ ü mâhem ben 430
967.
±ât-ı pâküm-durur şümû¡-ı hüdâ
Baña pervânedür …amu ¡ulemâ
968.
Eyleyen …adrümi benüm idrâk
Dâimâ menzili olur eflâk
969.
Beni kim kendüye @ahµr itdi 431
Sµne §adrında baña yir itdi 432
970.
Benüm emrüme her kim olmaz râm
Ya…ar anı ca√µm-i nâr-ı ≥ırâm
971.
»ôr ba…dukça baña bir ebter
Küfri ol dem hemân o…ur ezber
972.
¡Ar≥-ı ru«sâr-ı tâb-dâr iderem
ªulmet-i cehli târmâr iderem
973.
Şehr-yârum sipeh fünûnumdur
¡Asker-i cehl bed-zebûnumdur
974.
Nûr-ı µmân u mihr-i cân el-√a……
Nûrum-ıla bulur benüm revna…
975.
Bûy-ı «oş-bûyum-ıla buldı bahâ
¡Anber-i terle misk-i ǵn ü »a†â
976.
Dem-be-dem ehl-i Éle keyfiyyet
Şev…üm-ile gelür benüm √âlet
977.
Dânyâl-ı nebµ su†urlâbı
Fet√ ider himmetümle her bâbı
978.
Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn
Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn
şem¡ ü mâh: şem¡ mâh
itdi: idi SK
432
İtdi: idi SK
430
431
256
37-A
979.
¡Ulemânuñ olalı hem-râhı
Bildiler cümle «aşyetu’llâhı
980.
Ene mâ’ü’l-√ayâti fi’@-@ulemi
Ene nârun tu∂µu fi’l-√imemi 433
981.
Olsa i√sânum-ıla bir kişi √ay
◊âtemüñ defterin ider ol †ay
982.
Kişverümdür benüm o √ayr-ı beşer
~â√ib-i hel etâ-durur baña dir 434
983.
ªâtum âyinesi kitâb-ı mübµn
Anda ¡ar≥ eylerem cemâli ya…µn
984.
Benem âyine-i cilâ vü §afâ
Görinür bende dünye vü ¡u…bâ
985.
±ât-ı pâküm mücerrede minvâl
◊iss olınmaz ricâl-i πayb mi&âl
986.
Olmayan …albi §âf-âyine
Na@ar itmez cemâlüm ayına
987.
‰âlib olan cemâl-i ma¡nâyı 435
Âyinede ider temâşâyı
988.
¢ıldı bu resme ¡ilm-i ≠ü’l-ikrâm
~ub√ olınca kelâmını itmâm
989.
Rûşen olınca ≥av’-ıla mi§bâ√
Urdı …ufl-i me¡ânîye miftâ√
~IFAT-I ~UB◊ VE ◊İLM-İ SELÌMÜÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü DEVLET-İ ¡AªÍM İLE
MÜNªARASIDUR TA◊¢Ì¢ OLINUR 436
990.
433
~ub√-dem yine ol şeh-i «âver
~açdı rûy-ı zemµne ca¡fer-i zer
Beyitin anlamı: Ben karanlıklardaki ab-ı hayatım; Ben himmetlerde aydınlık saçan ateşim (nurum)
“hel etâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
435
cemâl-i: cemâli SK
436
TA◊¢Ì¢ OLINUR: İÜ2, SK’de yok.
434
257
991.
Giydi zerrµn libâsı bay fa…µr 437
Oldı hem-reng …amu §aπµr ü kebµr
992.
Şa¡şa¡a §aldı şâhid-i «urşµd
Cilvelerle meh anı gördi bedµd
993.
Heman ol demde kendüden gitdi
Yüz yire …odı meskenet itdi
994.
ǵn-i si√r √ilme degdi çün nevbet
Ol zamân ba√&e eyledi cür’et
995.
Didi √ilm-i selµm ü §âfµ-dil
Benem ol †ab¡-ı pâk-ıla kâmil
996.
Benem ol mürşid-i †arµ…-i necât
Benem ol rehber-i mesâlik-≠ât
997.
Heme dostân ra ez §afâ-cûyem
Merdümân şâkirest ez «ûyem
998.
Ene ba√rü’§-§afâ-yı bi’l-kerem
Ene πay&ü’r-rabµ¡-i bi’l-himem 438
999.
Külli hâdin limuhtedin sübülü
Ene feccü’l-¡amµki yeştemilü 439
1000. Ehl-i «ayret benümle buldı şeref
±âtum oldı dür-i √ayâta §adef
37-B
1001. Nûrum olmışdur ol çemende şem¡
Buldı revna… benümle ilm-i şer¡
1002. Ma@har oldı §afâya mir’âtum
Bahr-i √üzne sefµnedür ≠âtum
1003. Göñül alça…lıπ eylerem dâim
Meskenet üzre oluram …âim
1004. İderem bâr-ı ma¡rifet √â§ıl
¿emere «âk-i ar≥ olur vâ§ıl
bay fa…µr : bay u fa…µr İÜ2
Beyitin anlamı: Ben, kerem bakımından safa deniziyim; himmet bakımından da ilkbahar yağmuruyum.
439
Beyitin anlamı: Hidayet her eren için bir rehber ve yol vardır; İşte ben hepsini (yol ve rehber) kuşatan
denizim.
437
438
258
1005. Âb-ı rûyem benem ki âb-ı √ayât
Zindedür ≠âtum-ıla ehl-i necât
1006. »ûyı Nâmûs-i Ekber’üñ bende
Cümle ehl-i kerem baña bende
1007. ‰ıynet-i pâküm oldı nûr-ı sirişt
~â√ibüm olsa n’ola ehl-i behişt
1008. Her ki ben çeşme-i √ayâta irür
Bâπ-ı dilde revân ider kev&er
1009. Benüm-ile olan güler şen olur
Rûz şeb nûrum-ıla rûşen olur 440
1010. Küntü miske’l-πazâli râyi√aten
Lâ yeşummu’l-πa∂ûbu fâyi√aten 441
1011. Men hümâyem yekî niyâzerdem
Lµk kes-râ ki devlet âverdem 442
1012. Ma@har-ı men tevâ≥u¡-ı şânem 443
Ekrem-i «a§let oldı ¡unvânum
1013. Ehlümi kimse cürm-ile a§maz
Kimse yirde olan yüzi ba§maz
1014. Gördi bir gün √ıyâmı verd-i †arî
Şerm olup dökdi dâne dâne düri 444
1015. Bir çerâğem ki ya…dı …udret-i Rab
Esmez üstüme tünd-bâd-ı πa≥ab
38-A
1016. Hemdem-i ru√-ı …uds-ı pür-nûrem
Ma√rem-i sırr-ı §â√ib-i §ûrem
1017. ªâhiren meskenüm √a≥µ≥-i zemµn
Menzilüm lµk evc-i ¡Illiyyµn
1018. Gerçi oldum medâr-ı merkez-i «âk
Döner üstüme bu †o…uz eflâk
440
rûz şeb: rûz u şeb İÜ2
Beyitin anlamı: Koku olarak ceylan miski gibi oldum; Bana kızanlar o misk kokusundan hiç alamaz.
442
Beyitin anlamı: Ben hüma kuşuyum, birisi niyaz ettiğinde ona devlet (saadet) getiririm.
443
Beyitin anlamı: Alçakgönüllü huyum, benim mazharımdır.
444
Düri: …arı SK
441
259
1019. Cümle ma@lûma eylerem şef…at
Anuñ içün olur yirüm cennet
1020. ¡Âlem içre benem şeh-i nâ§ır
Kişver-i …albe √âfız u nâ@ır 445
1021. Tµπ-i §abr-ı belâ miyânumda
»ançer ü tîr-i lu†f yanumda
1022. ¢ahramân §abr-ı sila√dârem
Pehlivân lu†f-ı …afa-dârem 446
1023. ¡Asker-i kibr-i câbir-i ebter
Bµm-i …ahrumla bµd-veş ditrer
1024. Şâma dek itdi √ilm ¡ar≥-ı kemâl
Eyledi anlar-ıla ba√& u cidâl
~IFAT-I ŞEB VE DEVLET-İ KÂMRÂNUÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM-İ DIRA»ŞÂNLA
MÜNªARASIDUR BEYÂN OLINUR 447
1025. Yine şâh-ı kevâkib-i envâr
◊ayme-i mây içre …ıldı …arâr
1026. Her diyâra şihâbı §aldı revân 448
Olmaya encüm içre tâ ki …ırân
1027. Ol gice bu hezµr-i zerrµn çeng
Oldı simµn benekle mi&l-i peleng
1028. Tevsen-i çar«a bindi şâh-ı nücûm
Ya¡ni e@hâr-ı ◊a……’a itdi hücûm
38-B
1029. Geldi ol dem πa≥abla devlet-şâh 449
◊âkim-i kâmrân u @ıll-ı İlâh
1030. Olup esb-i belâπat üzre süvâr
Geldi meydân-ı ma¡naya şehvâr
√âfız u: √âfız-ı İÜ2, SK
Pehlivân lu†f-ı …afa-dârem: Pehlivân u vefâ …afa-dârem SK
447
BEYÂN: ±İKR İÜ2 // ~IFAT-I ~UB◊ VE ◊İLM-İ SELÌMÜÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü DEVLET-İ ¡AªÌM
İLE MÜNªARASIDUR SK
448
şihâbı: sehâbı SK
449
şeb: dem SK
445
446
260
1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum 450
Âftâb-ı cihânidür ba«tum 451
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ
1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet
¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet
1034. Ber-hümâ himmet-i mu¡allâyam
Kûh-i ¢âf-ı πınâda ¡an…âyam 452
1035. Arayup …a¡r-ı bahr-i ¡ummânı
Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı
1036. Râm …ıldum perµ vü dµv-i şeri
Va√ş-ı †ayr u riyâ√ u hem beşeri
1037. Sal†anat bâπı içre dâlem ben
Şâ«-ı †ûbâ gibi nihâlem ben
1038. Nu§ret ü fur§at u @afer &emerem
Fera√ u ≠ev… u şev… bâr ü berem
1039. ¢anadumla uçar benüm himmet
Benüm ar…amda «oş geçer fır§at 453
1040. Sâye §aldum meger cihâna revân
Geçinür sâyemüzde şâh-ı cihân
1041. Sâyemüzde geçinmese her şâh
La…ab olmazdı aña @ıll-ı İlâh
1042. Ser-ı şehde n’ola olursam ebed
Şemsüñ olur mekânı burc-ı esed
1043. ¢udret-i ◊a… …uşatdı baña …ılıc
Ururam ehl-i küfre tµπ u …ılıc
39-A
1044. Olmışam dâimâ Sikender-der
ªafer oldı baña πa@anfer-fer
Keyânidür: Keyân-durur SK
cihânidür: cihân-durur SK
452
πınâda: πınâd SK
453
geçer: güher SK
450
451
261
1045. ªafer oldı cihân-nerµmânı
Bulur anuñla her ner µmânı
1046. Kime kim yâr olur @afer şeb ü rûz 454
Dâimâ †âli¡i olur pµrûz
1047. Fet√ olur himmetümle cümle …ılâ¡
Def¡ olur fır§atumla küfr-i ≥iyâ¡
1048. ‰âli¡üm şu¡le virdi mihr ü mehe 455
Mâlikem ben kevâkib-i sipehe 456
1049. »aşmetüm çetridür benüm bu sipihr
Şevketüm kûsıdur meh-ile mihr
1050. Virmesem âftâba ben zer ger
Dökmez idi cihâna «âver zer
1051. ‰âli¡üm nûrı eyleyüp işrâ…
Esb-i reh-vârum oldı ber…-i Burâ… 457
1052. Nûrum-ıla yanar …anâdil-i ¡arş
Râyi√amla biter reyâ√in-i ferş 458
1053. ~anmañuz gökde §avt-ı ra¡d-ı dilµr
Şa¡şa¡a §aldı anda mihr-i münµr
1054. Çar«a çı…dı §adâ-yı kûs-ı va…âr
Râyetüm şu¡lesi felekde yanar
1055. Siz …ırân eyleñüz benümle hemµn
Ki mehüñ yanına gelür pervµn
1056. Bunca ilm ü fa≥lla Eflâ†ûn 459
Cem¡ …ıldı nice kitâb-ı fünûn 460
1057. Göre İskender-i cihân-peymâ 461
Zµr-i hikmetde …aldı bµ-perva
454
şeb ü rûz: şeb rûz SK
mehe : meh İÜ1 // mihr ü meh: mihr meh SK
456
sipehe: sipeh İÜ1, SK
457
rehvârum: rehbârum SK
458
biter: yiter SK
459
ilm ü fa≥lla: fa≥l u ¡ulûmı İÜ2 // Bunca ilm ü fa≥lla: Niçe fa≥l u ¡ulûmı SK
460
kitâb: kibâr SK
461
İskender-i: İskenderi
455
262
1058. ~ub√-ı §âdı… olınca mâ-√a§alı
Biribiriyle itdiler cedeli
39-B
1059. Her biri cümleten fe≥â’ilini
ªâhir itdi nice «a§â’ilini
1060. Cümlesinüñ delâ’ili a…vâ
Her biri âftâb-ı evc-i §afâ
1061. ¡Â…ıbet didiler bize √âkim
Gerek ola rumûza hep ¡âlim
1062. Cümle eşkâlüñ ola √elâli
~ubh-veş §âdı… ola a…vâli
1063. İttifâ…-ı bilâ-nifâ…la hep
‰oydılar her birisi râh-ı †aleb
1064. Bulalar tâ ki bir sü«an-dânı
Mehbi†-i lâyi√ât-ı Rabbânµ
1065. Vire her birinüñ tesellâsın
Hep tamâm eyleye temennâsın
~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLET SEYÂ◊AT İDÜP ŞEHR-İ
MA¡RİFET Ü ¢UBBE-İ MEVHİBETE VÂ~IL OLUP RÛ◊-I SEYRÂNÌYE
MÜL¢ÂT OLDU¢LARIDUR BEYÂN OLINUR 462
1066. Bir se√er şâhbâz-ı zerrµn-per
Bâl açup Şâm’a itdi ¡azm-ı sefer
1067. Seyr-i §a√râyı dil-güşâ itdi
Dâne-i erzeni πıdâ itdi
1068. Yine seyyâre-i felek gitdi
Cânib-i şar…a irti√âl itdi
1069. Ne ¡acep na…ş-bend-i bû…alemûn
Gösterür √al…a †arz-ı gûn-â-gûn
1070. ~ubh-dem çünki ¡a…l u ¡ilm-i kerµm
Devlet-i kâmrân u √ilm-i selµm
OLDU¢LARIDUR BEYÂN OLINUR: OLDU¢LARIDUR Kİ BEYÂN OLINUR İÜ2 //
MÜL¢ÂT: MELÂMÂT SK // BEYÂN OLINUR: SK’de yok.
462
263
40-A
1071. Seferu …ı†¡atun mine’s-sa…râ 463
Diyüben eyledi …amu seferi
1072. ¡Azm-i †ayy-ı menâzil eylediler
Cümle …a†¡-ı merâ√il eylediler
1073. İrdiler bir …a≥â-yı zµbâya
‰urdılar anda hep temâşâya
1074. Murπ-ı dil irmez intihâsına
‰âir-i sidre müntehâsına
1075. ~ûretâ gerçi ¡âlem-i §uπrâ
Ma¡nada lµk ¡âlem-i kübrâ
1076. ¡Arş gûyâ içinde bir «al…a
Yiridür ¡ibret ola bu «al…a
1077. »âk-i πabrâsı cümleten ¡anber
Rîgi lü’lü’ vü †aşları cevher
1078. Her giyâh-ı riyâ≥ı misk-âmµz 464
Bâdı anûñ nesµm-i ¡anber-rµz
1079. Anda herkes πınâ bulur her bâr
Ebr-i bârânı eyler a…çe-ni&âr
1080. Olur anda §afâ-yı gûn-â-gûn
Ki döşenmiş bisât-ı bû…alemûn 465
1081. Çemeni §anki yemyeşil deryâ
Anda ezhârı keşti-i πarrâ
1082. Servler anda dilber-i mevzûn
Lâleler anda sâπar-ı gül-gûn
1083. Nâz itse hezâra πonceleri
¢ah…ahayla gülerdi kebg-i derµ
463
Anlamı: “Yolculuk azaptan bir parçadır.” Hadiste “sakrâ” sözü azâb şeklinde geçer: “es-Seferu
kıt’atün mine’l-azâbi” Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullâh sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Yolculuk/sefer azaptan bir parçadır. Doğru dürüst yiyip içmekten ve
uyumaktan sizi alıkor. Herhangi biriniz işini bitirince, evine dönmekte acele etsin! (Buhari ve Müslim)
Bkz. Kütüb-i Sitte’den 1001 Hadis, hzl. Kasım Yayla, Merve Yay., 2002, İstanbul, s. 230, Hadis no: 515.)
464
misk: müşk İÜ2, SK
465
döşenmiş: döşemiş SK
264
1084. Seyr iderken o deşt-i §a√râyı
Kûşe kûşe idüp temâşâyı
1085. Nâ-gehân bir ≥iyâ ki ber…-ı revâ…
‰arf-ı maşrı…dan eyledi işrâ…
40-B
1086. Heybet ü şevket-ile şa¡şa¡anuñ
Şiddet-i §avtı-y-ıla …a¡…a¡anuñ
1087. Oldı her biri vâlih ü medhûş
Düşdiler «âke oldılar bµ-hûş
1088. ¡Â…ıbet cümle geldiler hûşa
Her biri dönmiş ol …adeh-nûşa
1089. Gördiler var …a≥âda bir kühsâr
~anki olmış …ıbâb-ı çar«a medâr
1090. Yedi …ulle var anda seb¡ şeddâd
Ar≥-ı πabrâya her biri evtâd
1091. Va√det-i yâri der-kenâr itmiş
Pµr-veş ¡uzlet i«tiyâr itmiş
1092. Yı…ılurdı zemµne çar«-ı dü-tâ
Olmasa pµr-i çar«a ≠âtı ¡a§â 466
1093. ¢aplamış tell-i kûhı ebr-i sefµd
Yaπdurur ¡âleme gülâbı me≠µd
1094. Seyr idenler şukûfesin zµbâ
Yire inmiş §anur nücûm-ı semâ
1095. Seyr iderken bu kûhı ¡an…â-vâr
Gördiler dâmeninde kişver var
1096. Dillerine §afâ gelüp ol ân
±ev… şev…iyle cümle ra…§-künân
1097. Cânib-i şehre itdiler ¡azmi
Eyledi her biri o dem cezmi
1098. Ki o kişverde ola bir fâ≥ıl
Ekmel-i «al… ü merdüm-i kâmil
466
≠âtı: ≠ıllet SK
265
1099. ◊all-i ◊a……-ı √a…âyı… ide revân
Keşf-i sırr-ı da…âyı… ide revân
1100. İrdiler çün o cây-ı zµbâya
Ya¡ni ol kişver-i felek-sâya
1101. Nice kişver ma…âm-ı ¡Illiyyin
Nice gülşen riyâ≥-ı «uld-ı berµn
41-A
1102. Görseñ ol sûr-ı kişveri bârî
Nûr-ı …udretden eylemiş Bârµ
1103. Kâ«-ı vâlâsınuñ …u§ûrı yo…
¢a§r-ı cennet gibi fütûrı yok
1104. N’ola olsa cihânda reşk-i behişt
Mihr ü meh aña sµm ü zerrµn «ışt
1105. Anda her bir resâtik-i ¡ulyâ
Şâmi« ü râsi« ü semâ-sµmâ
1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ
Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ
1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur 467
‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur 468
1108. Zindedür anuñ-ıla cümle şey
Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy 469
1109. Gezdiler cümle cây-ı a¡lâsın
Der ü dµvâr u …a§r-ı ra¡nâsın
1110. Seyr iderken o şehr-i zµbâyı
Kişver-i nûr-ı cennet-âsâyı 470
1111. Gördiler şehr içinde bir gülşen
Nice gülşen cinân gibi rûşen
1112. Cümle eşcârı mi&l-i †ûbâdur
Dürlü ezhârı verd-i ra¡nâdur
mu§affâdur : maa¡nâdur SK
tµr: la¡l İÜ2, SK
469
“Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
470
Kişver-i nûr-ı cennet-âsâyı: Kişver-i cennet-i felek-sâyı İÜ2, SK
467
468
266
1113. Bir dem esse nesµm-i bâd-ı bahâr
¡Âleme müşk-i nâb ider µ&âr
1114. Her giyâh anda sünbül-i dil-bend
Her dıra«tı çenâr u serv-i bülend
1115. Anda her …umrı mu…ri-i nâ†ı…
¢âne süb√âne men hüve’l-»âli… 471
41-B
1116. Cûyı âb-ı √ayât-ı fer«unde
»ı≥r-veş nûş iden olur zinde
1117. Ba¡zı enhârı şehd ü kimi †ahûr
Kimi kev&er kimi anuñ kâfûr
1118. Var miyânında gülşenüñ a¡lâ
Da«ı bir …ubbe-i semâ-sµmâ
1119. Örmiş aña mühendis-i …udret
Bir binâ-yı ¡a@µm ü pür-şevket
1120. Çâr erkânı §âfµ cevherden
¢apusı şeb-çerâπ-ı enverden
1121. Sa…fı anuñ zümürrüd-i «a∂râ
¡Alem-i pâki lü’lü’-i bey≥â
1122. La¡l-i pµrûzedendür anda kemer 472
Gökde …avs-ı …uza« gibi enver
1123. Cümleten √ayretiyle ol √ullân
‰urdılar gülşen içre nice zamân
1124. Nâ-gehân @âhir oldı bir meh-rû
Nice mihr ü semen gibi «oş-bû
1125. Bir kelâm işiden o dilberden
Yur elin âb-i √av≥-ı kev&erden 473
1126. ‰a¡n ider lü’lü’ye §afâ-yı ru√ı
Güneşe dek gelür ≥iyâ-yı ru√ı
471
Anlamı: Yaratıcı olanı (Allâh’ı) tesbih ederim.
La¡l-i : La¡l ü İÜ2, SK
473
âb: leb/lübb SK
472
267
1127. ~anki rû√-ı mu§avver o dilber
Ber… urur ru√ları çü nûr-ı …amer
1128. Gûşı gûyâ hilâl-i evc-i şeref
Oldı deryâ-yı √üsn içinde §adef
1129. Zena«ı …a¡r-ı çâh-ı Hârûtµ
Ba…ar anda §uya o Mârûtµ
1130. ±e…anı bâπ-ı √üsne bir elma
∏abπabı bir turunc-ı şâ«-ı vefâ
42-A
1131. İşidüp reng-i rûyını bir dem 474
Reng-pe≠µr oldı verd-i bâπ-ı irem
1132. Gördiler çünki ol mehi fi’l-√âl
¢ıldılar cümle aña isti…bâl
1133. »âk-i pâyine yüz urup ol ân
Didiler ey emµr-i milket-i cân 475
1134. Ne-durur bu serây-ı tâbende
Da«ı bu kişver-i dıra«şende
1135. ◊âkimi kim-durur bu aranuñ
Kişver ü …ubbe-i felek-sânuñ
1136. Sen …amer-çehrenüñ da«ı nâmı
Ne-durur eyle bize i¡lâmı
1137. Didi anlara ol …amer-tim&âl
A…ıdup sözlerinden âb-ı zülâl
1138. Kişverüñ şehr-i ma¡rifet adı
¢ubbenüñ beyt-i mevhibet adı
1139. ¢ubbe içinde bir zev-i √ayret
Var-durur adı rû√-ı pür-√ikmet
1140. Şehre vâlµ-i kâmrân oldur
Beyt-i ma¡mûre dµde-bân oldur 476
474
rûyını: rûsını SK
milket: hikmet SK
476
dµde-bân: dµde-bâb SK
475
268
1141. Baña ey ¡ârifân-ı mülk-i cihân
Rû√-ı seyrâni oldı nâm-ı revân
1142. Yilerem «ıdmetinde her şeb ü rûz
Olur anûnla †âli¡üm fµrûz 477
1143. Ol-durur pµr ü ehl-i irşâdum
Dem-be-dem dil-nüvâz ü dil-şâdum
1144. Didiler ey emµr-i şehr-i sü«an
Sözlerüñdür ¡a…µ…-i mülk-i Yemen
1145. Eyledüñ ¡u…le-i ¡u…âli çü √al
¢almadı şübhe-ile hµç ma√al
42-B
1146. ¢aldı birkaç ve lµk müşkilümüz
Terk …ıldı… anuñla menzilümüz
1147. Germ ü serd-i sefer çeküp şeb ü rûz 478
¢a†¡ …ılduñ menâzil-i dil-sûz 479
1148. Bu √adµ&-i Resûl’e ¡âmil olup
Terk itdük diyârı mâ’il olup
1149. Kim buyurmış-durur Resûl-ı emµn
¡İlmi eyleñ †aleb velev bi’§-~în 480
1150. Çün erişdük bu §a√n-ı zµbâya
Gülşen-i dil-güşâ vü ra¡nâya
1151. Ola kim vâ§ıl-ı murâd olavuz
Şübhemüz √alli-y-ile şâd olavuz
1152. Ger bu yirde murâda irmezsek
Ya¡ni genc-i reşâda irmezsek
1153. Mâr-ı πu§§a helâk ider bizi hep
Ejdehâ-yı belâ vü renc-i ta¡ab
477
şeb ü rûz: şeb rûz SK
şeb ü rûz: şeb rûz SK
479
…ılduñ: …ıldu… İÜ2, SK
480
Peygamberimizin sözüdür. “Utlubu’l-‘ilme velev bi’s-Sîn” Anlamı: Çin’de de olsa, ilmi talep ediniz
(Said Halim Paşa, “İslam Cemiyetinin Tanzimine Dair Bazı Notlar, İslam’da Teşkilat-i Siyasiye”, (Haz:
Ömer Hakan Özalp) Söz ve Adalet Dergisi, Yıl: 1, S. 5, Haziran-2008, s. 63.
478
269
1154. Rû√-ı seyrâni didi πam yimeñüz
∏u§§a-yı derd-ile elem yimeñüz
1155. İlteyem rû√-ı √ikmete sizi hep
Çekmeñüz mi√net ü ¡anâ vü †a¡ab
1156. Câri idüp dilinden âb-ı zülâl
Sizi rayyân ide o ehl-i kemâl 481
1157. Fet√ idüp size bâb-ı mestûrı 482
Göstere da«ı †al¡at-ı nûrı
1158. Nûrı-y-ıla ide tecellµyi
Sözleriyle …ıla tesellµyi
1159. Didiler va§fını beyân eyle
Nicedür zâtını ¡ayân eyle
1160. Fa≥l u dânişle nice mâhir mi 483
Şübhemüz √alline ya …âdir mi
43-A
1161. Rû√-ı seyrâni didi yine revân
İşidüñ benden ey ulü’l-iz¡ân
1162. ~ub√-dem sizlere beyân ideyin
Cümle ev§âfını ¡ayân ideyin
1163. Şeb-i deycûr irişmiş idi meger
Gelmiş idi sipihre jeng ü keder
1164. Şeb be-«ayr diyüp anlara gitdi
Vardı ol şeb ma…âma yitdi
1165. Ol gice gülşen içre hemçü hezâr
~ub√ dek …aldılar o çâr-dildâr
~IFAT-I ~UB◊ VE RÛ◊-I SEYRÂNÌ Kİ ¡ÂRİF-İ RABBANÌ OLAN RÛ◊-I PÜR◊İKMET-İ ~AMEDÂNÌYİ VA~F İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR 484
1166. Çünki §ub√ irdi şâhid-i «âver
Mâha ¡ar≥ itdi çehre-i enver
Sizi rayyân ide o ehl-i kemâl: Siz vire cevâb u ehl-i kemâl SK
idüp: ide SK
483
Fa≥l u : Fa≥l-ı
484
TA◊RÌR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. // ~AMEDÂNÌYİ: YEZDÂNÌYİ SK
481
482
270
1167. Rû-be-rû oldı mâhla se√eri
Bedr itdi hilâl-iken …ameri
1168. Yıldızı düşmiş idi ol …amerüñ
‰âli¡i rûşen oldı mâh-ı ferüñ
1169. Lev√-i eflâke çekdi zer-cedvel
¡U…let-i müşkilâtı tâ ide √all
1170. ǵn-i si√r geldi rû√-ı seyrânµ
Ma¡rifet şehrinüñ sü«an-dânı
1171. Cem¡ oldı o †âlibân-ı cihân
¢ubbe-i mevhibet öñünde revân 485
1172. Anlara didi rû√-ı seyrânµ
Rû√-ı pür-√ikmetüñ budur şânı
1173. ◊âkim-i ta«tgâh-ı ¡Illiyyin
Mürşid-i √ân…â√-ı rûy-ı zemµn
43-B
1174. Sâkin-i §adr-ı §uffe-i ceberût
¡Âkif-i beyt-i ka¡be-i lâhût
1175. Ol-durur dürr-i dürc-i kerremnâ
Ol-durur genc-i sırr-ı fa≥≥elnâ
1176. Huve fµ nûrihi ke-mişkâtin
Huve fµ ≠âtihi ke-mir’âtin 486
1177. Künh-i ≠âtına hiç ¡u…ûl irmez
Va§fına a¡kal-i fu√ûl irmez
1178. Emr-i Rabbµye ma@har olmışdur
Nûr-ı ◊a……-ıla enver olmışdur
1179. Sırr-ı sırrµye ¡âlem-i mu†la…
Ol-durur fehm iden rumûz-ı «al… 487
1180. Ma√rem-i sırr-ı ¡ilm yârıdur
¡Âlem-i πayb «azµnedârıdur
485
revân: hemân SK
Beyitin anlamı: Nûruyla o bir çerağ/lamba gibidir; Zâtıyla da bir ayna gibidir. İlk mısra Nur sûresi 35.
âyetten iktibastır.
487
rumûz-ı : rumuzı İÜ2, SK
486
271
1181. Mürşid-i kâmil-i √a…µ…at odur
Ekmel-i kümmel-i †arµ…at odur
1182. ¡Âlem içre odur «alµfe-i ◊a…
¡A…s-i rûyından oldı nûr-ı fela…
1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür 488
Cevher-i ma¡rifetle …albi pür
1184. ‰ûr-ı sırr-ı §afâda Mûsâ’dur
Dem-be-dem ma@har-ı tecellâdur
1185. Dem-be-dem bâtınµ fe≥â’ille
‰oludur lâ-cerem fevâ≥ılla
1186. ¡Âlem-i …albe mihr ü mâh oldur
Şehr-i insâna pâdişâh oldur
1187. Sâye-i Kirdgâr odur zµbâ
Cümle i…lµm-i dilde √ükmi revâ
1188. Ma«zen-i «âzin-i serâ’irdür
¡Âlim ü ¡ârif ü ≥amâ’irdür
44-A
1189. ¢urb-ı ◊a…k-ıla dâ’im eyler üns
Menzilidür anuñ √a≥ire-i …uds 489
1190. Rû√-ı …udsµ dir aña ehl-i fenâ
Rû√-ı …uds olımaz aña hem-pâ
1191. Ma√remidür o …âbe …avseynüñ
Kâşifidür rumûz-ı kevneynüñ
1192. Gâhi bâπ-ı §afâda seyr eyler
Gâhi ¡arş-ı ¡alâda seyr eyler
1193. Her nefes »âli…ini ≠ikr eyler
Rûz u şeb râzi…ını fikr eyler 490
1194. Nefe√ât-ı riyâ≥-ı …udsµden
Bûy aldı riyâ√-ı ünsµden
πaybµdür: ¡aynµdür SK
√a≥ire-i …uds: √a†ırâ-yı …uds SK
490
rûz u şeb: rûz şeb SK
488
489
272
1195. ◊â§ılı şâh-ı ¡âlem-i kübrâ
Eyledi anı »âli…ü’l-eşyâ
1196. Reşe√âtından oldı eşyâ √ay 491
¢alb-i insân vücûd-yaft ez vey 492
1197. Menzilidür sürâdi…ât-ı berµn
Anuñ içün bulur şühûd u ya…µn
1198. Buldı «alvet-serâda cem¡ü’l-cem¡
Gördi ol nûr-ı ≠ât ¡ayn-ı şem¡
1199. Ber… urur üstine tecellµ-i ≠ât
∏arka-i nûr olur †utar ce≠ebât
1200. Cezebât-ı ilâhiye ol irür
Cümle esrâr-ı şâhiye ol irür
1201. Terkle terk ider ¡alâyı…ını
Pâk ider ¡ış…la †arâyı…ını
1202. Her nefes eyler ol ma¡âric-i va§l
Ol bulur dem-be-dem medâric-i va§l
1203. A§fiyâyı §afâya vâ§ıl ider
Evliyâyı velâya vâ§ıl ider
44-B
1204. Gâh mev§ûf olur nübüvvetle
Gâh ma¡rûf olur kerâmetle
1205. ◊â§ılı nûr-ı ber-kemâl oldur
Ma@har-ı ≠ât-ı ≠ü’l-celâl oldur
1206. Ve ¡aleyhi’≥-≥iyâ’u …ad şara…at
Ve nesµmü’§-§afâ’u …ad feve√at 493
1207. Derecât-ı cinânı …apladı tâ
Daldur …âf-ı rû√-ı …uds aña
1208. Himmet-i pâkidür cihânı †utan
Şev…le nûrıdur cinânı †utan
eşyâ: ¡âlem SK
Anlamı: İnsan kalbi O’ndan vücut bulmuştur.
493
Beyitin anlamı: Üzerinde ışık parıldadı; Safa rüzgarı / kokusu etrafa yayıldı.
491
492
273
1209. Ra√met ü va√det ü √ayât-ı ebed
İsm-i ≠âtında cem¡ …ıldı e√ad
1210. Olmasa râsı ra√met olmaz idi
Vâvı olmasa va√det olmaz idi
1211. ◊âsı-y-ıla bulur √ayâtı √ay
Ma@har oldı aña ve in min şey
494
1212. Bi-cemâli’l-cemµli yebtehicü
Bi-vi§âli’l-celµli yenfericü 495
1213. Bir nefes «âbe varmaz ol dildâr
Şev…le oldı ¡âşı…-ı dµdâr
1214. Üns idindi …açan Allâh’ı
¡Aş…-ı ◊a…’dan olupdur âgâhı
1215. Gâh deryâ gibi temevvüc ider
Bâd-ı ¡aş…-ıla geh tefevvüc ider
1216. Gâh mest-i şarâb-ı va√det olur
Gâh mec≠ûb-ı …urb-ı √a≥ret olur
1217. Gördi kim reh-zen oldı cümle §ıfât
Terk idüp buldı ol tecelliyi ≠ât
1218. Behere’l-kevnü min şa¡âşi¡ihi
ªahara’l-bevnu min levâmi¡ihi 496
45-A
1219. ~ayup ol ¡asker-i «ayâlâtı 497
~a√n-ı firdevse dikdi râyâtı 498
1220. Ol §adâ-yı eleste †utdı §adef 499
Rişte-i nûr-ı ◊a…’la buldı şeref
1221. Gûşına fette…û §adâsı gelür
Sırrına ircı¡µ nidâsı gelür 500
“ve in min şey ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
Beyitin anlamı: Cemil’in cemâliyle parıldar; Celil’in visâliyle yaşar.
496
Beyitin anlamı: O’nun ışığından evren / yaratılanlar aydınlandı / şaşkına döndü; Farklılıklar O’nun
parıltısından ortaya çıktı.
497
¡asker-i : ¡askeri SK
498
râyâtı : râbbânµ SK
499
eletse: elestde İÜ2 // eletse: elsine SK
500
“fette…û ve ircı¡µ ” ifadeleri için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
494
495
274
1222. Oldı ol ma@har-ı ilâhü’l-«al…
N’ola deryâ-yı nûra ger ola πar…
1223. ◊ükm ider ¡âlem-i ¡anâ§ırda
Lµk @âhir degil me@âhirde
1224. Mesken olmışdur aña ¡arş-ı ¡a@µm
¡Iş…ını mûnis itdi aña kerµm
1225. ¢âf-ı …urbetde gûyiyâ ¡an…â
Zµr-i bâlindedür …amu eşyâ
1226. Ol-durur †â’ir-i hümâyûn-fâl 501
Rûh-ı …udsµ enµs-i celle Celâl
1227. Rav≥a-i berza« içre bir güldür
Gülşen-i lâ-mekanda bülbüldür
1228. Ol-durur †â’ir-i hümâ çâlâk
¢anadı altında bey≥adur eflâk 502
1229. ¢albi envâr-ı şem¡-ile memlû
Sırrı nûr-ı hidâyet-ile †olu
1230. Nûrla ma†lab u merâmı görür
Dâ’ima √ayy-ı lâ-yenâmı görür
1231. Ol bulur lâyi√ât-ı ilhâmı
Ol görür fâyi√ât-ı ilhâmı
1232. Olup esrâr-ı πaybiye dânâ 503
İder a√kâm-ı hikmeti icrâ 504
1233. ◊â§ılı şânına nihâyet yo…
Andaki ¡ilm ü fa≥la πâyet yo…
45-B
1234. Va§fını yaza biñ debµr-i kirâm
Biñde birini itmeye itmâm
1235. Çün tamâm itdi rû√-ı seyrânµ
Ba¡≥ı ev§âf-ı rûh-ı nûrânµ
501
Ol-durur: o-durur İÜ2, SK
Mısrada vezin bozuktur. “…anadı” sözü “…anad” şeklinde yazılırsa vezne uyar.
503
πaybiye: ¡ayniye SK
504
√ikmeti: √ükmini SK
502
275
1236. Bildiler ¡a…l u ¡ilm-i fa≥lu’llâh
Da«ı √ilm-i selµm ü devlet-şâh
1237. Ki odur ¡âlem içre ¡a…la güşâ 505
Fâtih-i …ufl-ı dürc-i genc-i hüdâ
1238. Yalvarup her biri revâna o dem
Ki odur kâşif-i künûz-ı kerem 506
1239. Didiler ey cüvân-ı cân-perver
Sözlerüñdür nebât u şehd ü şeker
1240. Çünki oldur medâr-ı ehl-i ya…µn
Mecma¡-ı lâyi√ât-ı ¡Illiyyin
1241. Bizi ilet o pµr-i lâhûta
Ol virür nûrı mülk-i nâsûta
1242. Gözümüz rûşen ola nûrıyla
Göñlümüz gülşen ola nûrıyla
1243. Ola kim …ıla bir tecellµyi
Bulavuz cân-ıla tesellµyi
1244. Şübhemüz √all ide bizim ol pµr
¢albimüz nûrı-y-ıla bula münµr
RÛ◊-I SEYRÂNÌ ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLETİ RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE
‰APŞIRUP RÛ◊-I PÜR-◊İKMET DA»I ANLARA İSTİFSÂR-I ◊ÂL İTDÜGİDÜR
¡ALE’L-İCMÂL ±İKR OLINUR 507
1245. Sü«an-ârâ-yı †û†µ-i gûyâ
Eyledi bir mu√a……i…âne edâ
1246. Kime kim lu†fı ola ∏affâruñ 508
O Ra√µm ü ∏afûr u ∏affâruñ
46-A
1247. Gösterür lâ-cerem †arµ…-i sedâd
Aña rûzı …ılur delµl-i reşâd
¡a…la güşâ: ¡a…l-güşâ İÜ2, SK
künûz: rûmûz SK
507
DA»I: İÜ2’de yok. // ¡ALE’L-İCMÂL ±İKR OLINUR: İÜ2’de yok. // ¡ALE’L-İCMÂL ±İKR
OLINUR: Kİ BEYÂN VE ¡AYÂN OLINUR SK
508
∏affâruñ: Settâruñ İÜ2 // ola: olsa İÜ2, SK
505
506
276
1248. Anuñ-ıla varur ma…âma irür
Dem-be-dem ma†lab-ı merâma irür
1249. Anuñ-ıla bulur hidâyet-i ◊a…
¡İzzet ü ra√met ü ¡inâyet-i ◊a…
1250. İrse bir …ula ¡avn-i Rabbânµ
¢udret-i ◊a… olur nigeh-bânı
1251. Kime irse levâmi¡-i keremi
Rûşen olur †arâ’i…-ı @alamı
1252. Ce≠be-i ¡aş…-ıla olan ¡âşı…
Kendüyi va§la eyler ol lâyı…
1253. ¡Aş…-ıla †âlib olsa bir insân
Ma†labı lâ-cerem olur âsân
1254. Cân-ıla †âlibân-ı râh-ı §avâb
Fet√ olur her birine bâb-ı &evâb
1255. Çün delµl oldı rû√-ı seyrânµ
Ol diyâr-ı belâπatuñ «ânı
1256. Aldı geldi o çâr-yâri revân
Der-i rû√uñ öñinde …odı hemân
1257. Rû√-ı pür-√ikmete girüp fi’l-√âl
Didi ey nûr-ı ◊a… celle Celâl
1258. Eşigüñ †aşı Mescid-i A…§â
Dergehüñ √âki Ka¡be-i ¡ulyâ
1259. ¢apuña geldi dört emµr-i kelâm
Her biri bir va√µd-i dehr-i benâm
1260. Müşkili var …amunuñ ey server
Ki dilerler †apuña ¡ar≥ ideler
1261. Bu kelâmı ki rû√-ı ¡alµ-şân
Gûş idüp oldı gül gibi «andân
46-B
1262. Lu†f-ıla didi ey revân-ı §afâ
Beni ◊a… itdi çünki ¡a…la güşâ
277
1263. Getür ol †âlibânı √a≥retüme
∏ar… idem tâ ki bahr-i √ikmetüme 509
1264. Çünki destûr virdi ol destûr
Rû√-ı seyrâni yine itdi @uhûr 510
1265. Aldı gitdi o çâr-meh-rûyı
Sünbül ü lâle verd ü şeb-bûyı 511
1266. ¡Â…ıbet ol medµne-i rû√a
Geldiler hep «azµne-i rû√a
1267. İrdiler pây-ı ta√t-ı sul†âna
Ya¡ni dµvân-ı şâh-ı devrâna
1268. Gördiler nûr-ı √a≥ret-i rû√ı
Bildiler külli heybet-i rû√ı
1269. ¢aplamış şa¡şa¡ân-ı √a≥ret-i ◊a…
Nûr-ı envâra πar… u müstaπra…
1270. Tâb-ı envâra doymayup bir ân
Oldı her biri vâlih ü √ayrân
1271. Bir zamândan bulup ifâ…atı hep
Ya¡ni def¡ eyledi irâ…atı hep
1272. Her biri dergehini bûs itdi
Cümle «âk-i rehini bûs itdi
1273. ‰urdılar …arşusında ¡izzetle
Edeb ü √ürmet ü √acâletle
1274. Didi anlara rû√-ı pür-√ikmet
Bu diyâra ne gelmeden √ikmet
1275. Didiler ey ≥iyâ-yı nûru’llâh
Sensin ol ma@har-ı §ıfât-ı İlâh
1276. Çâr-yâruz ki bizde dört √a§let
»al… itdi »udâ-yı zi-¡a@amet
: √ikmetüme: √ikmete İÜ1
seyrâni yine: seyrâniye İÜ2, SK
511
şeb-bûyı: «oş-bûyı SK
509
510
278
47-A
1277. Her kişi kendü «ûyına şâkir
Cümlemüz kendü «ûyına …âdir
1278. Lµk bir gün …amu «a§â’ilimüz
Med√ …ılduñ niçe fe≥â’ilimüz 512
1279. İttifâkı nizâ¡ımuz oldı
Nµk ü bed-ba√&-ıla cihân †oldı 513
1280. ¡Â…ıbet bir √akµm-i dânânuñ 514
¡Âlim ü fâ≥ıl u tüvânânuñ
1281. ◊ükmine râ≥ı oluban yek-ser
Va†anuñ terkin urdu… ey server
1282. Tâ ki bir kâşif-i √a…âyı…-ı dµn
Bulavuz keşf ide rumûzı ya…µn
1283. ◊amdüli’llâh cemâlüñi gördük
Bunca fa≥l u kemâlüñi gördük
1284. İsterüz kim bu şübhemüz ola √all
¢almaya cümleten nizâ¡a ma√all
1285. Didi ol ma@har-ı §ıfât-ı mübµn
Beni ◊a… eyledi «alµfe-i dµn
1286. Keşf idem tâ kim ¡u…le-i πaybµ
Fet√ idem sırr-ı §u√uf-ı lâ-reybi
1287. ◊all olur bende cümle sırr-ı ¡acµb
Keşf olur gûne gûne emr-i πarµb
1288. Def¡ olur şübheñüz sizüñ da«ı hep
Çekmeñüz πu§§a-y-ıla renc-i ta¡ab
1289. ~ubh-dem √âlüñüz olur ma¡lûm
Kimse olmaz …apumda hiç ma√rûm
1290. Çün irişdi o gün şeb-i deycûr
Âftâb-ı fer itdi πarba mürûr
…ılduñ: …ıldı İÜ2 // …ıldu… SK
Bu mısra SK nüshasında sayfa kenarına eklenmiştir.
514
Bu mısra SK nüshasında sayfa kenarına eklenmiştir.
512
513
279
1291. Beklediler o şeb der-i rû√ı
Felek açınca çehre-i yû√ı
47-B SIFAT-I SUB◊ VE ¡A¢L RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE FA≤ÌLET Ü »A~LETİNİ
TA¢RÌR İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 515
1292. Yine ferrâş-ı §ub√-ı fµrûzı
Bas† …ıldı bisâ†-ı nev-rûzı
1293. Tâ ki …â≥µ-yi √âver-i ¡ulyâ
Anda a√kâmı eyleye icrâ
1294. Bir kitâb-ı mücelled aña felek
Anda ma¡lûm olur simâk u semek
1295. Şevket-ile çü rû√-ı pür-hikmet
¢ıldı dµvânı §ub√-dem zµnet
1296. Geçdi seccâde-i Resûl’e revân
Tâ ki a√kâm-ı şer¡i ide beyân
1297. Devlet-i kâmrân u √ilm-i kerµm
Da«ı ¡ilm-i ¡a@µm ü ¡a…l-ı selµm 516
1298. Geldiler âsmân-ı menzilete
Ya¡ni ol âstân-ı mevhibete
1299. ¢ıldılar rû√a cümleten i…bâl
◊all ide tâ kim müşkili √allâl
1300. Didi nûr-ı »udâ-yı ¡azze vü cell
Ya¡ni ol rû√-ı pür-fütû√-ı ecel
1301. Her kim eylerdür iddi¡â-yı fa≥l
Aña lâzım-durur güvâh-ı ¡adl
1302. ¡A…l-ı evvel didi kim ey üstâd
Nûr-ı ≠âtuñ-durur delµl-i nihâd
1303. Sü«anüm evvelâ benüm gûş it
Bahr-i a«≥ar gibi bugün cûş it
TA¢RÌR İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR: ±İKR İTDÜGİDÜR İÜ2 // ±İKR İTDÜGİDÜR: SK’de
yok.
516
da«ı: da√ı SK
515
280
1304. Rû√-ı pür-√ikmet-i sü«an-ârâ
Ol-durur ¡âlem içre nûr-ı »udâ
1305. Didi ismüñ nedür beyân eyle
Ba¡dehu va§fuñı ¡ayân eyle
48-A
1306. Tâ ki ma¡lûm ola √a…µ…at-i √âl
Gün gibi rûşen ola cümle me’âl
1307. Didi ¡a…l-ı selµm-i nµk-ârây
Benem ol ¡a…l-ı tâm u râh-nümây
1308. Evvel-i leşker-i »udây benem
Rehber-i √al… ü reh-nümây benem
1309. Ol bedµ¡ ü …adµr bi’l-icmâ¡
Beni nûrından eyledi ibdâ¡
1310. Bâ¡i&-i kâ’inât ü ar≥-ı fihr
Dâ¡i âsmân u çar«-ı sipihr
1311. Ya¡ni serdâr-ı enbiyâ vü rüsûl
Buyurupdur √adµ&-i nehc-i sübûl
1312. Evvel-i √al…ı ◊a… Te¡âlânuñ517
¡A…l-ı idrâk idi o Mevlâ’nuñ 518
1313. Bu √adµ& i√tiyâr-ı şânumdur
Sebeb-i ifti√âr-ı şânumdur
1314. Beni «al… eyledükde Rabb-ı enâm
Buyurupdur baña o zü’l-ikrâm
517
“Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır.” hadisi için bkz.: Sami Kilinçli, Akıl İlgili Hadislerin Tespit ve
Tenkidi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi SBE, Adana 2007, s. 49.
518
Akıl, doğrudan doğruya yaradılışta yerleşmiş ve sırf Allâh vergisi olan bir melekedir ki, buna da kudsi
kuvvet veya tabii akıl denir. Bunda esas itibariyle gayretin, çalışıp kazanmanın hiçbir hükmü yoktur.
Herkesin bu çeşit hads, tahmin ve akıldan az çok bir nasibi vardır. Bu olmayınca diğer mesmunun hiçbir
hükmü olmaz. Bunun sınırsız mertebeleri vardır ki, en alt tabakadan başlayarak peygamberlerin akılları
mertebelerine kadar gider. En yüksek mertebesine “akl-ı nûr” denir. Başlangıçtan sonucu, sonuçtan
başlangıcı, önceden sonrayı, sonradan önceyi tam bir bilgi ile gören bu akıl, Allâh’ın kelarnı ve Hz.
Muhammed Mustafa (a.s.)’nın nûrudur. Nitekim hadis-i şerifte: “Allâh’ın yarattığı şeylerin ilki benim
nûrumdur. Allâh’ın yarattığı şeylerin ilki kalemdir. Allâh’ın yarattığı şeylerin ilki aklım’dır.”
buyrulmuştur. (İbn Ebi Âsım, es-Sünne, 1,48; Hilyetü’l-Evliyâ.)(…) Akıl olmayınca ya da var olan akıl
şeytana ve süflî arzulara köle edilince, doğrudan doğruya hisler üzerinde tesirini icra edecek olan
mucizelerin
büyük
bir
faydasının
olmayacağı
anlatılmıştır.
(Kaynak
web-site:
http://www.kalbimecruh.com/archive/index.php/index.php/akillara-hitap-eden-ayet-ve-hadislert26149.html )
281
1315. Sa†vet-i ¡izzet-i celâlüm içün
◊ikmet ü …udret-i kemâlüm içün
1316. Senden eşref ¡azµz ü a√sen şey
Hiç vücûda getürmedüm bir «ay
1317. Nûrını …ıldı baña ◊a… i√sân
Benden alur seba… …amu ¡irfân
1318. Her kişi ¡izzeti benümle bulur
Şevketi √ürmeti benümle bulur
1319. ªâhir ü bâ†ına …amu ¡allâm
¡Âlim itmiş-durur beni bi’t-tâm
1320. Gâhi emr-i ma¡âşı ≠ikr iderem
Gâh rûz-ı mi¡âdı fikr iderem
48-B
1321. Ol zamân kim Ra√µm ü Bâri »udâ
Men ene-y-ile-idi baña nidâ
1322. Virdüm ol dem cevâb-ı lâ-edrµ
Edeb-ile ilâhuma fevrµ
1323. Künh-i ≠ât-i …adµmi √âdi& olan
Hiç mümkin mi añlaya rûşen
1324. Cümle a√kâmı eyleyen i«râc
Nûr-ı pâkümle eyler isti«râc
1325. Beni her kim ki reh-nümây eyler
Lâ-cerem ol behişti cây eyler
1326. ¢omazam §â√ibüm mehâlikde
Bu cihân içre her mesâlikde
1327. ◊üccetü’l-◊a…… ber-cihân la…abem
Fehm-i idrâk ◊a……-râ sebebem
1328. Ân nidâ-yı ber ü beyâ el-√a……
Der ezel gûş men şinµd ez-√a……
1329. Cümle müşkil-güşâ-yı eşyâyem
Fâti√-i …ufl-ı genc-i ma¡nâyem
282
1330. Da«ı mi¡mâr-ı çâr-erkânem
Bâni-i …a§r-ı lu†f u i√sânem
1331. Benem üstâd-ı beyt-i şer¡-i Resûl 519
Çâr-erkân-ı dµn ü a§l-ı u§ûl 520
1332. ~un¡-ı Bârµyi eyleyen idrâk
±ât-ı pâküm-durur benüm bµ-pâk
1333. Bir hümâ-yı sa¡âdetüm ki sa¡µd
Bey≥a-yı enverüm-durur «ûrşµd
1334. Âşiyânum egerçi insândur
Ma¡nada lµk ¡arş-ı Ra√mândur
1335. ¡İlm çün baña oldı «ayr-ı «alef
Şeref-i ≠âtum-ile buldı şeref
49-A
1336. Edeb-ile der-i sa¡âdetümü
◊ilm bekler görüp kerâmetümü
1337. Devlet-i kâmrân u ehl-i hüner 521
Terkeşümdür benüm yanum bekler
1338. ◊â§ılı eşref-i cihânem ben
Cevher-i ¡aş…-ı ◊a……’a kânem ben
İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET
1339. Çünki ol rû√-ı mevhibi bârµ
Diñledi bu kelâm-ı der-bârı
1340. Didi elmâs-ı fikrüñ ey cevher 522
Dürr-i ma¡nâyı deldi nâzik-ter
1341. Lµk yâr olduπuñ benµ-âdem
∏am u endûh olur aña hem-dem 523
1342. Elem ü πu§§ayı idüp pµşe 524
Dem-be-dem işüñ olur endµşe
Benem üstâd-ı beyt-i şer¡-i Resûl: Benem üstâd-ı şer¡-i dµn-i Resûl SK
dµn ü : dîn-i SK
521
kâmrân u: kâmrân-ı SK
522
elmâs-ı : elması SK
523
∏am u : ∏am-ı SK
524
Elem ü : Elem-i SK
519
520
283
1343. Ek&eriyâ mu§â√ibüñ †aπı
Nice ¡annâf u câbir u bâπı
1344. Cümleten kimseye muvâfa…atı
Eylemezsin …amu mu†âba…atı
1345. Rûzgârı olur perişân-√âl
Bulamaz na@m u inti@ama mecâl 525
1346. Gehi fi¡lüñde isti…âmet yo…
Gehi …avlüñde bir §adâ…at yo…
1347. ◊â§ılı sende yo…dur isti…lâl
Kim mu¡ârız saña gümân u «ayâl
1348. Nâ-gehân §alsa üstüñe bir ber…
Kendüñi eylemezsin ol dem far…
1349. Diñleseñ bir nedµm-i naπme-serây
Terk idersin olursa §ırça sarây 526
49-B
1350. Olur ol dem mu§â√ibüñ bµ-fer
Ki olur «âk içinde zµr ü zeber
1351. Çı…ar andan bu †avr-ı insânµ
∏albe eyler §ıfât-ı √ayvânî
1352. Ki gezer kûh u deşt ü hâmûnı 527
Terk ider zühd ü şer¡i …ânûnı
1353. Ki gelür saña i«tilâl u fütûr
Gâh olursın ¡ı…âl-ıla me√cûr
1354. ±âtuña gâhi vehm ider πalebe
Düşürür dürlü fitne-i şeπabe
1355. Seni ol vehm bed-zebûn eyler
Elif-i …âmetüñi nûn eyler
1356. Yâr olduñ √avâss-ı bµ-fehme
Kendüñi itdüñ ol çeh-i vehme
na@m u: na@m-ı SK
§ırça: çar«a SK
527
kûh u: kûh-ı SK
525
526
284
1357. Ma√rem olan «ilâf-ı ecnâsa
Ma†¡un-ı tµr-i †a¡n olur nâsa
1358. ¡Âlem-i dilde gerçi «âversin
Nûr-ı ¡aş…uñ yanında bµ-fersin
1359. Gerçi olduñ yedi i…lµme sul†ân
¡Aş… şâhı seni …ılur tâlân 528
1360. ±âtuñ olmışdur âftâb-ı kerem
Lµk setr itdi anı ebr-i vehm
1361. Gerçi şehbâz-ı evc idüñ πaybµ 529
Baπladı künde-i «ayâl-i πabµ 530
1362. Gerçi bir âb-ı §âf idüñ enver
Saña virdi «ayâl ü vehm keder 531
1363. Anuñ içün ki zübde-i ¡ulemâ
Niçe dânâ-yı zümre-i ¡u…alâ
1364. Gehi her birisi düşer πala†a
Niçesi nispet olınur şa†a†a
50-A
1365. ¢ayd idündüñ «ayâl ü âlâtı
Göremezsin ru«-ı kemâlâtı
1366. Fehm idersin egerçi nâsûtı
Añlamazsın kemâl-i lâhûtı
1367. Saña maπrûr olup niçe dânâ
Bilmedi gitdi sırr-ı ev√aynâ 532
1368. Dâ’ireñ bekleyen ulü’l-eb§âr
Olmadı evc-i …urbete †ayyâr
1369. Seni terk eyledi ahâli-i πayb
Bildiler remz-i nükte-i lâ-reyb
1370. ◊â§ılı eyleme mu√âvere hiç
Saña lâyı… degül münâ@ara hiç
…ılur : ider İÜ2 // tâlân: nâlân SK
πaybµ: ¡aynµ SK
530
Baπladı: Ya…aladı SK
531
«ayâl ü: «ayâl-i SK
532
“ev√aynâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
528
529
285
¡İLM-İ ¡ÂLÌ-ŞÂN RÛ◊-I PÜR-◊İKMET-İ SÜ»ANDÂNA FA≤LINI BEYÂN
İTDÜGİDÜR
1371. Çün tamâm itdi rû√-ı pür-√ikmet
Sözleri her birisi bir √ikmet
1372. Cümle gûş eyleyen ¡u…ûl u nüfûs
»âk-i kimyâ mi&âlin eyledi bûs
1373. Sü«an-ârâlı… itdi rû√-ı şerµf 533
Eyledi ¡a…la i¡tirâ≥-ı la†µf
1374. Nu†…a …almadı hiç mecâli anuñ
Çün bilindi o dem kemâli anûñ
1375. ¡İlm-i pür-fa≥la degdi çün nevbet 534
¢ıldı ta…rµr-i fa≥lına cür’et
1376. Bahr-i …ulzüm gibi itdi ol dem cûş 535
Pµr-i rû√uñ öñinde …ıldı «urûş
1377. İtdi †arz-ı fe§â√ata âπâz
Bâl-i himmetle eyledi pervâz
1378. Rû√-ı pür-√ikmet «alµfe-i ◊a…
Ol-durur nûr-ı fâ¡il-i mu†la…
50-B
1379. Didi imdi getür fe≥â’ilüñi
Baña eyle beyân √a§â’ilüñi
1380. Derc-i fa≥lın o demde açdı ¡alem
La¡l ü dürr ü lâli §açdı ¡alem
1381. Evvelâ didi nûr-ı b’ismi’llâh
Yüzümi rûşen eyledi çün mâh
1382. Nûrum-ıla ≥iyâlanur her şey
±âtum-ıla …adr bulur her √ay
1383. Ger nebâşed ≥iyâ-yı men peydâ
Va…a¡ a’l-¡âlemûn fi’@-@ulemâ 536
Sü«an: Seni SK
degdi: degüldi SK
535
gibi: -veş SK
536
Beyitin anlamı: Benim ışığım kimsenin üzerine düşmeseydi; Evrenler karanlıklar içinde kalırdı.
533
534
286
1384. Dil-i âdem-durur gehî va†anum
Lev√-i ma«fûz-durur gehî sekenüm 537
1385. Âferµnişde ◊a≥ret-i Âdem
Eyledi kendüye beni ma√rem
1386. Buldı ol dem benümle …uvvet ü …ût
Münhezim oldı ¡asker-i melekût
1387. ◊a≥ret-i ◊ı≥r fâtih-i lâ-reyb
±âtum-ıla bulur rumûz-ı πayb
1388. Beni şâhid getürdi Rû√u’llâh
Oldı dembeste münker-i bed-«ˇâh
1389. Baña bu fa≥l u bu kemâl yeter 538
Da«ı bu …adr u bu iclâl yeter 539
1390. Ki ◊abµb-i İlâh-ı kevn ü mekân
O †abµb ü edµb ü fa«r-ı cihân 540
1391. O Kerµm ü Ra√µm ü Mevlâ’dan
Râzı…-ı «al… ◊a… Te¡âlâdan
1392. Cân u dilden beni recâ itdi
Rabbi ≠idnî diyü nidâ itdi 541
1393. »ı≥r’a Mûsâ-y-ıla mu…ârenete
Bâ’i& oldum niçe mu§â√ebete
51-A
1394. Reh-nümâyem ki ◊a≥ret-i ¡Ömer’e
Himmetüm-ile düşmedi «a†ara
1395. Sâriye urmaz idi kâfire tµr 542
Olmışam aña ben mu¡µn u @ahµr 543
1396. Nûrumı görmek-ile ve’l-√â§ıl
»acletinden yire geçer câhil
ma«fûz-durur: ma«fûzdur İÜ2
fa≥l u: fa≥l-ı SK
539
iclâl: celâl İÜ2 // iclâl: cemâl SK // …adr u: …adri SK
540
†abµb ü: †abµb-i SK
541
“Rabbi-zidni” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler bölümüne bakınız.
542
kâfire: kâfir SK
543
Olmışam: Olmasam İÜ2, SK // aña ben: ben aña SK
537
538
287
1397. Fi’l-me&el cevher-i mu§affâyem
Hemçü iksµr ü «âk-i kimyâyem 544
1398. Eylerem ben nü√âs u âheni zer
Da«ı «âk-i siyâhı ben-i cevher 545
1399. Nitekim bir seg-i pelµd ü ¡anµd
Bilmek-ile o √âl-i §aydı mürµd 546
1400. Olur ol demde §aydı cümle √elâl
Bu da«ı oldı fa≥l-ı şânuma dâl
1401. Bu da«ı «a§§a-ı πaribümdür
Ya¡ni bir √a§let-i ¡acebümdür
1402. Baña †âlib olanlaruñ ek&er
Döşer ayaπına melekler per
1403. Sâ√ibüm ≠âtum-ıla buldı şeref
N’ola görmezse â«iretde esef
1404. Bir kişi ehlüme ger ola @ahµr
Aña i√sân ider »udâ-yı …adµr
1405. Ger ihânet iderse bir bâ†ıl
Olur elbette kâfir-i ¡â†ıl
1406. Kim buyurmış-durur Resûlullâh
Bu √adµ&-i şerµfi ol yüzi mâh
¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men e¡âne ¡âlimen fe…ad e¡ânî ve men
e¡ânî √arreme’llâhu cesedehû ennâra ve men ehâne ¡âlimen fe…ad ehânenî ve men
ehânenî fe…ad kefere” §ada…a Resulullâh 547
51-B
1407. ¡Âleme bir kişi ger ola mu¡µn
Baña ta√…µ… olur mu¡µn o hemµn
1408. Dâr-ı dünyâda baña bir âdem
Ger mu¡µn ü @ahµr ola bir dem
544
Bu beyit İÜ2 ve SK nüshalarında yok.
Bu beyit İÜ2 ve SK nüshalarında yok.
546
mürµd: berµd SK
547
Hadisin anlamı: Kim bir âlime yardımcı olursa bana yardım etmiş olur, kim bana yardım ederse Allâh
onun bedenini cehenneme haram kılar.
545
288
1409. Tenini nâra ◊a… √arâm eyler
◊ûr u cennetle i√tirâm eyler 548
1410. İtse bir kişi âlemi ta√…µr 549
Beni ta√…µr ider o tµre-≥amµr 550
1411. Beni bir kimse itse istihzâ
Kâfir-i mu†la… olur ol √âşâ 551
1412. Böyle buyurdı ol Resûl-i …adµr
¡Âlemi eyleme §a…ın ta√…µr
1413. Meclisümde …arâr iden ¡â§µ
Lâ-cerem Teñri’nüñ olur «â§ı 552
1414. Şehr-i yâr üstine benem √ükkâm
Dµn-i İslâm benümle buldı ni@âm
1415. Kişver-i şer¡ ü dµne «a…anem
Enbiyâya delµl ü bürhânem
1416. Cümleten ¡a…l ü √ilm ü devlet-fer
Âstân-ı sa¡âdetüm bekler
1417. ◊â§ılı cümlesinden a¡lâyem
Bahr-i mâ¡nâda dürr-i yektâyem
1418. Da«ı nice kelâmı ¡ilm-i hümâm
Eyledi rû√a cümleten i¡lâm
İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET
1419. Diñledi bu kelâm-ı ¡ilmi çü rû√
Añladı bâb-ı ma¡rifet meftû√
52-A
1420. Didi ey fâ≥ıl-ı medâris-i ins
Sensin ol bülbül-i riyâ≥-ı …uds 553
◊ûr u: ◊ûr -ı SK
İtse: İster SK
550
tµre-≥amµr : tµr-i ≥amµr SK
551
olur: oldu SK
552
İÜ1 ve İÜ2 nüshalarında “Teñri” sözcüğündeki “ñ” “kef” harfiyle ; SK nüshasında ise “nun-kef”
harfleriyle yazılmış.
553
bülbül-i: bülbüli SK
548
549
289
1421. Sözlerüñ her birisi cevher-fer 554
Nice cevher kevâkib-i enver
1422. Lµk olduñ kemâlle «od-bµn
Görmedüñ √od-perestlik-ile ya…µn
1423. Bir kişi kim »udâ-nümâ olmaz
Sırr-ı πaybµden ol §afâ bulmaz
1424. Sende ¡ucb ü kibr mürettebdür
Cesedüñde √ased mürekkebdür
1425. Sen geçersin meh-i sipihr-i ¡alâ
∏ayrıyı istemezsin ola sühâ
1426. Cennete dâ«il olmaz ehl-i √ased 555
Buyurupdur Resûl-ı Rabb u ~amed 556
1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar
Göremez rûy-ı cennet-i enver
1428. Olmasa bir kişi eger ser-keş
Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş
1429. »âli…-i âb u bâd u âteş u «âk 557
Menzilini ider anuñ eflâk
1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ
◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ 558
¢âle’n-Nebiyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men tevâ≥a¡a fe…ad ref¡eahu’llâhu ve men
tekebbera fe…ad va≥a¡ahu’llâhu” §ada…a Resûlullâh 559
1431. Pây-mâl olmaπın πubâr-ı √a…µr
Tâc-ı «a…anµ oldı aña serµr
1432. Yüzi yird’olmaπ-ıla enhâruñ
Âb-ı rûyı-durur çemen-zâruñ
Sözlerüñ: Sözlerümüñ: SK
dâ«il: lâyı… İÜ2, SK
556
Rabb u : Rabb-ı SK
557
âteş ü: âteş-i İÜ2, SK // âb u: âb-ı SK
558
Bu beyit İÜ2 ve SK nüshalarında yok.
559
Tırnak içindeki ifade için tezin “4.3.2. Hadisler” bölümüne bakınız. // §ada…a Resûlullâh : §ada…a
Resûlullâh ve §ada…a »abµbullâh İÜ2 // fe…ad : İÜ2’de yok.
554
555
290
52-B
1433. Ser-keş olduπıçün …amu ezhâr
Pây-mâl eyler anı cümle §ıπâr
1434. Meskenet eylese …açan ¡u…alâ
ªâhir ü bâ†ını bilen ¡ulemâ
1435. İrgürür ◊a… anı me†âlibine
Vâ§ıl eyler …amu merâtibine
1436. Virse mir’âtına kiber kederi
Rûy-ı ma…sûda idemez na@arı 560
1437. Bir kişi dâ’imâ tekebbür ide
Mera√ u fa«r-ıla teba«tür ide
1438. Mihr-i eflâk olursa da bâhir 561
◊a≥ret-i ◊a… yire çalar â«ir
1439. ¡Â…ıbet πâr-ı hevl-nâke girer
Târ u tenüñ «a≥µ≥-i «âke girer 562
1440. ◊â§ılı saña perde kûh-ı va…âr
Görinür mi √icâbla dµdâr
1441. Sen virürsün kemâl u fa≥la vücûd
Göremezsin anuñla rûy-ı şühûd
1442. Fa≥l-ıla gerçi ifti«âr itdüñ
Kendüñi lµk «âksâr itdüñ
1443. Senüñ-ile olan πurûra düşer
Dem-be-dem kibrle …u§ûra düşer 563
1444. »âne-i dilde esse bâd-ı πurûr
Ma¡rifet şem¡ine ider bµ-nûr
1445. Gerçi ehlüñ belâπat ehli olur
Lµk dâ’im riyâset ehli olur
1446. Sendedür hep mezâli…-i a…dâm
Sendedür hep levâzım-ı ilzâm
ma…sûda: ma…sûd SK
bâhir : mâhir
562
Târ u: Târ-ı İÜ2, SK
563
…u§ûra: …u§ûr SK
560
561
291
1447. Ki düşersin cidâl u maπla†aya
Gâhi ol hevl-nâk §afsa†aya 564
53-A
1448. ¢µl u …âl-ıla ma¡na bulunmaz
Ba√&-ıla aña vâ§ıl olunmaz
1449. İrmedüñ bu «ısâlle …adre
◊â§ılı lâyı… olmaduñ §adra
◊İLM-İ NÌK-»A~LET RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE TA¢RÌR-İ FEZÂ’İL Ü TA◊¢Ì¢-İ
ŞEMÂ’İL İTDÜGİDÜR 565
1450. Çünki rû√-ı şerµf-i ≠ü’l-ikrâm
Kelimâtuñ bu resme itdi temâm
1451. Didiler her birisi §adda…nâ 566
Ente hâdî’s-sebµle fµ’@-@almâ 567
1452. Kelimâtuñ çü lü’lü’ vü cevher
Her biri gûş-ı câna dürr ü güher 568
1453. Döndi √ilme teveccüh itdi şerµf
Ya¡ni şey√-i ilâhi rû√-ı la†µf
1454. Didi kim ≠âtuñı ¡ayâna getür
Sen da«ı va§fuñı beyâna getür 569
1455. Göreyin √âlüñi ¡ale’l-i†lâ…
Şerefe var mı sende isti√…â…
1456. Yine √ilm-i selµm ü ehl-i √ayâ
Didi rû√a edeble ey dânâ 570
1457. İderem meskenet tevâ≥u¡-ıla
Ber… urursam n’ola levâmi¡-ile
1458. Bendedür «ul…-ı enbiyâ bende
Bendedür «ûy-ı evliyâ bende
564
Bu beyit SK nüshasında yok.
İTDÜGİDÜR: İTDÜGİ-DURUR SK
566
“ §adda…nâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
567
Anlamı: “Sen karanlıklar içinde (bize) hidayet eden, yol gösterensin.” Hâdî-i sebîl sözü kaynaklarda
Hz. Muhammed için kullanılır.
568
dürr: derim SK
569
da«ı: da√ı SK
570
edeble: öyle İÜ2, SK
565
292
1459. ◊üsn-i «ul… u kerem çü mu¡tâdam
◊ul…-ı ¡âlem mu†µ¡ vü mün…âdam
1460. Olalı dâ’imâ πarµbe ¡a†ûf
Olmışam ma@har-ı Ra√µm ü Ra’ûf
1461. ~ule√â-y-ıla her me§âli√de
Olıram dâ’imâ levâyi√de
53-B
1462. N’ola olsa benüm yüzüm yirde 571
Pertev-i âftâb olur yirde 572
1463. Dest-bûs eyledükçe bir âdem
◊âk-i pây olıram aña her dem
1464. Ya¡ni ¡ucb u tekebbür itmem hiç
Da«ı ¡unf u teba«tür itmem hiç 573
1465. Sürerem ¡aş…la yüzümü yire
◊a… gelür çünki …alb-i münkesire 574
1466. Olmışam tâbi¡-i Resûl-i cihân
Ol-durur bâ¡i&-i zemµn ü zamân
1467. Virdi ol şâha bâri râyet-i «al…
Şânına nâzil oldı âyet-i √al…
1468. Cümle …avlümde ki≠b ü lâfum yo…
Da«ı fi¡lümde hiç «ilâfum yo…
1469. Bir hümâyam ki âşiyânum …alb
Zµr-i bâlümdedür o ¡âlem-i πayb
1470. Gün gibi menzilüm benüm eflâk
Lµk pertev gibi yüzümdür «âk
1471. Bu cihân içre görmedi benden 575
Bir kişi şûr u şerr ü mekr ü fiten 576
571
yerde: perde SK
yerde: perde SK
573
teba«tür : teba««ür SK
574
münkesire: münkµre SK
575
görmedi: görmedüm SK
576
şûr u: şûr-ı İÜ2
572
293
1472. Pes ez ân «a§letem der µn dünyâ
Dimedi kimse baña çûn u çirâ
1473. Vird edinse beni bir ehl-i edeb
Ya…maz anı cihânda nâr-ı πa≥ab
1474. Bu cihân yedi başlu bir ¡ifrµt
»al… «avfından oldı cümle şetµt
1475. İlticâ eyledi baña her «â§
Cümle mekrinden itdüm anı «alâ§
1476. Urmışam nâr-ı §abrı ben πazaba
Ya…dum âteşle döndi Bû Leheb’e
54-A
1477. Tevsen-i †ab¡ı râm ider tµrüm
¢âmet-i nefsi lâm ider tµrüm
1478. ∏a≥ab-ıla olan ca√µme düşer 577
Benüm-ile olan na¡µme irer 578
1479. ∏a≥abuñ ma@harı-durur la@â
Baña ma@har o cennet-i me’vâ
1480. Yüz §uyın baña virdi ◊a≥ret-i Rab
Söyünür âb-ı rûyum-ıla πa≥ab
1481. Benem ol √av§ala-y-ıla deryâ-dil
Yu†aram her ne gelse ve’l-√â§ıl
1482. Her §adırda benümle oldı ¡ilm
Cümle …adri benümle buldı ¡ilm
1483. Fa≥luma oldı bu √adµ&-i şerµf
¡dil-i şâhid ü güvâh-ı la†µf
¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “»ıyârü ümmetî ¡ulemâühâ ve «ıyârü’l¡ulemâi √ulemâühâ” 579
1484. Ya¡ni bu ümmetüm güzµdeleri
Bahr-i ef≥âlüñ ol ferµdeleri
∏a≥ab ile olan ca√µme düşer : ∏a≥abuñ ile ola √ücreme düşer SK
na¡µme: ya…ama SK
579
Tırnak içindeki ifade için tezin “4.3.2. Hadisler” bölümüne bakınız.
577
578
294
1485. ¡Ulemâsı-durur ¡ale’l-i†lâ…
Her biri §anki nûr-ı mihr-i revâk
1486. Da«ı serdâr-ı cümle-i fu≥elâ
Ya¡ni mu«târ-ı zümre-i ¡ulemâ
1487. ¡Ulemânuñ √alµmidür mu«târ
O-durur mihr-i burc-ı evc-i va…âr 580
1488. Fa≥lumuñ her delµli …↡idür
Felek-i dilde mihr-i lâmi¡dür 581
1489. Fa≥lumuñ √add u πâyeti yo…dur
◊â§ılı hiç nihâyeti yo…dur
1490. Virdi √ilm-i selµm ü ehl-i &evâb
Rû√a bu resme eyledi o «i†âb
54-B
İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET
1491. İşidüp bu kelâmı rû√-ı emµn
Didi her sözlerüñ …abûle …arµn 582
1492. Her biri lü’lü’-i √azµne-i πayb
Cümleten hükm-i mu§√af-ı lâ-reyb
1493. Gerçi cem¡ oldı sende bunca «ı§âl
Lµk her dûn ider seni pâ-mâl
1494. Dâ’imâ herkesüñ zebûnısın
Pây-mâl-ı «asµs-i dûnısın
1495. Seni ta√fµf ider erâzil-i şehr
Seni ta√…µr ider ebâ†ıl-ı dehr
1496. Bilmeyüp …adrüñi senüñ nice «ar
Saña eyler √a…âret-ile na@ar
1497. N’ola nâmûsuña gelürse «alel
İ«tiyâr eyledüñ cihânda ≠ilel
580
SK nüshasında bu beyit kendinden sonraki beyitle yer değiştirmiştir.
SK nüshasında bu beyit kendinden önceki beyitle yer değiştirmiştir.
582
…abûle …arµn: …arµne ya…µn SK
581
295
1498. »al… dâ’im yüzüñ ba§arlar hep
Gâh ba§up †opraπa …ararlar hep
1499. Kimi düşnâm ider …abâ√atle
Seni kimi döger √a…âretle
1500. Sebeb-i inhidâm-ı Beytu’llâh
Eyledüñ ehlüñi sen ey güm-râh
1501. Ma¡nada hâdim-i …ulûb sensin
Ya¡ni ol kürsi-i ilâhi ya…µn
1502. Sebeb-i §ul√-ı §âli√ olmazsın
Mâni¡-i fi¡l-i †âli¡ olmazsın 583
1503. Geçinürsin edeble gerçi edµb
Olmaduñ lµk §â√ib-i te’dµb
1504. Seni sâlûsa nisbet eylerler
Görse bu va≥¡-ıla her ehl-i na@ar
55-A
1505. Eylese bir kimesne fi¡l-i şenµ
Eylemezsin sen anı hiç teşnµ¡
1506. Emr-i ma¡rûf u nehy-i münkerden 584
Gehi i¡râ≥- ı tâm idersin sen
1507. Gerçi itdüñ √ayâyı kendüñe yâr
Ol senüñ rız…uñ az ider her bâr
1508. ¡Â…ıbet şev…le ¡ibâdet-i ◊a…
¢ılamazsın müdâmı †â¡at-ı ◊a…
1509. Sûretâ görinürsin ehl-i §alâ√
Lµk yo… bâ†ınuñda nûr-ı felâ√
1510. Teng-destlik seni …ılur bµ-fer 585
Ayaπuñ aluban yabana atar
1511. ∏am-ıla ≠illete düşersin sen
Elem ü mi√nete düşersin sen
†âli¡ : †âli√ İÜ2, SK
ma¡rûf u: ma¡rûf-ı SK
585
…ılur : …ılup İÜ2, SK
583
584
296
1512. Buyurupdur o §â√ib-i levlâk
Kâşif-i sırr u remz-i a¡†aynâk
1513. Lâyı… olmaz-durur ki merd-i dilµr
Nefsini eyleye ≠elµl ü √a…µr
¢âle’n-Nebµ yyü ¡aleyhi ve sellem “Lâ-yenbaπî li’l-mer’i en-yü≠ille nefsehû” 586 §ada…a
587
1514. ◊ilmi ¡âlemde merd-i dil-bendüñ
Olmasa mev…i¡inde ferzendüñ
1515. ◊ilm olur aña bir nişân-ı cehl
Böyle dir ol Resûl-ı ehl-i fa≥l
1516. Ger tevâ≥u¡ olupdurur merπûb
Lµk √addin ziyâdesi ma¡yûb
1517. Ger idersin vücûduñı me≠mûm 588
İrişür …albüñe ziyâde πumûm
1518. Saña lâyı… degül bu «asletle
İdesin da¡vayı fa≥iletle
55-B DEVLET-İ FERRU»-FÂL RÛ◊-I PÜR-◊İKMET-İ NÌK-»I~ÂLE BEYÂN-I
FA≤L U ¡AYÂN-I ¡ADL İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR 589
1519. Rû√-ı pür-√ikmet-i emµr-i …elâm
Dürr-i ma¡nâya çünki virdi ni@âm
1520. ¢â’il oldı bu i¡tirâ≥a …amu
Didiler hep kelâm-ı √ikmet bu
1521. Devlete degdi çünki nevbet-i ba√& 590
Ol zamân eyledi o cür’et-i ba√&
1522. Didi ol tâc-dâr-ı mülk-i πınâ 591
Rû√-ı ¡âlµ-mekâna ey dânâ
1523. Sözlerüñ her birisi va√y-ı mübµn
Ya¡ni ilhâm u vâridât-ı ya…µn
586
Hadisin anlamı: Kişinin kendi nefsini alçaltması uygun değildir.
§ada…a: §ada…a Resûlullâh ve §ada…a ◊abµbullâh SK
588
idersin: iderseñ SK
589
TA◊RÌR OLINUR: İÜ2’de yok. // TA◊RÌR OLINUR: ~ADA¢A RESÛLULLÂH SK
590
degdi: degül mi SK
591
ol : ey SK
587
297
1524. ◊asb-ı √âl-i √a…µri gûş eyle
Yine deryâ gibi «urûş eyle
1525. Didi rû√ eyleyüp kelâmı fet√
Sen da«ı eyle √âlüñi baña şer√
1526. Göreyin sende var mı ¡ilm ü fa≥l 592
Eyledüñ mi cihânda √ilm ü ¡adl 593
1527. Devlet-i şehr-yâr-ı ferrûh-dil
Didi ey ¡ilm ü fa≥l-ıla kâmil
1528. Benem ol pâdişâh-ı deryâ-cûş
Bahr-i cûdum ider ziyâde «urûş
1529. Va§f-ı ≠âtum-durur çü @ıll-ı İlâh
Geçinür sâyemüzde mµr ü sipâh
1530. ¡A…l-ı kâmil benüm vezµrümdür
¡İlm-i fâ≥ıl benüm müşµrümdür
1531. Kâtib-i sırrum oldı √ilm-i selµm
Dâ’imâ «idmetüm ider o √alµm
56-A
1532. ◊â§ılı ¡a…l ü ¡ilm ü √ilm ü va…âr 594
Zµr-i destümde cümle √i≠metkâr
1533. Nu§ret ü fur§at u ¡inâyet-i Rab
Şevket ü «aşmet ü hidâyet-i Rab
1534. Her birisi öñümde cünd-i @ahµr
ªafer-i fer yanumda §an şemşµr
1535. ¢apladum şar… u πarbı bµ-pervâ
Nitekim şems-i «âver-i ¡ulyâ
1536. »al… cûdumla buldı mâl u menâl
Zer-ile ceybi oldı mâl-â-mâl
1537. Virdüm eşrâfa tâc-ı «akanı
Oldılar ¡âlemüñ nigeh-bânı
¡ilm ü: ¡ilm-i fa≥l İÜ2, SK
√ilm ü: √ilm-i İÜ2
594
√ilm ü: “√ilm-i SK
592
593
298
1538. Virdüm Efrâsiyab’a ben «aşmet
Rüstem ü ±âl’e şevket ü …udret
1539. Cümle §â√ib-…ırân …âf-ber-…âf
Tµπ-ı na§rumla fet√ ider eknâf
1540. Şeh-i âlem benümle serverlik
Eyledi dâ’imâ ciger-derlik
1541. Benüm-ile-durur mübârek-fâl
Himmetümle-durur hümâyûn-√âl 595
1542. Gülsitân-ı irem-durur yirüm
Sa¡d-ı ekber müşµr-i tedbµrüm
1543. Şeref-i mu…bilân-ı dehrem ben 596
Fera√-ı hâkimân-ı şehrem ben
1544. Benüm-ile bulur ¡a…ıl …adri
¢adrüm-ile bulur ¡ilim §adrı
1545. Benem ol bâ¡i&-i serµr-i sürûr
»âtem-i √âkim-i vu√ûş u †uyûr
1546. Cûd-ı i√sân benüm cemâlümdür
¡Adl ü emn ü emân kemâlümdür
56-B
1547. Na@ar itsem eger kes-i dûna
Nâ-gehân pâyı batar altuna
1548. Eylesem bir kese cihânda …ırân
‰âli¡i gün gibi olur tâbân 597
1549. Na@ar itdüm «ar-ı Mesi√â’ya 598
¡Â…ıbet merkeb oldı ¡Ìsâ’ya
1550. Seng-i bed-gevher-i beyâbânµ
Eyledüm anı la¡l-i rummânµ 599
Himmetümle: Himmet ile SK
dehrüm: mihrüm SK
597
tâbân: pâyân SK
598
itdüm: idüm SK
599
rummânµ: rabbânµ SK
595
596
299
1551. Pertevüm düşse ger benüm «âke
İrişür başı evc-i eflâke
1552. Rehber oldum Sikender’e nâgâh
Gitdi târµke olmadı güm-râh 600
1553. ~â√ibem ki irür ser-i §adra
İrişür gâhi leyle-i …adre
1554. Zehr-i mâr-ı πama benem tiryâk
¡Asker-i «üzne tµπ-i âteş-nâk
1555. Baπlaram şµr-i πâr-ı pençe-güşây
Târ-mâr eylerem niçe âlây
1556. ‰âli¡üm necmi çünki tâbende
Cümle «al…-ı cihân baña bende
1557. Gül-i gülzâr-ı bâπ-ı sal†anatem
Bülbül-i gülsitân-ı menzületem
1558. ◊â§ılı eşref-i …amu «al…em
Ser-te-ser nûra mihr-veş πar…em
1559. Da«ı bunuñ gibi niçe «a§let
Rû√-ı pür-√ikmete didi devlet
1560. Sözini ¡â…ıbet tamâm itdi
Cümleden kendüni hümâm itdi 601
57-A
İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET
1561. Devlet-i kâmrân-ı ¡alµ-şân
Rû√a bu vech-ile idince beyân
1562. Didi rû√-ı şerµf-i ≠ü’l-ef≥âl
Kelimâtuñ mi&âl-i âb-ı zülâl 602
1563. Dürlü ta√…µ…i eyledüñ rûşen
Bikr-i ma¡nâya vâ§ıl olduñ sen
600
olmadı: oldı SK
kendüni: kendüyi İÜ2, SK
602
mi&âl-i: mi&âli SK
601
300
1564. Lµk ben eylerem saña da«li
Ger vücûduñda bulmışam «aleli
1565. »al…a πâyetde bµ-vefâsın sen
¡Unf-ıla gâhi pür-cefâsın sen
1566. Gerçi bir şehr-yâr-ı ¡âlemsin
Melik-i kâm-kâr-ı ¡âlemsin
1567. Câhuña her kim oldı müstaπra…
Görmedi bu cihânda va√det-i ◊a…
1568. Çâh u ¡izzetle itme ¡ar≥-ı kemâl 603
Sal†anat ¡âlem içre «âb u «ayâl 604
1569. ¢alduñ ol dâm-ı bend-i şöhretde
Ya¡ni …ayd-ı belâ-yı ke&retde 605
1570. Çâh-ı ke&retde √abs olan mef…ûd
Göremez cân göziyle rûy-ı şühûd
1571. ~â√ibüñ cümle ehl-i dünyâdur
Cümleten πâfilân-ı ¡u…bâdur
1572. Görseler bir fa…µr ü ma@lûmı
◊üzn-i fa…r-ıla …alb-i maπmûmı 606
1573. Bâd-ı §ar§ar gibi mürûr eyler
Ki †o…ınmaz geçer ¡ubûr eyler
1574. Şöhret ü câh u ¡izzet-i dünyâ
Ehl-i ta√…µ… aña dir ejderhâ
1575. Gûyiyâ ejderest ân der-i πâr
Nereved ¡â…ilân ber-der-i πâr
57-B
1576. Kim ya…µn olsa mâr-ı &u¡bâna 607
Düşer ol lâcerem πam-ı câna
Çâh: Câh İÜ2, SK // Çâh u: Câh-ı SK
«âb: «âr SK
605
…ayd-ı belâ: …aydı bâlâ İÜ1 // …aydı belâ SK
606
…alb-i : …albi İÜ2, SK // fa…r ile: fa…µr ile SK
607
mâr: nâr SK
603
604
301
1577. Saña maπrûr olan belâya düşer
Saña meftûn olan ¡ınâya düşer
1578. Şâh râh-ı »udâ’da reh-zensin
Mâni¡-i va§l-ı ◊a… olan sensin
1579. Gerçi mir’ât-i pâksin zµbâ
Görmedi kimse sende rûy-ı vefâ
1580. Ger ya…µn olsa saña bir âdem
Şem¡ gibi ya…arsın anı o dem
608
1581. ¡Iyş-ıla menzilüñ çü cây-ı sürûr
Nµş-ile lµk «âne-i zenbûr
1582. ~ûretâ görinürsün ehl-i πınâ
Ma¡nada lµk müflis ü ednâ
1583. Sensin ol …adr-i ¡ârifi nâsı
Bilemezsin me…âdir-i nâsı
1584. ¢anda var-ısa bir rezµl-i a√ma…
Na@aruñ aña eyledüñ mül√a… 609
1585. İrişürsün §abâ gibi cehle
◊ı≥r gibi irüşmedüñ ehle
1586. Ek&eriyâ cihânda nâdânuñ
Sen varırsın ayaπına anuñ
1587. ~â√ibüñ gerçi şâd u «andândur
»âne-i …albi lµk virândur
1588. Dünyede aπlayan olur «andân
Bunda «andân olan olur giryân
1589. Senüñ-ile olan velµ şeh olur
¢ah…aha-y-ıla ¡ömri gû-teh olur
1590. Yimek içmek olupdurur saña iş
Dürlü «ûn ekline bilersin diş
608
609
Şem¡ : Nâr SK
mül√a…: mu√alla… SK
302
58-A
1591. Oldu saña «ayâl-i dünyâ dâm
İdemezsün riyâ≥ete i…dâm
1592. ‰ama¡ u kibriyâ-durur hünerüñ
◊ased ü √ı…d u ¡ucbdür na≥aruñ
1593. Var başuñda πurûr-ı Fir¡avnµ
Pes irür mi saña ◊a…’uñ ¡avni
1594. Bu §ıfât-ı zemµme şâyia¡dur
Vu§lat-ı √a……a cümle mâni¡adur
1595. Lâyı… olmadı saña ve’l-√â§ıl
Ululu… gel geçinme hiç fâ≥ıl
1596. Rû√-ı pür-√ikmet-i emµr-i sü«an
Virdi ma¡…ûlle cevâb-ı √asen 610
1597. İ¡tirâ≥ına …â’il oldı …amu
◊ükmine râ≥ı oldu ehl-i nµgû
1598. Ser-fürû …ıldı her biri zµbâ
Bâπ-ı cennetde gûyiyâ †ûbâ
1599. Cümlesi buldular tesellâyı
Añladılar rumûz-ı ma¡nâyı
¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLET RÛ◊-I PÜR-◊İKMET ±EVÌ-◊AYRETDEN
TEMENNÂ-YI NA~Ì◊AT İDÜP RÛ◊ DA»I ANLARA NA~Ì◊AT-I ◊İKMET-ÂMÌZ
İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 611
1600. Devlet anuñ ki bir §afâ-kânı
Menba¡-ı lu†f u cûd-ı süb√ânı
1601. ◊âmi-i dµn ü ¡âlim ü ¡âmil
Hâdi-i râh u mürşid-i kâmil
1602. Pµşvâ-yı delµl râhı olur
◊âfı≥ u nâ§ır u penâhı olur
1603. Râh-ı ◊a……’a ider anı irşâd
Gelür aña şühûde isti¡dâd 612
√asen: a√sen SK
¡İLM Ü ◊İLM: ◊İLM Ü ¡İLM İÜ2 // ±İKR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. // ANLARA NA~İ◊AT:
PEND Ü NA~İ◊AT SK
610
611
303
58-B
1604. ¡Aş…ını ◊a… aña müyesser ider
Nâr-ı ¡aş…-ıla mâsivâyı ya…ar
1605. Yetecellâ √aşâhu bi’n-nûr
Yetecellâ li-…albihi’t-†ûr 613
1606. Rav≥a-i …albine ider cârî
Sû-be-sû cûy-bâr-ı envârı
1607. Ma¡rifetle †olar sefµne-i dil
Dürr-i ma¡nâ-y-ıla «azµne-i dil
1608. Fey≥ olur sırrına levâyi√-i πayb 614
Durur anda dür-i fevâyi√-i πayb
1609. Uyarup dilde şem¡-i rû√ânı
Cem¡ ider «â†ır-ı perµşânı
1610. ¡Ârif-i sırr-ı men-¡aref olur ol
~adef-i lü’lü’-i şeref olur ol
1611. Ber… urup dilde ma¡rifet nûrı 615
Keşf ider gâhi sırr-ı mestûrı
1612. Bir …ula eylese hidâyet-i ◊a…
Kerem ü fa≥l-ıla ¡inâyet-i ◊a…
1613. Hemdem-i nâ§ı√-ı şeri¡at olur
Ma√rem-i mürşid-i †arµ…at olur
1614. Sebeb-i inşirâ√ı aña »udâ
Sev… ider ya¡ni mürşid-i dânâ
1615. Şer√ olup §adrı hemçü «ayr-ı beşer
¢albine pertev-i ilâhi düşer
1616. Zeyn olur √ilye-i şerâyi¡-ile
¢albi rûşen olur levâmi¡-ile
1617. Çünki rû√-ı şerµf-i ehl-i &evâb
Virdi ol ¡a…l u ¡ilm ü √ilme cevâb
612
aña: ol dem SK
Beyitin anlamı: İçine O’nun nuruyla ateş düşer / dolar; Onun kalbine de Tûr tecelli eder.
614
Fey≥ olur sırrına: Fey≥ olursa ne SK
615
nûrı: yüzi SK // urup: urur SK
613
304
1618. Devlete da«ı virdi ru√-ı şerµf
Vech-i ma¡…ûl-ıla cevâb-ı la†µf
59-A
1619. Her biri olmış idi deryâ-cûş
Oldı bülbül gibi …amusı «amûş
1620. Dürlü esrâr-ı √ikmet-ile revân
Pµr-i rû√ itdi anları √ayrân
1621. İçirüp âb-ı √ikmeti bulara
¢odı cûy-veş …amusı yüzi yire
1622. Cümlenüñ gitdi …asvet-i …albi
Bildi her biri √ikmet-i Rabbi
1623. Gördiler inşirâ√-ı §adrı revân
Dilleri oldı gün gibi tâbân
1624. Buldılar çünki «â†ır-ı cem¡i 616
Her biri oldı ma¡rifet şem¡i
1625. Didiler cümle ey velµyyu’llâh
Âsmân-ı …ulûbe sensin mâh
1626. Sözlerüñ cümleten çü fikr-i §a√µ√
Lâ-cerem her birisi na§§-ı §arµ√
1627. Kelimâtuñ …amu dem-i ¡Ìsâ
Eyledi mürde dilleri i√yâ
1628. ±ât-ı pâküñ çü …ulzüm-i zâ«ir
Sü√anuñ dürr ü lü’lü’-i bâhir 617
1629. Göñlümüz rûşen oldı nûruñla
Gözümüz aydın oldı nûruñla
1630. Tamam eksüklügümüzü bildüñ
Seyl-i kibri dµdeden sildüñ
1631. İsterüz lµk biz cenâbuñdan
Âstân-ı felek-me’âbuñdan
616
617
«â†ır-ı: «â†ırı SK
dürr ü: dürr-i SK
305
1632. ¢ılasın bize bir na§µ√at-ı nev
~alasun mihr-veş bize pertev
1633. Nerm ola tâ ki …albimüz bi’t-tâm
Ki afitâbla pu«te olur «âm 618
59-B
1634. Pµr-i rû√ itdi çünki bu sözi gûş
Bahr-i a«≥ar gibi itdi cûş u «urûş 619
1635. Didi ey †âlibân-ı râh-ı sedâd
İnne hâdin leküm lebi’l-mir§âd 620
1636. ∏ırre olmañ ma¡ârif ü fa≥la
Fehm-i tµz ü selâmet-i ¡a…la
1637. Bu cihân içre «od-nümâ olmañ
~â√ib-i kibr yâ riyâ olmañ
1638. Her kişi ¡aybına olup ¡ârif
∏ayri ¡aybına olmasun vâ…ıf
1639. Devlet ol kimsenüñ buyurdı Resûl
Ola her dem ¡uyûbına meşπûl
1640. Ene «ayrun diyüp ¡azâzil-i şûm 621
Kendüyi eyledi recµm ü @alûm
1641. Oldı dergâh-ı ≠ü’l-minenden dûr
Ebedµ ra√met itmez aña ∏afûr
1642. Görmek isterseñüz o ma¡nâyı
Ya¡ni envâr-ıla tecellâyı
1643. Benligi terk idüñ ¡ale’l-ı†lâ…
Eyleye tâ ki sizde nûr işrâ…
1644. İtmeyince vücûduñuz ifnâ
Göremezsüz cemâl-i bµ-hemtâ
olur «âm: olur bes «âm SK
cûş u: cûş-ı SK ; Bu beyit aruza uymamaktadır. “gibi itdi” sözü “gibiydi” şeklinde yazılırsa sorun
ortadan kalkar.
620
Mısra Türkçeye “Sizi hidayete erdiren (doğru yolu gösteren) sizi daima gözetlemektedir.”şeklinde
tercüme edilebilir. “lebi’l-mir§âd” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
621
“Ene «ayrun” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
618
619
306
1645. Kendüñüz fa≥lla ögüp §atman
»âb-ı πafletle dâ’imâ yatman
1646. Gelmesün size i«tilâl-ı fütûr 622
Fehm ü ferhenge olmañuz maπrûr
1647. ◊ased ü √ı…d u kibr ü kµni müdâm
Terk idüñ olasuz ≠evi’l-ikrâm 623
1648. Mev…i¡inde √amûl olup ≠elili
Terk idüñ nefsiñüzden ol «aleli
60-A
1649. ±elil ü mi√net-ile ferş olmañ
Sebeb-i inhidâm-ı ¡arş olmañ
1650. Eyleyüp ifti√ârı ¡izzetle
Şevket ü fa«r-ı câh u selvetle
1651. Fu…ara «ayline √a…âret-ile
Na@ar itmeñ da«ı ihânet-ile
1652. Mümkinâtuñ vücûdı nâ…ı§dur
Künh-i ≠âta şühûdı nâ…ı§dur
1653. ◊a≥ret-i ◊a… …amudan a…desdür
Na…§la na…≥dan mu…addesdür
1654. ◊ayy u ¢uddûs ü Râ√im ü Ra√mân
Ol-durur Rabb u ¢âdir ü Süb√ân 624
1655. ∏ayr o ≠ü’l-celâl u «âli… nist
Med√-râ cüz «udâ-yı lâyı… nist
1656. Size lâyı… budur ki dünyâda
Viresüz hep vücûduñuz bâda
1657. Bilesüz dâ’imâ …usuruñuzu
Añlayasuz …amu fütûruñuzu
1658. Añlasa bir kişi …u§ûrın ger
Men ¡aref remzin ol müdâm añlar
i«tilâl-ı : i«tilâl ü İÜ2 // i«tilâl-ı : i«tilâf u SK
Terk idüñ: Terk idüp SK
624
¢âdir ü: “¢âdir-i İÜ2, SK // ¢uddûs ü: ¢uddûs-ı SK
622
623
307
1659. Bâ†ınµ bedri ber-kemâl olur
Ma@har-ı nûr-ı ≠ü’l-cemâl olur
1660. Bulur ol fâyi≥ât-ı Ra√mânı
Görür ol lâyi√ât-ı Süb√ânı
1661. Çün tamâm eyledi na§µ√atı rû√
Bâb-ı irşâdı eyledi meftû√
1662. Pendi anlara eyledi te’&µr
Oldılar pµr-i rû√a ol dem esµr
1663. Emrini †utdı bu ulü’l-eb§âr
Her biri oldı zübde-i ebrâr
60-B
1664. Dilleri πıll u πışdan oldı ¡arµ
Kibr ü √ı…d u √asedden oldı berî 625
1665. Oldılar nûr-ı ◊a…’la tâbende
Fi’l-me&el «âver-i dıra«şanda
1666. Aldılar cümle bûy-ı Rû√u’llâh
Nitekim gülşen-i riyâ≥-ı İlâh
1667. Buldı her biri devlet-i sermed
Ya¡ni lu†f-ı İlâh u cûd-ı §amed
1668. Bulsa bir kişi mürşid-i kâmil
Olur elbette ◊a……’a ol vâ§ıl 626
1669. ‰urma cehd eyle †urma ey †âlib
Bir mükemmel vücûda ol râπıb
1670. Sa¡y eyle pµr-i mürşid-i dânâ
Bulagör ya¡ni ehl-i …alb-i §afâ
1671. Seni tâ vâ§ıl-ı murâd ide ol
¢albüñi bir nefesde şâd ide ol
»ÂTİMETÜ’L-KİTÂB
1672. ◊amd-ı bµ-√ad ki bu kitâb-ı hümâm
¡Avn-ı ◊a……-ıla oldı bedr-i tamâm 627
625
626
√ı…d u √asedden: √ı…dın √asedin SK
İÜ1 nüshasında mısra “Olur ol elbette ◊a……a vâ§ıl” biçimindedir ve aruz ölçüsüne uymamaktadır.
308
1673. Gülşen-i fikretümde bir güldür
Dil-i nâşâdum aña bülbüldür
1674. Fi’l-me&el bu ni@âm-ı bµ-hemtâ
‰âlib-i ◊a……’a ¡urve-i vu&…a
1675. ªâhirµ zµnetiyle ârâste
Bâ†ınµ √ikmetiyle pµrâste
1676. Bu kitâb-ı şerµf-i pür-gevher
Gûyiyâ §ûfi-i §afâ-perver
1677. Erba¡µn içre olmayup πâfil
‰ıfl-ı ma¡nâyı eyledi kâmil
61-A
1678. Şâhid-i ma¡na anda şem¡-i ≥iyâ
»a††ı gûyâ ki dûd-ı ¡anber-sâ
1679. Beyti beyt-i cinân-ı lâ-yeblâ 628
◊ûr-ı ¡ayn anda şâhid-i ma¡nâ
1680. Ba√ri bahr-i mu√µ†-i deryâ-bâr
Se†ri emvâc-ı …ulzüm-i ze««âr
1681. Dürr-i nâ-süfte idi her sü«anı
Deldi elmâs-ı tµz-†ab¡um anı
1682. Burc-ı †ab¡ım ki evc-i nûrânµ
ªâhir itdi bu necm-i ra«şânı
1683. ~adef-i dilde bu-durur derdi 629
Derc-i gencûr-i cimde §an dür idi 630
1684. Bu nigâra yoπ idi bir nµreng
Na…ş …ıldı «ayâl-i pür-ferheng
1685. Va…t-i gülşende dilber-i ma¡nâ
∏once gibi ni…âbın açdı baña
1686. Ka¡be gibi giyürdüm ana siyâh
Şeb-i deycûr içinde oldı çü mâh
627
bedr: bed SK
“lâ-yeblâ” sözü için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.
629
derdi: düri SK
630
Derc-i gencûr-i cimde §an dür idi : Lµk πavvâ§-ı †ab¡um aldı anı SK
628
309
1687. Müşg-i ter eyledüm kelâlesini
La¡l-i nâb eyledüm o lâlesini
1688. Bir siyeh-çerde nârven-…âmet
Eyledi ol nigâra çok «idmet
1689. Dürlü diller döküp o meh-rûya
¡Â…ıbet anı çekdi pehlûya
1690. Ta«t-ı sµmµne geçdi ol server
Yüridi √ükmi ¡âleme yekser
1691. Va…t-i gülşende ¡ar≥ idüp dµdâr
Aña nâm oldı Gülşen-i Efkâr
1692. Tercüme §anma anı ve’l-√â§ıl
Bikr-i ma¡nâya olmışam vâ§ıl
61-B
1693. Mihr-i dil §aldı ¡âleme pertev
ªâhir oldı yine bu …ı§§a-i nev
1694. Silk-i na@ma getürdüm anı revân
±ev… ala tâ ki zümre-i rindân
1695. Ola kim sâlike ola hâdî 631
Ehl-i tev√µde ide irşâdı
1696. Kimde kim ola fehm ü ¡a…l-ı selµm
Vech-i ma¡…ûlu eyler ol teslµm
1697. ~arf ide ger selâmet-i ¡a…lı
Kendüye mürşid eyler ol na…li
1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ
Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ
1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd
¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd
1700. Ey Kerµm ü Ra√µm ü ±ü’l-ikrâm
Vey ∏afûr u Şekûr u ±ü’l-in¡âm
1701. A√med’üñ cebhesinde nûrı içün
Ol kelµmüñ ma…âm-ı ‰ûrı içün
631
Bu mısra İÜ1 nüshasında aruza uymamaktadır. Ola kim: Ol kim: İÜ1 ; Olsa kim: İÜ2
310
1702. Bu kitâbı zamân-ı √aşre degin
Dâim ü &âbit eyle neşre degin
1703. Ehl-i tev√µde rehnümâ ola ol
Ehl-i ¡irfâna pµşvâ ola ol
1704. Lâ-cerem görmez anı tµre-≥amµr
Görinür aña bir denµ vü √a…µr
1705. Ba…ar aña ta¡a§§ub-ıla denµ
Çöp …adar kirpigine a§maz anı
1706. Bu me¡ânµyi ehl-i √âl añlar
Kâşif-i remz olan ricâl añlar
1707. Şeb-pere dµde mihr-i işrâ…ı
Göremez şa¡şa¡ân-ı berrâ…ı
62-A
1708. Mil çek gözlerine nâdânuñ
Görmesün tâ ki ¡aybını anuñ
1709. ≤arar irgür o çeşm-i bµnâya
Keç-na@ar itmesün bu ma¡nâya
1710. Bilmeyüp da«l iderse bir ¡âmi
Dâs olup ¡ömrini kese lâmı
1711. Elifi ola gözine gönder
Dâlı dal ide …âmetin çenber
1712. Tµşe ola başına her cµmi
Da«ı gürz-i girân ola mµmi
1713. ◊â vü yâ gibi ola …addi dü-tâ
¢atline râsı ola «ançer ü yâ
1714. Defter-i ¡ömrini anuñ †ay it
Ehl-i ◊a……’ı müdâmı sen √ay it
1715. Ola kim bu du¡âyı «ayrla şâd
İdeler rû√-ı Şâni’yi dilşâd 632
Bu mısra İÜ1 nüshasında aruza uymamaktadır. İdeler rû√-ı Şâni’yi dilşâd: İdeler Şâni-i rû√(ı) dilşâd :
İÜ1
632
311
1716. Ki cihân bir fenâ-yı mu†la…dur
Fera√ı cümle «üzne mül√a…dur
1717. Saña lâyı… budur ki bir eyü ad
İdesün anuñ-ıla rû√uñı şâd
1718. ~añmañuz bu cihânı cây-ı sürûr
Saña şâhid yeter çü ehl-i …ubûr
1719. ‰urma ≠ikr it fenâ-yı gerdûnı
Sµm ü dµnâruñ olma meftûnı 633
1720. Pür-cefâdur bu çar«-i nµlµ-reng
Her şihâbı cihâna tµr ü «adeng
1721. ~ub√ dek göz deger saña her şeb
Cânuñ almaπa gökde her kevkeb
1722. Neydügin añladuñsa dünyânuñ
Bµ-&ebât u …arârını anuñ
62-B
1723. Göregör ¡âlem içre rûy-ı ya…µn
Kendüñi ehl-i sırra eyle …arµn
1724. ¡Â…ıbet terk olur «arâb-âbâd
»irmen-i ¡ömrümüz olur berbâd
1725. Yâ İlâhi …amudan ekremsin
Ecvedü’l ecvedµn ü er√amsın
1726. Urmışam yüz cenâb-ı √azretüñe
Çeşm-dârem kemâl-i ra√metüñe 634
1727. ¡Aş…uñı rû√uma enµs eyle
Lu†fuñı aña hem celµs eyle
1728. Dem-i â«irde †û†i-i cânum
‰ayerân ide saña süb√ânum
1729. Eyleme mesken aña nâsûtı
Âşiyân eyle …urb-ı lâhûtı
633
634
Sµm ü: Sµm-i SK
Çeşm-dârum: Çeşm-dârumuz SK
312
1730. O…ıyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn
Umarum cân-ıla diye âmµn
( İşbu biñ yüz yigirmi dört şevvâlü’l-mükerreminde bizüm A…√i§ar ~aru«an’dan
Beliklizâde »alµl Efendi’den alup nüshasın bizüm (...)baba Mehmed (...) on beş günde
ta√rµr eylemişdür İstanbul’da devlet-i ¡aliyye Edirne’ye revân olduπı va…t ) 635
635
Bu müstensih kaydı sadece SK nüshasının sonunda vardır.
313
KAYNAKÇA
Abdürrezzak Kâşânî (2004), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü -Letâifü’l-a’lâm fî işarâtı
ehli’l-ilhâm- ,çev. Ekrem Demirli, İz Yay., İstanbul.
AÇA, Mehmet, H. GÖKALP, İ. KOCAKAPLAN (2009), Başlangıçtan Günümüze Türk
Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi, Kriter Yay., İstanbul.
AÇIL, Berat (2010), Onaltıncı Yüzyıla Ait Alegorik Bir Eser: Muhyî’nin Hüsn ü Dil’i,
Boğaziçi Üniversitesi SBE, İstanbul (Basılmamış Doktora Tezi).
AKKUŞ Mehmet, Ali Yılmaz (2006), Sefîne-i Evliyâ I-V, Kitabevi Yay., İstanbul.
Âsım Efendi (H. 1305), Kâmûs Tercemesi I-III, İstanbul
ALPARSLAN, Mevlüde (2007), İbrahim Şânî El-Lârendevî’nin Gülşen-i Efkâr
Mesnevisi (Metin-Muhtevâ-Tahlil), DEÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).
BALTACI, Cahit (1976), XV- XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, Teşkilât/ Tarih,
İrfan Matbaası, İstanbul.
BANARLI, Nihad Sâmi (2001), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I-II. , MEB.Yay.,
İstanbul.
BATİSLAM, H. Dilek (2000), “Divan Şiiriyle Halk Şiirinde Ortak Bir Söyleyiş Biçimi
(Mürâca'a-Dedim-Dedi)”, Folklor/Edebiyat, C.VI, S.22, Ankara, s. 201-211)
CEBECİOĞLU, Ethem (2009), Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul.
COŞKUN, Menderes (2006), “Klâsik Türk Şiirinde Mürekkep İstiare, Temsilî İstiare
ve Alegori”, Bilig, Yaz-2006, sayı 38 (s.51-70)
ÇAPAN Pervin (2006), Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü'l-âsâr min Feva'idi'l-eş'âr), AKM
Yay., Ankara.
ÇELEBİOGLU, Âmil (1983), “Türk Edebiyatında Manzum Dînî Eserler”, Hacettepe
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi (Şükrü Elçin Armağanı), Ankara,
1983, s. 153-166.
DEVELLİOGLU, Ferit (1997), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi
Yay., 14. Baskı, Ankara.
DİLÇİN, Cem (1983), Yeni Tarama Sözlüğü, TDK Yay., Ankara.
DOĞAN, Ahmet (2004), “Hüsn ü Aşk’ta Sembolik Anlatım”, Fırat Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 9:1, 2004, s. 87–98.
314
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî (1996), Taberî Tefsiri, çev. Kerim AytekinHasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul.
GENÇ, İlhan (2000), Esrar Dede-Tezkire-i Şu'arâ-yı Mevleviyye, AKM Yay., Ankara
İPEKTEN, Haluk vd., (1988), Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara.
İSEN, Mustafa (1994), Künhü’l-ahbar’ın Tezkire Kısmı, AKM Yay., Ankara.
KABAKLI, Ahmet (1966), Türk Edebiyatı, C. 2, Türkiye Yay., Ankara.
KARA,
Mustafa
(1996),
“Osmanlılarda
Tasavvuf
ve
Tarîkatler”,
Osmanlı
Ansiklopedisi, İz Yay., C. I, s. 191, İstanbul.
KARA, Mustafa(1999), Tasavvuf ve Tarîkatlar Tarihi, Dergâh Yay., 5. Baskı, İstanbul,
s. 191.
KARAMAN, Hayrettin, A. Özek, İ. K. Dönmez, M. Çağrıcı, S. Gümüş, A. Turgut
(2004), Türkiye Diyanet Vakfı Kuran-ı Kerim Meâli, Türkiye Diyanet Vakfı
Yay., Ankara.
KARTAL, Ahmet (2008),“Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, Şiraz’dan
İstanbul’a Türk-Fars Kültür Coğrafyası Üzerine Araştırmalar, Kriter Yay.,
İstanbul, s. 529-576.
KILIÇ, Filiz (1994), Âşık Çelebi-Meşâ’irü’ş-Şu’arâ (İnceleme Tenkitli Metin),
Basılmamış Doktora Tezi, GÜ SBE, Ankara.
KİLİNÇLİ, Sami (2007), Akıl ile İlgili Hadislerin Tespit ve Tenkidi, Çukurova
Üniversitesi SBE, Adana (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).
KÖKSAL, M. Fatih (1997), “Tahkiyeli Bir Eser Olarak Taşlıcalı Yahyâ'nın Şâh u Gedâ
Mesnevisi”, Türklük Bilimi Araştırmaları (Prof. Dr. Kaya Bilgegil
Armağanı), S. 5, s. 245-282.
KÖKSAL, M. Fatih (2003), Yenipazarlı Vâlî - Hüsn-i Dil (İnceleme-Tenkitli Metin),
Kitabevi Yay., İstanbul.
KÖKSAL, M. Fatih (2003), Ravzâtü’l-envâr, Kitabevi Yay., İstanbul.
KÖKSAL, M. Fatih (2006), “Münazara”, TDVİA, C. 31, İstanbul, s. 576-581.
KURNAZ Cemal, M. TATÇI (2000), Osmanlı Müellifleri (Bursalı Mehmed Tahir) (IIII), Ankara.
KUTLUK, İbrahim (1989), Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ, TTK Yay.,
Ankara
315
KÜLEKÇİ, Numan, XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevî
Edebiyatı Antolojisi, Aktif Yayınevi, Erzurum 1999.
Kütüb-i Sitte, http://www.kuranikerim.com/kutubi-sitte/kutubi_index1.htm
Lârendeli Şânî, Gülşen-i Efkâr, Süleymaniye Kütüphanesi , Hacı Mahmud Efendi,
Nu:3731.
----------, Gülşen-i Efkâr, İÜ Merkez Kütüphanesi, Nadir Eserler, Nu:3040.
----------, Gülşen-i Efkâr, İÜ Merkez Kütüphanesi, Nadir Eserler, Nu:1917.
---------, el-İfsâh fî Şerhi Şevâhidi’l-Miftâh, Süleymaniye Kütüphanesi, Sehid Ali Pasa,
Nu: 2164.
----------, el-İfsâh fî Şerhi Şevâhidi’l-Miftâh, Nûruosmaniye Kütüphanesi, Nu:4464.
----------, Manzûme-i Avâmil, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Pasa, Nu: 2573/1.
----------, Mir’atü’s-Safâ, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmalar.
, Nu:59.
----------, Mir’atü’s-Safâ, Süleymaniye Kütüphanesi , Esad Efendi, Nu: 1478.
----------, Risâle fi’s-Semâvâti ve’l-Erdîn ve mâ Fîhinne, Bayezid Kütüphanesi,
Nu:5291.
----------, Zerî’atü’l-Ebrâr fî Na’ti’n-Nebiyyi’l-Muhtâr, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad
Efendi, Nu:3782.
----------, El-Ucâle, Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi, Nu: 981.
LEVEND, Agâh Sırrı (1998), Türk Edebiyatı Tarihi, 4. Baskı, TTK Yay., Ankara.
--------------- (1984), Divan Edebiyatı, Enderun Kitabevi, İstanbul.
Mehmed Süreyya (H.1308), Sicill-i Osmâni veya Tezkire-i Meşâhir-i Osmaniye I-IV,
İstanbul.
MENGİ, Mine (2003), Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Basımevi, 9. Baskı, Ankara.
Müstakim-zâde Sa'deddin Süleyman b. Muhammed Emin, Mecelletü'n-Nisab fi'l-esma
ve'l-künâ ve'l-elkâb, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi, Nu: 628.
ÖZCAN, Abdülkadir (1989), Şakâyık-ı Nu’mâniyye ve Zeyilleri, Hadâiku’l-Hakâyık fî
Tekmîleti’ş-Şakâyık, İstanbul.
ÖZKIRIMLI, Atilla (1991), Açıklamalı Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Altın KitaplarYay.,
İstanbul.
ÖZTÜRK, Ali (2003), XVI. Yüzyıl Halvetî Şiirinde Din ve Tasavvuf, (Yayımlanmamış
Doktora Tezi), AÜ, SBE, Ankara.
316
PALA İskender (2005), “kenz-i mahfî” Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay.,
14. baskı, İstanbul.
------------- (1996), "Kemalpaşazade", Osmanlı Ansiklopedisi, İz Yay. İstanbul C. 2, s.
158.
SOLMAZ, Süleyman (2005), Ahdî ve Gülşen-i Şu'arâsı (İnceleme-Metin), AKM Yay.,
Ankara.
Said Halim Paşa (2008), “İslam Cemiyetinin Tanzimine Dair Bazı Notlar, İslâm’da
Teşkilât-i Siyasiye”, hzl. Ömer Hakan Özalp, Söz ve Adalet Dergisi, Yıl: 1,
S. 5, s. 60-69.
Şemseddin Sâmi (1996), Kâmûsu’l-A’lâm I-VI (Tıpkı basım), Kaşgar Neşriyat, Ankara.
Şemseddin Sâmi (H. 1317), Kâmûs-ı Türkî, Dersaâdet Matbaası.
ŞENTÜRK, Ahmet Atilla (2002), XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevilerinde
Edebî Tasvirler, Kitabevi Yay., İstanbul.
TÖKEL, Dursun Ali (2003), Divan Şiirinde Harf Simgeciliği, Hece Yay., Ankara.
TUMAN, Nâil (2001), Tuhfe-i Nâi'lî, hzl. Cemal Kurnaz, M. Tatçı, Ankara.
TUNÇ, Semra (1997), “Dede Ömer Rûşenî” SÜ TAE Türkiyat Araştırmaları Dergisi,
Konya 1997, S.5, s.237-249.
ULUDAĞ, Süleyman (2001), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (1965), Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilâtı, TTK,
Ankara.
------------ (1995), Osmanlı Tarihi, I-VI, TTK Yay., Ankara 1995.
ÜNVER, İsmail (1986), “Mesnevî”, Türk Dili Dergisi Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan
Şiiri), S. 415-416-417, TDK Yay., Ankara, s. 430-563.
ÜNVER, Mustafa (2007), “Nesimi’nin Şiirlerinde Kur’an’a Referans Sorunu”, OMÜ
İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.24-25, 2007, s. 119-134.
ÜSTÜNER, Kaplan (2007), Divan Şiirinde Tasavvuf, Birleşik Yay., Ankara.
YAKIT, İsmail, “Semantik Analizler Işığında Kur’an’da “Reyb” ve “Yakîn”
Kavramları”, Kelâm Araştırmaları 1 : 2, 2003, s. 49-56 -internette
yayımlanan hakemli dergi-)
http://www.kelam.org/dergi/sayi012/KADER01202.pdf
YAYLA, Kasım (2002), Kütüb-i Sitte’den 1001 Hadis, Merve Yay., İstanbul.
317
YAZAR, İlyas (2003), "Kastamonlu Dîvan Edebiyatı Şâirleri", II. Kastamonu Kültür
Sempozyumu, Kastamonu Valiliği, Kastamonu Eğitim Fakültesi, Rıfat Ilgaz
Kültür Merkezi, 18-20 Eylül Kastamonu 2003, , s.255-264.
318
ÖZ GEÇMİŞ
KİŞİSEL BİLGİLER
Adı Soyadı: Cengiz Veli KURMUŞ
Doğum Yeri ve Yılı: Adana, 24.01.1977
Medenî Hâli: Evli
Adres : Çukurova Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Balcalı/ADANA
Telefon : 0 505 4030723
e-posta : ckurmus@cu.edu.tr
ÖĞRENİM DURUMU
Yüksek Lisans : 1999-2003, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve
Edebiyatı Anabilim Dalı, Balcalı/ADANA.
Lisans :
1995-1999, Çukurova Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü.
Lise :
1991-1994, Reyhanlı Lisesi / HATAY
İŞ HAYATI
1999-2000 MEB Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği
2000-2003 Çukurova Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araştırma Görevliliği
2004-2008 Özel sektörde öğretmenlik
2008-
Çukurova Üniversitesi Türk Dili Okutmanlığı
YABANCI DİL
İngilizce
BİLGİSAYAR
MS Windows 98, MS Windows 2000, MS Windows 2000 Server, MS Windows XP, MS Word,
Excel, Access, PowerPoint.

Similar documents

Tıpkı, Papatya Park Residence`ın en yeşil proje

Tıpkı, Papatya Park Residence`ın en yeşil proje 1995 yılında 1600’den fazla konutu kapsayan Yeşilkent projesiyle başlayan yolculuk, 2006 yılında Beylikdüzü Paradise AVM, 2009 yılında Papatya Residence 1, 2011 yılında Papatya Residence 2 ve 2013 ...

More information

iran`da din psikolojisi çalışmaları - Selçuk Üniversitesi Dijital Arşiv

iran`da din psikolojisi çalışmaları - Selçuk Üniversitesi Dijital Arşiv TEZ KABUL FORMU……………………………………………..………………..iii ÖNSÖZ………………………………………………………………………………iv

More information