2011_Cilt_12_Sayi_1 - Dicle Üniversitesi
Transcription
2011_Cilt_12_Sayi_1 - Dicle Üniversitesi
DİCLE DİŞHEKİMLİĞİ DERGİSİ DENTAL JOURNAL OF DİCLE Cilt / Volume 12 ∙ Sayı / Number 1 ∙ 2011 http://dishek.dicle.edu.tr/dergi/dergi.htm Sahibi Prof. Dr. Remzi NİGİZ Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Dekanı Editör Dr. İzzet YAVUZ Editör Yardımcısı Dr. Emrullah BAHŞİ Yayın Kurulu Üyeleri Dr. Ahmet Günay, Dt. Mehmet ÜNAL DDD 2011 Yılı Bilimsel Danışma Kurulu Dr. Abubekir HARORLI Atatürk Üniversitesi Dr. Ahmet Berhan YILMAZ Atatürk Üniversitesi Dr. Ahmet DAĞ Dicle Üniversitesi Dr. Ali Erdemir Kırıkkale Üniversitesi Dr. Arzu Güler DOĞRU Dicle Üniversitesi Dr. Aslan GÖKBUKET İstanbul Üniversitesi Dr. Atilla Stephan ATAÇ Hacettepe Üniversitesi Dr. Ayça Deniz İZGİ Dicle Üniversitesi Dr. Ayşe Meşe TANRIKULU Dicle Üniversitesi Dr. Ayşe Nil ALTAY Hacettepe Üniversitesi Dr. Bayram İNCE Dicle Üniversitesi Dr. Behiye Sezgin BOLGÜL Dicle Üniversitesi Dr. Belgin GÖRGÜN Dicle Üniversitesi Dr. Betül KARGÜL Marmara Üniversitesi Dr. Beyza KAYA Dicle Üniversitesi Dr. Bora Bağış Karadeniz Technical University Dr. Buket AYNA Dicle Üniversitesi Dr. Cemal ERONAT Ege Üniversitesi Dr. Derya ÖZTAŞ Ankara Üniversitesi Dr. Ebru Ece SARIBAŞ Dicle Üniversitesi Dr. Ela Tules KADİROĞLU Dicle Üniversitesi Dr. Emin Caner TÜMEN Dicle Üniversitesi Dr. Emrah AYNA Dicle Üniversitesi Dr. Eylem ÖZDEMİR Dicle Üniversitesi Dr. Fahinur ERTUĞRUL Ege Üniversitesi Dr. Ferhan YAMAN Dicle Üniversitesi Dr. Feriha ÇAĞLAYAN Hacettepe Üniversitesi Dr. Figen SEYMEN İstanbul Üniversitesi Dr. Fikret İPEK Dicle Üniversitesi Dr. Filiz ACUN KAYA Dicle Üniversitesi Dr. Filiz KEYF Hacettepe Üniversitesi Dr. Gamze Aren İstanbul Üniversitesi Dr. Gülay KANSU Ankara Üniversitesi Dr. Gulfem Ergün Ankara Üniversitesi Dr. Gürcan ESKİTAŞÇIOĞLU Van Yüzüncüyıl Ü. Dr. Güvenç BAŞARAN Dicle Üniversitesi Dr. Hayriye SÖNMEZ Ankara Üniversitesi Dr. H. Cem Güngör Hacettepe Üniversitesi Dr. İbrahim Halil TACİR Dicle Üniversitesi Dr. İlken KOCADERELİ Hacettepe Üniversitesi Dr. İrfan KARADEDE Dicle Üniversitesi Dr. İsmail MARAKOĞLU Selçuk Üniversitesi Dr. Jalen DEVECİOĞLU KAMA Dicle Üniversitesi Dr. Korkut DEMİREL İstanbul Üniversitesi Dr. Köksal BEYDEMİR Dicle Üniversitesi Dr. Levent ÖZER Ankara Üniversitesi Dr. Mehmet DALLI Dicle Üniversitesi Dr. Mehmet DOĞRU Dicle Üniversitesi Dr. Mehmet ÇOLAK Dicle Üniversitesi Dr. Melek D. TURGUT Hacettepe Üniversitesi Dr. Mine Betül ÜÇTAŞLI Gazi Üniversitesi Dr. M. Mutahhar ULUSOY Ankara Üniversitesi Dr. Musa CAN Dicle Üniversitesi Dr. Nejat TUNCER İstanbul Üniversitesi Dr. Nihal AVCU Hacettepe Üniversitesi Dr. Nihal HAMAMCI Dicle Üniversitesi Dr. Nuri YAZICIOĞLU Ankara Üniversitesi Dr. Nurhan ÖZALP Ankara Üniversitesi Dr. Nüket SANDALLI Yeditepe Üniversitesi Dr. Orhan HAMAMCI Dicle Üniversitesi Dr. Özant ÖNÇAĞ Ege Üniversitesi Dr. Özkan ADIGÜZEL Dicle Üniversitesi Dr. Remzi NİGİZ Dicle Üniversitesi Dr. Rezzan GÜNER Dicle Üniversitesi Dr. Rıza ALPÖZ Ege Üniversitesi Dr. Sadullah KAYA Dicle Üniversitesi Dr. Sadullah ÜÇTAŞLI Ankara Üniversitesi Dr. Seher GÜNDÜZ ARSLAN Dicle Üniversitesi Dr. Sema Belli Selcuk Üniversitesi Dr. Sema ÇELENK Dicle Üniversitesi Dr. Senem YİĞİT ÖZER Dicle Üniversitesi Dr. Serhat ATILGAN Dicle Üniversitesi Dr. Serkan AĞAÇAYAK Dicle Üniversitesi Dr. Sibel YILDIRIM Selçuk Üniversitesi Dr. Süleyman AGÜLOĞLU Dicle Üniversitesi Dr. Şebnem ESKİMEZ Dicle Üniversitesi Dr. S. Zelal ÜLKÜ Dicle Üniversitesi Dr. Törün ÖZER Dicle Üniversitesi Dr. Ufuk HASANREİSOĞLU Ankara Üniversitesi Dr. Yalçın DEĞER Dicle Üniversitesi Dr. Yasemin KESKİN Ankara Üniversitesi Dr. Yücel YILMAZ Atatürk Üniversitesi Dr. Zeki AKKUŞ Dicle Üniversitesi Dr. Zelal SEYFİOĞLU POLAT Dicle Üniversitesi Dr. Zuhal KIRZIOĞLU Süleyman Demirel Üniversitesi İletişim Adresi Dicle Üniversitesi, Dişhekimliği Fakültesi, Dicle Dişhekimliği Dergisi 21280 Diyarbakır. Tlf: 0 412 248 81 06, Fax: 0 412 248 81 00, E-mail : ddd@dicle.edu.tr Makale Gönderme E-mail ile ddd@dicle.edu.tr adresine veya posta yolu ile elektronik kaydı yapılmış olarak iletişim adresimize yapılmalıdır. ISSN 1308-0903 DİCLE DİŞHEKİMLİĞİ DERGİSİ DENTAL JOURNAL OF DİCLE Cilt / Volume 12 ∙ Sayı / Number 1 ∙ 2011 http://dishek.dicle.edu.tr/dergi/dergi.htm Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 Contents / İçindekiler CONTENTS / İÇINDEKİLER 1- KÖK KANAL DOLGU MATERYALLERİNİN ANTİBAKTERİYEL ETKİLERİNİN İNCELENMESİ INVESTIGATION OF ANTIBACTERIEL EFFECTS OF ROOT CANAL SEALING MATERIALS Bayram İNCE, Sema ÇELENK, Şebnem NERGİZ Dicle Dişhekimliği Dergisi, 2011; Cilt 12, Sayı: 1, 1-6. 2- FARKLI DENTİN BAĞLAYICI SİSTEMLERİN SÜT DİŞLERİNDEKİ ANTİBAKTERİYEL ETKİNLİKLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ THE EVALUATION OF ANTIBACTERIAL EFFECTIVENESS OF DIFFERENT DENTIN BONDING SYSTEMS IN PRIMARY TEETH Asu ÇAKIR, Sibel YILDIRIM, U. Sait UÇAN, Niyazi DÜNDAR Dicle Dişhekimliği Dergisi, 2011; Cilt 12, Sayı: 1, 7-15. 3- SINIF II RESTORASYONLARDA KAVİTE DEZENFEKTANLARININ MİKROSIZINTIYA ETKİSİNİN ELEKTRON MİKROSKOBU (SEM) İLE DEĞERLENDİRİLMESİ THE EVALUATION OF EFFECT OF CAVITY DISINFECTANTS ON MICROLEAKAGE IN CLASS II RESTORATIONS UNDER SCANNING ELECTRON MICROSCOPE (SEM) Bayram İNCE, Mehmet DALLI, Emrullah BAHŞİ, Cafer ŞAHBAZ, Hakan Çolak, Ertuğrul ERCAN, İsmet Rezani TOPTANCI Dicle Dişhekimliği Dergisi, 2011; Cilt 12, Sayı: 1, 16-25. 4- ANTERİOR DİŞ EKSİKLİĞİNİN FİBER İLE GÜÇLENDİRİLEN KOMPOZİT REZİN SABİT BÖLÜMLÜ PROTEZ İLE RESTORASYONU: OLGU SUNUMU RESTORATION OF ANTERIOR MISSING TOOTH WITH FIBER-REINFORCED RESIN COMPOSITE FIXED PARTIAL DENTURE Elçin DERELLİ, Gürcan ÇETİN Dicle Dişhekimliği Dergisi, 2011; Cilt 12, Sayı: 1, 26-29. 5- TİP I DİABET-BİR OLGU TYPE I DIABETES-ONE CASE Filiz ACUN KAYA, Ahmet GÜNAY, Tuba TALO, Arzum Güler DOĞRU, Esma BARAN, Ebru Ece SARIBAŞ Dicle Dişhekimliği Dergisi, 2011; Cilt 12, Sayı: 1, 30-33. 6- PALATAL DEFEKTLİ HASTADA PROTEZ UYGULAMASI: VAKA RAPORU PROSTHETİC APPLİCATİON İN A PATİENT WİTH PALATAL DEFECT: CASE REPORT S. Zelal BAŞKAN ÜLKÜ Dicle Dişhekimliği Dergisi, 2011; Cilt 12, Sayı: 1, 34-36. 7- PEMFİGUS VULGARİS-(BİR OLGU) PEMPHİGUS VULGARİS (ONE CASE) Arzum Güler DOĞRU, Ebru SARIBAŞ, Filiz ACUN KAYA Dicle Dişhekimliği Dergisi, 2011; Cilt 12, Sayı: 1, 37-39. Cilt / Volume 12 ∙ Sayı / Number 1 ∙ 2011 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 8- DİKEY BOYUT KAYBINDA PROTETİK REHABİLİTASYON PROSTHETİC REHABİLİTATİON IN VERTİCAL DİMENSİON LOSS S. Zelal BAŞKAN ÜLKÜ Dicle Dişhekimliği Dergisi, 2011; Cilt 12, Sayı: 1, 40-42. 9- DENTAL AĞARTMA SİSTEMLERİNİN ETKİLERİ II THE EFFECTS OF DENTAL BLEACHING SYSTEMS II Hatice AĞAN, Gülay KANSU Dicle Dişhekimliği Dergisi, 2011; Cilt 12, Sayı: 1, 43-49. 10- HELİKOBAKTER PYLORİ VE PERİODONTAL HASTALIKLAR HELIKOBAKTER PYLORI AND PERIODONTAL DISEASES: REVIEW Murat İnanç CENGİZ Dicle Dişhekimliği Dergisi, 2011; Cilt 12, Sayı: 1, 50-55. 11- ORTODONTİK TEDAVİLERDE KÖK REZORPSİYONU ROOT RESORPTION IN ORTHODONTIC TREATMENTS Mihri Amasyalı, Deniz SAĞDIÇ Dicle Dişhekimliği Dergisi, 2011; Cilt 12, Sayı: 1, 56-63. Cilt / Volume 12 ∙ Sayı / Number 1 ∙ 2011 Contents / İçindekiler Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 KÖK KANAL DOLGU MATERYALLERİ Bayram İNCE ve ark. KÖK KANAL DOLGU MATERYALLERİNİN ANTİBAKTERİYEL ETKİLERİNİN İNCELENMESİ INVESTIGATION OF ANTIBACTERIEL EFFECTS OF ROOT CANAL SEALING MATERIALS 1 *Bayram İNCE, 2Sema ÇELENK, 3Şebnem NERGİZ 1 Yrd.Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Diş Hastalıkları ve Tedavisi A.D., Diyarbakır. Doç. Dr., Dicle Universitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti A.D., Diyarbakır. 3 Araş.Gör. Dicle Universitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji A.D., Diyarbakır. 2 Özet Bu çalışmayı yapmamızın asıl amacı; beş farklı yapıdaki kök kanal dolgu materyalinin değişik test mikroorganizmaları üzerindeki antibakteriyel aktivitelerini değerlendirmektir. Bu hedefe uygun olarak temin edilen beş adet bakteri ve bir adet maya mantarının Müller-Hinton agar besi yerine ekimi yapıldı. Antibakteriyel etkinliği değerlendirilecek olan materyaller beş farklı gruba ayrıldı. (1. grup Sealapex, 2. grup Diaket, 3. grup MTA Angelus, 4. grup EndoREZ, 5. grup Guttaflow). Üretici firmaların önerileri doğrultusunda hazırlanan materyaller, petri kutularındaki besi yerleri üzerindeki deliklere yerleştirildi ve 37°C sıcaklıkta 24 saat süreyle inkübe edildi. Disk çukurları çevresinde oluşan inhibisyon zon çapları; agar difüzyon test metodu kullanılarak inhibisyon zon ölçeği yardımıyla değerlendirildi ve Kruskal-Wallis ile Mann-Whitney U testleri kullanılarak analiz edildi. EndoREZ ve Guttaflow ise, test mikroorganizmalarından hiçbirine karşı inhibisyon alanı oluşturmamıştır. Sealapex, Diaket ve MTA’nın tüm mikroorganizmalara karşı antibakteriyel aktivite oluşturduğu, ancak MTA’nın yalnızca E.coli türüne karşı inhibisyon alanı oluşturmadığı belirlenmiştir. Anahtar kelimeler: Kanal dolgu patları, endodontik flora, antibakteriyel etki, agar difüzyon testi. Abstract The aim of this study was to evaluate antibacterial activities of five different structured root canal filling materials on varied test microorganisms. Plantation of provided five different bacterias and one yeast fungus was done on Müller-Hinton agar nutrition place appropriate to this objective. Materials, of which antibacterial efficiencies will be evaluated were divided into five groups. ( Group 1: Sealapex, Group 2: Diaket, Group 3: MTA Angelus, Group 4: EndoREZ, Group 5: Guttaflow).Materials prepared according to manufacturers’ recommendations were placed in holes on the petri cultivation box and were incubated at 37 0C for 24 h. Inhibition zone diameters occured around disk holes were evaluated agar diffusion test method by the help of inhibition zone scale and were analyzed with Cruskall-Wallis-Mann Whitney U tests. EndoREZ and Guttaflow did not form inhibition zone against any of the test microorganisms. It was defined that Sealapex, Diaket and MTA created antibacterial activity against all microorganisms, but( MTA did not form any inhibition zone only against) other than E.coli. Key words: Root Canal Sealing, Endodontic Flora, Antibacterial Effect, Agar Diffusion Test. Giriş Kök kanal tedavisinde temel amaç; kanalların mekanik olarak temizlenmesini takiben irritan özellik taşımayan bakterisid ilaçlarla yıkanması ve yine toksik olmayan dolgu ve patlarla apikal foramen’e kadar sızdırmaz bir şekilde üç boyutlu olarak doldurulmasıdır. Bu amaca yönelik olarak, kök kanalarının mekanik *İletişim Adresi Dr. Bayram İNCE Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Diş Hastalıkları ve Tedavisi Anabilim Dalı, 21280 Diyarbakır. Tel: 0-412-2488101 Faks: 0-412-2488100 Gsm: 0-505-2271865 e-mail: bayram2077@hotmail.com Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 preparasyonunu takiben yıkama solüsyonları ve kanal içi ilaçlarla dezenfekte edilerek guttaperka ve bir kanal patı ile sızdırmaz bir şekilde doldurulması gerekmektedir. Endodontik olarak başarısız olguların yaklaşık %60’ında asıl neden apikal sızdırmazlığın tam olarak sağlanamamasıdır. Kök kanallarının eksik ve yetersiz doldurulması veya taşkın dolgu yapılması apikal sızıntının gerçekleşmesinde önemli rol oynamaktadır (1-3). Kök kanal patlarının sınıflandırılmasında değişik yöntemler kullanılagelmiştir. Weine (4), Grossman ve arkadaşları (5) kök kanal patlarını ZOE esaslılar, Ca(OH)2 içerenler ve reçine destekliler olarak üç gruba ayırırken; Cohen ve Burns (6) bu sınıflamaya öjenol içermeyenler ve plastik esaslı patları da eklemiştir. Alaçam, kanal patlarını içeriklerine göre ZOE, Ca(OH)2, paraformaldehit içerenler, Sayfa 1 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 plastik esaslılar, cam iyonomerler ve rezorbe olan patlar şeklinde 6 grup olarak sınıflandırmıştır (7). Bayırlı ise, iyodoformlu, öjenollü, öjenolsüz, paraformaldehitli, kalsiyum hidroksitli kanal dolgu maddeleri, sentetikler, cam iyonomer simanlar, katı maddeler, retrograd dolgu maddeleri şeklinde gruplandırmıştır (8). Günümüzde gelişen teknolojiyle birlikte dental materyallerde aranan ideal özelliklerin arasında bu materyallerin antibakteriyel özelliğe sahip olmaları da bulunmaktadır. Bu sebeple, yakın zamanda piyasaya sürülmüş olan materyallerin antibakteriyel özellikleri üzerinde yapılan araştırmalar önem kazanmıştır. Bu araştırmalarda dental materyallerin antibakteriyel özellikleri en basit haliyle agar difüzyon testleriyle değerlendirilmiştir. Agar difüzyon testleri, laboratuvarda oldukça yarar sağlayan, kolay ve kısa sürede sonuç veren testlerdir. Bu testlerin birbirinin yerine geçebilir tarzda kullanılan ve disk difüzyon ve çukur agar testleri olarak adlandırılan iki alt grubu vardır. Her iki testte de, çeşitli materyallerin agar yüzeylerine ekilmiş bakterilere karşı antibakteriyel özelliklerinin sorgulanması amaçlanmaktadır (9, 10). GEREÇ VE YÖNTEM Çalışmamızda; kalsiyum hidroksit esaslı Sealapex (Kerr, Romulus Mİ, USA), polivinil resin esaslı Diaket (Espe, Premier, Norristoıvn, PA, USA), yeni nesil silikon esaslı Guttaflow (Coltene/Whaledent, Langenau, Germany) ve EndoREZ (Ultradent Products, Inc, South Jordan, UT) ile MTA Angelus (Odonto-Logika, Ind. Prod. Odsont. Ltda, Londrina, Parana, Brazil) kök kanal dolgu materyalleri kullanılmıştır. Kök kanal dolgu materyallerinin analiz edileceği beş fakültatif bakteri ve bir maya mantarı için 30 adet sterilize edilmiş petri kutusu hazırlandı ve her bir grup için numaralandırıldı. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilimdalı’ndan temin edilen bu mikroorganizmalar sırasıyla; E.coli ATCC 25922, P.aeruginosa ATCC 27853, Enterococcus faecalis ATCC 29212, S.aureus ATCC 25923, S.epidermidis ATCC 12228 ve Candida albicans ATCC 10231 test bakterileridir. Test mikroorganizmaları Müller-Hinton agar besi yerine ekilerek 18 saatlik süreyle inkübe edildi. Elde edilen taze kültürler, usulüne Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 KÖK KANAL DOLGU MATERYALLERİ Bayram İNCE ve ark. uygun olarak üretildikten sonra, McFarland 0.5 eşeline göre sulandırıldı ve 37°C’de 24 saat süreyle inkübe edilerek kültürleri hazırlandı. Bu sırada, %7’lik koyun kanlı Müller-Hinton agar besiyeri içeren 30 adet standart petri kutusunun her birine beş adet 5mm. çapında delikler açıldı. Steril petri kutuları içerisinde açılan her disk çukur, her biri diğerinden en az 22mm. aralıkla ve petri kutusunun kenarından 14mm. içeride bulunacak şekilde düzenlendi. Daha sonra buyyon kültürlerinden steril eküvyonlarla alınan mikroorganizmaların petri kutularına ekimleri yapıldı. Antibakteriyel etkinliği değerlendirilecek olan materyaller de petri kutuları içerisine yerleştirme sırasına göre; birinci grupta Sealapex, ikinci grupta Diaket, üçüncü grupta MTA Angelus , dördüncü grupta EndoREZ, beşinci grupta Guttaflow olacak şekilde beş farklı gruba ayrıldı. Üretici firmaların önerileri doğrultusunda hazırlanan kök kanal dolgu patları, her diskte 20mg.’lık karışım olacak şekilde, petri kutularındaki besi yeri üzerindeki deliklere yerleştirildi. Endorez ve Guttaflow enjekte edilirken; Sealapex, MTA ve Diaket disk çukurların içerisine Endomate (Nsk, Japon) ve lentülo kullanılarak bırakıldı. Hazırlanan petri kutuları 37°C sıcaklıkta 24 saat süreyle inkübe edildikten sonra, disk çukurları çevresinde oluşan inhibisyon zon çapları; agar difüzyon test metodu kullanılarak inhibisyon zon ölçeği yardımıyla beş kez tekrarlanan ölçümlerle değerlendirildi (Resim 1). Resim 1: İnhibisyon zon alanlarının ölçümü için sıralanmış örnekler. Disk çukurunun kenarından itibaren ortaya çıkan zonların çapları ile antibakteriyel Sayfa 2 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 etki arasındaki ilişki skorlama yönteminden yararlanılarak değerlendirildi. 0-2 mm çaplı zon = (-) Etkisiz 2,1-5 mm çaplı zon = (+) Zayıf etkili 5,1-8 mm çaplı zon = (+ +) Orta derecede etkili >8 mm çaplı zon = (+ + +) Etkili BULGULAR Kullanılan test mikroorganizmalarına karşı oluşan inhibisyon zon alanları inhibisyon zon cetveli ile ölçülüp alınan bulgular kaydedildi. Araştırmamızda kullandığımız kök kanal dolgu patlarının test mikroorganizmalarına karşı oluşturduğu inhibisyon zon çaplarının değerlendirmesi Kruskal-Wallis ve MannWhitney U testleri kullanılarak yapıldı. EndoREZ ve Guttaflow hiçbir test mikroorganizmasına karşı antibakteriyel etki sergilemediğinden istatistiksel değerlendirmenin dışında bırakılmıştır. Sealapex, Diaket ve MTA’nın tüm mikroorganizmalara karşı antibakteriyel aktivite oluşturduğu, ancak MTA’nın yalnızca E.coli türüne karşı inhibisyon alanı oluşturmadığı belirlendi. Materyallerin oluşturduğu inhibisyon zon çaplarının ortalama değerleri ve standart sapmaları Tablo 1’de gösterilmiştir. Tablo 1: Ölçülen değerlerin ortalama ve standart sapma sonuçları. P.aeruginosa, E.faecalis, S.aureus, S.epidermidis ve C.albicans test mikroorganizmaları için gruplar arasındaki istatistiksel farklılıklar Kruskal-Wallis testi uygulanarak değerlendirildi. Kruskal-Wallis varyans analizi sonrasında istatiksel olarak anlamlı bulunan test mikroorganizmalarının kendi aralarındaki ikişerli karşılaştırmalarında ise Bonferroni Düzeltmeli Mann Whitney U Testi uygulandı. Çalışmamız sonucunda test mikroorganizmalarına karşı oluşan inhibisyon Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 KÖK KANAL DOLGU MATERYALLERİ Bayram İNCE ve ark. zon çaplarının ortalama değerleri Grafik 1’de verilmiştir. Grafik 1: İncelenen kök kanal dolgu patlarının kullanılan test mikroorganizmalara karşı oluşan inhibisyon zon alan ölçümlerinin grafiği. TARTIŞMA Günümüze kadar endodontik tedavilerde, farklı antibakteriyel içeriğe sahip birçok kanal dolgu maddesi kullanılmıştır. Son yıllarda ise, mineralizasyonu ve apikal kapanmayı indüklediği, travma sonucu oluşan kök rezorpsiyonunu engellediği, alkali pH ile osteoklastik aktiviteyi inhibe ettiği belirtilen kalsiyum hidroksit materyalleri endodontide çok geniş bir kullanım alanı bulmuştur (11, 12). Kalsiyum hidroksit patlarının antibakteriyel etkileri çeşitli in-vitro çalışmalarla incelenmiş olup, bu özelliğin patın zaman içerisinde açığa çıkardığı hidroksil iyonu konsantrasyonuna bağlı olduğu bildirilmiştir. Bu aktivitenin mekanizması; yüksek pH oranı ile ilişkili olup, vücut sıvısının tampon kapasitesine bağlı olarak zamanla azalma göstermektedir (13). Yapılan bir çalışmada; Ca(OH)2’li patların ZOE’li patlara oranla daha güçlü bir antibakteriyel etki gösterdiği tespit edilmiştir. Ancak, Ca(OH)2’li patların daimi dişlerin enfekte kanallarında sıklıkla bulunan E.faecalis’e 4 saat içinde etkili olamadığı bildirilmiştir (14). Mickel ve arkadaşları, agar difüzyon test yöntemini kullanarak yaptıkları bir çalışmada; ZOE içerikli Roth 811, Kerr EWT, Sealapex ve AH-Plus patlarının E.faecalis üzerindeki antibakteriyel etkinliğini araştırmışlardır. Çalışmanın sonucunda; Roth 811, Kerr EWT ve Sealapex’in inhibisyon zonu oluşturduğunu, ancak AH-Plus’ın hiç antibakteriyel etki göstermediğini bildirmişlerdir (15). Estrela ve arkadaşları; MTA, Portland simanı, Ca(OH)2, Sealapex ve Dycal’ın S.aureus, E.Faecalis, Pseudomonas Sayfa 3 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 aeruginosa, Bacillus subtilis ve Candida albicans üzerindeki antibakteriyel etkisini agar difüzyon test yöntemi ile incelemişlerdir. Sonuç olarak; Ca(OH)2, Sealapex, MTA, Portland simanı bakteriler üzerinde inhibisyon zonu oluştururken Dycal’ın oluşturmadığını tespit etmişlerdir. Ca(OH)2’nin ise bütün bakteri türlerinde en iyi inhibisyon zonu oluşturduğu bildirilmiştir (16). Agar difüzyon yöntemi kullandığımız ve Sealapex, MTA Angelus, Diaket, Endorez ve Guttaflow kök kanal dolgu patlarının antibakteriyel aktivitelerini değerlendirdiğimiz çalışmamızda; 24 saatlik ve 48 saatlik inkübasyon sonrası izlenen verilerde Sealapex, MTA ve Diaket’in inhibisyon zonu oluşturduğu belirlendi. Çobankara ve arkadaşları, agar difüzyon test yöntemi kullanarak RoekoSeal, Ketac Endo, AH Plus, Sealapex ve Sultan patlarının E.faecalis üzerindeki antibakteriyel etkinliğini değerlendirmişlerdir. RoekoSeal hiç antibakteriyel etki göstermezken, AH Plus, Sultan ve Sealapex antibakteriyel etki sergilemiş ve aralarında önemli bir farklılık gözlenmemiştir. Ketac Endo ise, diğer patlardan daha az antibakteriyel etkinlik oluşturmuştur (17). Bu çalışmaya paralel olarak Sealapex, RSA RoekoSeal Automatix’in geliştirilmiş hali olan Gutta Flow ve EndoREZ kullanarak yaptığımız çalışmamızda, Sealapex’in antibakteriyel aktivite gösterdiğini, ancak Gutta Flow ve EndoREZ’in antibakteriyel aktivite sergilemediğini gözlemledik. Antibakteriyel testlerin çoğu endodontik enfeksiyonlarla ilgili bakterilerle yapılmaktadır. Çalışmamızda test bakterileri olarak; E.coli ATCC 25922, P.aeruginosa ATCC 27853 E.faecalis ATCC 29212, S.aureus ATCC 25923 S.epidermidis ATCC 12228 ve bir maya mantarı olan C.albicans ATCC 10231 kullanılmıştır. Torabinejad 1995 yılında yaptığı bir araştırmada; MTA’nın bazı fakültatif bakterilere karşı etkili olduğunu, ancak Enterrococcus faecalis, Staphylococcus aureus, Bacillus subtilis ve E.coli’ye karşı antibakteriyel aktivite sergilemediğini bildirmiştir (18). Biz de çalışmamızda benzer olarak; MTA Angelus’un çalıştığımız fakültatif bakterilere karşı etkili olduğunu, ancak E.coli’ye karşı antibakteriyel aktivitesinin olmadığını gözlemledik. Bununla birlikte, E.coli türüne karşı MTA’ nın yanısıra, Endorez ve Guttaflow materyallerinin de inhibisyon alanı oluşturmadığını belirledik. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 KÖK KANAL DOLGU MATERYALLERİ Bayram İNCE ve ark. Sipert ve arkadaşları, yeni nesil resin bazlı pat olan EndoREZ kullandıkları bir çalışmada; bu patın fakültatif mikroorganizmalara karşı hiçbir antibakteriyel etki göstermediği sonucunu bulmuşlardır (19) Ahlberg de benzer bir çalışmada, EndoREZ’in antibakteriyel etkisinin bulunmadığını belirtmiştir (20). Biz de bu araştırmalara paralel olarak yaptığımız çalışmamızın sonucunda; EndoREZ kök kanal dolgu maddesinin, fakültatif mikroorganizmalara karşı antibakteriyel etkisi olmadığını tespit ettik. Pupo ve arkadaşları, beş farklı materyal kullanarak yaptığı bir araştırmada; Diaket’in zaman geçtikçe bazı mikroorganizmalar üzerine daha iyi antibakteriyel etki gösterdiğini gözlemişlerdir (21). Bizim de çalışmamızda; Diaket bütün test mikroorganizmalarına karşı iyi bir antibakteriyel etki sergilerken, 24-48 saatlik ölçüm sonuçları arasında önemli bir farklılık göstermemiştir. Bununla birlikte, Diaket kök kanal dolgu materyalinin özellikle S.aureus ve S.epidermidis üzerinde oldukça iyi bir antibakteriyel aktiviteye sahip olduğunu gözlemledik. Bazı araştırmacılar, kanal dolgu patlarının antibakteriyel etkinliklerinin zaman içerisinde azaldığını bildirmişlerdir (22, 23). Bizim çalışmamızda ise, ilk 24 saat ve 48 saat sonunda ölçülen antibakteriyel değerler arasında yok denecek kadar az bir fark olduğu görüldü. Diaket’in antibakteriyel aktivitesinin araştırıldığı bir çalışmada, bu patın etkinliğinin diğer epoksi rezin içerikli patlara kıyasla daha düşük olduğu tespit edilmiştir (24). Bodrumlu ve arkadaşlarının yaptığı bir araştırmada; Epiphany, Diaket, Endomethasone, AH26, Sealapex ve Sultan kök kanal dolgu patlarının Enterococcus faecalis üzerine antibakteriyel etkisi agar difüzyon yöntemi ile test edilmiştir. İnhibisyon zonu oluşturan kök kanal dolgu patlarının antibakteriyel aktivite etkinlikleri sırasıyla şu şekilde bulunmuştur. Endomethasone > Sultan > Sealapex > Diaket > Epiphany > AH26 (25). Bu çalışmada Sealapex’in oluşturduğu antibakteriyel aktivite; bizim yaptığımız çalışmaya paralel olarak Diaket’ten daha yüksek çıkmıştır. Eldeniz ve arkadaşları, agar difüzyon test yöntemi kullanarak yaptıkları bir çalışmada; AH26, Diaket, Sultan, Apexit ve RoekoSeal ile yeni nesil silicon rezin esaslı EndoREZ’ in Sayfa 4 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 antibakteriyel etkinliğini, Enterococcus faecalis, Staphylococcus aureus ve Pseudomonas aeruginosa mikroorganizmalarına karşı değerlendirmişlerdir. Bu çalışmanın sonucunda; AH26, Diaket ve Sultan antibakteriyel etki gösterirken, EndoREZ, Apexit ve RoekoSeal’ de hiçbir antibakteriyel aktivite gözlenmemiştir (26). Bu çalışmaya parallel olarak bizim çalışmamızda da, Diaket antibakteriyel etki gösterirken EndoREZ’ in antibakteriyel aktivitesinin bulunmadığı belirlenmiştir. Tanomaru ve arkadaşları agar difüzyon test yöntemi kullanarak yaptıkları bir çalışmada; kalsiyum hidroksit içerikli kanal dolgu patları ile MTA Angelus’un antibakteriyel etkilerini Micrococcus luteus, Staphylococcus aureus, Pseudomonas aeruginosa, Candida albicans ve Enterococcus faecalis mikroorganizmaları üzerinde karşılaştırmalı olarak değerlendirmişlerdir. Sealapex ve MTA Angelus’un tüm bakteri türlerine karşı iyi bir aktivite gösterdiği görülmüştür (27). Bu bulgular, bizim çalışmamızın sonuçlarıyla benzerdir. Smadi ve arkadaşları, agar difüzyon yöntemini kullanarak yaptıkları bir çalışmada; rezin bazlı, çinko oksit içerikli ve kalsiyum hidroksit esaslı olarak üç sınıfa ayırdığı kök kanal dolgu patlarının antibakteriyel etkisini analiz etmişlerdir. Sonuç olarak elde edilen antibakteriyel aktivite, büyükten küçüğe doğru şu şekilde sıralanmıştır: Sealite Regular > Cortisemol > Dentalis KEZ > AH26 > Sealapex > Acroseal/Topseal > Endorez/AH plus (28). Bu araştırmanın sonuçları da bizim çalışmamızın sonuçlarını destekler niteliktedir. Miyagak ve arkadaşları agar difüzyon testi kullanarak yaptıkları bir çalışmada; NRickert, Sealapex, AH Plus, MTA ve Portland simanı kök kanal dolgu patlarının C.albicans, S.aureus, E.faecalis ve E.coli mikroorganizmaları üzerindeki antibakteriyel etkilerini değerlendirmişlerdir. Oluşan inhibisyon zon alanları 24 saat sonra ölçülmüştür. Bu çalışmanın sonucunda; MTA, Sealapex ve Portland simanı’nın E.coli, S.aureus ve C.albicans’a karşı antibakteriyel etkinliğinin olmadığı gözlenmiştir. Tüm materyaller, E.faecalis’e karşı antibakteriyel etki göstermiştir (29). Bizim çalışmamıza uygun olarak MTA E.coli’ye antibakteriyel etki göstermezken, Sealapex de E.faecalis’e karşı antibakteriyel aktivite sergilemiştir. Brozavik ve arkadaşları yaptıkları farklı bir çalışmada; E. coli, Serratia marcescens, Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 KÖK KANAL DOLGU MATERYALLERİ Bayram İNCE ve ark. Pseudomonas aeruginosa, Staphylococcus aureus test mikroorganizmalarını kullanarak Guttaflow, Epiphany, Diaket, IRM, Super EBA ve Hermetic kanal dolgu patlarının antibakteriyel aktivitelerini DCT yoluyla analiz etmişlerdir. Sonuç olarak; IRM ve Epiphany’ nin daha yüksek, Diaket’ in ise orta düzeyde antibakteriyel aktiviteye sahip oldukları gözlenmiştir. E.coli ve Serratia marcescens’ e karşı Super EBA ve Guttaflow kanal dolgu materyallerinin antibakteriyel aktiviteye sahip olmadığı bildirilmiştir. Hermetic kanal dolgu patının hiçbir test mikroorganizmasına karşı antibakteriyel aktivite gösteremediği belirlenmiştir (30). Endodontik tedavide kullanılan kök kanal dolgu patlarının antibakteriyel etkiye sahip olmaları ve bu etkinin uzun süre devam etmesi, periapikal dokular üzerine toksik etkili olmaması ve biyolojik olarak uygun bir materyal olması istenmektedir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, çalışmamızda kullanılan kök kanal dolgu materyallerinin antibakteriyel aktivitelerinin yanısıra, sitotoksik özelliklerinin de benzer araştırmalarla değerlendirilmesi gerektiği kanısındayız. SONUÇ Agar difüzyon yöntemi kullanarak yaptığımız çalışmada, Sealapex ve Diaket incelenen tüm mikroorganizmalara karşı inhibitör etki gösterirken, MTA Angelus, E.Coli haricindeki test mikroorganizmalarına karşı, inhibisyon zon alanı oluşturmuştur. EndoREZ ve Guttaflow ise, test mikroorganizmalarından hiçbirine karşı inhibisyon alanı oluşturmamıştır. Kullanılan kök kanal dolgu maddelerin antibakteriyel etkinliğini değerlendirmek amacı ile farklı yöntemler kullanımının, daha objektif ve daha sağlıklı değerlendirmeler için gerekli olduğunu düşünüyoruz. Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 6. Ingle JI, Taintor JF. Endodontics 3rd ed, Lea&Febiger, Philadelphia, 1985. Sjögren Y, et al. Factors affecting the long term results of endodontic treatment. J Endod 16, 498-504, 1990. Çalışkan MK. Nonsurgical retreatment of teeth with periapical lesions previously managed by either endodontic or surgical intervention. Oral Surg Oral Med Oral Pathol. 100, 242-8, 2005. Weine S. Endodontic therapy 4th ed. St Louis, Mosby 1989. Grossman LI, et al. Endodontic practice. 11th edn, p.242-70, Philadelphia. Lea&Febiger 1988. Cohen S, Burn RC. Pathways of the pulp. 4th ed. St Louis, Mosby, 1987. Sayfa 5 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. KÖK KANAL DOLGU MATERYALLERİ Bayram İNCE ve ark. Alaçam T. Endodonti Barış yayınları fakülteler kitap evi, S: 495-532 Ankara, 2000. Bayırlı G. Endodontik Tedavi I. Üniversite Yayınları s. 399496, İstanbul 1998. Stegemann M, Beckmann G.T. In-vitro susceptibilitytesting in veterinary practice, Printed in Germany. Published by Gustav Fischer Verlag Jena Villengang,1994. Tobias R.S. Antibacterial properties of dental materials: a review. Int. Endod. J., 1988; 21, 155-60. Di Fiore PM, Colonel L, Peters DD, Setterstrom JA, LortonL. The antibacterial effects of calcium hydroxide apexificationpastes on Streptococcus sangius. Oral Surg; 55(1 ):91-94,1983. Mickel K, Wright ER. Growth inhibition of Streptococcus anginosus by three calcium hydroxide sealars and one zincoxide eugenol sealer. J Endod; 25(1):34-37, 1999. Abdulkader A, Duguid R, Saunders EM. The antimicrobial activity of endodontic sealers to anaerobic bacteria. Int Endod J; 29:280-283, 1996. Orstavik d. Antibacterial properties of root canal sealers, cements and pastes. Int Endod J 14, 125-33, 1981. Mickel AK, Nguyen TH, Chogle S. Antimicrobial activity of endodontic sealers on Enterococcus faecalis. Journal of Endodontics. 257-8.2003. Estrela C, Bammann LL, Estrela CR, Silva RS, Pecora JD. Antimicrobial and chemical study of MTA, portland cement, calcium hydroxide paste, sealapex and dycal. Braz Dent J 2000; 11: 3-9. Çobankara, F. K., Altınöz, H. C., Erganis, O., Kav, K., Belli, S.: In vitro antibacterial activities of root canal sealers by using two different methods. Journal of Endodontics, Endodontic Journal, 30: 397-402, 1997. Torabinejad M, Hong CU, Pitt Ford TR, Kettering JD.Antibacterial effects of some root-end filling materials. J Endod 1995; 21: 403-6. Sipert CR, Hussne RP, Nishiyama CK, Torres SA. In vitro antimicrobial activity of Fill Canal, Sealapex, Mineral Trioxide Aggregate, Portland cement and EndoRez. Int Endod J. 2005, 38(8):539-43. Ahlberg KM, Tay WM A methacrylate-based cement used as a root canal sealer. International Endodontic Journal.1521.1998. Pupo J, Biral RR, Benatti O, Abe A, Valdrighi L, Pracicaba SRAntimicrobial effects of endodontic filling cements on microorganisims from root canal. Oral Surg; 55(6):622-627, 1983. Sonat B, Ayhan N, Ziraman F, Seçkin B: Kalsiyum hidroksit içeren kanal patlarının antimikrobiyal etkinliklerinin incelenmesi. AÜ Diş Hek Fak Derg 18: 49, 1991. Canalda C, Pumarola J: Bacterial growth inhibition produced by root canal sealer cement with a calcium hydroxide base. Oral Surg Oral Med Oral Pathol 68: 99, 1989. Barkorder RA. Evaluation of antimicrobial activity in vitro of ten root canal sealerson S. Sanguis and S. Mutans. Oral Surg Oral Med Oral Pathol 68, 770-2, 1980. Bodrumlu E, Semiz M. Antibacterial Activity of a New Endodontic Sealer against Enterococcus faecalis. Journal of Canadian Dental Association. 72(2), 637 (2006). Eldeniz AU, Erdemir A, Hadimli HH, Belli S, Erganis O. Assessment of antibacterial activity of EndoREZ. Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod.; 102(1): 119-26, 2006. Tanomaru JM, Tanomaru-Filho M, Hotta J. Antimicrobial activity of endodontic sealers based on calcium hydroxide and MTA. Acta Odontol Latinoam. 2008;21(2):147-51. Smadi L, Mahafzah A, Khraisat A. An in vitro evaluation of the antimicrobial activity of nine root canal sealers. J Contemp Dent Pract. 2008 Jul 1;9(5):60-7. Miyagak DC, de Carvalho EM, Robazza CR, Chavasco JK, Levorato GL.. In vitro evaluation of the antimicrobial activity of endodontic sealers. 20(4):303-6. in: Braz Oral 2007. Brozavic V, Miletic I, I.Antibacterial activity of root canal sealers. Int Endod J.2007 December; 40.998 Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 Sayfa 6 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 DENTİN BAĞLAYICI SİSTEMLERİN ANTİBAKTERİYEL ETKİLERİ Asu ÇAKIR ve ark. *FARKLI DENTİN BAĞLAYICI SİSTEMLERİN SÜT DİŞLERİNDEKİ ANTİBAKTERİYEL ETKİNLİKLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ THE EVALUATION OF ANTIBACTERIAL EFFECTIVENESS OF DIFFERENT DENTIN BONDING SYSTEMS IN PRIMARY TEETH 1 **Asu ÇAKIR, 2Sibel YILDIRIM, 3U. Sait UÇAN, 4Niyazi DÜNDAR 1 Dr. Dt. Beyhekim Ağız ve Diş Sağlığı, Konya. Doç. Dr. Selçuk Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı, Konya. Doç. Dr. Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Konya. 4 Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Araştırma Merkezi, Konya. 2 3 Özet Bu araştırmada, antibakteriyel bir monomer (MDPB) (Clearfil Protect Bond, Kuraray, Japonya) veya flor (Imperva FL Bond, Shofu, Japonya) içeren iki farklı dentin bağlayıcı sistem ve antibakteriyel monomer içermeyen bir dentin bağlayıcı sistemin (Clearfil SE Bond, Kuraray, Japonya) süt dişlerindeki olası antibakteriyel etkinliklerinin in vivo koşullarda değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla adı geçen dentin bağlayıcı sistemler, çocuk hastalarda, çürüklü süt birinci molar dişlerin rutin klinik restorasyonlarında kullanılmalarından sonra, kısa, orta ve uzun dönem takiplerle bakteriyel sızıntı açısından histolojik olarak değerlendirilmiştir. Çalışmada fizyolojik kök rezorbsiyonu nedeniyle yaklaşık olarak 7, 30 ve 90 gün sonra eksfoliye olacak olan toplam 90 adet çürüklü süt birinci molar dişte çürük temizlendi ve adı geçen dentin bağlayıcı sistemler kullanılarak kompozit rezin restorasyonlar yapıldı. Dişlerin yaklaşık olarak 7, 30 ve 90 gün sonunda eksfoliye olmak üzerelerken hafif lüksasyonla çekilmeleri ardından rutin histolojik incelemeler gerçekleştirildi. Çalışmada uzun dönemde antibakteriyel olarak en etkili materyalin Protect Bond olduğu saptanmıştır. Dişlerin tamamında kavite tabanında ve dentin tübülleri içinde bakteri varlığı saptandı, fakat bakterilerin pulpaya kadar ilerlemediği ve pulpada herhangi bir inflamasyona sebebiyet vermediği gözlendi. Bununla birlikte Protect Bond uygulanan dişlerde 90 günlük gözlem yapılan örneklerde bakteri penetrasyon miktarının minimal olduğu saptandı. Sonuç olarak bu çalışmada öngörülen şartlar doğrultusunda antibakteriyel içerikli dentin bağlayıcı sistemin çürüklü süt dişlerinin restorasyonunda pratik, hesaplı ve güvenilir bir alternatif olduğu düşünülmektedir. Anahtar kelimeler: Dentin bağlayıcı sistem, antibakteriyel etki, süt dişi. Abstract Within the scope of this study it was aimed to evaluate possible antibacterial effects of two different dentine bonding containing antibacterial monomer (MDPB) (Clearfil Protect Bond, Kuraray, Japan) or fluoride (Imperva FL Bond, Shofu, Japan) and dentine bond agent that does not include antibacterial monomer (Clearfil SE Bond, Kuraray, Japan) on primary teeth in vivo conditions. For this reason the mentioned bonding systems were used in children for the routine clinical restoration of the decayed first molar primary teeth, short, middle and long term observations on their effects bacterial leak were examine histologically. In this study due to physiological root resorption nearly 7, 30 and 90 days later decays were cleaned totally in 90 decayed first molar primary teeth that will be exfolied and using the mentioned dentine bondings composite resine restorations were done. While the teeth were about to exfolie at the end of 7, 30 and 90 days, after they had been pulled with light luxation, routine histological examinations were done. In this study, it was defined that the most effective material in vivo conditions as antibacterial for the long term was Protect Bond. It was defined that there was bacteria in the whole teeth in cavity bottom and inside the dentine tubules. However, it was observed that the bacteria did not reach to the pulp and did not cause any inflammation in pulp. However, in 90 days samples examined, it was defined that the bacteria penetration in Protect Bond applied teeth was minimal. As a result under the foreseen conditions of this study, it has been thought that antibacterial dentine bondings system is a practical, economic and dependable alternative for the restoration of primary teeth. Key words: Dentin bonding system, antibacterial effectiveness, primary teeth. Giriş Son yıllarda uygulama kolaylığı ve etkinliği nedeniyle bünyesinde self-etching *Bu çalışma daha once 15. Türk Pedodonti Kongresinde bildiri olarak sunulmuştur. **İletişim Adresi Dr. Asu ÇAKIR Beyhekim Ağız ve Diş Sağlığı, Konya. Tel: 0-332-3511654 e-mail: ateke78@hotmail.com Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 primerlerin yer aldığı dentin bağlayıcı sistemlerin kullanımı popülerlik kazanmıştır. Diğer taraftan, self-etching adeziv sistemlerde, bağımsız bir asitleme ve ardından su ile yıkama işleminin olmayışı, içerisinde bakteri bulundurma olasılığı oldukça yüksek olan smear tabakasının ve demineralize dentinin uzaklaştırılamamasına, bu durum da ikincil çürük oluşma olasılığının artmasına yol açabilmektedir. Dolayısıyla özellikle klinikte harcanan zamanı azaltan bu sistemlerin antimikrobiyal aktivite ve remineralizasyon Sayfa 7 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 yeteneği gibi ilave etkiler sergileyebilmesi önem kazanmaktadır (1, 2). Dentin bağlayıcı sistemlerin antibakteriyel etkilerinin değerlendirilmesi için yapılan çalışmalarda, self-etching primerlerin çoğunun sahip oldukları düşük pH değerlerine (pH 1.4-3) veya materyalin florid içeriğine bağlı olarak antibakteriyel etki gösterdikleri bildirilmiştir (3, 4, 5). Diğer taraftan restoratif materyalin mekanik özelliklerini olumsuz yönde etkilemeden, bünyesine katılabilen ve antibakteriyel etkiden sorumlu olan monomer arayışlarına, Imazato ve ark (1, 6) tarafından geliştirilen, rezin yapısına katılabilen ve bakterisidal etkili bir monomer olan metakriloyloksidodesilpridinyum bromid (MDPB)’in polimerize edildiğinde herhangi bir antibakteriyel bileşen salınımı yapmadığı halde antibakteriyel etkiye sahip olduğu bildirilmiştir (4, 7). Dental materyallerin antibakteriyel özelliklerinin çoğunlukla yapılan in vitro çalışmalarla değerlendirildiği görülmektedir. Bununla birlikte, dişhekimliği klinik pratiğinde oldukça geniş bir yer tutan dentin bağlayıcı sistemlerle yapılan restorasyonlara ait klinik değerlendirmelerin yer aldığı araştırmaların sayısı kısıtlıdır. Bunun yanı sıra süt dişlerinin fizyolojik eksfoliasyonları ardından histolojik incelemelere olanak sağlamaları pedodonti pratiğinin büyük bir avantajı olarak karşımıza çıkmaktadır. İlaveten yakın zamanda piyasaya sürülen antibakteriyel özellikli rezin esaslı dental materyallerin, süt dişlerindeki etkinliklerini değerlendiren kapsamlı araştırmaların mevcut olmadığı görülmektedir. Bu sebeplerle bu çalışmada, antibakteriyel bir monomer (MDPB) (Clearfil Protect Bond, Kuraray, Japonya) veya flor (Imperva FL Bond, Shofu, Japonya) içeren iki farklı dentin bağlayıcı sistem ve antibakteriyel monomer içermeyen dentin bağlayıcı sistemin (Clearfil SE Bond, Kuraray, Japonya) süt dişlerindeki olası antibakteriyel etkinliklerinin in vivo koşullarda değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem Çalışmada kullanılan dentin bağlayıcı sistemlerin içerikleri ve üretici firmaları Tablo 1’de gösterilmektedir. Araştırmanın bu kısmında Selçuk Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim dalına başvuran hastalara, antibakteriyel etkileri sorgulanacak olan üç farklı Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTİN BAĞLAYICI SİSTEMLERİN ANTİBAKTERİYEL ETKİLERİ Asu ÇAKIR ve ark. dentin bağlayıcı sistemle yapılacak olan kompozit dolguların ardından dişlerin eksfoliye olmaları ile birlikte bu dişlerde gerçekleştirilen histolojik tetkikler yer almaktadır. Tablo 1: Çalışmada kullanılan dentin bağlayıcı sistemler ve içerikleri Çalışmaya Pedodonti Kliniğine başvuran genel sağlık durumları, ağız hijyenleri iyi, koopere ve ağzında eksfoliye olma zamanına yaklaşık 1 hafta, 1 ay ve 3 ay kalmış, 1-3 adet aproksimal çürüklü süt 1. molar dişi olan hastalara yapılan restorasyonlar dahil edildi. Rezorbe olmaya başlamış bir süt dişinin eksfoliye olma zamanının, kök 1/3 mesafesini aşan rezorbsiyonlarda radyografik olarak belirlenebileceği ve kök 2/3 rezorbsiyonunu tamamlamış bir dişin eksfoliye olmasına yaklaşık olarak 1-3 ay kaldığı bilindiğinden (8), söz konusu eksfoliasyon süreleri yaklaşık olarak tespit edilmeye çalışıldı. Çalışmanın 1 haftalık kısmına köklerin tümü rezorbe olmuş, fakat sıkı mukoza retansiyonuna sahip dişler dahil edilirken, 1 aylık kısmına ileri derecede kök rezorbsiyonuna sahip dişler, 3 aylık kısmına ise kök 2/3 rezorbsiyonunu tamamlamış dişler dahil edildi. Bu rezorbsiyon evreleri radyografik olarak tespit edildi ve Şimşek ve Durutürk’e (9) göre sınıflandırıldı (Tablo 2). Bu sınıflandırmanın, rezorpsiyon derecesine göre 2/B grubuna giren dişler çalışma grubunu oluşturdu. Dişlerin çürük derecesi ise Pitts (10)’e göre D3 grubunda olan dişlerden seçildi (Şekil 1). Çalışmaya dahil edilen dişlerdeki çürüklerin ayrıca interkaspal mesafenin 1/3’ünü geçmemiş, dişetinin altına inmemiş ve klinik ve radyografik olarak pulpaya ulaşmamış olması şartı arandı. Sayfa 8 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 Tablo 2. Çürük derinliği ve kök rezorbsiyonu dereceleri ve bu parametrelerin kombinasyonu Araştırma kriterlerine uygunluk gösteren çocukların ebeveynleri çalışma hakkında bilgilendirildi ve “Klinik veya Deneysel Çalışmaya Katılmak İçin Bilgilendirilmiş Gönüllü Onayı Formu” okutuldu ve yazılı rızaları alındı. Şekil 1. Diş çürüğünün buzdağı —Klinik pratiğinde teşhis kriterleri (10). Rutin klinik işlemler ile ilgili dişlerdeki çürük, düşük devirde çalışan el aletine takılı keskin yeni çelik frezlerle temizlendi ve kaviteler keskin elmas frezlerle yüksek turda, su soğutması altında düzeltildi. Daha sonra adı geçen dentin bağlayıcı sistemler üretici firmanın önerileri doğrultusunda kavitelere uygulandı. Tüm gruplarda kompozit rezin (Clearfil AP-X, Kuraray, Osaka, Japonya) ağız spatülü ile 2 mm’lik parçalar halinde kavite içerisine yerleştirildi ve 40 sn ışık uygulanarak polimerize edildi. Restorasyon yüzeyleri bitirme frezleri ile düzeltildi ve polisaj lastikleri ile yüzeyler cilalandı. Dişlerin kompozitle restorasyonu tamamlandıktan sonra bireylerin normal Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTİN BAĞLAYICI SİSTEMLERİN ANTİBAKTERİYEL ETKİLERİ Asu ÇAKIR ve ark. beslenme alışkanlıklarına devam edebilecekleri söylendi. Çalışmamızın 1 haftalık örneklerini oluşturacak olan hasta grubunda, kısa süre sonra eksfoliye olacak bir dişe dolgu yapmanın hastada yaratabileceği olumsuz etkileri azaltmak için, hastanın tedavi gerektiren diğer dişlerinin opere edileceği seansta, mümkün olan en kısa sürede söz konusu çalışma restorasyonları pedodonti eğitiminde uzmanlaşmış bir kişi tarafından gerçekleştirildi. Bu şekilde hızlı ve pratik bir müdahaleyle aynı seansta birkaç dolgu yapılarak hastanın psikolojisinin etkilenmemesine gayret edildi. Bir ay ve üç aylık örnekleri oluşturan dişlere sahip hastaların diğer işlemlerine devam edildi ve sık kontrollerle fizyolojik kök rezorbsiyonunun tamamlaması takip edildi. Kontrollerde, hastanın normal eksfoliasyon sürecindeki dişinin, yemek yeme esnasında yutulmasını önlemek amacıyla dişhekimi gözetiminde çekiminin sağlanması amaçlandı. Dişler mukoza retansiyonuyla tutundukları evreye gelince elevatör kullanılarak hafif lüksasyon ile çekildi. Tahmin edilen eksfoliasyon süresinden bir haftalık örneklerde 3 gün, bir aylık örneklerde 10 gün ve 3 aylık örneklerde 1 aydan fazla gecikme olduğunda bu dişler çalışmadan çıkarıldı ve normal eksfoliasyon süresince ağızda bırakıldı. Bir hafta, bir ay ve üç aylık gözlem evrelerini temsilen yerleştirilen dolgular dişlerin yaklaşık olarak bu evrelere denk gelecek şekilde eksfoliye olmalarına göre, örnek sayısı her bir grupta, her bir dentin bağlayıcı sistem için 10 diş olmasına kadar çalışmaya hasta eklenmeye devam edildi. Örneklerin Hazırlanması Histolojik olarak değerlendirilmek üzere, çekilen dişler derhal %10’luk tamponlanmış formaline konuldu. Bir haftalık fiksasyonun ardından, dişler %6’lık nitrik asit içinde yaklaşık olarak 6-8 hafta süreyle dekalsifiye edildi. Dekalsifikasyonun radyografik olarak teyit edilmesinden sonra dişler akan çeşme suyu altında 24 saat boyunca yıkandı. Ardından tüm örnekler dereceli alkollerle ve ksilol serisinden geçirilerek rutin doku takipleri yapıldı (TP 1020, Leica microsystems, Heidelberg, Almanya). Parafinde bloklanan dişlerden mikrotom (RM2125, Leica microsystems, Heidelberg, Almanya) aracılığıyla restorasyon-diş bölgesinden labio lingual doğrultuda 6 µm kalınlığında seri kesitler hazırlandı. Lamlara Sayfa 9 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 alınan kesitler Masson’un üçlü boyaması (Masson’s trichrome) ve bakteri boyama için fenolsüz modifiye gram boyama (1.01603. Gram-color modified phenol-free, Meck, Darmstadt, Germany) ile boyandı. Histolojik olarak incelenmeye hazır hale getirilen preparatlar, ışık mikroskobu (Nikon Eclipse E400, Kawasaki, Kanagawa, Japonya) ile incelendi ve çekilen fotomikrografiler üzerinde görüntü analiz programı Clemex Vision 3.5 (Clemex Technologies, Quebec, Kanada) ile histomorfometrik değerlendirmeler yapıldı. Histolojik değerlendirme Boyanmış kesitler iki araştırmacı tarafından bakteri varlığı açısından Costa ve ark’nın (11) belirttiği kriterlere göre değerlendirildi (Tablo 3). Dentin tübüllerinde bakteri varlığı X1000 büyütme ile teyit edildikten sonra, bu bölgenin kavite tabanına olan uzaklığı mikrometrik olarak ölçüldü (12). DENTİN BAĞLAYICI SİSTEMLERİN ANTİBAKTERİYEL ETKİLERİ Asu ÇAKIR ve ark. Tablo 4.Materyallerin uygulanmasından sonra görülen bakteriyel değişiklikler Tüm dentin bağlayıcı sistemlerin uygulandığı, yedi, otuz ve doksan günlük dişlerin gözlemine ait örneklerin tamamında kavite tabanında ve dentin tübülleri içinde bakteri varlığı saptandı (Resim 1, 2). Resim 1. SE uygulanan grubun 30 günlük gözlemine ait örnekte kavite duvarlarında gözlenen bakteriler (Fenolsüz Gram Boyama X1000) Tablo 3. Histolojik değerlendirme kriterleri (11). Gruplar arasındaki farklılıkların istatistiksel olarak anlamlı olup olmadıkları SPSS 10.0 istatistik programında parametrik testlerden, Eşli t Testi (Paired-Samples t Test) ve Duncan Testi (Duncan’s Multiple Range Test) uygulanarak değerlendirildi. Bulgular 1. Kavite tabanında ve dentin tübüllerinde bakteri varlığına ilişkin bulgular Tüm gruplardan elde edilen toplu sonuçlar tablo 4’de yer almaktadır. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 Resim 2. FL Bond uygulanan grubun 7 günlük gözlemine ait örnekte dentin tübülleri içinde zincir şeklinde üremiş gözlenen bakteriler (Fenolsüz Gram Boyama X1000) Sayfa 10 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 2. Dentin tübüllerinde bakteri varlığına ilişkin histomorfometrik ölçümler Fenolsüz modifiye Gram Boyama ile yapılan histolojik değerlendirmelerde alınan fotomikrograflarda kavite tabanında ve dentin tübüllerinde bakterileri varlığı tespit edildi. Kavite tabanından itibaren bakterilerin dentin tübüllerinde ilerleme miktarının mikrometrik (µm) olarak ölçüm değerleri Tablo 5’de yer almaktadır. Yapılan ölçümlerde bakterinin en fazla ilerlediği grup SE Bond’un uygulandığı ve 90 günlük gözlemin yapıldığı gruba ait olup 561.2 µm’lik bir değere sahiptir (Tablo 5). Tablo 5. Bakterilerin dentin tübüllerinde ilerleme miktarına ait mikrometrik bulgular Bakterinin tübül içinde ilerleme miktarında 7 günlük örnekler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmazken 30 ve 90 günlük örnekler arasında farklılığın anlamlı olduğu saptanmıştır (Tablo 6). Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTİN BAĞLAYICI SİSTEMLERİN ANTİBAKTERİYEL ETKİLERİ Asu ÇAKIR ve ark. Tablo 6. Gruplara göre bakteri ilerleme miktarı (ortalama ve standart hata değerleri) Tartışma Kullanım kolaylıkları, estetik olmaları gibi nedenlerle 1993’ten bu yana kliniklerde yaygın olarak kullanılan self-etching sistemlerde asitleme ve ardından su ile yıkama işleminin olmayışı, içerisinde bakteri bulundurma olasılığı oldukça yüksek olan smear tabakasının ve demineralize dentinin uzaklaştırılmamasına veya restorasyon sonrasında oluşabilecek mikrosızıntı sebebiyle ikincil çürük oluşma olasılığına yol açabilmektedir (3, 5, 13). Restorasyon ömürlerinin ve değişme nedenlerinin araştırıldığı çalışmalarda sekonder çürüğün, restorasyonların yenilenmesindeki en yaygın sebep olduğu bulunmuştur (14, 15). Buradan hareketle geliştirilmeye çalışılan dentin bağlayıcı sistemlerde mikrosızıntıya engel olunması amaçlanmaktadır. Ancak dentin bağlayıcı sistemlerin bağlanma kuvvetleri istenilen düzeye gelse bile uygulayıcı hatalarından kaynaklanan mikro-aralıkların oluşmasına engel olunamayabileceği bildirilmektedir. Bu nedenle son yıllarda gelişen teknolojiyle birlikte self-etching sistemlerde aranılan ideal özelliklerin arasında, bu sistemlerin kavite ve restoratif materyal arasındaki olası bir aralanmaya karşı antibakteriyel özelliğe sahip olmaları bulunmaktadır (4, 16). Bu yüzden yakın zamanda geliştirilmiş olan dentin bağlayıcı sistemlerde, üstün bağlanma kuvvetleri yanında antibakteriyel özellikler de değerlendirilmeye başlanmıştır. Diğer taraftan son yıllarda piyasaya sürülen bu tür materyallerin, süt dişlerinde sergiledikleri antibakteriyel özellikleri sorgulayan kapsamlı araştırmalar mevcut değildir. Bu sebeple bu çalışma kapsamında gerçekleştirilen deneylerde birbirinden farklı üç dentin bağlayıcı sistemin süt dişlerinde olası Sayfa 11 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 antibakteriyel etkinliklerinin değerlendirmesi amaçlanmıştır. Dentin bağlayıcı sistemlerin antibakteriyel aktivitelerinin içerisinde bulundurdukları bazı monomerlerden, flor salınımlarından ve self-etching primerlerin asiditesinden kaynaklanabileceği bildirilmektedir (4,17,18,19,20,21,22,23). Restoratif materyalin mekanik özelliklerini olumsuz yönde etkilemeden rezin yapısına katılabilen bir monomer olan MDPB’nin, bakterisidal etki göstermek suretiyle antibakteriyel etkiden sorumlu olduğu ve içinde bulunduğu primer polimerize edildiğinde herhangi bir antibakteriyel bileşen salınımı yapmaksızın dahi antibakteriyel etki gösterdiği iddia edilmektedir (1,4,6,24,25,26). Bu sebeple bu çalışmada, yapısında antibakteriyel bir monomer (MDPB) olan ve olmayan ve flor salınımı yapan, düşük pH’ya sahip olan üç farklı dentin bağlayıcı sistem, süt dişlerinde antibakteriyel etkinlik açısından in vivo şartlarda dizayn edilmiş deneylerle değerlendirilmiştir. Çalışmamızda kullanılan farklı dentin bağlayıcı sistemlerin in vivo şartlarda antibakteriyel etkileri histolojik olarak değerlendirilmiş ve olumsuz bir sonuçla karşılaşılmamıştır. Ayrıca süt dişlerinde antibakteriyel özelliği test edilen bu materyallerin arasında antibakteriyel monomer içeren dentin bağlayıcı sistem olan Protect Bond’un in vivo şartlarda antibakteriyel etkinliğinin özellikle uzun dönemde diğer materyallerden daha üstün olduğu sonucuna varılmıştır. Süt dişlerinin kök rezorbsiyonu, dişlerin eksfoliasyonu ile sonuçlanan fizyolojik bir olaydır. Bu eksfoliasyon dönemlerinin sürelerinin, hasta yaşı, daimi dişin kök gelişimi ve süt dişi kökünün rezorbsiyonu göz önüne alınarak yapılan klinik ve radyografik muayeneler sonucunda tahmin edilebileceği bildirilmiştir (8, 27). Araştırmamızın in vivo kısmına dahil edilen hastalar, dişlerinin eksfoliasyon sürelerinin bu bilgiler ışığında tahmin edilmesiyle seçilmiş ve genel olarak bu tahminler beklentileri yerine getirmiştir. Süt dişi eksfoliasyonunun çocuğun büyüme-gelişimi ve sistemik durumu ile olan ilişkisi göz önüne alındığında, eksfoliasyon zamanlarında oluşan tahminimiz dışındaki gelişmeler ise ya ilgili dişlerin gözlem sürelerinin, örneğin bir haftadan bir aya veya bir aydan üç aya değiştirilebilmesi esnekliğiyle ya da bu limitleri aşan sürelerde Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTİN BAĞLAYICI SİSTEMLERİN ANTİBAKTERİYEL ETKİLERİ Asu ÇAKIR ve ark. ilgili dişin araştırma kapsamı dışına çıkarılmasıyla, araştırma gidişatını etkilememiştir. Diğer taraftan literatürde in vivo şartlarda farklı materyallerle restore edilen süt dişlerindeki histolojik değişiklikleri inceleyen çalışmalarda ilgili dişler restore edilip daha sonra belirli zamanlarda çekilerek histolojik olarak incelenmiştir. Çehreli ve ark (17), dentin bağlayıcılar kullanılarak yapılan direk pulpa kaplamasına karşı, insan süt dişi pulpasının cevabını araştırdıkları çalışmalarında çürüksüz süt molar dişlerinin bukkal yüzeylerine sınıf V kaviteler açmış ve dişleri restore ettikten 60 gün sonra çekerek histolojik olarak incelemişler ve sonuçta inflamatuar pulpal cevapla karşılaştıkları için total-etch sistemlerin süt dişlerinde kullanılmamalarını tavsiye etmişlerdir. Alaçam (28), amputasyon tedavisinde kullanılan farklı patlara karşı, süt dişlerindeki pulpal cevabı değerlendirmek için yaptığı çalışmada çürüklü süt molar dişlerini kullanmıştır. Dişleri restore ettikten 3, 6, 9 ve 12 ay sonra çekip histolojik olarak incelemişler ve bu materyallerin başarılı olduklarını saptamıştır. Imazato ve ark (12) in vivo şartlarda antibakteriyel monomer MDPB’nin antibakteriyel etkinliğini araştırmak için yaptıkları çalışmalarında bu bağlayıcı sistemin antibakteriyel etki gösterdiğini tespit etmişlerdir. Araştırmacılar kontrol materyali olarak LB Bond uygulanan grubun 7 günlük gözlemine ait örneklerde bakteri invazyonunun 30 µm’nin üzerine çıkmadığını, 30 günden sonra ise 300 µm’den daha derin olduğunu ve invaze olan bakterilerin pulpa odasına ulaştığını gözlemlemişlerdir. MDPB içeren dentin bağlayıcı sistemin uygulandığı grubun örneklerinde ise tüm test periyodu esnasında pulpaya doğru bir bakteri invazyonu gözlememişlerdir. Araştırmacılar aynı çalışmada MDPB içeren dentin bağlayıcı sistemin pulpa-dentin dokusu üzerine olan etkisini de değerlendirmişler ve herhangi bir inflamatuar cevapla karşılaşmadıklarını bildirmişlerdir. Çalışmamızda benzer şekilde üç farklı dentin bağlayıcı sistem çürüklü süt dişlerine uygulandıktan ve restore edildikten yaklaşık 7, 30 ve 90 gün sonra fizyolojik eksfoliasyonlarına yakın zamanda çekilerek histolojik olarak değerlendirilmişlerdir. Çalışmamızın sonucunda örneklerin tamamında bakteri varlığı tespit edilmiş, ancak hiçbir grupta bakteri penetrasyonunun pulpaya ilerleyecek Sayfa 12 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 kadar olmadığı tespit edilmiştir. Bununla birlikte penetrasyon miktarının en az Protect Bond uygulanan dişlerin 90 günlük dönemine ait örneklerde olduğu saptanmıştır. Çoğu çalışmada pulpal enflamasyonun esas nedeninin bakteriyel mikrosızıntı olduğu bulunmuştur (29,30,31). Genellikle dişrestorasyon arayüzünde bakteri varlığı bu bakterilerin pulpaya ulaşması neticesinde pulpa nekrozuna neden olmaktadır (29, 32). Ayrıca Bergenholtz ve ark (33) ve Cox (34) postoperatif hassasiyet, marjinal renklenme, ikincil çürük pulpa inflamasyonu ve pulpa nekrozu, periodontal hastalığın mikrosızıntının komplikasyonları arasında olduğunu bildirmişlerdir. Mantıksal olarak bir çürük lezyonunda dentin tübülleri içinde milyarlarca bakteri bulunduğu bilinmektedir. Buna rağmen pulpa hala sağlıklıdır. Hebling ve ark (30) yaptıkları çalışmada dentin tübüllerinde ve kavite duvarlarında birçok bakteri türünü tanımlamalarına rağmen pulpanın sağlıklı olduğunu bulmuşlardır. Çalışmamızda bu verileri destekler nitelikte tüm örneklerde dentin tübüllerinde ve kavite duvarlarında bakteri varlığı tespit edilmiştir. Diğer taraftan gözlenen bu bakterilerin kavite açıldıktan sonra, kavite tabanı ve duvarlarında kalan veya çürük nedeniyle dentin tübüllerinde ilerlemiş olan “daha önceden var olan” bakteriler olması muhtemeldir. Çünkü her üç materyalin uygulandığı tüm örneklerde pulpa dokusunun bakteriyel invazyon sonucunda oluşacak inflamatuar reaksiyonlardan bağımsız olarak sağlıklı olduğu tespit edilmiştir. Yedinci günde gözlenen inflamatuar reaksiyonların çürük nedeniyle mevcut bakterilere ve restoratif işlemlerden kaynaklanan travmaya cevaben oluşmuş olmasının kanıtı olarak bu gruplara ait orta ve ileri dönem gözlemlerde pulpa dokularının sağlıklarını korumaları ve temsili dişlerde fizyolojik rezorpsiyonun normal bir şekilde devam etmesi gösterilebilir. Çobanoğlu (35) tez çalışmasında, antibakteriyel monomer içeren ve içermeyen dentin bağlayıcı sistemlerin (Protect Bond ve SE Bond) derin sınıf V kavitelere uyguladıktan sonra kısa ve uzun dönemde pulpa üzerinde oluşturması muhtemel histolojik değişiklikleri araştırmıştır. Çalışma sonucunda her iki bağlayıcı sistemin de kavitelere yerleştirilmesinden sonra kısa ve uzun dönemde pulpada önemli bir inflamatuar cevap oluşturmadıklarını ve sistemlerin pulpa Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTİN BAĞLAYICI SİSTEMLERİN ANTİBAKTERİYEL ETKİLERİ Asu ÇAKIR ve ark. reaksiyonları arasında fark olmadığını bulmuşlardır. Araştırmacı aynı çalışmasında dentin bağlayıcı sistemlerin in vitro şartlarda marjinal bakteri sızıntısı üzerindeki etkilerini de araştırmış ve iki dentin bağlayıcı sistemin de kabul edilebilir bir marjinal kapama sağladığı ve aralarında fark olmadığını saptamıştır. Çalışmamızda küçük çürüklü süt birinci molar dişlere uygulanan dentin bağlayıcı sistemlerin genel olarak pulpa dokusu üzerinde önemli bir inflamatuar cevap oluşturmadığı saptandı. Ancak tüm örneklerde kavite tabanında ve dentin tübüllerinde bakteri varlığı tespit edildi. Bu durumda bu bakterilerin kavite açıldıktan sonra geride kalan bakteriler olduğu mikrosızıntıdan kaynaklanmadığı düşünülmektedir. Imazato ve ark (36), antibakteriyel monomer MDPB içeren dentin bağlayıcı sistemin, polimerizasyondan önce ve sonra antibakteriyel etkinliğinin oldukça yüksek olduğunu saptamışlardır. Diğer taraftan Prati ve ark (37) dentin bağlayıcı sistemlerin polimerize olduktan sonra çoğunun antibakteriyel özellik göstermediklerini bildirmişlerdir. Buradan hareketle bazı dentin bağlayıcı sistemlerin primerleri ve polimerize olmamış bağlayıcı ajanları antibakteriyel etkiye sahipken bağlayıcı ajanları polimerize olduktan sonra bu bileşene komşu yüzeyde herhangi bir bakteri inhibisyonu beklenmemesi gerektiği bildirilmiştir (3,4,5). Ancak MDPB içeren dentin bağlayıcı sistemin kavitede kalan bakterileri öldürdüğü ve polimerizasyondan sonra yüzeyi üzerinde bakteri gelişimini inhibe ettiği bildirilmiştir. Diğer taraftan polimerize edilmiş rezin matrisinin yapısı su emiliminden sonra zayıflar. Hidrofilik monomer içeren dentin bağlayıcı sistemler hidrofobik monomer içerenlerle kıyaslandığında daha az bağlanma dayanımı gösterirler (38,39). Hidrofobik bir monomer olan MDPB’nin dentin bağlayıcı sisteme ilave edilmesiyle adezivin hidrofobisitesi artacağından bağlanma arayüzünün de dayanıklılığının artabileceği bildirilmiştir (40). Bu sebeplerle bu dentin bağlayıcı sistemin çürüklerin restoratif tedavisinin başarısında oldukça etkili olacağı umulmaktadır (6,7,12,36,40). Süt ve daimi diş dentinleri arasında pek çok mikro-morfolojik veya kimyasal kompozisyona ait farklılıklar bulunmaktadır. Süt dişlerinin peritubular dentini, daimi dişinkinden 2-5 kat daha kalındır ve daimi diş dentini süt dişi dentininden daha mineralizedir. Süt dişinin Sayfa 13 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 mikromorfolojik analizi dentinal tübüllerin daha az yoğunlukta ve daha küçük çapta olduğunu göstermiştir; bu sebeple süt dişi dentini geçirgenliği daimi dişten daha azdır (41). Ayrıca dentin bağlayıcı sistemlerin süt dişlerinde daimi dişlere kıyasla daha düşük bağlanma dayanımına sahip olmaları, dentin bağlayıcı uygulandıktan sonra oluşan hibrit tabakasının süt dişinde daimi dişe kıyasla daha ince olması gibi sebeplere dayandırılmaktadır (42). Dolayısıyla adeziv restoratif materyalin, daimi dişle kıyaslandığında süt dişinde daha düşük bağlanma dayanımına sahip olduğu bulunmuştur (43,44,45,46). Bu karakteristikler nedeniyle daimi dişler için yeterli olan adeziv materyalin uygulanma basamakları (asit etching, priming, conditioning ve bonding) süt dişi için yeterli olmayabilir (46, 47). Bu durumda restorasyon-süt dişi dentini arayüzünde oluşabilecek mikrosızıntının pulpaya verebileceği zararlı etkiler göz önünde bulundurularak süt dişlerinde uygun dental materyal seçimi büyük önem kazanmaktadır. Diğer taraftan süt dişlerinde koronal pulpanın daimi dişlerden daha geniş ve mine ve dentinin daha ince olması, diş boyutlarının daha küçük olması ve çürüğün daha hızlı ilerlemesinin bu dişlere yapılan restoratif tedavileri güçleştirmektedir (48). Tüm bu problemlerin üstesinden gelmek için, klinik uygulama süresini kısalttığı gibi, etkin bir bağlanma dayanımı yanı sıra, antibakteriyel ve remineralize edici özelliklere de sahip olabilen bir self-etching sistemin kullanılmasının süt dentisyonu restorastif tedavilerinde etkin bir çözüm olabileceği düşünülmektedir. Özellikle selfetching sistemlerin asitleme ve ardından su ile yıkama işlemlerini içermemesiyle daha az teknik hassasiyet gerektirmesi, dolayısıyla da koltuk zamanını azaltması açısından çocuk hastalarda kullanımının oldukça uygun olduğu bilinmektedir (49). Bir diğer önemli husus, antibakteriyel bir sistem veya ajan içermek gibi ilave özelliklere sahip self-etching sistemlerin, içermeyenlere göre fiyat farkına sahip olmamalarıdır. Pedodonti kliniklerinin rutin restoratif materyalleri arasında yer alan kompomerler açısından da bu fiyat farkının olmayışı, gerek kompomerler bünyesinde kullanıma sunulan dentin bağlayıcı sistemler yerine bu sistemlerin kullanılabilmesi, gerekse kompozit restorasyonların da pedodonti kliniklerinde kontrendikasyonlarının olmaması, diğer ürünlere göre ilave avantajlar sunan Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTİN BAĞLAYICI SİSTEMLERİN ANTİBAKTERİYEL ETKİLERİ Asu ÇAKIR ve ark. antibakteriyel dentin bağlayıcı sistemlerin kliniklerde kullanılmalarını cazip hale getirmektedir. Minimal invaziv restorasyonların uygulandığı 21. yüzyılda kavite preparasyonunu takiben, gerek kavitede kalması muhtemel bakterilerin gerekse rezin-dentin arayüzünde oluşabilecek olan mikro-aralıktan sızabilecek bakterilerin neden olabileceği sekonder çürüklerden korunabilmek amacıyla restoratif materyallerin antibakteriyel özellik göstermelerinin oldukça önemli olduğunu düşünmekteyiz. Bu çalışmada yapısında antibakteriyel monomer olan dentin bağlayıcı sistemin, aynı içeriğe sahip olmakla birlikte sadece bu antibakyeriyel monomeri içermeyen “ana” dentin bağlayıcı sisteme ve flor içeren diğer dentin bağlayıcıya göre arzu edilen özellikleri sergilediği görülmüştür. Sonuç Bu çalışmada, dişlerin tamamında kavite tabanında ve dentin tübülleri içinde bakteri varlığı saptandı. Fakat bakterilerin pulpaya kadar ilerlemediği ve pulpada herhangi bir inflamasyona sebebiyet vermediği gözlendi. Bu durumda tespit edilen bu bakteri varlığının kavite preperasyonundan sonra kavitede kalan veya çürük nedeniyle daha önceden var olan bakteriler olduğu düşünüldü. Bununla birlikte Protect Bond uygulanan dişlerde 90 günlük gözlem yapılan örneklerde bakteri penetrasyon miktarının minimal olduğu saptandı. Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. Imazato S, Russel R.R.B., McCabe J.F., Antibacterial activity of MDPB polymer incorporated in dental resin. J Dent; 1995;23:177-181. Imazato S, Tarumi H, Ebi N, Ebisu S., Cytotoxic effects of composite restorations employing self-etching primers or experimental antibacterial primers. J Dent; 2000;28:61-67. Emilson CG, Bergenholtz G., Antibacterial activity of dentinal bonding agents, Quint Int., 1993;24:511-514. Imazato S, Imai T, Ebisu S., Antibacterial activity of proprietary self-etching primers. Am. J. Dent.; 1998;11,3,106-108. Meiers JC, Miller GA., Antibacterial activity of dentin bonding systems, resin-modified glass ionomers, and polyacid- modified composite resins, Oper. Dent.; 1996;21,257-264. Imazato S, Torii M, Tsuchitani Y, McCabe JF, Russell RRB., Incorporation of Bacterial Inhibitor into resin Composite. J Dent Res; 1994;73 (8): 1437-1443. Imazato S, Kinomoto Y, Tarumi H, Torii M, Russell RRB and McCabe JF., Incorporation of antibacterial monomer MDPB into dentin primer. J Dent Res; 1997;76(3):768-772. Furseth R., The resorption processes of human deciduous teeth studied by light microscopy, microradiography and electron microscopy. Arch Oral Biol. 1968 Apr; 1968;13(4):417-31. Sayfa 14 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. Şimşek Ş, Durutürk L., A flow cytometric analysis of the biodefensive response of deciduous tooth pulpto carious stimuli during physiological root resorption. Archives of Oral Biol.; 2005;50, 461-468. Pitts NB., Modern concepts of caries measurement, J. Dent. Res. 2004;83:43-47. Costa CASC, Nascimento ABL, Teixeira HM., Response of human pulps following acid conditioning and appication of a bonding agent in deep cavities, Dent. Mater., 2002;18;543551. Imazato S, Kaneko T, Takahashi Y, Noiri Y, Ebisu S., In vivo antibacterial effects of dentin primer incorporating MDPB. Oper Dent. 2004;29:369-75. Zivkovic S, Bojovic S, Pavlica D., Bacterial penetration of restored cavities, Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod, 2001;21:353-358. Özer L, Thylstrup A., What is known about caries in relation to restorations as a reason for replacement? A review. Adv. Dent. Res. 1995;9:394-402. Trevor FJ, Mjör A., Restoration longevity and analysis of reasons for the placement and replacemento of restorations provided by vocational dental practitioners and their trainers in the United Kingdom. Quint Int. 1999;30:234-242. Bağış YH, Kösem G, Yamanel K., Dentin bonding ajanların streptococcus mutans üzerine antibakteriyel etkilerinin in vitro olarak değerlendirlmesi, A.Ü. Diş Hek. Fak. Derg., 2001;28(3):279-285. Çehreli ZC, Atac AS, Sener B., Antimicrobial properties of self-etching primer-bonding systems, Oper. Dent., 2003;28(2);143-148. Friedl KH, Schmalz G, Hiller KA., Resin-modified glass ionomer cements: fluoride release and influence on Streptococcus mutans growth. Eur. J. Oral Sci. 1997;105: 81-85. Herrera M, Castillo A, Bravo M., Antibacterial activity of resin adhesives, glass ionomer and resin-modified glass ionomer cements and a compomer in contact with dentine caries samples. Oper. Dent. 2000;25:265-269. Imazato S., Antibacterial properties of resin composites and dentin bonding systems (Review). Dent. Mater.; 2003;19, 449-457. Kudou Y, Obara K, Kawashima T, Kubota M, Abe S, Endo T, Komatsu M, Okuda R., Addition of antibacterial agents to MMA-TBB dentin bonding systems influence on tensile bond strength and antibacterial effect. Dent Mater J. 2000;19(1):65-74. Özer F, Karakaya Ş, Ünlü N, Erganiş O, Ceylan N., Değişik dentin bonding ajanların, bir restoratif ve bir kaide materyalin antibakteriyel aktivitelerinin karşılaştırılması, S.Ü. Dişhek. Fak. Derg., 2002;12(1):30-34. Ünlü N, Özer F, Karakaya Ş, Kav K., Posterior restoratif materyallerde antibakteriyel aktivite, Dişhek. Derg., 2003;51:188-192. Imazato S, Ehara A, Torii Y, Inoue K and Ebisu S., Antibacterial activity of dentin primers containing MDPB after curing. J. Dent., 1997b ;26, 267-271. Imazato S, Ebi N, Tarumi H, Russell RRB, KanekoT, Ebisu S., Bactericidal activity and cytotoxicity of antibacterial monomer MDPB, Biomaterials, 1999;20;899-903. Imazato S, Kuramoto A, Takahashi Y, Ebisu S, Peters MC., In vitro antibacterial effects of the dentin primer of Clearfil Protect Bond, Dent. Mat., 2006;22, 527-532. Prove SA, Symons AL, Meyers IA., Physiological root resorption of primary molars J Clin Pediatr Dent.; 1992;16(3):202-6. Alaçam A., Endodonti, Barış yayınları, Ankara, 2000. Cox CF, Hafez AA, Akimoto N., Biocompatibility of primer, adhesive and resin composite systems on non-exposed and exposed pulps of non-human primate teeth, Am. J. Dent. 1998;10, 55-63. Hebling J, Giro EMA, Costa CAS., Human pulp response after an adhesive system application in deep cavities. J. Dent. 1999;27:557-564. Murray PE, Hafez AA, Smith AJ, Cox CF., Bacterial Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTİN BAĞLAYICI SİSTEMLERİN ANTİBAKTERİYEL ETKİLERİ Asu ÇAKIR ve ark. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. 41. 42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49. microleakage and pulp inflamation associated with various restorative materials. Dent. Mater., 2003;18:470-478. Cox CF, Keall CL, Keall HJ., Biocompatibility of surface sealed dental materials against exposed pulp, J. Prosthet. Dent. 1987;57:1-8. Bergenholtz G, Cox CF, Loesche WJ, Syed SA., Bacterial leakage around dental restorations: its effect on the dental pulp. J. Oral Pathol, 1982;11:439-450. Cox CF., Microleakage related to restorative procedures. Proceed. Finnish Dent Soc., 1992;88:83-93. Çobanoğlu N (2006) Bir antibakteriyel bonding ajanın pulpa cevabı ve marjinal bakteri sızıntısı üzerine etkilerinin in vivo ve in vitro incelenmesi, Doktora tezi. Imazato S, Kinomoto Y, Tarumi H, Ebisu S, Tay FR., Antibacterial activity and bonding characteristics of an adhesive resin containing antibacterial monomer MDPB, Dental Materials, 2003b;19;313-319. Prati C, Fava F, Di Gioia D, Selighini M, Pashley DH., Antibacterial effectiveness of dentin bonding system, Dent Mater; 1993;9:338-343. El Zohairy AA, De Gee AJ, Hassan FM Feilzer AJ., The effect of adhezives with various degrees of hydrophilicity on resin ceramic bond durability, Dent. Mater. 2004;20:778-87. Mohsen NM, Craig RG, Filisko FE., The effect of moisture on the dielectric relaxation of urethane dimethacrylate polymer and composites, J. Oral Rehabil. 2001;28:376-92. Imazato S, Tay FR, Kaneshiro AV, Takahashi Y, Ebisu S., An in vivo evaluation of bonding abilitiy of comprehensive antibacterial adhesive system incorporating MDPB, Dent. Mat., 2007;23:170-176. Koutsi V, Noonan RG, Horner JA, Simpson MD, Matthews WG, Pashley DH., The effect of dentin depth on the permeability and ultrastructure of primary molars, Pediatric Dent., 1994;16(1):29-35. el-Kalla IH, Garcia-Godoy F., Bond strenght and interfacial morphology of compomers in primary and permanent teeth. ASDCJ Dent Child. 1998;65:169-176. Bordin-Aykrod S, Sefton J, Davies EH., In vitro bond strengths of the current dentine adhesives to primary and permanent teeth. Dent. Mat., 1992;8(2):74-8. Hickel R, Manhart JM., Glass-ionomer and compomers in pediatric dentistry. In: Davidson C.L., Mjor I.A., editors. Advances in glass-ionomer cements. Chicago:Quintessence Publ. Co. 1999. Hosoya Y, Marshall SJ, Watanabe LG., Microhardness of carious deciduous dentine. Oper. Dent. 2000;25:81-9. Ölmez A, Öztas N, Basak F, Erdal S., Comparison of the resin-dentin interface in primary and permanent teeth J. Clinical Pediatric Dent. 1998;22: 293-298. Nör JE, Feigal RJ, Dennison JB, Edwards CA., Dentin Bonding: SEM comparison of the dentin surface in primary and permanent teeth, AAPD, 1997;19:4:246-252. Atkins CO, Rubenstein L, Avent M., Preliminary clinical evaluation of dentinal and enamel bonding in primary anterior teeth, J. Pedod. 1986;10:239-46. Nakornchai S, Harnirattisai C, Surarit R, Thiradilok S., Microtensile bond strength of a tota-etching versus selfetching adhesive to caries-affected and intact dentin in primary teeth, JADA, 2005;136:477-483. Sayfa 15 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 KAVİTE DEZENFEKTANLARININ MİKROSIZINTIYA ETKİSİ Bayram İNCE ve ark. SINIF II RESTORASYONLARDA KAVİTE DEZENFEKTANLARININ MİKROSIZINTIYA ETKİSİNİN ELEKTRON MİKROSKOBU (SEM) İLE DEĞERLENDİRİLMESİ THE EVALUATION OF EFFECT OF CAVITY DISINFECTANTS ON MICROLEAKAGE IN CLASS II RESTORATIONS UNDER SCANNING ELECTRON MICROSCOPE (SEM) 1 Bayram İNCE, 1*Mehmet DALLI, 1Emrullah BAHŞİ, 2Cafer ŞAHBAZ, 3Hakan Çolak, 4 Ertuğrul ERCAN, 5İsmet Rezani TOPTANCI 1 Asist. Prof. Dicle University Dental Faculty Department of Operative Dentistry, Diyarbakır. DDS. Dicle University Dental Faculty Department of Operative Dentistry, Diyarbakır. DDS, Kırıkkale University Dental Faculty Department of Operative Dentistry, Kırıkkale. 4 Assoc. Prof., Kırıkkale University Dental Faculty Department of Operative Dentistry, Kırıkkale. 5 DDS, PhD. Dicle University Dental Faculty Department of Pedodontics, Diyarbakır. 2 3 Özet Bu çalışmanın amacı, klorheksidin jel kavite dezenfektanın sınıf II kavitelerde self-etching adeziv sistemlerde mikrosızıntı üzerine etkisini değerlendirmekti. Çalışmada ortodontik ve periodontal nedenlerle çekilmiş 90 adet küçük azı dişine standart sınıf II kaviteleri açıldı. Dişler, her grupta 15 kavite olacak şekilde rastgele 6 gruba ayrıldı: Grup 1: Sadece Self-etch (Xeno V) adeziv ajan, grup 2: Chx jel 20 sn ve self-etch adeziv (Xeno V) grup 3: Sadece Self-etch (Clearfil S3 Bond) adeziv ajan, grup 4: Chx jel 20 sn ve self-etch adeziv ( Clearfil S3 Bond), grup 5: Sadece Self-etch (G-bond) adeziv ajan, grup 6: Chx jel 20 sn ve self-etch adeziv (G-bond) uygulandı, daha sonra tabakalama yöntemiyle kompozit restorasyonlar yapıldı. Bütün örnekler 10.000 kez termal siklus işleminden sonra, 24 saat % 0.5’lik metilen mavisi içerisinde bekletildi. Dişler mesio-distal yönde kesildi, mine ve gingival duvarlar 0 ile 4 arasındaki skorlar ile değerlendirildi. Ayrıca, her bir gruptan rastgele 6 örnek seçildi ve rezin-diş sert dokusu ara yüzeyi SEM altında incelendi. İstatistiksel olarak Kruskal Wallis, tek yönlü varyans analizi ve Tukey testleri kullanıldı. Kavite dezenfektanı uygulanmayan gruplar arasında en az gingival ve oklüzal mikrosızıntı skorları grup 3’de görülmekle beraber, grup 1 ve grup 5 arasında istatistiksel olarak fark görülmemiştir. Kavite dezenfektanı uygulanan gruplarda hem gingival hem de oklüzalde istatistiksel olarak fark bulunmamıştır. Kavite dezenfektanları uygulanan ve uygulanmayan gruplar arasında istatistiksel olarak fark bulunmamıştır. Sınıf II kavitelerde klorheksidin jel kavite dezenfektanı olarak uygulanması self-etching adeziv sistemlerde mikrosızıntı üzerine olumsuz bir etki göstermediği tespit edildi. Anahtar Sözcükler: Mikrosızıntı, Kavite dezenfektanı, Sınıf II kavite, Elektron mikroskobu (SEM), self-etch adeziv sistem, klorheksidin jel, termal siklüs, adeziv sistemler, posterior kompozit. Abstract The aim of this study was to evaluate the effect of chlorhexidine gel on microleakage of self-etch adhesive systems in class II cavities. Ninety standard class II cavities were prepared on extracted premolar teeth. Teeth were randomly divided into six groups of 15 specimens each. Group 1: Xeno V was applied, with no cavity disinfectant. Group 2: CHX gel was applied for 20 s, followed by Xeno V. Group 3: Clearfil S3 Bond was applied, with no cavity disinfectant. Group 4: CHX gel was applied for 20 s, followed by Clearfil S3 Bond. Group 5: G Bond was applied, again with no cavity disinfectant. Group 6: CHX gel was applied for 20 s, followed by G Bond. All cavities were restored with composite, immersed in distilled water for 24 h, thermocycled 10,000 times, immersed in 0.5% methylene blue for 24 h. Teeth were mesio-distally sectioned; enamel, gingival margins were evaluated and scored from 0 to 4. Six specimens from each group were randomly selected for resin-hard tissue interface examination under SEM. All data were statistically analyzed using Kruskal-Wallis and the Tukey test. Among non-disinfectant groups, group 3 showed the lowest occlusal and gingival microleakage score, no significance was seen between groups 1 and 5. In cavity disinfectant groups, no significance was determined in occlusal and gingival microleakage scores. No significance was determined between the cavity disinfectant and non-disinfectant groups. The application of chlorhexidine gel in class II cavity restorations has no negative effect on microleakage. Key words: Microleakage, cavity disinfectant, class II cavities, scanning electron microscope (SEM), chlorhexidine gel. Introduction The aim in restorative dentistry is to select the ideal material for the purpose of *İletişim Adresi Dr. Mehmet DALLI Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Diş Hastalıkları ve Tedavisi Anabilim Dalı, 21280, DİYARBAKIR. Tel: 0-412-2488101 Faks: 0-412-2488100 e-mail: mdalli@dicle.edu.tr Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 gaining good the esthetic, phonetic and functional deficiencies caused by loss of dental structures. Since the materials applied come into contact with soft tissues and fluids in the oral environment, biological compatibility has to be considered in addition to mechanical and physical properties. Compatibility between dental tissue and restorative materials is of critical importance if restorations are to maintain their performances in the long term (1). Weak bonding of restorative material to the dental tissue is one of the main causes of microleakage (2). Sayfa 16 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 Since they are esthetic and economical, composite restorations are widely preferred in class II cavities (3). Restoration success depends on the dentin bonding systems applied. These are materials developed in order to establish adhesion between the composite and dentin(4). These materials prevent microleakage, marginal discoloration, secondary caries and resulting pulpal reactions by hermetically sealing the surface between the cavity wall and restorative material. In addition, they reinforce weakened dental tissues by reducing functional stresses acting on the tooth and restorative materials (5). Clinical success in adhesive procedures depends on the bonding system and technique used (6). Bonding systems are materials consisting of monomer solutions and bond the restorative material and dental tissue through monomer polymerization. As adhesive bonding between the two surfaces develops, adhesion takes place between more complex structures such as enamel-dentin-bond systemcomposite, porcelain and amalgam (7). Dentin bonding systems have been classified in different ways in previous studies. Of these, the classification described by Van Meerbeek et al.(8) in 2001 today enjoys wide scientific acceptance. This is based on the number of steps involved in the application of dentin adhesive agents and on dentin and enamel bonding strategies. The classification is divided into three groups, etch and rinse bonding systems applied with acid etching and rinsing, self-etch bonding systems and glass ionomer bonding systems. In etch and rinse bonding systems, the enamel and dentin surface is etched with a 30%-40% phosphoric acid concentration and then rinsed. In this way, the smear layer is completely cleared after etching and the superficial hydroxyapatite crystals are demineralized. In traditional etch & rinse systems, priming and bonding are performed following the etching process (9). Two-step etch and rinse bonding systems were developed in order to reduce and simplify the stages involved. In these systems the priming and adhesive steps are performed in a single stage, and these are known as one bottle systems. Both two- and three-step adhesives adhere to the dental tissues through the same mechanisms. In the etching stage, the phosphoric acid removes the smear layer, while Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 KAVİTE DEZENFEKTANLARININ MİKROSIZINTIYA ETKİSİ Bayram İNCE ve ark. at the same time exposing the dentin and collagen fibril network to a depth of 3-5 µM. These exposed collagen fibrils constitute a micro-adhesion network, giving rise to micromechanical bonding with the diffusion of the resin over the network (10). Surface roughening and application of acid to the enamel and dentin surface and penetration into the resulting microporous structure of a high flow monomer structure (bonding system) represents the essential mechanism in the adherence of resin-based filling materials to the tooth (8). Self-etch bonding systems, which themselves roughen the dental surface, were developed as an alternative to total etch systems in order to reduce technical clinical sensitivity and duration of application. These dentin bonding systems require no separate etching and rinsing step. In this way, the length of application is shortened, while technical sensitivity and mistakes during application are reduced. These self-etch systems demonstrate their effects by dissolving (11) or modifying (12) the smear layer with acidic monomers. The acidic monomers in the structure of self-etch systems are able to roughen the surface as they etch the enamel and dentin and enter into a reaction on the surface of the dentin layer by penetrating down through the resin smear layer. As a result, the dissolved smear layer and demineralization products are rinsed away, as in etch and rinse systems, and these residues conjugate with the adhesive resin (13). The smear layer is thus modified through monomer infiltration, allowing it to combine with the hybrid layer, and thus becomes an element of the adhesion interspace. Self-etch bonding systems may be classified in two ways. These are known as one- and two-step self-etch adhesive systems, depending on method of application. In twostep systems, hydrophobic resin is applied after the primer containing acidic monomers, while in one-step systems, the acid monomer and bonding resin come in one bottle, meaning that application is reduced to a single step (14). Depending on their pH values, selfetch bonding systems are also classified as strong (pH≤1), medium (pH≈1.5) or weak (pH≥2). Self-etch bonding systems contain selfetch adhesive monomers, transverse bounded monomers and monofunctional monomers. Self-etch adhesive monomers include Sayfa 17 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 carboxylic, phosphoric or dehydrogenphosphate acid groups. Thanks to these groups, self-etch bonding systems provide roughening in dental hard tissues. With the monomers that they contain, they also establish chemical bonding by performing chelation with the inorganic component of dental hard tissues. Water is necessary for ionic bonding, and self-etch bonding systems are therefore generally water-based. Assistant solvents such as acetone and ethanol may also be incorporated in these systems(15). Glass ionomer bonding systems are the only material capable of bonding to the enamel and dentin tissue with no surface preparation to these. Surface preparation with weak polyalcaenoic acid has also been reported to increase adhesion strength significantly. Glass ionomer bonding is achieved through a one- or two-step application. The use of short-term polyalcaenoic acid cleans the surface, removes the smear layer and exposes the collagen fibrils to a depth of 0.5-1 µm. The glass ionomer compounds then diffuse to this region and micromechanical bonding results. Chemical adhesion also occurs between the carboxyl groups and the hydroxyapatite Ca ions, and these thus adhere to the collagen fibrils. The main difference between resin based self-etch systems and glass ionomers is that glass ionomers are selfetch systems including polycarboxylic based polymers with a higher molecular weight. This characteristic limits glass ions’ infiltration capacities and only a very thin hybrid layer forms (17). Studies have reported that microleakage is a significant factor in postoperative sensitivity, secondary decay, pulpal necrosis and pulpal inflammation (17,18,19). Postoperative sensitivity and secondary decay play a major role among the reasons for restoring composite resin again (18,20). Therefore, it is of considerable importance, once the decayed dentin has been removed from the cavity floor and walls, for any residual bacteria left in the smear layer, in the enamel dentin interface region or the dentin tubules to be eliminated (21). Cavity disinfectants (22), acid preparates (23,25), antibacterial materials (26) and laser light are recommended in order to eliminate bacteria and prevent the effects they give rise to; the use of flowable composite Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 KAVİTE DEZENFEKTANLARININ MİKROSIZINTIYA ETKİSİ Bayram İNCE ve ark. bases has been recommended to reduce polymerization-shrinkage associated cavities and to ensure the composite is better adapted to the cavity (27). Studies on the subject have recommended the use of restorative materials with antibacterial properties or cavity disinfectants in order to prevent residual decay of bacterial origin (28,30). Researchers have tested several chemical substances containing iodine, hydrogen peroxide, EDTA, sodium hypochlorite (NaOCl) and chlorhexidine digluconate as cavity disinfectants over the last 20 years (31,32). Chlorhexidine is an antibacterial that has been widely used in dentistry, as well as medicine, since the 1970s (33). This agent affects bacterial metabolic activity and is bacteriostatic at low concentrations while it plays a bactericidal role irreversibly precipitating the cellular content at high concentrations (34). Chlorhexidine reduces the levels of certain sensitive (chlorhexidine-sensitive) micro-organisms, particularly Streptococcus mutans (35). Chlorhexidine comes in toothpaste form (0.4%), as a mouthwash (0.12% and 0,2%), a gel (1%) and as a varnish (1%, 10%, 20% and 35%)(33). This study evaluated the effect of chlorhexidine gel cavity disinfectant on microleakage in class II cavities by comparing self-etch adhesive systems. Materials And Methods Ninety decay-free premolar teeth were used. Post-extraction, tissues above the roots were removed using a scaler, and then were stored in saline solution at room temperature. Each tooth was sectioned mesio-distally by a single researcher, and standard class II cavities were prepared with a diamond burr (835/008-3 ML, Diatech Dental AG, Heerbrugg) under water cooling in such a way as the gingival margin was 1 mm above the enamel-dentine margin. The occlusal width of the cavity was 1/3 of the distance between the tubules while the width in the proximal region was 1/3 of the bucco-lingual distance, and cavity depth was prepared so as to extend beneath the enameldentine margin. Care was taken that the gingival margin should be of such a width as to Sayfa 18 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 include both enamel and dentin. No beveling was applied to the cavities’ enamel margins. Teeth were then randomly assigned into groups of 15 teeth each: Group 1: Self-etch (Xeno V) adhesive was applied. This group was taken as the control group. No cavity disinfectant was applied to the class II cavity surface. A self-etch bonding system (Xeno V- Dentsply DeTrey, Konstanz, Germany) was applied to the dentin surfaces. Excess solvent was removed using an air spray and polymerization was performed using an LED (Light Emitting Diode -Elipar Freelight, 3M ESPE, Germany) light source for 10 s at a power of 1000 mW/cm2. Quixfill posterior composite (Xeno V- Dentsply DeTrey, Konstanz, Germany) was then applied as restorative material and polymerized for 20 s with an LED. Group 2: Following the application of CHX gel for 20 s, self-etch adhesive (Xeno V) and Quxfill posterior composite (Xeno VDentsply De Trey, Konstanz, Germany) were applied as in group I. Group 3: Following the preparation of class II cavities, an adhesive system (Clearfil S3 Bond-Kuraray Dental, Izmir, Turkey) was applied and maintained for 20 s, after which it was dried under pressurized air for 5 s and light polymerized for 20 s with an LED (Light Emitting Diode -Elipar Freelight, 3M ESPE, Germany). Composite (Clearfıl Photo PosteriorKuraray Dental Izmir, Turkey) was used in line with the manufacturer’s recommendations. Group 4: CHX gel was applied for 20 s, after self-etch adhesive (Clearfil S3 Bond) and composite were applied as in group 3. Group 5: Once the class II cavity had been prepared self-etch (G bond-GC Corporation, Tokyo, Japan) adhesive was applied for 30 s and left for 20 s to apply a single layer. It was then dried for 5 s under pressurized air and light polymerized for 20 s using an LED (Light Emitting Diode -Elipar Freelight, 3M ESPE, Germany). Composite (Gradio direct posterior-Kuraray Dental Izmir, Turkey) was applied in line with the manufacturer’s recommendations. Group 6: CHX gel was applied for 20 s, after which G-bond adhesive and composite restoration were applied as in group 5. Once all restorations had been completed, finishing and polishing were performed under water cooling with the help of Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 KAVİTE DEZENFEKTANLARININ MİKROSIZINTIYA ETKİSİ Bayram İNCE ve ark. fine grain diamond friezes and aluminum oxide coated disks (Sof-Lex, 3M ESPE, St. Paul, MN, USA). Following the finishing and polishing procedures, teeth were first kept in a stove for 24 h at 37 ºC and 100% humidity. Teeth were then thermocycled 10,000 times for 30 s at 5 ± 2 ºC and 55 ± 2 ºC. Two layers of nail polish were applied to the surfaces of all teeth, in such a way that areas up to 1 mm from restorations would remain exposed. Teeth were then kept for 24 h in a 0.5% methylene solution in a stove at 37 ˚C. In order to be able to investigate microleakage, teeth were divided into two, vertically, along the mesio-distal aspect under water cooling with the help of a 0.2 mm diamond separator (Isomet, Buehler Ltd, Lake Bluff, IL, USA). Dye infiltration at the cavity margins was scored under x14 magnification under a stereo microscope (Olympus Co., Tokyo, Japan) (Figures 1-6). Specimens given different scores by the two observers were again evaluated by both together and a single score eventually agreed and recorded for each specimen. Microleakage scoring in class II cavities was performed as follows (36) (Figure 1): 0 = No dye leakage 1 = Dye leakage in up to half of the cavity wall 2 = Dye leakage in all of the cavity wall 3 = Dye leakage in the cavity walls and cavity roof 4= Dye leakage partly or completely extending to the pulp Figure 1: Analysis of microleakage scores Six teeth were selected at random from each group in order to examine the hard tissue Sayfa 19 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 KAVİTE DEZENFEKTANLARININ MİKROSIZINTIYA ETKİSİ Bayram İNCE ve ark. tissue-restoration interface under a scanning electron microscope (SEM (JSM-5300; JEOL, Tokyo, Japan). Before analysis under SEM, specimens were kept in 6 N (6 mol/l) HCl for 5 s, and then for 5 min in 5% hydrogen peroxide and coated with Au-Pd in an ion coating unit (SEM Coating Unit E 500, POLARON Equipment Limited, Barcelona, Spain). Figure 4: Group 3, Clearfil S3 Bond and photo posterior composite restoration group gingival and occlusal microleakage value =0 (x15) Figure 2. Group 1 (Xeno V and Quxfill posterior composite) self-etch adhesive composite restoration group gingival and occlusal microleakage value =0 (x15) Figure 5: Group 4, CHX gel Clearfil S3 Bond and photo posterior composite restoration group gingival and occlusal microleakage value =0 (x15) Figure 3: Group 2, CHX gel Xeno V and Quixfill posterior composite restoration group gingival and occlusal microleakage value =0 (x15) Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 Figure 6: Group 5 G bond and gradia direct posterior composite restoration group gingival and occlusal microleakage value =0 (x15) Sayfa 20 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 KAVİTE DEZENFEKTANLARININ MİKROSIZINTIYA ETKİSİ Bayram İNCE ve ark. They were subsequently photographed once the surface morphology (hybrid layer, adhesive layer, tag and gaps) between the tooth hard tissue and restorative material had been examined under SEM (Figures 7-13). Figure 9: Group 2 SEM image (1500X) Figure 7: Group 6, CHX gel G-bond and gradia direct posterior composite restoration group gingival and occlusal microleakage value =0 (x15) Figure 10: Group 3 SEM image (1500X) Figure 8: Group 1 SEM image (1500X) Figure 11: Group 4 SEM image (1500X) Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 Sayfa 21 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 KAVİTE DEZENFEKTANLARININ MİKROSIZINTIYA ETKİSİ Bayram İNCE ve ark. was applied, while no difference was determined between groups 1 and 3, the other groups in which no disinfectant was employed (p>0.05) (Table 1). There was no difference between the groups in terms of gingival margins (p>0.05). Figure 12: Group 5 SEM image (1500X) Table 1: Occlusal and gingival microleakage scores for all groups Figure 13: Group 6 SEM image (1500X) Results Microleakage scores on the basis of the margins and adhesive systems and restorative materials used in the study are shown in Table 1. Kruskal-Wallis test results showed no significant differences in microleakage values in the different cavity disinfectant groups (p>0.05) Less microleakage was observed in the groups with no disinfectant procedure compared to those with disinfectant (p<0.05). Greater microleakage was recorded in the gingival margins compared to the enamel in all groups (p<0.05). At analysis of restorations’ occlusal regions, the lowest microleakage was observed in group 3, in which no disinfectant Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 No statistical difference was determined between the three different bonding systems at comparison of the gingival margins (p>0.05). No statistically significant difference was also established between gingival and occlusal values in any group. Although greater microleakage was observed in the groups in which no disinfectant was applied, the difference was not statistically significant. Discussion With the greater acceptance of conservative cavity preparations in modern dental practice, the importance of minimally invasive technique has increased and the sphere of use of resin-based restorative materials has expanded (35). In addition, residual bacteria in the cavity and secondary decay arising as a result of inadequate bonding Sayfa 22 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 between restorative material and tooth may lead to treatment failure (29, 32, 37). Since patients’ esthetic expectations and demands are increasing by the day, adhesive technology has also become more important. Adhesive has to bind the composite resins to the dental tissue very well in order for restorative dental treatment to be successful (38,39). Self-etch systems available on the market for that purpose are adhesives in which the acid etching and cleaning stages are eliminated and the likelihood of error during manipulation reduced. In addition to application procedures being shorter and simpler compared to conventional techniques, another major advantage with these systems is that they permit demineralization and resin infiltration (9, 10). Self-etching adhesives were used for these reasons in our study. More reliable systems have emerged with advances in dentin adhesive formulae and application techniques. However, no material or technique that completely prevents microleakage has yet been discovered (40). Bonding strength, wettening properties, solvent structure and application characteristics are the determining factors in preventing microleakage in terms of dentin adhesive systems, while with composite resins these factors are elasticity module and shrinkage and thermal expansion coefficients (41). The use of bonding agents and restorative materials, etching preparates and cavity disinfectants has been recommended in order to prevent postoperative sensitivity, secondary decay and pulpal inflammation associated with inadequate bonding and ensure elimination of bacteria (28, 32, 42). Cavity disinfectants have been thought to have a negative effect on dentin bonding(21,31), although many studies have determined that cavity disinfectants have no effect on bonding and no negative impact on marginal leakage(28,32-34). Ercan et al.(32) applied hydrogen peroxide, and gel forms of chlorhexidine 0.2% and 2% as cavity disinfectants in an in vitro study and reported that bonding is not negatively affected in selfetching adhesive systems. Çelik et al.(29) showed that the effect of cavity disinfectants containing chlorhexidine on marginal leakage in class V restorations was not statistically significant. In the light of our results, the use of chlorhexidine as a cavity disinfectant in class II Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 KAVİTE DEZENFEKTANLARININ MİKROSIZINTIYA ETKİSİ Bayram İNCE ve ark. cavities has no effect on microleakage in selfetch adhesive systems. Chlorhexidine has been recommended for use as a cavity disinfectant because of its antibacterial properties. Given these broadspectrum antibacterial characteristics, it is frequently used in dentistry in toothpaste form, and as a mouthwash, gel or polish. Chlorhexidine is bacteriostatic at low concentrations and bactericidal at high concentrations (30, 32). Türkün et al.(20) studied three different cavity disinfectants (Consepsis; Tubulicid red; Ora-5) in class V cavities, and reported that the application of chlorhexidine (Consepsis) containing disinfectant together with Clearfil SE Bond Prompt L-Pop had no negative impact on microleakage. But in a similar study on milk teeth, Tulunoğlu et al.(43) concluded that the application of chlorhexidine containing cavity disinfectant increases marginal leakage. In addition, Türkün et al.(20) reported that outcomes could be affected since adhesive resin bonding values for milk teeth are lower compared to those for permanent teeth. Microleakage, one of the main problems in restorations, may lead to marginal discoloration and fractures, secondary decay, postoperative sensitivity and eventual pulpal inflammation (44). In addition to dye staining, other techniques such as radioisotopes, air pressure, bacteria and SEM are also employed in the evaluation of microleakage (45,46). In our study, we selected the methylene blue penetration technique because it is easy, economical, quantitative and easily compared in the evaluation of various restoration techniques (47). Our results showed less microleakage in the groups not administered cavity disinfectant compared to those groups in which it was applied (p<0.05). However, even though greater microleakage was observed in the groups in which cavity disinfectant was applied, the difference was not statistically significant. CONCLUSION: The use of chlorhexidine gel as a cavity disinfectant in class II cavities has no negative effect on microleakage in self-etch adhesive systems. We recommend the use of cavity disinfectant to eliminate bacteria from the cavity surface in restorative procedures. Sayfa 23 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 REFERENCES 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. İnce B, Dallı M, Şahbaz C, Bahşi E, Çolak H, Ercan E. Sınıf II kavitelerdeki üç farklı adeziv sistemin mikrosızıntılarının SEM ile in vitro olarak incelenmesi. C.Ü.Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi 2009;12:111-118. Arias VG, Campos IT, Pimenta LAF. Microleakage study of three adhesive systems. Braz Dent J 2004;15:194-8. Bala O, Uctasli MB, Unlu I. The leakage of Class II cavities restored with packable resin-based composites. J Contemp Dent Pract 2003;4: 1-11. Perdigao J, Swift JE. Fundamental Concepts of Eamel and Dentin Adhesion. In: Theodore M. Robertson editor Art and Science of Operative Dentistry. 5th edition , St. Louis, Mosby, 2006. pp. 243-271. Douglas WH. Clinical status of dentine bonding agents. Journal of Dentistry 1989;17:209—215. Atash R, Abbeele AV. Sealing ability of new generation adhesive systems in primary teeth: an in-vitro study. Pediatr Dent 2004;26:322-8. Perdigão J.New developments in dental adhesion. Dent Clin North Am. 2007;51:333–57. Van Meerbeek B, Vargas M, Inoue S, Yoshida Y, Peumans M, Lambrechts P. Adhesives and cements to promote preservation dentistry. Oper Dent. 2001;(Suppl 6):119–44. Van Meerbeek B, De Munck J, Yoshida Y, Inoue S, Vargas M, Vijay P, Van Landuyt K, Lambrechts P, Vanherle G. Adhesion to enamel and dentin: current status and future challenges. Oper Dent. 2003 ;28(3):215-35. Meerbeek B, Van Landuyt K, De Munck J, Hashimoto M, Peumans M, Lambrechts P, Yoshida Y, Inoue S, Suzuki K. Technique-sensitivity of contemporary adhesives. Dent Mater J. 2005; 24(1):1–13. Nakabayashi N, Pashley DH. Hybridization of dental hard tissues. Tokyo, Quintessence Publishing Co.1998:1-106. Miyazaki M, Onose H, Moore BK. Analysis of dentin-resin interface by use of laser raman spectroscopy. Dent Mater 2002;18:576-80. De Munck J, Van Landuyt K, Peumans M, Poitevin A, Lambrechts P, Braem M, Van Meerbeek B. A critical review of the durability of adhesion to tooth tissue: methods and results. J Dent Res. 2005;84(2):118–32. Tay FR, Pashley DH. Aggressiveness of contemporary self-etching systems. I: Depth of penetration beyond dentin smear layers. Dent Mater. 2001;17:296–308. Moszner N, Salz U, Zimmermann J. Chemical aspects of self-etching enamel-dentin adhesives: a systematic review. Dent Mater. 2005;21(10):895–910. Yoshida Y, Van Meerbeek B, Nakayama Y, Snauwaert J, Hellemans L, Lambrechts P. Evidence of chemical bonding at biomaterial-hard tissue interfaces. J Dent Res. 2000; 79(2):709–14. Murray PE, Hafez AA, Smith AJ, Cox CF. Bacterial microleakage and pulp inflammation associated with various restorative materials. Dent Mater 2002; 18(6): 470-478. Perdigao J, Swift EJ. Fundamental concept of enamel and dentin adhesion. Ed.s Roberson, TM, Heymann, HO, Swift, EJ, In: Sturdevant’s art and science of operative dentistry. Fifth ed. Missouri, Mosby Inc. 2006. Brannstrom M. The cause of postrestorative sensitivity and its prevention. J Endod 1986; 12(10): 475-481. Turkun M, Turkun LS, Kalender A. Effect of cavity disinfectants on the sealing ability of nonrinsing dentinbonding resins. Quintessence Int 2004; 35(6): 469-476. Meiers JC, Kresin JC. Cavity disinfectants and dentin bonding. Oper Dent 1996; 21(4): 153-159. Vivek Sharma MTN, Vasundhara Shivanna. The effect of cavity disinfectants on the sealing ability of dentin bonding system: An in vitro study. Journal of conservative dentistry 2009; 12: 109-113. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 KAVİTE DEZENFEKTANLARININ MİKROSIZINTIYA ETKİSİ Bayram İNCE ve ark. 23. Kucukesmen C, Sonmez H. Microleakage of class-v composite restorations with different bonding systems on fluorosed teeth. Eur J Dent 2008; 2(1): 48-58. 24. Shahabi S, Ebrahimpour L, Walsh LJ. Microleakage of composite resin restorations in cervical cavities prepared by Er,Cr:YSGG laser radiation. Aust Dent J 2008; 53(2): 172175. 25. Haak R, Wicht MJ, Noack MJ. Marginal and internal adaptation of extended class I restorations lined with flowable composites. J Dent 2003; 31(4): 231-239. 26. Imazato S. Antibacterial properties of resin composites and dentin bonding systems. Dent Mater 2003; 19(6): 449-457. 27. Xie H, Zhang F, Wu Y, Chen C, Liu W. Dentine bond strength and microleakage of flowable composite, compomer and glass ionomer cement. Aust Dent J 2008; 53(4): 325-33. 28. Geraldo-Martins VR, Robles FR, Matos AB. Chlorhexidine's effect on sealing ability of composite restorations following Er:YAG laser cavity preparation. J Contemp Dent Pract. 2007 ;8:26-33. 29. Çelik Ç, Özel Y, Karabulut E. Kavite dezenfektanı uygulamasının farklı dentin adeziv sistemlerin mikrosızıntısına etkisi. Atatürk Üniv. Diş Hek. Fak. Derg. 2007;17: 7-12. 30. Gürgan S, Bolay S, Kiremitçi A. Effect of disinfectant application methods on the bond strength of composite to dentin. J Oral Rehabil.1999;26:836-840. 31. Meiers JC, Shook LW. Effect of disinfectants on the bond strength of composite to dentin. Am J Dent 1996;9;11-14. 32. Ercan E, Erdemir A, Zorba YO, Elideniz AÜ, Dalli M, Kalaycıoğlu B. Effect of different cavity disinfectants on shear bond strength of composite resin to dentin. J Adhes Dent. 2009 Oct;11(5):343-6. 33. Mandel ID. Antimicrobial mouthrinses: overview and update. J Am Dent Assoc. 1994;125:2-10. 34. Ribeiro LG, Hashizume LN, Maltz M. The effect of different formulations of chlorhexidine in reducing levels of mutans streptococci in the oral cavity: A systematic review of the literature. J Dent. 2007;35:359-370. 35. Totu Fİ. Kavite dezenfektanlarının ve antibakteriyel dentin bonding sisteminin, kompomer restorasyonların mikrosızıntı ve bağlanma kuvvetlerine etkisi. Doktora Tezi. 2006: s; 125139 36. Demirci M, Özer F, Küşdemir M, Sancakli HŞ, Karakaya Ş. Adeziv sistemlerin farklı uygulama şekillerinin V. sınıf kavitelerdeki mikrosızıntı üzerine etkileri. SÜ Dişhek Fak Derg. 2007;16:29-38. 37. Türkün LŞ, Türkün M, Ateş M. "MDPB" içeren Self-Etchıng Adeziv Sistemin Antibakteriyel Aktivitesi. Gü Dişhek Fak Derg. 2003: 20: 41-46. 38. Van Meerbeek B, Pertigao J, Lambrechts P, Vanherle G. The clinical performance of adhesives. J Dent 1998; 26: 120. 39. Zorba YO, Bayındır YZ, Yıldız M. Geçmişten günümüze dentin bonding ajanlar. Atatürk Üniv DişHek Fak Derg 2004; 14: 70-8. 40. Türkün LS, Çelik EU. Farklı kavite tiplerinde kendinden asitli adeziv sistemlerin kenar sızıntılarının incelenmesi. EÜ Diş Hek Fak Derg 2004; 25: 55-61. 41. Manhart J, Chen HY, Mehl A, Weber K, Hickel R. Marginal quality and microleakage of adhesive class V restorations. J Dent 2001;29:123-30. 42. Türkün M, Türkün LS, Ateş M. Antibacterial activity of cavity disinfectants. Balk J Stom. 2004; 8: 1-6. 43. Tulunoğlu Ö, Ayhan H, Ölmez A, Bodur H. The effect of cavity disinfectants on microleakage in dentin bonding systems. J Clin. Pediatr. Dent. 1998; 22: 299-305. 44. Pashley DH, Carvalho RM. Dentine permeability and dentine adhesion. J Dent. 1997; 25: 355-372. 45. American Dental Association Council on dental materials. Instruments and equipment. Dentin bonding systems: an update. JADA 1987; 114: 91-95. Sayfa 24 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 KAVİTE DEZENFEKTANLARININ MİKROSIZINTIYA ETKİSİ Bayram İNCE ve ark. 46. Ozturk AN, Usumez A, Ozturk B, Usumez S. Influence of different light source on microleakage of class V composite resin restoration. J Oral Rehabil. 2004; 31: 500-504. 47. Ritter AV, Cavalcante LM, Swift EJ, Thompson JY, Pimenta LA. Effect of light curing method on marginal adaptation, microleakage, and microhardness of composite restorations. J Biomed Mater Res Part B: Appl Biomater. 2006; 78: 302311. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 Sayfa 25 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 FİBER İLE GÜÇLENDİRİLEN KOMPOZİT REZİN Elçin DERELLİ ve Gürcan ÇETİN *ANTERİOR DİŞ EKSİKLİĞİNİN FİBER İLE GÜÇLENDİRİLEN KOMPOZİT REZİN SABİT BÖLÜMLÜ PROTEZ İLE RESTORASYONU: OLGU SUNUMU RESTORATION OF ANTERIOR MISSING TOOTH WITH FIBER-REINFORCED RESIN COMPOSITE FIXED PARTIAL DENTURE **Elçin Derelli, 1Gürcan Çetin 1 1 Dt. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı, Ankara. Özet Bu çalışmanın amacı, anterior diş eksikliğinde, direkt teknik uygulaması ile tek seansta fiber ile güçlendirilen kompozit rezin alt yapı ve restorasyonun yerleştirme işlemlerinin tanımlanmasıdır. Hastanın maksiller anterior diş eksikliği, fiber ile güçlendirilen kompozit rezin alt yapı (StickNet, StickTech, TurkuFinlandiya) ve kompozit rezin restoratif materyali (Clearfil Majesty Esthetic, Kuraray Medical Inc, Japonya) ile hazırlanan gövde ile restore edildi. Restorasyonun daimi simantasyonu, dişsiz boşluğa komşu destek dişlerde preparasyon yapılmadığı için 2 aşamalı kendinden adeziv system (Clearfil SE Bond, Kuraray Medical Inc, Japonya) uygulamasını takiben akıcı kıvamda kompozit rezin restoratif materyalinin (Clearfil Majesty Flowable, Kuraray Medical Inc, Japonya) kullanılması ile gerçekleştirildi. Fiber ile güçlendirilen kompozit rezin alt yapıya sahip adeziv köprü uygulaması estetik, diş dokularına bağlanma ve tek seansta restorasyonun tamamlanması gibi avantajlarına sahip olması nedeniyle geleneksel metal destekli sabit bölümlü protezlere alternatif tedavi şeklidir. Anahtar kelimeler: Fiber ile güçlendirilen kompozit rezin, adeziv köprü. Abstract The aim of this study describes restoration of anterior missing tooth with the framework construction and placement protocols for the prefabricated fiber- reinforced resin composite fixed partial denture. Patient’s maxiller anterior missing tooth replacement was restored using direct fiber reinforced composite resin utilising fiber reinforced substructure (StickNet, StickTech, Turku-Finlandiya). Pontic of fixed partial denture was fabricated with composite resin restorative material (Clearfil Majesty Esthetic, Kuraray Medical Inc, Japonya) and final cementation of restoration was bonded to adjacent enamel surfaces of edentolus space using 2 step self etch adhesive system (Clearfil SE Bond, Kuraray Medical Inc, Japonya) and flowable composite resin (Clearfil Majesty Flowable, Kuraray Medical Inc, Japonya). It can be concluded, fiber reinforced composite resin substructured adhesive bridge application is an alternative treatment to conventional metal ceramic fixed partial denture because of having advantages of esthetic, metal-free, bonding to tooth surfaces and requires only one appointment. Key words: Adhesive bridge, fiber reinforced composite resin. Giriş Çeşitli nedenler ile kaybedilen tek diş eksikliğinde olası tedavi seçenekleri implant, geleneksel 3 üniteli sabit bölümlü protez, metal alt yapılı rezin bağlı köprü, seramik alt yapılı rezin bağlı köprü, fiber alt yapılı rezin bağlı köprü gibi tedavi seçenekleri uygulanmaktadır.1 *Bu olgu, 8-12 Ekim 2008 tarihinde Diyarbakır’ da düzenlenen 1. Uluslararası Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Kongresi’ nde poster tebliğ olarak sunulmuştur. **İletişim Adresi Dr. Elçin DERELLİ Ankara Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı, 06500 Beşevler-ANKARA. Tel: 0-312-296 57 25 Faks: 0-312-212 39 54 e-mail: elcinderelli@yahoo.com Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 Günümüzde önceden doyurulan fiber ile güçlendirilen kompozit rezin materyalin tanıtımı ile tek diş eksikliklerinde fiber alt yapılı sabit bölümlü protez uygulamaları adeziv, estetik ve metal içermeyen restorasyonların yapımına imkan sağlamıştır. Fiber ile güçlendirilen kompozit rezin köprülerin kullanımı ile hızlı, ekonomik, mevcut diş dokuları için koruyucu alternatif bir tedavi şekli ortaya çıkmıştır.1,2 Fiber ile güçlendirilen kompozit rezin köprü restorasyonu, şüpheli prognoza sahip veya periodontal destek kaybına sahip destek dişlerin varlığında (splintleme), diş çekimini takiben veya travmaya bağlı diş kaybının restorasyonu, çocuk veya genç hastalarda yer tutucu görevi gören geçiş protezlerinin yapımında, implant yerleştirimini takiben daimi yükleme işlemi uygulamasından önceki dönem geçici protez yapımı amacıyla Sayfa 26 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 uygulanan sabit bölümlü protez 2,3,4 uygulamalarıdır. Uzun dişsiz boşlukların varlığında, derin kapanış vakalarında, destek dişlerde geniş restorasyonların mevcudiyetinde ve diastemaların varlığında yapımı kontrendikedir4. Maliyetinin az olması, tekrarlayan randevuların olmaması, uygulama ve temizleme kolaylığı sağlaması, metal alerjisinin gelişmemesi, diş dokularında preparasyon gerektirmemesi gibi avantajları bulunmaktadır.1,3,5 Fiber ile güçlendirilen kompozit rezin köprülerde, gövde direkt ya da indirekt yöntem uygulanarak yapay akrilik diş, hastanın çekilen dişi veya kompozit rezin restoratif materyali kullanılarak hazırlanabilir.2,3 Bu sunumda, anterior diş eksikliğine sahip vakada direkt teknik uygulaması ile tek seansta fiber ile güçlendilen kompozit rezin alt yapı hazırlanması ve yerleştirme protokolü anlatılmaktadır. Olgu Sunumu 23 yaşındaki bayan hasta, maksiller sol lateral diş eksikliği ve diş eksikliğinden kaynaklanan estetik problemlerden dolayı Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı kliniğine başvurdu. Hastanın ağız içi ve radyolojik muayenesinde dentisyon ve periodontal dokuların sağlıklı olduğu ve dişsiz boşluğa komşu destek dişlerde herhangi bir restorasyon olmadığı gözlendi (Resim 1, 2). FİBER İLE GÜÇLENDİRİLEN KOMPOZİT REZİN Elçin DERELLİ ve Gürcan ÇETİN Resim 2. Olgunun tedavi öncesi ağız içi görüntüsü Hastanın irreversible hidrokolloid ölçü malzemesi ile üst çene ölçüsü alındı. Alınan ölçüye, sert alçı dökülerek çalışma modeli elde edildi. Model üzerindeki dişsiz boşluğa, hastanın doğal diş rengine uygun kompozit rezin restoratif materyali (Clearfil Majesty Esthetic, Kuraray Medical Inc, Japonya) ile gövde hazırlandı. Hazırlanan kompozit rezin gövdenin palatinal yüz orta üçlüsüne, retansiyonu arttırmak amacıyla, fiber alt yapının yerleştirilebileceği bir oluk açıldı. Fiber ile güçlendirilen kompozit rezin köprü yapımında kullanılan fiberin uzunluğu, yarım yuvarlak kroşe teli yardımıyla belirlendi. Çalışma modeli üzerine adapte edilen kroşe teli, dişsiz boşluğa komşu destek dişlerin palatinal yüzlerin orta üçlüsüne kadar uzatıldı. Kullanılan kroşe telinin uzunluğu tespit edildi ve aynı uzunlukta fiber alt yapı (StickNet, StickTech, Turku-Finlandiya), (Resim 3), özel makası ile kesildi. Destek dişler üzerindeki dental plak, politür yapılarak uzaklaştırıldı. Resim 1. Olgunun tedavi öncesi görüntüsü Hastaya sunulan alternatif tedavi seçenekleri arasından fiber ile güçlendirilen kompozit rezin köprü yapımına karar verildi. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 Resim 3. Restorasyonun yapımında kullanılan fiber alt yapı Sayfa 27 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 FİBER İLE GÜÇLENDİRİLEN KOMPOZİT REZİN Elçin DERELLİ ve Gürcan ÇETİN Restorasyonun simantasyonu, dişsiz boşluğa komşu destek dişlerde preparasyon yapılmadığı için 2 aşamalı kendinden adeziv sistem (Clearfil SE Bond, Kuraray Medical Inc, Japonya) uygulamasını takiben akıcı kıvamda kompozit rezin restoratif materyalinin (Clearfil Majesty Flowable, Kuraray Medical Inc, Japonya) kullanılması ile gerçekleştirildi (Resim 4). Daha önceden hazırlanan kompozit rezin gövde, akıcı kompozit rezin restoratif materyali (Clearfil Majesty Flowable, Kuraray Medical Inc, Japonya) ile fiber alt yapıya bağlandı ve tekrar 40 sn süreyle LED ışık cihazı ile ışık uygulandı (Resim 6). Resim 6. Kompozit rezin restoratif materyali ile hazırlanan gövdenin fiber alt yapıya bağlanması ve restorasyonun ağız içi görüntüsü Resim 4. Restorasyonun yapımında simantasyonunda kullanılan malzemeler ve Destek dişlerin palatinal ve dişsiz boşluğa bakan proksimal yüzlerine, 2 aşamalı kendinden adeziv sistem, üretici firmanın önerileri doğrultusunda uygulandı ve LED ışık cihazı (G-Light, GC Corporation, Tokyo, Japonya) ile 20 sn süreyle ışık uygulandı. Önceden doyurulan fiber alt yapı (StickNet, StickTech, Turku-Finlandiya) destek dişlerin palatinal yüzeyine, akıcı kompozit rezin restoratif materyali (Clearfil Majesty Flowable, Kuraray Medical Inc, Japonya) ile adapte edildi ve LED ışık cihazı ile 40 saniye süreyle ışık uygulamasına tabi tutuldu (Resim 5). Restorasyonun simantasyonu tamamlandıktan sonra okluzyon kontrol edildi. Bitirme ve polisaj işlemlerinin uygulanması ile restorasyon tamamlandı (Resim 7). Resim 7. Restorasyonun tamamlanmış hali Hasta, 12 ay sonra kontrole çağırıldı ve tekrar muayene edildi. Yapılan restorasyonda herhangi bir renklenme, kopma, kırılma veya gövde de aşınma görülmedi. Resim 5. Fiber alt yapının destek dişler üzerine yerleştirilmesi Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 Tartışma Konjenital veya travmaya bağlı nedenlerle kaybedilen anterior diş eksikliklerinde, farklı tedavi prosedürleri uygulanabilir. Fiber ile güçlendirilen kompozit rezin köprüler, bu tedavi alternatiflerinden biridir. Bağlanabilirlik, tamir edilebilme, kolay uygulanabilir bir tedavi olması ve göreceli Sayfa 28 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 olarak uzun ömürlü olması gibi birçok avantaja sahiptir. Fiber ile güçlendirilen kompozit rezin köprülerin yapımında kullanılan indirekt teknik, adaptasyon, polimerizasyon oranı ve restorasyonun yüzey düzgünlüğü açısından değerlendirildiğinde, direkt tekniğe kıyasla daha iyi sonuçlar vermektedir. Direkt teknik ile, embrazür ve andırkat alanlarında taşan kompozit artıklarının uzaklaştırılması ve kontrolü oldukça zordur. Polimerizasyon tamamlandıktan sonra taşan kompozit artıkları, dönen enstürmanlar ile temizlenmeli, gövdeye polisaj ve bitirme işlemleri uygulanmalıdır.1,6 Bu çalışmada anterior diş eksikliğine sahip bir hastada, direkt teknik uygulaması ile fiber ile güçlendirilen kompozit rezin köprü restorasyonu yapılmıştır. Fiberin rijiditesinin metalden daha az olması ve düşük elastikiyet modülüne sahip olması, ara yüzeyde streslerin azalmasını sağlar. Fiber alt yapı, yapıştırma simanı ve rezin tutuculu sabit bölümlü protez arasındaki ayrılma probleminin üstesinden gelmekte ve döküm metal yapıdan daha estetik bir görünüm oluşturmaktadır.7,8 Fiber ile güçlendirilmiş materyallerin fiziksel özelliklerinin, matriks tipine, fiber tipine, fiberin dağılımına, fiber/matriks oranına ve fiberin çap ve uzunluğuna bağlı olduğu gözlenmiştir.9 Güçlendirilmiş kompozit materyaller, mükemmel estetik sağlamasına rağmen bazı araştırmacılar, estetik görüntünün stabil olmaması, zamanla aşınmanın artması ve plak akümülasyonunu arttırması nedeniyle, kompozit materyallerin daimi restorasyonların yapımında kullanılmasını tavsiye etmezler.10 Son yıllarda yapılan çalışmalarda, doğal dişin gövde olarak kullanılması ile renklenme riski, yüzey cilasının kaybı ve aşınmanın artması gibi problemlerin azaldığı belirtilmiştir.10,11 Bu çalışmada anterior diş eksikliği, kompozit rezin restoratif meteryali ile hazırlanan gövde ile tamamlandı. Bu sayede yapay akrilik diş veya doğal diş ile fiber ile güçlendirilmiş kompozit rezin alt yapı arasında oluşabilecek bağlantı problemi ortadan kaldırıldı ve daha estetik bir görüntü elde edildi. Fiber ile güçlendirilen kompozit rezin restorasyonların başarısı üzerine yapılan klinik çalışmalarda görülen temel başarısızlık nedenleri, destek diş ve gövde ile bağlantı alanlarında karşılaşılan alt yapı kırığı, veneer kompozitin ayrılması veya fiberin açığa çıkması şeklinde tanımlanmıştır.8 5 yıllık klinik takip Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 FİBER İLE GÜÇLENDİRİLEN KOMPOZİT REZİN Elçin DERELLİ ve Gürcan ÇETİN çalışmalarında, metal alt yapılı rezin bağlı köprülerde, başarı oranı % 76 iken, fiber ile güçlendirilen kompozit rezin restorasyonlarda bu oran, % 93 olarak belirtilmiştir.12 Bu çalışmada da restorasyonun 1 yıl sonunda başarı ile ağızda fonksiyon gördüğü tespit edildi. Fiber ile güçlendirilen kompozit rezin alt yapıya sahip köprüler, doğru vaka seçimi, tasarımı ve bağlanma koşulları sağlandığında uzun ömürlüdür ve estetik sonuçlar ortaya koyar. Ancak bu tip restorasyonlar, titiz ve hassas bir çalışma ve başarı kriteri söz konusu olduğunda uzun süreli takip gerektirmektedir. Sonuç Fiber ile güçlendirilen kompozit rezin alt yapıya sahip adeziv köprü uygulaması estetik, diş dokularına bağlanma ve tek seansta restorasyonun tamamlanması avantajlarına sahip olması nedeniyle geleneksel metal destekli sabit bölümlü protezlere alternatif tedavi şeklidir. Kaynaklar 1. Chafaie A., Portier R. Anterior fiber- reinforced composite resin bridge: A case report. Pediatr Dent 2004; 26(6): 530-4 2. Kermanshah H., Motevasselian F. Immediate tooth replacement using fiber reinforced composite and natural tooth pontic: A case report. Oper Dent. 2010; 35(2): 238-45. 3. Meiers JC., Freilich M. A. Chairside prefabricated fiber reinforced resin composite fixed partial dentures. Quintessence Int 2001; 32: 99-104 4. Meiers JC., Freilich M. A. Consevative anterior tooth replacement using fiber-reinforced composite. Operative Dent. 2000; 25: 239-43 5. Rose E, Frucht S, Jonas I E. Clinical comparision of a multistranded wire and a direct-bonded polyethylene ribbonreinforced resin composite used for lingual retention. Quintessence Int 2002; 33: 579-83 6. Güner ÇA, Karacaer Ö. Polietilen fiber ile güçlendirilmiş rezin tutuculu köprü restorasyonu: Olgu sunumları. CU Diş Hek Fak Derg 2007; 10(1): 26-9 7. Vallittu PK. Prosthodontic treatment with a glass fiberreinforced resin bonded fixed partial denture: A Clinical report. J Prosthet Dent 1999; 82: 132-5 8. Vallitu PK, Sevelius C. Resin-bonded, glass fiber-reinforced composite fixed partial dentures: A Clinical Study. J Prosthet Dent 2000; 4: 413-8 9. Ellakwa AE, Shortall C, Shehata M K & Marquis P M. The influence of fibre placement and position on the efficiency of reinforcement of fiber reinforced composite bridgework. J Oral Rehabil 2001; 28:785-91 10. Behr M, Rosentritt M & Handel G. Fiber reinforced composite crowns and FPDs: A Clinical repot. Int J Prosthodont 2003;16(3): 239-243 11. Behr M, Rosentritt M, Latzel D & Handle G. Fracture resistance of fiber reinforced vs non-fiber-reinforced composite molar crowns. Clin Oral Investig 2003; 7(3):135-9 12. Vallittu PK. Survival rates of resin-bonded, glass fiber composite fixed partial dentures with a mean follow-up of 42 months: a pilot study. J Prosthet Dent 2004; 91:241–246. Sayfa 29 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 TİP I DİABET-BİR OLGU Filiz ACUN KAYA ve ark. TİP I DİABET-BİR OLGU TYPE I DIABETES-ONE CASE 1 Filiz ACUN KAYA, 2Ahmet GÜNAY, 3Tuba TALO, 4*Arzum Güler DOĞRU, 2Esma BARAN, 4 Ebru Ece SARIBAŞ 1 Doç. Dr. Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır. Dr. Dt. Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır. 3 Dt.Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır. 4 Yrd. Doç. Dr. Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır. 2 Özet Jüvenil Diabet, veya insüline bağımlı diabetes mellitus (IDDM) da denilmektedir. Çocuk ve gençlerde, çoğunlukla büyüme çağında ortaya çıkan bir diabet şeklidir. Genellikle 15-20 yaşında gençlerde görüldüğü kabul edilir. Tip I diabetes mellituslu hastalarda, yaygın periodontal yıkım hastanın yaşından dolayı dikkati çeker. Tip I diabetli hastalarda yaşla beraber periodontal hastalık riskinin arttığı, periodontal hastalık şiddetinin de diabet süresi arttıkça ilerlediği düşünülmektedir. Bu olgu sunumunda kliniğimize başvuran ve ileri derecede periodontal yıkımı olan Tip I diabetli bir hastanın tedavi sonuçlarının sunulması amaçlanmıştır. Anahtar kelimeler: Tip I diabet. Abstract This problem is also called as juvenile diabetes or insuline dependent diabetes mellitus (IDDM). Mostly occurs in childhood or juvenile period. The severity of the periodontal destruction in type I diabetes mellitus patients takes account because of the patients early ages. İt is tought that the risc of periodontal diseases increases with the age increase. In this case report it is aimed to present the treatment results of a type I diabetes mellitus patient with severe periodontal destruction who appllied to our clinic. Key words: Type I diabetes. Giriş Jüvenil Diabet, veya insüline bağımlı diabetes mellitus (IDDM) da denilmektedir. Çocuk ve gençlerde, çoğunlukla büyüme çağında ortaya çıkan bir diabet şeklidir. Genellikle 15-20 yaşında gençlerde görüldüğü kabul edilir. Fakat daha ileri yaşlarda da aynı karakteri gösteren diabet ortaya çıkabilir. Fakat bunların oranı düşüktür. Jüvenil diabetin başlıca özellikleri; ani başlaması, keto-asidoza meyil göstermesi, pankreasta insülin rezervinin çok az olması, kanda insülin seviyesinin çok düşük olmasıdır. Bu hastalar genellikle zayıftırlar. Hastalık ortaya çıktığı zaman, bu çocukların akranlarına göre daha uzun boylu olduklarını ve bunun da büyüme hormonu fazlalığına bağlı olduğunu ileri sürenler vardır. Fakat hastalık *İletişim Adresi Dr. Arzum Güler DOĞRU Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı, 21280 DİYARBAKIR. e-mail: agdogru@yahoo.com Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 başladıktan sonra, iyi tedavi edilmezse, büyüme durur ve hastalar akranlarından daha küçük yapılı olur. Jüvenil diabetikler, diabetin mikroanjiopati komplikasyonlarına daha çok tutulurlar. Gerek bu komplikasyonlar, gerek sık sık keto-asidoza girmeleri nedeni ile ortalama yaşama süreleri erişkin tip diabetten daha kısadır (1). Diabetes mellitus ile oral hastalıkların oluşumu arasındaki ilişkinin varlığı hakkında yapılan çok sayıda araştırma vardır. Görüş birliği bulunmamakla beraber yaygın görüş; diabetik hastalarda oral komplikasyonlara sıklıkla rastlanıldığı ve diabetes mellitusun periodontitisler için bir risk faktörü olduğu yönündedir (2-30). Tip I diabetes mellituslu hastalarda yaygın periodontal yıkım, hastanın yaşından dolayı dikkati çeker (18, 19, 20, 21). Periodontal hastalıklar ile tip I DM arasındaki ilişkiyi araştırmak için ilk olarak 263 tip I DM hastası, 59 non-diabetik kardeşleri ile 149 non-diabetik ilişkisi olmayan kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır (18). DM’li hastalarda 12 yaş altında periodontal hastalık görülmezken (N: 97), 13-18 yaş arasında % 13.6 oranında (N: Sayfa 30 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 110), 19-32 yaş arasındaki kişilerde % 39 oranında görülmüştür (N:56). DM hastalarının kardeşlerinde hastalık görülmezken, ilişkisiz grupta % 2.5 oranında hastalık tespit edilmiştir. Ayrıca araştırmacılar şiddetli periodontal hastalğı olan gruplarda diabetin uzun süredir var olduğuna dikkat çekmişlerdir. Böylelikle, tip I DM’lu hastalarda yaşla beraber periodontal hastalık riskinin arttığı, periodontal hastalık şiddetinin de DM süresi arttıkça ilerlediği görülmektedir. OLGU 26 yaşında bir kadın hasta dişlerinde ağrı, dişetinde çekilme ve kanama şikayeti ile Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı kliniğine 05.12.2006 yılında başvurmuştur. Alınan anamnezinde hastanın TipI diabet rahatsızlığının olduğu buna bağlı olarakta insülin kullandığı ve hastanın profesyonel anlamda bir tedavi görmediği öğrenilmiştir. Hastadan istenen labaratuar tetkiklerinde açlık kan şekeri seviyesinin 330 ve HbA1c seviyesinin 8.5 olduğu saptanmış ve endokrinoloji anabilim dalından konsültasyon istenmiştir.Yapılan klinik muayenede hastada, sadece sağ alt I. büyük azı dişinin eksik olduğu, yoğun plak birikimin eşlik ettiği, buna bağlı olarak orta şiddette enflamasyonun olduğu, hastanın oral hijyen açısından eğitimsiz ve generalize tarzda ileri derecede ataçman kayıplarının olduğu tespit edilmiştir. Yapılan periodontal muayenede ve alınan indeks skorlarında; alt-üst çene tüm dişlerde 2 mm ve 10 mm arasında değişen cep derinliklerinin (resim 1-2) (CD=4.759 mm) olduğu, gingival skorların GI=2.231 (Löe and Sillnes) ve plak skorlarının da PI= 1.361 (Sillnes and Löe) olduğu tespit edilmiştir. Resim 1: İntraoral muayene Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 TİP I DİABET-BİR OLGU Filiz ACUN KAYA ve ark. Resim 2: İntraoral muayene Radyolojik muayenesinde (resim3) alınan panoramik grafide tüm dişlerin çevresinde ileri derecede kemik kayıplarının olduğu saptanmıştır. Resim 3: Hastanın radyografik görüntüsü Bütün bu veriler göz önüne alınarak hastaya Generalize agresif periodontitis tanısı konulmuştur. Hastaya öncelikle oral hijyen eğitimi verilerek geleneksel periodontal tedavi olarak diş taşı temizliği ve kök yüzey düzleştirmesi uygulanmış ve % 0.12 klorhexidin glukonat içeren gargara (1 hafta süreyle günde 2 kez) önerilmiştir. Bunun yanısıra; hastaya doksisiklin reçete edilmiştir. Periodontal tedavi ve kontrollerle 2’şer haftalık periyodlar halinde devam edilmiştir. 1.5-2 ay süren tedavi sonunda, hastanın sağlıklı periodontal durum sağlanmış (resim 4-5-6) ve hasta iki yıl boyunca takip edilmiştir. Resim 4: Tedavi sonrası klinik durum Sayfa 31 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 Resim 5: Tedavi sonrası klinik durum Resim 6: Tedavi sonrası klinik durum İki yılık sürenin sonunda HbA1c seviyesi 6 ve açlık kan şekeri 130- 152 olarak saptanmıştır. Ayrıca bu süre sonunda alınan klinik indekslerinin PI=0, GI=0.268 ve CD=2.907 olarak değişim gösterdiği tespit edilmiştir Hastanın periyodik kontrollerine devam edilmektedir. TARTIŞMA Yapılan bir çok çalışma diabet ile periodontitis arasında ilişki olduğunu göstermektedir (18,19,20,21,22) ve periodontitis diabetes mellitusun 6. komplikasyonu olarak tanımlanmaktadır (23). IDDM hastaları aynı yaş grubundaki diabetik olmayan bireylerle karşılaştırıldıklarında, ciddi inflamatuar gingival hastalıkların görülme sıklığı oldukça yüksektir (18,19,20,21,). IDDM hastaları genelde periodontal hastalıklar gibi oral enfeksiyonları da içeren bakteriyel enfeksiyonlara karşı yüksek risk gösterirler. Periodontal hastalıklar geniş spektrumlu anaerobik gram (-) enfeksiyonlardır Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 TİP I DİABET-BİR OLGU Filiz ACUN KAYA ve ark. ve dişi destekleyen kemik ve bağ dokuda yıkıma sebep olurlar (24). Salvi ve ark.’ları (25) yaptıkları bir çalışmada; çeşitli derecelerde periodontal hastalığı olan ve olmayan 64 non-diabetik ve 39 IDDM hastasının DOS mediatör seviyesini, monositik sekresyonunu ve klinik durumunu incelemişlerdir. Sonuçlarına göre; diabetik hastalar diabetik olmayanlara göre daha şiddetli inflamatuar yanıt vermişlerdir. Ayrıca orta ve şiddetli periodontitisli hastalar, gingivitisli veya hafif periodontal hastalıklı hastalar karşılaştırıldığında LPS salınımına bağlı monositik PGE2 ve TNF-α sekresyonları ve DOS’ında PGE2 ve IL-1β önemli oranda yükselmiştir. Diabetli hastaların monositleri, diabetli olmayan kontrollere göre in vitro ortamda önemli oranda daha fazla TNF-α, IL-1β ve PGE2 üretmiştir. Klinik olarak periodontitisli diabetik bireyler periodontal hastalık şiddetine göre karşılaştırıldığı non-diabetik kontrollerden çok daha yüksek oranda DOS IL-1β ve PGE2 seviyelerine sahiptir. Yine diabetik olmayan hastalarla karşılaştırıldığında, eşit miktarda bakteri problemine karşı IDDM hastalarında anormal derecede yüksek oranda inflamasyon olduğu görülmüştür (25). Simpson ve arkadaşlarının yapmış oldukları bir çalışmada periodontal terapinin glisemik kontrol üzerindeki etkisi incelendi. Araştırma sonucunda periodontal tedavi yapılan grupta tedavi edilmeyen gruba göre HbA1c seviyesinde istatiksel olarak önemli bir azalma saptandı (26). Grossi SG. ve ark ‘ı , 113 tip 2 diyabetli ve periodontitisli hastada yaptıkları periodontal tedavi sonucunda etkili periodontal tedavinin HbA1c seviyesini azaltacağını belirtmiştir (27) Xavier ve arkadaşlarının 168 tip 1 diabetik çocuk üzerinde yürüttükleri çalışmada(28) ve Dakovic ve arkadaşlarının tip 1 diabetikler üzerinde yürüttükleri çalışmada(29), periodontal durum ile metabolik kontrol seviyesinin ilişkisi araştırılmış ve zayıf metabolik kontrollü hastalarda periodontal durumun daha kötü olduğu saptanmıştır Silvestre ve arkadaşları ise zayıf metabolik kontrole yüksek cep derinliği ve yüksek kanama skorlarının eşlik ettiğini bildirmişlerdir (30). Bizim hastamızda da yukarıdaki araştırmacıların bulgularını destekler şekilde, metabolik kontroldeki düzelmeyle periodontal durumun daha iyi hale gelmesi paralel Sayfa 32 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 seyretmiştir. Bu da zayıf metabolik kontrole periodontal hastalıkların eşlik ettiği araştırmaları desteklemektedir. Bu nedenle diabetik hastalarda periodontal tedavi ve periodontal eğitim önem kazanmaktadır. Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. Sencer E. Endokrin ve Metabolik Hastalıklar. 309-355, İstanbul 1976. Christgau M, Palitzsch K-D, Schmalz G, Kreiner U, Frenzel S. Healing Response to Non-Surgical Periodontal Therapy in Patients with Diabetes Mellitus: Clinical Microbiological and Immunologic Results. J Clin Periodontol 1998; 25: 112124. Emrich LJ, Shlossman M, Genco RJ. Periodontal Disease in Non-Insulin Dependent Diabetes Mellitus. J Periodontol 1991; 62: 123-130. Glickman I. The Relation of Experimental Diabetes to Periodontal Disease. Section 2; 703-722. Güven Y, Satman İ, Dinççağ N, Alptekin S. Salivary Peroxidase Activitiy in Whole Saliva of Patients with InsulinDependent ( Type I ) Diabetes Mellitus. J Clin Periodontol 1996; 23: 879-881. Karjalainen KM, Knuuttila MLE. The Onset of Diabetes and Poor Metabolic Control Increaes Gingival Bleeding in Children and Adolescents with Insulin Dependent Diabetes Mellitus. J Clin Periodontol 1996; 23: 1060-1067. Kawamura M, Tsurumoto A, Fukuda S, Sasahara H. Health Behaviors and Their Relation to Metabolic Control and Periodontal Status in Type 2 Diabetic Patients: A Model Tested Using a Linear Structural Relations Program. J Periodontol 2001; 72: 1246-1253. Löe H. Periodontal Disease: The Sixth Complication of Diabetes Mellitus. Diabetes Care 1993; 16: 329-334. Moore PA, Weyant RJ, Mongelluzzo MB, Myers DE, Rossie K, Guggenheimer J, Block HM, Huber H, Orchard T. Type 1 Diabetes Mellitus and Oral Health: Assessment of Periodontal Disease. J Periodontol 1999; 70: 409-417. Noack B, Jachmann I, Rocher S, Sieber L, Kopprasch S, Lück C, Hanefeld M, Hoffmann T. Metabolic Diseases and Their Possible Link to Risk Indicators Periodontitis. J Periodontol 2000; 71: 898-903. Oliver RC and Tervonen T. Diabetes-a Risk Factor for Periodontitis in Adults?. J Periodontol 1994, 65: 530-538. Salvi GE, Yalda B, Collins JG, Jones BH, Smith FW, Arnold RR, Offenbacher S. Inflammatory Mediator Response as a Potential Risk Marker for Periodontal Diseases in InsulinDependent Diabetes Mellitus Patients. J Periodontol 1997; 68: 127-135. Soskolne WA, Klinger A. The Relationship Between Periodontal Diseases and Diabetes: An Overview. Ann Periodontol 2001; 6: 91-98. Taylor GW, Burt BA, Becker MP, Genco RJ, Shlossman M, Knowler WC, Pettitt DJ. Non-Insulin Dependent Diabetes Mellitus and Alveolar Bone Loss Progression Over 2 Years. J Periodontol 1998; 69: 76-83. Tervonen T, Oliver RC. Long-term control of diabetes mellitus and periodontitis. J Clin Periodontol 1993; 20: 431435. Taylor GW, Burt BA, Becker MP, Genco RJ, Shlossman M, Knowler WC, Pettitt DJ. Non-Insulin Dependent Diabetes Mellitus and Alveolar Bone Loss Progression Over 2 Years. J Periodontol 1998; 69: 76-83. Tervoven T, Karjalainen K, Knuuttila M, Huumonen S. Alveolar bone loss in type 1 diabetic subjects. J Clin Periodontol 2000; 27: 567-571. Ciancola LJ, Park BH, Bruck E, Mosovich L, Genco RJ. Prevalence of Periodontal Disease in Insulin-Dependent Diabetes Mellitus (Juvenile Diabetes). J Am Dent Assoc 1982; 104: 653-660. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 TİP I DİABET-BİR OLGU Filiz ACUN KAYA ve ark. 19. Pinson M, Hoffmann WH, Garnick JJ, Litaker MS. Periodontal disease and type I diabetes mellitus in children and adolescents. J Clin Periodontol 1995; 22: 118-123. 20. Thorstensson H, Kuylenstierna J, Hugoson A. Medical status and complications in relation to periodontal disease experience in insulin-dependent diabetics. J Clin Periodontol 1996; 23: 194-202. 21. Westfelt E, Rylander H, Blohme G, Jonasson P, Lindhe J. The effect of periodontal therapy in diabetics. Result after 5 years. J Clin Periodontol 1996; 23: 92-100. 22. American Academy of Periodontology. Diabetes and perodontal diseases (position paper). J Periodontol 2000; 71: 664678. 23. Löe H. Periodontal Disease: The Sixth Complication of Diabetes Mellitus. Diabetes Care 1993; 16: 329-334 24. Yalda B, Offenbacher S, Collins JG. Diabetes as a modifier of periodontal disease expression. Periodontol 2000 1994; 6: 37-49. 25. Salvi GE, Beck JD, Offenbacher S. PGE2, IL-1β, and TNF-α Responses in Diabetics as Modifiers of Periodontal Disease Expression. Ann Periodontol 1998; 3: 40-50. 26. Simpson TC, Needleman I,Wild SH, Males DR, Mills EJ. Treatment of periodontal disease for glycaemic control in people with diabetes. Evid. Based Dent 2010;11(3):73-4. 27. Grossi SG, Skrepcinski FB, De Caro T, Robertrson DC, Ho AW, Dunford RG, Genco RJ. Treatment of periodontal disease in diabetics reduces glycated hemoglobin. J. Periodontol 1997 ; 68: 713-719. 28. Xavier AC, Silva IN, Costa F de O, Correa DS. Periodontal status in children and adolescents with type I diabetes mellitus. Arq. Bras Endocrinal Metabol 2009 Apr; 53(3)34854. 29. Dakovic D, Pavlovic MD. Periodontal disease in children and adolescents with type I diabetes in Serbian. J.Periodontol 2008 Jun ; 79(6) 987-92. 30. Silvestre FJ, Miralles L, Llambes F, Bautista D, SaloIzquierdo E, Hernandez- MijaresA. Type I diabetes mellitus and periodontal disease:relationshipto different clinical variables. Med Oral Patol Cir Bucal.2009 Apr 1; 14(4):E 175-9. Sayfa 33 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 PALATAL DEFEKTLİ HASTADA PROTEZ UYGULAMASI S.Zelal BAŞKAN ÜLKÜ *PALATAL DEFEKTLİ HASTADA PROTEZ UYGULAMASI: VAKA RAPORU PROSTHETIC APPLICATION IN A PATIENT WITH PALATAL DEFECT: CASE REPORT **S. Zelal BAŞKAN ÜLKÜ Yrd. Doç. Dr. Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı Diyarbakır. Özet Palatal defektli hastalar, defektlerinin büyüklüğüne ve uzantılarına bağlı olarak yutkunma, beslenme, konuşma gibi temel fonksiyonlarda ciddi problemler yaşarlar. Oral ve nazal kaviteler arasında sürekli bir ilişki olması nedeniyle, defektli hastalarda hipernasal bir konuşma, nazal kaviteye sıvı akışı, dengesiz çiğneme ve kötü beslenmenin ve estetik yetersizliğin geliştirdiği psikolojik rahatsızlıkların da gelişmesi söz konusudur. Bu durumlar hastanın yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Bu tip hastaların protetik tedavisinde planlama yaparken birçok faktör birlikte değerlendirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Palatal defekt, dental anomali, protetik uygulama. Abstract Depending on the defect’s size and extensions, serious problems become in patients who has palatal defect; like deglutition nutrition and speech. The constant communication between the oral and nasal cavities, patients who had maxillary defects have a lot of problems, like hypernasal speech, fluid passage into the nasal cavity, inappropiate nutrition, also esthetic and psychological problems. This situation negatively effects patients quality of life. These kind of patients, while deciding the design of the treatment multiple factors must be evaluated. Key Words: Palatal defect, dental anomaly, prostetic application. Giriş Defektli hastaların protetik rehabilitasyonu fonksiyon, fonasyon ve estetik açıdan dişhekimliği uygulamalarında oldukça önemlidir ve yapımı son derece özen ve dikkat gerektirmektedir. İşlevsel bir fonksiyonel yapı kazandırılmasının yanında hastayı memnun edici bir estetik sonuç, hastanın yaşam kalitesinin arttırılması açısından oldukça önemlidir (1, 2). Bu hastalarda yapılan protetik uygulamaların amacı, çiğneme ve konuşma sisteminin fonksiyonunu iyileştirmek ve hastaya daha iyi bir estetik görünüm kazandırmaktır (1). Bu hastalarda tedavi planlanırken, multidisipliner çalışma gereklidir (1-5). Tıp ve dişhekimliğinin farklı branşlarının beraber uyum içinde çalışmaları gerekmektedir. Cerrahi ve *Bu makale; 5. Ege Bölgesi Dişhekimleri Odaları Uluslararası Bilimsel Kongre ve Sergisi’nde (28-30 Nisan, Marmaris, 2006) poster olarak sunulmuştur. **İletişim Adresi Dr. S. Zelal BAŞKAN ÜLKÜ Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı, DİYARBAKIR. Tel: 0-412-2488101 e-mail: zelal_baskan@hotmail.com.tr Cilt / Volume 12 ∙ Sayı / Number 1 ∙ 2011 ortodontik tedavilerin yanında az gelişmiş maksilla, palatal defektler, maloklüzyon, malforme ve eksik dişler bu hastalarda sıklıkla görüldüğünden protetik rehabilitasyon şarttır (6). Protetik uygulama; cerrahi müdahale ve sonrasında ortodontik tedavi yapılıyorsa bu işlemler bittikten hemen sonra yapılmalıdır. Palatal defektli hastalarda peridonsiyum, ağızda kalan dişler, destek dişlerin oklüzyonu ve mevcut oklüzal durumlar dikkatlice değerlendirilmelidir. Ağızda kalan mevcut destek dişlerin periodontal ve endodontik olarak tedavileri tamamlanmalı ve mümkün olduğunca ağızda tutulmaya çalışılmalıdır. Protez uygulamasında defektin büyüklüğü, diğer boşluklarla ilişkisi, retantif kalitesi, maksimum ağız açıklığı, ağızdaki mevcut doku değişiklikleri incelenmelidir (3, 4). Bu faktörler hastanın klinik durumunu ve protetik rehabilitasyonun başarısını etkilemektedir. Olgu Raporu: Kliniğimize 2005 yılında 5 yıldır kullandığı geçici obtüratörün doku uyumsuzluğu, yemek yiyememe, mevcut dişlerin harabiyeti ve estetik memnuniyetsizlik nedeniyle başvuran 27 yaşındaki bayan hastanın (Resim 1, 2), sabit kronlar ve hassas bağlantı uygulaması ile elde Sayfa 34 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 edilen başarılı restorasyonunun olgu raporu sunulmuştur. PALATAL DEFEKTLİ HASTADA PROTEZ UYGULAMASI S.Zelal BAŞKAN ÜLKÜ materyali uygulanarak bölgenin korunması amaçlandı. Astar materyali ne kadar doku dostu olsa da uzun süre ağızda kalması mantar enfeksiyonuna yatkınlığı arttırdığından yıllık kontrollerle değiştirildi. Resim 1: Palatal defektin görünümü Resim 3: Üst çene metal prova görünümü Resim 2: Kretlerdeki rezorpsiyon görünümü Alınan anamnez sonucunda hastanın daha önceden birkaç kez protez kullandığı ve memnun kalmadığı öğrenildi. Fotoğraf ve dental radyografileri alındı. Yapılan intraoral muayenede; dişetlerinin çok hiperemik olduğu, çok sayıda dişini çürük yüzünden çektirdiği gözlendi. Ağızda sadece üst çenede sol ve sağ santral kesiciler, sol birinci premolar ve ikinci molar, alt çenede sol santral ve lateral kesici dişler ve birinci premolar dişlerin olduğu görüldü. Hastanın periodontal tedavileri yapıldı. Hastanın estetik kaygılarından dolayı hareketli bölümlü protez planlanamadı. Ağızdaki tüm dişleri de dahil edilerek, alt üst metal destekli porselen kronları yapıldıktan sonra (Resim 3, 4), ancorvis hassas bağlantılı protezleri yapıldı (Resim 5). Üst bölümlü protezinde defekt bölgesine yumuşak astar Cilt / Volume 12 ∙ Sayı / Number 1 ∙ 2011 Resim 4: Alt çene metal altyapıların yerleşimi Resim 5: Protezin final hali Sayfa 35 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 PALATAL DEFEKTLİ HASTADA PROTEZ UYGULAMASI S.Zelal BAŞKAN ÜLKÜ Tartışma Defektli hastalarda öncelikli tedavi olarak cerrahi düşünülmelidir. Çoğu klinisyen de defektli hastaların tedavisinde cerrahi tedaviyi tercih etse de, protetik olarak tedavi etmek daha çok tercih edilmektedir. Protetik olarak yapılacak tedavide alternatiflerin çok olması ve yapılacak cerrahi girişimin geriye dönüşümsüz sonuçlarından kaçınmak için; protetik tedavilerle çözümler baskın çıkmaktadır(4, 6). Yapılacak protetik tedavi eğer bir sabit protez türüyse, yapım tekniği defekti olmayan normal hastalara uygulanan teknikten daha farklı olmalıdır (1). Protez stabilizasyonu en iyi sağlayacak şekilde, mümkün olan en çok destek dişten köprü ayağı olarak faydalanılacak şekilde planlanmalıdır (1, 5, 6). Biz de bunu göz önünde bulundurarak, hastamıza protez uygularken tüm destek dişleri proteze dahil ettik. Ağızda kalan diş sayısı –özellikle alt çenede- az olduğundan implant uygulaması yapılabilirdi. Ancak maddi kısıtlamalar ve uzun süreli diş eksikliği sebebiyle hastanın alt ve üst çenesinde oluşan yoğun alveol kemik kalitesi ve miktarı kaybı yüzünden bu uygulama yapılamadı. Defektin çok büyük ya da doku morfolojisinin elverişsiz olduğu durumlarda geleneksel yöntemlerle hasta ve hekimi tatmin edici düzeyde bir protezin hazırlanması mümkün olmayabilir (7). Böyle durumlarda, overdenture protezi yapılabilir. Bu vakalarda, destek olarak kullanılacak uygun diş ya da dişleri belirlemek ve korumak çok önemlidir. Uygulanan overdenture protezinde, protezin kullanımı sırasında tutuculuğun sorun yaratmaması için hassas tutuculardan yararlanılması gerektiği bildirilmiştir (8). Overdenture protezlerinin üzerine gelen oklüzyon kuvvetleri, bu protezi destekleyen dişlerin periodontal bağları tarafından daha geniş alana yayılabilmektedir. Ayrıca, dişlerin daha önceden çekildiği bölgelere kıyasla destek dişler etrafındaki alveoler kemik, hacim ve yükseklik açısından üzerindeki protezi desteklemeye daha uygun duruma gelebilmektedir. Hareketli protezin altında yer alan mukozanın aşırı baskıya maruz kalmasının overdenture destekleri ile engelleneceği de gösterilmiştir (8-10). Hastamızda destek dişlerin dişeti sağlığını yeterli bulmadığımız için overdenture protez uygulayamadık. Cilt / Volume 12 ∙ Sayı / Number 1 ∙ 2011 Kaynaklar Bıçakçı A A, Nalçacı R, Turgut M. Dudak- damak yarıklı bir hastada multidisipliner tedavi yaklaşımı. Türk Dişhekimliği Dergisi Temmuz 2007, 69;136-8. 2- Mekikoğlu S, Karaca İ. Dudak-damak yarıklı hastalarda görülen yapı ve fonksiyon problemleri. Akademik Dental Dişhekimliği Dergisi 2004, 23;14-23. 3- Hızır NÖ, Türker B, Özkan Y. Maksillektomi hastalarında protetik tedavi. Akademik Dental Dişhekimliği Dergisi 2005, 26;18-25. 4- Aras E, Çötert S. Konjenital damak yarıklarında protetik sağıtım. Ege Üniv. Dişhek. Fak Derg. 1989, 10:123. 5- Keskin H, Özdemir T. Çene yüz protezleri. İstanbul 1995; 177-200. 6- Özdemir AK, Coşkun A. Konjenital damak yarıklarında protetik tedavi. Cumhuriyet Üniv. Diş Hek. Fak Derg. 2001, 4; 33-7. 7- Van Steenberghe D, Branemark P-I, Quirynen M, De Mars G, Naert I. The rehabilitation of oral defects by osseointegrated implants. J Clin Periodontol 1991;18: 488493. 8- Bolender CL, Smith DE, Toolson LB. Overdentures: their effectiveness and clinical considerations in treating the partially dentate mouth. In: Bates JF, Neill DJ, Preiskel HW. Restoration of the Partially Dentate Mouth. Chicago Quint. Publ. Co. 1984; 127-143. 9- Basker RM, Harrison A, Ralph JP. Overdentures in general dental practice. 2nd ed Br Dent Assoc 1988;1-77. 10- Heartwell Jr. CM, Rahn AO. Syllabus of complete dentures. Lae & Febiger Philadelphia 1980; 483-501. 1- Sayfa 36 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 PEMFİGUS VULGARİS Arzum Güler DOĞRU ve ark. PEMFİGUS VULGARİS-(BİR OLGU) PEMPHİGUS VULGARİS (ONE CASE) 1 *Arzum Güler DOĞRU, 1Ebru SARIBAŞ, 2Filiz ACUN KAYA 1 Yrd. Doç.Dr. Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır. Doç. Dr. Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır. 2 Özet Pemfigus vulgaris pemfigusun en sık rastlanan tipi olup, otoimmün bir hastalıktır. Genellikle 40-60 yaş civarında görülür ve Akdeniz ülkelerinde sık rastlanır. Lezyonlar, hem deride hem de mukozada yayılabilir. Mukozal lezyonlar genellikle ağızda görülür ve vakaların % 90’ında oral lezyonlar bildirilmiştir. Çalışmamızda pemfigus vulgaris teşhisi konmuş bayan hastaların intra-oral, extra-oral ve deri bulgularının sunulması amaçlanmıştır. Anahtar kelimeler: Pemfigus vulgaris. Abstract It is the most frequently found type of pemphigus. It is an otoimmun disease. It is more frequently seen in 40-60 years old and in Mediterranean countries. It is possible to encounter the lesions both in skin and mucosa. Mucosal lesions are frequently seen in mouth and 90% of the cases represents oral lesions. In our study it is aimed to represent intraoral,extraoral and on the skin findings of a woman patients with pemphigus vulgaris. Key words: Pemphigus vulgaris. Giriş Pemfigus vulgaris hayatı tehdit edebilen, otoimmün büllöz bir hastalıktır. Her yaşta görülebilmesine karşın genellikle 40-60 yaşlarında görülür ve en çok akdeniz halkında rastlanmaktadır (1-8). Pemfigusta oral lezyonlar deri lezyonlarından önce ortaya çıkarlar ve deri lezyonlarından daha uzun sürelidirler (1, 2, 3, 4). Pemfigus vulgarisli hastalarının % 56’ında sadece oral lezyonlar, % 32’inde hem oral hem de deri lezyonları ve % 12’inde ise sadece deri lezyonlarının görüldüğü bildirilmiştir (8). Pemfigus vulgarisin tipik klinik özelliği gevşek, yumuşak, ince duvarlı vezikül ve büllerdir. Bunlar normal mukoza ve deri üzerinde oluşurlar ve kolaylıkla rüptüre olurlar. Oral kavitedeki lezyonlar yüzeyeldir ve genellikle veziküllerin rüptüre olması ile ortaya çıkan ağrılı lezyonlar ile fark edilirler. Ağrılı *İletişim Adresi Dr. Arzum Güler DOĞRU Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı, 21280 DİYARBAKIR. e-mail:agdogru@yahoo.com Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 lezyonlar gıda alımını engelleyebilir ve kilo kaybına neden olabilir (1, 2, 4). Lezyonların ağız içinde en çok görüldüğü yerler okluzal düzleme ve dişsiz alveoler arklara yakın bukkal ve labial mukozadır (1). Nadir de olsa bu lezyonlara dişeti, dil, yanak mukozası, damak ve ağız tabanında rastlamak mümkündür (2). OLGU 38 yaşındaki bir kadın hasta damağında ve yanağında yaraların bulunduğuna dair şikayet ile Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalına başvurdu. Hastadan alınan anamnezde, başka sistemik hastalığının olmadığı, herhangi bir ilaç tedavisi görmediği ve sigara içmediği saptandı. Yine alınan anamnez sonucunda bu lezyonların 7 ay önce ortaya çıktığı ve ağrı nedeniyle çiğneme yapamadığı saptandı. Ağız içi muayenede hastada ileri derecede periodontal hastalık ile birlikte sağ bukkal mukozada ve sol dudak köşesinde (resim 1-2) ülseratif lezyonlar saptandı. Extraoral muayenede submandibular lenf bezlerinin atake olduğu, boynunda, sırtında, kol ve bacaklarında da ağrılı ülseratif lezyonların bulunduğu tespit edildi (resim 3-4). Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji kliniğine gönderdiğimiz hastaya, Sayfa 37 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 PEMFİGUS VULGARİS Arzum Güler DOĞRU ve ark. burada histopatolojik tetkikler kullanılarak pemfigus vulgaris teşhisi kondu ve kortikosteroid tedavisine başlandı (Prednol-L ampul 40mg 3x1) , beraberinde Ca+ D vitamin kompleksi (Cal D vit. effervesan tab) verildi. Hastaya kliniğimizde % 2’lik chlorhexidine glukonat gargarası tavsiye edildi. Periodontal tedavi prosedürü (detertraj, subgingival küretaj, kök yüzeyi düzeltme) tamamlandıktan sonra hasta periodik takibe alındı. Resim 4: Bacaklardaki lezyonlar Resim 1: Sol dudak köşesindeki lezyonlar Resim 2: Sağ bukkal mukoza üzerindeki lezyonlar Resim 3: Cilt üzerindeki lezyonlar Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 TARTIŞMA Pemfigus’un nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, genetik faktörlerin predispozan faktörler oldukları düşünülmektedir. Bununla birlikte Ruocco, pemfigus’u başlatan faktörleri; tarım ilaçları, malinite, ilaçlar, hormonlar, enfeksiyöz ajanlar, yiyecek alışkanlıkları, ultraviyole ışınları ve yoğun sıkıntı-gerginlik olarak açıklamıştır (9). Bizim hastamızda da alınan anamnezde ekonomik yetersizlikler sonucu yoğun stres ve baskı yaşandığı anlaşılmıştır. Bunun hastalığın oluşumunda tetikleyici bir faktör olabileceğini düşünmekteyiz. Pemfigus vulgaris hayatı tehdit edebilen ve oral kavitede görüntü veren bir hastalık olduğundan bu hastalığın patofizyolojisi, klinik görünümü ve tedavisi hekimler tarafından iyi anlaşılmalıdır. Hastalığın teşhisi genellikle klinik bulgular, histolojik inceleme ve immünolojik testlerle yapılır. Pemfigus vulgarisin klinik bulgusu multiple kronik oral ülserler ve Nicolsky bulgusunun pozitif olmasıdır. Histolojik olarak epidermal lezyonlarda acantholitik hücreler bulunmaktadır (10). Son yıllarda direk immünofloresan yöntem (DIF) kullanılarak hastalığın teşhisi çok daha etkili bir şekilde yapılmaktadır (11). Pemfigus vulgarisin tedavisinde antienflamatuar cevabı ve antikor yapımını azaltmak önemli olduğundan, glukokortikosteroidler önem kazanır. Şiddetli veya hızlı ilerleyen pemfigus vulgarisli hastalar yüksek doz glukokortikosteroidler ile tedavi edilirler (12). Bu ilaçların dozu hastalığın şiddeti ile ilişkilidir. Yüksek doz glukokortikoidlerin mide kanaması, osteopöröz, hiperglisemi, Sayfa 38 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 hipertansiyon ve psikotik reaksiyonlar gibi birçok zararlı yan etkileri vardır. Bu nedenlerden dolayı günümüzde daha düşük dozlarda steroidler (prednisone, 1 mg/kg/gün) ve gerekirse diğer immunosupresif (azathioprine, methotrexate, cyclophosphamide, mycaphenolatemofetil ) ajanlar kullanılmaktadır. Ancak bazı vakalarda bu ilaçlar kontrendike olabilmektedir. Bu durumlarda intravenöz immünglobulinler kullanılmaktadır (13, 14). Pemfigus vulgarisli hastalarda uzun süre kortizon kullanımına bağlı olarak gelişebilecek osteopöröz olasılığı nedeni ile koruyucu olarak Ca ve D vitamini önerilebilmektedir (15). Bizim olgumuzda da bu tedavi planına uygun olarak medikal tedavi verilmiştir. Throat ve arkadaşlarının yapmış oldukları çalışmada (16), sistemik hastalıkların periodontal hastalıklar için bir risk faktörü olduğu ve pemfigus vulgarisin periodontal hastalığın başlamasına veya ilerlemesine neden olabilecek bir etken olabileceği saptanmıştır. Periodontal tedavi pemfigusun tedavisinin bir parçasıdır. Lezyonlar dişetinde de görülüyor ise diştaşları olayın şiddetini arttırır. Bu nedenle bu hastalarda ağız hijyeninin sağlanması oldukça önemlidir. Olgumuzun sistemik tedavileri tamamlandıktan sonra, periodontal tedavileri de yapılarak yeterli düzeyde ağız hijyeni sağlanmaya çalışılmıştır. PEMFİGUS VULGARİS Arzum Güler DOĞRU ve ark. 11. Gilmore HK. Early detection of pemphigus vulgaris. Oral Surg, 1978: 46: 641-644. 12. Lamey PJ, Ress TD, Binnie WH, Wright JM, Rankin Kv, Simpson NB. Oral presentation of pemphigus vulgaris and its responce to systhemic steroid therapy. Oral Surg Oral Med Oral Pathol, 1992: 74: 54-57. 13. Krain LS, Landau JW, Newcomer VD. Cyclophosphamide in the treatment of pemphigus vulgaris and bullous pemphigoid. Arch Dermatol, 1972: 106: 657-661. 14. Lapeyre-Lienard H, Joly P. Pemphigus. Presse Med. 2010 Oct ; 39(10):1066-70. 15. Wohl Y, Dreiher J, Coher AD. Pemphigus and osteoporosis: a case control study. Arch Dermatol.2010 Oct ; 146(10): 1126-31. 16. Thorat MS,Raju A, Pradeep AR. Pemphigus vulgaris: effect on periodontal healt. J.Oral Sci.2010; 52(3):449-54. Kaynaklar 1. Weinberg MA, Insler MS, Campen RB. Mucocutaneous features of autoimmune blistering diseases. Oral Surg Oral Med Oral Pathol, 1997: 84: 517-534. 2. Bickle KM, Roark TR. Autoimmune bullous dermatoses: a review. American Family Physician, 2002: 9: 1861-1870. 3. Zegarelli DJ, Zegarelli EV. Intraoral pemphigus. Oral Surg Oral Med Oral Pathol, 1997: 47: 39-43. 4. Siegel MA, Balciunas BA, Kelly M, Serio FG. Diagnosis and management of commonly occuring oral vesicoloerosive disorders. Cutis, 1991: 47: 39-43. 5. Lever WP. Pemphigus and pemphigoid: a review of advantages since 1964. J Am Acad Dermatol, 1979. 1: 2-31. 6. Orlowski WA, Bressman E, Doyle J, Chasens AI. Chronic pemphigus vulgaris of the gingiva. J Periodontol, 1983: 54: 685-689. 7. Director W. Pemphigus vulgaris: a clinicopathological study. Arch Dermatol Syphilol, 1952: 65: 155-169. 8. Pisanti S, Sharav Y, Kaufman E, Posner lN. Pemphigus vulgaris-incidence in Jews of different ethnic groups according to age, sex and initial lesion. Oral Surg Oral Med Oral 9. Pathol, 1974: 38: 382-387. 9. Ruocco E, Aurilia A, Ruocco V. Precautions and suggestions for pemphigus patients. Dermatology, 2001: 203: 201-207. 10. Anand R, Jaiswal JN, Samadi F. Oral pemphigus vulgaris in a pediatric patient. J. Indian Soc Pedod Prev Dent 2010. Jul-sep;28(3): 200-2. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 Sayfa 39 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 DİKEY BOYUT KAYBINDA PROTETİK REHABİLİTASYON S.Zelal BAŞKAN ÜLKÜ *DİKEY BOYUT KAYBINDA PROTETİK REHABİLİTASYON PROSTHETIC REHABILITATION IN VERTICAL DIMENSION LOSS **S. Zelal BAŞKAN ÜLKÜ Yrd. Doç. Dr. Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı Diyarbakır. Özet Diş aşınmalarının en temel nedenleri konjenital anomaliler, bruksizm ve diğer parafonksiyonel alışkanlıklar, ağıza alınan çeşitli maddeler dolayısıyla abrazyon, atrizyon, abfraksiyon veya erozyon ve arka bölge dişlerinin kaybıdır. Ancak aşırı okluzal aşınmaların nedeni tam olarak anlaşılamamaktadır. Bu sebeplerden biri olan bruksizmde dişlerde oluşan aşınma eğer yoğun bir şekilde meydana gelirse çeşitli reaksiyonlar meydana gelecektir. Tme’de fonksiyonel bozukluklar, bozukluklara bağlı ağrı hikayesi, dişlerdeki aşınmaya bağlı olarak pulpal reaksiyonlar gibi. Kliniğimize eklem ağrıları ve estetik kaygılarla gelen 53 yaşındaki bayan hastadan alınan detaylı anamnezde strese bağlı uzun süreli bruksizm hikayesi saptandı. Oklüzal yüzeyler aşırı derecede aşınmıştı. Kaybettiği dikey boyutu kazandırmak ve proteze yer kazandırmak amacıyla yapılan dikey boyutu yükselten oklüzal plağı 6 ay boyunca kullanan hastada ağrı şikayetleri olmadığından daimi alt ve üst protetik restorasyonları yapıldı. Anahtar Kelimeler: Atrizyon, bruksizm, oklüzyon, dikey boyut. Abstract The most base reasons of the teeth wearing are the kongenital anomalies, bruxism, other parafunctional habits, abrasion, atrision, abfraxion, or erosion due to on mouth various substances, and loss of posterior area teeth. But excess occlusal wearing’s reason was not known exactly. One of the wearing of teeth reason, in bruxism occurs various reactions if it emerges severely such as functional disorders in TMJ, pain history, pulpal reactions associated with teeth wearing. A 53 year- old woman experiencing pain in the TMJ and esthetic problems was reported with a long term bruxism based on stress in detailed history. Occlusal surfaces had weared severely. Occlusal plaq which increases the vertical dimension was constructed to obtain loss vertical dimension. A prosthesis was replaced for a patient using plaq during 6 months who have no pain complaints. Key Words: Atrision, bruxism, occlusion, vertical dimension. Giriş Tüm dentisyonlarda fizyolojik ve patolojik multifaktöriyel nedenlere bağlı olarak yaygın diş aşınmaları görülebilmektedir (1, 2). Genç erişkinlerde görülen diş aşınmalarının fizyolojik olduğu ve yaşla birlikte arttığı bildirilmiştir. Ancak aşınmalar hastanın yaşı ile kıyaslandığında estetik ve işlevsel açıdan dişlerin korunması gerekiyorsa, dişlerdeki aşınmaların aşırı ve patolojik olduğu düşünülmektedir (3). Diş aşınmaları; atrizyon, abrazyon, erozyon ve abfraksiyon sebebiyle oluşabilir. Abfraksiyon, biyomekanik kuvvetler nedeniyle * Bu makaledeki olgu; 6. Ege Bölgesi Dişhekimleri Odaları Uluslararası Bilimsel Kongre ve Sergisi, 153, 1-3 Aralık, 2006 Antalya’da poster olarak sunulmuştur. **İletişim Adresi Dr. S.Zelal BAŞKAN ÜLKÜ Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı, DİYARBAKIR. Tel: 0-412-2488101 e-mail: zelal_baskan@hotmail.com.tr Cilt / Volume 12 ∙ Sayı / Number 1 ∙ 2011 diş sert dokusunun özellikle bukkal-labial servikal bölgede derin V şeklindeki defektlerdir (4). Bu tür aşınmaların şu şekilde geliştiği varsayılmıştır: Parafonksiyon ön dişlerde aşınmalara neden olur. Anterior rehberlik azalır veya kaybolur Posterior çatışmalar artar Çiğneme kasları aktive olur Aşınma daha şiddetli hale gelir (5). Tedavi; aşınma şiddeti, yeri ve yaygınlığı, genel dentisyon durumuna bağlı olarak değişir5. Protetik tedavide amaç; uyumlu ve stabil bir oklüzyon ile hastanın gereksinimlerini karşılayacak düzeyde estetik ve fonksiyonun sağlanmasıdır. Estetik ve teknik nedenlerle vertikal boyut yükseltilmesi gerektiğinde bu boyut artışı minimal düzeyde olmalıdır. Hastayı yeni vertikal boyutuna alıştırmak için geçiş protezi kullanılması şarttır. Hastanın oklüzyonu, oklüzal uyumlama ve kısmi restoratif dişhekimliği ile giderilemeyecek düzeyde maloklüzyona sahipse, tüm ağzı içeren sabit protezler denenmelidir(1, 4, 6-8). Sayfa 40 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 Olgu raporu: Dicle Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı kliniğine alt ve üst çene dişlerindeki aşırı aşınmalara bağlı olarak çiğneme etkinliğinin azalması, TME’de ve çiğneme kaslarında ağrı gibi yakınmalar ile başvuran 53 yaşındaki bayan hastada yapılan klinik incelemede tüm dişlerde fonksiyonel ve özellikle parafonksiyonel hareketlere bağlı atrisyon ve abrazyon alanları gözlendi (Resim 1-3). DİKEY BOYUT KAYBINDA PROTETİK REHABİLİTASYON S.Zelal BAŞKAN ÜLKÜ Klinik ve radyolojik değerlendirmelerin sonucunda, alt-üst çene dişlerindeki aşırı aşınma ve oklüzal dikey boyut kaybının yarattığı estetik ve işlevsel sorunun giderilmesinde; hastanın yoğun estetik kaygıları sebebiyle mevcut dişlerinin hepsinin restorasyona dahil edilerek yapılması planlandı. Grafiler, fotoğraflar, çene arklarının ölçüleri alındı, modeller yarı ayarlanabilir bir artikülatöre (Dentatus, Novo Dental, Sweden) transfer edildi. Dikey boyuttaki azalmanın miktarının belirlenmesi amacıyla hastanın çene ucu ve burun ucuna sabit kalem ile 2 nokta konuldu. İstirahat konumunda ve sentrik okluzyonda noktalar arası mesafe kaydedildi. Yükseltme miktarının belirlenmesi amacıyla akrilik bir kaide hazırlandı (Resim 4). Resim 1: Hastadaki derin kapanış izlenmekte Resim 4: Stabilizasyon splinti Resim 2: Üst çene oklüzal aşınmalar Resim 3: Alt çene dişlerinde kesici ve oklüzal yüzeylerdeki yoğun aşınmalar Cilt / Volume 12 ∙ Sayı / Number 1 ∙ 2011 Azalmış oklüzal dikey boyutun çiğneme kasları ve TME üzerindeki olumsuz etkilerinin azaltılması amacıyla düz yüzeyli stabilizasyon splinti hazırlandı ve haftalık kontroller ile 6 ay kullandırıldı. Splint tedavisi sırasında yapılan kontrollerde çiğneme kasları ve TME’ye ait şikayetlerin olmadığı belirlendi ve kalıcı protetik tedaviye geçildi. Alt ve üst metal destekli porselen protetik restorasyonları yapıldı (Resim 5). Resim 5: Restorasyonun final hali Sayfa 41 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 Protez öncesi ve sonrası sefalometrik grafi ölçümleri yapılarak çakıştırıldı (Resim 6). 4 yıldan beri hasta takip edilmektedir, herhangi bir problemle karşılaşılmamıştır. DİKEY BOYUT KAYBINDA PROTETİK REHABİLİTASYON S.Zelal BAŞKAN ÜLKÜ restorasyon üzerinde oluşturmamaya özen göstermek gerekir (9). Her hasta için kişisel planlama yapabilmek, geriye dönüşümsüz zararlar vermemek için modeller muhakkak artikülatöre alınmalı, sefalometrik ölçümler, analizler yapılmalıdır. Vakamızda da, ağızdaki sabit protetik restorasyonların yapımında her aşamada artikülatörden yararlanıldı ve analiz, ölçümleri değerlendirildi. 4 yıllık bir süredir de hastanın rahat ve memnun bir şekilde kullandığı gözlendi. Kaynaklar Gökçe B, Özpınar B, Özgür L, Dündar M, Çömlekoğlu E, Aladağ A. Azalmış okluzal dikey boyutun hareketli overlay protez ile rehabilitasyonu: Olgu sunumu. SÜ Dişhek Fak Der, 2008;17:221-224. 2- Hemmings KW, Darbar UR, Vaughan S. Tooth wear treated with direct composite restorations at an increased vertical dimension: Results at 30 months. J Prosthet Dent 2000;83:287-93. 3- Dawson PE. Evaluation, diagnosis and treatment of occlusal problems. 2nd ed., 1989 Mosby Co. St.Louis, P:500 -13. 4- Ayna E, Meşe A. Gastroözofageal reflü hastalığı (GÖRH) ve bruksizmin protetik rehabilitasyonu. Türk Dişhekimliği Dergisi 2007;68:73-77. 5- Williamson EH, Lundquist DO: Anterior guidance: its effect on electromyographic activity of temporal and masseter muscles, J Prosthet Dent 1983 49:816-823. 6- Atanasio R. An overwiev of bruxism and its management. Dental Clinics of North America, 1997, 41(2), 229-91. 7- Pierce JC, Gale NE. Comparison of different treatments for nocturnal bruxism. J Dent Res. 1998, 67(3), 597. 8- Manfredini D, Landi N. Anxiety symptoms in clinically diagnosed bruxers. J Oral Rehabil. 2005, 32(8): 584-8. 9- Sınmazışık G. Dişhekimliğinde oklüzyonun önemi ve oklüzyonla ilgili problemlere klinik yaklaşımlar. Dişhekimliği Dergisi 2005; 65:38-41. 10- Yustin D, Neff P, Rieger MR, Hurst T. Charactesation of 86 bruxing patients and long-term stability on their management with occlusal devices and other forms of therapy. Journal of Orofacial Pain. 1993;7:54. 11- Cura C, Saraçoğlu A, Öztürk B. Prosthetic rehabilitation of extremely worn dentitions: Case reports. Quintessence Int 2002;33:225-30. 12- Sato S,Hotta TH, Pedrazzi V. Removable occlusal overlay splint in the management of tooth wear. J Prosthet Dent 2000;83:392-5. 1- Resim 6: Hastanın ilk ve son halinin ölçümleri Tartışma. Diş aşınmalarının çok fazla olduğu vakalarda oklüzyon rehabilitasyonu da oldukça zor ve komplikedir (1, 9, 10). Yatay ve dikey çenelerarası ilişkinin saptanmasında transkranial ve sefalometrik radyografilerden, elektromiyografiden, sıklıkla da okluzal splintler, geçiş protezleri ve geleneksel klinik yöntemlerden yararlanılır (11). Biz de oklüzal splint ve geleneksel klinik yöntemlerden yararlandık. Dikey boyut düzenlemelerinde oklüzal splintler ve geçici restorasyonlar genellikle ilk tedavi aşaması olarak düşünülür, TME’de ve kaslarda gerilim ve ağrının önlenmesi ve hastanın yeni oluşturulan oklüzal dikey boyuta alışması amaçlanır (3, 12). Bu yaklaşım ideal çeneler arası ilişkiyi kurma, doğru nöromuskuler pozisyonu bulma veya mandibulanın kendisini optimum pozisyonuna yöneltmesine izin vermesi olarak tanımlanır (1). Ayrıca geçici restorasyonlar tanı, klinik değerlendirme ve kalıcı protezlerin hazırlanması açısından da yönlendiricidirler (1, 11). Aşınmanın fizyolojik mi, patolojik mi olduğunun belirlenmesi ve tedavinin zamanı ve planlamasının dikkatlice değerlendirilmesi gereklidir (12). Hastanın gereksinimi olan oklüzal düzenlemeleri vakaların özelliklerine göre düzenleyerek parafonksiyonel alışkanlıklara, kas ve TME disfonksiyonlarına, diş mobilitelerine sebep olan engellemeleri yeni Cilt / Volume 12 ∙ Sayı / Number 1 ∙ 2011 Sayfa 42 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 DENTAL AĞARTMANIN ETKİLERİ Hatice AĞAN ve Gülay KANSU DENTAL AĞARTMA SİSTEMLERİNİN ETKİLERİ II THE EFFECTS OF DENTAL BLEACHING SYSTEMS II 1 *Hatice AĞAN, 2Gülay KANSU 1 Dt. Ankara Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı, Ankara. Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı, Ankara. 2 Özet Dental ağartma, ağartma ajanından çıkan serbest oksijenin renklenmiş moleküllerle reaksiyona girdiği kimyasal bir işlemdir. Kullanılan ağartma ajanlarının, dişlerin organik ve inorganik dokularına ve mevcut restorasyonlara etkileri vardır. Ağartma işlemi esnasında ortaya çıkan ara ürünler ise restoratif materyallerin diş dokuları ile olan bağlantısını ve polimerizasyonunu etkiler. Ağartma işleminin öncesinde ve sonrasında diş dokularına ve restorasyonlara hangi uygulamaların yapılacağına, restoratif materyallerin yapısı ve bu materyallerin ağartma ajanları ile etkileşimi bilinerek karar verilmelidir. Anahtar kelimeler: Dental ağartma, dental restorasyon, yan etkiler. Abstract Dental bleaching is a chemical process during which the free oxygen from the bleaching agent reacts with the enlivened molecules. Bleaching agents used have effects on organic and inorganic tissues of teeth and existing restorations. Moreover, the intermediate products being released during the bleaching process affect the bonding and polimerization between the outer tissues of restorative materials and teeth tissues. The decision on which applications to be done to teeth tissues and restorations before and after the bleaching process should be made by knowing about the structure of restorative materials as well as the interaction between these materials and bleaching agents. Key words: dental bleaching, dental restoration, adverse effects. Giriş Ağartma mekanizmaları karmaşık olmalarına rağmen büyük çoğunluğu organik materyallerin aslında karbondioksit ve suya çevrildiği kimyasal bir süreçtir. Ağartma tedavisi, dişin doğal rengine dönmesi için, ağartıcıokside edici ajandan çıkan serbest oksijenin renklenmiş moleküllerle reaksiyona girmesinin amaçlandığı ve bu sayede de ağartmanın gerçekleştiği bir yöntemdir.1 Diş hekimliğinde kullanılan restoratif materyaller ile her türlü renk, şekil, konum bozuklukları kolaylıkla çözümlenebilmektedir.2 Kullanılan materyallerin gelişimi ile birlikte estetik uygulamalar da şekil değiştirmektedir. Dişlerde görülen renklenmelerin tedavisinde tam seramik kronlara ve laminate *İletişim Adresi Dr. Hatice AĞAN Ankara Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı, ANKARA. Tel: 0-312-2965725 e-mail: haticeagan@gmail.com Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 restorasyonlara göre dişlerin kimyasal yöntemlerle ağartılmaları işlemi daha konservatiftir. Bu derlemede; ağartma ajanlarının diş dokuları, restoratif materyaller ve bu materyallerin bağlanmaya olan etkileri, dental ağartmanın yan etkileri ve alınabilecek önlemler üzerinde durulmuştur. 1-AĞARTMA AJANLARININ DİŞ DOKULARI ÜZERİNE ETKİLERİ 1.1 Mine Ağartma tedavisi sonucu minede belirgin yapısal değişikliklerin meydana geldiğini gösteren çalışmaların yanında hafif değişikliklerin olduğu ya da hiç etkilenme olmadığını gösteren çalışmalar da vardır. Çalışmalar arasındaki bu farklılığın nedeni farklı dişlerdeki farklı mineral içeriği ve farklı kristal düzenlemesi olabilir.3-5 Vital ağartma işlemi gözle görülen, makroskopik defektlere neden olmasa da özellikle yüksek konsantrasyonlarda uygulanan peroksitlerin diş sert dokuları üzerinde mikroyapısal değişikliklere yol açtığı birçok çalışmayla ortaya konmuştur. Buna karşın walking-bleach tekniği Sayfa 43 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 uygulanan devital dişlerin dış servikal rezorbsiyon riski taşıdığı bilinmektedir.6 In vivo yürütülen bir çalışmada; %35 hidrojen peroksit (HP) içeren ağartma ajanının mine yüzey morfolojisine etkilerini tarama elektron mikroskobu ile incelendiğinde, normal mine ve beyazlatılmış mine arasında birikimler dışında büyük bir farklılığın olmadığı, ancak beyazlatılmış mineye asit uygulamanın normal mineye asit uygulamaya oranla farklı bir yapı gösterdiği ve bu bölgede daha fazla mine kaybının olduğu gözlenmiştir.7 Gökay ve ark.16 tarafından yapılan in vitro çalışmada %10’luk karbamid peroksit (CP) jel minede belirgin morfolojik değişiklik ve yüzey düzleşmesine neden olurken, %5,3 HP içeren strip hafif yüzey değişikliği meydana getirmiştir. % 14 HP içeren strip ise mine yüzeyinde normale benzer görünüm oluşturmuştur. Strip ağartma sistemlerinin önerilen süreden beş kat daha fazla uygulandıklarında bile ağartılma yapılmamış mine dokusuna benzer görünüm ortaya çıkardıkları bildirilmiştir. 8 Gürsoy ve ark.9 minedeki dental plak birikimi ve diş renklenme değerlerini inceleyerek yaptıkları in vivo çalışmada, ağartma tedavisinin klinik etkilerini değerlendirmişlerdir. %35’lik HP ajanı uygulanan ve ağartma tedavisi uygulanmayan katılımcıların, diş fırçalamadan geçirdikleri 5. günün sonunda plak ölçümleri ve renk değerlendirilmeleri yapılmıştır. Ağartma tedavisi uygulanan katılımcılarda daha yüksek plak skorları elde edilmiş, plak birikimi artmıştır. Bunun yüzey düzensizliğinden kaynaklandığını ve tekrarlayan ağartma işlemleri sonucu Streptococcus mutansların mineye bağlanmasını arttıran çalışmaların olduğu üzerinde durulmuştur.10 Fırçalanmayan dişlerde, ağartma, plak oluşumunu hızlandırırken, erken plak oluşumu dişlerin renk değişikliklerini etkilememiştir. 1.2 Dentin Dentin dişin büyük bir kısmını oluşturduğundan, ağartma sonucu dentinin biyomekanik özelliklerindeki değişikliklerin dişin genel dayanıklılığı üzerine etkisi olması muhtemeldir. Peroksit uygulaması sonucu dentinde Ca\P oranında belirgin azalma görülür. Ağartma sonrası dentinin kimyasal yapısındaki değişimin dentinde mevcut olan organik yapının azalmasından kaynaklanması olasıdır. Ağartma ajanının farklı etkileri birkaç faktöre bağlıdır. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTAL AĞARTMANIN ETKİLERİ Hatice AĞAN ve Gülay KANSU Bunlar; ağartma ajanlarının pH’ı, dentinin tamponlama kapasitesi ve pulpaya yaklaştıkça artan tübül çapı ve yoğunluğudur. Kron içi ağartmada açığa çıkan oksijen, pulpa odasında basınç artışına neden olarak ağartma ajanını dentin tübüllerine doğru harekete zorlar. Ajanın etkisi pulpaya yakın dentin bölgesinde daha fazla olacaktır, çünkü bu bölgede tübül çapı ve yoğunluğu daha fazladır. Bu tamponlama etkisinden dolayı hidrojen peroksit ve sodyum perboratın dentinin biyomekanik özellikleri üzerine etkisi, dış dentinde iç dentine göre daha sınırlı olacaktır.11 1.3 Pulpa Vital ağartma işlemleri, pulpada ciddi ancak geri dönüşümlü hasara yol açabilir.12,13 Isı uygulaması da hidrojen peroksitin pulpa üzerindeki bu etkisini arttırabilir. Bazı araştırmacılar ağartmanın pulpal dokular üzerinde belirgin değişikliklere yol açmadığını söylerken14, bazılarına göre pulpal değişiklikler olmaktadır. Daha yüksek hidrojen peroksit içeren ağartma ajanlarının daha fazla peroksit penetrasyonuna yol açacağı bildirilmiştir.15,16 Ancak, Gökay ve ark. tarafından8 üç farklı konsantrasyonda paint-on jel ve bir strip kullanılarak yapılan çalışmada; strip jel paint-on jellere göre daha düşük konsantrasyonda hidrojen peroksit içermesine karşın pulpa odasına giren peroksit miktarı paint-on jellerden daha fazla bulunmuştur. Araştırmacılar, bu durumun ürünlerin farklı bileşimlerinden ve kullanılan ajanlarının farklılığından kaynaklanabileceğini belirtmişlerdir. Farklı sürelerde uygulanan ışığın pulpada oluşturduğu ısı artışı incelendiğinde, aralıksız, uzun süre ışık uygulamak yerine 20 sn. ve 30 sn kısa aralıklarla ışık uygulaması yapılmasının, pulpaya gelen ısı miktarını en aza indireceği belirtilmiştir.17 Ağartma tedavisi sırasında plazma ark ve kuartz-tungstenhalojen polimerizasyon cihazları ile oluşan ısı artışlarının argon lazerden daha yüksek olduğu, bunun da diş hassasiyeti ile beraber pulpal sağlığı da etkileyebileceği rapor edilmiştir.18 Mine ve dentinin kalınlığı da pulpa odasına giren peroksit miktarını etkileyebilir ve dolayısıyla ince diş yapısı varlığında penetrasyon daha fazla olacaktır. Ağartma tedavisi sonrası maksiller lateral ve mandibular santral dişler, hassasiyetin en çok görüldüğü dişlerdir.19 Sayfa 44 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 2. AĞARTMA AJANLARININ RESTORATİF MATERYALLERİN ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE ETKİLERİ Ağartma terapilerinin restoratif materyallerin fiziksel özelliklerine, marjinal bütünlüğüne, rengine, mine ve dentine bağlanma kuvvetine olumsuz etkileri in-vitro çalışmalarda incelenmiştir. 6 Ağartıcı ajanların rezin içeren restoratif materyallerde su emilimine yol açarak kısmi ya da total doldurucu kaybı meydana getirebildiği, böylece yüzey bütünlüğünde ve yüzey sertliğinde azalmaya neden olduğu düşünüldüğünden, restoratif materyallerin fiziksel özellikleri üzerine ağartma ajanlarının etkilerinin değerlendirildiği çeşitli çalışmalar yapılmıştır.6 Yüzey sertliği dental materyallerin en önemli fiziksel özelliklerinden biridir ve ağartmadan kaynaklanan kimyasal yumuşama, restorasyonların ömrünü etkiler. Ağartıcı ajanların restoratif materyallerin yüzey sertliği üzerine etkilerinin değerlendirildiği çeşitli çalışmalarda birbirinden farklı sonuçlar alınmıştır. Ağartıcı ajan uygulaması sonucu kompozit rezinlerin yüzey sertliğinde azalma, artma ya da herhangi bir değişikliğin olmadığını rapor eden çalışmalar vardır. 6 Müjdeci20, üç paint on ajanın kompozit rezin, kompomer ve yüksek viskoziteli cam iyonomer simanın yüzey sertliği üzerine etkisini değerlendirdiği çalışmada; tüm ağartma gruplarında yüzey sertliğinde azalma görüldüğünü, ağartma ajanlarının yüzey sertliği üzerine etkisinin, kullanılan restoratif materyale bağlı olduğunu bildirdi. %10’luk CP jel ve %14 HP içeren striplerin kullanıldığı benzer bir çalışmada ise ağartma ajanlarının restoratif materyallerin mikrosertliğini olumsuz etkilemediği bildirilmiştir.21 Karbopol içeren ve içermeyen iki farklı, %10 konsantrasyonunda CP jelin ve %16’lık CP ağartma solüsyonun, mikrodolduruculu kompozit rezin, rezin modifiye cam iyonomer siman ve feldspatik porselene etkisi incelenmiş, her üç ajanın da porselenin mikrosertliğini azaltırken, rezin modifiye cam iyonomer simanın mikrosertliğini arttırdığı görülmüştür. Kompozit rezin için %16’lık CP solüsyonu mikrosertliği arttırmış, diğerleri ise azaltmıştır.22 Hunsaker ve ark.23 tarama elektron mikroskopu ile yaptığı incelemeye göre muhtelif ağartma ajanlarının altın, yüksek gümüş içerikli amalgam ve mikrofil dolduruculu kompozit Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTAL AĞARTMANIN ETKİLERİ Hatice AĞAN ve Gülay KANSU yüzeylerinde herhangi bir değişiklik yapmazken, fırınlanmış porselen ve makrofil dolduruculu kompozit yüzeylerinde hafif bir değişikliğe neden olduğunu bildirmiştir. Türker ve ark.24 CP’in nanofil ve mikrofil kompozit yüzeylerinde belirgin bir değişikliğe neden olmadığı ancak ormoser kullanımında ilgili restorasyonun takip edilmesi gerektiğini bildirmiştir. Butler ve ark.’nın25, %10 CP’in feldspatik porselen, düşük ısı porseleni ve alümina porselen üzerindeki etkilerini inceledikleri çalışmada, her üç porselen türünde de değişik derecelerde yüzey pürüzlülüğünün olduğu bildirilmiştir. %16’lık CP, %1.23 ‘lük APF jel ve kola gibi asidik solüsyonlarla temas eden lityum disilikat esaslı tam porselen ve düşük ısı porseleninin yüzey pürüzlülüğü değerlendirildiğinde, glazelenmiş ve parlatılmış porselen yüzeylerinde kolanın daha yüksek oranda değişikliğe neden olduğu bildirilmiştir.26 Yüzey pürüzlülüğü ve pörözite artışı ile restoratif materyallerin yüzey sertliğinin azalması gözlenen hiçbir çalışmada ağartma sonrası, restorasyonun değiştirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmamıştır. Artan yüzey pürüzlülüğünü ve buna bağlı olarak karyojenik mikroorganizmaların bağlanmasını zayıflatmak için ağartma ajanları ile temasa geçmiş restoratif materyallerin yüzeylerinin cilalanması faydalı olacaktır.6 Fakat restoratif materyallerde görülen renk değişikliklerine bağlı olarak, hastalar estetik nedenlerle restorasyonların değiştirilmesini isteyebilirler.27 Ağartma ajanlarının oksidasyon etkisi, amalgamdan civa salınımını arttırır. Ağartma işleminden önce amalgam restorasyonlar cilalanarak amalgamın korozyon potansiyeli azaltılmalıdır. Yüksek bakır içeren amalgamların korozyon direnci yüksektir.28 Ayrıca %10 CP kullanılarak yapılan ağartma işleminde, amalgam yüzeylerine kopalit (%10 kopal rezinin eter, alkol ve asetonla kombinasyonu) benzeri bir koruyucu cila uygulaması, ağız ortamına civa salınımını azaltır.8 HP’in amalgamdaki metal iyonlarının salınımı üzerine etkisinin araştırıldığı bir çalışmada29 ; Hg, Ag, Cu ve Sn salınımı ve HP konsantrasyonun artmasıyla salınan iyon oranı artmıştır. %10 ve daha düşük konsantrasyonlardaki HP solüsyonlarının amalgamla teması sonucu salınan metal iyonlarının insan sağlığını tehlikeye sokacak boyutta olmadığı gösterilmiştir. %10 CP jel kullanılarak, iyon salınımının değerlendirildiği Sayfa 45 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 bir diğer çalışmada30, CP jelin iyon salınımını anlamlı bir oranda arttırmadığı görülmüştür. Restorasyonlardaki marjinal uyumsuzluklar nedeni ile ağartma materyalinin pulpaya sızması ve tedavi esnasında uygulanan ısı-ışık cihazlarından kaynaklanan ısının amalgam tarafından pulpaya iletimi ağartma tedavilerinde dikkat edilmesi gereken noktalardır. Geçici restoratif materyaller incelendiğinde çinko oksit öjenol siman ve çinko fosfat simanın, %30’luk HP ve sodyum perborat kullanılarak yapılan walking-bleach tekniğinde, yeterli örtücülüğü yerine getirmediği görülmüştür.31,32 İnternal ağartma işlemi esnasında, kenar örtücülüğünü sağlamada en iyi sonuçlar, Cavit® ve Coltosol® gibi hidrofilik materyallerin kullanımı ile elde edilmiştir.31 Protetik restorasyonları incelediğimizde, metakrilat esalı geçici restorasyonlara 14 gün süre ile %10 luk CP uygulandığında, restorasyonlarda soluk, turuncu bir renk değişimi olduğu ifade edilmiştir.33 Tam metal restorasyonların ve metal alt yapıların okside edici ajanlarla teması sonucu, metal iyonları oral kaviteye salınabilir. %10 CP uygulaması sonucu Ni-Cr ve Cr-Co alaşımlarında yüksek korozyon potansiyeli görülüp, Au-Ag ve Au-Pd alaşımlarında bu değerin düşük olduğunu saptanmıştır.28 Ni-Cr alaşımının HP ve CP elektrolitlerinde korozyona uğradığı; HP’nin CP’ye oranla daha koroziv olduğu ve özellikle ağızda metal destekli porselen restorasyonlar bulunduğunda ağartma için %10 CP’nin tercih edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.34 Ni-Cr alaşımı ve Pd-Cu-Ga alaşımının %0, %3, %10 ve %30 HP konsantrasyonunda görülen metal iyon salınımının incelendiği bir çalışmada, HP konsantrasyonunun artmasıyla her iki alaşımda da altın dışındaki metal iyonlarının salınımı artmış, yüzey düzensizliği değişmemiştir.35 Restorasyonların metal yüzey alanları incelendiğinde 147 metal destekli kron veya 32 full-metal kronun; 24 saat, %30 HP ile temasta olduğunda salınan Ni iyonunun günlük diyetle alınan iyona eşit olduğu gözlenmiştir. Ancak ağartma işlemini takiben metal alt yapılardan oral kaviteye salınan iyonlar alerjik reaksiyonları tetikleyebilirler.36 3-AĞARTMA AJANLARININ BAĞLANMA ÜZERİNE ETKİLERİ Yapılan birçok çalışmada, ağartma tedavisinin rezinin mineye bağlanma Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTAL AĞARTMANIN ETKİLERİ Hatice AĞAN ve Gülay KANSU dayanıklılığını azalttığı gösterilmiştir. Azalmanın nedenleri konusunda farklı görüşler vardır: HP kullanılarak yapılan ağartma işleminde, minenin kalsiyum ve fosfor içeriği azabilir ve yüzeyel mine tabakasının morfolojisi değişebilir. Bununla beraber asit uygulama işlemi prizmatik yapının kaybına neden olabilir. Mine ‘’overetched’’ görünümünü alır. İkinci görüş ise rezidüel peroksit ve oksijenin varlığında restoratif materyallerin polimerizasyonunun ve bağlanma dayanıklılığının azalmasıdır. 6 %25-35 konsantrasyonda HP kullanılarak yapılan ağartma işleminin ardından immediate olarak (1 gün içerisinde) uygulanan tüm kompozit materyallerin bağlanma kuvvetlerinin azaldığı görülmüştür. Asit uygulamasından sonra, ağartılmış minedeki rezin taglarin sayıca daha az, belirsiz ve ağartılmamış minedekilere göre daha kısa olduğu görülmüştür.36 Yüksek konsantrasyonlarda HP minede pürüzlenmeye, kompozitlerde bağ kuvvetinde azalmaya neden olmakta, fakat bağlanma kuvveti 1 hafta içinde normale dönmektedir.37-39 CP uygulamasından sonra kompozitlerin uygulanabilmesi için gereken zaman konusunda farklı görüşler vardır.6 Kompozitin bağlanma direncindeki azalmanın, ancak tedavi sonrası 3. haftada ağartma işlemi uygulanmamış mineye yaklaştığı da bildirilmiştir.40 Burada kullanılan bağlayıcı ajan da önemlidir. Aseton esaslı adeziv kullanımı ile kompozitin bağlanma direncindeki azalmanın, alkol esaslı adezive göre anlamlı olduğu bildirilmiştir.41 Ağartma tedavisinin ardından mine ve nanohibrid kompozit arasındaki makaslama kuvvetinin değerlendirildiği bir çalışmada self etching adeziv sistemler ve lazer uygulamasına göre etch and rinse sistemler ile daha yüksek bağlantı değerleri elde edilmiştir.42 Ağartma tedavisinden sonra azalan bağlanma kuvvetinin önüne geçmek için çeşitli yöntemler önerilmektedir. Yüzeyel mine tabakasının kaldırılması, organik çözücüler içeren adezivlerin kullanılması, ağartılmış mineye alkol uygulanması bu yöntemlerdendir.43 Lai ve ark.44,45 anti-oksidan bir ajan olan sodyum askorbatın bonding işleminden önce uygulanması ile bağlanma direncindeki problemlerin çözülmesinde etkili olduğunu, ağartma ajanının okside edici özelliğini olumsuz etkilediğini, fakat sodyum askorbatın etkili olması için ağartma tedavisinin en az 1\3’ü süre ile uygulanması gerektiği Sayfa 46 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 belirtilmiştir. Kimyai ve Valizadeh46, kullanımı daha kolay olan sodyum askorbat hidrojelin, bağlantı işleminden 3 saat önce ağartma plağına yerleştirilerek ağartma ajanının oksidatif etkisini nötrlediğini, bu yöntemin daha kolay olduğunu, solüsyon uygulamasında olduğu gibi defalarca yenilenmesi gerekmediğini bildirmiştir. Türkün ve Kaya43 ise bu süreyi kısaltarak, %10’luk sodyum askorbat solüsyonunun 10 dk steril bir fırça ile devamlı olarak uygulanmasının, kompozit–mine arasındaki azalmış bağlantı kuvvetini tersine çevirmede etkili olduğunu savunmuştur, ağartılmış mineye, lityum disilikat esaslı porselenlerin, dual cure rezin simanlar ile simantasyonunda da aynı yöntemin etkili olduğunu,bu yöntemin bağlantıyı ertelemeye bir alternatif olabileceği bildirilmiştir.47 4-AĞARTMA TEDAVİLERİNİN YAN ETKİLERİ American Dental Association (ADA) 2007 bildirisinde; profesyonel olarak uygulanan ağartma ajanlarının ADA onayı taşımaya uygun olmadığı, ADA onayı taşıyan %10’luk CP içeren ağartma ajanlarının ise hekim gözetiminde kullanıldığında güvenli ve etkili olduğu üzerinde durulmuştur.48 Hidrojen peroksitin olası yan etkileri oral mukoza ile sınırlı değildir. HP’in akut sistemik toksisitesi konsantrasyonuna ve uygulama şekline bağlıdır. %10’dan daha düşük konsantrasyondaki HP’in yutulması belirgin bir yan etki oluşturmaz, müköz membranda hafif bir irritasyona ve gastrointestinal problemlere neden olur. %10’dan daha yüksek konsantrasyondaki HP’in yutulması ise, şiddetli doku yanığı ve belirgin sistemik toksisiteye yol açar. Gaz embolisi, gastrik hemoraji, kusma, solunum güçlüğü, konvülziyonlar, nörölojik hasar ve ölümle sonuçlanabilir.2 Diş hassasiyeti, ağartma tedavileri sırasında karşılaşılan bir durumdur. Bu durum hastaların istenilen sonucu elde etmeden tedaviyi bırakmasına neden olabilmektedir. Hassasiyetin geçici olduğu hastaya açıklanmalıdır. Ağartma tedavisinden önce, diş hassasiyeti belirlenen hastalara tedaviden önceki hafta flor veya hassasiyeti azaltıcı jeli beyazlatma kaşığı ile günde yarım saat kullanması tavsiye edilmektedir. Amorf kalsiyum fosfat da (ACP) beyazlatma tedavisinden önce diş hassasiyetini azaltmak için kullanılabilir. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTAL AĞARTMANIN ETKİLERİ Hatice AĞAN ve Gülay KANSU Diğer hassasiyet giderici ajanların aksine amorf kalsiyum fosfat, yüzeye kalsiyum fosfat kristallerinin çabuk bir biçimde çökelmesiyle dentin tübüllerini tıkar. Aynı zamanda sinir uçlarını da depolarize edebilir. Bu yöntem erken çürük defektlerini tamir edebilir ve dişlerin daha sert ve daha az duyarlı hale getirilmesine yardımcı olur.1 Hastada daha önce hassasiyetin olmaması, beyazlatma işlemi sırasında hassasiyetin olmayacağı anlamına gelmez. Bu nedenle beyazlatma işleminden önce hassasiyet önleyici diş macunu kullanımı doğru bir seçim olacaktır.49 Florun dentin tübüllerini bloke ederek duyarlılığı azalttığı ve hidrodinamik ağrı teorisine uygun olarak sıvı girişini kısıtladığı rapor edilmiştir. Potasyum nitrat (PN) ise, nitrit oksit salınımına yardım eder ve direkt olarak sinir üzerine etkilidir. Dişte sakinleştirici etki yaratır. Stronsiyum tuzlarının da benzer etkiye sahip olduğu düşünülmektedir.50 Birçok hassasiyet giderici diş macununun %5 PN içerdiği ve beyazlatma tedavisinden 2 hafta önce, günde 2 kez kullanılmasının diş hassasiyetini azalttığı tespit edilmiştir.51Gece koruyuculu vital ağartma tekniğinde kullanılan plaklara hassasiyet giderici diş macunu konarak,10-30 dk süre ile kullanılması ile de hassasiyet önlenebilir.50 Hastalara ağartma materyalinin kullanımından hemen sonra diş fırçalamamaları önerilmelidir çünkü diş fırçası gingival dokularda mikrotravmaya neden olabilir.52 Ağartma tedavileri ile ilgili olarak en yaygın görülen yan etkilerden birisi de gingival irritasyondur. Taşıyıcıların neden olduğu mekanik irritasyonun yanı sıra ağartma ajanlarının dokularda meydana getirdiği kimyasal irritasyondan da söz edilebilir. 1 %35’lik HP solüsyonları, yumuşak doku hasarı, gingival ülserasyon ve deri yanıklarına neden olabilmektedir. Bu yanıklar hastaların dişetlerinde karıncalanma ve yanma ile fark edebileceği beyaz lezyonlar şeklindedir. Bu durumda ağız bol su ile yıkanmalıdır. Hekimlerin yumuşak dokuyu korumak için rubber dam ile çalışması veya ışık ile polimerize olan yumuşak doku koruyucu rezin kullanması tavsiye edilmektedir.1 Hastalarda hassasiyet daha çok ilk üç gün içerisinde hissedilmiştir ve kısa sürelidir.53 Oluşan diş hassasiyeti ve gingival irritasyonun, tedavi bitiminden 2-3 gün sonra sona erdiği ve Sayfa 47 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 10 ay sonraki süre içerisinde yeniden oluşmadığı bildirilmiştir.54 Devital ağartma işlemlerini takiben eksternal servikal rezorbsiyon oluşması önemli bir komplikasyondur.1 Devital dişlerin ağartılmasıyla ilgili çok sayıda eksternal servikal kök rezorbsiyonu vakası bildirilmiştir.55 Yüzde 30’luk hidrojen peroksitin tek başına ya da sodyum perboratla kombinasyon halinde kullanılması, perborat su karışımına kıyasla periodontal ligament hücreleri için daha toksiktir.56 Birçok araştırmacı devital dişlerin servikal bölgesinde ağartmadan kaçınılmasını önermektedir. Ancak ağartmanın yapılması gerekiyorsa kanal dolgusunun üzerine epitelyal ataşman seviyesine kadar kaide yerleştirilmesi ve ağartmadan birkaç gün sonra kanala kalsiyum hidroksit uygulanması tavsiye edilmektedir.55,57 Ekzojen hidrojen peroksit seviyeleri hücresel savunma mekanizmasının kapasitesini aştığı zaman sağlığa zararlı olabilir. Reaktif oksijen radikalleri DNA zincir kırılmaları, sitotoksisite ve genotoksisiteye neden olarak hücre hasarına yol açabilir. Ancak dental ağartma işlemlerinde uygulanan dozlar bu seviyede değildir. Hidrojen peroksitin farelerde duedonumda tümör teşvik edici olarak davrandığı belirtilmiş, uzun süre HP içeren su içirilen farelerde duodenal hiperplazi ve karsinomaya rastlanmıştır.58 Dental ağartma ajanlarının fare lenfoma hücrelerinde DNA yıkım seviyesini arttıran bir faktör olabileceğini gösterilmiştir. Bunun da ağartma ajanlarının DNA’nın tamir işlemi esnasında oluşturabileceği bir hatadan kaynaklandığı düşünülmektedir.59 In vitro şartlarda gerçekleştirilen çalışmalarda in vivo şartlar kısmen simule edilebilmektedir. HP’in detoksifikasyonundan sorumlu enzimlerin in vivo seviyeleri, in vitro hayvan deneylerindeki seviyelerle karşılaştırılabilir düzeyde değildir. HP’in en yoğun konsantrasyonda bulunduğu bölge, oral kanserlerin nadiren görüldüğü, dişetidir. İnsanlarda oral mukoza ve salyadaki yeterli katalaz aktivitesi HP’in detoksifikasyonunda etkilidir. İnsanlarda preneoplastik ve neoplastik lezyonların gelişimine dair bir kanıt yoktur. Sigara içenlerde ve\veya alkol kullananlarda karsinojenik riski arttıran bir faktör değildir. Uluslararası Kanser Araştırma Örgütü’ne göre hidrojen peroksit, insanlar için karsinojenik sınıflandırmada değildir.60 Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTAL AĞARTMANIN ETKİLERİ Hatice AĞAN ve Gülay KANSU SONUÇ Dental ağartma işleminin gerek diş dokularına ve restoratif materyallere, gerekse insan sağlığına görünenin ötesinde etkileri olabilir. Ağartma işleminin öncesinde ve sonrasında diş dokularına ve mevcut restorasyonlara hangi uygulamaların yapılacağına, restoratif materyallerin yapısı ve bu materyallerin ağartma ajanları ile etkileşimi bilinmelidir. Böylece istenmeyen klinik tabloların önüne geçilmiş olunur. Dental ağartma işlemi yaparken minimal yan etki yaratacak en etkili ürün seçilmelidir. KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. Greenwall L. Bleaching Techniques In Restorative Dentistry 1st ed. Martin Dunitz Ltd. London, UK, p:24-258, 2001. Alaçam T. Dişlerin Ağartılması. In: Endodonti. 2 Baskı. Şafak Matbaacilik San Tic Ltd, Şti, Ankara, s: 583-605, 2000. Potocnik I, Kosec L, Gaspersic D. Effect of %10 carbamide peroxide gel o enamel microhardness, microstructure and mineral content. J Endod 2000; 26: 203-206. Convington JS, Friend GW, Lamoreaux WJ, Perry T. Carbamide peroxide tooth Bleaching: effect on enamel composition and topography. J Dent Res 1990; 69: 175 [special issue]. Efeoğlu N, Wood D, Efeoğlu C. Microcomputerised tomography evaluation of 10% carbamide peroxide applied to enamel. J Dent 2005; 32: 561-567. Attin T, Hannig C, Wiegand A, Attin R. Effect of bleaching on restorative materials and restorations-a systematic review. Dent Mater 2004; 20: 852-861. Yurdukoru B, Akören AC, Ünsal MK. Diş beyazlatma işleminin mine yüzey morfolojisine etkileri. AÜ Diş Hek Fak Derg 1998; 25: 291-298. Gökay, O, Müjdeci, A, Algın, E. In vitro peroxide penetration into the pulp chamber from newer bleaching products. Int Endod J 2005; 38: 516–520. Gursoy UK, Eren, Dİ, Bektas OO, Hurmuzlu F, Bostanci V, Ozdemir H. Effect of external tooth bleaching on dental plaque accumulation and tooth discoloration. Med Oral Patol Oral Cir Bucal 2008; 13: E266-9. Hosoya, N, Honda, K, Iino, F, Arai, T. Changes in enamel surface roughness and adhesion of Streptococcus mutans to enamel after vital bleaching. J Dent 2001; 31:541-548. Chng, KH, Palamara, AEJ, Messer, HH. Effect of hydrogen peroxide and sodium perborate on biomechanical properties of human dentin. J Endod 2002; 28: 62-67. Robertson WD, Melfi RC. Pulpal response to vital bleaching procedures. J Endod 1980; 6: 645-649. Postle HH, Lefkowitz W, Mc Connell D. Pulp response to heat (abstract). J Dent Res 1959; 38: 740. Cohen SC. Human response to bleaching procedures on vital teeth. J Endod 1979; 5: 134-138 Benetti AR, Valera MC, Mancini MNG, Miranda CB, Balducci I. In vitro penetration of bleaching agents into the pulp chamber. Int Endod J 2004; 37: 120–124. Gökay O, Müjdeci A, Algın E. Peroxide penetration into the pulp from whitening strips. J Endod 2004; 30: 887–889. Akören C, Ünsal MK, Hasanreisoğlu U. Klinik beyazlatma ajanının farklı ışınlama süreleri ile uygulanmasının pulpa ısısına etkileri. AÜ Diş Hek Fak Derg 2001; 28: 301-306. Baik JW, Rueggeberg FA, Liewehr FR. Effect of lightenhanced bleaching on in-vitro surface and intra-pulpal temperature rise. J Esthet Restor Dent 2001; 13:3-10. Sayfa 48 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 19. Margeas RC. Preventing whitening-related sensitivity: A clinical case. Erişim: [http://wwwcontemporaryestheticsonlinecom/issues/articles/ 2007-06_02asp] Erişim Tarihi: 08.04.2008 20. Müjdeci A. Yeni ağartıcı ajanların(paint-on) çeşitli restoratif materyallerin yüzey sertlikleri üzerine etkileri. AÜ Diş Hek Fak Derg 2005; 32: 9-17. 21. Müjdeci A, Gökay, O. Effect of bleaching agents on the microhardness of tooth-colored restorative materials. J Prosthet Dent 2006; 95: 286-289. 22. Türker SB, Bişkin T. The effect of bleaching agents on the microhardness of dental aesthetic restorative materials. J Oral Rehabil 2002; 29: 657-66. 23. Hunsaker KJ, Christensen GJ, Christensen RP. Tooth bleaching chemicals-Influence on teeth and restorations. J Dent Res 1990; 69: 303 Abst No (1558). 24. Türker ŞB, Mandalı G, Şener ID, Buğurman B. Üç farklı beyazlatma ajanının estetik restoratif materyallerin yüzey pürüzlülüğüne etkisi. Dicle Dişhek Derg, 2008; 9: 30-34. 25. Butler CJ, Masri R, Driscoll CF, Thompson GA, Runyan DA,Von Fraunhofer JA. Effect of flouride and %10 carbamide peroxide on the surface roughness of low-fusing and ultra low-fusing porcelain. J Prosthet Dent 2004; 92:179-183. 26. Kamala KR, Annapurni H. Evaluation of surface roughness of glazed and polished ceramic surface on exposure to fluoride gel, bleaching agent and aerated drink: An in vitro study. J Indian Prosthodontic Society 2006; 6: 128-132. 27. Rosentritt M, Lang R, Plein T, Behr M., Handel G. Discoloration of restorative materials after bleaching application. Quintessence Int 2005; 36: 33-39. 28. Canay S, Cehreli MC, Bilgic S. In vitro evaluation of the effect of a current bleaching agent on the electrochemical corrosion of dental alloys. J Oral Rehabil 2002; 29: 10141019. 29. Al-Salehi SK, Hatton PV, Mcleod CW, Cox AG. The effect of hydrogen peroxide concentration on metal ion release from dental amalgam. J Dent 2007; 35:172-176. 30. Al-Salehi SK, Hatton PV, Miller CA, Mcleod CW, Joiner A. The effect of carbamide peroxide treatment on metal ion release from dental amalgam. Dent Mater 2006; 22: 948953. 31. Hosoya N, Cox FC, Arai T, Nakamura J. The walking bleach procedure:An in vitro study to measure mikroleakage of five temporary sealing agents. J Endod 2000; 26:716-718. 32. Waite RM, Carnes Jr DL, Walker III WA. Mikroleakage of TERM used with sodium perborate/water and sodium perborate/ superoxol in the ‘’walking bleach’’ technique. J Endod 1998; 24: 648-650. 33. Robinson FG, Haywood VB, Myers M. Effect of 10 percent carbamide peroxide on color of provisional restoration materials. J Am Dent Assoc 1997; 128:727-731. 34. Tamam E. Ağartma işleminin temel metal alaşımı üzerindeki etkisinin in vitro değerlendirilmesi. Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi. 2008. 35. Al-Salehi SK, Hatton PV, Johnson A, Mcleod CW, Cox AG. The effect of hydrogen peroxide concentration on metal ion release from dental casting alloys. J Oral Rehabil 2008; 35: 276-282. 36. Titley KC, Torneck CD, Smith, DC, Chernecky R, Adibfar, A. Scanning electron microscopy observations on the penetration and structure of resin tags in bleached and unbleached bovine enamel. J Endod 1991; 17: 72-75. 37. Rotstein I, Lehr Z,Gedalia I. Effect of bleaching agents on organic components of human dentin and cementum. J Endod 1993, 19: 567-569. 38. Çobankara Kont F, Ünlü N, Özer F. Office bleaching sonrası geçen sürenin kompozit rezinin mineye bağlanma dayanımına etkisi. GÜ Dişhek Fak Derg 2004; 21: 167-172. 39. Torneck CD, Titley KC, Smith DC, Chernecky R., Adibfar, A. Effect of water leaching on the adhesion of composite resin to bleached and unbleached bovine enamel. J Endod 1991; 17: 156-160. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 DENTAL AĞARTMANIN ETKİLERİ Hatice AĞAN ve Gülay KANSU 40. Cavalli V, Reis AF, Giannini M, Ambrosano GMB. The effect of elapsed time following bleaching on enemel bond strength of resin composite. Oper Dent 2001; 26: 597-602. 41. Sung EC,Chan SM, Mito R, Caputo AA. Effect of carbamide peroxide bleaching on the sheer bond strength of composite to dental bonding agent enhanced enamel. J Prosthet Dent 1999; 82: 595-599. 42. Gurgan S, Alpaslan T, Kiremitçi A, Çakır FY, Yazıcı E, Gorucu J. Effect of different adhesive systems and laser treatment on the shear bond strength of bleached enamel. J Dent 2009; 37: 527-534. 43. Türkün M, Kaya AD. Effect of 10% sodium ascorbate on the shear bond strength of composite resin to bleached bovine enamel. J Oral Rehabil 2004; 31: 1184-1191. 44. Lai SCN, Tay FH, Cheung GP, Mak YF, Carvalho RM, Wei, SH, Toledano M, Osorio R, Pashley DH. Reversal of compromised bonding to oxidized etched enamel. J Dent Res 2002; 81: 477-481. 45. Lai SCN, Mak YF, Cheung GS, Osorio R, Toledano M, Carvalho RM, Tay FH, Pashley DH. Reversal of compromised bonding to oxidized etched dentin. J Dent Res 2001; 80: 1919-1924. 46. Kimyai, S, Valizadeh, H. The effect of hydrogel and solution of sodium ascorbate on bond strenght in bleached enamel. Oper Dent 2006; 31: 496-499. 47. Gökçe B, Çömlekoğlu ME, Özpinar B, Türkün M, Demirbaş Kaya A. Effect of antioxidant treatment on bond strength of a luting resin to bleached enamel. J Dent 2008; 36: 780-785. 48. ADA Statement on The Safety and Effectiveness of Tooth Whitening Products. Erişim:[http://www.ada.org/prof/resources/positions/stateme nts/whiten2.asp] Erişim Tarihi: 02.09.2008. 49. Haywood VB, Cordero R, Wright K. Brushing with a potassium nitrate dentifrice to reduce bleaching sensitivity. J Clin Dent 2005; 16: 17-22. 50. Haywood VB. Dentine hypersensitivity: bleaching and restorative considerations for successful management. Int Dent J 2002; 52: 376-384. 51. Margeas RC. Preventing whitening-related sensitivity: A clinical case. Erişim: [http://wwwcontemporaryestheticsonlinecom/issues/articles/ 2007-06_02asp] Erişim Tarihi: 08.04.2008. 52. Harrison JL, Simon JF. The past, present and future of vital tooth bleaching. Erişim: [http://wwwcontemporaryestheticsonlinecom/issues/articles/ 2006-09_08asp] Erişim Tarihi: 08.04.2008. 53. Browning WD, Blalock JS, Frazier KB, Downey MC, Myers ML. Duration and timing of sensitivity related to bleaching. J Esthet Restor Dent 2007; 19: 256-264. 54. Leonard Jr RH, Smith LR, Garland GE, Tiwana KK, Zaidel LA, Pugh Jr G, Lin NC. Evaluation of side effects ant patients’ perceptions during tooth bleaching. J Esthet Restor Dent 2007; 19: 355-366. 55. Harrington GW, Natkin E. External resorption associated with bleaching of pulpless teeth. J Endod 1979; 5: 344-348. 56. Kinomoto Y, Carnes DL, Ebisu S. Cytotoxicity of intracoronal bleaching agents on periodontal ligament cells invitro. J Endod 2001; 27: 574-577. 57. Lado EA. Bleaching of endodontically treated teeth: an update on cervical resorption. Gen Dent 1988; 36: 500-501. 58. Minoux M, Serfaty R. Vital tooth bleaching: Biologic adverse effects-A review. Quintessence Int 2008; 39: 645-659. 59. Ribeiro DA, Marques MEA, Salvadori DMF. Assessment of genetic damage induced by dental beaching agents on mouse lymphoma cells by single cell gel (comet) assay. J Oral Rehabil 2005, 32: 766-771. 60. Munro I, Willams G, Heymann H, Kroes R. Use of hydrogen peroxide-based tooth whitening products and its relationship to oral cancer. J Esthet Restor Dent 2006; 18:119-125. Sayfa 49 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 HELİKOBAKTER PYLORİ VE PERİODONTAL HASTALIKLAR Murat İnanç CENGİZ HELİKOBAKTER PYLORİ VE PERİODONTAL HASTALIKLAR HELIKOBAKTER PYLORI AND PERIODONTAL DISEASES: REVIEW *Murat İnanç Cengiz Yrd. Doç. Dr. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Periodontoloji AD. Özet Helikobakter Pylori (H.Pylori), gastritis, peptik ülser ve gastrik kanserler için risk faktörü olabilecek bir patojen olarak düşünülmektedir. Gastrik H.Pylori enfeksiyonlarında sistemik üçlü medikal tedaviye (Antibiyotikler, antibakteriyeller ve proton pompa inhibitörleri) cevapsızlıkta, ağız boşluğunun H.Pylori için ortam olduğu düşünülmektedir. H.Pylori ile ilgili gastrik hastalıkların mutlak tedavilerinde, ağız boşluğu H.Pylori eradikasyonu yapılmalıdır. H.Pylori enfeksiyon tedavisinde sistemik tedavinin etkisini artırmak, enfeksiyonun tekrarlama riskini azaltmak için periodontal tedavinin, sistemik medikal tedavi ile kombine edilmesinin gerekliliği bildirilmiştir. Bu çalışmada amaç, H.Pylori enfeksiyonlarında periodontal hastalıkların önemli bir faktör olabileceği düşüncesini vurgulamaktadır. Bundan başka Periodontal hastalıkların da rutin medikal işlemlerin bir parçası olarak değerlendirilmesi önerilmelidir. Anahtar Kelimeler:Helikobakter Pylori, Ağız boşluğu, Mide, Periodontal tedavi. Abstract Helicobacter pylori (H.Pylori) is considered to be a pathogen responsible for gastritis peptic ulcers, and a risk factor for gastric cancers. The oral cavity has been proposed as a reservoir for H.Pylori that could be responsible for the refractoriness of gastric infection to medical triple therapy (antibiotics, antimicrobials, and proton pump inhibitors). Eradication of H.Pylori from the oral cavity should be made an important part of comprehensive management of H.Pylori-associated gastric diseases. It has been reported that periodontal treatment in combination with systemic therapy could be a promising approach to increasing the therapy’s efficacy and decreasing the risk of infection recurrence. The aim of this study is to emphasize that periodontal disease may be considered as on important factor for H.Pylori infections. Furthermore, it suggests that periodontal evaluation should be performed as part of a rutin medical assessment process. Key Words: Helicobacter Pylori, Oral Cavity, Stomach, Periodontal therapy. Giriş Helikobakter pylori (H.Pylori), dünya nüfusunun en az %50’sinin mide mukozasını enfekte ederek gastrik ülserler, gastrik adenokarsinom, B hücre lenfomaları ve otoimmün gastrit gibi gastrointestinal patolojilere yol açabilen önemli bir bakteriyel patojendir (1-4). Mide mukozasında H.Pylori ile ilişkili olarak ortaya çıkan histopatolojik değişimlerin prognozu; antijen ve toksinlerdeki polimorfizim gibi bakteriye özgü faktörler, ailedeki nüfus, beslenme alışkanlıkları ve hijyenik şartlar gibi çevresel faktörler ile yaş, cinsiyet ve proinflamatuar sitokin genlerindeki *İletişim Adresi Dr. Murat İnanç CENGİZ Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı, 67600 Kozlu-ZONGULDAK. Tel: 0-372-2613428 Faks: 0-372-2613403 e-mail: dtinanc@mynet.com Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 allelik polimorfism gibi konağa ait faktörlerin birlikte etkileşiminin belirlediği ileri sürülmektedir. Üst gastrointestinal sistemle ilgili pek çok patolojiden sorumlu tutulması yanında son yıllarda demir eksikliği anemisi, migren koroner kalp hastalığı gibi hastalıklarla da ilişkili olduğu konusunda çalışmalar yoğunluk kazanmaktadır. Tarihçe H.Pylori’nin tarihçesi, biyolojinin ilk canlı organizmaları kadar eski oldukları ve insanlığın evrimsel olarak ayrıma uğradığı yıllardan çok daha önceki dönemlerde (tahminen 100 milyon yıl) ilk primatlarda ve büyük memelilerin gastrointestinal sistemlerine major flora bakterisi olarak yerleştikleri tahmin edilmektedir (5, 6). Hipotez aşamasında kalan çok fazla çalışmadan sonra Barry Marshall ve R. Warren mide biyopsi örneklerinde bakterileri tanımlamış, bu bakteriler ile gastrointestinal patoloji arasında ilişki olduğunu ortaya koymuşlardır(7, 8). Daha sonra, Marshall ve arkadaşları (1985) ile Morris ve Nicholson (1987), kültür ortamında ürettikleri H.Pylori suşlarını sıvı gıdalar ile yutarak, koch olayını gerçekleştirmişlerdir (9, 10). Bu çalışmalar Marshall ve Warrene 2005 Sayfa 50 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 yılında “Nobel Tıp” ödülü kazandırmıştır (9–11). Bu çalışmaları takiben yapılan çok sayıdaki çalışmalara ve elde edilen bulgulara dayanılarak Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu (International Agency for Cancer Research) 1994 yılında H.Pylori’nin kanserojen olduğunu ilan ederek, ilk kez bir bakteriyi Tıp I karsinojen olarak sınıflandırmıştır. (12–15). Aynı yıl national Institute of Health (NIH), H.Pylori’nin peptik ülser hastalığının en önemli nedeni olduğunu bildirmiş ve hastalığın tedavisi için antibakteriyel tedavi rejimleri önermiştir (16). Enfeksiyon Bulaşması H.Pylorinin dünya genelinde çok sayıda insanda kolonize olması bakterinin oldukça güçlü bir yayılma stratejisi geliştirdiği izlenimini uyandırmaktadır. İnsanlarda bulaş; fekal-oral, ağız içi sekresyonların bulaşı ile yani, oral-oral, ev hayvanlarından, insan-hayvan-insan, kontamine gıda ve su yolu ile gerçekleşir. Epidemiyolojik çalışmalar, enfeksiyonların sıklıkla aile içinde, kişiden kişiye yakın temas şeklinde olduğunu göstermiştir. Ailede fert sayısı ve kötü hijyen bulaş riskini artırır. H.Pylori enfeksiyonu genellikle çocukluk çağında, anneden çocuğa veya kardeşten kardeşe geçiş şeklinde olmakta bulaşdan sonraki kolonizasyon da ömür boyu devam etmektedir (17–19). Bazı yayınlarda H.Pylori kolonizasyonunun hayatın ilk aylarında başladığı, 10 yaşındaki çocukların yaklaşık %90’ında kolonizasyon tesbit edildiği bildirilmiştir (20). H.Pylori insanlarda gaitadan, diş plaklarından ve tükürükten izole edilmiştir (21). Ağız içerisinde diş plaklarında kolonize suşlar plaktan sekresyonlara oradan da otoinokülasyonla gastrik mukoza’ya ulaşabilmektedir. Diğer taraftan da gastrik kolonizasyon, gastroözefageal reflü ile bakterinin tekrar ağız boşluğuna ulaşmasına yol açmaktadır. Eldivensiz çalışan endoskopistler ve diş hekimlerinde yüksek enfeksiyon oranı, sekresyonların potansiyel bulaş yolu olduğunu kanıtlamaktadır (22). Gaita ile kontamine olmuş sebze, meyve ve deniz kabukları gibi gıdalar, su ve lağım suları gibi çevresel örnekler H.Pylori için potansiyel kaynak olabilir. Ancak bakterinin canlı formları bu tür örneklerde gösterilememiş, moleküler yöntemlerle DNA’sı tesbit edilebilmiştir (22). Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 HELİKOBAKTER PYLORİ VE PERİODONTAL HASTALIKLAR Murat İnanç CENGİZ Epidemiyoloji H.Pylori, enfeksiyon sıklığı gelişmiş ülkelerde %20–30, gelişmekte olan ülkelerde %85-95’dir. Gelişmiş ülkelerde prevelans çocuklarda düşüktür ve yaşla artar. Gelişmekte olan ülkelerde çocukluk, enfeksiyonun en çok alındığı devreyi oluşturur. Düşük sosyoekonomik durum, kötü su kaynaklarının kullanımı, kalabalık ailelerde yaşam prevelansı yüksektir (23). H.Pylori’nin doğal kaynağı bilinmemektedir. Enfeksiyonun kaynağı insandır. İnsanların yanısıra köpek, kedi, koyun, sığır ile birçok küçük kemirici ve kuşların gastrointestinal sistemlerinde yerleşebilirler. Bununla birlikte H.Pylori’nin tükrük, diş plağı, aterom plakları ve safrada görüldüğü bildirilmiştir (20–22). Ülkemizde 21 yaş üstü yetişkinlerde H. Prevelansı %80, 16–17 yaş arası çocuklarda %64 bulunmuştur (23).H.Pylori invitro şartlarda son derece duyarlı olan bir organizmadır. Kuruluk, güneş ışığı, düşük nem oranı gibi çevresel şartlarda kısa sürede inaktive olurlar. Mikroorganizmanın canlılığını çevresel su örneklerinde, kültürde üretilemeyen kokoid formda sürdürdüğü bildirilmiştir (24). Patogenez H.Pylori’nin mide asidinden etkilenmeden geçebilmesi üreaz aktivitesi sonucudur. Bakteri üreyi hidrolize ederken amonyak ve karbondioksit oluşturur. Amonyak su ile birleşip amonyuma dönüşürken, H iyonlarını alarak çevresini alkalileştirir ve bakteriyi mide asidinin zararlı etkisinden korur (25). H.Pylori’nin spiral şekli ve flajilleri ise, müküs tabakasını geçmesinde yardımdıcı olurlar. Bakteri, oluşturduğu proteinlerden adezinler ile mide yüzey epiteline yapışır, proteaz ile koruyucu müküsü parçalayarak, epitel yüzyinde hasar yapar. Bakteri müküs ile epitel hücrelerinin arasında kolonize olur, mide mukozasına invaze olmadan inflamasyon yapar. H.Pylori enfeksiyonları; konağın özellikleri, beslenme alışkanlıkları, genetik özellikleri, gastrik mukozadaki koruyuculuğun azalması, enfekte eden suşun sayısı ve varsayılan virulans faktörleri, yerleşim alanı, re-enfeksiyon veya re-aktivasyon sayısı ile tedavi başarısızlıkları gibi değişkenlere bağlı olarak, subklinik bir enfeksiyondan gastrik kansere kadar değişen bir gastrointestinal patolojilere sebep olurlar. Sayfa 51 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 Tanı Yöntemleri İnvaziv ve invaziv olmayan testler olarak iki gruba ayrılarak incelenir. Invasiv testler, endoskopik inceleme sırsında alınan biyopsilerle yapılır. Bunlar; Histoloji, kültür, hızlı üreaz testleri, smear, Moleküler biyoloji teknikleri (polimeraz zincir reaksiyonları-PCR, DNA isolasyonu, sitoloji) Invaziv olmayan testler, Seroloji, ürenefes testleri, dışkıda H.Pylori antijenlerinin araştırılması. H.Pylori ve Ağız Boşluğu Ağız, gastrointestinal sistemin giriş kapısıdır. Ağız boşluğunda bulunan mikrop kolonizasyonları ve enfeksiyonları çeşitli gastrointestinal hastalıklara sebep olabilir. Periodontal hastalıklarda, derin periodontal cepler (>5mm) ve diş plakları içlerinde milyonlarca mikroorganizmayı barındırırlar. Yine, diş plaklarının diş yüzeylerinde oluşturdukları biofilm ile sistemik antibiyotiklerin etkisine engel olarak, bakteriler için iyi bir ortam hazırlarlar. Krajden S, (6) dental plaklardan H.Pylori izole etmiş ve midedeki H.Pylori tedavi sonrası tekrarlayan enfeksiyonlara (re-enfeksiyon) ağız boşluğunda bulunan H.Pylori’nin sebep olabileceği ileri sürülmüştür (26-28). Bundan başka, oral hijyen durumu, H.Pylori’nin kolonizasyonu ve enfeksiyon olayını veya enfeksiyonun tekrarlamasında, ağız boşluğunun doğrudan veya dolaylı olarak rol oynayabileceği bildirilmiştir (29). Bazı araştırmacılar (27,30) ağız boşluğunda H.Pylori’nin kronik kolonizasyonu ile mide mukozası H.Pylori enfeksiyonları arasında kuvvetli bir ilişkinin var olduğunu, H.Pylori’nin bu geçişinde dental plakların önemli rol oynadıkları belirtilmiş, diğer araştırıcılar (31–37) böyle bir ilişki bulmamışlardır. Mide’de tekrarlayan H.Pylori enfeksiyonları ile dental plak kontrolu arasında ki ilişkiyi gösterir çok az çalışma vardır (38, 39). Ağız hijyeni bozuk olan her şahısta, ağız boşluğunda H.Pylori saptanabileceği gösterilmiştir (40). Çalışmalar ağız boşluğunun H.Pylori için iyi bir ortam oluşturduğunu, ağız boşluğunda yerleşen bakterinin sistemik antibiyotik tedavisi ile yok edilememesinden dolayı, mide de tekrarlayan H.Pylori enfeksiyonlarında ağız boşluğunun iyi bir kaynak oluşturduğu gösterilmiştir (6–10,12,16– Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 HELİKOBAKTER PYLORİ VE PERİODONTAL HASTALIKLAR Murat İnanç CENGİZ 22,24,28,31,37,41–45). Özellikle periodontal hastalıkları olanlar, yüksek oran ve düzeylerde bakteriyel patojenlere açıktırlar (25). Fakat çok az sayıda çalışma, H.Pylori varlığı ile periodontal hastalıklar arasındaki ilişkiyi değerlendirmişlerdir (8,10,14,24,26). Oral kavite, çeşitli bakteri türleri için değişik biyolojik ortamlar içerir(46). Oral kavitenin farinkse bakan iç tarafları daha az oksijen alarak çok fazla sayıda bakteriyi barındırabilir (45). Yine dilin dorsal ve lateral bölümlerinde tükrük daha fazla bakteri bulundurabilir. Dişlerin supra ve subgingival alanları birbirlerine benzerlik gösterir fakat oral yumuşak doku yüzeyleri ve tükrük farklılık gösterir (45). Dental plağın mikrobiyal kompozisyonu dişten-dişe, hatta aynı dişte yüzeyden yüzeye farklılıklar gösterdiği gibi aynı diş yüzeyi, subgingival plak, periodontitisin değişik evrelerinin oluşumunda değişik ekolojik mikroçevreye sahiptir (47). Bu yüzdendir ki, araştırmacılara göre ağız boşluğundaki H.Pylori iyileşme oranları kültür tekniği ile %10 ‘dan %100’e, PCR tekniği ile de %0’dan %90’a varan farklılıklar gösterir (48).Yine çalışma sonuçlarının değişik çıkmasında; değişik populasyonlar ağız sağlığının durumu, alınan örneklerde teknik yetersizlikler, bakteri sayısının azlığı, değişik bölgelerin değişik sıklıkla bakteri barındırabilmesi ve ağız boşluğuından alınan örneklerde canlı (coccoid) yada kültürlenemeyen bakteri formlarının olması yine ağız boşluğunda bulunan diğer bakterilerin H.Pylori üremesine engel olması gibi nedenlerden de olabilir (39). Çalışmaların çoğunda ağız boşluğunun H.Pylori için iyi bir kaynak olabileceği, midenin reenfeksiyonlarında dental plakların önemli etkilerinin olabileceği belirtilmiştir (39). Ağız boşluğu H.Pylori için bir rezevuar (birikme yeri) ise, bunun geçici veya sürekliliği tartışmalıdır. Ağız boşluğunda bakteri ister sürekli isterse geçici olsun soru şu “Oral H.Pylori, gastrik H.Pylori için bir rezevuar olabilir mi?” H.Pylori sadece mide de olmayıp ağız boşluğunda da bulunabileceği gösterildikten sonra, ağız boşluğundaki bakterinin varlığı ile mide enfeksiyonu arasındaki ilişki, ağız boşluğunda ki H.Pylori’nin devamlı veya geçici olarak bulunuşu ve ağız-mide-mide-ağız (gastro-ezofageal reflü) ile bulaşların olabileceği sorulmaya başlandı. Ağız boşluğu ister devamlı, isterse geçici olsun H.Pylori ve enfeksiyonları Sayfa 52 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 için iyi bir ortamdır. Ağız boşluğunda ki H.Pylori enfeksiyon sıklığı ile mide de ki H.Pylori enfeksiyon sıklığı arasında ilişki bulunmuştur (49). Fakat, hem ağız hem de mide H.Pylori enfeksiyonunda aynı tür H.Pylori olup, olmadığı sorusuna yanıt için kalitatif veya kantitatif mikrobiyolojik ve genetik analizlere gereksinim olabileceği belirtilmiştir (49). H.Pylori genomunun önemli farklılıklar gösterebileceği, bu nedenle birbiriyle ilgisi olmayan hastaların izolatları bu yöntemlerle ayrıştırılabilir olabileceği Taylor ve arkadaşları (50) tarafından gösterilmiştir. Sonuç olarak, bir iki ya da daha fazla bölgede ki ya da hasta da ki birbiri ile yakinen ilişkisi olan ya da benzeş türlerin tanımı, bu bölgelerden ya da enfeksiyon kaynağından bir geçişin olabileceğini gösterebilir. Daha da spesifik olarak ağız ve mide de ki benzer H.Pylori türlerinin tanınması, ağız boşluğunun mide de ki H.Pylori için bir kaynak olabileceğini destekler. H.Pylori için molekküler çeşitleme metodu RFLP analizini gerektirmektedir. (49). Oral ve gastrik H.Pylori genetik kodlanması ilk kez Shames ve arkadaşları (51) tarafından RFLP analizi kullanarak yapılmış, aynı kişide oral ve gastrik H.Pylori çeşidinin benzeş veya çok ilişkili olduğunu göstermişlerdir. Ferguson ve arkadaşları (52), mide H.Pylori’si olan 9 hastanın birinde tükrükte H.Pylori’yi izole ederek bu türün mide’den izole edilen H.Pylori türü ile aynı olduğunu gösterdi. Özet olarak, hem ağız boşluğunda, hemde mide de aynı tip H.Pylori varlığını ve enfeksiyonlarını göstermek için fazla vaka serilerine ve güçlü verilere ihtiyaç vardır (49). Oral H.Pylori nasıl bulaşır? Eğer oral kavitenin H.Pylori için depo teşkil ettiğini kabul edersek, o zaman bulaşmanın ağızdan-ağıza mı yoksa Feçes-oral mı oluştuğu konusunda yorumlar yapabiliriz. Enfekte olmuş tükrükle bireyler arasında ağızdan-ağıza H.Pylori bulaşması çok olasıdır. Afrika’da annelerin bebeklerine verdikleri mamayı önce kendi ağızlarına alıp, sonra bebeklerine vererek, anneden-çocuğa H.Pylori geçişi saptanmıştır (53). Avusturalya’da Çin’li göçmenlerin çubuk kullanarak yemek yemeleri H.Pylori enfeksiyonunun yayılmasının bir nedeni çubukların paylaşılması ve tükrük olabileceği bildirilmiştir (54). Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 HELİKOBAKTER PYLORİ VE PERİODONTAL HASTALIKLAR Murat İnanç CENGİZ Fekal-oral yolla bakteri bulaşması mümkün müdür? Gambiya’da ki çocukların (55), ve İngiltere’de yetişkinlerin (56) ve ABD’de ki yetişkinlerin (57) dışkılarında H.Pylori tesbit etmişlerdir. Fekal-oral geçiş, H.Pylori ile kontamine olmuş, su kaynakları ile olabileceği bildirilmiştir (58). Taşıyıcı olarak sineklerinde rol oynamaları yıllardır bilinen bir gerçektir. Eğer fekal-oral geçiş olmuşsa bunda ev sineklerinin ve insan dışkısının gübre olarak kullanıldığı topraklarda yetiştirilen sebzelerin çiğ tüketilmesi ile de enfeksiyon riski oluşturulur (49). Guatemala’da ki yerel halkın el parmak tırnaklarında PCR tekniği ile H.Pylori varlığı tesbit edilmiş ve daha da önemlisi bulaşta dil ve tırnak arasında, parmak ağız ilişkisi yanında pozitif bir ilişki saptanmıştır (59). TARTIŞMA Ağız boşluğu, mide H.Pylori ve enfeksiyonları için sadece bir kaynak olmayıp, gastro-oral yolla (reflü) olan tekrarlayıcı enfeksiyonlar için de bakterinin barınma yeridir. Mide H.Pylori enfeksiyonlarının tedavi sonrası tekrarlayıcı enfeksiyonları sıktır. H.Pylori’nin ağız boşluğunda yeniden kolonizasyon oluşturmasında periodontal hastalıkların özellikle, dental plakların rolü büyüktür. Çalışmalar, ağız boşluğunun H.Pylori ve enfeksiyonları için ister devamlı ister geçici bir kaynak oluştursun sonunda, H.Pylori enfeksiyonlarında ağız hijyeninin önemi büyüktür. Dental plaklar ve periodontal paketlerin mide H.Pylori enfeksiyonlarının oluşumunda ve enfeksiyonun tekrarlamasında önemi büyüktür. Bu çalışmalarla bize, iyi bir H.Pylori endikasyonu için medikal tedavi ile oral tedavinin kombine edilmesinin gerekliliği belirtilmektedir (27,39,49,60–62). Bugün hala %100 başarılı olabilen bir tedavi rejimi henüz oluşturulamamıştır. Başlangıçtan itibaren bir başka büyük karmaşa da tedavi konusunda sürüp gitmektedir. Invitro çalışmalarda bakterinin pek çok antibiyotiğe hassas olmasına karşın invivo sonuçlar farklı olmuştur. Bakterinin müküs tabakasının altında kolonize olması antibiyotiklere doğrudan etkisini azaltmaktadır ve bakteri antibiyotiklere kolayca direnç oluşturmaktadır. Günümüzde sahip olduğumuz ilaçlarla yapılan tedavilerde farklı ülkelerde farklı eradikasyon sonuçları alınmaktadır. Ülkemizde hem Clarithromycin’e Sayfa 53 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 (%20–35) hem de Metranizdazole’e (%85) direnç oluştuğu bildirilmiştir (23). Sonuçlar değişik olmakla birlikte günümüzde, etkili üçlü (antibiyotik, antibakteriyel ve proton pompa inhibitörleri-PPI) tedavi ile gastrik H.Pylori eradikasyonu %72–90 olarak, bildirildiği durumlarda bile, oral H.Pylori görülme sıklığı % 33–47,6 olarak bildirilmiştir (60). Yine tedavi sonrası H.Pylori enfeksiyonlarının tekrarlama riski oldukça yüksek olup, %0–41,5 olarak bildirilmiştir (63). Bu da bize; Oral mukozasının H.Pylori için iyi bir mikro çevre oluşturduğu, dental plakların oluşturduğu biofilm ile bakteri’nin korunduğu ve antimikrobiyel ajanlara direnç oluşturduğunu göstermektedir. Gerçekten de, yapılan çalışmalarda kombine tedavi (periodontal tedavi + üçlü medikal tedavi) ile H.Pylori eradikasyonu %77,3–84,3 bulunurken, sadece medikal tedavi ile bu oran %19,64–47,6 bulunmuştur (39,60,62). Değişik ülkelerden bildirilen değişik raporlar olmasına karşın, bildirilen ortak mesaj; ağız boşluğunun H.Pylori için iyi bir ortam oluşturduğu tek başına medikal tedavinin H.Pylori eradikasyonu için yeterli olamayacağı mutlaka etkili ve kontrollü bir şekilde periodontal tedavi ile kombine edilmesi gerekmektedir.. Hatta kombine tedavide bile gastrik H.Pylori sıklığı %19,64 bulunmuş; bu durumdan; bakteri ile bulaşmış diyet, kullanılan kontamine aletler ve H.Pylori’nin tükrükte kalmış olabileceği ileri sürülmüştür (39). SONUÇ HELİKOBAKTER PYLORİ VE PERİODONTAL HASTALIKLAR Murat İnanç CENGİZ Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. Ağız boşluğu, H.Pylori için iyi bir ortam ve enfeksiyonun oluşumunda ve tekrarlamasında önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Günümüzde bile, tam başarılı olabilen bir tedavi rejimi oluşturulamamıştır. Modern üçlü medikal tedaviye rağmen, gastrik H.Pylori eradikasyonu tam olmayıp, oral H.Pylori enfeksiyonları devam etmekte ve gastrik H.Pylori enfeksiyonları tekrarlamaktadır. Üçlü medikal tedavilere periodontal tedavilerin eklenmesi ile H.Pylori ve enfeksiyonlarının görülme ve tekrarlama sıklığının azaldığı, H.Pylori eradikasyonunun tam olabileceği bildirilmiş ve medikal tedaviden önce iyi bir periodontal tedavinin yapılması, tedavi protokollerine periodontal tedavinin mutlaka eklenmesi önerilmelidir. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. Dixon MF. Helicobacter pylori and peptic ulceration. Histopathological aspects. J Gastroenterol Hepatol 1991;6:125–130. Genta RM, Hamner HW, Graham DY. Gastric Iymphoid follicles in Helicobacter pylori infection: Frequency, distribution, and response to triple therapy. Hum Pathol 1993;24::577-583. Graham DY. Helicobacter pylori: Its epidemiology and its role in duodenal ulcer disease. J GastroenterolHepatol 1991;6:105–113. Tytgat GN, Noach LA, Rauws EA. Helicobacter pylori infection and duodenal ulcer disease. Gastroenterol Clin North Am 1993;22:127–139. Wotherspoon AC, Ortiz-Hidalgo C, Falzon MR, Isaacson PG. Helicobacter pylori-associated gastritis and primary Bcell gastric Iymphoma. Lancet 1991;338:1175–1176. Krajden S. et al. Examination of human stomach biopsies, saliva, and dental plaque for Campylobacter pylori. J Clin Microbial 1989;27:1397–1398. Warren JR, BJ Marshall. Unidentified curved bacilli on gastric epithelium in active chronic gastritis. Lancet, 1983; i:1273–1275. Marshall BJ. History of the discovery of Campylobacter pylori, 1989; p.7-24. In M.J. Blaser, Campylobacter pylori in gastritis and peptic ulcer disease, Igaku Shoin Publishers. Marshall BJ, Armstrong JA, McGechie DB and Glancy RJ. Attempt to fulfil Koch’s postulates for pyloric Campylobacter. Med J Aust 1985; 142:436–439. Morris A, Nicholson G. Ingestion of Campylobacter pyloridis causes gastritis and raised fasting gastric pH. Am J Gastroenterol 1987;82:192–199. Blaser MJ. Helicobacter pylori and the pathogenesis of gastroduodenal inflammation. J.İnfect. Dis. 1990;161:626– 633. Forman D. et al. Association between infection with Helicobacter pylori and risk of gastric cancer: evidence from a prospective investigation. Br. Med. J.1991;302:1302–1305. Nomura, A. et al. Helicobacter pylori infection and gastric carcinoma among Japanese Americans in Hawaii. N. Engl. J. Med. 1991;325:1132–1136. Parsonnet J. et al Helicobacter pylori infection and the risk of gastric carcinoma. N.Engl. J.Med. 1991;325:1127–1131. Talley NJ. et al. Gastric adenocarcinoma and Helicobacter pylori infection. J. Natl. Cancer Inst. 1991;83:1734–1739. NIH Consensus Conference. Helicobacter pylori in peptic ulcer disease. NIH Consensus Development Panel on Helicobacter pylori in peptic ulcer disease. JAMA, 1994;272:65–69. Weyermann M. et al. The mother as source of Helicobacter pylori infection. Epidemiology 2006;17:332–334. Kivi M. et al. Helicobacter pylori status in family members as risk factors for infection in children. Epidemol Infect 2005;133:645–652. McCallion WA. et al. Helicobacter pylori infection in children: relation with current household living conditions. Gut 1996;39:18–21. Bardhan PK. Epidemiological features of Helicobacter pylori infection in developing countries. Clin Infect Dis 1997;25:973–978. Q Song, T Lange, A Spahr, G Adler, Bode G. Characteristic distribution pattern of Helicobacter pylori in dental plaque and saliva detected with nested PCR. J. Med. Microbiol. Vol. 49,2000;349–353. Brown LM. Helicobacter pylori: epidemiology and routes of transmission. Epidemol Rev 2000; 22:283–297. Özden A. Helicobacter pylori 2006 “WGO-OMGE Practice Guideline” ve Maastricht III florence Consensus Report 2005”. Güncel Gastroenteroloji 2006;10 (4):287–291. Sayfa 54 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 24. Adams BL, TC Bates, Oliver JD. Survival of Helicobacter pylori in a Natural Freshwater Enviroment. Applied and Environmental Microbiology, December 2003; p. 7462–7466, Vol. 69, No.12. 25. Smoot DT; Resau JH, Naab T, Desbordes BC, Gilliam T. Adherence of Helicobacter Pylori to cultured human gastric epithelial cells. Infect Immun 1993;61:350–355. 26. Madinier IM, Fosse TM, Monteil RA. Oral carriage of Helicobacter Pylori: a review. J periodontol 1997;68(1):2-6. 27. Miyabayashi H, Furihata K, Shimizu T, Ueno I, Akamatsu T. Influence of oral Helicobacter pylori on the success of eradication therapy against gastric Helicobacter 2005;5:30– 37. 28. Shames B, Krajden S, Fuksa M, Babida C, Penner JL. Evidence for the occurrence of the same strain of Compylobacter pylori in the stomach and dental plaque. J Clin Microbiol 1989;27:2849–2850. 29. Anand PS, Nandakumar K, Shenoy KT. Are dental plaque, poor oral hygiene, and periodontal disease associated with Helicobacter pylori infection? J Periodontol 2006;77:692– 698. 30. Avcu N. et al. The relationship between gastric-oral Helicobacter pylori and oral hygiene in patients with wiyamin B12-deficiency anemia. Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol endod 2001;92:166–169. 31. Nguyen AM, el-Zaatari FA, Graham DY. Helicobacter pylori in the oral cavity. A critical review of the literature. Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod 1995;79:705–709. 32. Nguyen AM, Engstrand L, Genta RM, Graham DY, elZaatari FA. Detection of Helicobacter pylori in dental plaque by reverse transcription polymerase chain reaction. J Clin Microbiol 1993;31:783–787. 33. Asikainen S, Chen C, Slots J.Absence of Helicobacter pylori in subgingival samples determined by polymerase chain reaction. Oral Microbiol Immunol 1994;9:318–320. 34. Martinez-Gomis J, Diouf A, Lakhssassi N, Sixou M. Absence of Helicobacter pylori in the oral cavity of 10 nondyspeptic subjects demonstrated by real-time polymerase chain reaction. Oral Microbiol Immunol 2006;21:407–410. 35. Okuda K, Kimizuka R, Katakura A, Nakagawa T, Ishihara K. Ecological and İmmunopathological implications of oral bacteria in Helicobacter pylori-infected disease. J Periodontol 2003;74:123–128. 36. Oliver BJ. et al. Absence of Helicobacter pylori within the oral cavities of members of a healthy South African community. J Clin Microbiol 2006;44:635–636. 37. Song Q, Haller B, Ulrich D, Wichelhaus A, Adler G, Bode G. Quantification of Helicobacter pylori in dental plaque samples by competitive polymerase chain reaction. J Clin Pathol 2000;53:218–222. 38. Jia CL, Jiang GS, Yang XX, Dou HQ, Li CR. Effects on Helicobacter pylori reinfection in gastric mucosa by two oral plaque control methods. Hua Xi Kou Qiang Yi Xue Za Zhi 2009;27:172–174. 39. Jia Cl, Jiang GS, Li CH, Li CR. Effect of dental plaque control on infection of Helicobacter pylori in Gastric Mucosa. J Periodontol 2009;80:1606–1609. 40. Loster BW. et al. The relationship between the presence of Helicobacter pylori in the oral cavity and gastric in the stomach. J Physiol Pharmacol 2006;57:91–100. 41. Gebara EC. et al. Persistence of Helicobacter pylori in the oral cavity after systemic eradication therapy. J Clin Periodontol 2006;33:329–333. 42. Ferguson DA. et al. Isolation of Helicobacter pylori from saliva. J Clin Microbiol 1993;31:2802–2804. 43. Mapstone NP. et al. Identification of Helicobacter pylori DNA in the mouths and stomachs of patients with gastritis using PCR. J Clin Pathol 1993;46:540–543. 44. Oshowo A. et al. Helicobacter pylori: The mouth, stomach and gut axis. Ann Periodontol 1998;3:276–280. 45. Song Q, Lange T, Spahr A, Adler G. Characteristic distribution pattern of Helicobacter pylori in dental plaque and saliva detected with nested PCR. J Med Microbiol 2000;49:349–353. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 HELİKOBAKTER PYLORİ VE PERİODONTAL HASTALIKLAR Murat İnanç CENGİZ 46. 47. 48. 49. 50. 51. 52. 53. 54. 55. 56. 57. 58. 59. 60. 61. 62. 63. Mager DL, Haffajee AD, Socransky SS. Effects of periodontitis and smoking on the microbiota of oral mucous membranes and saliva in systemically healthy subjects. J Clin Periodontol 2003;30:1031–1037. Rose LF, Mealey BL, Genco RJ, Cohen DW. Periodontics: Medicine, Surgery, and Implants. St. Louis: Elsevier Mosby; 2004;215. Madinier IM, Fosse TM, Mateil RA. Oral Carriage of Helicobacter Pylori: A Review.J Periodontol 1997;68:2-6. Dowsett SA, Kovolik MJ. Oral Helicobacter Pylori: Can we stomach it? Crit Rev Oral Biol Med. 2003;14 (3):226–233. Taylor DE, Eaton M, Chang N, Salama SM. Construction of Helicobacter pylori genome map and demonstration of diversity at the genome level. J Bacterial 1992;174:6800– 6806. Shames B, Krajden S, Fuksa M, Babida C, Panner JL. Evidence for the occurrence of the same strain of compylobacter pylori in the stomach and dental plaque. J Clin Microbiol 1989;27:2849–2850. Ferguson DA.et al Isolation of Helicobacter pylori from saliva. J Clin Microbiol 1993;31:2802–2804. Megraud F. Transmission of Helicobacter pylori: faecal-oral versus oral-oral route. Aliment Pharmacol Ther 1995; 9 (Suppl):85–91. Chow TK, Lambert JR, Wahlqvist ML, Hsu-Hage BH. Helicobacter pylori in Melbourne Chinese immigrants: evidence for oral-oral transmission via chopsticks. J Gastroenterol Hepatol 1995;10:562-569. Thomas JE, Gibson GR, Darboe MK, Dale A, Weaver LT. Isolation of Helicobacter pylori from human faeces. Lancet 1992;340:1194–1195. Kelly SM, Pitcher MCL, Farmery SM, Gibson GR. Isolation of Helicobacter pylori from feces of patients with dyspepsia in the United Kingdom. Gastroenterology 1994;107:1671– 1674. Parsonnet J, Shmuely H, Haggerty BS. Fecal and oral shedding of Helicobacter pylori from healthy infected adults. J Am Med Assoc 1999;282:2240–2245. Hulten K et al. Helicobacter pylori in the drinking water in Peru. Gastroenterology 1996110:1031–1035. Dowsett SA. et al. Helicobacter pylori infection in indigenous families of Central America: serostatus and oral and fingernail carriage. J Clin Microbiol 1999;37:2456–2460. Zaric S. et al. Periodontal therapy improves Gastric Helicobacter Pylori eradication. J Dent Res 2009;88(10):946–950. Burgers R. et al Helicobacter pylori in oral cavity and stomach. Eur J Oral Sci 2008;116:297–304. Anand PS, Nandakumar K, Shenoy KT. Are dental plaque, poor oral hygiene, and periodontal disease associated with Helicobacter pylori infection? J Periodontol 2006;77:692– 698. Niv Y. H.Pylori recurrence after successful eradication. World J Gastroenterol 2008;14:1477–1478. Sayfa 55 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 ORTODONTİDE KÖK REZORPSİYONU Mihri AMASYALI ve Deniz SAĞDIÇ ORTODONTİK TEDAVİLERDE KÖK REZORPSİYONU ROOT RESORPTION IN ORTHODONTIC TREATMENTS 1 *Mihri Amasyalı, 2Deniz Sağdıç 1 Dr. Dt. Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Diş Hekimliği Bilimleri Merkezi, Ortodonti Anabilim Dalı, Ankara. Prof. Dr. Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Diş Hekimliği Bilimleri Merkezi, Ortodonti Anabilim Dalı, Ankara. 2 Özet Daimi dişlerin hepsi klinik ve radiografik olarak belirlenmeyen mikroskopik miktarlarda kök rezorpsiyonu gösterirler. Apikal kök rezorpsiyonlarının en yaygın sebebi ortodontik tedaviler ve ortodontik tedavilerin de en yaygın iyatrojenik sonuçları eksternal kök rezorpsiyonlarıdır. Ortodontik tedaviler boyunca rapor edilen kök rezorpsiyonu insidansı araştırıcılar arasında çok farklılık göstermektedir. Lokalize edilmiş kök rezorpsiyonları yaşam boyu oral fonksiyonlara bir cevap, normal ve sürekli remodelingi olan bir süreçtir. Dişlerin apikal kısmı periyodonsiyuma sürekli baskı özellikle de periodontal ligamentlere daimi kuvvetler gelmedikçe (bruksizm, dil itmesi gibi) doğal olarak yaşla kısalmazlar. Appozisyonel tamirler resorptif defektleri düzeltirler. Aşırı kuvvetlerin bulunması ve normal kuvvetlere azalan direnç durumunda geri dönüşümsüz kök rezorpsiyonları oluşur. Ortodontik olarak indüklenen kök rezorpsiyonları hyalinize bölgelere komşu alanlarda başlar ve hiyalinize dokunun eliminasyonu sırasında ve sonrasında oluşur. Kesici dişler zayıf ve keskin köklerinden dolayı eksternal kök rezorpsiyonundan en çok etkilenen dişlerdir. Çünkü kesici dişler tipik olarak tedavi süresince diğer dişlere göre daha fazla hareket ederler. Apeksin hareket mesafesi ile kök kısaltılmasının derecesi ilişkili olsa da, intrüzyon diş hareketleri içinde en zarar verici olandır. Kök rezorpsiyonu ile en güçlü ilişki kişinin genetik uyumudur. Herhangi bir durumda, tüm hastaların kök durumları periyodik olarak takip edilmelidir. Bu makale klinikte karşılaşılabilinecek temel etiyolojik faktörler ve ortodontik olarak indüklenen kök rezorpsiyonunun fizyolojik mekanizmasının derlemesi olarak sunulmuştur. Anahtar kelimeler: Kök rezorpsiyonu, eksternal, ortodontik kaynaklı. Abstract All permanent teeth may show microscopic amounts of root resorption that are clinically insignificant and radiographically undetected. External apical root resorption is the most common iatrogenic results of orthodontic treatments, and orthodontic treatments are the most common cause of apical root resorption. The incidence of reported root resorption during orthodontic treatment varies widely among investigators. Localized resorption is a normal and constant remodeling process, a response to oral functions throughout life. Apical part of the tooth do not shorten naturally with age unless continuous forces (eg, bruxism, tongue thrusting) that over compress the periodontal tissues, especially periodontal ligament. Appositional repair normally corrects resorptive defects. Irreversible root shortening occurs with excessive forces or decreased resistance to normal forces. Orthodontically induced root resorption starts adjacent to hyalinized zones and occurs during and after elimination of hyalinized tissue. Incisors are most susceptible to external apical root resorption, probably because of their roots' spindly apex and because incisors typically are moved farther than other teeth during correction. Intrusion is probably the most detrimental direction of tooth movement, although simply the distance the apex is moved is often correlated with the degree of root shortening. The strongest single association with root resorption seems to be a person's genetic background. In any event, all patients' root status should be monitored periodically. This article presents a review of physiologic mechanisms involved in orthodontically-induced root resorption and basic etiological factors that may be encountered clinically. Key words: Root resorption, external, orthodontically-induced ORTODONTİK TEDAVİLERDE KÖK REZORPSİYONU Ortodontik tedavi ile birlikte gözlenen apikal kök rezorpsiyonu sıklıkla rastlanan idiyopatik bir problem olup, son yıllarda tıbbihukuki ilişkiler nedeniyle daha çok önem kazanmıştır. Apikal kök materyalinin kaybı *İletişim Adresi Dr. Mihri AMASYALI Gülhane Askeri Tıp Akademisi Dişhekimliği Bilimleri Merkezi, Ortodonti Anabilim Dalı, Etlik, ANKARA. e-mail: mamasyali@yahoo.com.tr Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 öngörülemez ve dentine ulaştığında geri dönüşümsüzdür. Histolojik çalışmalar yüksek görülme sıklıklarını belirtse de klinik çalışmalar bu problemin çok farklı oranlarda oluştuğunu rapor etmişlerdir. KÖK REZORPSİYONUNUN MEKANİZMASI Kök rezorpsiyonuna neden olan mekanizmayı ve ortodontik diş hareketleriyle dişlerin destek yapılarında meydana gelen değişiklikleri aydınlatmak için çok sayıda çalışma yapılmıştır (1-10). Mevcut bilgilerimiz, konuyla ilgili insan çalışmalarına ve hayvan deneylerine dayanmaktadır (2). Ortodontik diş hareketi sırasında dişe ilk kuvvet uygulandığında cevap, kan Sayfa 56 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 damarlarında dilatasyon ve hücresel elemanların damar dışına çıkmasıdır. Eritrositler birbirleri üzerine kümelenmelerine rağmen bu safhada damar duvarları hala bozulmamıştır ve lümenler açıktır. Bir sonraki safhada ise endotel duvarı lamina ile birlikte kaybolur. Bunun sonucunda perivasküler boşluk ve kan damarlarının lümenleri arasında iletişime izin verilir. Böylece kan ile hücre taşınması meydana gelir (3). Sementoblastlar, fibroblastlar ve osteoblastlar ortodontik kuvvete karşı her hangi bir hücresel reaksiyonda farklılık göstermezler. Bu hücrelerin tümünde, hücre içi genişlemeyle karakterize bütünlüğünün bozulmasının çeşitli safhaları, endoplazmik retikulumun ilerlemiş dilatasyonu, mitokondriumun orta dereceli genişlemesi, sitoplazmadan çekirdeğin ayrılmasını takiben hücre zarının yırtılması ve çekirdeğin ayrışmasının çeşitli safhaları görülür. Bu süreç hücre ölümünün sitoplâzma içinde oluştuğunu gösterir ve basınç bölgelerindeki periyodontal ligament (PDL)’in hiyalizasyonu tamamlanana kadar devam edecektir. Hiyalize olmuş dokunun biraz uzağındaki sement yüzeyinde çok çekirdekli dev hücreler görülür. Bu hücreler, diş dokusunu rezorbe edebilme potansiyeline sahip odontoklast hücreleridir. Sement rezorpsiyonu gecikmiş bir rezorpsiyon olarak elektron mikroskobunda görülür. Sement rezorbe olurken, dentinde daha büyük rezorpsiyon vardır. Diğer bir deyişle sement dişin kökünün tamamında rezorpsiyon sürecinin başlamaması için bir bariyer rolü oynar. Sonuç olarak kök rezorpsiyonunun oluşumu açıktır. Bununla birlikte ortodontik tedavinin bu defekti gösteren dişlerin hem sayısını hem de bu defektin ciddiyetini artırabileceği açıkça ortaya konmuş olmasına rağmen literatür bilgileri neden bazı bireylerin ortodontik tedaviye çeşitli derecelerde kök rezorpsiyonu ile cevap verdiğini anlamamıza çok da fazla yardımcı olamamaktadır (2,4). KÖK REZORPSİYONUNU FAKTÖRLER ETKİLEYEN GENETİK Genetik yapının kök rezorpsiyonu üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Eksternal apikal kök rezorpsiyonlarının birçoğuna ortodontik tedaviler eşlik etmesine rağmen ortodontik tedavinin yokluğunda da bu problemler ortaya çıkabilmektedirler. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 ORTODONTİDE KÖK REZORPSİYONU Mihri AMASYALI ve Deniz SAĞDIÇ Eksternal kök rezorpsiyonunun yaklaşık %50’sinden genetik faktörlerin sorumlu olduğunu, Hartfield ve ark. (5) yaptıkları çalışmalar sonrasında ifade etmişlerdir. Al-Qawasmi ve ark.nın (6) interlökin-1 (IL-1) genlerindeki polimorfizim ile eksternal apikal kök rezorpsiyonu arasındaki ilişkiyi inceledikleri çalışmalarının sonuçları, kök rezorpsiyonundan sadece ortodontik kuvvetlerin sorumlu olmadığı yönündedir. Kök rezorpsiyonuna yatkınlığı fazla olan bireylerde, IL-1β alel-1 polimorfizimine bağlı olarak, IL-1β üretiminin azaldığını göstermiştir. SEMENT Sement morfolojik olarak kemiğe benzeyen bir dokudur. Sementoblastlarca üretilir ve aynı kemik gibi kalsifiye olur. İlk olarak mineraller, daha sonra organik matriksi kaldıran çok çekirdekli hücreler tarafından rezorbe edilir. Yapı olarak kemiğe benzemesine rağmen, kemikten daha dirençli olmasını sağlayan bazı farklılıklar vardır.(7). 1. Sement kemikten daha yoğun florid içerir. 2. Kemik dokusu geniş kan beslenmesine sahip olmasına rağmen sement damarsız yapıdadır. 3. Sement güncel kimyasal değişikliklere daha dirençli, daha olgun ve daha kollojen bir dokuyla çevrilidir. 4. Sement; sementoid diye adlandırılan, osteoide benzeyen, rezorpsiyona daha dirençli, mineralize olmamış presement dokusu ile örtülmüştür. Bu da rezorpsiyona karşı direncini arttırmaktadır. Bu 4 faktörden herhangi birinde meydana gelen değişiklik, özellikle PDL’nin dengesini değiştiren lokal uyaranlar olduğu zaman, sementin rezorpsiyona direncini büyük oranda etkiler (7). Sement-kemik ilişkisi çok yakın olduğuna göre, kemik oluşumu ve rezorpsiyonunu indükleyen hücresel aktivasyon mekanizmasının, sement oluşumu ve rezorpsiyonuna neden olan hücresel aktivasyonu etkileyeceğini düşünmek mantıklıdır. Tüm hücrelerin ortak özelliği hücre bölünmesidir. Hücreler bölünmelerine başlamadan önce, yeterli enerjiye ihtiyaç duyarlar. Enerji üretimi, belirli yüksek enerji ürünlerinin oksidasyonuyla oluşur. Hücre çoğalması ve aktivasyonu için oksijen gereklidir. Sayfa 57 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 PDL’deki farklılaşmamış mezenşimal hücreler, kemik matriksini çevreleyen osteoblastlara dönüşür. Oksijen (O2) miktarı azalırsa, osteoid matriks yapımı azalabilir ya da birbirlerini durdurabilir. Karbondioksit (CO2) konsantrasyonu da hücrenin bölünmesinde aynı derece önemlidir. CO2’nin çok yüksek veya çok düşük olması hücrenin çoğalmasını engeller. CO2 ve O2’nin konsantrasyonu, kısmen kan akım oranı tarafından düzenlenir. CO2’nin pratik olarak daha önemli olduğu düşünülür. PDL’nin üzerindeki basınçta olduğu gibi, kan akım oranı azaldığında hem mevcut O2 hem de C02 çıkışı azalır. Böylece azalmış kan akımıyla, yok denilecek kadar az osteoblast ve daha az kemik dokusu oluşur. Aynı zamanda, farklılaşmamış mezenşimal hücrelerden oluşan osteoklastların sayısında da azalma meydana gelir. Kemik boyunca kan akımının oranı azaldığından makrofaj genişliği artar ve fagositoz osteoklast oluşturmak için birleşir. Bununla birlikte, osteoklastik aktiviteler artar ve kemik rezorpsiyonu oluşur (4, 8). HORMONLAR Hücre içi matriks yapımı ve hücre bölünmesini düzenleyen diğer bir mekanizma, katabolik ve anabolik hormonların dengesidir. İki tip osteoklast vardır. Her ikisi kemik dokusunu bozan ve hidrolize eden enzimler salgılayarak kemik rezorpsiyonunu oluşturur (8). Makrofajların birleşip osteoklastlara dönüşümünden önce paratiroid hormonuna (PTH ) gerek duyulur. PTH’ın aşırı miktarı osteoklastların aktivitesini arttırır. PTH hormonunun aktivesi için Tiroit hormonunun varlığı gereklidir. Farklı hormonlar, hücre dışı kalsiyumun belli seviyesini sağlamak için kemik metabolizmasını düzenlerler. Kalsiyum fosfataz ve kalsiyum karbonatın değişik formları kemiğin belli kimyasal yapılara dönüşebilmesi için gerekli önemli birer maddelerdir. Ekstrasellüler sabit kalsiyum konsantasyonun sağlanması, PTH ve kalsitonin (CT) tarafından kemik rezorpsiyonun çift taraflı dengesine bağlıdır. Kemik rezorpsiyonu ve kalsiyum dengesinin kontrolünde diğer önemli faktörler fosfat seviyesi, vitamin D varlığı, T 3, T4 tiroid hormonları, kortikosteroidler, sekonder faktörler, cinsiyet hormonları, serum proteinleri, heparin, yağ asitleri ve sakrozdur (9). Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 ORTODONTİDE KÖK REZORPSİYONU Mihri AMASYALI ve Deniz SAĞDIÇ SİSTEMATİK ETKİLER Ortodontistler birkaç yıldır hormonsal ve diyetsel faktörlerin kök rezorpsiyonu üzerindeki etkilerini incelemişlerdir. Maymunlar üzerinde yapılan deneysel çalışmalar, vitamin A eksikliğinde kökün apikalinde ya da lateralinde oluşan rezorpsiyonun daha hızlı geliştiğini göstermişlerdir.(10). Ayrıca, deney hayvanlarına yeterli protein, vitamin, mineral tuzları, yağlar, karbonhidratlar verildiğinde daha önce hafif rezorpsiyon gelişen alanlarda, daimi yeni yapı oluşumu sağlanmış ve böylece orijinal kontur yeniden sağlanmıştır. (10). Toplam 25 köpeğe 7-12 aylık dönemlerde D vitamininden yoksun bir diyet uygulandığında bu sürenin sonunda iskeletinde atrofik ve distrofik değişiklikler gözlenmiştir. Bu değişikliklere kemik rezorpsiyonları eşlik etmiştir (11). Newman (12), ortodontik tedavi gören 47 hastayı genetik karakteri, endokrin durumu ve beslenme sağlığı bakımından incelemiş ve hastalarının her birinde minimum üç dişte, ortadan şiddetliye kök rezorpsiyonu saptamıştır. Diğer bir araştırmada, sekonder hiperparatiroidizmin kök rezorpsiyon insidansını arttırmadığı tespit edilirken tiroid hormonu olan tiroksin verilmesinin rezorpsiyonu azalttığı bulunmuştur (13). Kortikosteroidin kök rezorpsiyonu üzerindeki etkilerinin incelendiği bir hayvan çalışmasında, hidrokortizonun maymunlar üzerinde rezorpsiyonu artırıcı etkisi olduğu görülmüş, diğer bir araştırmada ise prednizolon verilmesinin rezorpsiyon derecesini azalttığı belirtilmiştir (14). Bir tür tetrasiklin grubu antibiyotiklerden olan düşük dozda doksisiklin uygulamalarının da deneysel ortamda kök rezorpsiyonunu kontrol gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde azalttığı rapor edilmiştir (13, 15). CİNSİYET FAKTÖRÜ Bazı anket çalışmaları ortodontik olarak tedavi edilmiş kadınlarda kök rezorpsiyonunun erkeklerden daha fazla görülmüş olduğunu rapor etmiş olmasına rağmen, bazı çalışmalarda ortodontik tedaviye bağlı kök rezorpsiyonu ve cinsiyet arasında bir ilişki bulunamamıştır (16, 17). Sayfa 58 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 Kök rezorpsiyonu oluşumu ile ilişkili olarak yapılan çalışmalarda aşağıdaki sonuçlar belirtilmiştir (18): 1. Kök rezorpsiyonu ortodontik tedavi görmüş ve görmemiş bireylerde oluşabilir. 2. Ortodontik tedavi süresince kök rezorpsiyonun görülme sıklığı ve şiddeti artar. 3. Kök rezorpsiyonu belli bir dereceye kadar tamir olunur. 4. Yaş, zaman, ortodontik hareketlerin uzunluğu gibi faktörlerin kök rezorpsiyon miktarını artırıp artırmayacağı çelişkilidir. 5. Kök rezorpsiyonunun gelişiminde, metabolik faktörlerin etkisi ile ilgili spekülasyonlar vardır. 6. Ortodontide gerçekten endişe verici gerçek şiddetli kök rezorpsiyonuna sahip hastaların oranı küçük bir yüzdededir. ORTODONTİK OLARAK İNDÜKLENMİŞ KÖK REZORPSİYONLARININ AZALTILMASI Ortodontik olarak oluşan apikal kök rezorpsiyonunun histolojik çalışmaları ve doku reaksiyonlarının dokümantasyonları yapılmıştır. Phillips (4) üst yan kesicilerin %2,2’sinde ve üst orta kesicinin %1,5’inde orijinal kök uzunluğunun dörtte birini aşan rezorpsiyon bulmuştur. Linge ve Linge (19) üst kesicilerin % 4’ünde 3 mm ya da daha fazla apikal kök rezorpsiyonu saptamıştır. Hastalar ve aynı hastaların farklı dişleri arasında çeşitli varyasyonlar tespit edilmiştir. Aşırı kök rezorpsiyonları; dişleri destekleyen kemiğin kaybı ve dişlerin mobilizasyonu gibi istenmeyen şekilde sonuçlanabilir. Bu nedenle rezorpsiyonun şiddetini azaltmak için ortodontik tedaviye başlamadan önce uygun bir strateji seçilmeli, kök rezorpsiyon riski göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Rezorpsiyon teşhis edilmişse hasta takibe alınmalıdır (14). Tedavi öncesinde bireysel cevap bilinmediği için tüm sistemik ve lokal faktörler, tedavi başlamadan önce değerlendirilmelidir. Kök rezorpsiyonun değerlendirilmesi, hastanın medikal hikâyesi ve rezorpsiyonu etkileyen sistemik faktörlerin incelenmesi ile başlar. Anamnez aşağıdaki faktörleri içerir (18). 1. Kalıtsal faktörler: Akrabalarına uygulanan herhangi bir ortodontik tedavinin sonuçları. 2. Sistematik faktörler: Diyabet, alerjik reaksiyonlar ya da sistematik faktörler. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 ORTODONTİDE KÖK REZORPSİYONU Mihri AMASYALI ve Deniz SAĞDIÇ 3. Lokal faktörler: Tırnak yeme ve diğer oral kötü alışkanlıklar. 4. Travma: Travma sonrası, elde edilmiş kayıtlar mevcut ise incelenir (19, 20). Hastadan alınan röntgenlerde peridontal durum, kök rezorpsiyonu, köklerin formu, kök boyu ve kök anomalileri değerlendirilir. Kök rezorpsiyonunu değerlendirebilmek amacıyla farklı açılardan alınmış en az iki tane radyograf gereklidir. En fazla kök rezorpsiyonu riski taşıyan dişler, alt ve üst kesici dişlerdir. Bu nedenle tedaviye başladıktan sonraki 6. ayda, bu dişlerin radyografları incelenmeli ve ayrıntılı değerlendirilmeleri yapılmalıdır. İlk dönemde herhangi bir rezorpsiyon işareti yoksa tedavinin sonunda ciddi rezorpsiyon oluşum riski minimaldir. Tedavinin 6. ayında rezorpsiyon görülürse, aktif tedavinin 2-3 ay için geçici olarak askıya alınması ve daha sonra 3’er aylık periyotlarla takip radyograflarının incelenmesi gerekir (21). Tedavi sonrası, röntgen muayenesi zorunludur. Eğer kök rezorpsiyonu oluşmuşsa hasta bilgilendirilmelidir (21). KLİNİK ÇALIŞMALARA DAYANDIRILMIŞ KANITLAR Tedavi boyunca mekanik ve biyolojik faktörler arasında ki herhangi bir iletişimin önemini gösteren kanıt yoktur. Bununla beraber, bu faktörler kök rezorpsiyon riskini değerlendirirken göz önüne bulundurulmalı ve tedavi planına dahil edilmelidir. Kök rezorpsiyonununda ailesel yatkınlığın önemli olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Linge ve Linge (19) cinsiyetle rezorpsiyon arasında bir ilişki bulmuşlar ve kadınların kök rezorpsiyonlarına daha duyarlı olduğunu savunmuşlardır. Ancak bu savı diğer araştırmacılar onaylamamıştır (19). Massler ve Malone (22) 19- 42 yaş arasındaki normal bireylere ait 708 röntgeni incelemişler ve bunları ortodontik tedavi görmüş 12-19 yaş arasındaki bireylerden alınan 81 röntgen ile karşılaştırmışlardır. Tedavi görmemiş bireylerde %80’nin üzerinde kök rezorpsiyonu bulunurken, tedavi görmüş bireylerde bu oran %93’e çıkmıştır. Aynı zamanda, orta dereceli kök rezorpsiyonunun görülme sıklığı, tedavi görmeyenlerde %9.21 iken tedavi görmüşlerde bu oran %31,4’e yükselmiştir. Ciddi kök rezorpsiyonu sıklığı %0,3 den %10,8’e ve çok ciddi rezorpsiyon % 0.11’den %3,4’e çıkmıştır (23). Sayfa 59 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 Kök rezorpsiyonları daha çok kökün 1/3 apikal bölgesinde %76,8, daha az oranlarda da orta (%19) ve gingival bölgede (%4) oluşmaktadır (24-26). Ayrıca bukkal ve mezial yüzeylerde rezorpsiyon daha fazla gözlenmektedir (27). Bu da fizyolojik sürüklenmeye maruz kalan yüzeylerde rezorpsiyonun daha kolay ortaya çıktığını düşündürmektedir. Kök rezorpsiyonundan sonra sementin tamir potansiyeli, Henry ve Weinman (27) tarafından gösterilmiş ve diğer araştırmacılar tarafından doğrulanmıştır. Peridontitis, diyabet, alerjik durumlar gibi önceden var olan enflamasyon durumlarında ortodontik tedavi sırasında kök rezorpsiyonu oluşma riski çok yüksektir. Bununla birlikte, Kjaer (28) bazı dental anomalilerle özellikle ektopia ve diş agenezisi arasında ve ortodontik tedavi boyunca kök rezorpsiyon eğilimi açısından bir ilişki bulmuştur. Multiple agenesisli hastalarda dişlerin sıklıkla köprü ayağı olarak kullanılması gerekmektedir. Bu nedenle kök rezorpsiyonunun şiddetinde özellikle iki faktör önemli olarak rol oynamaktadır. Bunlar ortodontik tedavinin süresi ve köşeli ark telleri ile tedavi sırasında kullanılan çeneler arası elastiklerdir. Bu, ankraj için çok az diş mevcut olduğu zaman, uygulanan kuvvetin kontrolünün zorluğundan kaynaklanmaktadır (22, 29). Kök anatomisinin morfolojik özellikleri, tedavi öncesi ağız içi röntgen muayenesi ile teşhis edilebilir. Oppenheim (30) özellikle kök şekil anomalisi olan santral dişlerin risk altında olduğunu iddia etmektedir. Lind (31) ve Newman (12) kısa kök anomalisinin, ortodontik tedavide bir risk olduğunu iddia etmektedir. Kökler, gelişimlerinin erken dönemlerinde anomaliye sahipse, şekillerindeki bozukluk rezorpsiyona bağlı değildir. Bir dental anomali her zaman her iki santral dişi simetrik olarak etkiler (30). Epidemiyolojik çalışmalarda ortodontik tedaviden sonra, farklı dişlerde kök rezorpsiyon sıklığı ve yatkınlığı arasında birkaç görüş ayrılığı gözlenmiştir. Kök rezorpsiyonuna en duyarlı dişler; alt ve üst kesicilerdir. Bunu üst birinci molar, üst birinci ve ikinci premolarlar ve kanin takip ederken, alt çenede kanini, birinci ve ikinci premolarlar izler. Uygulan kuvvetlerin kök rezorpsiyonuna etkileri yıllarca tartışılmıştır. Çoğu araştırmacı, yalnızca ağır kuvvetlerin kök rezorpsiyonu oluşturduğunu düşünmektedir. Ancak yoğunluk Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 ORTODONTİDE KÖK REZORPSİYONU Mihri AMASYALI ve Deniz SAĞDIÇ ve süre de büyük önem taşır. Literatürde bu konu ile ilgili çelişkili sonuçlar bulunmaktadır. Kwam (32), Vardimon ve ark. (25, 26) rezorpsiyonun şiddeti ve kuvvetin büyüklüğü arasında ilişki bulmuşlardır (12). Owman–Moll (29) ise kök rezorpsiyonunda şiddetli kuvvetin daha etkili olmadığını savunmuşlardır. Güncel bir araştırmada; Darendeliler ve ark. (33) çalışmalarında rezorpsiyon kraterlerinin ortalama hacminin kontrol grubuna göre hafif kuvvet uygulanan dişlerde 3.49 kat, ağır kuvvetler uygulanan dişlerde 11.59 kat daha fazla olduğunu ve ağır kuvvet uygulanan dişlerde total rezorpsiyon alanının hafif kuvvet uygulanan dişlerden 3.31 kat daha fazla olduğunu bildirmektedir. Owman–Moll (29) uygulanan kuvvetin büyüklüğüne bakılmaksızın, çeşitli doku cevabı bulmuştur. Bazı hastalarda hafif kuvvetler uygulanmasına rağmen, tedaviden kısa bir süre sonra geniş rezorpsiyon belirlenmiştir. Tedavi süresi, mekanik faktörler, bireysel farklılık, önemlidir (32). İntrüzyon ve/veya tork hareketlerinin dişlerin sallanmasına, sebebiyet vererek, kök rezorpsiyonunun artmasına neden olduğu ifade edilmiştir. Buna rağmen bir çok diş hareketi tipini inceleyen Phillips (4) ve intrüzyonu inceleyen Dermaut (34) kök hareketi miktarı ile kök kaybı miktarı arasında ilişki bulamamışlardır. Aktif tedavi süresi ile rezorpsiyon arasında bazı araştırmacılar ilişki bulurken, bazıları bulamamıştır (32). Diş hareketlerinin miktarı arasında da karşıt düşünceler vardır. Başlangıç aşamasındaki malokluzyon tipi ve şiddeti ile kök rezorpsiyonu arasında bir ilişki bulunamamıştır Köşeli ark tellerinin kullanımı kök rezorpsiyonunu artırmazken, Begg tekniği ile edgewise tekniği karşılaştırıldığında, 2-3 kat kök rezorpsiyonu insidansının Begg de arttığı tespit edilmiştir (25). Kortikal kemiğe yakın bölgede ve kortikal kemik içindeki hareketler kök rezorpsiyonunu başlatabilir. Bu yüzden kortikal kemiğin sınırını tayin etmek önemlidir. Bu da tedavi öncesi alınan radyografların incelenmesi ile tespit edilir. Eğer alveolar kret dar ise, üst keserlerin retraksiyonu sırasında rezorpsiyon kolaylıkla oluşabilir. Üst keserler genellikle protruzivdir ve retraksiyon boyunca palatal kök torku gerekir. Kök hareketi kemik bölgesinde kabul edilebilir sınırlarda yapılmalıdır. Aktif ortodontik tedavi boyunca, apikal kök rezorpsiyonunu erken teşhis etmek Sayfa 60 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 önemlidir. Kök rezorpsiyon eğilimi gösteren vakalarda, tedavinin geçici bir süre askıya alınması tavsiye edilir. Uygulanan kuvvet azaldığı zaman, ortodontik tedavi sırasında oluşan kök rezorpsiyonunda durma görülür. Histolojik çalışmalar, kuvvet kalktıktan sonra rezorpsiyon kavitesinde iyileşmenin başlayacağını göstermişlerdir. Brudvik ve Rygh (36) deney hayvanları üzerinde tamir sürecini incelemişler, kuvvet kalktıktan 21 gün sonra rezorbe kök yüzeyinde, yeni mineralize kemik oluştuğunu gözlemişlerdir. İnsan deneylerinde, Owman Moll (29) 8 haftadan sonra tamirin çeşitli derecelerde başladığını bulmuşlardır. Odenrick ve ark. (20) 53-90 gün sonra rezorpsiyon boşluklarının içinde sert dokunun biriktiğini tespit etmişlerdir. Başlangıçta rezorpsiyon gözlenen ve aktif tedavisi 2-3 ay askıya alınan hastalarda, aralıksız tedavi görenlere göre daha az rezorpsiyon gözlenmiştir (37). Ciddi kök rezorpsiyonunun ters yöne gidişi endişe verici bir olaydır. Rezorpsiyon diş mobilitesinden çekime kadar gidebilir. Vonder Ahe (38) ortodontik tedavi sonrası rezorpsiyonlu dişlerin yalnızca birinde mobilizasyon gözlemiştir. Mobilizasyon miktarını kök kron oranı etkilemektedir (20). Alveolar kemik kaybının yaşla beraber arttığı iddia edilir. Albandar ve Abbas (39) 33-45 yaşları arasında, yıllık 0,2 mm kayıp olurken, 32 yaşa kadar bu kayıpların daha az olduğunu belirtmişlerdir. Kısa köklü mobil dişler, uzun dönemde risk altındadırlar. Dişlerin dikkatlice incelenmesi gereklidir. El-Bialy ve ark. (40) kök rezorpsiyonunun tamiri için LIPUS (low-intensity pulsed ultrasound) kullanmışlardır. LIPUS farklı tipte konnektif doku travmalarının iyileşmesini arttırabilir ve dental doku oluşumunu stimule edebilir. Tedavi planında çekim yer alan 12 hastada premolarlar aktif springlerle bukkale itilmiştir. Dört haftalık kısa süreli LIPUS uygulamalarının ardından histolojik ve SEM değerlendirmeleri yapılmıştır. SEM çalışmalarında istatistiksel olarak rezorpsiyon alanlarında ve rezorpsiyon lakünaları sayısında azalma görülmüştür. Histolojik değerlendirme rezorbe kök yüzeylerinde hipersementöz ile iyileşme göstermiştir (40). Sonuç olarak, başlangıç ve tedavi sonrası apikal kök rezorpsiyonları arasında önemli bir ilişki bulunmuştur. Tedavinin 6. ve 9. aylarında rezorpsiyonla ilgili bir işaret yoksa Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 ORTODONTİDE KÖK REZORPSİYONU Mihri AMASYALI ve Deniz SAĞDIÇ tedavi sonrasında oluşma ihtimali düşüktür. Erken dönemlerde rezorpsiyonla ilgili işaretler varsa, tedavi boyunca rezorpsiyonun artması olasılığı vardır. Ciddi rezorpsiyon riski, 2-3 aylık geçici bir sürede, kuvvetin aktivasyonunun azaltılmasıyla önlenebilir. Sapmış kök formuna sahip üst keserlerde apikal kök rezorpsiyonu oluşma riski yüksektir. Kron kök oranı 1:1 eşit veya daha az ise dişin mobilite riski vardır (39). KÖK REZORPSİYONU İLE İLİŞKİLİ KLİNİK DURUMLAR 1. Hasta veya ailesi ortodontik tedavi sonucunda apikal kök rezorpsiyonunun gelişebileceği hakkında bilgilendirilmelidir. 2. Periapikal radyograflar: a. Periapikal radyograflar önemli kayıtlardır ve özellikle tedavi öncesi ve sonrası kök rezorpsiyonunu karşılaştırmak için oldukça faydalıdır. b. Kök rezorpsiyonu başlangıcını tahmin etmek mümkün olmadığı için periyodik kontrol radyografları gereklidir. Keserlere ait periapikal radyograflar aparey yerleşiminden sonra en azından her yıl alınmalıdır. c. Tedavi sonrası radyograflar hastanın bilgilendirilmesi gereken kemik/kök birleşiminin tedavi sonrası tayini için tüm kayıtların önemli bir parçasıdır. 3. Ortodontik Tedavi Zamanlaması: Ortodontik tedavi sürecinde gelişimi devam eden köklerde daha az rezorpsiyonu olduğu ve genç hastaların oklüzal değişikliklere daha iyi kassal adaptasyon sağlaması nedeniyle tedavilere mümkün olan erken dönemde başlanması tavsiye edilmektedir. Yetişkinler daha az adaptif kapasiteye sahiptir ve daha rijit ve uzun süren mekanik kuvvetlere ihtiyaç duyarlar. 4. Ortodontik tedavi kaynaklı kök rezorpsiyonunun önlenmesi amacıyla uygulanan ortodontik kuvvet hafif ve sürekli olmalıdır. Ancak hafif ve aralıklı kuvvet uygulanmasını tavsiye eden çalışmalarda mevcuttur. 5. Aktif tedavi sırasında kök rezorpsiyonu fark edildiğinde, sonuç hedefleri tekrar değerlendirilmelidir. Tedavini bitirilmesine veya tedavide değişiklik yapılması arasında karar verilmelidir. Gerekli olduğunda uygulanan kuvvetler kesilmeli ve/veya dişlerin kapanışını engellemek için bite-plane kullanılmalıdır. 6. Bu tip ortodontik hastalarda kök rezorpsiyonunun daha şiddetli olduğu Sayfa 61 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 gösterildiği için dil itimi veya tırnak ısırma gibi alışkanlıklar sonlandırılmalıdır. 7. Tüm diş hareketi tipleri kök rezorpsiyonuna neden olabilir ancak intrüzyon en zararlı hareket tipi gibi görünmektedir. 8. Oklüzal travma ve gel-git hareketi kökler için zararlıdır ve tedavinin doğru bir oklüzyonla bitirilmesi önerilmektedir. 9. Rutin ortodontik diş hareketinin anatomik ve fizyolojik limitasyonları olduğunu bilmek önemlidir. Eğer tedavi hedefleri bu limitasyonların üzerinde ise cerrahi müdahale düşünülmelidir. 10. Ortodontik tedavi sonrasında rezorbe köklere sahip dişlerde köprü yapılması düşünülüyorsa kök uzunluğunun klinik kron uzunluğunu geçtiği durumlarda köprülere uygun bir dayanak olabileceği belirtilmiştir. 11. Erken tedavi fazında ortopedik etki; geç dönem tedavi fazında dentoalveolar etki ile karşılaştırıldığında kökler üzerinde daha az yıkıcı potansiyele sahiptir. 12. Tedavi apareylerini seçerken kök rezorpsiyonu riski; apareyin etkinliği ve bireysel tedavi amaçlarıyla birlikte değerlendirilmelidir. 13. Diğer önemli prensiplerle uğraşılırken tedavi süresinin de mümkün olduğunca kısa olması gerektiği unutulmamalıdır. 14. Travma görmüş dişler ortodontik tedavi sırasında kök rezorpsiyonuna daha yatkın oldukları için dikkatle tedavi edilmelidir. 15. Genel sağlık muayenesi ve ailesel yatkınlık kayıtları özellikle şiddetli veya aşırı kök rezorpsiyonu vakalarında önemlidir. 16. Eğer kök rezorpsiyonu aparey uzaklaştırıldıktan sonra veya retansiyon sırasında devam ediyorsa kalsiyum hidroksitle kök kanal tedavisi önerilmektedir. Gutta-perka dolgusu ancak kök rezorpsiyonu durduğunda yapılabilir. 17. Transfer hastası alındığında tüm ağız içi filmlerin alınması tavsiye edilmektedir. Kaynaklar 1. 2. 3. 4. Ketcham A.A preliminary report of an investigation of root resorption of permanent teeth. Int Orthod Oral Surg Oral Radiol 1972;13:97-127. Schwarz A. Tissue changes incident to tooth movement. Int J Orthod 1932;18:331-52. Rygh P. Ultra structural cellular reaction in pressure zones of rat molar peridontium incident to orthodontic tooth movement. Acta Odontol Scand 1972:80:575-93. Phillips JR. Apical root resorption under orthodontic treatment. Angle Orthod 1955;25:1-22. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 ORTODONTİDE KÖK REZORPSİYONU Mihri AMASYALI ve Deniz SAĞDIÇ 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. Hartsfield JK, Everett ET, Al-Qawasmi RA. Genetic factors in external apical root resorption and orthodontic treatment. Crit Rev Oral Biol Med 2004:15:115-22. Al-Qawasmi RA, Hartsfield JK, Everett, ET, Flury L, Foroud TM, Macri JV, Roberts EW. Genetic predisposition to external apical root resorption. Am J Orthod Dentofac Orthop 2003;123:242-52. Reitan K. Initial tissue behavior during apical root resorption Angle Orthod 1974;44:63-82. Little K. Osteoporotic mechanisms. Int Med Res 1973;1:509-29. Weinman JP, Sisher H. Bone and Bones. Fundamentals of Bone Biology. St Louis: Mosby, 1955. Marshall JA. A study of bone and tissue changes incident to experimental tooth movement and its application to orthodontic practice. Int J Orthod 1933;19:1-17. Dorfman HS, Kennedy JE, Bird WC. Longitudinal evaluation of free autogenous gingival grafts. Journal of Clinical Periodontology 1980;7:316–24. Newman WG. Possible etiologic factors in external root resorption. Am J Orthod 1975;67:522-38. Baysal A, Uysal T, Ozdamar S, Kurt B, Kurt G, Gunhan O. Comparisons of the effects of systemic administration of Lthyroxin and doxycycline on orthodontically induced root resorption in rats. Eur J Orthod, baskıda. Ong CK, Walsh LJ, Harbrow D, Taverne AA, Symons AL. Orthodontic tooth movement in the prednisolone treated rat. Angle Orthod 2000;70:118-25. Mavragani M, Brudvik P, Selvig KA. Orthodontically induced root and alveolar bone resorption: inhibitory effect of systemic doxycycline administration in rats. Eur J Orthod 2005;27:215-25. Goldin B. Labial root torque: Effects of the maxilla and incisor root apex. Am J Orthod Dentofacial Orthop 1989;95:208-19. Sameshima G, Sinclair P. Prediction and prevention root resorption. Part 1-Diagnostic factors. Am J Orthod Dentofacial Orthop 2001;119:505-10. Proffit WR, Fields HW. Contemporary orthodontics. Mosby, St. Louis, 2000. Linge BO, Linge L. Apical root resorption in upper anterior teeth. Eur J Orthod 1983;5:173-83. Odenrick L, Brattstom V. The effect of nail biting on root resorption during orthodontic treatment. Eur J Orthod 1983;5:185-8. Haris EF, Kineret SE, Tolley EA. A heritable component for external apical root resorption in patients treated orthodontically. Am J Orthod Dentofacial Orthop 1997;111:301-9. Massler M, Malone A. Root resorption in human permanent teeth. Am J Orthod 1954;40:619-33. Levander E, Malmgren O. Evaluation of the risk of root resorption during orthodontic treatment: A study of upper incisors. Eur J Orthod 1988;10:30-8. Langford SR, Sims MR. Root surface resorption repair and periodontal attachment following rapid maxillary expansion in man. Am J Orthod 1982;81:108-15. Vardimon AD, Graber TM, Voss LR, Lenke J. Determinants controlling iatrogenic external root resorption and repair during and after palatal expansion. Angle Orthod 1991;61:113-24. Vardimon AD, Graber TM, Pitaru S. Repair process of external root resorption subsequent to palatal expansion treatment. Am J Orthod 1993;103:120-30. Henry JL, Weinman JP. The pattern or resorption and repair of human cementum. JADA 1951;42:170-280. Kjaer I. Morphological characteristics of dentitions developing excessive root resorption during orthodontic treatment. Eur J Orthod 1995;17:25-34. Owman-Moll P, Kurol J. The early reparative process of orthodontically induced root resorption in adolescents— location and type of tissue. Eur J Orthod 1998;20:727-32. Sayfa 62 Dicle Dişhekimliği Dergisi / Dental Journal of Dicle ISSN 1308-0903 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. ORTODONTİDE KÖK REZORPSİYONU Mihri AMASYALI ve Deniz SAĞDIÇ Oppenheim A. Human tissue response to orthodontic intervention of short and long duration. Am J Orthod Oral Surg 1942;52:263-301. Lind V. Short root anomaly. Scand J Dent Res 1972;80:8593. Kwam E. Tissue changes incident to tooth movement of rat molars. Oslo: Universitetsförlaget,1967. Darendeliler MA, Kharbanda OP, Chan EK, Srivicharnkul P, Rex T, Swain MV, Jones AS, Petocz P. Root resorption and its association with alterations in physical properties, mineral contents and resorption craters in human premolars following application of light and heavy controlled orthodontic forces. Orthod Craniofacial Res 2004;7:79-97. Dermaut RL, De Munck A. Apical root resorption of upper incisors caused by intrusive tooth movement. A radiographic study. Am J Orthod Dentofacial Orthop 1986;90:321-6. Levander E, Mallmgren O, Eliason S. Evaluation of root resorption in relation to orthodontic treatment regimens. A clinical experimental study. Eur J Orthod 1994;16:223-9. Brudvik P, Rygh P. Transition and determinants of orthodontic root resorption-repair sequence. Eur J Orthod 1995;17:177-88. McNab S, Battistuta D, Taverne A, Symons AL. External root resorption following orthodontic treatment. Angle Orthod 2000;70:227-32. Vonder Ahe G. Postretention status of maxillary incisors with root-end resorption. Angle Orthod 1973;43:247-55. Albandar JM, Abbas DK. Radiographic quantification of alveolar bone level changes. Comparison of 3 currently used methods. J Clin Periodontol 1986;9:810-3. El-Bialy T, El-Shamy I, Graber TM. Repair of orthodontically induced root resorption by ultrasound in humans. Am J Orthod Dentofac Orthop 2004;126:186-93. Cilt / Volume 12 Sayı / Number 1 2011 Sayfa 63 Gazi Caddesi Suakar Pasajı Kat: 2 No: 11 - Diyarbakır Tlf: 0 412 228 53 07 – 228 23 76 – 228 66 58 Fax: 0 412 228 53 06 firatyasan@mynet.com Hu-Friedy KLİNİK düzeninizi sağlasın ZAMANINIZ size kalsın Kırmızı Tub Gri Tub Beyaz Tub Turuncu Tub Sarı Tub Mor Tub Mavi Tub Yeşil Tub IMS-1400 IMS-1401 IMS-1402 IMS-1403 IMS-1405 IMS-1406 IMS-1408 IMS-1409 Marka Yön.: Hilal GÜRBÜZ Necip Fazıl Mah. 19 Mayıs Cad. No.22 34776 Ümraniye / İSTANBUL hilal.gurbuz@guneydis.com Tel: 0 216 466 83 83 Gsm: 0 533 764 49 58 Faks: 0 216 313 57 24 www.guneydis.com
Similar documents
PDF ( 8 )
adlandırılan ve herhangi bir tedavi uygulanmadığında kendiliğinden iyileşmeyen bir yara yüzey alanı belirlenmemiştir. Bu durum ile ilişkili olarak rat dişlerinde de kullanılabilecek bir kritik pulp...
More informationActa Medica Transilvanica No1
FUNCTION OF A PATIENT WITH AN IMPACTED CANINE TOOTH Diana Mârza, Alina Cristian, Mona Ionaş, Anca Fraţilă 251 28. FEATURES OF THE DENTAL TREATMENT IN PATIENTS WITH HEMOPHILIA Laura Ştef, Alina Căta...
More information