ikibin50 SAYI 1 - ikibin50 Dergisi

Transcription

ikibin50 SAYI 1 - ikibin50 Dergisi
IKIBIN50_1_KAPAK_Layout 1 7/26/12 12:00 PM Page 1
ikibin50
Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
Sayı 1
Ağustos 2012
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 1
İMTİYAZ SAHİBİ
Ömer Dinkçioğlu
omer@ikibin50dergisi.org
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Eren Cerciz
ikibin50
Sayı 1
Ağustos 2012
sürdürülebilir gelecek dergisi
eren@ikibin50dergisi.org
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Sevda Yayla
sevda@ikibin50dergisi.org
EDİTÖRLER
Gülçin Kocabuğa
Eren Cerciz
Tuğyan Kepkep
editor@ikibin50dergisi.org
REKLAM KOORDİNATÖRÜ
Adem Tavukcu
adem@ikibin50dergisi.org
ABONE HİZMETLERİ
HALKLA İLİŞKİLER
Saadet Kaya
İKİBİN50 SÜRDÜRÜLEBİLİR GELECEK DERGİSİ
saadet@ikibin50dergisi.org
HABER MERKEZİ
haber@ikibin50dergisi.org
0216 2912520
TASARIM VE YAYINA HAZIRLIK
Nermin Kahraman
nermin@ikibin50dergisi.org
KAPAK GÖRSELİ
www.imaginaryfoundation.com
KATKIDA BULUNANLAR
Didem Çivici, Emine Yükse, Esra Demir,
Filiz Telek, Gülay Özcan, Nilay Canbay,
Ömer Akyürek, Özgür Gürbüz,
Özlem Bahadır
İsimler alfabetik sıraya göredir.
YÖNETİM YERİ
Libadiye Cad. Bakü Sok. No:3 Daire:2
Ataşehir, İSTANBUL
Tel: 0216 2912520
Faks: 0216 2911799
www.gizmoiletisim.com
BASIM YERİ
Tor Ofset
Hadımköy Yolu Akçaburgaz Mahallesi
4.Bölge 9. Cadde 116. Sok. No:2 Esenyurt
İSTANBUL
Tel: 0212 886 3474
YAYIN TÜRÜ
Yerel Süreli - İki ayda bir yayınlanır.
Bu derginin dağıtım sponsoru
Lokman Geri Kazanım A.Ş.’dir.
İKİBİN50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisinde yayınlanan
yazı ve fotoğrafların yayıncı izni alınmadan ve kaynak
belirtmeden kısmen veya tamamı alınamaz. Dergide
yayınlanan yazılardan yazarlar, reklamlardaki haksız
rekabet ve yanıltıcı unsurlardan reklam veren
sorumludur.
www.ikibin50dergisi.org
UMUTLARI GERÇEĞE DÖNÜŞTÜRMEK İÇİN…
İnsanların zamanın ruhuna ayak uydurma konusunda üstün bir becerisi var. Özellikle de
günümüzün takip edilemez teknolojik gelişimi ve yaşamın koşturmacası içinde değişimleri daha
algılayamadan, rüzgara kapılıp gidiyoruz.
Belki de gittiğimizi düşünüyoruz ancak “Dünya”nın bizi takip etme noktasında başarılı
olduğunu söylemek zor. Temposunu düşürmüşe benziyor daha çok. Eskisi kadar petrol
sağlayamıyor mesela, denizleri temiz tutamıyor. Temiz bir hava soluttuğu da söylenemez. Ağaçları
tükeniyor, havası ısınıyor, kirleniyor. Üzerinde çok fazla insanın yaşamasına izin veriyor ama bu
insanlara kaynak sağlamakta zorlanıyor… Yaşanan çevresel sorunlar karşısında dünyayı suçlamak
sanırım yapabileceğimiz en son şey bile değil. Ancak çözüm noktasında yaşanan tıkanıklıklar ve
eylemsizlik, ileride bu durumun yaşanmasına neden olursa şaşırmak gerekir mi bilmiyorum?
Çünkü en iyi ihtimalle kanser olacağını bile bile sigara içmeyi kabullenen insanoğlunun,
dünyanın bu iç çekişmeleri sonucunda nereye varacağını umursamasını beklemek biraz zor. Rio +
20 zirvesinde yaşananlar bile, karar verici mercilerin bu konuyu ne kadar umursadığını ortaya
koymuyor mu zaten? Ya da nükleer kazaların yarattığı olumsuz sonuçlara rağmen hala “ticari”
yatırım olarak değerlendirilmesi?
Olumsuzlukları sıralayıp iç karartmaya gerek yok. Yaşananlar fazlasıyla ortada. Ama ‘her zaman
bir umut vardır’ demek de içimizi rahatlatmayacak. Çünkü “Dünya”nın umuttan çok daha fazlasına
ihtiyacı var; EYLEM…
Kurulu düzeni bir anda bozup her şeyin daha sağlıklı ve “Dünya”ya zarar vermeyecek hale
gelmesini beklemek elbette ki doğru değil. Zaten “beklemek” başlı başına bir sorun. Harekete
geçmenin, kısacası aya ilk adım atıldığında söylendiği gibi “Dünya için küçük ama insanlık için
büyük bir adım” atmanın tam da sırası.
İkbin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi olarak bizler de ilk sayımızdan itibaren bu küçük
adımları atanları, umut ederek beklemek yerine eyleme geçenleri ve umutları gerçeğe
dönüştürenleri, dünyanın daha sürdürülebilir bir yer olması için çaba gösterenleri sizlerle
buluşturmaya çalışacağız.
Bu tarihten yaklaşık 5 yıl önce Türkiye’de geri dönüşüm konusunun yeni yeni konuşulmaya
başladığı bir dönemde Recycling Teknoloji Dergisi’ni çıkartmıştık. Eylemsel anlamda ilk
deneyimimizin ardından gelişen ilişkiler bizi yeni bir dergiyi, Ekoyapı Ekolojik Yapılar ve Yerleşimler
Dergisi’ni hazırlamaya götürdü. Geri dönüşüm ve çevre teknolojileri konusunun ardından ekolojik
yapı ve yerleşimler konusuna odaklanmak, çevresel anlamda gerçekleştirilen faaliyetleri, eylemleri
daha da yakından takip etme olanağı sağladı. Bugün objektifi daha geniş bir alana çevirip İkibin50
Sürdürülebilir Gelecek Dergisi ile eylemsel faaliyetlerimize devam etmeye çalışıyoruz.
Çünkü biliyoruz ki günümüzün alışılmış iş yapış şekillerini devam ettirdiğimiz sürece ve çevre
için harekete geçmediğimiz sürece 2050 yılına geldiğimizde üzerinde yaşanılacak bir dünya
kalmayacak.
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi Yazı İşleri Ekibi
Ağustos 2012
1
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 2
İÇİNDEKİLER
44
4
ATIK
ELEKTRONİK ATIK BİLMECESİ
ÇÖZÜLDÜ MÜ?
NEDEN?
2012’DEN 2050’YE...
Atık Elektrikli ve Elektronik
Eşyaların Kontrolü Yönetmeliği
yürürlüğe girdi. Peki, ne değişti?
Evciler Kimya ve Elektrik
Mühendisleri Odası gelişmeleri
yorumluyor.
2050 yılına doğru giderken birçok
karamsar tabloyla karşılaşıyoruz.
Ama önemli olan bu karamsarlığın
içinde daha sürdürülebilir bir
gelecek sağlayacak olanları
desteklemek…
20
48
GÜNCEL
RİO +20 ZİRVESİ
Beklenen Rio + 20 Zir vesi
sonuçlandı. Birçok hükümet sonuçtan
memnun. Ancak STK’lar, zir ve
sonuçlarını yetersiz ve sığ buluyor.
Sonuç; yine bekleyerek göreceğiz…
26
GÜNCEL
DÜNYAYI YEŞİL EKONOMİ Mİ
KURTARACAK?
MERCEK
52
YEŞİL BİR OFİSTE
ÇALIŞMAK MI?
Küresel ısınmaya karşı önlemler
ve karbon ayak izinin azaltılması
kurumsal sürdürülebilirlik
politikaları ile birleşince ortaya
çıkan yeni bir kavram: Yeşil Ofis.
56
MEVZUAT
KENTSEL DÖNÜŞÜM YASASI
GERÇEK İHTİYACA UYGUN MU?
ENERJİ
BAK ŞU ATOMUN
YAPTIKLARINA
60
ATIK
ÇÖP İÇERİ KAYNAK DIŞARI
Yerel yönetimlerin atıkların toplanması,
geri dönüştürülmesi ve bertarafı
konusunda farklı çalışmalara imza
atıyor. Londra Belediye’si tarafından
hazırlatılan rapor ise bu konuda
oldukça iddialı projeler ileri sürüyor.
2 Ağustos 2012
İÇİ DIŞI YEŞİL BİR OFİS
ORGANİK
ÇARŞIYA ALIŞVERİŞE GİDERKEN
EVDEKİ SAĞLIKTAN OLMAYIN
Veriler açıkça gösteriyor ki,
hayatımızın vazgeçilmezi tekstil
ürünleri, üretim aşamasında
kullanılan hamledeler, kimyasallar
nedeniyle sağlığımızı tehdit
ediyor. Bu noktada organik
tekstilin gelişimi ise hayati önem
taşıyor.
Akkuyu Nükleer Santrali ile ilgili
gelişmeler birçok çevreyi tedirgin etti.
Ancak geriye doğru atılacak bir adım
yok. Bu süreçte nükleer enerji üretimi
konusunda tarihte neler yaşandığını
biliyor muyuz?
40
PROJE
5 katlı ve 3 adet iç bahçeli olarak
tasarlanan ofis yapısı, enerji, ısınma
ve su ısıtma ihtiyaçlarını yerel
jeotermal enerji kaynaklarından
sağlıyor. Bu yeşil bir ofis projesinin öne
çıkan özelliklerinden sadece biri.
Kentsel dönüşüm uygulamaları
birçok çevre tarafından sıklıkla
tartışılıyor. Peki, nereden çıktı bu
uygulamalar ve biz neleri
deneyimledik?
32
MOBİLYA TASARIMINDA
ÇEVRE DOSTU YAKLAŞIMLARIN
TARİHSEL SÜRECİ
Çevre dostu tahribatın her gün
artmakta olduğu dünyada, mobilya
tasarımları çevreci kriterlere göre
nasıl şekil aldı, neler değişti? Emine
Yükse, bu değişim sürecini hazırlamış
olduğu yazıyla ortaya koyuyor.
“Unutmayın, yeşil ekonomi zenginlerin
satın alabildiği ürünleri yeşil paketlere
koymak için değil, yoksulların
yaşamlarını makul bir seviyede
sürdürebilmeleri için o ürünleri
paylaştırmak ve doğadaki tüm
canlıların yasam hakkına sahip
çıkmak için var”
28
TASARIM
64
ORGANİK
C&A’DAN SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR
ADIM - ORGANİK PAMUK
Sürdürülebilirlik açısından birçok
alanda çalışmalar yaptıklarını da
dile getiren Berna Kural ile
İkibin50 dergisi olarak C&A’nın
sürdürülebilirlik konusuna
yaklaşımını konuştuk.
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 3
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
68
MERCEK
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE
KARBON NÖTR OLMAK
88
MERCEK
PARAYI YERYÜZÜNE
GERİ GETİRMELİYİZ
Amerika’da başlayarak dünyaya
yayılan ve yerel gıda üreticilerinin
desteklenmesini amaçlayan Slow
Money hareketinin hedefi çok
açık;“1 milyon insan, kazançlarının
%1’ni yerel gıda sistemlerine
yatırırsa ne olur?”
“Küresel ısınma artık tartışmasız
bir gerçektir ve bunun önemli bir
bölümünden insanoğlu sorumludur.”
70
90
MERCEK
TÜRKİYE’DE KARBON
TİCARETİ DENEYİMİ
RÖPORTAJ
CESUR YENİ DÜNYANIN
CESUR ANLATICISI
DENEYİM
92
SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR HAYAT NE
KADAR MÜMKÜN?
Batı Amerika’dan yolculuğa
başlayarak, daha sürdürülebilir bir
dünya isteyen insanların hikayesini
anlattığı projesi Cesur Yeni
Dünya’nın hikayesini, Türkiye’ye
küçük bir mola vermek için uğrayan
Filiz Telek’ten dinlemek için
buluştuk…
78
DENEYİM
EN GÜZEL DERS
DOĞADAN ALINIR
Uyan ve faydalı bir tür
olabileceğinin farkına var!
94
BİR TERS BİR DÜZ
BİZ DOĞAYI SEVİYORUZ VE
ŞİRKETLER DE BİZİ
“Doğa zihnimizde kültürlere göre
değişkenlik gösterebilmekle birlikte
evrensel çağrışımlarla yüklü öğelerle
dolu. Pazarlamacılarsa bu ortak
havuzdan dilediğini çekip alıyor”
Ekoloji eğitiminin Türkiye’de
okullarda verildiğini ve hatta
uygulandığını düşünün ya da
uygulayanların söylediklerine
kulak verin…
80
DAHA YAŞANILABİLİR ŞEHİRLER
İÇİN YEREL YÖNETİMLER HAREKETE
Sürdürülebilir bir şehirde yaşamak
için yerel yönetimlerin elini taşın
altına koyması gerekiyor. Gaziantep
Belediyesi’de bunu başaranlardan
biri…
Ticaret kavramına yeni girdiği
söylenmese de birçoğumuzun yeni
duymaya başladığı Karbon Ticareti
konusunu, OAK Danışmanlıkta
Yönetici Danışmanı olan Ömer
Akyürek, Türkiye üzerinden
değerlendirmede bulunuyor.
74
KAMU
SİYASET
YENİ ANAYASA’NIN DOĞA
İLE İMTİHANI
Türkiye’nin yeni anayasa yapım sürecine
başladığı bu günlerde, tüm akıllarda
“yeni anayasa nasıl olacak?” sorusu
beliriyor. Kuşkusuz yeni anayasa,
toplumun olduğu kadar yaşadığımız
çevrenin de geleceğini belirleyecek..
84
SİYASET
İNSANIN ÇEVRE HAKKINDAN
DOĞANIN HAKLARINA
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik
ve Toplumsal Araştırma
Merkezi’nde görev yapan Barış
Gençer Baykan, Türkiye’de yaşanan
ekolojik anayasa çalışmalarını
yorumluyor…
DİĞER KONULAR
DÜNYADAN VE TÜRKİYE’DEN HABERLER .............................. 8
DOĞAYI GELECEK KUŞAKLARDAN ÖDÜNÇ ALDIK........ 16
MEKSİKA KÖRFEZİNDE NELER OLMUŞTU? ................ 17
ÖĞRENCİLER BİR ŞEYLER YAPIYOR .......................... 18
FİLM MEDIANERAS .................................................. 83
KİTAPLIK ................................................................ 97
DUYDUNUZ MU?..................................................... 98
Ağustos 2012
3
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 4
NEDEN?
ikibin50 Dergisi
2 0 1 2 den..
2 0 5 0 ye.
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ GERÇEĞİNİN KABUL EDİLMESİNDEN
BU YANA ÇEVRE ALANINDA BİRÇOK “ŞEY” YAŞANDI. EN AZINDAN
GELİŞME OLARAK NİTELENDİRİLEBİLECEK BİRÇOK “ŞEY”. ÇEVRECİ
OLARAK NİTELENDİRİLECEK BİRÇOK UYGULAMA HAYATA
GEÇİRİLDİ, RAPORLAR HAZIRLANDI, ÇALIŞMALAR YÜRÜTÜLDÜ…
T
abii bu arada bilim insanları, küresel iklim
krizinin durdurulması için yapılması gerekenleri
vurgularken yapılmaması gerekenleri raporlaştırdı, duyurdu. Devletler, şirketler, kurum ve
kuruluşlar, sivil toplum örgütleri kısacası elini taşın altına
atmak isteyenler ve atmak zorunda olanlar iklim değişikliğinin durdurulması için sürece dahil olmaya çalıştı ve
halen de çalışıyor.
Sorunlar ne şekilde değerlendirilirse değerlendirilsin,
odaklanılan konu dünyanın kaynaklarının tükenmeye
doğru hızla gittiği, bu noktada önlem alınmazsa sona
yaklaşıldığı üzerineydi. Hal böyle olunca yayınlanan raporlar belli bir tarihi göstermeye başladı: 2050 Yayınlanan birçok rapor, enerjiden gıdaya, eğitimden
yapılaşmaya kadar birçok alanda artan talep ve azalan
kaynakların 2050 senesine gelindiğinde, önlem alınmaması durumunda sonuçlarının büyük felaketlere yol açacağını gösterdi. Özellikle OECD Çevre Tahmin
Raporunda 2050 yılına ait ilginç çevresel tespitler yer
alıyor. Bunların başında artan nüfus, temiz suya
ulaşımda yaşanan sorunlar, hava kirliliği, küresel ısınma
bulunuyor.
İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkına Derneği
tarafından yayınlanan Vizyon 2050raporu ise,
sürdürülebilir bir dünya neye benzer, bunu nasıl
gerçekleştirebiliriz ve böyle bir dünyaya doğru hızla yol
almada iş dünyası nasıl bir rol oynayabilir sorularına
odaklanıyor. Raporda, “insani değerler, insani gelişim,
4 Ağustos 2012
ekonomi, tarım, ormanlar, güç ve enerji kaynakları,
binalar, mobilite ve malzeme” başlıkları çerçevesinde
sürdürülebilir bir dünya için yapılması gerekenler
sıralanıyor. Günümüz dünyasında iş yapma
alışkanlıklarının ne şekilde değişmesi gerektiğini
örnekleyerek 2050 yılında s rd r lebilir d nya
fotoğrafını çeken rapor, birçok alanda yaşanan
gelişmeleri olumlu ve olumsuz sonuçları ile
değerlendiriyor.
NÜFUS ARTIŞI
Yaşanacak sorunların başında yer alan konu artan
nüfus. OECD 2050 Çevre Tahmin Raporu'nda, 2050
yılında dünya nüfusunun 9 milyarı aşacağı belirtilmişti.
Bu artış enerji tüketiminin de artması, toprak
paylaşımında sorunlar ve biyoçeşitliliğin azalması
anlamına geliyor. Rapor başta Asya, Avrupa ve
Güney Afrika kıtalarında olmak üzere dünyadaki toprak
çeşitliliğinin de yüzde 10 oranında azalacağını saptıyor.
Buna sebep olarak gittikçe daha fazla arazinin tarım
alanı olarak kullanılması, altyapı çalışmalarının ve
tüketime dönük ormancılığın gelişmesi
gösteriliyor. Nüfus artışı beraberinde kentleşmenin de
hızla artması anlamına geliyor. Özellikle kırsal alanda
yaşayan insanların kentlere göç etmesi, kırsal üretimi
azaltırken kentlerde tüketimi de beraberinde artıyor.
Nüfus artışının kontrol altına alınması, yıllardır birçok
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 5
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
“EĞER SU KAYNAKLARIMIZI DAHA ETKİN BİR BİÇIMDE KULLANMANIN YOLUNU BULAMAZSAK,
2050'DE DÜNYA NÜFUSUNUN YÜZDE 40’I SU SIKINTISININ OLDUĞU BÖLGELERDE YAŞAYACAK”
ülke politikası arasında yer almasına rağmen eğitim,
bilinçlenme gibi nedenlerden dolayı başarıya ulaşılmış
değil. Özellikle Asya ülkelerinde nüfus artış oranı çok
yüksek. Engellenmesi için en başta eğitim seviyesinin
yükseltilmesi ve insanların bu konuda bilinçlendirilmesi
gerekiyor. Uzmanlar, nüfus artışının tek sorun
olmadığını, beraberinde artan nüfusun ihtiyaçlarının
karşılanması noktasında da gerek ekonomik gerekse
de sosyal eksiklerden dolayı sorunun giderek
büyüdüğüne dikkat çekiyor. Vizyon 2050 raporunda
ise 2050 yılına gelindiğinde gezegenin sınırları içinde iyi
yaşayabilmek için bütün ülkelerde kökten
değişikliklerin şart olduğu belirtiliyor.
SUYU NEREDEN BULACAĞIZ?
OECD raporunda değinilen diğer önemli konulardan
biri de dünyanın küresel ölçekte içme suyuna çok
fazla ihtiyaç duyacağı. Küresel su ihtiyacının yüzde 55
artacağına değinen raporda, 2050'de dünya
nüfusunun yüzde 40’ının su sıkıntısı çekeceği
belirtilmişti. Günümüzde temiz suya ulaşma
noktasında en fazla sorun yaşayan bölgelerden biri
Afrika. Özellikle sivil toplum kuruluşları ve çeşitli
bağımsız örgütler, temiz suya ulaşabilmenin alternatif
yollarını bulmaya çalışıyor. Her ne kadar dünya
vatandaşlarının temiz suya ulaşma hakları bulunsa da
küresel ölçekte yaşanan sıkıntılar, birçok temel hakta
olduğu gibi insan hakları noktasında ciddi sıkıntılar
yaşanılabileceğini gösteriyor. Rapora göre, sanayide,
termal elektrik üretiminde ve evlerde daha fazla
kullanılması nedeniyle küresel su ihtiyacı yüzde 55
oranında artacak. OECD Berlin Bürosunun başında
bulunan Heino Von Meyer bunun ölümcül sonuçları
olduğunu belirterek “Eğer su kaynaklarımızı daha etkin
bir biçimde kullanmanın yolunu bulamazsak, 2050'de
dünya nüfusunun yüzde 40’ı su sıkıntısının olduğu
bölgelerde yaşayacak” diyor. yürüterek temiz suya ulaşma imkanını arttırmaya
çalışıyor.
Vizyon 2050 raporunda özellikle tarımsal
faaliyetlerde kullanılan suyun azaltılmasına yönelik
teknolojik çalışmaların arttırılması yönünde öneriler yer
alıyor. Sulama yöntemleri başta olmak üzere tarım
teknolojilerinde gerçekleştirilecek çalışmalar, su
tüketimi konusunda bir yol kat etmemizi sağlayabilir.
Ancak temel amaç “güvenli gıda” olması noktasında
çünkü gıda ticaretinde korumacılık riski ortaya çıkabilir,
yeni gıda ve su teknolojilerinin etik ve estetiği
huzursuzluğa neden olabilir.
HAVALAR ISINIYOR, KİRLENİYOR
Nüfus artışı ve su sıkıntısının yanında yaşanacak
hava kirliliği de OECD raporunda yerini alan diğer
önemli bir konu. Özellikle hızlı kentleşme ve
sanayileşmenin etkisiyle artan hava kirliliğinin ileriki
yıllarda insan sağlığını kötü etkileyeceği belirtiliyor.
Yaşanacak hava kirliliğinin en olumsuz sonuçları ise
erken ölümlere yol açacak olması. Ayrıca küresel
sıcaklık artışının uluslararası sözleşmelerle kabul edilen
iki derecelik artışın çok daha üzerinde olacağına da
dikkat çekiliyor.
OECD Berlin Bürosunun başında bulunan Heino
von Meyer bu karanlık tabloyu çizenlerin bir avuç
karamsar insandan ibaret olmadığına dikkat çekiyor:
“Bu senaryo hiçbir şey yapılmaması halinde olacakları
tanımlıyor. Ulusal ve küresel düzeyde sonuç alıcı siyasi
girişimlerde bulunulmazsa neler olabileceğini ortaya
koyuyor. Senaryomuz gerçek bir kâbusu yansıtıyor.
Ancak bununla birlikte herkesi derhal harekete
geçmeye zorluyor." Von Meyer hava kirliliğine yol açan
en büyük faktörün hızlı kentleşme olduğuna dikkat
çekiyor: “1970 yılında dünya nüfusunun yaklaşık üçte
biri kentlerde yaşıyordu. Bugün bu oran hemen
hemen yarı yarıya oldu. 2050 yılında ise dünya
nüfusunun üçte ikisi kentsel bölgelerde ve mega
kentlerde yaşamaya başlayacak.” Günümüzde küresel iklim değişikliği ile mücadelede
en çok çalışma yapılan alan sera gazı salımlarının
azaltılması. Özellikle sanayi alanında tüketilen enerji ve
bu enerjinin çoğunun halen fosil kaynaklı yakıtlardan
elde ediliyor oluşu, hava kirliliğinin en önemli sebepleri
arasında yer alıyor. Yenilenebilir enerjiye geçiş ise
günümüzde en çok tartışılan konu. Çünkü yatırımları
halen maliyet gerektiren, yeterlilik noktasında fosil
yakıtlar kadar başarılı bulunmayan yenilenebilir enerji,
günümüzde olmasa bile birkaç yıl içerisinde hem
küresel iklim değişikliğinin hem de hava kirliliğinin
engellenmesi noktasında kilit rol oynayacak gibi
gözüküyor.
Vizyon 2050 raporunda yer alan yol haritasının
Su sorunun çözümü için odaklanılan nokta suyun
verimli kullanılması. Her ne kadar bireysel kullanıcıların
günlük su tüketimlerini verimli kullanmaları yönünde
teşvikler uygulanmaya çalışılsa da özellikle büyük
ölçekte üretim yapan işletmelerin daha fazla önlem
alması gerekiyor. Bilim insanları da az kirli suların
temizlenerek kullanılabilir olması yönünde çalışmalar
www.ikibin50dergisi.org
Ağustos 2012
5
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 6
NEDEN?
ikibin50 Dergisi
izlenmesi durumunda, 2050 yılına gelindiğinde enerji
üretiminin büyük bir kısmının yenilenebilir enerji,
nükleer ve hidro elektrikten sağlanacağı belirtiliyor.
Veriler ışığında, enerji ve güç sektöründen
kaynaklanan küresel salımların, alışılmış iş yaşamı
tarzına kıyasla yüzde 80 azalacağı bilgisi de yer alıyor.
GIDA KRİZİ
2050 yılında olası sorunlardan belki de en önemlisi
gıdaya ulaşma noktasında yaşanacak. Artan nüfusun
gıda taleplerini karşılamaya yetmeyecek seviyede
üretim, ciddi bir gıda krizinin yaşanmasına neden
olabilir. Birçok basın organında yayınlanan haberler,
“Acaba 2050’ye gelindiğinde böcek yemek zorunda
mı kalacağız” sorusunu da bir dönem gündeme
taşımıştı. Belki böcek yeme noktasına gelinmeyecek
ama kapsüllerden beslenme ihtimali ise sıkça
konuşulan konuların arasında yer alıyor. Bütün bu
gelişmelerin yanında gıda üretim noktasında ortaya
atılan çözümler – genetiği değiştirilmiş organizmalar
tartışılmaya devam ediliyor. Ancak güvenilir gıdaya
ulaşma noktasında tek sorun üretimin yetersizliği değil.
Araştırmacılar, özellikle gelir dağılımındaki adaletsizliğe
sıklıkla vurgu yapıyor. Çünkü güvenilir gıdaya ulaşma
konusunda en çok sıkıntı yaşayan kesimin, gelir
durumu düşük insanlardan olduğu biliniyor.
6 Ağustos 2012
SONA GELMEDEN
2012 yılının Aralık ayı ile ilgili söylenen kehanetleri
daha deneyimlememişken şimdiden 2050 yılına dair
kehanetler üretilmeye başlandı. Somut adımların
atıldığını görmek her ne kadar azalan umudu arttırmak
noktasında işe yarasa da devamının gelmemesi
durumunda yazılıp çizilen senaryoların gerçekleşmeye
başladığını hep birlikte görüyor olacağız.
Kehanetlerin gerçekleşmemesi için yapılması
gerekenler birçok konferans, toplantı, zirve ve benzeri
platformda tartışıldı, konuşuldu, kararlar alındı, imzalar
atıldı… Halen de görüşülmeye, tartışılmaya ve çözüm
noktasında nelerin acil olarak uygulamaya girmesi
gerektiği konuşulmaya devam ediliyor. Konuşulmanın
da ötesinde birçok uygulamanın hayata geçirildiğini
görüyoruz. Ancak korkulan, dünyanın yaşamaya
çalıştığı bu yeşil dönüşümün ekonomik çıkarlar
nedeniyle başarısızlığa uğraması. Çünkü “yeşil” adı
altında gerçekleştirilen her uygulama, akıllarda “acaba”
sorusunu doğuruyor. Elektrikli araçların kullanıma
başlanılması günümüzde giderek artıyor. Ancak o
arabalar için kullanılacak elektrik yine fosil yakıtlardan
elde edilecekse sorunun ne kadarı çözülmüş olacak?
Ya da elektrikli araçlar trafik sıkışıklığını ortadan
kaldıracak mı? Dünya genelinde yeşil bina sayısı
giderek artarken yoksul kesimin barınma ihtiyacının
karşılanması için ne gibi öneriler getirilecek? Gıda
yetersizliğinin yaşanması durumunda ekonomik gücü
yeterli olmayanlar güvenilir gıdaya hangi güçle
ulaşabilecek? Nükleer enerji konusunda planlanan
yatırımlarda geçmişten ders alınacak mı? Yenilenebilir
enerji, fosil yakıtların kullanımına gerek duymadan
enerji ihtiyacını karşılamaya yetecek mi? Her şeyden
öte, teknolojik anlamda yaşanan gelişmelerde etik
kaygılar önemsenecek mi?
Aslında tartışmaların ve soruların temelinde, yazının
önceki bölümlerinde de belirtildiği gibi, gelir
dağılımındaki adaletsizlik yatıyor. Gücü elinde
bulundurulanlar, yeşil dönüşümde de tavırlarında
değişiklik yapmayacaklarsa değişimden söz etmek
gerçekten mümkün mü?
İKİBİN50 Dergisi olarak önümüzde bulunan bu
karamsar tablonun olumlu yönde değişebileceğini
düşünüyoruz. En azından bu yönde emek harcayan,
çabalayan, düzeni değiştiren ve imkansızlıklara
rağmen sürdürülebilirliğin her kesime yayılması
yönünde çalışma yapanları önemsiyoruz ve bu yönde
çalışma yapanların sesini duyurmak üzere yola
çıkıyoruz. 2050’ye geldiğimizde, biz görmeyeceksek
bile gelecek nesillerin daha yaşanılabilir bir dünya
görmesi için…
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 7
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 8
HABER
ÖZGÜR NEHİRLER İÇİN!
Her yıl tüm Avrupa'da düzenlenen
Büyük Atlama, Türkiye'de de Hasankeyf'ten Burdur'a, Samsun'dan İzmir'e
yaklaşık 30 noktada gerçekleştirildi.
Büyük Atlama'nın amacı; bir yandan
nehirlerin yaşaması için mücadele verirken bir yandan da nehirlerin bizim
için ne kadar değerli ve vazgeçilmez
olduğunu bizzat suyu kucaklayarak hatırlamak.
Tüm Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de nehirlerin üzerindeki tehditlerin başında barajlar ve hidroelektrik
santraller geliyor. Anadolu'nun hemen
BİR TÜR DAHA YOK OLDU!
Türünün son örneği olduğu için Yalnız George olarak anılan dev su kaplumbağası geçtiğimiz günlerde 100
yaşındayken öldü. Türdeşleri 200 yaşına
kadar yaşayabilen dev su kaplumbağası,
İngiliz doğa tarihçisi Charles Darwin'e
evrim teorisinde ilham kaynağı olan
Pinta kaplumbağalarının sonuncusuydu.
1972 yılından bu yana koruma altında
tutulan Yalnız George, Ekvator Galapagos Ulusal Parkında, bakımcısı tarafından ölü olarak bulundu. Türünün
8 Ağustos 2012
devamı için öncesinde komşu adalarda
yaşayan diğer Galapagos kaplumbağalarıyla çiftleştirme çabalarına girişilmesine rağmen olumlu sonuç
alınamamıştı. Park yetkilileri, George’un
bedeninin gelecek nesillerin görebilmesi amacıyla muhtemelen mumyalanacağını belirtiyor.
hemen tüm dereleri, nehirleri enerji
üretimi gerekçesiyle şirketlere devredildi. Yüzlerce yıldır vadisinde doğa
dostu geleneksel bir yaşam sürdüren
yerel halkın geleceği ile birlikte Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğinin yüzde 80'i
de suyun borulara ve tünellere hapsedilmesi nedeniyle yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya.
Büyük atlamanın geçen sene Türkiye’de ilk defa gerçekleştiği ve Türkiye'deki son büyük doğal nehir olan
Dicle Nehri üzerinde kurulması planlanan Ilısu Barajı yapılması durumunda,
Yukarı Dicle Vadisi ve 10 bin yıllık tarihi
Hasankeyf kenti geri dönüşü olmayacak bir şekilde yok olacak ve on binlerce insan yurtlarını terk etmek
zorunda kalacak. Hasankeyf ve Dicle
Vadisi UNESCO Dünya Mirası kriterlerinin onda 9'unu sağlayan dünya üze-
rindeki tek yer.
Nehirlerin yaşam kaynağımız olduğunu belirten Doğa Derneği Genel
Müdürü Engin Yılmaz, “Planlanan 2000
baraj ve HES projesi gerçekleştiği takdirde Türkiye'de özgür akan tek bir
nehir bile kalmayacak, göllerimiz kuruyacak, denizlerimizde yaşam olmayacak. Oysa bizler suyla olan bağlarımızı
yeniden hatırlamak, suyla bütünleşmek
ve yaşam kaynağımızı korumak istiyoruz. Hasankeyf örneğinde olduğu gibi
bir avuç kazanç uğruna nehirlerimizin
"yenilenebilir enerji'' adı altında baraj
ve HES’ler ile yok edilmesine sessiz
kalmayanlar Anadolu’nun dört bir yanında suyu şükranla kucaklayarak nehirlerin ortak yaşamımız için ne kadar
değerli ve vazgeçilmez olduğunu hatırlattılar.” dedi.
AB ÜÇÜNCÜ HEDEFİ
TUTTURAMAYACAK
AB Komisyonu, Avrupa'nın enerji
bağımlılığını azaltmak üzere enerji verimliliği yönetmeliği için harekete geçti.
AB iklim koruma planı çerçevesinde
üç hedef belirlemişti. Bu hedefler;
2020 yılına kadar toplam enerji tedarikinde yenilenebilir enerji payının yüzde
20'ye ulaşması, karbondioksit salımının
1990 seviyesine göre yüzde 20 oranında düşürülmesi ve yüzde 20 oranında enerji tasarrufu.
AB Komisyonu'nun enerjiden sorumlu üyesi Günther Oettinger, acil
frene basma zamanının geldiği düşünüyor. İlk iki hedefin tutturulabileceğini,
ancak üçüncünün mümkün görünmediğini belirten Oettinger, “Enerji verimliliği, yıllardır enerji gündemimizin en
önemli ve en zayıf noktası” diye konuştu. AB, şu ana kadar olduğu gibi
devam edilmesi durumunda yüzde 20
yerine sadece yüzde 10'luk enerji tasarrufu yapabilecek. Şu an müzakereleri süren AB enerji verimliliği
yönetmeliği ile Avrupa Komisyonu, üye
devletleri enerji tasarrufuna zorlayabi-
lecek. Avrupa Parlamentosu Yeşiller
grubu üyesi Claude Turmes ise yönetmeliğin şimdiden bazı ülkeler tarafından sulandırıldığı imasında bulundu.
Örneğin yönetmelik, elektrik tedarikçilerinin, sattıkları elektrik miktarını
yüzde 1,5 oranında azaltmalarını öngörüyor.
Komisyon'un bir başka planı, tüm
kamu binalarının enerji tasarrufu sağlayacak şekilde hızla tadilata alınması da
Almanya'nın baskısıyla yumuşatıldı.
Böylece sadece merkezî yönetime
bağlı binalar tadilata alınacak, belediye
ve yerel yönetimlere bağlı kamu binaları maddenin dışında kalacak. Halbuki
bina yalıtımı enerji tasarrufunda en etkili önlemlerden biri olarak kabul ediliyor.
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 9
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
BİLET YERİNE DÜRBÜN ALIN
Kaş'taki sivil toplum kuruluşları,
yunus parklarına karşı Nisan ayında bir
protesto gösterisiyle başlattıkları mücadeleyi, Haziran başında yunusların ait
olduğu doğal yaşamları hakkında verdikleri seminerlerle okullarda sürdürdü. Geçtiğimiz günlerde öğrenciler
velileri ile Kaş Sualtı Derneği üyesi
dalış merkezlerinin teknelerinde misafir edilerek "dürbünle yunus gözlem
turu"na çıkarıldı.
2-4 Temmuz tarihleri arasında toplam 31 öğrenci Kaş Sualtı Derneği
(KASAD) üyesi dalış merkezlerinin
teknelerinde dernek tarafından sağlanan dürbünler ile yunus gözlemledi.
Tekne turu öncesi doğada gözlem
yapma konusunda WWF Türkiye
(Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Kaş-Kekova Deniz Koruma Alanı Proje So-
rumlusu ve Deniz Biyoloğu Nilay Akça
tarafından bilgilendirilen öğrenciler, origami ile yunus yapmayı ve dürbün kullanmayı öğrendikten sonra tekne
yolculuğu sırasında yunus gözlemledi
ve "doğa günlükleri"ne notlar aldı. Her
turda yunusları gören ilk öğrenci Kaş
Promarin tarafından hediye edilen,
üzerinde Yunuslara Özgürlük Platformu'nun amblemi olan bir t-shirt kazandı. Ağustos ayında, seminerlerde ve
gözlem turlarında çekilen fotoğraflar
farkındalığın daha geniş bir kitleye yayılması amacıyla Kaş'ta sergilenecek.
Yunuslara Özgürlük Platformu'nun
yaş gruplarına uygun olarak hazırladığı
ve Kaş Sualtı Derneği üyelerinden öğretmenlerin sunduğu seminerler üç
lise ve iki ilköğretim okulunda gerçekleştirildi. Seminerlerde deniz memelile-
rinin, özellikle de yunusların doğal yaşamları hakkında bilgi verildi, yunusların
doğada ve tutsaklıktaki yaşam koşulları
karşılaştırıldı. Seminerlerin sonunda,
yunusları yapay şovlarda tanımak yerine doğada izlemenin zevkini aşılamak
amacıyla çocuklar ücretsiz 'dürbün ile
yunus gözlem turu' için dalış teknelerine davet edildi.
EKOLOJİK SOSYAL GİRİŞİMCİLİK YAZ OKULU
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme
Derneği ve İstanbul Bilgi Üniversitesi,
11-17 Ağustos tarihlerinde derneğin
Çamtepe Ekolojik Yaşam Merkezi'nde
“Ekolojik Sosyal Girişimcilik” başlıklı bir
yaz okulu düzenliyor. Okula katılan öğrencilerin, insan etkinlikleriyle gezegenin temel sorunları arasındaki
bağlantıların farkına varabilmeleri, sosyal sorumluluk ve sosyal girişimcilik
kavram ve eylemleri hakkında bilgilenmeleri, çalışacakları alanda yaşamın bütünü için fark yaratma yollarını
araştırabilmeleri amaçlanıyor. “Ekonomi, Tarım, Turizm ve İnsan Yerleşimlerinde Ekolojik Yaklaşımlar Üzerine”
alt başlığını taşıyan dersin koordinatörlüğü İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden
Yrd. Doç. Dr. Alper Akyüz ve Buğday
Ekolojik Yaşam Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Güneşin Aydemir tarafından yürütülüyor.
Dersi tamamlayan öğrencilerin
insan etkinliklerinin ve gezegenin
temel sorunları ile arasındaki bağlantıların farkına varabilmeleri, sosyal sorumluluk ve sosyal girişimcilik kavram
ve eylemleri hakkında derinlemesine,
somut ve eleştirel bir bilgi temeli geliştirmeleri, ekolojik yaşam pratikleri geliştiren kişi, kurum ve çalışmalar
hakkında birinci elden bilgi edinmeleri
ve bütüncül bir bakış açısıyla kendi yaşamlarında ve çalıştıkları / çalışacakları
alanda yaşamın bütünü için fark yaratma yollarını araştırabilmeleri amaçlanıyor. Bu amaca uygun olarak
program derslerin verileceği Çamtepe
Ekolojik Yaşam Merkezi’nin (Çanakkale
Küçükkuyu) bulunduğu Kaz Dağları
yöresindeki uygulamalı örnekler üzerinden inceleme gezileri, tartışma oturumları, tartışma ve rol oyunları, çeşitli
alıştırmalar, belgesel filmler ve zanaat
ustaları ile uygulamalı programların
(sabun yapımı vb.) dünya sistemine
küresel ve bütüncül bir bakış ve diğer
kuramsal analizler ve politika önerileri
çerçevesinde ele alınması yöntemini
izleyecek.
Derse katılmak isteyen üniversite
öğrencileri, iletişim için Alper Akyüz’le
bağlantıya geçmesi gerekiyor.
alper.akyuz@bilgi.edu.tr
Ağustos 2012
9
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 10
HABER
HAYVAN DENEYİ İBARESİ KAMPANYASI
“T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğüne, T.C. Sanayi Bilim ve Teknoloji
Bakanlığına,
Türkiye piyasasında satılan tüm gıda,
kozmetik ve temizlik ürünlerinin ambalajlarında, "Hayvan Deneyi Uygulanmıştır
/ Uygulanmamıştır" simgesinin zorunlu
hale getirilmesini arz ederim. Ürünlerin
vegan ve vejetaryen olanlarında da bu
durumun açık simgelerle belirtilmesini
tüketicinin bilgi alma özgürlüğü ve tercih
hakkı açısından arz ederim.
Saygılarımla”
Yukarıda görmüş olduğunuz dilekçe,
geçtiğimiz günlerde başlatılan bir imza
kampanyasına ait. Gıda, kozmetik ve
temizlik ürünlerinin ambalajlarında
hayvan deneylerinin yapılıp yapılmadığının belirtilmesine yönelik başlatılan
kampanyada, internet sitesinde yer
alan bilgiye göre toplamda 1495 imzaya ulaştı. Hedeflenen rakam ise 5
bin. İmza kampanyası 25 Eylül 2012 ta-
rihine kadar devam edecek. Kampanyanın yürütüldüğü internet sitesinde
yer alan açıklama ise istekleri ve sebeplerini açıkça ortaya koyuyor. İşte
kampanyanın gerekçeleri:
“Türkiye’de hem gıda ve kozmetik
ürünlerinin içeriği/güvenliği konusunda
hem de hayvan hakları konusunda duyarlılık giderek artmaktadır. Son olarak
28 Mart 2012 tarihli Resmî Gazete’nin
28247 sayılı yayınında tutuklu ve hükümlülerden tercih edenlerin iaşe miktarı ile sınırlı kalmak üzere vegan ve
vejetaryen beslenebilmesi temin edilmiştir. Ancak, gıda ambalajlarında yer
alan eksik bilgiler ve üretici/ithalatçı firmaların özensizliği, vegan ve vejetaryen
beslenmek isteyen tüm vatandaşlarımızın bu tercihlerini alışveriş esnasında
uygulamasını güçleştirmekte, gıda-kozmetik ve temizlik ürünlerini seçerken
bilgi edinme ve tercih haklarını kısıtlamaktadır.
Bu bağlamda:
Hayvanların mal ya da kobay olarak
görülerek sömürülmesine karşı vejetaryen / vegan olarak değişim taleplerini hayata geçiren insanlara alışverişte
tercih hakkı ve kolaylık sağlamak,
Tüketilecek ürünün içinde et, hayvansal yağ, hayvan türevi başka katkı
var mı konusuna açıklık kazandırarak
tüketici hakları ve gıda güvenliği denetimi konularında ilerleme sağlamak,
Tüketicinin bilgiyi en kısa yoldan
simgelerle almasını, küçük yazılan içindekiler kısmıyla ve yabancı terimlerle
uğraşmamasını sağlamak,
Hayvan hakları konusunda kamusal
farkındalık yaratmak,
Laktoz vs alerjisi bulunan insanların
daha kolay kendilerine uygun ürünleri
seçmesini sağlamak,
Domuz eti / yağı kullanımı konusunda kaygısı olan tüketicilere de denetim güvencesi sağlamak amaçlarıyla
aşağıda belirttiğimize benzer bir simge
sisteminin Türkiye piyasasında satılan
tüm gıda, kozmetik ve temizlik ürünlerinin ambalajlarında zorunlu hale getirilmesini arz ve rica ederiz.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞI'NDAN
ENERJİ VERİMLİLİĞİ DESTEĞİ
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın, Enerji Verimliliği Destekleri Hakkında Tebliğ'i, Resmi Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Endüstriyel işletmelerin mevcut sistemlerinde verimliliğin artırılmasına
dair proje ve uygulamalarının desteklenmesi ile ilgili usul ve esasları belirleyen tebliğ, yıllık toplam enerji
tüketimleri bin ton eşdeğer petrol ve
üzeri olan, ticaret ve sanayi odası, ticaret odası veya sanayi odasına bağlı olarak faaliyet gösteren ve her türlü mal
üretimi yapan işletmelere yönelik destek uygulamalarını kapsayacak. Asıl faaliyet alanı elektrik üretimi olan, elektrik
üretim lisansı sahibi tüzel kişiler tebliğ
kapsamı dışında tutulacak.
Endüstriyel işletmeler, enerji atıklarının, kayıpların ve verimsizliklerin giderilmesi için gerekli önlemlerin
uygulanması amacıyla hazırlattıkları
projelerini, her yıl Ocak ayı içinde Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğüne
10 Ağustos 2012
sunabilecek. Herhangi bir endüstriyel
işletmesi için 3 yıl içerisinde enerji yoğunluğunu ortalama olarak en az
yüzde 10 oranında azaltmayı taahhüt
ederek gönüllü anlaşma yapmak isteyen tüzel kişiler, her yıl Ekim ayında Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğüne
başvuracak. Projeler, her yıl Ocak
ayında Yenilenebilir Enerji Genel Müdürü onayı ile kurulan ve en az 5 kişiden oluşan bir komisyon tarafından
değerlendirilecek. Genel Müdür onayı
ile desteklenmesi uygun görülen projeler veya gönüllü anlaşma yapılması
uygun görülen endüstriyel işletmeler,
Enerji Verimliliği Koordinasyon Kurulu
onayına sunulacak. Yenilenebilir Enerji
Genel Müdürlüğü ile gönüllü anlaşma
yapan ve taahhüdünü yerine getiren
tüzel kişilerin ilgili endüstriyel işletmesinin anlaşmanın yapıldığı yıla ait enerji
giderinin yüzde 20'si, 200 bin lirayı
geçmemek kaydıyla Genel Müdürlük
bütçesinden karşılanacak. Uygulanacak
desteğin ödeme planı gönüllü anlaşma
dönemi sonunda Genel Müdürlük
ödenekleri ile sınırlı kalmak kaydıyla
belirlenecek. Ödemenin yapılmasında
anlaşmanın yapıldığı yıla ait ve yeminli
mali müşavir, defterdarlık, vergi müdürlüğü gibi kurum veya kuruluşlar tarafından onaylanmış olan enerji
giderlerine ait faturalar ve ödeme belgeleri esas alınacak. Gönüllü anlaşma
yapılan endüstriyel işletmeler ile enerji
yoğunluklarını azaltan ve artıran endüstriyel işletmelere ilişkin bilgiler
Genel Müdürlüğün internet sayfası
üzerinden yayınlanacak. Bu Tebliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce, proje
destekleri ve gönüllü anlaşma uygulamalarına ilişkin imzalanan sözleşme ve
anlaşmalar, sürelerinin bitimine kadar
geçerli olacak.
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 11
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
A SINIFININ ALTINDA BUZDOLABI SATILMAYACAK
Şubat ayında kabul edilen Enerji Verimliliği Strateji Belgesi uyarınca 1 Temmuz’dan itibaren A sınıfının altındaki
buzdolaplarının satışı ve ithalatı yasaklandı. Türkiye Beyaz Eşya Sanayicileri
Derneği (TÜRKBESD) Yönetim Kurulu
Başkanı Özcan Aydilek, konu ile ilgili
olarak yaptığı değerlendirmede, “Türkiye'deki toplam enerji tüketiminin
yüzde 24'ünün konutlarda gerçekleştiğini ve konutlardaki toplam tüketimin
yarısının da beyaz eşyalardan kaynaklandığını söyledi. Enerji verimliliği konusunun Türkiye'nin enerji ihtiyacı
düşünüldüğünde cari açığa bile etki
edecek önemde olduğunu dile getiren
Aydilek, “Beyaz eşyaların konutlarda
tükettiği enerjinin yüzde 60'ı buzdolabından kaynaklanıyor. Yani Türkiye'nin
toplam tüketiminin yüzde 7'si buzdolaplarından kaynaklanıyor” dedi. A sınıfı
bir buzdolabının yılda 390, A 290, A
190 kilovattsaat enerji tükettiğini ifade
eden Aydilek, “Bugün Türkiye'deki hanelerde toplam 24-25 milyon buzdolabı var. Bunun 15 milyon kadarı B-C
sınıfı arasında değişiyor. Belki 15 milyon
buzdolabının tamamını değiştirmek
mümkün değil ama bu buzdolaplarını
A sınıfı ile değiştirmek mümkün olsa
her yıl Atatürk Barajı'nın yıllık üretimi
kadar enerji tasarrufu sağlarız” diye konuştu.
YEŞİLLER PARTİSİ EDP
İLE BİRLEŞTİ
FOTOĞRAFLARINIZ DENİZLERE
UMUT OLSUN
Bir süredir birlik görüşmelerini sürdüren Eşitlik ve Demokrasi Partisi
(EDP) ile Yeşiller Partisi, birleşme kararlarını kamuoyuna açıkladı. Yeni dönemde partinin sözcülüğünü Ümit
Şahin ve Yüksel Selek’ten, Kemal Tuncaelli ve Sevil Turan devraldı. Haziran
ayında Taksim Hill Otel’de gerçekleştirilen konferansta iki yıllık merkezi ve
yerel raporlarının sunulmasının ardından Eşitlik ve Demokrasi Partisi ile Yeşiller Partisi arasındaki birleşme
deklarasyonu tartışmaya açıldı ve oylamaya sunuldu. Deklarasyonun onaylanmasından sonra, Parti’yi birleşmeye
götürecek olan Konsey ve eş sözcülerin seçimi gerçekleştirildi.
Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Kemal
Tuncaelli, Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının giderek
otoriterleşen yönetim tarzından rahatsızlık duyan iki partinin seçeneksizlikten kısırlaşan siyasi ortamda
özgürlükçü, eşitlikçi, sol ve yeşil bir siyasi alternatif yaratmak için yola çıktık-
larını belirtti. Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Sevil Turan, "Nasıl bir dünya istiyoruz"u şöyle açıkladı:"Yaşlı dünyamızın
savaşlar, ekonomik ve ekolojik krizlerle
yıkıma uğradığı gerçeğinden hareketle;
kendine ve doğaya, başka bir deyişle
emeğine, diline, kimliğine, kültürüne,
inancına ve ekosisteme sahip çıkarak,
hep birlikte barışçıl bir yaşam isteyen
milyonlarca insanın yeşerttiği bir umuttur."
EDP Başkanı Ferdan Ergut ise, "Nasıl
bir parti istiyoruz"u şöyle açıkladı:
"Farklı görüşlerin ve geleneklerin katkıda bulunduğu çoğulcu bir parti yaratacağız. Doğrudan demokrasiye
inanıyoruz. Politik mücadelemiz her
üyenin, her yerel örgütün, her çalışma
grubunun eşit düzeyde katılımcılığıyla
gerçekleşecek.Hiyerarşinin, lider hegemonyasının, erkek egemenliğinin olmadığı bir parti yaratıyoruz. Genel
başkanlık yerine eşsözcülük sistemini,
seçilmiş görevlerde kadın kotasını ve
rotasyonu benimsiyoruz.”
WWF-Türkiye denizlerin korunması ve azalan türler konusunda farkındalık yaratmak amacıyla Denizlerin
Umudu Su Altı Fotoğraf Yarışması’nı
düzenliyor. Yarışma, WWF-Türkiye’nin
Kaş-Kekova Deniz Koruma Alanı Yönetim Planı Projesi’ni yürüten ve Şubat
ayında hayatını kaybeden Umut Tural’ın anısına gerçekleştiriliyor. Denizlerdeki kirlilik, yapılaşma, aşırı
ve yasadışı avcılık gibi sorunlar nedeniyle deniz canlıları popülasyonları giderek azalıyor. WWF-Türkiye,
denizlerimizde yaşam bulan canlı türleri hakkında farkındalık yaratmak ve
denizsel değerlerimizin korunması için
Denizlerin Umudu Su Altı Fotoğraf
Yarışması’nı düzenliyor. Katılımın ücretsiz olduğu yarışmada birinciye Suunto
D4i dalış bilgisayarı, ikinciye Aqua Balance yelek ve üçüncüye Suunto Zoop
dalış bilgisayarı ödül olarak verilecek.
WWF-Türkiye su altı fotoğrafçılığıyla
ilgilenenherkesi
denizlerinumudu.org web sitesi üzerinden yürütülen yarışmaya davet ediyor. Fotoğraf gönderiminin 20
Ağustos-2 Eylül 2012 arasında olacağı
yarışmanın kazananları 10-24 Eylül
2012 tarihleri arasında yapılacak halk
oylamasıyla belirlenecek. Fotoğrafların
ön değerlendirmesi WWF-Türkiye’nin
yanı sıra deniz bilimi uzmanlarından, su
altı fotoğrafçılığı ve profesyonel dalış
yapanlardan oluşan bir jüri tarafından
yapılacak. Fotoğrafların su altı yaşamı
belgelemesi, Türkiye kara sularında çekilmiş olması ve daha önce herhangi
bir yerde yayınlanmamış veya başka
bir yarışmada derece almamış olması
gerekiyor.
Ağustos 2012
11
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 12
HABER
94 MİLYONA DOĞRU GİDİYORUZ
Türkiye İstatistik Kurumu'nun
(TÜİK) Dünya Nüfus Günü'ne özel
açıkladığı 'Türkiye'nin Demografik Yapısı ve Geleceği' istatistiklerine göre
günümüz dünya nüfusu yaklaşık 6 milyar 974 milyon kişi. Nüfus büyüklüğüne göre ülke sıralamasının ilk
sıralarında 1 milyar 348 milyon kişi ile
Çin Halk Cumhuriyeti, 1 milyar 242
milyon kişi ile Hindistan ve 313 milyon
kişi ile Amerika Birleşik Devletleri yer
alıyor. Dünya nüfusunun yüzde 1,1'ini
oluşturan 74 milyon kişi ile Türkiye nüfusu, 187 ülke arasında 18'inci sırada
bulunuyor.
2050 yılı nüfus tahminlerine bakıldığında da dünya nüfusunun 9 milyarı
aşacağı öngörülüyor. 2050 yılında Hindistan'ın 1 milyar 692 milyon kişi ile en
fazla nüfusa sahip ülke olması beklenirken, nüfus büyüklüğü bakımından Hindistan'ı sırasıyla 1 milyar 295 milyon
kişi ile Çin Halk Cumhuriyeti ve 403
milyon kişi ile Amerika Birleşik Devletleri'nin izleyeceği tahmin ediliyor. Nüfusu, 2050 yılında 94 milyon 585 bin
kişi olması beklenen Türkiye'nin 187
ülke arasında 19'uncu sırada yer al-
ması öngörülüyor. Nüfus artış hızı düşmeye devam ederken, 2010-2015 dönemi tahminlerine göre dünya
nüfusunun artış hızının yüzde 1,1 olduğu belirtiliyor. Bu dönemde, nüfus
artış hızının en yüksek olduğu ülkeler
arasında yüzde 3,5 ile Nijer, yüzde 3,1
ile Afganistan ve yüzde 3 ile Yemen yer
alıyor. Nüfus artış hızının en düşük olduğu ülkeler arasında ise yüzde 0,2
gerileme ile Almanya ve Romanya,
yüzde 0,6 gerileme ile Ukrayna, yüzde
0,7 gerileme ile Bulgaristan bulunuyor. Bu dönemde Türkiye'nin nüfus
artış hızı yüzde 1,3 olurken, 187 ülke
arasında 92'inci sırada yer alıyor.
2045-2050 döneminde ise dünya
nüfusunun artış hızının yüzde 0,4 olması bekleniyor. Bu dönemde, nüfus
artış hızının en yüksek olacağı tahmin
edilen ülkeler arasında yüzde 3 ile
Zambiya, yüzde 2,7 ile Nijer ve yüzde
2,6 ile Somali bulunuyor. Nüfus artış
hızının en düşük olacağı tahmin edilen
ülkeler arasında ise yüzde 0,6 gerileme
ile Çin Halk Cumhuriyeti ve Portekiz,
yüzde 1 gerileme ile Bosna-Hersek
yer alıyor. ‘İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ GÜNAH KEÇİSİ’ Samsun’da 12 kişinin öldüğü sel felaketinin nedenleraraştırılırken, TMMOB Şehir Plancıları Odası yaşanan felaket ile ilgili ön rapor yayımladı.
Raporda ‘Felakete dere yatağının değiştirilmesi neden oldu’ tespiti yapıldı.
Karadeniz kıyılarında görülen sel felaketlerini Radikal Gazetesi'ne değerlendiren Meteoroloji ve Afet Yönetimi
Profesörü Mikdat Kadıoğlu iklim değişikliğinin sel felaketini daha da arttıracağını belirtirken, “Aşırı yağışlar Allah’ın
işi, sel afeti ise insanın eseridir. Yağışları
suçlu bulmak, bunun sele dönüşmesindeki sorunları göz ardı etmemize yol
açıyor. İklim değişikliği de günah keçisi
ilan edildi” dedi.
Radikal Gazetesi’nin haberine
göre TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın yayımladığı ön raporda Samsun’da sel felaketinin yaşandığı alanın
tümüyle dere dolgusu bir zemin olduğu belirtildi. Raporda, dere yatağının
değiştirilmesi ve sonrasında eski yata12 Ağustos 2012
ğın yapılaşmaya açılması temel hata
olarak görülürken, özetle şu tespite
yer verildi: “Zorlama yeni güzergâh ve
Mert Irmağı üzerinde yapılan köprü,
bölgede taşkının başlıca unsurları. Taşkın önlemeye yönelik tesisler yeterli
değil. Eski dere yatağı ve çevresinin,
kent içi açık ve yeşil alan yapılmak yerine yapılaşmaya açılması önemli bir
planlama hatası. Suçlu ve sorumlu doğada değil, DSİ, SASKİ, TOKİ, Samsun
Büyükşehir Belediyesi ve Canik Belediyesi kapılarının ardında, yanlış kararların altındaki imzalarda aranmalıdır.” Radikal’e konuyla ilgili açıklamalar
yapan Meteoroloji ve Afet Yönetimi
Profesörü Mikdat Kadıoğlu ise hiçbir
zaman afetlerin birebir iklim değişikliğine bağlanamayacağını söyledi. Kadıoğlu, iklim değişikliğinin sadece sellerin
oluşum sıklığını, şiddetini ve oluştuğu
yerleri değiştirdiğini ifade etti. Kadıoğlu,
iklim değişikliği nedeniyle sel felaketleriyle daha fazla karşılaşacağız uyarı-
sında bulundu ve ekledi: “Şimdiye
kadar yapmadıklarımızı yapmak zorundayız. Maalesef iklim değişikliği günah
keçisi olarak kullanılıyor. İklim değişikliği
sel problemini daha da arttıracak, daha
da şiddetlendirecek ve eskiden sel olmayan yerlerde de sel görülmeye başlayacak.” ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 13
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
OTOMOBİL ÜRETİCİLERİNE YENİ ZORUNLULUKLAR GELİYOR
Deutsche Welle Türkçe haberine
göre; Avrupa Birliği Komisyonu, otomotivcilik şirketlerini zararlı gaz emisyonunu daha da düşürmeye zorluyor.
Otomobil markalarının bütün model
paletindeki ortalama karbondioksit
emisyonu için getirilen üst sınır kilometre başına 130 gram.
Bu üst sınır 2015 yılına kadar geçerli
olacak ve 2020 yılında fabrika çıkışı
otomobillerde 95 grama düşürülecek.
Avrupa Birliği Komisyonu'nun iklimin
korunmasından sorumlu üyesi Connie
Hedegaard, yeni üst sınırın iklimin korunması kadar tüketicinin yakıt masrafını düşürmeye de yarayacağını
söylüyor. Yeni otomobillerin birkaç yıl
öncesine kıyasla çok daha az yakıt sarf
ettiğini hatırlatan Komisyon üyesi,
bunun kendiliğinden olmadığını, Avrupa çapında hedefler belirlendiği için
başarıldığını belirtti.
Avrupa Tüketiciyi Koruma Merkezi'nin direktörü Monique Goyens de
yeni emisyon sınırının tüketici için
avantajlı olacağını ve yakıt sarfiyatı
düşük yeni otomobillerdeki fiyat farkının kısa zamanda azalan yakıt masrafıyla kapatılabileceğini söylüyor.
Avrupa Birliği Komisyonu'nun yeni
talimatnamesine göre her bir otomobilin emisyon üst sınırının altında kal-
ması gerekmiyor. Üst sınır, bir şirketin
imal ettiği bütün segmentlerdeki araçların emisyon ortalaması için geçerli
olacak. Emisyon hesabında aracın ağırlığı da rol oynuyor. Ağır araç da artık
sıkletine göre yakıttan tasarruf edecek.
Komisyon üyesi Hedegaard bunun
doğru bir adım olduğu görüşünde.
Hedegaard, “İki şişmanı karşılaştırın. Biri
160, diğeri ise 90 kilo olsun. Her ikisinden de aynı kiloyu vermesini istemek
haksızlık olur. İki şişmanın da göreceli
olarak aynı oranda kilo vermesi daha
doğru olmaz mı?”, dedi.
Bu uygulama, güçlü motorları ve
yüksek sarfiyatıyla dikkat çeken BMW,
Mercedes ve Porsche gibi Alman markalarına yarayacak. Hür Demokrat Partili Avrupa Parlamentosu Milletvekili
Holger Krahmer bunu da yeterli bulmuyor ve emisyon sınırının düşürülmesinin öncelikle küçük otomobil imal
eden şirketlere yarayacağını söylüyor.
Alman Yeşiller Partisi gibi bazı muhafazakâr politikacılar da bu durumda
daha hafif otomobil üretme baskısının
ortadan kalkacağını, Alman şirketlerine
iltimas edilmiş olacağını, oysa şirketlerin yakıt verimliliğini arttırıcı modeller
geliştirmeye zorlanması gerektiğini belirtiyor.
“KENTE NEFES ALDIRACAK
YEŞİL ALAN KAZANDIRMAK
HEDEF OLMALIDIR”
Ege Sanayicileri ve İşadamları Derneği (ESİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Akgerman, kentsel
dönüşüm projeleri kapsamında yıkılacak Alsancak Stadı ve yolcu limanına
yerine AVM yapılması önerilerine karşı
olduklarını belirtti. Akgerman yaptığı
yazılı açıklamada, birçok kentin büyük
ihtiyacı olan kentsel dönüşümün altyapısını hazırlayan 6306 sayılı kanunun
sadece afet riskinden yola çıkarak yasalaştırılmasının 'talihsizlik' olduğunu,
ancak uygulamada hızı artıracak olması
nedeniyle bunun faydalarının da görüleceğini belirtti.
Anadolu Ajansı’nın haberine göre;
kanunun yerel düzeyde toplumsal uzlaşma sağlanabilmesi, yerel yönetimlerle işbirliği yapılması halinde başarılı
olabileceğine işaret eden Akgerman,
kanunda ''ekonomik, sosyal, doğal ve
kültürel varlıkların korunup daha da
geliştirilmesi'' ilkesinin eksik olduğunu
savundu. Akgerman, yasayla getirilen
''yürütmeyi durdurmanın engellenmesinin'' de hukuk devleti ilkeleri açısından gözden geçirilmesi gereken bir
nokta olduğunu ifade etti. Bülent Akgerman: ''Yeşil alan fakiri olan, EXPO
2015 ve 2020 adaylıklarında kendine
sağlık temasını seçen İzmir'de, stadın
yerine yeni binalar yapmak en son düşünülmesi gereken şeydir. İzmir'e ve İzmirli'ye yakışan, konuyu öncelikle
çevre ve sürdürülebilirlik açısından ele
almaktır. Çocuklarımıza sağlıklı ve yaşanabilir kentler bırakmak ana hedefimiz
olmalıdır. Bu nedenle söz konusu bölgenin adı ve niteliği İzmir'de yaşayan
hemşehrilerimize sorularak belirlenecek bir yeşil alan sahasına dönüştürülmesi daha uygun olacaktır. Stadın
yerine yeni bir AVM değil, kente nefes
aldıracak yeşil alan kazandırmak hedef
olmalıdır. Alsancak Limanı'na AVM konusunu da yine benzer şekilde düşünerek ele almak gerekiyor. Şimdiki
haliyle bile sıkışıklığı had safhada olan
ve 'preslenmiş kent'' izlenimini veren
bölgede üstelik kıyıda yeni binalar
yapma yerine çok isteniyorsa sadece
turistler için küçük gümrük dışı mağazalara izin verilmesi çok daha uygun
olacaktır” dedi.
Ağustos 2012
13
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 14
HABER
BİR TÜR DAHA YOK OLMADAN
Dünya Doğayı Koruma Birliği
(IUCN) tarafından yapılan son değerlendirmede nesli küresel ölçekte hassas konumuna giren yelkovan
kuşlarının sayısı hızla azalıyor. Yelkovan
kuşlarını korumak için acilen önlem
alınmaması halinde yelkovan kuşu kalmayacak ve İstanbul bir sembolünü
daha kaybedecek. Dünya Doğa Koruma Birliği tarafından yapılan değerlendirmeye göre
nesli küresel ölçekte hassas kategorisine giren yelkovan kuşlarının Türkiye’deki durumu bilinmiyor. Bir deniz
kuşu olan yelkovan, doğu ve orta Akdeniz’e özgü bir tür. Türün üreme ve
beslenme alanları büyük bir sır. Yunanistan, İtalya, Fransa, Tunus ve Malta'nın
ıssız küçük adalarında yuvaladıkları, İstanbul Boğazı’nı kullanarak Karadeniz’e
ulaştıkları, burada beslendikleri tahmin
ediliyor. Ancak bu bilgilerin doğrulanması için kuşun kullandığı alanlarda eş
zamanlı gözlemler yapmak
gerekiyor. Konuya ilişkin açıklama
yapan Doğa Derneği Bilim Koordinatörü Süreyya İsfendiyaroğlu, yelkovanların sayısının gün geçtikçe azaldığının
gözlendiğine dikkat çekerek şunları
söyledi: “Dünya denizlerinde balık popülasyonları bir biri ardına çökerken,
balıkla beslenen yelkovan kuşlarının
akıbeti de aynı şekilde oldukça dramatik. Akdeniz ve Ege’deki üreme kolonilerinde yelkovanların üreme başarısı
ne yazık ki artık çok düşük. Son 60
yılda kaybolduğu tespit edilen on koloni var. Bu kuşların Türkiye’de ki durumu ise hiç bilinmiyor. Bu konuyla
yakından ilgilenen Doğa Derneği yelkovan kuşlarının geleceği için çok yakında önemli bir çalışmaya başlayacak.
Ancak daha önemli olanı başta İstanbullular olmak üzere bu nadide canlıya
herkesin sahip çıkması. Aksi halde yelkovanlar sadece şiir mısralarında kalan
nostaljik canlılar olarak anabiliriz.” BELGRAD ORMANLARI İÇİN BİRLİK OLDUK
Marmara Belediyeler Birliği’nin organizasyonu ile Belgrad Ormanları temizleniyor. İstanbul 2012 Avrupa Spor
Başkenti programı kapsamında, ''Belgrad Ormanları Sürdürülebilir Çevre
Temizliği Projesi''ne ilçe belediyeleri
de büyük destek veriyor. Geniş katılımla başlayan temizlik ve bilinçlendirme çalışmalarına Bağcılar Belediye
Başkanı Lokman Çağırıcı da katıldı.
Belgrad Ormanları'ndaki çevre kirliliğine dikkati çekmek ve uzun süreçli
bir çevre temizliği gerçekleştirerek,
toplum bilincini sağlamayı amaçlayan
projenin koordinatörlüğünü Marmara
Belediyeler Birliği Çevre Yönetim Merkezi ile YUDOSK Spor Kulübü yürütüyor. Yaklaşık bir buçuk yıl devam
edecek proje ile Belgrad Ormanı’nın
temizlenmesi hedefleniyor. Temizleme
çalışmaları, Bahçeköy Ormanı Neşet
14 Ağustos 2012
Suyu Alanı'nda, Marmara Belediyeler
Birliği çalışanlarının yanı sıra YUDOSK
Spor Kulübü'nden temsilcilerin katıldığı
programda konuşan Marmara Belediyeler Birliği Başkanvekili ve Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı,
“Burada Birlik Başkanımız Recep Altepe de olmak istiyordu ancak programlarının yoğunluğu nedeniyle
katılamadı” dedi. Belgrad Ormanları’nın İstanbul’un akciğeri olduğunu
ifade eden Başkan Çağırıcı, “İstanbul’daki doğaseverlerin yoğun olarak
kullandığı parkurlardan biri olan Belgrad Ormanlarının ne kadar kirli olduğu
bilinmektedir. Bu kirliliği tüm proje ortakları ve gönüllü kurum ve kuruluşlar
ile birlikte temizlemek istiyoruz” dedi.
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 15
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
DÜNYA’DAN KISA KISA...
RUSYA’DA ENERJİ
VERİMLİ YAPILAR
MİCROSOFT “KARBON NÖTR”
OLMAYA BİR ‘TIK’ MESAFEDE
Haziran ayından itibaren karbon
nötr olma yolunda kalıcı adımlar
atmayı hedefleyen Microsoft, sahip
olduğu her iş biriminin karbon
emisyonu için bir bedel koyacağı
belirtildi. Veri merkezlerinden program
geliştirme laboratuarlarına, ofis
yapılarından hava ulaşımına kadar her
alanda karbon nötr olmayı hedefleyen
Microsoft, bu uygulamaları, iş birliği
içinde bulunduğu yüzden fazla ülkeler
için geçerli olduğunu belirtiyor.
BİRKAÇ BARDAK KAHVE
FİYATINA DAHA İYİ BİR
KARBON AZALTIMI HEDEFİ
İngiltere Enerji ve İklim Değişimi
Bakanlığı tarafından görevlendirilen
Bloomberg New Energy Finance’in
(BNEF) yaptığı araştırmaya göre, Avrupa Birliği’nin 2020 Karbon Düşürme Hedefi kriterlerinin daha
iyisinin yapılabilmesi için yıllık kişi başı
sadece 7-9 € (Euro) ek maliyetin olacağını ortaya koydu. Sonuçları Nisan
2012’de açıklanan analize göre,
AB’nin yıllık 3.5 milyar € daha fazla
harcama yapması durumunda 2020
yılın için hedef koyulan %20 karbon
azaltımı hedefini %30’a çıkartabilecek.
JAPONYA YEŞİL
ENERJİDE %13’LÜK
YÜKSELİŞ HEDEFLİYOR
Japonya hükümeti Nisan 2012
yılında yaptığı açıklamaya göre, Mart
2013 tarihine kadar konutlarda
yenilenebilir enerji kapasitesini %13
oranında artırmayı hedefliyor.
Ekonomi, Ticaret ve Endüstri Bakanlığı
şu anda 18,750MW olan sürdürülebilir
enerji kapasitesini, solar, jeotermal,
rüzgar, hidroenerji ve biyokütle
enerjilerinde yapılacak yükseltmeler ile
2,500MW daha fazla olması
amaçlanıyor. Enerjisinin %9’unu
yenilenebilir kaynaklardan sağlayan
Japonya, Fukushima felaketinden sonra
yaşanan nükleer sorunun yarattığı
enerji açığını da yenilebilir enerji
kaynaklarından kapatmayı planlıyor.
NORVEÇ’DE ELEKTRİKLİ
ARACA BÜYÜK İLGİ
Japon araba firması Nissan’ın Norveç’te piyasaya sürdüğü elektrikli araba
modeli Nissan LEAF, altı ay içinde bin
adet sattı. Ülkede ikinci en çok satan
araç olmayı başaran elektrikli araçlar,
Norveç hükümetinin elektrikli araçlar
için uyguladığı vergi indirimleri ve teşviklerin bir sonucu.
Norveç’te Katma Değer Vergisi’nden muaf tutulan elektrikli araçlar,
aynı zamanda Oslo’da otobüsler için
ayrılan hattı kullanabiliyor ve park için
para ödemiyorlar.
Dünya çapında sürdürülebilir inşaat
sektörünün 2035 yılına kadar 1.3 trilyon dolara ulaşacağı düşünülüyor. Batı
Avrupa ve ABD yeşil bina tasarımında
büyük bir yol kat ederken diğer ülkeler çok daha yavaş ilerliyor. Rusya, yeşil
inşaat alanında atağa geçmeye başlayan ülkeler arasında yer alıyor. LEED
ve BREEAM yeşil bina değerlendirme
kriterlerinde bulunan enerji verimliliği
kriterlerine denk yeni yasa düzenlemelerini hayata geçiren Rusya, yeşil inşaat sektöründe önemli adınlar atmaya
başladı. Siemens’in Moskova’da bulunan merkez binası Rusya’daki ilk LEED
sertifikalı yapı olma özelliğine sahip
oldu. Sovyet Birliği zamanından beri
enerji maliyetlerinin çok düşük olması,
ülkede enerji verimli yapıların ilgi görmemesinin başlıca nedeni olarak görülüyor.
GEMİ TAŞIMACILIĞIN
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK DALGASI
Gemi taşımacılığı endüstrisi liderleri
sürdürülebilirlik adına cesur bir adım
atma kararı aldı. Singapur’da buluşan
sektör liderleri, endüstrinin olumsuz
çevre etkilerini azaltmak amacıyla bir
çalışma planı hayata geçirdiler.
Sustainable Shipping Initiative’in
(Sürdürülebilri Gemi Taşımacılığı Girişimi, SSI) 16 üyesi, kar gütmeyen organizasyonlar olan Forum for The Future
ve WWF ile ortaklaşa geliştirdikleri çalışmada 4 ana hedef belirlendi. Hedeflerin amacı 2040 yılında çevresel ve
finansal sürdürülebilirliği sağlanmış bir
endüstri olmak.
OLİMPİK PARK, ALTIN
STANDARD HEDEFLİYOR
Londra’da 2012 yazında
gerçekleşecek olimpiyatlardan sonra,
İngiltere Hükümeti sürdürülebilirlik
adına önemli adımlar atmayı planlıyor.
Olimpiyat Park’ında gerçekleşecek
etkinlikten sonra alanda inşaat
edilmesi planlanan 8 bin konutun sıfırkarbon ve aynı zamanda su tasarruflu
yapılar olması planlanıyor.
Olimpiyatlardan sonra alanın 225
hektar büyüklüğünde, beş kalıcı spor
tesisinin bulunacağı bir alan olması
planlanıyor. Alanın yaklaşık yarısının
açık alan olarak bırakılması planlanan
arazide ayrıca 45 hektar büyüklüğünde
doğal yaşam alanı, bisiklet yolları ve
suyolları olması hedefleniyor.
Haziran
H
2012
Aağzuisr
toasn202
1021
15
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 16
GÜNCEL
DOĞAYI GELECEK KUŞAKLARDAN ÖDÜNÇ ALDIK
YAKIN TARİHTEN BU YANA TOHUM TAKAS ETKİNLİKLERİ VE ŞENLİKLERİ, KENTLERDE TOHUM
EKİM-DİKİM ATÖLYELERİ GİDEREK ARTIYOR. ÇEŞİTLİ KURUMLAR EKOLOJİK TARIM, BİYOÇEŞİTLİLİK,
GIDA GÜVENLİĞİ, ALTERNATİF GIDA ÜRETİMİ / TÜKETİMİ KONULU ETKİNLİKLER DÜZENLİYOR.
Bütün bu çalışmalar geleneksel
tohuma karşı kendini sorumlu
hissedenlerin hayata geçirdiği
çalışmalar. Emanetçiler Derneği de
kaybolmakta olan tohumların
emanetini üstlenerek gelecek
nesillere aktarılması konusunda
çalışmalar gerçekleştiriyor. Peki,
elimizde veya köylerde bulunan bu
eski tohumlar nelerdir? Ticari çeşitler
ile köy tohumları arasındaki farklar
nedir?
Emanetçiler Derneği Yönetim
Kurulu Başkanı Tracy Lord Şen, köy
çeşidi tohumun tespitinin laboratuar
aletleriyle, ölçü teknolojisiyle değil
gözle, damakla, yetiştirme sürecinin
hafızadaki ayrıntılarıyla yapıldığını ve
başkalarına anlatılarak aktarıldığını
söylüyor.
T
TOHUMLAR SİZE EMANET!
Emanetçiler Derneği eski tarihten
bu yana bahçe ve tarla çeşitlerini
tanımaya ve onları tanıtmaya çalışıyor.
İlk köy ziyaretlerini 2006 yılında
gerçekleştiren dernek, o tarihten bu
yana tohumların korunması yönünde
çeşitli çalışmalarda bulunuyor. Bu
çalışmalardan bir tanesi de UNDP
(BM)’in GEF (Çevre İçin Konsorsiyum)
fonuyla Türkiye SGP (Küçük Destek
Programı) ofisinin verdiği destekle
Balkon Bahçeleri projesi. Proje ile
şehirde yaşayan insanlar tohumların
atalık çeşitleriyle tanıştırılmış. Aynı
zamanda Balıkesir belediyesinin
desteğiyle de geleneksel ürünler
tüketicilerle anlatılmış. Tracy Lord Şen,
dernek olarak tohum paylaşım
etkinlikleri düzenlediklerini, sunumlar
ve atölyeler hazırladıklarını söylüyor.
Herkese açık 150 birey ve kurumun
katıldığı Tohum Ağı’nın iletişim
sekreteryasını yürüttüklerini belirten
Şen, “Kırsalda ise Kars’tan
Çanakkale’ye, Çorlu’dan Datça’ya
kadar yerel tohumlara yerel destek
prensibini benimseyen aile, birey,
dernek, sendika, belediye, üretici,
hobist olarak 30 adet tohum ambarı
şu anda araştırmalar, ekimler ve
paylaşımları yapıyor” diyor.
KÖY BİTKİLERİ BİRAZ ANARŞİST
Şen, ticari ve geleneksel tohumların
arasında ki farkları ise şu şekilde
özetliyor; “Ticari tohumlar uluslararası
standartlara göre “standart”
olmaları gerekiyor. Çünkü gıda
endüstrisi, sonra tüketici standartların
üstünlüğünü kabul etti. Ayrıca
bitkilerde mülk hukuku tek ve
tartışılmaz, değişmeyen ve standardize
izahlara dayanıyor. Oysa ki bizim köy
bitkileri bunlara göre biraz anarşist!
Birbirinden farklıdır, değişkendir, yani
yerinde durmaz. Köy çeşitleri bu kadar
titiz olamaz. Genetik yapısı geniş, bir
sürü özellik gösterebilir. Geç
olgunlaşan, erken olgunlaşan, ufak ve
uzun boylu olan, ürünler arasında tat
farklılıkları olan bitki barındırabilir.
Geleneksel çiftçi için ufak tefek farklılar
16 Ağustos 2012
problem değil hatta birçok açıdan
avantajdır aslında. Daha geniş özellikler
yelpazesi ile geleneksel ıslah yolu olan
“seleksiyon” yapabilirsiniz. Ticari bitkiler
belli üstün özellikler için ıslah edilmiş
olabilir fakat sabitlenmiştir. Ticari
tohumlarda seleksiyon imkanları
kısıtlıdır.”
İŞİMİZ ÇOK AMA BİR O KADAR RUH,
DAMAK VE BEDENİ DOYURUYOR
Ahlattan yüzlerce armut çeşidinin
çıkarılmasının temelinde bu seleksiyon
imkanı olduğunu da sözlerine ekleyen
Şen, günümüzdeki köylerde ev ev eski
tohumların terk edilmesi nedeniyle
çeşitler arasındaki özelliklerin, tür
tanımlarının hafızalardan silindiğini
söylüyor. Şen, “Birkaç yıl önce
tohumlarını paçavralardan, pet
şişelerinden çıkara çıkara adıyla
sayabilen köylüler, şimdi “Ne bileyim,
domata işte” der, geçer. İnsanlarda
görülen bu karmaşa doğal olarak
bahçelerde de görülüyor” diyor.
İlgilenen herkesin atalarımızın
tohumlarının yaşamasında kendi
anladığı biçimde rol alabildiğini
belirten Şen, “Kentlilere yönelik kent
bahçeleri çalışmaları yayılıyor. Çoğalan
halka, açık kaynaklardan tohum bulup
çoğaltıp eş-dost ile tohum
şenliklerinde tohumlarını paylaşabilir,
bunların yaşam mücadelesini anlatmak
için eline geçen fırsatları kullanabilir.
Kırsaldaysa köy ziyaretleriyle yöresel
bitkilerini, kullanıcılarıyla beraber
tanıyabilir, dayanışma yolları arayabilir”
diyor.
Tüketicilerin her geçen gün temiz
gıda, yöresel ve geleneksel tat
arayışlarının arttığını dile getiren Şen,
geleneksel tohumu kullanana çiftçinin
pazardaki yeri her geçen gün zora
girdiğini söylüyor. Şen bu noktada
gönüllü organizasyonların bu iki ucu
bir araya getirme noktasında çaba sarf
etmeleri gerektiğini dile getiriyor ve
ekliyor, “İşimiz çok ama bir o kadar
ruh, damak ve bedeni doyuruyor,
bundan dolayı bu çalışmalara herkesi
davet ediyoruz”. ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 17
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
MEKSİKA KÖRFEZİNDE NELER OLMUŞTU?
MEKSİKA KÖRFEZİ'NDE İKİ YIL ÖNCE MEYDANA GELEN PETROL
SIZINTISININ ÇEVRESEL ETKİLERİ YENİ YENİ ORTAYA ÇIKMAYA BAŞLADI.
GAZETECİ JORDAN FLAHERTY KONU İLE İLGİLİ KALEME ALDIĞI YAZISINDA
KAZANIN GERÇEKLİĞİNİ ORTAYA KOYMAYA ÇALIŞIYOR.
Gazetecİ Jordan Flaherty
20 Nisan 2010'da BP'nin (Transocean ve Halliburton şirketleri ile birlikte) Meksika Körfezi'nde
gerçekleşen kaza sonrası umursamaz
tavırlarını eleştiren gazeteci Flaherty,
sualtı kameraları aracılığıyla üç ay boyunca yüzmilyonlarca litre petrolün
denize nasıl karıştığını ve bunun durdurulması için başarısız çabaları izlediklerini belirtiyor.
Aradan geçen iki yıllık süre içerisinde bölgede değişen pek bir şey olmadığını altını çizen Flaherty, kimyager
Wilma Subra tarafından bölgede gerçekleştirilen araştırma sonuçlarını
yansıtıyor. “İnsanlar petrolün hala
orada olduğunun farkında olmalılar”
diyen Subra, araştırma esnasında karşılaştığı görüntülerin, BP tarafından
yansıtılan görüntülerden çok farklı olduğunu ve felaketin daha başlangıç
aşamasında olabileceğine inandığını
belirtiyor. Subra, körfezde görüştüğü
balıkçılarda gözsüz karideslerle, yaralı
balıklarla, kabuklarında delikler olan
yengeçlerle karşılaştığını da belirtiyor.
Gazeteci Flaherty, yayınladığı makalesinde bölgede faaliyet gösteren aktif
bir çevre örgütü olan Körfez Yenileme Ağı Yardımcı Direktörü Aaron
Viles’ın açıklamalarına de yer veriyor.
Viles, “Hepsini topladığınızda, petrolün hâlâ ekosistemin içinde olduğu ve
hâlâ etkisi olduğu açıkça görülüyor”
diyor. Petrol sızıntısından etkilenen
bölge insanlarının açtıkları davada 7,8
milyar dolarda uzlaşıldığını ve bu mik-
tar mahkeme hakiminin onayını beklediğine dikkat çeken Flaherty, bölgede
bulunan çevreci örgütlerin uzlaşma
adına erken olduğunu, etkilerin ortaya
daha ileri bir tarihte çıkacağını belirtiyor.
Makalede, sızıntı sonrasında BP’nin
Körfez'e yaklaşık 9 milyon litre kimyasal seyreltici döktüğü bilgisi yer alıyor.
BP bu kimyasalların petrolü parçalayacağını söylüyor ancak kimi bilim insanları bunun petrolü sadece daha az
görünür hale getirdiğini, zehri besin
zincirinin daha da derinlerine ilettiğini
söylüyor.
Körfez'de balıkçılığın ekonominin
büyük bir parçası olduğunu ve ABD
kaynaklı deniz ürünlerinin yüzde 40'ı
buradan geldiğinin altını çizen Flaherty,
yaşanan sızıntının balıkçıları kötü etkilediğine dikkat çekiyor. Flaherty, Birleşik
Ticari Balıkçılar Birliği başkanı George
Barisich’in de görüşlerine yer veriyor.
George Barisich, BP sızıntısı ile birlikte
birçok balıkçının Katrina Kasırgası'nın
etkisinden toparlanamadığını belirtiyor.
Barisich, şimdi ise birçokları evlerini
kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını, sızıntından bir sene öncesine kıyasla üretimin normalin yüzde 70
altında indiğini belirtiyor.
Makalede çevrecilerin ve bilim insanlarının Obama yönetimini, Körfez
Kıyısı'nı kaderine terk etmekle suçladıklarını belirten Flaherty, Avrupa ve
Amerika'da ofisleri bulunan Oceana
adlı doğa koruma grubunun, ABD hükümetinin reformlarını eleştiren ve reformların etkili olmadığını belirten bir
rapor yayınladıklarını da belirtiyor. Ağustos 2012
17
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 18
GÜNCEL
ÖĞRENCİLER
BİR ŞEYLER YAPIYOR
İTÜ Gönüllülük Kulübü
İTÜ GÖNÜLLÜLÜK KULÜBÜ, BU GÜNLERDE BİRÇOK PROJEYE İMZA ATIYOR. KIYI KÖŞE PROJESİ İLE
MADDİ DURUMU YETERSİZ OLAN ENGELLİ INSANLARIN ENGELLERİNİ KALDIRIRKEN, UMUT OKULU
PROJESİ İLE YARDIMA İHTİYACI OLAN OKULLARA MALZEME GÖTÜRÜYOR.
ir Başka Yol, Kıyı Köşe İTÜ, Hayalimi Paylaş
gibi projelere imza atan İTÜ Gönüllülük
Kulübü, birkaç gönüllü insanın istenildiğinde
neler başarabileceğini kanıtlıyor. Türkiye’nin
birçok ilinde etkinlikler düzenleyerek çalışmalarını
sürdüren gönüllüler, özellikle çocuklar, engelliler ve
maddi durumu iyi olmayan insanlara ulaşarak geleceğe biraz daha umutla bakmalarını sağlıyor.
B
BİR BAŞKA YOL PROJESİ
Bir Başka Yol Projesi, İTÜ Gönüllülük Kulübü çatısı
altında 6.senesini dolduran bir sosyal sorumluluk projesi. Proje kapsamında çeşitli maddi ve manevi
olanaksızlıklar yüzünden dershaneye gidemeyip, YGS
– LYS sürecinde bulunan lise son sınıf öğrencilerine
çoğunluğu İstanbul Teknik Üniversitesi Ayazağa yerleşkesinde olmak üzere çeşitli fakültelerde dersler veriliyor ve yapılan çalışmalarla öğrencilere derslerin
işleyişiyle beraber sosyal sorumluluk bilinci aşılanmaya
çalışılıyor. Proje tamamen gönüllülük esasına göre
İTÜ’lü öğrenciler tarafından sistemleştirilmiş, işleyişinin
ve derslerin yapılma planı bu gönüllü öğrenciler tarafından haftalık toplantılarla denetleniyor ve sürdürülmeye
çalışılıyor.
KIYI KÖŞE İTÜ
Gönüllülük Kulübü’nün projelerinden biri olan Kıyı
Köşe İTÜ; İstanbul’un çeşitli bölgelerindeki maddi durumu yetersiz ve tekerlekli sandalyeye bağımlı olan engelli(ENGELSİZ) insanları akülü araç yardım
kampanyası ile tekrardan aktif olarak hayata kazandırmayı hedefliyor. Proje ise şu şekilde işliyor; Kıyı Köşe
İTÜ sponsorlara ait görselleri internet aracılığıyla (facebook, twitter) yayınlanıyor. Proje, sponsorun reklamı
olabildiğince kişiye ulaştırılarak yapılıyor ve
karşılığında engelli insanlara verilmek üzere akülü araç
18 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 19
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
temin ediliyor. Sosyal medyada paylaşılan görseller
beğeni ve paylaşım konusunda belirlenen sınıra
ulaşınca kampanya sona eriyor. İhtiyaç sahibine de
akülü araç teslimi gerçekleştiriliyor.
ve Osmaniye-Çatak (2011/Ekim) ilköğretim okullarına
yardım götüren Umut Okulu’nun sıradaki okulları ise
Haziran ayında gidilecek olan Adıyaman’daki Yedioluk
ve Kozan ilköğretim okulu olacak.
NAR HAREKATI
YAŞAYAN KÜTÜPHANE
Nar Harekatı, İstanbul Teknik Üniversitesi Gönüllülük
Kulübü bünyesinde bulunan bir sosyal sorumluluk projesi. Nar Harekatı projesi yetiştirme yurtlarındaki 12-17
yaş arası ilköğretim öğrencilerinin ders dışındaki
eğitimler sonucunda kazanmış oldukları deneyim ve
bilgileri hayat boyu uygulamaları, yaşadığı dünyaya ve
topluma duyarlı, faydalı ve toplumla iletişim gücü yüksek bireyler yetiştirilmesini amaçlıyor. Üniversite öğrencisi genç gönüllülerin birer rol model olarak öğrenciler
tarafından benimsenmesi, şiddet kullanmadan iletişim
kurabilme yeteneği kazandırılması, gönüllülük ve
sosyal sorumluluk bilincinin aşılanması ve bilinçli bir
toplum oluşumuna yardımcı olunarak projeyi yürüten
ve destekleyen gönüllülerle ilköğretim çağındaki
çocukların arasında iyi bir paylaşım ortamı oluşturması
hedefleniyor. Bu amaçlar doğrultusunda proje kapsamında son 2 senedir Halkalı Erkek Yetiştirme
Yurdu’nda çalışmalar sürdürülüyor.
Yaşayan kütüphane ilk defa “Şiddeti Durdurun”
(Foreningen Stop Volden) adlı kuruluş tarafından 2000
yılında Roskil Festival alanında kuruldu. Daha sonra
Avrupa Konsey’inin desteğiyle birçok ülkede birçok
festival alanında tekrarlandı. Türkiye’de ilk defa Toplum
Gönüllüleri Vakfı ve Gençlik Çalışmaları Birimi tarafından 2007 yılında “barışarock” festivalinde gerçekleştirildi. Gönüllülük Kulübü, eğitim konusunda Toplum
Gönüllüleri Vakfından destek alarak ilk yaşayan
kütüphaneyi, 10-11 Mayısta gerçekleştirdi. Yaşayan
Kütüphane; kişi ve gruplara karşı ayrımcılığa neden
olan önyargılarla ilgili farkındalık yaratmak ve yapıcı
diyaloglar sağlamayı amaçlıyor. Yaşayan kütüphanenin
diğer kütüphanelerden farkı ise kitaplarının gerçek insanlar oluşuyor olması. Yaşayan kütüphane herhangi
bir grubun veya kültürün temsil edildiği bir etkinlik
değil.
HAYALİMİ PAYLAŞ
Hayalimi Paylaş İTÜ projesi 3-18 yaşları arasında
olan ve yakalandığı amansız hastalık sebebiyle hayatta
kalma mücadelesi veren hasta çocukların dileklerini
yerine getirebilmeyi, imkansız olarak gördükleri hayalleri gerçeğe dönüştürerek onlara umut verebilmeyi
hedefleyen bir proje. Bir Dilek Tut Derneği vasıtasıyla
dilek çocuğu belirleniyor, daha sonra dileği gerçekleştirmek için gereken maddi kaynağı sağlamak üzere
üniversite etkinlikler düzenleniyor. Dilek için gerekli
kaynak elde edildikten sonra gerekli hazırlıklar
yapılarak dilek çocuğunun hep gülümseyerek hatırlayabileceği bir gün geçirilmesi hedefleniyor. Hayalimi
Paylaş İTÜ ilk dileğini 12 Mayıs 2012’de dilek çocuğu
Adnan’ın “İtfaiyeci olmak istiyorum” dileğiyle gerçekleştirmişti.
UMUT OKULU
Gönüllülük Kulübü’nün bir başka projesi olan Umut
Okulu, zor koşullarda eğitim almakta olan köy
okullarındaki öğrencilere yardım etmeyi hedefliyor. Bu
amaçla yardıma ihtiyacı bulunan okulu/okulları belirleyip; mezun derneklerinden, firmalardan, öğretim
üyeleri ve öğrencilerden gelen kıyafet, ayakkabı, kitap
ve kırtasiye malzemesi, oyuncak gibi yardım
malzemeleri toplanıyor. Daha sonra proje ekibi bu
yardımları kendi elleriyle bölgeye ulaştırıyor. Bir diğer
amacı yapılan yardımların devamlılığını sağlamak olan
Umut Okulu, “gönüllülük” kavramını da olabildiğince
yaymaya çalışıyor ve ulaşılan öğrencileri de birer
“gönüllü” olmaya teşvik ediyor. Daha önce MersinDereköy (2010/Ekim), Çorum-Çerkeş (2011/Haziran)
www.ikibin50dergisi.org
Proje ise şu şekilde hayata geçirilmiş; öncelikle
gönüllüler, demokrasi ve insan hakları alanında eğitim
almış. Ardından anket çalışmaları gerçekleştirerek
çevredeki insanların ön yargılarının neler olduğu aşağı
yukarı tespit edilmeye çalışmış. Sonrasında bu anketlerde çıkan sonuçlara göre kitapları aramaya
başlamışlar. Bunun yanı sıra kaynak araştırması
gerçekleştirmeye başlamışlar. Kaynak elde edebilmek
için konser organize edilmiş. Bu konser büyük ölçüde
ihtiyaçları olan geliri karşılamış. Yaşayan kitaplar da bulunduktan sonra son hazırlıklar tamamlanarak etkinlik
gerçekleştirilmiş. İTÜ Ayazağa Kampüsü’nde festival
alanında gerçekleşen yaşayan kütüphanede toplam
505 oturumda 1079 okuma gerçekleştirilmiş.
GÖNÜLLÜ ZİRVESİ
Gönüllü Zirvesi, İTÜ Gönüllülük Kulübü'nün bu sene
28-29 Nisan tarihlerinde ikincisini düzenlediği, her
sene farklı bir tema çerçevesinde gönüllülük faaliyetlerini tanıtmayı amaçlayan organizasyon. Gönüllülük
Kulübü kendi yürüttüğü projelerin dışında, öncelikle
İTÜ olmak üzere diğer üniversite öğrencilerine ve
katılımcılara gönüllülük alanında yapılabilecek faaliyetleri tanıtmak ve gönüllülük bilincini yaymak amacıyla
Gönüllü Zirvesi organizasyonunu 2011 Avrupa Gönüllülük Yılı’nda hayata geçirildi. Geçtiğimiz sene "Sosyal
sorumluluk, sosyal girişimcilik ve gönüllülük" temasıyla
ilki gerçekleştirilen Gönüllü Zirvesi'nin bu seneki teması
"Doğa ve Çevre" olarak belirlendi. Doğa Derneği, Buğday Derneği, ÇEVKO, EkoIQ Dergisi, EkoYapı Dergisi,
Doğa İçin Çal ve Güven İslamoğlu gibi birbirinden
değerli konuşmacıların katıldığı Gönüllü Zirvesi 2012,
28-29 Nisan tarihlerinde İTÜ Süleyman Demirel Kültür
Merkezi'nde gerçekleştirildi.
Eğer siz de bu kampanyaları desteklemek istiyorsanız,
oguzhansimsir@gmail.com ile iletişime geçebilirsiniz.
Ağustos 2012
19
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 20
GÜNCEL
RIO+20 ZİRVESİ
RİO+20 ZİRVESİ
UZUN SÜREDİR BEKLENEN RİO+20 ZİRVESİ HAZİRAN AYINDA GERÇEKLEŞTİRİLDİ. KİMİ ÇEVRELER
ZİRVEYİ BAŞARISIZ BULURKEN KİMİLERİ DE ÇIKAN SONUÇTAN MEMNUN OLDUKLARINI BELİRTTİ.
RESMİ OLARAK 13 HAZİRAN’DA BAŞLAYAN VE 22 HAZİRAN’DA SONA EREN ZİRVEYE 100’ÜN
ÜZERİNDE ÜST DÜZEY DEVLET YETKİLİSİ KATILDI.
20 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 21
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
Umut mu?
yeni bir hayal kırıklığı mı?
M Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nın
resmi açılışını Brezilya Devlet Başkanı Dilma
Rousseff 13 Haziran Çarşamba günü yaptı.
“Çevre bir propaganda aracı değildir,
vizyon oluşturmanın bir parçasıdır,” diyen Rousseff,
hazırlık toplantılarını (PrepCom) başlatmış oldu. Hazırlık
toplantılarının ardından 16 – 19 Haziran tarihleri
arasında, üst düzey toplantılar öncesinde sivil toplum,
özel sektör, bilim çevreleri ve diğer ana grup
temsilcileri bir araya geldi. Son olarak da 20 – 22
Haziran’da üst düzey toplantılar gerekleştirildi.
B
Zirvede yaşanan ilk gerginlik, müzakereler ile ilgili
günlük raporlar yayımlayan tek sivil toplum grubu olan
Üçüncü Dünya Ağı’nın (Third World Network) gelişmiş
ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler tarafından yapılan
‘yeni ve ek finansal kaynaklar’ tekliflerine şiddetli bir
biçimde karşı çıkması oldu. Bu durum, G77 ve Çin
grubu adına konuşan Pakistan’da büyük bir hayal
kırıklığına neden oldu. Pakistan konuyla ilgili olarak
daha fazla tartışmanın bir anlamı olmadığını ve en
iyisinin finans faslının tamamen görüşmelerden
çıkarılması gerektiğini belirtmesi, gerginlik
yaşanmasına neden oldu. Üçüncü Dünya Ağı, ayrıca
müzakereler ile ilgili bir rapor yayınladı. Raporda, ‘yeşil
ekonomi’ üstüne yapılan tartışmalara ve bu konuda
yaşanan anlaşmazlıklara değindi.
ARTAN KÜRESEL NÜFUS UYARISI
Rio+20 Dünya Zirvesi öncesi, aralarında İngiltere’nin
önde gelen bilim topluluklarından olan Kraliyet
Cemiyeti’nin (The Royal Society) de olduğu 105 kurum
tarafından hazırlanan ortak rapor, müzakerecileri siyasi
engelleri ortadan kaldırmaları ve artan küresel nüfus ve
tüketim sorunu konusunda uyardı. Dünyanın önde
gelen bilim akademileri yaptıkları açıklamada
Rio+20’nin nüfus ve tüketim konusunda kesin kararlar
ile tamamlanması gerektiğini belirtti. Yayımlanan ortak
raporda zengin ülkelerin sürdürülebilir olmayan hayat
biçimlerinden vazgeçmeleri gerektiği ve gelişmekte
olan ülkelere nüfus kontrolü konusunda destek
verilmesi gerektiği bildirildi.
www.ikibin50dergisi.org
EKONOMİK KRİZ BAHANE EDİLMEMELİ
ÜÇÜNCÜ DÜNYA AĞI’NDAN
(THIRD WORLD NETWORK)
MEENA RAMAN’A GÖRE
RİO+20 MÜZAKERELERİNDE
ABD’NİN ŞIMDİYE KADARKİ
DURUŞU VE İKLİM
DEĞİŞİKLİĞİ
GÖRÜŞMELERİNDEKİ TAVRI
GÖZ ÖNÜNE ALINDIĞINDA
OBAMA’NIN ZİRVEYE
KATILMIYOR OLUŞU ASLINDA
OLUMLU BİR GELIŞME.
Hazırlık toplantıları sürerken, gelişmekte olan ülke
müzakerecileri zengin ulusların sürdürülebilir kalkınma
yolundaki çalışmalarında kendilerine finansal destek
vermesi konusunda ısrarcı davrandı. Brezilyalı bir
diplomat yaptığı açıklamada Avrupa’daki ekonomik
krizin bir bahane olarak kullanılmaması gerektiğini ve
sürdürülebilir kalkınma için yeterli fonların
bulunamadığını söyledi. Gelişmekte olan ülke
müzakerecileri ‘yeşil ekonomi’ konusunda süren
görüşmeleri yarıda bıraktı. Sebep olarak ise, zengin
ülkelerin para ve teknoloji transferi konularını eklemeyi
reddetmeleri gösterildi. Gelişmekte olan ülkelerin
oluşturduğu G77 bloğu ve Çin, nakdi ve entelektüel
sermayenin istenen değişimlerin sağlanabilmesi için
kritik bir öneme sahip olduğunu açıkladı. Yenilebilir
enerji alanında yeşil iş imkanları yaratmanın, daha
sürdürülebilir bir tarım düzenine geçmenin ve fosil
yakıtları terk etmenin de bunlara bağlı olduğu belirtildi.
Ağustos 2012
21
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 22
GÜNCEL
RIO+20 ZİRVESİ
Üçüncü Dünya Ağı’ndan (Third World Network)
Meena Raman’a göre Rio+20 müzakerelerinde
ABD’nin şimdiye kadarki duruşu ve iklim değişikliği
görüşmelerindeki tavrı göz önüne alındığında
Obama’nın zirveye katılmıyor oluşu aslında olumlu bir
gelişme. Raman “ABD özellikle teknoloji transferi
konusunda görüşmeleri zayıflatıyor. ‘Transfer’
kavramının ne anlama geldiği konusunda net bir
fikirleri bile yok. ABD’nin duruşu düşünülünce
Obama’nın veya ABD’li başka bir liderin Rio’ya
gelmesini istemiyoruz. ABD’nin gerçekten liderlik
yapmak istediğine veya gezegeni ve yoksulları
kurtarmak istediğine inanmıyoruz. Bu yüzden
Obama’nın evde kalması belki de en iyisi” dedi.
İLK AŞAMANIN ARDINDAN
Birleşmiş Milletler, Rio+20 sonuç belgesi üzerine
yapılan müzakerelerin son gününde teşvik edici ve
cesaret verici gelişmeler yaşandığını açıkladı. Rio+20
Genel Sekreteri Sha Zukang yaptığı açıklamada
gruplara ayrılarak çalışan müzakerecilerin metnin
%37’si üzerinde anlaşmaya vardıklarını söyledi. Rio+20
Sekreteryası Başkanı Nikhil Seth konferansın artık yeni
bir döneme girdiğini açıkladı. Seth yaptığı basın
toplantısında metin üzerinde ilerleme sağlanmasına
rağmen henüz çözüme ulaşmamış önemli konular da
olduğunu söyledi. Bu konular arasında 20 yıl önce Rio
Zirvesi’nde ortaya konan teknoloji transferi, gelişmekte
olan ülkeler için finansman sağlanması ve kapasite
artırımı gibi bazı kararların yeniden gözden geçirilmesi
de var. Prepcom III’ün tamamlanmasının ardından
Sürdürülebilir Kalkınma Diyalogları 16 Haziran’da
başladı.
“OBAMA’NIN EVDE KALMASI
BELKİ DE EN İYİSİ”
Bush’un 1992’deki tavrından sonra Obama’nın
Rio+20’ye katılmaması aktivist gruplar tarafından bir
kayıp olarak değerlendirilmedi. Rio’da 1992 yılında
düzenlenen Dünya Zirvesi’ne son anda katılan ve sera
gazı salımlarından kirliliğe, dünyadaki en ağır çevre
sorunlarından sorumlu olarak ABD’nin görülmesine
karşı ülkesini savunan bir cevap veren Bush, yedi
dakikalık konuşmasında özür dilemeye gelmediğini ve
bazen liderliğin yalnız kalmak olduğunu söylemişti.
Ancak bugün, 20 yıl sonra, Bush gibi seçim
hazırlığında olan Obama, Rio+20’ye katılmayacağını
açıklayınca BM’yi hayal kırıklığına uğrattı.
22 Ağustos 2012
“RIO’DA BU KADAR
CESARETTEN UZAK BİR
METİN KABUL EDİLMİŞ
OLMASI BİR UTANÇTIR.
ÜREME HAKLARIMIZ İLE
İLGİLİ BİR CÜMLE BİLE YOK.
KADINLARIMIZ İÇİN YÜKSEK
KOMİSER HALEN ATANMADI.
NÜKLEER ENERJİ VE
MADENLER İLE İLGİLİ BİR
MADDE YOK. RIO SONUÇ
BELGESİ ŞU ANDA ACİLEN
ÇÖZÜLMESI GEREKEN
HİÇBİR SORUNA ÇÖZÜM
BULMUYOR”
Çevreci gruplar Pazar günü yaptıkları açıklamada
çevre sorunlarını ortadan kaldırmak ve artan
yoksulluğu durdurmak için yapılabilecek çalışmaların
zamanla ilgili baskılar yüzünden gerekli önem verilerek
ele alınmadığı konusundaki endişelerini belirtti. Üç gün
süren üçüncü hazırlık toplantısının ardından metin
üzerindeki çalışmaları düzenleme görevini alan Brezilya
19 Haziran Salı gününe kadar çalışmaların
tamamlanacağını söyledi. Fakat STK’lar yeşil ekonomi
ve finansman üzerinde yoğunlaşan tartışmaların
belgenin bütününü zayıflatabileceğini düşünüyor. WWF
(Doğal Hayatı Koruma Vakfı)’dan Lasse Gustavsson
“Metinde zayıf kelimelerin, eyleme geçmeye yönelik
kavramlara karşı 514’e 10’luk bir skorla kaybettiğini
görmek mümkün. Metinde ‘teşvik etme’ kelimesi 50
kez kullanılırken, ‘zorunda olmak’ üç kere kullanılmış.
Görünen o ki müzakereciler ‘destek’ kelimesini de çok
seviyorlar zira bu kelime de 99 kez kullanılmış.
Geleceğe yönelik ‘yapacağız’ ise sadece beş kere
karşımıza çıkıyor” dedi. Müzakerelerin Brezilya’ya
devredilmesinin ardından ülkelerin üstünde daha rahat
çalışabilmesi için danışma sürecinden geçen ve
kısaltılmış bir metin ortaya koydu. Rio+20 temsilcisi
Pragati Pascale yaptığı açıklamada, kısaltılmış metnin
daha zayıf bir metin anlamına gelmediğini, metnin yeni
halinin üye ülkelerin geçtiğimiz haftalarda anlaştığı ve
farklı fikirler ortaya koyduğu noktaları bire bir
yansıttığını söyledi.
RIO’DA SÜRDÜRÜLEBİLİR BORSA GİRİŞİMİ
Aralarında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası,
Johannesburg Menkul Kıymetler Borsası, Mısır
Borsası, NASDAQ OMX gibi önemli borsaların
bulunduğu beş borsa kendi piyaslarında uzun
dönemli, sürdürülebilir yatırımlar yapacakları
konusunda taahhütte bulundu. Konuyla ilgili bir
açıklama yapan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası
CEO’su İbrahim Turhan “Biz borsaların şirketleri
‘Çevresel, Sosyal ve Kurumsal Yönetim’ (ESG)
uygulamalarını kullanmaları gerektiğini, böylece
sorumluluk sahibi bir yatırım ortamı yaratıp,
yatırımcıların sürdürülebilirlik hassasiyetine sahip
şirketleri ödüllendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu
yüzden Sürdürülebilir Borsalar (SSE-Sustainable Stock
Exchanges) girişimini destekliyoruz ve diğer borsaları
da parçası olmaları için davet ediyoruz” dedi.
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 23
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
TASLAK SONUÇ BELGESİ KABUL EDİLDİ
Dünya Zirvesi öncesi, devlet başkanlarına sunulacak
sonuç belgesi Rio’da kabul edilmesinin ardından
oluşan görüşler pek de olumlu olmadı. Müzakereciler
tarafından oluşturulan metin BM Çevre Programı’nın
güçlendirilmesi, yeşil ekonominin faydaları, okyanusları
koruma sözü ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini
içerirken; belirli sorumluluklar, zaman sınırlamaları,
finansman gibi konuların eksikliği eleştirilere sebep
oldu. Rio+20 Genel Sekreteri Sha Zukang, ”Şu an
elimizde konferansta kabul edilecek bir metin var.
Sonuç belgesinin birçok eylem içerdiğini düşünüyoruz.
Eğer bu eylemler hayata geçirilirse ve gerekli önlemler
alınırsa çok büyük küresel bir değişim elde edebiliriz,”
dedi.
Ev sahibi Brezilya ise sonuç belgesini başarılı
bulduklarını belirtti. Brezilya Dışişleri Bakanı Antonio
Patriota kabul edilen belgenin, yeni bir tür ‘çok
taraflılığın’ zaferi olduğunu söyledi. Patriota, “Çetin bir
mücadeleden geçtik. Ama delegasyonlar arasındaki
genel memnuniyet tatmin edici bir sonuç elde
ettiğimizi gösteriyor,” dedi. Avrupa Birliği’nin İklim
Eyleminden Sorumlu Vekili Connie Hedegaard yaptığı
açıklamada, “Metin o kadar zayıf ki kabul edildiği anda
kimse gerçekten mutlu değildi,” derken, AB daha
sonra yaptığı resmi açıklamada bazı beklentileri
karşılamasa da sonucu hoşnutlukla karşıladıklarını
belirtti.
Sivil toplum örgütleri, ortaya çıkan sonuç
belgesinden memnun olmadıklarını ve kabul edilen
belgenin çok zayıf olduğu belirtti. Dünya Doğayı
Koruma Vakfı (WWF) Başkanı Jim Leape konuyla ilgili
olarak, “Eğer Brezilya tarafından sunulan metin kabul
edildiyse, geçtiğimiz yıl boyunca taslak metin üzerinde
Greenpeace Genel Direktörü Kumi Naidoo
yapılan müzakerelerin hepsi vakit kaybıydı. Bu metni,
aslında ne için hazırlandığını bilmeden okuyacak
olsanız, Rio+20’nin sıradan bir seminer olduğunu
sanırsınız" dedi. İngiltere merkezli yardım kuruluşu
Oxfam sözcüsü Stephen Halle “Bu zirve başlamadan
bitirilebilirdi. Rio’ya gelen dünya liderleri her şeye en
baştan başlamalı. Rio+20 bir dönüm noktası olmalıydı.
Ama bunun en küçük bir işaretini bile göremiyoruz.
Açlıkla savaşan milyonlarca insan daha iyisini hak
ediyor,” dedi. Greenpeace Genel Direktörü Kumi
Naidoo ise, üst düzey toplantıya sunulmak üzere kabul
edilen sonuç belgesini sadece boş laflarla dolu
olmakla suçladı ve Greenpeace olarak stratejilerini
değiştirip sivil itaatsizlik eylemlerine hazırlandıklarını
söyledi. Devlet başkanlarının metin üzerinde müzakere
etme olasılığını ise dilek tutmak olarak nitelendirdi.
Naidoo, “Tahminim, Zirve sonunda liderler 2-3 sayfalık
bir siyasi lider bildirgesi yayımlayıp, ortada hiçbir bilgi,
eylem planı olmadığı halde sanki süreci ileriye
taşımışlar gibi davranacak,” dedi.
DÜNYA ZİRVESİ'NDE GENEL KURUL
BİRARAYA GELDİ
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma
Konferansı için aralarında Çin Başbakanı Wen Jiabo,
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, İngiltere Başbakan
Yardımcısı Nick Clegg ve Türkiye’den Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan gibi liderlerin olduğu 100’den
fazla devlet başkanı 20 Haziran’da Rio’da bir araya
geldi. Üst düzey katılımla gerçekleşen açılış
oturumunda konuşan Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri Ban Ki-moon, “Şu anda tarihi bir anlaşmanın
eşiğindeyiz. Bu fırsatı boşa harcamayalım. Bütün
dünya kelimelerin eyleme dönüp dönmeyeceğini izliyor
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton
www.ikibin50dergisi.org
Ağustos 2012
23
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 24
GÜNCEL
RIO+20 ZİRVESİ
DÜNYANIN 3 MİLYAR ÇOCUĞUNDAN BİRİYİM
Genel Kurul’da konuşma yapan Yeni Zelanda’lı 17
yaşındaki Brittany Trilford’un konuşması da zirvede ilgi
çeken konuşmalardan biriydi. 100’den fazla devlet
başkanına hitaben yaptığı konuşmasında Trilford, “Ben
17 yaşındayım ve bir çocuğum, sizin çocuğunuzum,
dünyanın 3 milyar çocuğundan biriyim. Beni dünyanın
yarısı olarak kabul edin. Burada kalbimde bir ateşle
duruyorum. Dünyanın şu anki durumuyla ilgili kafam
karışık ve sinirliyim. Bunu değiştirmek için sizinle
beraber çalışmak istiyorum. Bugün burada birlikte
yarattığımız sorunlara bir çözüm bulabilmek ve bir
geleceğimiz olduğundan emin olmak için bir araya
geldik. Siz ve hükümetleriniz fakirliği azaltmak, çevreyi
sürdürülebilir bir hale getirmek ve iklim değişikliği ile
mücadele etmek için söz verdiniz. Geleceğimiz
tehlikede. Hepimiz zamanın hızla ilerlediğinin
farkındayız. Çocuklarınızın, çocuklarımın, çocuklarımın
çocuklarının geleceği hakkında karar vermek için 72
saatiniz var. 20 yıl önce Rio’da insanlar bir araya
geldiklerinde daha iyi şeylere sebep olmak için büyük
sözler verdiler, bana hala geleceğe umutla bakma
gücü veren sözler verdiler... Biz yeni nesil değişim
istiyoruz, eylem istiyoruz. Böylece bir geleceğimiz
olabilir. Size bu önümüzdeki 72 saat içinde bizim
çıkarlarımızı diğer bütün çıkarların önüne koymanız
konusunda güveniyorum. Lütfen doğru olanı yapın”
dedi.
Brittany Trilford
ve biz de dünyanın bunu takip etmek zorunda
olduğunu biliyoruz. Müzakereler başarılı bir şekilde
tamamlandığı için çok mutluyum, sonuca giden yolda
ve anlaşmaya ulaşma yolunda attıkları adımlar için
Brezilya’yı kutluyorum” dedi.
Rio+20 Genel Sekreteri Sha Zukang ise “Sonuç
belgesinin birçok eylemi içinde barındırdığını
düşünüyoruz. Ve eğer bu eylemler hayata geçirilirse ve
gerekli takip önlemleri alınırsa küresel çapta olumlu
değişim yaratmak için inanılmaz bir fark yaratılmış
olacak” dedi.
Rio’da devlet başkanlarına sunulmak üzere kabul
edilen sonuç belgesine ana gruplardan da tepkiler
geldi. Gerçekleşen açılış toplantısında BM Kadınlar
Ana Grubu temsilcisi “Rio’da bu kadar cesaretten
uzak bir metin kabul edilmiş olması bir utançtır. Üreme
haklarımız ile ilgili bir cümle bile yok. Kadınlarımız için
yüksek komiser halen atanmadı. Nükleer enerji ve
madenler ile ilgili bir madde yok. Rio sonuç belgesi şu
anda acilen çözülmesi gereken hiçbir soruna çözüm
bulmuyor” dedi.
Sivil Toplum Örgütleri Ana Grubu ise tepkilerini,
“Rio+20’nin de başka bir başarısızlık olmasına çok
yakınız. Çünkü hükümetler dünyaya güven vermek
yerine kendi çıkarlarını korumaya çalışıyorlar. Eğer
böyle devam ederse çok büyük bir başarısızlıkla karşı
karşıya kalacağız. Sonuç belgesi gerçekle temas
etmiyor. Kısacası Rio’daki sivil toplum örgütleri bu
metni onaylamıyor” şeklinde dile getirdi. Sivil toplum
örgütleri grubu aynı zamanda Salı günü yayımlanan
metnin girişinde yazan ‘sivil toplumun tam katkısıyla’
ifadesinin de çıkartılmasını talep ediyor.
24 Ağustos 2012
“... BİZ YENİ NESİL DEĞİŞİM
İSTİYORUZ, EYLEM
İSTİYORUZ. BÖYLECE BİR
GELECEĞİMİZ OLABİLİR. SİZE
BU ÖNÜMÜZDEKİ 72 SAAT
İÇİNDE BİZİM ÇIKARLARIMIZI
DİĞER BÜTÜN ÇIKARLARIN
ÖNÜNE KOYMANIZ
KONUSUNDA GÜVENİYORUM.
LÜTFEN DOĞRU OLANI YAPIN”
AB SONUÇ BELGESİNDEN UMUTLU
AB Komisyoneri Janez Potocnik’e göre Rio’da
tamamlanan müzakerelerde ilerleme kaydedildi ama
devletler yeteri kadar taahhütte bulunmadılar. Fakat
sonuç belgesi ile ilgili olumlu bir nokta 2025’e kadar
deniz kirliliğinin azaltılması olarak görülüyor. Ocak
ayında ortaya konan Sıfır Taslakta (Zero Draft) bu tür
bir ibare yokken kabul edilen sonuç belgesinde
bulunması AB tarafından olumlu karşılandı. Ayrıca BM
Açık Denizler Hukuku Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi
ile ilgili maddeler de umut verici olarak nitelendirildi.
Sürdürülebilir tüketim üretim programları ile ilgili çizilen
on yıllık çerçeve programlar da AB yetkilileri tarafından
olumlu bir adım olarak nitelendiriliyor.
ZİRVEDE SÜRDÜRÜLEBİLİR ULAŞIM İÇİN
YATIRIM SÖZÜ
Dünyadaki en büyük sekiz çok taraflı kalkınma
bankası, Rio+20’de yaptıkları bir basın açıklamasıyla
önümüzdeki 10 yıl sürdürülebilir ulaşım sistemlerine
175 milyar dolar yatırım yapacakları yönünde söz
verdi. Açıklama yapan bankalar arasında Asya
Kalkınma Bankası, Dünya Bankası, Latin Amerika ve
Afrika Kalkınma Bankaları da bulunuyor. BM Habitat
İcra Direktörü Joan Clos konuyla ilgili yaptığı
açıklamada, "Bu tür benzersiz taahhütler havayı
temizleyerek, yolları daha güvenli hale getirerek ve
ulaşımın iklim değişikliği üzerinde yarattığı zararlı
etkileri azaltarak binlerce hayatın kurtulmasını sağlıyor.
Bu girişim daha güvenli ulaşıma ve sürdürülebilir
kentsel büyümeye katkıda bulunacaktır” dedi.
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 25
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
ERDOĞAN RİO+20’DE KONUŞTU
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 21 Haziran
Perşembe günü Rio+20 Sürdürülebilir Kalkınma
Konferansı’nda hem Türkiye’nin düzenlediği yan
etkinlikte hem de Genel Kurul’da devlet başkanlarına
hitaben konuşmalar yaptı ve Rio+20’nin kalıcı
çözümler sunmasını istediğini belirterek zirveye dair
olumlu açıklamalarda bulundu. Moderatörlüğünü
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın yaptığı, “Rio’dan
2015 ve Ötesine: Daha Adil Bir Dünya İçin Yol
Haritası” isimli yan etkinlikte açılış konuşmalarını
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ve
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yaptı. Etkinlikte
Bhutan Başbakanı Jigmi Thinley, Başbakan Yardımcısı
Ali Babacan ve UNDP Başkanı Helen Clarck da
konuşmalar yaptı.
GAZİANTEP BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
RIO+20’DE
Rio+20 Dünya Zirvesinde, 2030’da düşük karbonlu
kent için iklim liderliği (Climate leadership for the lowcarbon urban world 2030) başlıklı, yerel yönetimlerin
küresel iklim değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma
alanındaki rolleri konulu panele katılan Gaziantep
Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey
Gaziantep’te iklim ve sürdürülebilir kalkınma
konusunda yapılan çalışmaları paylaştı. Gaziantep’in 1.
5 milyon nüfusu ile Türkiye'nin en büyük şehirlerinden
birisi olduğunu belirten Başkan Güzelbey, sanayi
potansiyeli ile Gaziantep’in dünyanın en hızlı büyüyen
10 şehri arasında yer aldığını söyledi.
‘BM SİSTEMİ: BİZİM İSTEDİĞİMİZ GELECEĞE
DOĞRU’ YAN ETKİNLİĞİ
22 Haziran Cuma günü yapılan, BM Sistemi: Bizim
İstediğimiz Geleceğe Doğru toplantısında konuşan
Ban Ki-Moon “Her bir BM organı farklı önceliklere
sahip ama bütün kaynaklarını sürdürülebilirlik
konusuna ayırıyorlar. Aynı zamanda yüksek öğretim
alanında da uğraş veriyoruz. Bunlar işe yarayan araçlar
ve bu araçları nasıl kullanacağımızı yavaş yavaş
öğreniyoruz. Milenyum Kalkınma Hedefleri (MDG) çok
önemli. Bunlardan biri de yüksek öğrenim ile ilgili. Bu
şekilde insanlara ve ekonomiye iyi kaynaklar
sağlayabileceğiz. Yüksek öğrenimde müfredatlar genç
insanlara nasıl küresel bir vatandaş olunacağı yönünde
güçlendirilmeli. Sadece kendi ulusları veya toplumları
için değil küresel bir şekilde düşünmeyi öğrenmeleri
www.ikibin50dergisi.org
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan
gerekiyor. Genç insanların yarının liderleri olacağına
inanılıyor ama o kadar güçlü sesleri var ki zaten
bugünün liderleri oldular” dedi.
“...YÜKSEK ÖĞRENİMDE
MÜFREDATLAR GENÇ
İNSANLARA NASIL KÜRESEL
BİR VATANDAŞ OLUNACAĞI
YÖNÜNDE GÜÇLENDİRİLMELİ.
SADECE KENDİ ULUSLARI
VEYA TOPLUMLARI İÇİN DEĞİL
KÜRESEL BIR ŞEKİLDE
DÜŞÜNMEYİ ÖĞRENMELERİ
GEREKİYOR.”
UNDP SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK ENDEKSİ
OLUŞTURUYOR
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) İnsani
Gelişme Raporu Ofisi Direktörü Khalid Malik, Rio’da
yaptığı açıklamada ilerlemenin gelecek kuşaklar
üzerindeki etkilerini inceleyen ve insani kalkınmanın
oranlarını ölçen insani sürdürülebilirlik endeksi
çerçevesini açıkladı. Başında olduğu bölümün
sürdürülebilir kalkınmanın ölçülebilmesi için çalışmalar
yaptığını söyleyen Malik, uygun bir ölçüm aracı için
yeni temeller atılması gerektiğini belirtti. “İnsanlar ve
yaptıkları seçimler üzerinde durmalıyız. Politika
açısından baktığımızda kalkınma temel bir hak ama
bu, gelecek nesillerin önündeki seçenekleri
azaltmadan yapılmalı” dedi.
ABD SONUÇ BELGESİNDEN MEMNUN
ABD Baş Müzakerecisi Todd Stern Rio’da
müzakereler sonucu oluşturulan ‘The Future We Want’
(İstediğimiz Gelecek) sonuç belgesini olumlu
karşıladıklarını açıkladı. Stern, “ Bu belge farklı
oyunculardan farklı fikirlerle bir araya getirilen ve
müzakere edilerek ortaya konmuş bir sonuç belgesi.
Bu yüzden herkes için her şeyi kapsayan bir belge
değil. Herkesin daha fazla memnun olduğu ya da
mutsuz olduğu noktalar var. Hatta bazı noktalar daha
iyi ortaya konabilirdi ama bence bu belge ileriye
yönelik güçlü bir adım,” dedi. Stern ayrıca BM Çevre
Programı (UNEP)in güçlendirilmesi gibi önemli
kurumsal adımlar atıldığının da altını çizdi.
Ağustos 2012
25
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 26
GÜNCEL
RIO+20 ZİRVESİ ARDINDAN
Dünyayı
yeşil ekonomi mi
kurtaracak?
.
Gazeteci - Yazar Özgür Gürbüz
“BÜYÜME KAÇINILMAZ ANCAK FABRİKALARI KURARKEN
AĞAÇ KESMEMEYE DİKKAT ET, KESERSEN DE YERİNE
YENİLERİNİ DİKMEYİ UNUTMA”
irleşmiş Milletler Yeryüzü Zirvesi 20 yıl aradan
sonra yeniden Brezilya'nın Rio kentinde
yapıldı. 20 yıl önceki zirvede yepyeni bir
kavramla tanışmıştık: 'Sürdürülebilir
kalkınma'. 1992 yılındaki Rio Zirvesi sürdürülebilir
kalkınmadan bahsediyordu ama sorunun çözümü için
formül çok daha önce Roma Kulübü (Club of Rome)
tarafından ortaya atılmıştı. Rio'dan tam 20 yıl önce,
dünyaca ünlü üst düzey bürokrat ve bilim insanlarının
kurduğu Roma Kulübü hastalığın adını doğru tarif
etmişti. Büyüme denen hastalık gezegeni ve üzerinde
yaşayan canlıları tehdit ediyordu. 1972 yılında Roma
Kulübü'nün çok ses getiren raporunun
adı, 'Büyümenin Sınırları'ydı (The Limits of Growth).
B
Bu rapordan 20 yıl sonra, Birleşmiş Milletler (BM)
tarafından düzenlenen, onlarca sivil toplum örgütü ve
hükümetler tarafından desteklenen 1992 Rio
Zirvesi'nin, belki de bileşenlerinin bağımsız düşünürler
kadar özgür olamamasından dolayı büyümeye sınır
koymayı telaffüz etmek yerine sadece “sürdürülebilir
büyüme” diyebilmesi manidardı. Özetlersek, bu
söylem şu anlama geliyordu: “Büyüme kaçınılmaz
ancak fabrikaları kurarken ağaç kesmemeye dikkat et,
kesersen de yerine yenilerini dikmeyi unutma”. Kesilen
ağaçların ormanın bir parçası olduğu, dikilen
fidanlarınsa orman olması için yıllara ihtiyaç duyulduğu
unutulmuştu. Sürdürülebilir kalkınma denen kavram
yaşam pahasına da olsa büyümeyi sorgulamayadığı
için bir süre sonra 'bildiğini okumayı sürdürmenin' ta
kendisi oldu. 26 Ağustos 2012
BALIKLARIN %32'SİNİN SOYU TÜKENMEK ÜZERE
1992 yılındaki korkaklığın bedeli ağır oldu. 20 yıl
kaybedildi. Bu 20 yıl boyunca onlarca tür yok oldu; su,
toprak ve hava kirletildi. 1996 yılında insan faaliyetleri
tarafından tehdit edilen hayvan türü sayısı 5 bin 205'ti.
Sadece sekiz yıl sonra bu rakam 7 bin 266'ya çıktı.
Bugün, kayıt altına alınmış memelilerin yüzde 21'i,
kuşların yüzde 12'si, sürüngenlerin yüzde 28'i,
amfibilerin yüzde 30'u ve balıkların yüzde 32'si
soylarının tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya. Tüm bu
örneklerin aralarında insanın da dahil olduğu tüm
canlıların yaşamını tehdit ettiğini herhalde ayrıca
açıklamaya gerek yok.
ÖNCE YAŞAM SONRA KALKINMA
Bu yılki zirvenin yıldızı 'yeşil ekonomi'nin sonu da
sürdürülebilir kalkınma gibi olabilir. Son yıllarda sıkça
konuşulmaya başlanan yeşil ekonomi kavramı 'yanlış
anlaşılma' ve 'yanlış anlatılmaya' açık. Yeşil
ekonominin yaşamı, büyüme ve kalkınmanın önünde
tutan özüne vurgu yapılmazsa, 2012 zirvesinin
1992'den bir farkı kalmayacak. 2012'deki Rio+20
zirvesinin sonuç metnine baktığınızda tam da bunu
görüyorsunuz. Sonuç metni her şeyden önce yeşil
ekonomiyi sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğu
azaltma kavramlarıyla birlikte değerlendirerek
kalkınmacı mantığa yeşil ışık yakıyor. Daha sonra
sürdürülebilir kalkınmaya her ülkenin farklı yöntem,
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 27
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
yaklaşım ve modellerden ulaşabileceğini belirterek
binbir türlü bahaneye zemin hazırlıyor. Yani hem
kalkınacaksınız, hem yoksulluğu azaltacaksınız hem de
ekosistemi koruyacaksınız. Bu üç hedef gelişme
yönündeki ülkeler için bir yol haritası çizebilir. Aynı
zamanda gelişmiş ülkelerin refah seviyesinde küresel
bir denge sağlanması için teknoloji ve sermaye
transferine olabak sağlaması ve ekonomilerinde planlı
bir daralmayı göze almaları gerekir. Dünyanın sınırlı
kaynakları bugün herkesin bir Amerikalı gibi
yaşamasına olanak vermiyor. Gelişmiş ve çok tüketen
devletlerin bugünkü durumu sürdürmelerine karşı
çıkmaz, bu konuda bir şey söylemezseniz dünyanın
sınırlarını zorlamaya devam edersiniz. 40 yıl önce
Roma Kulübü sınırsız büyümenin mümkün olmadığını
söylemişti. Haklıydılar. O tarihte küresel ısınmadan bile
bahsedilmiyordu. Bugün küresel ısınma yaşadığımız
çevre sorunlarının sadece bir tanesi. Yapılacak en
büyük hata bugünden sonra sürdürülebilir yaşam
yerine sürdürülebilir kalkınmada ısrar etmek olur.
ÇOCUKLARINIZ MI CİPİNİZ Mİ DAHA ÖNEMLİ?
UNUTMAYIN, YEŞİL EKONOMİ
ZENGİNLERİN SATIN
ALABİLDİĞİ ÜRÜNLERİ YEŞİL
PAKETLERE KOYMAK İÇİN
DEĞİL, YOKSULLARIN
YAŞAMLARINI MAKUL BİR
SEVİYEDE
SÜRDÜREBİLMELERİ İÇİN O
ÜRÜNLERI PAYLAŞTIRMAK VE
DOĞADAKİ TÜM CANLILARIN
YAŞAM HAKKINA SAHİP
ÇIKMAK İÇİN VAR. Sonuç metninde, yeşil ekonominin sınırlarının sert
kurallarla çizilmemesini istediklerini açık açık yazmışlar.
İtirazım yok. Bu esneklik zaten yeşil ekonomiyi farklı
yapan yegane unsur. Sistem değişikliği öneriyor ama
kısa sürede gerçekleşecek bir devrimden bahsetmiyor.
Elektrik üretimini yenilenebilir enerji kaynaklarıyla
sağlayarak hem talebi karşılıyor hem de istihdamı
arttırabiliyor. Evlerin çatılarına kurulabilen güneş
panelleriyle, enerji verimliliği ve küçük toplulukların
sahip olabildiği mütevazi rüzgar türbinleriyle aslında
enerji gibi büyük sermayeye sahip oyuncuların
kontrolündeki bir sektöre daha az sermayeli yeni
oyuncuların katılmasına fırsat veriyor. Doğanın
sömürüsü üzerinden elde edilen karın karşısında
olduğu için hem yokoluşu yavaşlatıyor hem de bu
Tablo: Rüzgar enerjisi sektörünün Avrupa'da istihdama etkisi. Kaynak: EWEA
amaca hizmet eden kar odaklı teknoloji yerine daha
emek yoğun seçenekleri ortaya atıyor. Bu, yeşil
ekonominin istihdamı arttırma araçlarından biri. Bir
başkası da çalışma saatlerinin düşürülmesi. Yeşil
ekonominin temel prensipleri arasında refahı toplumun
her kesimine yayma var. Haftalık çalışma saatlerini
düşürerek iş paylaşımına ve istihdam artışına destek
veriliyor. Çok iyi gelir getiren bir işe sahip kişinin
gelirinin bölüşülmesi ancak bu yolla sağlanabilir. Bu
kişi, 40 değil 30 saat çalışsa da temel ihtiyaçlarını
sağlayacak geliri elde eder, kalan saatlerde çalışan
diğer kişi de işsiz kalmadığı gibi onun gelir seviyesine
yaklaşır veya yakalar. Mütevazi bir gelir lüks tüketim
malları için değil, temel ihtiyaç ürünleri için tüketilir ve
gereksiz üretim önlenerek doğal kaynakların
korunması sağlanabilir. Çalışma saatinin düşürülmesi
sosyal refahı ve bireysel mutluluğu da arttırır. Ailesine,
çocuklarına ve sevdiklerine daha uzun zaman
ayırabilen sosyal insan gezegene yeniden döner. Daha
uzun tatiller ve yavaşlayan hayat beraberinde tüketimin
dolayısıyla yokoluşun hızını düşürür. Tüm bunların
yaşam kalitesini yükselttiğini de gözden kaçırmamak
lazım. Son model bir cipe binmeyi, haftada altı gün
çalışıp çocuğunuzun yüzünü görmemeye tercih
ediyorsanız o başka tabi! Bu gibi radikal tedbirlerden
bahsetmeden yeşil ekonomiden bahsetmek mümkün
değil.
BİR MİLYAR İNSAN AÇ
Bu gibi örneklerin radikal olduğunu düşünenler
varsa şu 'radikal gerçekleri bir kez daha hatırlasın.
Gezegenin sınırlarını zorladığımız için her geçen
karşımıza çıkan ekonomik krizler onlarca sosyal
sorunu da beraberinde getiriyor. 2007 yılında 178
milyon insan dünyada işsizken, 2009'da bu rakam
205 milyona çıktı. Özellikle gelişme yönündeki
ülkelerde milyonlarca insan sosyal korumların da
eksikliğiyle zor duruma düştü. Son ekonomik kriz
yüzünden aşırı derecede sefalet içine düşen insan
sayısının 47 ile 84 milyon arasında olduğu tahmin
ediliyor. 3. Dünya Tarım Teşkilatı (FAO) 2009'da aç
yaşayan insanların sayısının tarihte ilk kez 1 milyarın
üzerine çıktığını açıkladı.
Unutmayın, yeşil ekonomi zenginlerin satın alabildiği
ürünleri yeşil paketlere koymak için değil, yoksulların
yaşamlarını makul bir seviyede sürdürebilmeleri için o
ürünleri paylaştırmak ve doğadaki tüm canlıların
yaşam hakkına sahip çıkmak için var. KAYNAKLAR
1- The World Conservation Union-Species Survival Comission
2- Vital Signs 2011, Worldwatch.
3- The Global Social Crisis, UN, 2011.
www.ikibin50dergisi.org
Ağustos 2012
27
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 28
KENTSEL DÖNÜŞÜM
Kentsel dönüşüm öncesi Balat’tan bir görüntü
MEVZUAT
Kentsel Dönüşüm Yasası
Gerçek İhtiyaca Uygun mu?
i
KAMUOYUNDA 'KENTSEL
DÖNÜŞÜM YASASI' OLARAK
BİLİNEN AFET RİSKİ ALTINDAKİ
ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ
HAKKINDAKİ KANUN,
GEÇTİĞİMİZ GÜNLERDE
YÜRÜRLÜĞE GİRDİ. ÇEVRE VE
ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN
BAYRAKTAR, "HİÇBİR VATANDAŞ
MAĞDUR EDİLMEYECEK,
KİMSEYE DE RANT
SAĞLANMAYACAK" MESAJINI
VERDİ. GENEL KURUL
TARAFINDAN KABUL EDİLEN
YASADA HEDEFLENEN, AFET
RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN
DÖNÜŞTÜRÜLMESİ.
Gülçin Kocabuğa
asaya göre, riskli yapıların tespiti, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanacak
yönetmelik doğrultusunda yapılacak. Bu
tespitlere karşı ev sahipleri, 15 gün içerisinde
itiraz edebilecek. Riskli yapıların yıktırılmasında öncelikli
olarak malikler ile anlaşma yoluna gidilmesi esas
olacak. Anlaşma ile tahliye edilen yapıların sahiplerine
kira yardımı yapılabilecek. Riskli bulunan yapıların
yıktırılması için 60 günden az olmamak üzere süre
verilecek. Gecekondu sahibine, konut ya da arsa
tahsis edilene veya nakit ödeme yapılana kadar
gecekondusu yıktırılamayacak. Güçlendirilebileceği
teknik olarak belirlenen yapılar için de dönüşüm
projeleri özel hesabından "güçlendirme kredisi"
verilebilecek. Yasada, afet riski altında bulunan
alanların dönüştürülmesinin, oldukça fazla
kamulaştırma ve yıktırma işlemini ve buna bağlı
ihtilafları gündeme getireceğinden, mahkemelerde
görev yapacak bilirkişilerin sayısının artırılmasını
öngören değişiklikler de bulunuyor.
Y
Yasada yer alan “Şehrin içindeki veya yakın
çevresindeki ormanlık alanlar, afetler öncesinde piknik
alanı ve mesire yeri, afetler sonrasında da barınma yeri
olarak kullanılabilecek” ifadesi, dikkat çekici ifadeler
arasında yer alıyor.
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ise
yasanın kabul edilmesini yazılı bir metinle eleştirdi.
Onlarca sivil toplum örgütünün altına imza attığı “Afet
Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında
Kanun’a Yönelik Ortak Deklerasyon” da, yasanın
28 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 29
kamuoyunda yansıtıldığı gibi olmadığını, ülkenin
gerçek ihtiyacı olan kentlerin afetlere karşı duyarlı
sakınım içerikli planlanmasını, denetimsiz ve
mühendislik hizmeti almamış yapılaşmanın
engellenmesini sağlayacak bir düzenleme olmaktan
uzak olduğu belirtildi. Açıklamada, “Karşımızdaki yasa
artık bir yol ayrımıdır. Ülkemizde kentleşme konusunda
izlenen "ikiyüzlü" politikalar, bir yandan riskli yapı ilan
edilen yapıların yıkıldığı, diğer yandan yeni riskli
yapıların üretiminin sürdüğü, afet riski gerekçe
gösterilerek tüm kentlerimizin bir getirim aktarım alanı
haline dönüştürüldüğü bir gerçekliğe doğru yol
almaktadır. Biz birlikte oluşturduğumuz ve ortak
kullanıcısı olduğumuz şehirlerimizde bizlere “insanca
yaşama hakkı” tanımayacak boyutlarda, özellikle
inşaat sektörünün gelişmesini amaç edinerek
hazırlanan bu yasa ve uygulamalarına karşı çıkıyor ve
meşruiyetini sorguluyoruz. Yasa ile birlikte, kamunun
elinde kalan son araziler, orman, tarım, mera, kıyı ve
koruma alanlarının dahi elden çıkarılması söz
konusudur. Çıkarılan yasada şehirlerimizin son derece
önemli bir sorunu olan “afet”e yönelik neredeyse hiçbir
şey yer almaz iken; keyfi uygulamaların önünü açan,
insanların hak arama yönündeki hukuki kanallarını
tamamen ortadan kaldıran birtakım hükümler de yer
almıştır.” ifadeleri yer aldı.
Hafızalarımıza ilk defa “Sulukule” ile kazınan
“Kentsel Dönüşüm” hakkındaki görüşlerin farklılığı,
Kentsel Dönüşüm’üm “aslında ne?” olduğu sorusunu
doğuruyor.
www.ikibin50dergisi.org
DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE KENTSEL
DÖNÜŞÜMÜN TARİHİ
Kentsel dönüşüm çalışmaları Batıda İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra hız kazanmış. Avrupa’da savaşta
yıkılan şehirlerin yeniden düzenlenmesi, hasar gören
binaların restore edilmesi amacıyla yaygınlaşmış.
Uygulamaya konulan sosyal refah devleti politikaları
doğrultusunda, yıkılan şehirlerin yeniden inşasında
hükümetlere ve yerel yönetimlere sorumluluklar
yüklenmiş. Yıkılan şehirlerin rehabilitasyonu, çöküntü
alanlarının yenilenmesi programları da aynı çerçevede
hükümetlerce sübvanse edilmiş.
Avrupa’nın kentsel yenilemenin/dönüşümün ortaya
çıkışı ve gelişiminde önemli katkıları olduğu biliniyor.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde yakılıp
yıkılmış kentlerin yenilenmesi, tahrip olmuş zengin
kültür mirasının onarılması, ekonomik çöküntüye
uğramış alanların yeni fonksiyonlarla canlandırılması
zorunluluğu, kentsel yenileme kavramının önemini
ortaya koymuş ve böylece konu ilgili çevrelerde
etraflıca tartışılmaya başlanmış.
Kentsel dönüşümün Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki uygulanma biçimi ise, sonuçları
bakımından Türkiye’deki ile benzerlik gösteriyor.
1949-1962 tarihleri arasında Amerika Birleşik
Devletleri’nde Büyük bir kentsel yenileme izlenmiş.
Ancak bu faaliyetin, bugün anladığımız anlamıyla,
çağdaş bir yenileme anlayışıyla gerçekleştirildiğini
söylemek oldukça güç. Buldozerlerle eski yerleşme
Yıkım anı...
Kentsel dönüşüm öncesi Sulukule’den bir görüntü
Yıkım sonrası Sulukule...
Yıkım sonrası Sulukule...
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
“KARŞIMIZDAKİ YASA
ARTIK BİR YOL AYRIMIDIR.
ÜLKEMİZDE KENTLEŞME
KONUSUNDA İZLENEN
"İKİYÜZLÜ" POLİTİKALAR,
BİR YANDAN RİSKLİ YAPI
İLAN EDİLEN YAPILARIN
YIKILDIĞI, DİĞER YANDAN
YENİ RİSKLİ YAPILARIN
ÜRETİMİNİN SÜRDÜĞÜ,
AFET RİSKİ GEREKÇE
GÖSTERİLEREK TÜM
KENTLERİMİZİN BİR
GETİRİM AKTARIM ALANI
HALİNE
DÖNÜŞTÜRÜLDÜĞÜ BİR
GERÇEKLİĞE DOĞRU
YOL ALMAKTADIR.
Ağustos 2012
29
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 30
KENTSEL DÖNÜŞÜM
Kentsel dönüşüm öncesi ve sonrası Tarlabaşı’ından bir görüntü
MEVZUAT
Kentsel dönüşüm öncesi Balat’tan genel bir görüntü
dokularının dümdüz edilip yerine modern yerleşmeler
kurulması anlayışıyla sürdürülen bu eylemlerin
sonucunda, 1963 tarihine kadar elli binden faza düşük
gelirli aile yerlerinden, işlerinden ve mülklerinden
yoksun kalmış ve hükümetçe parasal yardım da
alamamışlar. Avrupa ülkelerinde kentsel dönüşüm
faaliyetleri daha çok ekonomik ömrünü tüketmiş
çöküntü alanlarında uygulanırken, Türkiye’de kentsel
dönüşüm faaliyetlerinin en önemli ayağını gecekondu
dönüşümü oluşturuyor.
KENTSEL DÖNÜŞÜM KAVRAMI VE
TEMEL TARTIŞMALAR
Kentsel dönüşüm, her ülkede, her şehirde, her
bölgede farklı uygulamalar gerektirdiğinden, anlam
olarak da değişkenlik gösteriyor. Ancak genel olarak
bu kavram “Zamanla niteliğini kaybeden, fiziksel ve
çevresel yönlerden bozulmuş ve köhneleşmiş, sosyal
ve ekonomik açıdan dışlanmışlıkla karşı karşıya olan
kentsel alanların belli sosyal ve ekonomik programlarla
yenilenerek / dönüştürülerek kente kazandırılması”
olarak tanımlanıyor. Kentsel dönüşüm kavramının
İngilizce literatürde “urban renewal” olarak kullanılması,
bu kavramın Türkiye’deki çeşitli metinlerde “kentsel
dönüşüm/yenileme” olarak da anılmasına neden
oluyor.
30 Ağustos 2012
KENTSEL DÖNÜŞÜM’E
TÜRKİYE’DEN SULUKULE ÖRNEĞİ
Kentsel Dönüşüm kavramı deyince ise akıllara
öncelikli olarak Sulukule örneği ve orada yaşanan hak
ihlallerinin gelmesi, bu kavrama sıcak bakılabilmesini
güçleştiriyor. Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi
kapsamında bölgedeki Romanların kendi kültürlerini
rahatça yaşayabildiği mahallerin yıkılması ve bölgeden
tasfiyeleri, Sulukule’nin yerleşimcileri için dönüştürücü
değil, yok edici özellikler taşıdı. Bu projeyle Sulukule
semti, zamanın sosyal ve ekonomik koşullarına göre
yenilenmeyip, kendi tarihi ve kültüründen koparılarak
başka bir “şey”e dönüştürüldü.
değeri getirirken, yapıları tarihsel özelliklerini koruyarak,
onların kullanıcılarını da, çağdaş konut yerleşimlerinin
gereği olan yeşil ve güneşle buluşturmaktadır”
ifadelerini okurken “Onların kullanıcıları” nın artık
“Kim?” olacağını tahmin etmek hiç de zor olmuyor.
Sulukule’deki kentsel dönüşümün Romanlar’a
sunduğu “alternatif” yerleşim yeri Taşoluk’taki toplu
konutların, ekonomik ve sosyolojik olarak Romanlar’a
uygun olmadığı, Tarlabaşı sakinlerinden ise şu ana
kadar 60 kişiye 31.625 TL taşınma ve 67 kişiye aylık
41.803 TL kira yardımı yapıldığı bilgisi, “Kentsel
Dönüşüm” adının “ mağduriyet” ile birlikte anılmasına
neden oluyor.
Aynı durum, Tarihi Tarlabaşı Semti’nde de yaşanıyor.
Projenin Tarlabaşı’nı, “Semt sakinleri için ‘Yenilenmiş’
bir Tarlabaşı” olarak değil, “İstanbul’un Champ
Elysess’si” olarak lanse etmesinden de anlaşılıyor.
Asıl adı “Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi” olan Kentsel Dönüşüm Yasası’nın
yürürlüğe girdiği şu günlerde,yasanın gerçekten de
afet riski taşıyan yapı ve yerleşimleri toplumun barınma
hakkını ihlal etmeden, insanları mağdur etmeden,
kentin kültürel ve tarihi dokusuna zarar vermeden
“dönüştürmesini” ummaktan başka çaremiz yok gibi
görünüyor… Sulukue, Tarlabaşı, Balat, Fikirtepe… Kentsel
dönüşüm faaliyetlerinin en önemli ayağını gecekondu
bölgelerinin oluşturması, burada gerçekleşecek olan
dönüşümün sadece fiziki değil, kültürel de
olabileceğini ifade ediyor. Tarlabaşı Yenileme
Projesi’nin resmi internet sitesinde yer alan “Kentin bu
tarihi bölgesine, konusunda uzman mimarların hem
korumacı hem modern yaklaşımlarıyla hakkettiği
KAYNAKÇÅ
Erdoğan Bayraktar, Gecekondu ve Kentsel Yenileme, (Ekonomik
araştırmalar Merkezi Yayınları, 2006)
Pelin Pınar Özden, Kentsel Yenileme,( İmge Kitabevi Yayınları, 2008)
http://www.tarlabasiyenileniyor.com/
http://konut.milliyet.com.tr/kentsel_donusum_yasasi_yururluge_girdi
-konut-insaat-1548009.html
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 31
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 32
ENERJİ
NÜKLEER
BAK ŞU
ATOM’UN YAPTIKLARINA
NÜKLEER ENERJİ KONUSU, ÖZELLİKLE TÜRKİYE İÇİN ŞU GÜNLERDE OLDUKÇA ÖNEMLİ. FUKUŞIMA
KAZASININ ARDINDAN BİRÇOK ÜLKE,VAR OLAN REAKTÖRLERİNİ KAPATMA KARARI ALIYOR YA DA
PLANLANAN YATIRIMLARI DURDURUYOR. TÜRKİYE İSE RUSYA İLE YAPTIĞI ANLAŞMA GEREĞİ
AKKUYU’DA NÜKLEER SANTRAL KURMA GİRİŞİMLERİNİ HIZLA SÜRDÜRMEYE DEVAM EDİYOR.
İkibin50 Dergisi olarak nükleer enerji konusunu, özellikle son dönemde Türkiye’de yaşanan gelişmeler sonrasında masaya yatırmak istedik.
Türkiye’de 1970’ten beri üç kez nükleer santral
kurma girişiminde bulunuldu ancak hiçbiri başarılı olmadı. 2010 yılının Mayıs ayında, Rusya Federasyonu
ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri arasında imzalanan
anlaşma ise bu sefer konunun bir sonuca
bağlanacağını gösteriyor. Anlaşma gereği 2013 yılında
nükleer santralin yapımına başlanacak. Her biri 1200
MW güce sahip 4 adet VVER ünitesinden oluşan nükleer santralin kurulumunu ise Rusya Atom Enerjisi Kuruluşu Rosatom üstlenecek.
Konu nükleer enerji olunca kuşkusuz yazacak çok
şey var. Yararları, zararları, politik – stratejik tartışmaları, maliyeti, güvenlik tartışmaları ve en önemlisi de
çevreye olan etkileri derken konu başlıkları sıralanıp
gidiyor. Her konu başlığına tek bir sayıda yer vermek
yerine hem konuyu gündemde tutmak hem de doğru
aktarılmasını sağlamak adına birkaç sayıda yer vermenin doğru olacağını düşündük. İlk sayımızda nükleer
enerjinin tarihsel süreç içerisinde gelişimine ve yarattığı
izlenime yer veriyoruz. Ancak öncesinde kısa da olsa
nükleer enerjinin ne olduğuna bakmakta fayda var.
32 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 33
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
NÜKLEER ENERJİ
Atom çekirdeklerinin parçalanması sonucunda
büyük bir enerji açığa çıkar. Ağır atom çekirdeklerinin
nötronlarla bombardımanı sonucunda bu çekirdeklerin
parçalanması sağlanabilir; bu tepkimeye "fisyon" adı
verilir. Her bir parçalanma tepkimesi sonucunda açığa
fisyon ürünleri, enerji ve 2-3 adet de nötron çıkar.
Uygun şekilde tasarlanan bir sistemde tepkime
sonucu açığa çıkan nötronlar da kullanılarak
parçalanma tepkimesinin sürekliliği sağlanabilir
(zincirleme tepkime). Bunun haricinde hafif atom
çekirdeklerinin birleşme tepkimeleri de büyük bir
enerjinin açığa çıkmasına sebep olur. Bu birleşme
tepkimesine "füzyon" adı verilir. Bu tepkimenin
sağlanabilmesi için atom çekirdeğinde bulunan artı
yüklerin birbirini itmesinden kaynaklanan kuvvetin
yenilmesi gereklidir. Bu nedenle çok yüksek sıcaklığa
çıkılan sistemler kullanılmaktadır. Çok yüksek sıcaklıkta
yüksek enerjiye ulaşan atom çekirdeklerinin çarpışması
ile füzyon tepkimesi sağlanabilir. Fisyon ve füzyon
tepkimeleri ile elde edilen enerjiye "çekirdek enerjisi"
veya "nükleer enerji" adı verilir.
Nükleer reaktörler ise nükleer enerjiyi elektrik
enerjisine dönüştüren sistemlerdir. Temel olarak fisyon
sonucu açığa çıkan nükleer enerji nükleer yakıt ve
diğer malzemeler içerisinde ısı enerjisine dönüşür. Bu
ısı enerjisi bir soğutucu vasıtasıyla çekilerek bazı
sistemlerde doğrudan bazı sistemlerde ise ısı enerjisini
başka bir taşıyıcı ortama aktararak türbin sisteminde
kinetik enerjiye ve daha sonra da jeneratör sisteminde
elektrik enerjisine dönüştürülür.
www.ikibin50dergisi.org
Ağustos 2012
33
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 34
ENERJİ
NÜKLEER
1896 yılında Fransız fizikçi Henri
Becquerel tarafından
kazara, uranyum maddesinin fotoğraf plakaları ile
yan yana durması ve karanlıkta yayılan XRay ışınlarının farkedilmesi ile radyoaktivite
konusu keşfedildi.
1950-1952 yıllarında Uluslararası Atom
1930’lu yıllar İtalyan bilim adamı Enrico
Fermi’nin gerçekleştirdiği çalışmalar ve Albert
Einstein’ın E=m.c2 formülünü kullanarak ortaya
güç çıkışını bulması ve böylelikle hem fisyon hem
de kütlenin enerjiye dönüşümü teorisini
ispatlaması ile nükleer enerji çalışmaları giderek
artmaya başladı.
Dünyadaki ilk nükleer enerji santrali, 27
Haziran 1954 günü, Sovyetler Birliği’nde,
Moskova’nın 88 kilometre uzağındaki Obninsk
yöresinde kuruldu. Dünyada ilk kamu elektrik
şebekesine elektrik veren santralde üretilen
elektrik enerjisi, endüstride ve tarımsal
işletmelerde kullanıldı. Kullanılabilir kapasitesi, 5
bin KW idi.
34 Ağustos 2012
Enerjisi Ajansı kuruldu.
1955 yılında 'Atom Enerjisinin Barışçıl
Amaçlarla Kullanılması' amacıyla toplanan
1.Cenevre Konferansından sonra, Türkiye’de
1956 yılında Başbakanlığa bağlı bir “Atom
Enerjisi Komisyonu” kuruldu.
Kullanılabilir miktarda enerji üreten ilk
reaktörler 1950’lerde İngiltere’deki Calder
Hall’da kuruldu. 27 Ağustos 1956'da ilk ticari
maksatlı olarak hizmet vermeye başladı (50
MW). Bu reaktörler aslında askeri amaçla
plütonyum üretmek ve nükleer enerji
konusunda deneyim kazanmak amacıyla
kurulmuştu.
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 35
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
Kyshtym Rusya Kazası, 29 Eylül 1957 6. seviye.
Bir soğutma aksaması nedeniyle sıvı atık tankında
yangın meydana geldi. Patlama sonucu 2,5 metre
kalınlığındaki beton parçalanarak yeraltındaki tank
havaya uçtu. 70-80 ton yüksek radyoaktif içerikli
madde açığa çıktı. Binlerce kilometrekarelik alan
yüksek dozda kirlendi. Kaza 1970'lerin ortalarına
kadar gizlendi. 30 kadar yerleşim biriminin adı
haritadan silindi.
Türkiye’de ilk nükleer çalışma ve araştırma,
1962 yılında İstanbul’da Küçükçekmece gölü
kıyısında kurulan 1 MW’lık TR-1 araştırma
reaktörüyle başladı.
www.ikibin50dergisi.org
Harrisburg Pensilvanya Three Mile Island Kazası,
ABD 28 Mart 1979 5. seviye
İnsan hataları ve teknik hataların birleştiği kazada
çekirdekte meydana gelen kısmi erime, Three
Mile Adası Santrali 2 numaralı reaktörde
meydana geldi. Radyoaktif gazlar açığa çıktı ve
yaklaşık 3500 çocuk ve hamile kadın bölgeden
tahliye edildi.
New York’ta 1979 yılında Three Mile Island
kazasının ardından yaklaşık 200 bin kişinin
katıldığı nükleer karşıtı eylem düzenlendi.Yine
Almanya’nın Bonn kentinde Three Mile Island
kazasının ardından yaklaşık 120 bin nükleer
karşıtı kişi, 14 Ekim 1979 yılında eylem
gerçekleştirdi.
Çernobil Ukrayna, 26 Nisan 1986 7. seviye
Çernobil nükleer santralinde 4 numaralı
reaktörde güvenlik testi sırasında gerek tasarım
hatası gerekse de santral çalışanlarının ciddi
hataları sonucunda reaktörde çekirdek erimesi
gerçekleşri. Patlama çok büyüktü, 1000 tonluk
çatıyı uçurarak Avrupa'yı radyoaktif bulutlara
maruz bıraktı. Ukrayna ve Belarus'ta çok geniş
araziler radyoaktif kirlenmeye maruz kaldı.
Radyoaktivitenin uzun vadeli etkileri daha
sonraları özellikle çocuklarda görülmeye başladı.
Ağustos 2012
35
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 36
ENERJİ
NÜKLEER
1986'daki Çernobil faciası sonrası Türkiye’de
dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral,
çayın radyasyonsuz olduğunu ispat etmek için
kameralar önünde bardak bardak çay içti. Ocak1993 tarihinde, Akkuyu Nükleer Santralı
Projesi Resmi Gazete’de yayınlanarak tekrar
yatırım programına alındı.
Aralık 2003'de Cruas 3 reaktöründe sel
nedeniyle oluşan zararlardan dolayı Fransız
Nükleer Güvenlik ajansı acil durumlar için
kuruldu. Temmuz 2008'de Tricastin'de yaşanan
kazada 100 görevli radyasyona maruz kaldı.
30,000 litre uranyum içeren sıvının nehre
karışması üzerine yerel halka nehir suyunu
kullanmama uyarısında bulunuldu.
1986’da meydana gelen Çernobil nükleer santral
kazasının yarattığı olumsuz ortam dolayısıyla
Türkiye’de nükleer santrallerle ilgili çalışmalar
askıya alındı. 1988 yılında TEK Nükleer
Santraller Dairesi Başkanlığı kapatıldı.
2002 yılında Ohio'da David Besse reaktöründe
facianın eşiğinden dönüldü. Tüm çekirdek
erimesini kontrol eden basınç ünitesini
çökertebilecek bir metal aşınması fark edildi.
David Besse'de yaşanan olaydan sonra reaktör 2
yıl kapalı kaldı (maliyeti 600 milyon USD). Şimdi
2017'ye kadar çalışabileceğine dair sertifika
verildi.
Türkiye’de 18 Mart 2008 tarihinde Nükleer
Güç Santrallerinin Kurulmasına yönelik Enerji
Bakanlığı tarafından hazırlanan yönetmelik Resmi
Gazete'de yürürlüğe girdi.
36 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 37
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
12 Mayıs 2010 tarihinde Ankara’da imzalanan
ve 15/7/2010 tarihli ve 6007 sayılı Kanunla
onaylanması uygun bulunan ekli “Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu
Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde
Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin
Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin
Anlaşma”nın onaylanması; Dışişleri Bakanlığının
16/8/2010 tarihli ve HUMŞ/182338 sayılı yazısı
üzerine, 31/5/1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun
3 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca
27/8/2010 tarihinde kararlaştırıldı.
Fukuşima Kazası 11 Mart 2011 7. seviye
Fukuşima Nükleer Santrali kazası, 11 Mart
2011’de gerçekleşen 9.0 büyüklüğündeki Tohoku
depremi ve ardından oluşan tsunami sonrasında
meydana geldi. Honşu adası açıklarında meydana
gelen bu deprem, Japonya'da büyük bir
tsunamiye yol açtı. Tsunami elektrik şebekesine
zarar verdi ve santralin jeneratörlerini su bastı,
bu da santralde bir elektrik kesintisine neden
oldu. Bunu takip eden soğutma eksikliği santralde
kısmi erime ve patlamalara neden oldu.
15 Mart 2011, Almanya Başbakanı Angela
Markel 1980'den önce kurulan 7 santralin 3 ay
için kapatılacağını açıkladı. Almanya Ekonomi
Bakanı da ülkede var olan 17 santralden 7'sinin
kapatılmasının ülke ekonomisini etkilemeyeceğini
belirtti.
www.ikibin50dergisi.org
Fukuşima nükleer santralindeki sızıntının
ardından, Tokyo Valisi Shintora Isihiara
şebeke suyunda radyasyon oranlarının
normal değerlerin üzerinde olması nedeniyle
panik yaşayan Japon halkını rahatlatmak için
musluk suyunu televizyonların karşısında içti.
8 Haziran 2012, Japonya hükümeti, Ohi
nükleer santralindeki reaktörlerden ikisini
yeniden devreye sokmaya hazırlanıyor.
Ağustos 2012
37
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 38
ENERJİ
NÜKLEER
KİM NE DİYOR?
Tüm bu bilgiler, nükleer enerji konusunda tarihsel
süreç içerisinde özellikle sağlık ve güvenlik açısından
yaşananları özetliyor. Günümüz yaygın basın yayın
organları da konuyu genelde maliyet, güvenlik ve az
da olsa çevresel boyutuyla gündemde tutuyor. Bu
noktada özellikle Sivil Toplum Kuruluşları, konun
farklı boyutlarını gündeme getirmeye ve toplumu
bilinçlendirmeye çalışıyor. STK’ların en çok
odaklandıkları nokta ise başta nükleer enerjinin
güvenlik açısından hala yetersizliğini koruduğu,
çevreye ölçülemeyecek nitelikte tehlike vereceği ve
yenilenebilir enerjinin yanında daha da pahalı olan bir
enerji üretim türü olduğu.
Greenpeace, nükleer karşıtı STK’lardan ilki olarak
çıkıyor karşımıza. Nükleer enerjinin tarihini, kısmi
erimelerden radyoaktif sızıntılara, atık sorunundan,
uranyum madenciliğinin kirli yüzüne nükleer
endüstrinin yalanlarından oluşan bir tarih olarak ifade
ediyor. Enerji sorununun çözümü için ise yenilenebilir
temiz enerji kaynaklarına yönelinmesi gerektiğine
dikkat çekiyor. Nükleer santrallerin, günümüze
kadarki süreçte güvenilir olmadığını ispatladığını
savunan Greenpeace, ayrıca enerji sorunun çözümü
noktasında nükleer enerjinin de yetersiz olduğunu
savunuyor. Özellikle medyada yer alan nükleer
yatırımların artışını ifade eden haberleri yalanlayan
Greenpeace, son dönemde nükleer yatırımların hızla
azaldığını, hatta birçok ülkenin var olan nükleer
reaktörlerini kapatmaya doğru gittiğini savunuyor.
Ancak bazı kuruluşlar, nükleer enerji konusunda
toplumun yanlış bilgilendirildiğini, aksine nükleer
enerjinin diğer birçok seçenekten daha güvenli ve
doğru olduğunu savunuyor. Bu topluluklardan bir
tanesi Nükte – Nükleer Enerji Bilgi Platformu. Ocak
2006 yılında fizik mühendisleri önderliğinde kurulan
38 Ağustos 2012
platform, nükleer konusu ile ilgili bilimsel gerçekleri
doğru bir şekilde yansıtmaya çalıştıklarını iddia ediyor.
Nükleer enerji konusunda birçok konunun halka yanlış
aktarıldığına dikkat çeken platform üyeleri, kurmuş
oldukları site aracılığı ile bilimsel bilgileri paylaşmaya
çalıştıklarını belirtiyor. “Nükleer enerjide nasıl aldatıldık”,
“Nükleer ambargo”, “Çernobil gerçeği”, “Nükleer
santral efsaneleri” gibi dikkat çekici başlıkları içeriyor.
Devletin enerji yatırımları ile ilgili resmi kurumu olan
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı resmi sitesinde yer
alan açıklama ise: “Fosil yakıtlı, özellikle de kömür
yakıtlı santrallerin, çevre etkisi nükleer santrallerle
kıyaslanamayacak ölçüde olumsuzdur. Nükleer
santraller, çevre etkisi bakımından tercih edilmesi
gereken bir seçenektir. Normal işletme koşulları altında
çalışan nükleer reaktörlerin, dışarıya verebilecekleri en
fazla radyoaktivite, normal doğal radyasyon
seviyesinin %0,1-1'i ile sınırlandırılmış olup pratikteki
durum ise bu sınırların da altındadır. Elektrik üretiminin
sürekliliği yönünden, nükleer santraller, termik ve
hidrolik santrallere göre daha güvenli ve emre
amadedir. Dünya genelinde yenilenebilir enerji
kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılmasına yönelik
gelişmelerin yanı sıra, nükleer enerji yatırımlarına
yönelik projeler küresel ölçekte ivme kazanmaya
başlamıştır” ifadeleri yer alıyor.
Bu kurum ve kuruluşların yanı sıra Nükleer Karşıtı
Platform, Karadeniz İsyandadır Platformu, Küresel
Eylem Grubu gibi birçok STK nükleere karşı
çıkmalarına rağmen Akkuyu’da son hız süren
hazırlıklar oldukça endişe veriyor.
Yaşanacak olanları elbette zaman gösterecek.
Tarihten ders almak mı? Yoksa tarihi yok saymak mı
doğru?
Bu güne kadar yaşanılanlar, günümüz karar
vericilerini ne denli etkileyeceğini elbette ki zaman
gösterecek. Ancak günümüzde yaşanan süreçler,
endişe içinde olan birçok kesimin tedirginliğini anlaşılır
kılıyor.
Bir sonraki sayıda Akkuyu Nükleer Santrali’nin yapımına
ilişkin karar sürecinde yaşanan hukuksal gelişmelere ve
“enerji” olarak nükleerin Türkiye üzerinden
değerlendirmesine yer vereceğiz…
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 39
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 40
ATIKATIK
LONDRA BELEDİYESİ ATIK YÖNETİMİ PROJESİ
ÇÖP İÇERİ,
KAYNAK DIŞARI
PROJE, İLK DEFA SADECE YENİ TEKNOLOJİLERİN LOJİSTİĞİ KONUSUNA DEĞİNMEKLE KALMAYIP,
ATIK YÖNETİMİNİ KENT ÖLÇEĞİNDE ELE ALARAK TASARIMIN KÜLTÜREL VE FİZİKSEL BAKIŞ
AÇILARINI İRDELEMESİ NEDENİYLE İNOVATİF BİR ÇALIŞMA.
erel yönetimler, atıkların toplanması, geri dönüştürülmesi ve bertarafı konusunda farklı çalışmalara imza atıyor. Londra Belediyesi,
hem atıkların toplama merkezlerine taşınması
için harcanan masrafları azaltmak hem de atık merkezlerinin insanlarda oluşturduğu çirkin tabloya son
vermek adına bir rapor hazırlattı. Yerel yönetimlere
örnek oluşturması açısından rapor oldukça önemli.
Y
Atık yönetimi sistemlerinin kent içine entegrasyonunda, görsel ve kültürel etkilerinin göz önüne alınması, ortaya güzel sonuçların çıkmasını sağlayabilir.
2008 yılında Londra Belediyesi, Dow Jones Mimarlık ve Arup firmalarına kentte sürdürülebilir atık yönetimi üzerine bir araştırma projesi verdi. Özellikle Londra
için yürütülen çalışmalar ve araştırmalar sonucunda
atık yönetimi konusu ve işleyişinde izlenebilecek bir tasarım ve teknoloji rehberi ortaya çıktı: Rubbish In, Re40 Ağustos 2012
source Out. Proje, ilk defa sadece yeni teknolojilerin
lojistiği konusuna değinmekle kalmayıp, atık yönetimini
kent ölçeğinde ele alarak tasarımın kültürel ve fiziksel
bakış açılarını irdelemesi nedeniyle inovatif bir çalışmaydı.
Araştırmanın amacı ise Londra Kent
Planlaması'nı atık yönetimi konusunda geliştirmek.
Rubbish In, Resource Out, Londra'da üretilen atıkla
nasıl başa çıkılacağını irdeleyerek, 2020 yılına kadar
atık konusunda %85 oranında kendine yeterliliği sağlamayı hedefledi. Hazırlanan raporda, kullanılmakta olan
katı atık sahası ve yakma yöntemlerinin ötesinde yeni
ve gelişmekte olan teknolojilere de yer verildi.
Rapor kapsamında oluşturulacak arıtma tesislerinin
konumu için kent merkezinde uygun olabilecek alanlar
incelendi. Bu tesislerin kent dokusuna ve yaşamına
başarılı bir şekilde entegre edilmesinde tasarım önemli
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 41
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
LONDRA'NIN ZENGİN VE KARIŞIK KENT DOKUSUNA ÇÖZÜM
OLARAK FARKLI TEKNOLOJİLER, ÖLÇEKLER VE KONUMLAR ELE
ALINARAK 4 FARKLI SENARYO OLUŞTURULDU.
1. Senaryo: A
bir rol oynadı. Raporda tesislerin fiziksel, çevresel ve ticari etkileri incelenirken, atık işleme yapılarının kent
planlama stratejilerine entegre edilmesini sağlayan
kapsamlı bir perspektif sunuldu.
Araştırma sürecinde Arup'un atık konusunda uzman
ekibi, Londra'da mevcut atık yönetimi süreçlerinin lojistik ve teknik olarak nasıl işledikleri ve atık konusundaki ileri teknolojilerin başka şehirlerde nasıl kent
dokusuna dahil edildiği üzerine bilgiler topladı. Londra'nın zengin ve karışık kent dokusuna çözüm olarak
farklı teknolojiler, ölçekler ve konumlar ele alınarak 4
farklı senaryo oluşturuldu. Senaryolar büyük veya
küçük ölçekli, kentin sınırında çoklu tesisler veya kent
içinde yerel tesisler gibi çeşitli çözüm yolları olarak sunuldu.
www.ikibin50dergisi.org
İlk senaryo en büyük ölçekli proje olma özelliğine
sahip. Dört hektarlık alana yayılan "kaynak geri kazanma" parkı olarak tasarlanan proje, kentin endüstriyel alanında yer alıyor ve ana ulaşım yollarına yakın
bir konuma sahip. Yaklaşık 130 bin 400 konutun
atığını karşılayabilecek kapasitede olması planlanan tesise atıkların çöp kamyonları tarafından taşınması
düşünülüyor. Geri dönüşüm, gazlaştırma ve anaerobik
arıtma yöntemlerinin bir arada kullanıldığı senaryoda,
farklı arıtma yöntemleri arasında atık taşıma sorunu ortadan kaldırılması amaçlanıyor. Arıtma işlemleri sona
erdikten sonra ortaya çıkan kompost benzeri ürünlerin
satılması planlanırken, üretilen biyogazın ısı ve elektriğe
dönüştürülerek değerlendirilmesi düşünülüyor.
Yapıların tasarımında konumundan formuna kadar
her özelliği ile olabilecek en ekolojik koşulların sağlanması amaçlanıyor. Birinci senaryodaki yapı formu, küt-
lelerin parçalanması ve işlevlerine göre belirli bölgelere
yerleştirilmesi fikrinden yola çıkarak tasarlandı. Bu yöntem ile yapının sıradan ve monoton olmaması sağlanırken, kentin görüntüsüne olumsuz etki oluşturmaması
hedefleniyor.
Birinci senaryonun hayata geçmesi durumunda 18
bin 800 konut için yeterli elektrik ve 8 bin 100 konut
için yeterli ısınma olanağı sağlamasına denk üretim
olacağını tahmin ediliyor.
2. Senaryo: B
Gazlaştırma tekniğinin kullanıldığı ikinci planda, tesislerin nehir kenarına konumlandırılarak mevcut su
taşımacılığından yararlanılması planlanıyor. Endüstriyel
yapıların ve konutların yer aldığı bölgede faaliyet göstermesi planlanan tesis, yaklaşık 69 bin 500 konutun
atığını toplayabilecek kapasitede olması hedefleniyor.
Ağustos 2012
41
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 42
ATIKATIK
LONDRA BELEDİYESİ ATIK YÖNETİMİ PROJESİ
Projenin, bölgenin yerel mimari özelliklerine uyumlu olması adına Bankside ve Battersea elektrik santrallerinde yer alan kuleler eklenerek planlandı. Böylece
yerel mimari dokuya görsel olarak bir tahribat vermeden, alanda yeni yerel bir kent simgesi oluşturulmuş
olacak.
Projenin geliştirilmesi ile ilgili olarak öngörülen bir
takım sorunlara önceden önlem alınması gerektiği belirtiliyor. Bu sorunların başında nehrin taşması geliyor.
Projeden sorumlu olan firmalar, taşma sorununa
çözüm olarak nehrin taşma riskinin ölçülmesi ve elde
edilecek verilere dayanılarak inşaat aşamasının başlanması gerektiğinin altını çiziyor.
İkinci senaryonun hayata geçmesi durumunda 10
bin 600 konut için yeterli elektrik ve 3 bin 900 konut
için yeterli ısınma olanağına denk üretim gerçekleşmesi öngörülüyor.
3. Senaryo: C
Üçüncü senaryo Londra’nın merkezinde uygulanabilecek, çok işlevli bir yapı adası olarak planlanıyor.
Yapı adasının normalde otopark olarak değerlendirilen
alanlarının yerine anaerobik arıtma ve enerji santrallerinin konumlandırılması düşünülüyor. Projenin gerçek-
42 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 43
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
leşmesi için seçilen gizlenmiş alandan dolayı bölgenin
planlanması, işlevlerin çevresel etkisi ve uygulamanın
kapsamı dikkatle ele alınması gereken konular olarak
belirlendi.
Tesis yaklaşık 29 bin konutun atığını arıtma kapasitesine sahip. Projenin karşılaşabileceği olası en büyük
sorunlardan biri konumu. Proje yürütücüleri, projenin
konut ve ticari yapılara olan yakınlığından dolayı, projenin her aşamasında dikkat ve özenle ilerlenmesi gerektiğini vurguluyor. Ayrıca projenin bir parçası olarak
çevresel risk değerlendirilmesi gerektiğinin de altını
çizen araştırmacılar, tesisin insan sağlığına veya çevreye zarar vermeyeceğinin kanıtlanması gerektiğini savunuyor.
Üçüncü senaryonun gerçekleştirilmesi durumunda,
arıtma işlemlerinden sonra 600 konut için yeterli enerji
ve 90 konut için yeterli ısınma olanağına denk üretim
olması tahmin ediliyor.
4. Senaryo: D
Dördüncü senaryoda ise şehir merkezinde
gazlaştırma yönteminin kullanılabileceği, kent dokusu
içinde saklanmak yerine bir kent elemanı olarak sunulabilecek bir yapı olması öngörülüyor. Bu şekilde atık
yönetimi kent içinde görünebilir bir öğeye dönüştürülerek kent yaşamına dahil edilmesi tasarlandı. Yaklaşık
35 bin evin atığını toplayabilecek kapasiteye sahip
olan proje, 3 yapı bloğundan oluşuyor.
Birinci bloğun 10 metre uzunluğunda, atıkların en
fazla iki günlüğüne depolanabileceği bir yapı olması
planlanırken diğer bloklardan birinin 20, diğerinin 40
metre uzunluğunda olması ve arıtma ekipmanlarının
depolanması planlanıyor.
Projenin hayata geçmesi durumunda 8 bin 500
konut için yeterli elektrik ve 3 bin 900 konut için yeterli
ısınma olanağına denk üretim olacağı tahmin ediliyor.
DONATI VE TESİSLERİN
NEDEN OLDUĞU GÖRÜNTÜ,
KOKU VE GÜRÜLTÜ GİBİ
YANLIŞ ANLAŞILMALARIN
ÖNÜNE GEÇMEYİ
HEDEFLEYEN PROJE,
ALTERNATİF ÇÖZÜMLER VE
YAPILARLA BU SORUNA
CEVAP NİTELİĞİNDE
ÇALIŞMALAR ORTAYA
KOYUYOR.
Oluşturulan dört senaryonun, yerel yönetimler ve girişimciler için özel ihtiyaçlara ve morfolojik farklılıklara
sahip olan bir yaklaşım sunması amaçlanıyor. Bütün
senaryolar geniş kapsamlı veri, görünüş, içerik, işlev
ve yöntem analizleriyle ele alınırken, her gelişmenin
zorlukları ve yararları da açıkça sunuluyor. Donatı ve
tesislerin neden olduğu görüntü, koku ve gürültü gibi
yanlış anlaşılmaların önüne geçmeyi hedefleyen proje,
alternatif çözümler ve yapılarla bu soruna cevap niteliğinde çalışmalar ortaya koyuyor.
Rubbish In, Resource Out Londra için politik bir bakışın sonucu olarak doğan bir proje. Alışılagelmişin
dışında bir gelişmiş teknoloji ve altyapı kesitinde bir çalışma olan proje, kent yaşamınada değer katan bir tutuma sahip. Geleneksel atık ve atık arıtma
yöntemlerinin kent içinde oluşturabileceği yabancı ve
zevksiz olma önyargılara karşı çıkıyor. Sonuç olarak
Rubbish In, Resource Out, bir metropol için sürdürülebilir yaşamı sağlayabilmek amacıyla en temel noktadan başlıyor: O da atık…
KAYNAKÇA
Rubbish In Resource Out, Biba Dow, Topos Dergisi, Sayı 15, 2011
Rubbish In - Resource Out: Design Ideas For Waste Facilities In
London Raporu, Dow Jones Architects ve ARUP, 2008
www.ikibin50dergisi.org
Ağustos 2012
43
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 44
MEVZUAT
ATIK
ELEKTRONİK ATIKLARIN KONTROLÜ YÖNETMELİĞİ
Elektronik atık bilmecesi
ÇÖZÜLDÜ MÜ?
UZUN ZAMANDIR BEKLENEN
ATIK ELEKTRİKLİ VE
ELEKTRONİK
EŞYALARIN(AEEE) KONTROLÜ
YÖNETMELİĞİ 22 MAYIS 2012
TARİHLİ, 28300 SAYILI RESMİ
GAZETE’DE YAYIMLANARAK
YÜRÜRLÜĞE GİRDİ.
YÖNETMELİĞİN YÜRÜRLÜĞE
GİRMESİYLE ELEKTRİKLİ VE
ELEKTRONİK EŞYA ATIKLARI
ÇEVRE LİSANSLI TESİSLERDE
UYGUN TEKNOLOJİLER
KULLANARAK İŞLENECEK VE
YILLIK 20 TON YAĞ, 40 TON
GAZ, 200 TON KURŞUN, 400
TON CİVA VE 100 TON TONER
TOZUNUN, KONTROLSÜZ
OLARAK ALICI ORTAMA
VERİLMESİ ENGELLENEREK,
LİSANSLI TESİSLERDE GERİ
KAZANIMI VE BERTARAFI
SAĞLANACAK.
44 Ağustos 2012
Ç
evre ve Şehircilik Bakanlığı, yönetmelik ile
birlikte insan sağlığına ve çevreye zararlı
olan maddeleri içeren bilgisayar, monitör,
televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi,
cep telefonu gibi elektrikli ve elektronik eşyaların belirli
standartlar çerçevesinde geri kazanılması ve geri kazanılamayan atıkları ise uygun yollarla bertaraf edilmesini amaçlıyor.
Yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle elektrikli ve elektronik eşya atıkları çevre lisanslı tesislerde uygun teknolojiler kullanarak işlenecek ve yıllık 20 ton yağ, 40
ton gaz, 200 ton kurşun, 400 ton cıva ve 100 ton
toner tozunun, kontrolsüz olarak alıcı ortama verilmesi
engellenerek, lisanslı tesislerde geri kazanımı ve bertarafı sağlanacak.
Yönetmelik aynı zamanda elektrikli ve elektronik eşyalarda kurşun (Pb), cıva (Hg), artı altı değerlikli krom
(Cr6 ), polibromürlü bifeniller (PBB) ve polibromürlü difenil eterler (PBDE) ile kadmiyumun (Cd) kullanılması
yasaklandı. Yönetmelik kapsamında yer alan ürünler
atık haline geldiğinde ise vatandaşlar belediyelerin kuwww.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 45
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
veya ihraç edilen atık elektrikli ve elektronik eşyalar konusunda ağırlık ve adet esaslı bilgi toplayacak.Atık
elektrikli ve elektronik eşyaların diğer evsel veya başka
atıklarla birlikte depolanması, alıcı ortama verilmesi ve
bütün olarak yakılması yasak olup, tüketicilerin evsel
elektronik atıklarını herhangi bir ücret talep edilmeden
iade edilebileceği uygun toplama yerlerinin tahsis edilmesi öngörülüyor. Nüfusu 400 bin üzeri olan belediyelerle başlamak üzere kademeli olarak tüm belediyeler
tarafından atık getirme merkezlerinin kurulması planlanıyor.
Açıklamada görüşlerine yer verilen Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, elektrikli ve elektronik
eşya sanayisinin Türkiye'de önemli üretim kapasitesine
sahip olduğunu belirtti.
racağı atık getirme merkezlerine ürünleri getirebilecekler. Bunun dışında üreticiler ve lisanlı işleme tesisleri tarafından kurulacak aktarma merkezlerine veya yeni bir
elektrikli ve elektronik eşya satın aldığı yere, vatandaşın talep etmesi halinde elektrik ve elektronik eşya dağıtıcılarına hiçbir ücret ödemeden verebilecek.
YÖNETMELİK HANGİ ÜRÜNLERİ KAPSIYOR?
Yönetmelik büyük ev eşyaları, küçük ev aletleri, bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları, tüketici ekipmanları, aydınlatma ekipmanları, elektrikli ve elektronik
aletler (büyük ve sabit sanayi aletleri hariç olmak
üzere), oyuncaklar, eğlence ve spor aletleri, tıbbi cihazlar (emplantasyon ürünleri ve hastalık bulaşıcı temaslarda bulunan ürünler hariç), izleme ve kontrol
aletleri ve otomat sınıflarına dahil elektrikli ve elektronik
eşyalarla elektrik ampulleri ve evsel amaçlı kullanılan
aydınlatma gereçlerini kapsıyor.
Yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle elektrikli ve elektronik eşyaların üretiminden nihai bertarafına kadar
çevre ve insan sağlığının korunması amacıyla elektrikli
ve elektronik eşyalarda bazı zararlı maddelerin kullanımının sınırlandırılması, bu sınırlandırmalardan muaf tutulacak uygulamaların belirlenmesiyle beraber elektrikli
ve elektronik eşya atıklarının toplanması, işlenmesi,
geri kazanımı ve bertarafı üretici sorumluluğu altında
gerçekleştirilecek.
TOPLAMA ALANLARI TAHSİS EDİLECEK
Bakanlık, yönetmelik çerçevesinde üretici kaydını
oluşturacak ve piyasaya sürülen yasaklı maddeleri
içermeyen elektrikli ve elektronik eşyaların üretim miktarları, cinsleri, sınıfları ile Türkiye'de toplanan, tekrar
kullanılan, geri dönüşüm ve geri kazanıma tabi tutulan
www.ikibin50dergisi.org
NÜFUSU 400 BİN ÜZERİ
OLAN BELEDİYELERDEN
BAŞLAMAK ÜZERE
KADEMELİ OLARAK TÜM
BELEDİYELER
TARAFINDAN ATIK
GETİRME MERKEZLERİNİN
KURULMASI
PLANLANIYOR.
Üretimin büyük bir kısmının, yurt dışına ihraç edildiğini, Avrupa piyasasına ihraç edilen eşyanın, toplam
üretim miktarının yüzde 60'ını oluşturduğuna dikkati
çeken Bayraktar, şunları kaydetti: ''AB müktesebatına
uyum çalışmalarının devam ettiği ve Türk sanayisinin
AB üyesi ülkelere ihracatının arttığı bu dönemde AB'de
geçerli olan elektrikli ve elektronik eşya atıkları ile elektrikli ve elektronik eşyalarda bazı zararlı maddelerin
kullanılmasının sınırlandırılması (RoHS) ile ilgi direktiflerin takibi Türk sanayisinin rekabet gücünü koruması
açısından büyük önem taşımaktadır. Elektrikli ve elektronik eşya atıklarının içerisindeki değerli olan kısımların
geri kazanılmasının ülke ekonomisine getireceği pozitif
etkilerin yanında tehlikeli kısımların da uygun teknolojilerle işlenmesi atık yönetiminin önemini artıran hususlardan biridir.''
TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası (EMO):
“Kendi coğrafyasının gerçekliğinden uzak
olan bu yönetmelik bizce yeterli değildir”
Elektrik Mühendisleri Odası, söz konusu yönetmelik
ile ilgili kapsamlı bir rapor hazırlıyor. Dergimize kısa bir
açıklamada bulunan EMO yetkilisi şunları belirtiyor:
“RoHs, elektronik kartlarda ya da elektronik malzemelerde bazı kimyasalların bulunmasını yasaklayan bir
direktiftir. WEEE, Elektrikli ve Elektronik Eşyaların atıklarının ayrı toplanmasını ve geri kazanımı ile bertarafını,
üreticinin yapmasını zorunlu kılan bir direktiftir. Gelişmiş
ülkeler, 2000’li yılların başlarından beri bu konu ile ilgili
olarak yapmış oldukları geniş araştırmalar ve çalışmalar sonrası söz konusu direktifleri hazırlamışlar ve
dünya gündemine 2002 ve 2003 yıllarında sokmuşlardır.
Ülkemizde ise durum üreticiler ve tüketiciler açısından farklı görüntü arz etmektedir. Üreticiler; ileri teknoloji içermeyen ürünleri üretiyormuş gibi bir profil
çizmektedirler. Bu ürünlerde yarı mamül nitelikli bileşenler önemli oranda dış alım yoluyla sağlanmaktadır.
Ülkemizde bu oranın ne olduğu hakkında bir açıklık
yoktur. Daha önemlisi, ileri teknoloji sahibi diğer ürünlerin tamamı dış alım yolu ile sağlanmaktadır. Kapitalizmin doğası gereği, dış alım yoluyla sağlanan ürünlerin
Ağustos 2012
45
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 46
MEVZUAT
ATIK
ELEKTRONİK ATIKLARIN KONTROLÜ YÖNETMELİĞİ
TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI (EMO):
YÖNETMELİK BÜTÜN SORUMLULUĞU BİRİLERİNE HAVALE
EDİYOR ANCAK AŞAMALARIN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ
KONULARINDA HER HANGİ BİR YÖNTEM ÖNERMEDEN,
FİNANSMANININ NASIL SAĞLANACAĞI, NASIL DENETLENECEĞİ
KONUSUNDA HERHANGI BİR AÇIKLIK GETİRMİYOR.
kullanılmakta olan kurşun, civa, kadminyum, heksavalent krom, PBB (çok bromlu bifenil) ve PBDE (çok
bromlu difenil seteril) maddelerinin zararsız ya da daha
az zararlı başka maddelerle değiştirilmiş olması emredilmektedir.
Yönetmelik bütün sorumluluğu birilerine havale ediyor ancak aşamaların gerçekleştirilmesi konularında
her hangi bir yöntem önermeden, finansmanının nasıl
sağlanacağı, nasıl denetleneceği konusunda herhangi
bir açıklık getirmiyor. Yükümlülüklerin yerine getirilmediği durumlarda, yaptırımlarla ilgili ipucu vermiyor.
Kamu Kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını dışarı
bırakarak, kamu denetimini önemli ölçüde ıskalıyor.
Asıl amacı kamunun sağlığı ve yararını gözetmek olan
kurumları dışarıda bırakıyor. Kendi coğrafyasının gerçekliğinden uzak olan bu yönetmelik bizce yeterli değildir. Avrupa Konseyi bu alanın ülkelerin kendi
gerçekleriyle uygun olarak yasa ile düzenlenmesini istemektedir. Umarız ki bu yönetmelik, ilgili yasa çalışmalarının önünü tıkamayacaktır.”
EVCİLER KİMYA: “Yönetmelikler yaşayan
düzenlemelerdir ve ihtiyaçlar çerçevesinde
güncellenebilirler.”
ömürleri sürekli kısaltılmaktadır. Bu da, söz konusu
ürünlerin kısa sürede çöplük haline dönüşmesi demektir. Piyasaya sürülen ürünlerde her türlü yenilik,
yalnızca rekabetin gerektirdiği kadar ve sınırlı olarak
uygulanmaktadır. Özendiricilik yaratılarak bazı yeniliklerin ihtiyaç gibi sunulması ile pazar genişletme çalışmaları sürdürülürken, doğanın tahribatı göz ardı
edilmektedir.
22 Mayıs 2012 tarihinde resmi gazetede yayınlanan; “ Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyaların Kontrolü
Yönetmeliği ” WEEE’ nin, RoHS ‘dan alınan hükümlerle desteklenerek tercüme edilmiş bir yönetmelik olarak ortaya çıkmış; ülkemiz gerçekleri ile tam olarak
örtüşmesi gerçeği çok da önemsenmemiştir. WEEE ve
RoHS’ da belirtilen zararlı zehirli maddelerin ve kimyasalların gerçekten tespit edilebilmesi için bizim ülkemizin alt yapısı yeterli değildir. AB müktesebatı
çerçevesinde geç kalınarak çıkartılmış olan bu yönetmelik, bizce yasak savmak amacıyla oluşturulmuş, uygulama için gerekli alt yapı ve iradeden yoksundur.
WEEE Direktifi, Avrupa Konseyi tarafından 13 Şubat
2003 tarihinde yürürlüğe sokulmuş, üye ülkelerden ise
13 Ağustos 2004 tarihine kadar bu direktife ilişkin uygulama yasalarını çıkarmaları talep edilmiştir. Bunu izleyen RoHS ile de; 1 Temmuz 2006 tarihinden itibaren
piyasada yer alacak elektrikli ve elektronik eşyalarda
46 Ağustos 2012
Evciler Kimya Kurumsal İlişkiler ve
e Proje
Yöneticisi Ozan Kayahan
Evciler Kimya Kurumsal İlişkiler ve Proje Yönetimi biriminden Ozan Kayahan, yönetmelik ile ilgili görüşlerini
şu şekilde aktardı:
“Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyaların(AEEE) Kontrolü Yönetmeliği 22 Mayıs 2012 tarihli, 28300 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelik kapsamında Bakanlığın, Çevre ve Şehircilik İl
Müdürlüklerinin, Belediyelerin, Elektrikli ve Elektronik
Eşya(EEE) Üreticilerinin, EEE Dağıtıcılarının, Tüketicilerin, AEEE İşleme Tesislerinin görev, yetki ve sorumlulukları detaylı bir şekilde yer alıyor. Özetleyecek
olursak;
Belediyeler nüfus sayılarına orantılı olarak belirlenmiş
tarihlere kadar toplama merkezleri oluşturmak ve
kendi sınırları içerisinde toplama işlemi organize etmekten sorumlular.
EEE Üreticileri, yönetmelikte belirtilen yıllara ve kategorilere göre kişi başına belli miktarlarda atık toplanmasını sağlamaktan sorumlular.
EEE Dağıtıcıları, yeni bir ürün sattıklarında, tüketici
eğer talep ederse eski ürününü marka ve modeline
bakılmaksızın nakliye ücreti talep etmeksizin almaktan
sorumlular.
Tüketiciler, AEEE’lerin evsel atıklardan ayrı olarak biriktirilmesinden ve oluşturularak toplama merkezlerine
ulaştırmak veya ulaştırılmasını sağlamaktan sorumlular.
AEEE İşleme tesisleri elbette ki uygun yöntem ve
teknolojileri kullanmakla, bunun için Çevre İzin ve Lisansı almakla, tesise gelen atık miktarını ve geri dönüşüm ve/veya geri kazanım miktarlarını Bakanlığa
bildirmekle yükümlüler. Bu çerçevede bugüne kadar
kullanmakta olduğumuz Uygunluk Yazısı 1 yıl boyunca
geçerliliğini koruyor, ancak yerine Çevre İzin ve Lisansı
başvurumuzu 6 ay içinde gerçekleştirmekten sorumluyuz.
Yönetmelik hakkında ki görüşlerimizi özetlemek gerekirse, daha sadece geçen hafta Bakanlık yetkililerinin
son yaptıkları açıklamalara göre taslak yönetmelik
onay aşamasında, bugünlerde yayınlanabilir diye düşünüyorduk. Elbette yönetmeliğin yayımlanması ve yürürlüğe girmesi ihtiyacı açıktı, kaçınılmazdı. 22 Mayıs
2012 tarihli resmi gazetede yayımlanarak Atık Elektrikli
ve Elektronik Ekipmanların Kontrolü Yönetmeliği yürürlüğe girdi. Türkiye buna hazırdır veya değildir, alt yapı
kaygıları var vb. polemiklere girmek istemiyoruz, çünkü
bu yönetmelik ve bu alanda yapılan işbirliklerinin Türkiye’ye katkısı olduğunu hatırlamak da kaçınılmazdır.
Unutmamak gerekir ki yönetmelikler yaşayan düzenlemelerdir ve ihtiyaçlar çerçevesinde güncellenebilirler.”
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 47
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 48
TASARIM
MOBİLYA TASARIMI
Mobilya Tasarımında
Çevre Dostu Yaklaşımların
Tarihsel Süreci
DOĞAL KAYNAKLARIN SINIRLI, İNSANLARIN İHTİYAÇLARININ İSE SINIRSIZ OLDUĞU GÜNÜMÜZ
DÜNYASINDA, ÇEVRE DOSTU (ENVİRONMENTAL FRİENDLY) MOBİLYA TASARIMI ANLAYIŞI GİDEREK
ÖNEM KAZANMAKTADIR. GERÇEKTEN, ENDÜSTRİYEL VE TEKNOLOJİK GELİŞMELER DOĞAL
KAYNAKLARIN AŞIRI TÜKETİMİNE YOL AÇMAKTADIR. BU NEDENLE, GELİŞMİŞ ÜLKELERDE ÇEVRE
DOSTU MOBİLYA TASARIMINA İLİŞKİN GÖRÜŞLER GİDEREK GENEL BİR KABUL GÖRMEKTEDİR. BU
ÇALIŞMAMIZIN AMACI, ÇEVRE DOSTU MOBİLYA TASARIMIYLA İLGİLİ OLARAK, TARİHSEL SÜREÇTE
ÇEVRE-TASARIM İLİŞKİSİNİN ROLÜNÜ VE BU ALANDA İLERİ SÜRÜLEN ÖNEMLİ GÖRÜŞLERİ VE AKIMLARI
ELE ALMAK.
.
Öğr. Gör. Dr. Emine Yükse
ÇEVRE VE MOBİLYA TASARIMI İLİŞKİSİ
Çevre dostu mobilya tasarımı kavramı ile mobilyanın
tasarımı ve yapımı esnasında çevreye en az düzeyde
zarar verecek tasarımları içermesi kastedilir. Çevre tüm
canlı ve cansız varlıkların içinde yaşadıkları doğal
ortamdır. Canlı varlıkların, hayati bağlarla bağlı
oldukları, etkiledikleri ve etkilendikleri mekân
birimlerine, o canlılar topluluğunun yaşam ortamı veya
çevre denir. (1)Bir başka tanıma göre ise; herhangi bir
organizma ya da ekolojik topluluğu etkileyen ve
yaşamı belirleyici tüm iklimseli ve biyolojik faktörleri
içermektedir.(2) Hızla artan nüfusun gereksinimlerini
karşılamak için doğal çevrenin tahrip edilmesiyle çevre
sorunları ortaya çıktı.
Artan nüfus ve üretimin sebep olduğu kirlilik
beraberinde yeni çözümler üretmeyi gerektirdi. Çevre
kirliliği tüm canlı ve cansız varlıkları olumsuz yönde
etkileyen, yapısal zararlar meydana getiren,
ekosistemlerdeki doğal dengeyi bozan ve çoğunlukla
insanlardan kaynaklanabilen problemlerdir. Çevre
problemleri doğal yollardan olabildiği gibi insan eli ile
de meydana gelir.
48 Ağustos 2012
Endüstri Devriminden sonra doğal kaynakların
gereğinden fazla bilinçsizce tüketilmesi ve teknolojik
gelişmelerin yarattığı olumsuzluklar doğal çevrenin
zara görmesine zemin hazırladı. Hızla artan nüfusun
ihtiyaçlarına cevap verecek kentleşme ve
sanayileşmenin yanı sıra nükleer patlamalar, çöp
sorunu, hava, su ve toprak kirliliği gibi etmenler çevre
sorunlarını yarattı. Uluslararası düzeyde çevre sorunları
ilk defa 1972 yılında Stokholm’de ‘İnsan ve Çevre’ adlı
toplantıda ele alındı. 1977 yılında Tiflis’te yapılan
toplantıda ise çevre sorunlarına karşı stratejiler ele
alınmaya başlanmıştır.1992 Rio Zirvesinde ise
konunun önemi üzerinde durularak gereken önlemlerin
alınması kararlaştırılmıştır. (3)Doğada bırakılan atıklar
zamanla mikro organizmalarla birleşerek yeniden
doğaya kazanılırlar. Ancak bazı maddelerin geri
dönüşümü uzun sürmekte ve kirliliğe sebebiyet
vermektedir. Bunların başında cam, plastik, alüminyum
gibi malzemelerin geri dönüşümü uzun yılar
sürmektedir.
Bu sorun tasarımcıların dikkatini çekmiş ve bu
yönde yeni arayışlara gidilmiştir. Günümüzde çevre
sorunlarının artması mobilya tasarımcıların yeni
arayışlara yönelmesine neden olmuştur. Çevre
sorunlarına karşı iki ayrı tutum tasarımda gelişmiştir.
Bunlardan birincisi doğal malzemelerin kullanıldığı
yaklaşım, ikincisi geri dönüşümlü malzemelerin
kullanılması şeklindedir. Doğal kaynaklar yenilenmesi
zor olmasına karşın kısıtlı sayıda olmaları nedeniyle
daha çok kuzey ülkelerinde tercih edilen malzeme
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 49
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
türüdür. Bu yaklaşımın tasarımcılar yönünden çok
tercih edilmediği görülür. Ekoloji, insanın çevresiyle
olan bir ilişkiler sistemini bütünüdür. Son yıllarda
çevreyle ilgili çevrenin korunması yönünden gösterilen
çabalar, çevre dostu tasarım konusunun önemini
ortaya çıkardı. Çevre dostu tasarım teriminden, doğal
ürünler yerine atık nesneler, endüstriyel ve geri
dönüşümlü hazır malzemelerle üretilen mobilya dizaynı
anlaşılmaktadır. Örnek olarak, ağaçlar kesilerek elde
edilen ahşap malzeme yerine, ahşap havası verilecek
biçimde Çevre Dostu olan malzemelerin kullanılmasını
gösterebiliriz.4
ÇEVRE SORUNLARININ
ÇOĞUNA, SERİ ÜRETİM
ÜRÜNLERİ, ÜRETİM SİSTEMLERİ
VE KULLANILAN
MALZEMELERİN SEÇİMİNE
BAĞLI OLARAK ORTAYA ÇIKAN
KİRLENMELER NEDEN
OLMAKTADIR. ŞÖYLE Kİ,
BİRÇOK ÜRÜN TEKRAR YERİNE
KONULAMAYAN DOĞAL
KAYNAKLARDAN
ÜRETİLMEKTEDİR.
Son yıllarda özellikle gelişmiş ülkelerde doğal
kaynakların korunması amacıyla, Çevre Dostu tasarım
konusu giderek önem kazanmıştır. Bu nedenle, bu
çalışmamızın konusunu oluşturan Çevre Dostu
tasarımı, düşünsel süreçte katkısı olan tasarımcıların
ve çeşitli ekollerin görüşlerini ele alarak analiz etmeye
çalışacağız.
konuda özgün arayışlara gitmeleri, çevreci tasarım
açısından önemli bir gelişmeydi. Günümüzde ise,
Çevre Dostu tasarımın önem kazanmasında
endüstriyel gelişmeler ve çevreci yaklaşımların önemli
etkisi oldu. Dünya nüfusundaki hızlı artış nedeniyle
doğanın tahribatı da giderek arttı. Özellikle gelişmiş
ülkelerde ortaya çıkan siyasal bilinç nedeniyle çevreci
Yeşiller partilerinin etkinliği arttı. Bu gelişmelerin
sonunda mimarlar geleneksel değer yargılarından
vazgeçerek, Çevre Dostu tasarıma önem vermeye
başladılar. Aşağıdaki açıklamalarımız Çevre Dostu
tasarımın geçirdiği tarihsel süreci Çevre Dostu
tasarıma katkısı olan tasarımcılar ve ekoller yönünden
ele almaktayız.
Çevre Dostu Tasarımın Geçirdiği Tarihsel Süreç
Mobilya tasarımında geliştirilen endüstriyel
malzemelerden birisi de alüminyumdur. Alüminyumun
hafif ve taşıma kapasitesini yüksek olması, mobilya
tasarımı açısından önemli bir gelişmeydi. Yine 1950 ve
1960’lı yıllarda önem kazanan Gunnard Anderson
tasarım anlayışında, endüstriyle gelişmelerin etkisi
artarak devam etti. Bu tasarım biçiminde endüstriyel
artık malzeme kullanımı daha da arttı. Özellikle toz
alüminyum ve fiberglas karışımından elde edilen
malzeme, gazete ve kümes teli gibi sıra dışı
malzemelerle kullanılarak, sandalye modelleri ortaya
çıktı(3).
Gunnard Andersen
ÇEVRE DOSTU TASARIMININ
DÜŞÜNSEL SÜRECİ
Tarihsel süreç açıdan baktığımızda mobilya
tasarımının belirli evrelerden geçmiş olduğunu görürüz.
Üretim için kullanılan malzemelerin türüne göre
mobilyalar: ahşap, plastik, doğal taş, cam, kompozit
malzemeler olmak üzere sınıflandırılırlar. Mobilya
tasarımında endüstriyel üretime geçildikten sonra
üretim tekniklerinin geliştirilmesinin yanı sıra yeni
malzeme arayışlarına da gidilmiştir. Geleneksel
üretimle yapılan mobilya tasarımlarında ahşap, taş gibi
doğal malzemelerin ağırlıklı olarak kullanılmış olduğu
görülür. Ancak artan nüfusun mobilya talebine cevap
verecek nitelikte olmaması yeni malzemelerin
geliştirilmesini zorunlu kıldı. İlk önce ahşap yan
ürünlerinin mobilya tasarımında kullanıldığı
görülmektedir. Kontrplak, yonga levha, lif levha gibi
ürünler endüstriyel üretime cevap verecek ucuz ve
kolay üretimi sayesinde ilk çevreci yaklaşımlar
açısından geliştirilen malzemelerdi. Böylece ahşap
malzemenin ekonomik ve gereksiz kullanımı
önlenmesinin önüne geçilmiş olunmaktadır. Benzer
şekilde geri dönüşümü olan alüminyum gibi ametal
malzemelerin kullanımı mobilya tasarımına biçimsel
açıdan çok şey kazandırmıştır. Endüstriyel üretimle
yeni malzemelerin geliştirilmesi mobilya tasarımını
etkilemiştir. Bu konuda tasarımcıların deneysel
çalışmaları dikkat çekmektedir. Tasarımcıların bu
Gunnar Aagaard Andersen, Chair, 1952
Kaynak: Charlotte &Peter Fiell, 1000 Chairs, Taschen,
İtaly,2002
Kağıt malzemeyi kullanarak Welttstein’in
güçlendirdiği tek parça strüktürü de kullanan,
Andersen yeni bir sandalye tasarımı ortaya koydu.
Andersen’in bu tasarımı aşağıdaki resim ile
gösterilmiştir. Andersen’in bu sıra dışı malzemelerle
yapmış olduğu bu tasarım çok kullanışlı olmamakla
birlikte ilgi çekiciydi. Kullanılan malzemeler daha sonra
endüstriyel üretimde gelişim sağlayacak kâğıt
malzemeni habercisiydi.
Peter Murdock
Peter Murdoch , Spooty Chair, 1952
Kaynak: Charlotte &Peter Fiell, 1000 Chairs, Taschen,
İtaly,2002
1960’lı yıllarda Gunnar Andersen’in öncülüğünü
yaptığı gazete kağıdı ve kümes teli gibi sıra dışı
malzemelerden yapılan mobilya, tasarımcıların ilgisini
çekmişti. Kağıt hamurunun PLA (biyolojik olarak
parçalanan plastik) malzeme ile bir araya getirilmesiyle
oluşturulan malzeme ince kesitli, ağırlık ve gerilmeye,
neme ve sıcaklığa karşı özellikleri geliştirilmiştir. Ucuz
ve atılabilir olması nedeniyle kullanışlı bir malzemedir.
Murdock’un kağıt malzemeyi mobilya tasarımında
kullanması, ekolojiyi koruma yönünden radikal bir katkı
olarak değerlendirilebilir. Bu tasarım kağıda katılan bir
takım katkı maddeleriyle desteklenmesine rağmen
taşıma kapasitesinin zayıf olması nedeniyle ilk önce
çocuklar için tasarlanmıştı. Kağıdın geri dönüşümlü
olması, malzemenin daha ekonomik kullanımını
sağladığı gibi tasarımcılar için yeni biçimlerin
oluşturulmasında etkili bir araçtır. Ancak, bu tür
Haziran 2012
49
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 50
TASARIM
MOBİLYA TASARIMI
ürünlerin taşıma kapasitesinin az olması ve
kullanıldıktan sonra atılabilir nitelikte olması ise, bu
modelin zayıf yönü olarak gösterilebilir. Kağıt malzeme
ilerleyen yıllarda içeriğinin zenginleştirilmesi sayesinde
endüstriyel üretime cevap verebilecek şekilde kesme,
bükme gibi işlemlere sağladığı kolaylıkla gelişime açık
bir malzeme olarak tasarımcıların ilgisini çekti.
Modernist Tasarım Akımları
1980’lerde Ettore Sotsass “bugün yapılan her şeyi
kullanıyoruz. Üretimlerimiz bugüne aittir, gelecek
kuşaklara değildir” der(4). Bu söylemin bugün
geçerliliğini yitirmesi ya da bir başka şekilde
yorumlanması söz konusudur. Çünkü aşırı, gereksiz ve
sadece biçimi savunan yaklaşımlar geçerliliğini
yitirmeye başlamıştır. Günümüzde plastik malzemelerin
zararlarının ortaya çıkması ve geri dönüşümün zor
olması nedeniyle özelliklerinin iyileştirilmesi yoluna
gidilmiştir. Örnek olarak, Gaetano Pesce’nin 1963
yılında tasarlamış olduğu farklı yoğunluklardaki atık
poliüretan reçinenin strüktürü elle veya kalıpla ürettiği
modeli gösterebiliriz. Pesce’nin amacı hem endüstriyel
ve hem de elle yapılan üretimi içeren bir mobilya
modelini oluşturmaktır.
Robert Wettein ve Frank Ghery
Murdock tasarımının zayıf yönlerini, geliştirdiği
tasarımı ile ortadan kaldırdı. Welttstein, mukavvanın
katmanlarına biçim verilerek oluşturulan tabakaların
bükülmesi biçiminde uygulandığı bir yöntemle bir
mobilya tasarladı. Kağıt malzemenin kesiti artırılarak
taşıma kapasitesi artırılmıştı. Ghery, Murdoch’un
Spooty adı verilen çocuklar için tasarladığı katlanabilir,
benekli ve atılabilir sandalye modelinden oldukça
etkilendi. Grey kağıdın düşük taşıma kapasitesini kağıt
hamurunu kalıba dökerek ve presleyerek elde ettiği
malzeme ile koltuk ve sandalye üretti. Dayanıklılık ve
esneme konstrüksiyonunu sağlama amacıyla mukavva
katmanları arasında birbirine ters gelecek biçimde
kıvrımlar oluşturdu. Lamine edilmiş mukavva
konstrüksiyondan elde edilen bu ürünler zamanla
mobilya mağazalarında yerini aldı.
1980’lerde sosyal, Çevre Dostu ve kültürel
gelişmeler teknik olarak stile de yansımıştır. Sanat
1960’ların kavramsal aşamasından dışavurumcu ve
figüratif biçime dönüşmüştür. Mimaride ve dizaynda
modernizmin ve fonksiyonelliğin kuralları geri
çevrilmiştir. Dizayn sadece reklamda, pazarlamada
değil bireysel yaşamda da anahtar bir rol oynamıştır.
Tasarım medyada ve sergilerde bir oyun haline
gelmiştir. Ayrıca, yeni dizaynda ideolojik
fonksiyonellikten vazgeçme de söz konusudur. Küçük
ve tek parçalı, stillerin karışımı ile alışılmamış
malzemelerle yapılan tasarımlar günümüzde Yeni
Dizayn adı altında toplanır.
Frank Ghery
Bu model kalın laminant katmanlardan oluşan tek
bir malzeme biçimini almıştır. Grey’in ucuz, geri
dönüşümlü ve bükülebilen özelliklere sahip bu
modelini düşük bir maliyetle elde etme olanağı olduğu
için piyasa fiyatı da oldukça düşüktü. Öte yandan, bu
laminant malzemeye düz ve eğrisel biçimler
verilebilmektedir. Aşağıdaki resim Grey’in günümüzde
kullanılabilen bu tasarımı göstermektedir.
Çevre sorunlarının çoğuna, seri üretim ürünleri,
üretim sistemleri ve kullanılan malzemelerin seçimine
bağlı olarak ortaya çıkan kirlenmeler neden olmaktadır.
Şöyle ki, birçok ürün tekrar yerine konulamayan doğal
kaynaklardan üretilmektedir. Tasarımcı, bir ürünün
yaratıcısı veya başlıca belirleyicisi olarak, ürünün
üretilmesi aşamasında ortaya çıkabilecek zararlı ve
olumsuz sorunları etkileyen ve yönlendiren bir kişidir.
Bu nedenle hangi malzemeyi nerede kullanılacağı ve
nasıl üretileceğini saptayan kişi olmaktadır. 60’lı
yıllarda başlayan endüstri ürünleri tasarımının önem
kazanmasıyla pahalı, sosyal statü sağlayan, hiç işe
yaramayan ürünlerin giderek fazlaca üretilmesi yeni
problemleri ortaya çıkarmıştır. Yeni stillerin ortaya
çıkması ve her üretilen üründen sonra eskinin atılması
gibi modalar yaratıldı. Bu yaklaşım çevreciler
tarafından şiddetle eleştirildi. Bugünün tasarımcıları
birçok alanda hizmet verirken çevre problemlerinin
çözümüne yönelik ürünlerinde tasarımlarını
yapmaktadırlar.
Yukarıda kısaca Çevre Dostu tasarıma ilişkin olarak
ünlü tasarımcıların görüşlerini ve modellerini incelemiş
bulunmaktayız. Ancak, Çevre Dostu tasarımı ilişkin
olarak çeşitli sanatsal ekollerin yaklaşımları da oldukça
etkili olabilmektedir. Bu nedenle, aşağıda Çevre Dostu
tasarıma önemli katkılarda bulunan Post Modern, Yeni
Dizayn, Primit Sanat Akımı ve Ready Made gibi çeşitli
akımların konuya ilişkin yaklaşımları özlü olarak ele
alınmaktadır.
Diğer Görüşler ve Akımlar
1970 ve 80’lerde Modernizme tepki olarak ortaya
çıkan Post Modernizm anlayışı mobilya tasarımında da
etkisini göstermiştir. Postmodernist görüşler
mobilyadaki tarihsel eğilimleri yeniden canlandırdı ve
eski biçimlerden esinlenerek yeni biçimler
yaratılmasında katkısı oldu. Bu modelde Kitsche
yaklaşımına dayanan tasarımlar oldukça etkili
olmuştur. Tüm davranış ve eğilimlerde her türlü form,
öğe ve biçim zenginliği göze çarpar. Öte yandan,
Plastik malzemelerin zararlarının ortaya çıkması ile
mobilya tasarımcıları yeni arayışlara yönlendiler.
Bunların arasında atık ve geri dönüşümlü malzemelerin
kullanımının yanı sıra benzer ürünlerin karışım haline
getirilmesi ile meydana getirilen ürünlerin yanında
ayrıca atık plastik malzemelerin kullanıldığı da
görülür. 50 Ağustos 2012
Primitiv Tasarım Akımları
Frank Ghery,Rocking Chair,
Kaynak :Charlotte &Peter Fiell, 1000 Chairs, Taschen,
İtaly2,002
Elisabeth Garaustlea ve Mattia Bonetti’nin
çalışmalarında etnik ve primitif sanat anlayışının
mobilya tasarımına en iyi biçimde yansıtıldığı açıkça
görülmektedir. Etnik ve Primitif sanat anlayışı
günümüzde de tasarımcıları önemli ölçüde etkiledi.
Bunun nedeni, yerel malzeme ve formların kolayca
içinde bulundukları çevreden sağlanabilmesiyle ilgili
olmasıdır. Öte yandan, etnik ve primitif mobilya
örnekleri yerel kültürle de ilgili olduğundan, tüketiciler
tarafından da kolayca benimsenmektedir. Aşağıdaki
şekil 3.8 de gösterilen bu tasarım modelinde etnik ve
primitif kültürün etkisi açıkça görülmektedir.
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 51
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
Elisabeth Garaustlea ve Mattia Bonetti’nin “Prince
Imperial” adlı modeli rafya ile tasarlanmış olup, ahşap
ve metal bir konstrüksüyona dayanmaktadır.
Konstrüksüne giydirilen deri, primitif sanatın
özelliklerine son derece uygun düşmektedir.
Günümüzde endüstriyel tasarım alanında çevre
kirlenmesine karşı önlemler alınmaktadır. Geri
dönüşüm, yeniden işleme veya ürün yaşam sürecinde
kaynak tüketiminin azaltılması çevre korunmasında
çok önemli olsa da, üretim sürecinin girdileri tamamen
yenilenebilir olmadığından verilen çevresel zarar gün
geçtikçe artmaktadır. Bir anlamda tüketim talebinin
azaltılması önemli bir etki yapabilir. Endüstri ürünleri
tasarım alanında çevreci ürün tasarımı önem
kazanmıştır. İyi bir tasarım ürünün fonksiyonel olma
özelliği geleneksel bir düşüncedir. Ancak, iyi bir
tasarımdan fonksiyonel olduğu kadar çevreci olması
da beklenir. Bir ürünün ne kadar süre boyunca nasıl bir
enerji kullanacağı ve geri dönüşümü gibi özelliklere
sahip olması önemlidir. Malzemelerin daha az ağır
olması tekrar kullanılması için doğru bir karardır.
Tasarımcıların bir üründe bu dengeleri sağlaması
beklenir.
Marcel Ducamp ’ın “Her şey sanat eseridir”
biçiminde formüle ettiği anlayışa göre, en küçük bir
tasarım bile sanat eseridir yorum önem kazandı. Doğal
olarak böyle bir yaklaşım, her tür malzemeyle bir
tasarım yapılabileceğini ortaya koydu. Böylece, Çevre
Dostu malzeme yerine alternatif olarak kullanabilecek
malzeme sınırsız olarak arttı. Ducamp’ın bu yaklaşımı
endirek olarak çevreci yaklaşımları destekledi.
Gerçekten, Ducamp’ın endüstriyel atık ürünlerden
mobilya yapımına ilişkin sanat anlayışı, çok sayıda
mimarı etkiledi. Bu alanda 2 örnek gösterilebilir.
Bunlardan birincisi, Benjamin Baldwin’in 1953 yılında
tasarladığı “Traktör Oturma Sandalyesi” olup, ikincisi
ise, 1983 yılına kadar üretimi sürdürülen Mezzadro ve
Sella adlı sandalye çalışmalarıdır.
Ready Made Akımları
Mevcut malzemelerin kullanılması şeklinde ortaya
çıkan ‘Ready-made’ gibi yeni akımlar hazır
nesnelerden mobilyalar oluşturmayı amaçlar. Burada
amaç çok sayıda üretilen nesnelerin kullanılması bir
şekilde üretilen malzemelerden değerlendirilmesidir. Bu tür akımların amacı mevcut mobilya tasarımına
alternatif bir fikir olarak ortaya çıkmasıdır. Marcel
Bruer ve Andy Wharol’un öncülüğünü ettiği bu
yaklaşımda herhangi bir nesne oturma elemanı olarak
kullanılabilir. Ron Arad’ın atık araba koltuğu ve paslı
bükülmüş metal borularla tasarladığı koltuğu önemli
örnekler arasında yer alır. Buna örnek olarak, Mark
Maden’in Topos adlı koltuk tasarımında olduğu gibi,
sert dokulu ahşap malzemelerin atık parçalarının belirli
eğrisel formlarda kesiminin yapıldığı modeli
gösterebiliriz. Ancak, bu modelde kullanım açısından
oturma yüzeyindeki boşluk ve çizgilerin oturan kişiyi
rahatsız edebileceği de göz önüne alınmalıdır.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi mobilya tasarımına
ilişkin çevre dostu yaklaşım daha çok yeni
malzemelerin denenmesi şeklinde olmuştur. Bu
amaçla, yeni malzemelerle yeni biçim olanakları
aranmıştır. Birçok tasarımcı kendi düşüncelerini dışa
www.ikibin50dergisi.org
vururken farklı malzemeleri kullanır. Bu yaklaşım bilinen
tasarımcıların yanı sıra, sıra dışı tasarımları ile de dikkat
çeken tasarımcıları birbirinden ayırır. Çevre dostu
kapsamda ise; farklı malzemelerin kullanımı
hammaddenin az kullanılmasını engellemiş olur.
SONUÇ
Çevre sorunlarının artması ve endüstriyel
malzemelerin zararlarını ortaya çıkması ile mobilya
tasarımında geleneksel üretime tekrar bir dönüş
sağladı. Geleneksel üretimle yapılan mobilyaların
zararlı malzeme içermemesi ve kullanılan malzemelerin
doğal kaynaklı olması mobilyanın uzun ömürlü ve
sağlam olmasını sağlarken tasarımında da yeni
arayışlara gidildi. Ekolojik mobilyalar Türkiye’ye yeni
yeni girmeye başladı ve büyük ilgi gördü. Özellikle
bebek ve çocuk odalarında ekolojik mobilyalar tercih
edilmeye başlandı.
Mobilya tasarım tarihinde günümüzdeki anlamı ile
Çevre Dostu mobilya tasarımından söz etmek oldukça
zordur. Tasarımcıların ancak çok az bir kesimi bu konu
ile ilgilenmişleridir. Tasarım tarihinde her dönem için
geçerli olan klasik veya bilinen ürünlerin yanı sıra
alternatif, sıra dışı, primitif, veya sadece fikir olarak ilgi
çeken tasarımlar söz konusu yapılmıştır.
Jane Atfield, Rcp2, 1992 Kaynak: Charlotte &Peter Fiell,
1000 Chairs, Taschen, İtaly,2002
Bugün her şey bilgisayar programlarına bağlı olarak
tasarlanmaktadır. Buna karşın, klasik tasarım
alanlarında yeni çalışma alanları
gelişmektedir. Genellikle, tasarımda pratiklik,
fonksiyonellik ve estetiğe önem verilmektedir. Gerçi,
uzun zamandır tasarım kullanılabilirlik, yüksek kalite ve
uygun ücretle eş anlamlıydı. Günümüzde ise, daha
çok bireysel tasarımlar ön plana geçmiştir. Bu nedenle,
sanat, endüstri ve teknoloji birbiriyle iç içe geçmiş
durumdadır. Böylece, tasarım kavramı ve düşünceler
ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte, son yıllarda Çevre
Dostu tasarım giderek önem kazanmaya başlamıştır.
Çevre Dostu malzemelerin mobilya tasarımı her ne
kadar yeni bir kavram olarak düşünülse de
tasarımcıların bu konuyu daha önceden ele aldıklarını
söyleyebiliriz. Böylece, malzemelerin Çevre Dostu
yönden özelliklerinin iyileştirilmesi ve çevreye daha az
zarar verecek biçimde kaynakların daha idareli
kullanımında önemli faydası olmuştur. Tasarımcıların
özgün çalışmaları veya sıra dışı biçimleri ile yapılan
tasarımlarla özgün ve kullanışlı mobilyalar yaratılması
yaşadığımız çevrelerin Çevre Dostu yönden
desteklenmesine yardımcı olmaktadır. Bu nedenle, geri
dönüşüm amaçlı geliştirilen malzemelerin kullanımı
çevreye daha faydalı sonuçlar verecektir.
Bu çalışmamızda önemle vurgulamaya çalıştığımız
gibi, endüstriyel atıkların, sıra dışı biçimlerin, hazır ve
geri dönüşümü olan malzemelerin kullanılmasına
yönelik tasarımların çevre dostu olduklarını
kanıtlamaya çalıştık. Yukarıda özlü olarak görüşlerini ve
yaklaşımlarını incelediğimiz tasarımcılar ve akımların
Çevre Dostu tasarımla ilgili görüşleri de, bu tezimizi
desteklemektedir. Çevre Dostu tahribatın her gün
artmakta olduğu ülkemizde de, tasarımcıların çevre
dostu malzeme kullanmalarına yönelik olarak gerekli
önlemlerin ve teşviklerin sağlanmasının ne kadar
önemli olduğu sonucuna varabiliriz.
Elisabeth Garaustlea& Mattia Bonetti, Prince İmprial, 1985
Kaynak: Charlotte &Peter Fiell, 1000 Chairs, Taschen,
İtaly,2002
KAYNAKÇA
(1) www.cevresorunları.com
(2)Atasoy, E. (2006). Çevre İçin Eğitim Çocuk Doğa Etkileşimi. Bursa:
Ezgi Kitabevi.
(3) Baldwin, 1000 Chair, Taschen, 2001, Londra,
(4) Charlotte &Peter Fiell, 1000 Chairs, Taschen, İtaly,2002
(5)http://poetikhars.com/webblog/bibliobot/marcel-duchamp-veready-made
(6) www.turkishfurniture.org/TR/Yonlendir.asp
(7)Şahap Çakın, Mimari Tasarım, İnsan ve Çevre İlişkileri, Özal Matbası, İstanbul, 1988
(8)Duchamp, Marcel:Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi,Yem Kitabevi,
2001, İstanbul,
Ağustos 2012
51
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 52
ATIK
MERCEK
YEŞİL OFİS
“YEŞİL” BİR OFİSTE
ÇALIŞMAK MI?
.
KÜRESEL ISINMAYA KARŞI
ÖNLEMLER VE KARBON
AYAKİZİNİN AZALTILMASI
KURUMSAL SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
POLİTİKALARI İLE BİRLEŞİNCE
ORTAYA ÇIKAN YENİ KAVRAM:
YEŞİL OFİS...
52 Ağustos 2012
Y.Mimar, Nilay Canbay
Entegre Proje Yönetimi
G
verdiklerini kanıtlıyor. Dünyada Amerikan Yeşil Binalar
Konseyi tarafından verilen LEED Sertifikası ve İngiliz
Yapı Araştırma Kurumu tarafından verilen BREEAM
Sertifikası öne çıkarken, Türkiye’deki yeşil ofislere baktığımızda LEED’in daha etkin olduğunu söylemek
mümkün.
Türkiye’de de çokuluslu şirketlerin ve bilinçli yerel
şirketlerin rağbet etmeye başladığı yeşil ofisler dünya
çapında saygınlığı olan yeşil bina değerlendirme sistemleri ile sertifikalandırılarak çevreye mininimum etki
Amerikan Yeşil Binalar Konseyi (USGBC) tarafından
geliştirilerek, 1998 yılında uygulamaya geçirilen Enerji
ve Çevresel Tasarımda Liderlik (LEED®-) programının
hedefi, yapıların yaşam döngüsü sürecinde oluşturdukları çevresel etkilere dikkat çekmek ve yapı sektöründe payı olan tüm kurum ve kuruluşların
faaliyetlerini ve ürünlerini bu etkileri azaltmak doğrultusunda geliştirmelerini sağlamak olarak açıklanabilir.
USGBC günümüzde Amerika’da ve dünyanın 30
ülkesinde 14 bin den fazla projeyi sertifikalandırmış durumda.
ünümüzde standart yollarla inşa edilen binalara göre çevreye olan etkileri minimuma
indirilmiş Yeşil Ofis konsepti, kurumsal
sürdürülebilirlik politikaları ile birleşerek
sürdürülebilir arsa seçimi; doğal ışıktan maksimum
faydalanma, efektif iklimlendirme, arttırılmış iç ortam
kalitesi, çevre dostu malzeme kullanımına özen
gösterme gibi pek çok etkinliği içine alıyor. Yeşil ofisler
dünya çapında hem yerel hem de çokuluslu şirketlerin
çevreye duyarlılıklarını somut olarak göstermesi ve şirket saygınlığının pekiştirilmesi için kullanılan önemli
araçlar olmaya başladı.
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 53
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
lanımı, globalleşme, iletişim araçlarının artmasının
hayatımıza girmesi ile beraber akıllı açık ofis
kavramı ortaya çıkmıştır. Dikey gelişimi olan,
otomasyon ve iletişim teknolojilerinin kullanıldığı, iklimlendirilmiş, gün ışığını yeterince kullanan ofisler
giderek yaygınlaşmaya başlamıştır. Türkiye’de de
Akmerkez, Sabancı Kuleleri, İş Bankası Genel
Müdürlüğü gibi akıllı binalar bu döneme iyi örnek
teşkil etmektedirler. Kyoto Protokolünün 1997 de
imzalanması ve küresel ısınma kavramının tüm
dünya ülkeleri için bir tehdit oluşturduğunun lite
ratüre girmesi ile beraber, sürdürülebilirlik kavramı
inşaat sektörüne ve kurumların iş politikalarına eklenmeye başlanmıştır. 2000’lere gelindiğinde ise
tüm dünyada yapı teknolojisinde ve inşaat pratiklerinde önemli değişikliklerin olmaya başladığını
görmekteyiz. Bu dönemde inşaat ve iş dünyası literatürüne kurumsal sürdürülebilirlik, sürdürülebilir iş
politikaları, sürdürülebilir ofis ve üretim binaları, karbon ayakizinin azaltılması gibi kavramlar eklenmiştir.
YEŞİL OFİS KAVRAMI
Bugün Türkiye’de LEED almış veya alma yolunda
olan ofs projelerinin giderek arttığını gözlemliyoruz.
Bu projelerden bir kısmı LEED’in yeni binalar
(LEED-NC) versiyonundan sertifikalanmış iken,
bazıları da LEED ticari iç mekanlar (LEED-CI) kategorisinde sertifikalandırılmış. Bu projeler arasında
Unilever yeşil ofisi, Philips yeşil ofisi, Liberty yeşil
ofisi, Tekfen Oz Levent ofisleri ve Eser Holding
Genel müdürlük binası sayılabilir.
OFİS KAVRAMININ TARİHSEL GELİŞİMİ
Ofis kavramı ortaya çıktığı günden bugüne kadar
büyük bir evrim geçirmiştir. Ofis kavramının ortaya
çıkması 19.yy ortalarına tarihlenebilir. Sanayi devrimine bağlı olarak ortaya çıkan teknolojik
gelişmeler, iletişimin artması vb etkenler iş yapım
yöntemlerini de geleneksellikten kurtarmış ve
günümüz modern ofislerinin ilk örnekleri ortaya çıkmıştır. 19yy ve 20yy başlarında görülen ofisler bireysel iş yapım yöntemlerinin bir uzantısı olarak
hücresel mekanlardan oluşmaktadır. Daha sonraki
süreçte ekip çalışmasının olayın içine girmesi daha
geniş kapsamlı ofisleri ve birkaç kişinin birarada
çalışabileceği ve birbiri ile bağlantılı ofis mekanlarını
ortaya çıkarmıştır. 1960’larda ise ofis tasarımında
devrim sayılabilecek gelişmeler olmuş, açık ofis
veya serbest düzenli ofis kavramı ortaya çıkmıştır.
80’li yılların sonlarında giderek artan bilgisayar kul-
www.ikibin50dergisi.org
Bir ofisin sürdürülebilir olduğu nasıl anlaşılır veya
yeşil ofisin özellikleri nelerdir diye bakacak olursak
karşımıza çok geniş yelpazede özellikler ve kavramlar ortaya çıkıyor. Bu tarz çevre dostu ofis projelerini
yeni nesil ofis olarak tanımlamak mümkün.
Sürdürülebilir ofis kavramı kurumsal sürdürülebilirlik
kriterlerinin tasarıma uyarlanması ile başlayan, inşaat sürecinde ve işletme sürecinde de devam
eden, tüm grupların takım olarak çalıştığı, entegre
bir süreçtir.
Sürdürülebilir ofis kavramının hayata geçirilmesi
için dikkate alınması gereken ana başlıklar şöyle
özetlenebilir.
İşveren’in sürdürülebilirlik prensiplerinin doğru
belirlenmesi,
Bu prensiplerin tasarım kararlarına entegrasyonu,
Bina Çevresel Değerlendirme sertifikası veya
Yeşil Bina sertifikası alınması düşünülüyor ise
yatırım kararı evresinden başlayarak dikkate alınması,
Tasarım bittikten sonra inşaat sürecinde de çevre
dostu inşaat faaliyetleri yürütülmesi,
Bina işletmeye alınırken uluslararası standardlar
dahilinde test ve devreye alma faaliyetleri
yürütülmesi.
SÜRDÜRÜLEBİLİR OFİS
KAVRAMI KURUMSAL
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
KRİTERLERİNİN
TASARIMA
UYARLANMASI İLE
BAŞLAYAN, İNŞAAT
SÜRECİNDE VE İŞLETME
SÜRECİNDE DE DEVAM
EDEN, TÜM GRUPLARIN
TAKIM OLARAK
ÇALIŞTIĞI, ENTEGRE BİR
SÜREÇTİR.
Yeşil Ofis denince aşağıdaki özellikler öne çıkıyor.
Merkezi bir yerde konumlanmış olması,
Toplu taşımaya, sosyal olanaklara vb. yakın olması,
Arazi yönlendirmesinin doğru yapılarak günışıgı
ve iklimlendirmeye katkı sağlanması,
Binanın tüm sistemlerinin CO2 emisyonlarını
azaltmaya odaklanması,
Uluslararası standardlar ile karşılaştırıldığında
daha az enerji ve su tüketimi,
İç mekanda uyarlanabilir, minimum maliyetler
Ağustos 2012
53
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 54
ATIK
A
AT
MERCEK
IK
YEŞİL OFİS
değişikliklere ayak uydurabilir açık ofis tasarımı,
Katlar arası sirkülasyonu ve asansör kullanımını minimize etmek için yaygın ofis tasarımı,
Çevre dostu, zehirli kimyasallar içermeyen ve çevre
etiketleri olan malzeme kullanımı,
Çevre dostu yün veya Green Label gibi etiketi olan
malzeme kullanımı,
Yerel malzeme kullanımı,
Geri dönüştürülebilir malzeme kullanımı,
Mümkünse eski mobilya ve malzemeleri tamir
edilerek kullanımı,
Yenilenebilir malzeme kullanımı,
Tüm ofiste elektrik ve enerji tüketen sistemleri ayrı
ayrı sayaçlandırılarak ölçülmesi,
Gelişmiş otomasyon sistemi
Dim edilebilir armatürler, varlık ve hareket sensörleri
kullanımı ile aydınlatma kontrolünün sağlanması,
Gün ışığının maksimum içeri alınması ve çalışma
alanlarının maksimum gün ışığı alacak şekilde tasarlanması,
Aydınlanmanın zonlara ayrılması ve masa lambaları
ile aydınlatma verimliliğinin arttırılması,
Stor, jaluzi veya güneş kırıcılar gibi önlemler ile kamaşma ve gürültü kontrolünün yapılması
Maksimum verimli ısı geçirgenliği düşük, ışık geçirgenliği yüksek cam kullanımı,
Elektromekanik sistemlerde yüksek verimli ekipman
kullanımı,
Düşük su tüketimi olan armatürler, susuz pisuvar
gibi teknolojilerin kullanımı,
Tüm sistemlerde ve ofis ekipmanlarında kullanılmadığı zaman kendini kapatan otomatik kapatma
özelliği olması,
Doğal havalandırmanın ofis mekanlarında daha fazla
kullanılması,
Arttırılmış iç makan hava kalitesine sahip ofis
makanlarının üretilmesi
Kağıtsız ofis,
Düşük enerji tüketimi olan ofis ekipman ve donanımların kullanılması,
Atık yönetimi politikası geliştirilerek atıkların geri
dönüşümünün ve zararlı atıkların insan sağlığını tehdit
etmeyecek şekilde bertaraf edilmesi,
Sürdürülebilir personel taşıma planı ile araç kullanımından doğan salınımların minimize edilmesi,
Ofis içi farkındalık çevresel farkındalık yaratmak için
eğitimler
Yeşil Bina kullanıcı el kitabı oluşturularak bina
çalışanlarının binayı daha iyi tanımaları ve çevreye
katkılarının sağlanması.
Tabii ki bu yukarıda sayılan özellikler daha da detaylandırılabilir. Ancak bir ofiste bu özelliklerin bir çoğu
sağlanmalı ki, bu mekan Yeşil Ofis olabilsin.
TÜRKİYE’DEN VAKA ANALİZİ
Türkiye’de yeşil ofis kavramının ortaya çıkmasında
büyük paya sahip olan proje Unilever’in Ümraniye’deki
Genel Merkezidir.
54 Ağustos 2012
Unilever çokuluslu bir şirket olmanın da verdiği
bir çevresel taahhüte ve kurumsal sürdürülebilirlik
ölçütlerine sahip bir şirket. Kurumsal sürdürülebilirlik
politikaları gereği değişen dünya koşullarına ayak
uydurmak ve 2020 yılına kadar karbon ayakizlerini
%50 indirmek gibi bir hedefleri var.
Unilever’in dünya çapındaki bütün üretim tesislerinde, ISO 14001 ve benzeri sertifikalar bulunuyor.
Ancak ofis ve genel müdürlük gibi binalarındaki
sürdürülebilirlik politikaları Unilever Türkiye ofisinin
hayata geçmesiyle daha da gelişerek kabuk
değiştirdi denebilir.
Unilever Türkiye Ofisi Türkiye’de LEED alan ilk
proje olup, LEED Seviyesi Leed CI V2.0, Silver
(Gümüş) tür. LEED’in 2.2 versiyonundaki 57
punadan 29unu alarak Türkiye’de yeşil ofis
tasarımının öncüsü olmuştur.
Unilever Yeşil Ofisinde aşağıdaki sürdürülebilir
özellikler dikkate alınarak tasarım yapılmış ve
uygulama da bu doğrultuda finalize edilmiştir.
Çevresel özelliklerin tanıtımı,
Işık kirliliğinin azaltılması,
Havalandırma ve soğutma ekipmanlarında CFC
bazlı soğutucu gazların azaltılması,
Enerji verimli ekipman kullanımı,
Su tüketiminin %40 azaltılması,
Yüksek verimli aydınlatma armatürleri ve sensörler kullanılması
Aydınlatma gücü yoğunluğunun ASHRAE/IESNA
standardlarına göre %20 azaltılması,
Yağmur suyunun toplanarak bahçe sulamada ve
WC’lerde kullanılması,
ASHRAE standartlarında belirtilen değerlerin
%30 üstünde taze hava sağlanması,
Düşük uçucu organik bileşene (VOC) sahip boya
ve astar kullanımı,
Yaklaşık %50 yerli üretim malzeme ve %20 yerli
hammadde ile üretilmiş malzeme kullanımı,
Masaların %95’inin manzara görmesi,
Su ısıtmada güneş panellerinin kullanımı,
%90 oranında Enerji Star etiketli ekipman kullanımı,
Bina içi sosyal ve kültürel olanakların sağlanarak
CO2 emisyonlarının azaltılması (innovasyon puanı)
Unilever ofisi, düşük bir maliyet artışı ile Türkiye
koşullarında da eğer istenirse Yeşil Ofis olunabileceğini kanıtlamış bir örnektir. Bina Eylül 2009’da
sertifikalandırılmış olup, kullanıcılarının ofiste çalışmaktan hala büyük keyif aldığı, hem kurumsal
sürdürülebilirliğe ve hem de şirket içi verime büyük
katkısı olan bir ofis binasıdır.
SONUÇ
Sürdürülebilir ofis kavramı, yapıların çevresel performanslarını arttırmakla kalmayıp, kullanıcılarına da
verimli, mutlu çalışabilecekleri bir ofis ortamı
sunuyor. Aynı zamanda da şirketlerin kurumsal
sürdürülebilirlik politikalarının bir yansıması olup,
çevresel taahhütlerine de somut olarak katkıda bulunan bir araç haline geliyor. Ülkemizde bu
konudaki uygulamaların artması yatırımcıların, şirketlerin, yapı sahiplerinin ve hatta kullanıcıların da
bu konuda bilgili ve hevesli olmalarıyla mümkün ki
giderek artan bir istek ve heves gözlemliyoruz.
Sürdürülebilir bir ofis yapısı, küçük maliyet artışları
ile inşa edilebiliyor. Buna karşılık çevresel performansın artırılması kısa bir dönemde işletme giderlerinde azalma, yapının yararlı ömrünün uzaması,
enerji verimliliğinin artması ve CO2 emisyonlarının
azaltılması, kullanıcıların sağlık, konfor ve üretkenliğinin artması şeklinde geri dönüyor.
Sonuç olarak, ülkemizde de önümüzdeki yıllarda
BEP-TR’nin aktif hale gelmesi, BREEAM’ın
türkiye’ye adaptasyonunun tamamlanması ve hatta
önümüzdeki yıllarda Türkiye’ye özel bir bina çevresel değerlendirme sisteminin ortaya çıkması ile bu
tür sürdürülebilir ofis yapılarının giderek artacağını
söylemek mümkündür.
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 55
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 56
ATIK
PROJE
8-12 SUR PARC, PARİS
İÇİ DIŞI
YEŞİL BİR OFİS
KÜNYE
Mimar: Nex Architectes
Proje Sahibi ve Geliştiricisi: SERCIB
Konum: Maisons Alfort, Paris
Yıl: 2009
56 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 57
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
009 yılında Maisons Alfort, Paris’te inşa edilen 8-12 Sur
Parc yeşil ofis, Fransa’da ilk BREEAM Avrupa Ofis sertifikası almayı başaran yapı olma özelliğine sahip. 12 bin
metrekarelik yeşil ofis, bulunduğu konum gereği toplu taşımaya yakınlığı ve çevresindeki peyzaj sayesinde beğeni topluyor.
Yüksek Kaliteli Çevre (Haute Qualité Environnementale,
HQE) ve Yükek Performanslı Enerji (Très Haute Performance
Energétique, THPE) sertfika kriterlerine uygun şekilde hayata geçirilen proje, dünya yapı sektöründe yaşanan sürdürülebilirlik dönüşümüne örnek bir proje niteliğinde.
2
Tasarım, bölgede yer alan meydan ve okul yapılarına uyumluluk gözetilerek geliştirildi. Okul yapıları 1930’larda yapılmış olmasından dolayı bölgede simgesel bir anlam taşımaları ve tarihi
yapılar olarak korunlamarı proje tasarımında etkili öğeler oldular.
Fransız mimarlık ofisi Nex Architects’ten Philippe Aucagos,
artık bütün projeleri yeşil yapı standartlarına uygun olarak gerçekleştirdiklerini, bu konuda müşterilerinden çok fazla talep aldıklarını belirtiyor.
Projede hayata geçirilen yeşil uygulamalar, Fransa’da ilk defa bir
yapının üç çevreci sertifikaya sahip olmasını sağladı. Bu özelliklerin başında %25 oranında karbon emisyonunun düşürülmesi, verimli inşaat yönetimi, esnek ofis yapısı, kullanıcı kontrollü
aydınlatma ve ısıtma, kullanıcı dostu çevre düzenlemesi, geliyor ve su
kullanımında yılda %33 oranında tasarruf sağlanması geliyor.
www.ikibin50dergisi.org
Ağustos 2012
57
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 58
ATIK
PROJE
8-12 SUR PARC, PARİS
SU KONUSUNDA ÖZELLİKLE ÇOK HASSAS DAVRANILAN
PROJEDE YILDA BİN 628 METREKÜP SU TASARRUFU
SAĞLANDI. BU DEĞERİ SAĞLAMADA KATKISI BULUNAN
UYGULAMALAR ARASINDA YEŞİL ALANLARIN SULANMASI
İÇİN YAĞMUR SULARINDAN YARARLANILMASI VE
SENSÖRLÜ BATARYALAR GELİYOR.
5 katlı ve 3 adet iç bahçeli olarak tasarlanan ofis
yapısı, enerji, ısınma ve su ısıtma ihtiyaçlarını yerel jeotermal enerji kaynaklarından sağlıyor. Son teknoloji
floresan aydınlatma elemanlarının ve sensörlerin kullanıldığı yapıda, iç mekan hava temizliği ters çatı sistemiyle sağlanıyor. Aynı zamanda havalandırma
sistemlerinde kullanılan anti-alerjik filtreler, havada bulunan organik bileşenleri yok ederek iç hava kalitesini
yükseltiyor. Yapıda akustik ve termal komfor cam, terracotta giydirme cephelerle ve mineralli yün yalıtım
malzemesi ile sağlanıyor.
Su konusunda özellikle çok hassas davranılan projede yılda bin 628 metreküp su tasarrufu sağlandı. Bu
değeri sağlamada katkısı bulunan uygulamalar arasında yeşil alanların sulanması için yağmur sularından
yararlanılması ve sensörlü bataryalar geliyor.
Bölgede bulunan tren istasyonlarına yaklaşık onar
dakika uzaklıkta bulunan projede aynı zamanda elektrikli araç ve bisiklet kullanımına teşvik olması amacıyla araç şarj istasyonları ve bisiklet park alanları yer
alıyor. 58 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 59
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 60
ORGANİK
TEKSTİL
Çarşıya alışverişe giderken
EVDEKİ ”SAĞLIK” TAN OLMAYIN
TEKSTİL FİRMALARI HER GEÇEN GÜN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞE YÖNELİK ADIMLAR ATIYOR. TEKSTİL
ÜRETİMİNDE ORGANİK HAM MADDE KULLANIMI ARTARKEN, ZARARLI KİMYASALLARIN İNSAN
SAĞLIĞINA YÖNELİK ETKİLERİ GÖZE ÇARPIYOR.
60 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 61
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
stanbul Teknik Üniversitesi Tekstil Mühendisliği Tekstil Teknolojileri ve Tasarım Fakültesi Öğretim Görevlisi
Doç. Dr. Gülay Özcan’ın hazırladığı Tekstildeki
Tehlikeli Kimyasallar ve ?nsan Sa?lı?ına
Etki
leribaşlıklı araştırma, hayatımızın vazgeçilmezi tekstil
ürünlerinin, hem insan sağlığını hem de çevreyi nasıl
tehdit ettiğini gözler önüne sermekte.
İ
TEMİZ ÜRETİM
Tekstilde kullanılan kimyasalların bir kısmı, üretim,
kullanım ve atık esnasında insana ve doğal çevreye
zarar veriyor. Tekstil üretiminde ortaya çıkan çevresel
kirlenmenin sebep olduğu iklim değişikliği, alerji ve
kanser tipi hastalıkların çeşitlenmesi, üreme problemlerinin artması ve mutajenik belirtiler, bilinçli toplumları
alarma geçiriyor. Global kirlenmeye karşı uluslararası
kesin bir yasal düzenlemenin getirilmeye çalışılması,
sanayi faaliyetlerinin yaşama ve ekolojik dengeye duyarlı olarak değiştirilmesi ise bu konuya yönelik alınması gereken acil önlemler arasında yer alıyor.
ÇEVRESEL DÜZENLEMELER
Endüstriyel kimyasalların insan sağlığına ve çevreye
verdiği zararlar üzerine yapılan araştırmalar, 1960’lı yıllardan itibaren hız kazanmaya başlamıştır. Ancak kimyasal maddeler ve metal kullanımı ile gelişen
hastalıkların araştırılması yaklaşık 200 yıllık bir geçmişe
sahiptir. 1930’lu yıllarda yapılan araştırmalarda büyük
ilerlemeler sağlayan bilim insanları, geliştirdikleri analitik
cihaz ve yöntemlerle, maruz kalınan madde miktarı ile
gelişen hastalık arasında ilişki kurmaya başlamıştır.
Çalışmalar, insan ve hayvan denekler üzerinde sürdürülmüş, maruz kalma sınırları (TLV) belirlenerek listelenmiştir. Amerika, Avrupa ülkeleri ve Japonya gibi
ülkeler uzun süre bu listeleri kullanmış olsa da, daha
sonra birçok ülke kendi kriterlerini oluşturmuştur.
1968’den sonra Almanya TLV listelerini kullanmayıp,
kimyasalların sağlık üzerine etkilerini belirleyecek özel
bilimsel araştırmalar yaptırarak MAK’ı (Maximale Arbeitsplatz-Konsantration) yani kendi kimyasal listelerini
oluşturmuştur.
MAK özellikle kanserojenik maddelerin sınıflandırmasını göstermektedir. Zararlı aminler MAK III A1 (insanlarda kanserojen), MAK III A2 (hayvan
araştırmalarına göre kanserojen) aminlere parçalanan
boyarmaddelere göre sınıflandırılmaktadır.
Çevresel düzenlemeler aslında 1970’li yıllarda sana-
www.ikibin50dergisi.org
yileşmenin artması ile ortaya çıkan çevre sorunlarının
insan sağlığını ciddi boyutlarda rahatsız etmesiyle başlamıştır. 1990’lı yıllarda doğanın korunmasına yönelik
çevre hareketlerinin tekstil endüstrisini de etkilemesiyle
“ekotekstil” kavramı gündeme gelmiştir.
Bu yıllarda, öncelikle Avrupa Birliği ülkelerinde gelişen ekotekstil bilinci tüm dünya gündeminde yer almaya başlamış ve ekolojik tekstillerin kullanıcılar
tarafından tercih edilme oranı artmıştır. Bu süreçte
1994 yılında Avusturya Tekstil Enstitüsü, Hohenstein
Araştırma Enstitüsü ile birleşerek “International Association for Research and Testing in the Field of Textile
Ecology (ECO-TEX)” i kurmuştur. Avrupa ve diğer ülkelerde bu gelişmelerin ardından birçok ekotekstil
standardı oluşturmuşlardır ve bu standartların arasında
en çok kabul göreni ise ‘Eko-Tex Standart 100
d r.
EKO-ETİKET
Avrupa Birliği’nin 2002 yılında bildirilen komisyon
kararında, tekstil ürünlerine verilecek eko-etiket ile ilgili
kriterler belirlenmiştir. Bu sayede tekstil ürününde kullanılan elyafa ait kriterler, proses ve kullanılan kimyasallara ait kriterler ve ürünün kullanım özelliklerine ait
Ağustos 2012
61
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 62
ORGANİK
TEKSTİL
ALMAN CİLT KLİNİKLERİNDE
YAPILAN ARAŞTIRMALAR,
ALERJİK REAKSİYONLARIN
%2’SİNİN TEKSTİL KAYNAKLI
OLDUĞUNU GÖSTERİYOR.
ÖZELLİKLE DİSPERS
BOYARMADDELER KİMYASAL
LİFLERDEN AYRILARAK
KONTAKT ALERJİYE NEDEN
OLUYOR.
kriterler olmak üzere gruplandırılarak; üretim ekolojisi,
insan ekolojisi ve atık ekolojisi göz önüne alınarak çevreye ve insana zarar vermeyecek kullanım şartlarının
oluşturulması sağlanmıştır.
Elyafa yönelik kriterler; tüm doğal ve sentetik liflerin
üretimi sırasında kullanılan, yapısında bulunmaması
gereken ya da belli sınırlarda bulunmasına müsaade
edilen kimyasalların sınırları ile bu liflerin geri dönüşüm
sırasında ihtiyaç duyacakları biyolojik ya da kimyasal
oksijen miktarı sınırlarını belirlemek için oluşturulan kriterleri kapsamaktadır.
Proses ve Kullanılan Kimyasallara ait kriterler ise;
elyaf, iplik hazırlık ve eğrime işlemi sırasında kullanılan
yardımcı kimyasallar, renk gidericiler (ağır metal tuzları
ya da formaldehit), ağırlaştırıcılar (Serium Bileşikleri),
kompleks oluşturucular (EDTA, DTPA, vb.) deterjanlar,
yumuşatıcılar ve bunların yapısında bulunan kimyasalların bazılarının hiç kullanılmaması ya da belli sınırlar altında olduğunun standart testler ile kanıtlanmış
olmasını kapsamaktadır.
Bu gelişmeler sonucunda krom mordan boyarmaddelerin kullanımı kesinlikle yasaklanırken, metal kompleks boyarmaddelerden atık suya geçecek metal
iyonu miktarı belli değerleri aşmamak üzere sınırlandırılmıştır.
TEKSTİL KİMYASALLARININ İNSAN SAĞLIĞI
ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Alman cilt kliniklerinde yapılan araştırmalar, alerjik
reaksiyonların %2-sinin tekstil kaynaklı olduğunu göstermektedir. Özellikle dispers boyarmaddeler kimyasal
liflerden ayrılarak kontakt alerjiye neden olmaktadır.
Ayrıca azo boyarmaddelerde bulunabilen p-fenilendiamin de alerjik reaksiyonlara sebep olduğu bilinmektedir. Kariyer maddeleri ise kullanılan miktarın %2,7’si
62 Ağustos 2012
oranında tekstil malzemesi üzerinde kalmaktadır.
Tekstillerdeki ağır metal iyonlar ter yoluyla vücuda
geçebilmektedir. Bu sebeple ter ve tükürük haslık değerlerinin yüksek olmasına dikkat edilmesi ve EKOTEX standart değerlerine uyulması gerekmektedir.
Haslık, mamullerin üretim veya kullanım sırasında karşılaştıkları etkenlere karşı gösterdikleri direnç olarak tanımlanmaktadır.
Almanya Tüketiciyi Koruma ve Veterinerlik Enstitüsü’nün (BGVV) yaptığı bir araştırmada ise, suda çözünen direk boyarmaddelerin ten ile temasında madde
transferine sebebiyet verdiklerini ortaya çıkmıştır.
Başka bir araştırmada ise; azo (renk vermek, dış etkilerden korumak için eşyanın üzerine sürülen veya içine
katılan renkli madde) parçalanmasında bağırsak bakterilerinin oluşumu ve karaciğer enzimlerinin değişimimde payının büyük olduğu ortaya çıkmıştır.
Kanserojenik etki gösteren bu maddeler özellikle
DNA’yı etkileyerek mutasyona sebep olmakta ve gelecek nesillerde genetik bozuklukların meydana gelmesine neden olmaktadır.
larında, östrojen hormon seviyesini değiştirdiği kanıtlanmış, kanserojenik etkisi de söz konusu olan bu
madde için sınırlama getirilmiştir. Düzenlemeler gereğince ftalatlarin bebek ve çocuk giyim ürünlerinde,
oyuncaklarda bulunmasına müsaade edilen üst değer
%0.1 olarak sınırlandırılmıştır.
SORUMLULUK SAHİBİ BİR
TEKSTİL SEKTÖRÜ İÇİN...
Gerek Avrupa Birliği tarafından gerekse Amerika ve
Japonya’da yasaklanan tehlikeli kimyasallar, insan ve
diğer canlıların sağlığına zarar verdiği bilimsel olarak
kanıtlandıkları için yasaklanmıştır. Veriler açıkça göstermektedir ki, hayatımızın vazgeçilmezi tekstil ürünleri,
üretim aşamasında kullanılan kimyasallar nedeniyle
sağlığımızı tehdit etmektedir. Organik ve ekolojik malzemeler kullanarak üretim yapan ve tüm bunların yanında tekstil üretim işçilerinin sağlığını da düşünerek
sorumluluk sahibi bir tekstil sektörünün oluşması ve
eko etiket kullanımın bu sektörde yaygınlaşması hayati
önem taşımaktadır.
Farklı amaçlara yönelik kullanım imkanı ile birçok
tekstil ve ayakkabı ürününde bulunması muhtemel
olan ftalatların (tekstil ürünlerinin esnekliklerinin arttırılması için kullanılıyor) ise, yapılan toksikolojik araştırmawww.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 63
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 64
RÖPORTAJ
ATIK
C&A
C&A’dan sürdürülebilir bir adım
64 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 65
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
C&A BEŞ YIL ÖNCE
ORGANİK PAMUK
PROGRAMINI HAYATA
GEÇİRDİ. AMAÇ; HEM
ÇEVREYE HEM DE TARIM
İŞÇİLERİNİN SAĞLIĞINA
ZARAR VERMEDEN PAMUK
ÜRETİMİ
GERÇEKLEŞTİRMEK. C&A
TÜRKİYE ÜLKE DİREKTÖRÜ
BERNA KURAL OKANDAN,
2005 YILINDA TEXTILE
EXCHANGE
ORGANİZASYONUNA ÜYE
OLDUKLARINI VE 2008
YILINDA SHELL
FOUNDATION İLE BİRLİKTE
HİNDİSTAN’DA 5 YILLIK BIR
PROJEYE İMZA ATTIKLARINI
ANLATIYOR.
C&A Türkİye Ülke Dİrektörü Berna Kural Okandan
ürdürülebilirlik açısından birçok alanda çalışmalar yaptıklarını da dile getiren Berna Kural
ile İkbin50 dergisi olarak C&A’nın sürdürülebilirlik
konusuna yaklaşımını konuştuk.
S
Öncelikli olarak C&A’nın organik pamuk
kullanımına başlamasında neler etkili oldu
ve bu geçiş süreci nasıl gelişti?
Organik pamuk konusundaki çalışmalarımız insan
ve çevrenin korunması için süreklilik stratejimizin
önemli bir parçası. Bildiğiniz üzere pamuk, dünyada
gıda amaçlı olmayan en sık ekilen tarım bitkisi. Ancak,
geleneksel pamuk ekimi su gibi kısıtlı olan doğal kaynakları yoğun şekilde tüketmeyi ve büyük miktarda
suni gübre ile toksik bitki koruma ilaçları kullanmayı
gerektiriyor. Bu da insan ve doğaya zarar veren bir
süreç.
Oysaki organik pamuğun ekimi, üretim ülkelerinde
gerek çevreyi gerek çiftçilerin ve ailelerinin sağlığını pozitif etkiliyor. Bu nedenle C&A olarak, bundan 5 yıl
önce organik pamuk programını başlattık. Bugün, organik pamuktan tekstil ürünleri için dünya çapında söz
sahibiyiz.
www.ikibin50dergisi.org
Organik pamuğa verdiğimiz önem sadece müşterilerimizin beklentilerine karşılık vermek değil, aynı zamanda da sosyal sorumluluk projelerimizin de bir
parçası. Amacımız daha verimli enerji ve su tüketimi ile
sınırlı kalmayıp, kimyasal gübre ve ilaçları kısıtlayıp,
doğal yaşamı korumak ve pamuk üreticileri için daha
iyi yaşam koşullarını desteklemek.
Organik pamuk kullanımı konusunda şu
aşamaya kadar neler yapıldı ve şu anda neredesiniz?
C&A olarak, şu anda dünyanın en büyük organik
pamuk perakendecilerinden biriyiz. Sağlıklı ve doğaya
saygılı organik pamuktan ürettiğimiz BioCotton koleksiyonumuzda, yılın her döneminde bebek ve çocuklar
için olduğu kadar, yetişkinler için de geniş ürün seçeneği hazırlıyoruz. Bu özel ürünlerimizi de üretim maliyeti daha fazla olmasına karşın diğer tüm
ürünlerimizde olduğu gibi uygun fiyatlara satıyoruz.
2008 yılında organik pamuktan ürettiğimiz 15,3
milyon giysi sattık; 2010 yılında ise satılan parça sayısı
26 milyona ulaştı. Böylece, şimdiden toplam pamuk
koleksiyonumuzun % 13’ünün organik pamuktan
Ağustos 2012
65
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 66
RÖPORTAJ
ATIK
C&A
“BİZ MÜŞTERİLERİMİZİN İSTEKLERİNİ YERİNE GETİRMEK
VE ÜRÜN YELPAZEMİZDE ORGANİK PAMUK ORANINI
DAHA DA ARTTIRARAK, İNSAN VE ÇEVRE SAĞLIĞI İÇİN
RAKİPLERİMİZİ DE AÇTIĞIMIZ BU YOLDAN İLERLEMEYE
TEŞVİK ETMEK İSTİYORUZ.”
oluştuğunu söylemekten gurur duyuyoruz. Bu nedenle
organik pamuk projemizin başarısının kendimiz kadar,
müşterilerimizin de eseri olduğunu düşünüyoruz.
İşçi sağlığı ve güvenliği de sürdürülebilirlik
açısından kuşkusuz çok önemli bir konu.
Textile Exchange ve Shell Foundation ile işbirliği yaptığınız biliyoruz. Bu kapsamda ne
gibi çalışmalar gerçekleştiriyorsunuz? İşçi
sağlığının korunması ve bilinçli üretimin
gerçekleşmesi adına gerçekleştirdiğiniz çalışmalar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Organik pamuk projemizin temellerine bakacak olursak, C&A olarak 2005 yılında kamuya yararlı "Textile
Exchange" organizasyonuna üye olduk. Onların yardımıyla organik pamuk üretim stratejimizi geliştirdik.
2008 yılında partnerimizle birlikte, Shell Foundation’ı
da yanımıza alarak, Hindistan'da odak noktası organik
pamuk ekimini ve kullanımını yaygınlaştırmak olan 5
yıllık bir projeye imza attık. Hindistan’da gösterdiğimiz
faaliyetlerde ana düşüncemiz, çevreyi ve 30 binin üzerinde çiftçi ve ailelerinin yaşam koşullarını önemli ölçüde iyileştirmek oldu. Hedefimiz ise süreklilik
gösteren bir tekstil değer artışı zincirini oluşturma fikrinin sonuç itibarıyla dünyanın başka bölgelerine de
uyarlanabilir olmasını sağlamak oldu. Ardından 3 ortak
olarak, "CottonConnect" adındaki organizasyonu kurduk ve bu hedefimizi başarıya ulaştırdık. CottonConnect organizasyonunun görevi, geleneksel
yöntemlerden kalıcı ve yenilenebilir tarım yöntemlerine
geçişi, adapte edilebilir ticari modellerle hedefli şekilde
teşvik etmektir.
İnternet sitenizde, geleneksel yöntemlerle
yapılan pamuğun işçi ve çevre sağlığına zararlı olduğuna dikkat çekiliyor. Organik
pamuk üretiminde bu süreç nasıl gelişiyor?
Pamuk, üretim yaptığımız ülkelerdeki çiftçiler için verimli bir kültür bitkisi olup, tarımsal istihdamda kilit rol
üstleniyor. Ancak, geleneksel yöntemlerle yapılan
pamuk üretimi, özellikle tarım ilacı ve su tüketimi konuları ekseninde, insan ve çevre sağlığını olumsuz etkiliyor.
C&A olarak, uzun vadede organik pamuğa geçmeye başladık ve böylelikle süreklilik gösteren tarımı
destekleyici geniş yelpazeli yaklaşımımız çerçevesinde
önemli bir adım attık. Şu an itibariyla organik pamuk,
dünya genelinde pamuk üretiminin (maalesef) %
1'inden daha azını oluşturuyor. Ancak gitgide niş ürün
köşesinden kitlesel pazarlara girmekte. Bunun başlıca
nedenlerinden biri de, ekimi ve üretimi ekolojik kriterlere uygun gerçekleşen kıyafetler konusunda tüketici
66 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 67
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
“AFİŞ VE AYAKLI
PANOLARDA KULLANDIĞIMIZ
KAĞITLARI ÇÖZÜCÜ
İÇERMEYEN BOYALAR
KULLANARAK SERİGRAFİ
BASKI YÖNTEMİYLE
HAZIRLIYOR, İŞİMİZ
BİTTİĞİNDE GERİ DÖNÜŞÜM
PARTNERİMİZE TESLİM
EDİYORUZ.”
bilincinin artmış olması. Biz müşterilerimizin bu isteklerini yerine getirmek ve ürün yelpazemizde organik
pamuk oranını daha da arttırarak, insan ve çevre sağlığı için rakiplerimizi de açtığımız bu yoldan ilerlemeye
teşvik etmek istiyoruz.
Organik pamuk kullanımı konusunda neleri
hedefliyorsunuz? Benzer çalışmalar gerçekleştirmeyi düşünüyor musunuz?
C&A olarak, 2020 yılına kadar pamuk ile üretilen
tüm tshirt, bluz, pantolon ve diğer pamuklu giysilerin
tamamını sürdürülebilir organik pamuktan üretmeye
başlamak gibi çok ciddi bir hedefimiz var. Bu süreç
içerisinde ayrıca insan ve çevre sağlığı için rakiplerimizi
de açtığımız bu yoldan ilerlemeye teşvik edeceğiz.
C&A olarak birçok alanda (enerji ve su tasarrufu, lojistik vb) çalışmalar yaptığınızı
görüyoruz. C&A’nın çevre politikası hakkında bilgi verebilir misiniz? C&A sürdürülebilirliğe nasıl bakıyor?
Organik pamuk üretiminde daha az suni gübre ve
büyüme hızlandırıcı ilaç kullanılıyor. Ayrıca üretim
yapan çiftçiler su ve toprak konusunda çok daha tutumlu çalışıyor. Bu nedenle 2020 sürdürülebilir pamuk
hedefimizin, aynı zamanda genel sürdürülebilirlik stratejimiz açısından da önemli bir dönüm noktası olduğunu düşünüyoruz.
Bunların yanı sıra tüm faaliyetlerimizi su kullanımından, lojistiğe, enerji kullanımı ve geri dönüşümden karbon ayak izimize kadar sürdürülebilirlik alanında her
detaya son derece dikkat ederek sürdürüyoruz. Gelecek için hayalimiz tüm üretim ve tüketim süreçlerinin
de sürdürülebilir hale geleceği ideal bir sistem yaratmak. Bunu zaman içerisinde başarabilmek adına organik pamuğun yanı sıra farklı alanlarda da önlemler
alıyoruz.
www.ikibin50dergisi.org
Örneğin, karbon ayakizimizi kısıtlamak adına 2006
yılından bu yana hesaplama yaparak uygun önlemleri
alıyoruz. Avrupa'daki tüm mağazalarımızın çeşitli iş
proseslerindeki tüketim ve fayda verilerini tespit ediyoruz ve CO2 eşdeğerini hesaplıyoruz. Özellikle uzak
yerlere yapılan iş seyahatleri yerine video ve telefon
konferansı gibi yeni teknolojileri kullanıyor ve bu değerleri azaltıyoruz.
Lojistik, mağazalarımız ve ana merkezimiz için her
zaman enerji tasarrufu yapma üzerinde yoğunlaşıyoruz. Kullandığımız tüm araçlarda maliyet fayda oranının
yanı sıra çevre uygunluğuna da dikkat ediyoruz. Örneğin, afiş ve ayaklı panolarda kullandığımız kağıtları çözücü içermeyen boyalar kullanarak serigrafi baskı
yöntemiyle hazırlıyor, işimiz bittiğinde geri dönüşüm
partnerimize teslim ediyoruz. Broşür ve raporlarımızı
2008 yılından beri sadece Forest Stewardship Council
(FSC) direktiflerine uygun kâğıt üzerine basıyoruz. FSC
sertifikası, süreklilik doğrultusunda faaliyet gösteren ormancılıktan elde edilen malzemelerin kullanılmasını öngörüyor. 2008 yılından itibaren ayrıca binalarımızda
enerji bakımından daha etkili aydınlatma sistemine
geçtik. Bu sistem hem % 8 enerji tasarrufu sağlıyor,
hem de çevreye daha az ısı yansıtıyor. Bu da, binanın
daha az soğutulması gerektiğinden ayrıca enerji tasarrufu sağlıyor.
Ağustos 2012
67
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 68
MERCEK
KARBON AYAK İZİ
İklim Değişikliği ve
Karbon Nötr Olmak
.
68 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 69
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
.
M. Esra Demir, MSc.MBA.
Climate Volunteers Genel Müdür
üresel iklim sistemi, atmosferin oluşumundan
bu yana tüm zaman ve alan ölçeklerinde
değişme eğiliminde olmuştur ve bu değişim
yerküre/atmosfer sisteminin öteki
bileşenlerindeki doğal değişikliklerle ilgilidir. Ancak
19.yy’ın ortalarından beri bu doğal değişikliğe ek
olarak ilk kez insan etkinliklerinin de küresel iklimi
etkilediği yeni bir döneme girilmiştir. 1850’li yıllarda
başlayan sanayileşme ile birlikte özellikle fosil yakıtların
yakılması, arazi kullanımı değişiklikleri, ormanların
tahribi ve çarpık sanayileşme gibi insan faaliyetleri
neticesinde, sera gazları atmosferde birikerek
atmosferin kimyasal özelliklerini etkilemekte uzun
vadede ise sera etkisi yüzünden küresel ölçekte iklim
değişikliğine sebep olmaktadır.
K
Küresel ısınma, sera gazı salımlarındaki artışlara
bağlı olarak küresel ortalama yüzey sıcaklıklarında
artışları ifade etmektedir. Küresel ısınmanın en önemli
sebebi atmosferde sera etkisi yapan karbondioksit
(CO2) ve metan (CH4) gibi sera gazı salımlarındaki hızlı
artıştır. Güneş’in yaydığı kızılötesi ışınlar milyonlarca
kilometrelik bir yolculuktan sonra dünyamıza ulaşır. Bu
ışınların bir kısmı yeryüzüne çarparak toprağı ve
denizleri ısıtır, bir kısmı ise yeryüzüne çarptıktan sonra
yansıyarak tekrar uzaya geri döner. Ancak havada
bulunan sera gazları, kızılötesi ışımaların bir kısmını
soğurarak, atmosferden dışarı çıkmalarını engeller. Bu
soğurma olayı, atmosferin ısınmasına yol açar.
Atmosferdeki sera gazları ne kadar çoksa o kadar çok
ısı tutulur. Bunun sonucunda da Dünya’nın ortalama
sıcaklığında yükselme görülür.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli - IPCC'nin
2007 yılında yayımlanan ve Nobel Barış Ödülü alan
Dördüncü Değerlendirme Raporu'na göre, küresel
ısınma artık tartışmasız bir gerçektir ve bunun önemli
bir bölümünden insanoğlu sorumludur. Enerji, sanayi,
ulaşım, tarım, atık, ormancılık ve arazi kullanımı
sektörlerinden kaynaklanan toplam 6 temel sera
gazının salımı, 1970 - 2004 yılları arasında %70
artarak 49 milyar ton eş-CO2 düzeyine çıkmıştır. Bu
süreçte, 1995-2004 dönemindeki yıllık artış hızı, 1970
- 1994 dönemindeki yıllık artışın 2 katına yaklaşmıştır.
İnsan kaynaklı sera gazı salımlarının % 65’e yakını fosil
yakıtların yanmasından kaynaklanmıştır. Küresel
ortalama yüzey sıcaklığı son yüzyılda 0.74 °C artmıştır.
Bu ısınma eğilimi 1980’li yıllardan sonra daha da
belirginleşmiş ve bu dönemde her yıl yüksek sıcaklık
rekorları kırılmıştır. 1998 yılı küresel ortalamalar
açısından, aletli sıcaklık gözlemlerinin yapılmaya
www.ikibin50dergisi.org
başlandığı 1860 yılından bu yana yaşanan en sıcak yıl
olarak kaydedilmiştir.
Sıcaklıklardaki artışa bağlı olarak, hidrolojik çevrimin
değişmesi, kara ve deniz buzullarının erimesi, kar ve
buz örtüsünün yüzey olarak daralması, deniz
seviyesinin yükselmesi, şiddetli hava olaylarının
sıklığının ve şiddetinin artması, kuraklık, çölleşme,
salgın hastalıkların ve zararlıların artması gibi, dünya
ölçeğinde sosyo-ekonomik sektörleri, ekolojik
sistemleri ve insan hayatını doğrudan ya da dolaylı
olarak etkileyecek önemli değişikliklerin olacağı tahmin
edilmektedir. Bu değişikliklerin bazıları, özellikle 20.
Yüzyılın son çeyreğinden itibaren görülmeye
başlanmıştır.
Hemen hemen yapılan her aktivite sera gazı salımı
ile sonuçlanmaktadır. Bir birey ve şirket için atılacak ilk
adım, karbon ayakizi ölçümü yapılması ve azaltım planı
geliştirilmesidir. Bireysel olarak mevcut sera gazı salım
seviyesi, milyarlarca bireyin aldığı kişisel kararlar
sonucu ortaya çıkmaktadır (ulaşım, enerji tüketimi,
ağaç kesimi, fosil yakıt kullanımı, tüketim artışı, atıklar
vb. ). Aynı zamanda milyarlarca bireyin aldığı kişisel
kararlar, salım azaltımı için faydalı olacaktır ve ancak
bu kararlar sayesinde küresel salım azaltımı yolunda
bir başarı sağlanabilir.
Tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek, enerji
tüketimimizi azaltmak, gerekmedikçe araç kullanmayıp
toplu taşımayı tercih etmek gibi attığımız her adımın
küresel iklim değişikliğine olumlu etkisi olacaktır ancak
bu etkinin hissedilmesi zaman alacaktır. Daha kısa
sürede fark yaratmak için atılacak diğer bir adım ise
karbon ayakizini hesapladıktan sonra aynı miktar
kadar karbon kredisi satın alarak yenilenebilir enerji
projelerine finansal destek olmak ve faaliyetiniz sonucu
oluşan sera gazı salımlarınızı “sıfırlamak”tır. Diğer bir
ifade ile faaliyetlerimiz sonucu oluşan seragazı
salımlarını (karbon ayakizi) seragazı salımı olmayan
veya salınan emisyonları atmosferden uzaklaştıran
projelere destek vererek karbon nötr olmaktır.
Karbon nötr’ün tam anlamı bir kişi veya kurumun
gerçekleştirdiği herhangi bir faaliyet sonucu atmosfere
salınan sera gazlarını dengelemek (offsetting) ve net
olarak “0” emisyona sahip olmak için salınan sera
gazları miktarına eşdeğer sera gaz salımına engel
olan/azaltan projeler tarafından geliştirilmiş karbon
kredilerinin satın alınmasıdır.
Hızlı nüfus artışı, kentleşmenin giderek artması enerji
ihtiyacını her geçen gün arttırmaktadır. Büyüyen bu
HÜKÜMETLERARASI İKLİM
DEĞİŞİKLİĞİ PANELİ IPCC'NİN 2007 YILINDA
YAYIMLANAN VE NOBEL
BARIŞ ÖDÜLÜ ALAN
DÖRDÜNCÜ
DEĞERLENDİRME
RAPORU'NA GÖRE,
KÜRESEL ISINMA ARTIK
TARTIŞMASIZ BİR
GERÇEKTİR VE BUNUN
ÖNEMLİ BİR BÖLÜMÜNDEN
İNSANOĞLU
SORUMLUDUR.
ihtiyacı karşılayabilmek için yakın gelecekte arz sıkıntısı
yaşanacak fosil yakıtların yerine sürdürülebilir
kaynakların kullanılabileceği yakıtların bulunması ve
teknolojilerin geliştirilmesi çok önemlidir. Bu nedenle
ağaç dikerek çevreye verdiğimiz etkiyi azaltmanın
yanısıra rüzgar, güneş enerjisi, biyogaz, biyokütle, çöp
gazı depolama alanları ve benzeri yenilenebilir enerji
kaynaklarına destek olmak çok önemlidir.
Karbon kredisi üreten bu projeler ciddi uluslararası
sertifikasyon süreçlerinden geçmektedirler. Bu
sertifikasyonların en önemlilerinden biri ve en kaliteli
karbon kredilerinin üretildiği Gold Standard
sertifikasyonundan geçebilmek için yenilenebilir enerji
projelerinin çevresel etkisinin yanında sürdürülebilir
büyümenin diğer 2 önemli bacağı olan ekonomik ve
sosyal etkilerini de dikkate almakta; projenin
bulunduğu bölgedeki yerel halka faydası, istihdam
yaratıp yaratmadığı gibi başka kriterler de
değerlendirmektedir. Türkiye’de üretilen birçok rüzgar
enerjisi projesi, çöp gazı bertaraf projeleri Gold
Standart süreçlerinden başarı ile geçmiştir. Türkiye
elektrik üretimini önemli ölçüde fosil yakıtlarla elde
etmektedir. Üstelik bu fosil yakıtların önemli bir bölümü
de ithal edilmektedir. Bu nedenle yenilenebilir enerji
teknolojilerini desteklemek ülkemiz için çok önemlidir. Ağustos 2012
69
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 70
MERCEK
KARBON TİCARETİ
TÜRKİYE’DE
KARBON TİCARETİ
DENEYİMİ
18.YÜZYILDA BAŞLAYAN ENDÜSTRİYELLEŞME SÜRECİ İLE BİRLİKTE TARIM, HAYVANCILIK VE
HAMMADDE ODAKLI EKONOMİDEN, HAMMADDENİN İŞLENMESİNE VE ÜRETİMİNE DAYALI BİR
EKONOMİYE GEÇİŞE TANIKLIK ETMEKTEYİZ. HATTA VE HATTA GÜNÜMÜZDE EKONOMİNİN
İŞLEYİŞİNİN ÜRETİME VE TÜKETİME DAYALI OLDUĞU SÖYLENEBİLİR. ÜRETİMİN TÜKETİMİ,
TÜKETİMİN DE ÜRETİMİ TETİKLEDİĞI BU DÖNGÜNÜN EN BÜYÜK İHTİYACI İSE ENERJİDİR.
70 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 71
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
0. yüzyılın sonlarına kadar enerji üretiminde
kullanılan doğal kaynakların bolluğu ve tükenmezliği ile ilgili herhangi bir şüphe bulunmazken, artık kömür, petrol ve doğalgaz gibi
fosil kaynaklara dayalı enerji üretiminin bir “son kullanma tarihi” olduğunu idrak etme sürecinden
geçmekteyiz.
2
ÇÖZÜM VAR...MAALESEF KOLAY DEĞİL
Çözüm yolları mevcuttur ve bilinmektedir. Enerjinin
üretimi noktasında yenilenebilir enerji kaynakları gibi
daha temiz kaynakların kullanılması ve daha az enerji
ile daha çok üretim yapabilme kabiliyetinin yani enerji
verimliliğinin sağlanması, çözüm yollarının başında yer
almaktadır. Her iki temel önlem için teknolojiler mevcut
olmakla beraber bunların hayata geçirilmesi ve yaygınlaştırılması maalesef çok kolay değildir. Her ne kadar
kömür ve doğalgaza dayalı enerji santrallerinin bugün
yasaklanması veya fosil yakıtlara dayalı yeni (ve eski)
yatırımlara ağır vergilerin getirilerek temiz teknolojilerinin teşvik edilmesi, iklim değişikliği ile ilgili mücadelede ileriye doğru büyük bir sıçrayış
gerçekleştirecek ise de, mevcut sistem içerisinde kısa
ve orta vadede hayata geçirilebilecek önlemler değildir.
Günümüzde içinde emisyon ticaretini bir araç olarak
kullanan çeşitli sistemler vardır. Amerika, Yeni Zelanda
ve İngiltere gibi bölgesel uygulamalar olduğu gibi daha
kapsamlı ve çok uluslu “ortaklık girişimleri” de bulunmaktadır. Herhalde bunların içerisinde en kapsamlı ve
iddialı olanı Kyoto Protokolü altında oluşturulan “Esneklik Mekanizmalarıdır”. 11 Aralık 1997 senesinde
imzalanan ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 191
ülkenin taraf olduğu Kyoto Protokolü esasen, Protokolün Ek I de yer alan 37 gelişmiş ülkenin sera gazı
emisyonlarını, 2008-2012 periyodu içerisinde 1990
baz seviyelerinden yaklaşık olarak %5’lik bir azaltımını
hedeflemekte ve taahhüt etmektedir. Gelişmiş olarak
tanımlanan ve küresel olarak sera gazı salınımında en
büyük paya sahip olan bu 37 Ek I ülkesinin hedeflerine
maliyet verimli olarak ulaşabilmeleri amacı ile de es-
i
Bu sürece paralel olarak fosil yakıtların kullanımı ile
ilgili, enerjinin sürekliliği sorunu olmanın ötesinde belki
daha da önemli olan başka bir problemin de varlığını
keşfediyoruz. Üretimin vazgeçilmez bir girdisi olan
elektrik ve ısı üretmek için kullanılan fosil yakıtlar aynı
zamanda doğaya ve çevremize kabullenebileceğimizin
ötesinde zararlar vermektedir. Bu zarar listesinin
başında ise iklim değişikliğine sebep olan Sera Gazları bulunmaktadır. Sera gazlarındaki tarihsel gelişimi
en azından yavaşlatmak ve hatta geriye çevirme ödevi,
bu neslin sorumlulukları arasında yer almaktadır.
viyelerin altına inmesini hedeflerken, hedefe ulaşmak
için yapılan yatırımın, maliyeti en düşük coğrafyada
veya teknolojilerle gerçekleştirilmesine olanak sağlamaktadır. Sağ cebimizdeki emsiyonu sol cebimize aktarıp, net emisyon azaltımlarının sıfır olmasını önlemek
amacı ile de “additionality” yani özgün katkı olarak bilinen bir kriter konmuştur. “Sınırla ve pazarla” sisteminin
tasarlandığı şekilde fayda sağlayabilmesi açısından ve
sistemin işleyişinin daha doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için çok önemli olan özgün katkı konusunu
maalesef bu yazımda detaylandıramayacağım. Ancak
kısaca değinmek gerekir ise özgün katkı, proje kaynaklı emisyon azaltımlarının, tarihsel gelişimin haricinde
gerçekleşmesidir. Daha anlaşılır bir dille ifade etmek
gerekir ise, eğer bir emisyon azaltım projesi, sadece
karbon ticareti mekanizmalarından istifade ederek
hayata geçirilebiliyor ise, projenin özgün katkısı olduğu
sonucuna varılabilir.
Ömer Akyürek
Yönetici Danışman / OAK Danışmanlık
ÜRETİMİN VAZGEÇİLMEZ
BİR GİRDİSİ OLAN
ELEKTRİK VE ISI ÜRETMEK
İÇİN KULLANILAN FOSİL
YAKITLAR AYNI ZAMANDA
DOĞAYA VE ÇEVREMİZE
KABULLENEBİLECEĞİMİZİN
ÖTESİNDE ZARARLAR
VERMEKTEDİR. BU ZARAR
LİSTESİNİN BAŞINDA İSE
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE
SEBEP OLAN SERA
GAZLARI
BULUNMAKTADIR.
Toplumların “modernleşme” ve “gelişme” algısı,
ihtiyaçtan bağımsız bir tüketim ile ilişkilendirildiği
sürece daha çok üretim olması ve bu üretimin de
ekonomik olması beklenmektedir. Dolayısıyla alınacak
önlemlerin münferit örneklerin ötesinde yaygın ve etkili
olabilmesi için mevcut ekonomik sistemin işleyişi ile
uyumlu olması gerekmektedir. Yani başka bir değişle
temiz enerji yatırımları sadece çevre hassasiyeti ile
atılan bir adım ve bu vicdanı taşıyanların inisiyatifinde bir maliyet unsuru olarak değil, günümüz
piyasa ve rekabet koşullarında geçerliliği olan bir
gelir kalemi olarak ve/veya maliyet verimli yatırımlar
olarak yeniden tanımlanması gerekmektedir.
EMİSYON TİCARETİ YENİLİKÇİ VE BİR O
KADAR DA KARMAŞIK BİR ÇÖZÜM...
Bu noktada emisyon ticareti veya daha doğru bir
tabir ile “sınırla ve pazarla” (cap and trade) sistemi,
probleme oldukça yenilikçi ve bir o kadar da karmaşık
bir çözüm denemesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Piyasa tabanlı bu yaklaşım, emisyonların belli se-
www.ikibin50dergisi.org
Ağustos 2012
71
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 72
MERCEK
KARBON TİCARETİ
neklik mekanizmaları oluşturulmuştur (CDM, JI ve
Emission Trading).
Kyoto Protokolü ile küresel olarak sera gazlarına
bir sınır getirilmiş ve hedef sınırlara ulaşmak için alınacak önlemlerin, yapılacak olan yatırımların
maliyetinin düşürülmesi amacı ile esneklik mekanizmaları getirilmiştir. Ek I ülkesi olan Hollanda’da yer
alan bir çimento fabrikasında 10€ maliyet ile yapılacak olan bir filtre sistemi ile 1 ton CO2 azaltmak yerine, Ek I harici olan Pakistan’da yatırım için finansal
kaynak arayan bir rüzgar santralinden 10 €
karşılığında 100 ton CO2 satın alabilmektedir.
Emisyon ticareti ile yatırım maliyetleri azaltılmış ve
birim maliyete fayda miktarı arttırılmış olmaktadır. En
azından sistem bunu hedeflemektedir.
Özellikle Türkiye’de karbon ticaretinin ne
olduğunun anlaşılması ve bu konuların verimli bir
şekilde tartışılabiliyor olması, fikre değil bilgiye dayalı analizlerin yapılabiliyor olması önemlidir.
Dünya’da, sadece üretim ve tüketim değerlerinin
temel alındığı bir ekonomik sistemden üçüncü bir
referans noktası olarak “çevreye olan etkinin” de bir
değer taşıdığı “Düşük Karbon Ekonomisine” geçişin
hazırlıkları yapılmaktadır. Gelişme ve ilerlemede büyük
iddiaları olan Türkiye’nin bu hazırlıkların gerisinde
kalma veya geriden takip eden konumunda olma
lüksü bulunmamalıdır.
Peki, Türkiye bu sürecin neresinde
bulunmaktadır? Bilgi seviyesi ve
tecrübesi Türkiye’yi bu hazırlık sürecinde
etkin bir rol üstlenmeye, kaderini kendi
tayin
etmeye yeterli midir?
Fikir ve görüşlerine değer verdiğim Sayın Dr. Oğuz
Can Bey yakın bir geçmişte dinleme fırsatı bulduğum
bir oturumda, Türkiye’nin 2006 senesine kadar bu
konulara, gelişim sürecini olumsuz olarak etkileyebilecek, sınırlayabilecek bir tehdit olarak algıladığını
ancak 2006 senesinden sonra tehdit algısının fırsat
algısına dönüştüğü şeklinde bir analiz ortaya koymuştur. Bir OECD ülkesi olan Türkiye, Kyoto Protokolü’nde asıl yükümlülüğü yerine getirecek olan EK
I ve azgelişmiş ülkelere teknolojik yardım sağlaması
gerekli ülkelerin bulunduğu Ek II grubunda yer almaktaydı. Her iki gruba da dahil olmasından dolayı
ekonomik kalkınmasını yavaşlatacağı endişesi ile bu
protokole imza atmamıştır. Uzun uğraşlar sonucu
2001 Marekeş Konferansı’nda Ek II grubundan kendini çıkartmayı başaran Türkiye’nin Kyoto Protokolüne imza atması ancak 2009 yılında
gerçekleşmiştir.
2006 senesi, Türkiye’nin karbon ticareti ile tanıştığı
ve tehdit algısının fırsat algısına dönüşmesini
tetikleyen gelişmelerin başlangıç yılı olarak telaffuz
edilebilir. Balıkesir Bandırma’da kurulan Bares II Rüzgar Enerji Santrali, 2006 senesinde Türkiye’nin ilk
karbon azaltım projesi olarak “Gönüllü” emisyon
ticareti piyasalarında yerini almıştır. Türkiye için yeni
72 Ağustos 2012
“ÖLÇEMEDİĞİNİ
YÖNETEMEZSİN”
YAKLAŞIMININ BİR NETİCESİ
OLARAK 25 NİSAN 2012
TARİHİNDE YÜRÜRLÜĞE
GİREN “SERA GAZI
EMİSYONLARININ TAKİBİ
HAKKINDA YÖNETMELİK”,
TÜRKİYE’NİN MASAYA
KOYACAĞI GÜCÜN VE
SUNACAĞI ÇÖZÜM
İMKANLARININ NE
OLDUĞUNUN TESPİTİ
YÖNÜNDE ATILMIŞ DOĞRU
BİR ADIMDIR.
olan bu piyasanın sunduğu finans çözümü hızlı bir
şekilde, özellikle yenilenebilir enerji alanında yatırım
yapan firmalar tarafından benimsenmiş ve takip eden
yıllarda eşine az rastlanır bir hızda gelişme göstermiştir.
Bugün itibarı ile Türkiye’de çeşitli standartlar (Ağırlıklı olarak “Gold Standard” ve VCS- Voluntary Carbon Standard) ile geliştirilen toplamda 180’i aşan
karbon azaltım projesi bulunmaktadır. Bu projelerin
büyük bir çoğunluğunu Hidroelektrik ve Rüzgar
santralleri oluştururken çöp gazından ve jeotermal
kaynaklardan elektrik üretimi projeleri de bulunmaktadır. Bu projelerin emisyon azaltımları –veya bu projelerden kaynaklanan karbon kredi potansiyeli 11
milyon ton CO2 eq/yıl gibi küçümsenemeyecek bir
rakama ulaşmıştır. Bugün itibarı ile şebekeye
bağlantısı gerçekleştirilmiş rüzgar santrallerinin
hemen hemen tamamı, gönüllü karbon
piyasalarında yer almaktadır.
“Premium kalite” karbon kredisi standardı olan ve
uluslararası bir kuruluş olan “Gold Standard’ın” portföyünün yarısını Türkiye projeleri oluşturmaktadır.
Önemli ölçüde özel sektörün girişimleri ile şekillenen
Türkiye’nin gönüllü karbon ticaretindeki deneyimi,
Türkiye’nin tehdit algısının bir fırsat algısına dönüşmesine büyük katkıları olmuştur. Mevcut yatırımlara yılda
40 – 50 milyon € gibi ek bir kaynak potansiyeli sunan
gönüllü piyasa, eğer Türkiye zamanında ve doğru şartlar altında Kyoto’ya taraf olabilseydi (Ek I listesinden
de çıkabilseydi), uyum piyasalarında aktör olma fırsatı
yakalamış ve bu potansiyeli daha rahat bir talep ortamında şu anki portföyün ve hacmin çok üzerine
taşıyabilecek bir pazara açılmış olabilecekti.
Türkiye’de özellikle son zamanlarda hız kazanan ve
odağında Kyoto sonrası döneme hazırlık ve pozisyon
alma çabalarının temelini bu deneyim ve algı oluşturmaktadır.
Türkiye’nin 6 senelik karbon ticareti
deneyiminin daha doğru anlaşılabilmesi için
gönüllü ve uyum piyasalarının ne olduğu ve
nasıl işlediği ile ilgili kısa bir açıklama
yapmakta fayda vardır.
Uyum piyasalarının işleyişi temel olarak yazının
başlarında da açıkladığım “sınırla ve pazarla” (cap and
trade) yaklaşımından oluşan piyasalardır. Firmaların uyması gereken bir sınır vardır ve kredilerin alıcıları bu
sınır değerlere en düşük maliyetle ulaşmak amacı ile
yatırımların daha ucuz olduğu gelişmekte olan
coğrafyalardaki emisyon azaltım projelerinden karbon
kredileri satın almaktadırlar. Ceza ve ödül sistemlerinin
her ikisini de içinde barındıran ve birbiri ile olan ilişkileri
ile tanımlanan mekanizmalardır. Ancak gönüllü
piyasalarda kredilere olan talep herhangi bir sınırlama
veya ceza ile ilişkilendirilmemiştir. Yani karbon kredileri,
bunları sadece gönüllülük (daha doğru bir açıklama ile
bir PR değeri oluşturmak için) esası ile satın alan firmalar tarafından alınmaktadır. Esasında sadece
“ödülden” oluşan bir mekanizmadır. Bundan dolayı
fiyatları ve hacimleri itibarı ile de uyum piyasalarının da
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 73
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
Balıkesir Bandırma’da
kurulan Bares II
Rüzgar Enerji Santrali,
2006 senesinde
Türkiye’nin ilk karbon
azaltım projesi olarak
“Gönüllü” emisyon
ticareti piyasalarında
yerini almıştır.
çok altındadır. Uyum piyasaları sıkı kurallara bağlı, şeffaf, takip edilebilir ve işleyişinde devletlerin ve devlet
üstü organizasyonların da tanımlı olduğu, fiyatların
önceden tahmin edilebildiği bir mekanizma iken
gönüllü piyasalar, kuralların değişkenlik gösterebildiği,
daha kapalı, ve fiyatların daha büyük aralıklarda
değişkenlik gösterdiği piyasalar olma özelliği göstermektedir. Gönüllü piyasalarda karbon kredilerinin
değeri, ilişkilendirildiği standartlarla değişkenlik göstermektedir. Türkiye’deki projelere baktığımızda ağırlıklı
olarak “Gold Standard” ve VCS standartlarında
geliştirildiğini görmekteyiz. Bu iki standart, gönüllü
piyasalar içerisinde “uyum piyasalarındaki” standarda
en yakın iki standart olduğunu ve mümkün olan en
yüksek fiyat marjını sağladığını belirtmekte fayda vardır.
Ancak Türkiye, sadece gönüllü piyasalara hitap
etmesinden dolayı, emisyon ticaretindeki deneyimi
yalnızca yenilenebilir enerji yatırımları ile sınırlanmış
durumdadır. Uyum piyasalarında enerji üretiminden
tüketimine, ulaştırma sektöründen binalara, kimya
endüstrisinden demir çelik üretimine kadar 15 sektörel kapsamda proje geliştirmek mümkünken
Türkiye’de sadece 2 sektörel kapsamda projeler
geliştirilebilmektedir. Bu ise Türkiye’deki deneyimin
ve tecrübenin sınırlı kalmasına sebep olmuştur.
TÜRKİYE’NİN KARBON TİCARETİ DENEYİMİ
VE 2012 SONRASI SENARYOLARIN
TARTIŞILMASI
Türkiye 2006 senesinden bu yana karbon ticareti
konusunda önemli bir tecrübe edinmiştir ve edinmeye
de devam etmektedir. Bu tecrübe, Türkiye’nin tehdit
algısının bir fırsat algısına dönüşerek, 2012 sonrası
senaryoların önceden tartışılmasına ve kendi çıkarlarına en uygun şekilde gerekli adımların atılabilmesi
için bir farkındalık yaratması açısından oldukça önemlidir. Ancak tek başına bu tecrübe, Dünya’da yeni
şekillenmeye başlayan “düşük karbon ekonomisini”
tam olarak anlamaya ve doğru kararlar almaya yeterli
değildir. Karbon ticaretinin, emisyon azaltımlarının
maliyet verimli olarak gerçekleştirilmesi için geliştirilmiş
www.ikibin50dergisi.org
bir araç olduğunu bilinçli veya bilinçsiz olarak
unutup/göz ardı edip bunu bir amaç olarak benimser
ve iklim değişikliği ile mücadelede nasıl çözümün bir
parçası olmamız gerektiğini değil de sadece bu işten
nasıl karlı çıkarız sorusunu kendimize sorarsak, bulacağımız cevaplar bizi bir sonraki dönemde arzu ettiğimiz ve hak ettiğimiz konumu sağlamayacaktır.
Türkiye’nin elbette sanayi gelişimini ve kalkınmasını
yavaşlatabilecek veya maliyetini daha da yukarıya
çekebilecek adımlardan sakınma gereksinimi var ise
de, uluslararası arenada takınacağı “gelir odaklı” imajından da uzak durulması gerektiği kanaatindeyim.
Türkiye’nin önümüzdeki sürece kendisine maksimum
fayda veya minimum zarar ile girmeyi hedeflemesi
doğaldır ve olması gerekende budur ancak bunu
taşına altına elini koymadan veya amaca yönelik
çözümün bir parçası olmadan sadece araçlardan istifade etme gayesi ile gerçekleştirebilmesi zordur. Kyoto
sonrası dönemin tartışıldığı uluslararası mecralarda
Türkiye’nin, ayrıcalıklı Ek I ülkesi argümanı, yani
“emisyonlarımı sınırlandıracak kadar gelişmiş değilim”
söylemi bu sebepten ötürü beklediğimiz kabulü bulamamaktadır. Özellikle düşük karbon ekonomisine
geçişin öncü rolünü benimseyen Avrupa Birliği ile bir
taraftan gelişmişliğini parlatarak birliğe dahil olma
sürecine devam eden Türkiye, iklim değişikliği ile ilgili
konularda gelişmekte olan ülke rolünü benimsiyor olması, tartışma ortamlarında elimizi zayıflatan bir tezatlık
oluşturmaktadır.
Bilindiği üzere 2008-2012 dönemini kapsayan
Kyoto Protokolünün 2012 sonrasına sarkıtılıp sarkıtılamayacağı veya nasıl bir yapıda devam edebileceği
tartışmaları gündemdedir. Bu konuda değişik fikirler
bulunmakla beraber, 2012 sonrası durum ve senaryolar için ortaya konanların bugün itibarı ile tahminden
öteye geçmesi mümkün değildir. Ancak iklim değişikliği ile mücadele gerekliliği ve önceliğinde bir değişiklik
olmadığı müddetçe önlemlerin maliyeti konu olmaya
devam edecektir ve mevcut serbest piyasa işleyişi ile
uyumlu maliyet düşürücü mekanizmalara ihtiyaç duyulacaktır. İsmi ve/veya yapısı değişse de, emisyon
azaltımlarının nerede düşük maliyetle gerçekleştiriliyor
TÜRKİYE, SADECE
GÖNÜLLÜ PİYASALARA
HİTAP ETMESİNDEN DOLAYI,
EMİSYON TİCARETİNDEKİ
DENEYİMİ YALNIZCA
YENİLENEBİLİR ENERJİ
YATIRIMLARI İLE
SINIRLANMIŞ DURUMDADIR.
UYUM PİYASALARINDA 15
SEKTÖREL KAPSAMDA
PROJE GELİŞTİRMEK
MÜMKÜNKEN TÜRKİYE’DE
SADECE 2 SEKTÖREL
KAPSAMDA PROJELER
GELİŞTİRİLEBİLMEKTEDİR.
ise orada yapılmasını sağlayan karbon ticaretinin bir
araç olarak devam etmesini bekleyebiliriz. Türkiye,
büyüklüğü, kaynakları, potansiyeli ve imkanları ile,
maliyet verimli yatırım ve önlemler için ideal bir ev
sahibidir. Dolayısıyla 2012 sonrası sürecin doğal bir
çözüm ortağıdır. Türkiye, taraftar kitlesi yaratmakta
yetersiz kalan ayrıcalıklı Ek I ülkesi argümanı ile yol almaya çalışmak yerine iklim değişikliği ile mücadelede
masaya koyabileceği güçlü yanlarını ön plana sürerek
pazarlık imkanlarını arttırabileceği kanaatindeyim.
UMUT VERİCİ ADIMLAR
Türkiye’de bu konularda atılan adımlar ümit verici ve
doğru adımlardır. “Ölçemediğini yönetemezsin” yaklaşımının bir neticesi olarak 25 Nisan 2012 tarihinde
yürürlüğe giren “Sera Gazı Emisyonlarının Takibi
Hakkında Yönetmelik”, Türkiye’nin masaya koyacağı
gücün ve sunacağı çözüm imkanlarının ne olduğunun
tespiti yönünde atılmış doğru bir adımdır. Bu adımın
devamının getirilmesi ve doğru istikamette ilerleme sorumluluğu alışılagelmiş bir refleks olarak devlete tahsis
edilmiş olsa da, başarıya ulaşabilmemiz için tüm paydaşların sürece katılımı şarttır. Türkiye, doğru adımları
sadece katılımcı ve çözüme dayalı bir tartışma sonucunda atabilir. Düşük karbon ekonomisine geçiş
sürecinde bilgi ve deneyim tekelinin, buzdağının
sadece küçük bir kısmını oluşturan karbon ticareti
konusunda danışmanlık hizmeti veren firmalardan, aralarında STK’ların, üniversitelerin ve özel sektör temsilcilerinin de bulunduğu daha geniş bir paydaşlar
yelpazesine dağıtılması gerekmektedir.
Ağustos 2012
73
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 74
RÖPORTAJ
FİLİZ TELEK
Cesur Yeni Dünya’nın
Cesur Anlatıcısı
BATI AMERİKA’DAN
YOLCULUĞA BAŞLAYARAK,
DAHA SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR
DÜNYA İSTEYEN İNSANLARIN
HİKAYESİNİ ANLATTIĞI PROJESİ
CESUR YENİ DÜNYA’NIN
HİKAYESİNİ, TÜRKIYE’YE KÜÇÜK
BİR MOLA VERMEK İÇİN
UĞRAYAN FİLİZ TELEK’TEN
DİNLEDİK.
Bioneers konferansından bir görüntü
i
Röportaj: Gülçin Kocabuğa
iliz Telek, Türkiye’deki Slow Food Gençlik
Hareketi, Permakültür Buluşmaları ve Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali gibi pek çok etkinliğin organizasyonunda görev almış bir çevre
aktivisti. Aynı zamanda “Sürdürülebilir Yaşam” adlı
blogunda Türkiye ve dünyadaki sürdürülebilirlik adına
yapılan çalışmaları okurlarıyla paylaşan Telek, şimdilerde Cesur Yeni Dünya projesiyle bir “hikaye anlatıcısı”
olarak karşımıza çıkıyor. Batı Amerika’dan yolculuğa
başlayarak, daha sürdürülebilir bir dünya isteyen insanların hikayesini anlattığı projesi Cesur Yeni Dünya’nın hikayesini, Türkiye’ye küçük bir mola vermek
için uğrayan Filiz Telek’ten dinlemek için buluştuk…
F
Ha
74 A
Ağustos
ğz
usitroasn2
2012
0210212
Çevre konusunda yaptığınız çalışmalardan
ve yazdığınız bloglardan sizi tanıyoruz. Hikâyenizi bir de sizden dinleyelim…
Ben aslında Boğaziçi Üniversitesi İşletme mezunuyum fakat mezun olduğum noktada, o yönde gitmeyeceğimi biliyordum. Onu takiben kısa bir dönem
yurtdışında uluslararası bir şirkette çalıştım. Türkiye’ye
döndüğümde ise Buğday Derneği’nde çalışmaya başladım. Baktım kurumsal yapılara çok sığabilen bir
insan değilim, o yüzden kendi başıma ya da herhangi
bir yapıya dahil olmadan bir şeyler denemek istedim.
Bu şekilde son 6yıldır hiçbir yapıya dahil olmadan ama
başka kişilerle iş birliği dahilinde sürdürülebilir yaşamla
ilgili pek çok projede yer aldım. Sürdürülebilir Yaşam
Film Festivali de dahil olmak üzere Permakültür Topluluğu’nun ve Network’ünün oluşturulmasıyla ilgili ve in-
sanların bir araya gelip kaynaşması, sosyal medya
üzerinden ağların oluşturulması ile ilgili çalışmalarda
bulundum. İlk Türkiye permakültür buluşmasının organize edilmesinde rol aldım. Aslında ben sürdürülebilir
yaşamın toplumsal ve sosyal boyutuyla gönül bağı
kurdum. Benim gözlemlediğim, insanlar arasında
doğru iletişim kurulamadıktan ve örgütlenemedikten
sonra hiçbir işin yürümediğiydi. Bu noktada kilitleniyoruz ve özellikle bu yüzden, bu ülkede çok kan kaybediyoruz. Topluluklarla çalışırken ben de olumsuz
tecrübeler yaşadım. Permakültür etkinlikleri organize
ettim ama asıl yapmak istediğim insanları bir araya getirip, öyle bir topluluğun oluşmasını sağlamaktı. Yaptığım işlerin özünde galiba bu var…
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 75
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
“SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAMIN TOPLUMSAL VE SOSYAL
BOYUTUYLA GÖNÜL BAĞI KURDUM. BENİM
GÖZLEMLEDİĞİM İNSANLAR ARASINDA DOĞRU
İLETİŞİM KURULAMADIKTAN VE ÖRGÜTLENEMEDİKTEN
SONRA HİÇBİR İŞİN YÜRÜMEDİĞİ…”
Cesur Yeni Dünya’nın izinde hikayeler toplamaya başladınız. Bu süreç nasıl gelişti?
2009 yılında projelere ara verdim ve aynı yılın ortalarına doğru yorulduğumu hissedip hiç bir iş yapamaz
hale geldim. “Güzel işler yapıyorum ama bir şeyi yanlış
yapıyorum galiba” diyerek bir yolculuğa çıktım. O
zaman batı Avrupa’ya gittim, 7 ay Avrupa’da kaldım.
O dönemde “gerçekte ne yapmak istiyorum” üzerine
kafa yordum ve daha çok yaratıcılıkla ilgili çalışmak istediğimi fark ettim. Uzun zamandır yazıyordum, fotoğrafçılık da hep ilgimi çekmişti, sonra videoya merak
sarmaya başladım. Em sonunda bunları bir araya getirip ne yapabilirim diye düşünüyordum ve 2011 yılına o
niyetle girdim. Bir video kamera, fotoğraf makinesi, iyi
bir bilgisayardan oluşan bir ekipman edinip mobil olarak medya ile ilgili bir şeyler denemeye niyet ettim.
“Ben artık multi medya hikaye anlatıcılığı yapacağım”
diye çıktım ortaya…
2011 sonbaharında Amerika’ ya gitmem gerektiğine
dair bir içgüdü, bir iç ses oluştu. Tam olarak ne yapacağımı bilmiyordum ama hep iç sesimi dinleyerek hareket ederim. Amerika’nın batı kıyısına gitme ve hikaye
anlatıcılığı ağustosta böylece bir araya geldi. Cesur
Yeni Dünya** fikri o zaman ortaya çıktı. Benim şu anda
en çok ilgimi çeken hikaye, insanlığın geçiş süreci ve
bu geçiş sürecinde hem bireysel, hem toplumsal, hem
de kolektif insanlar olarak nasıl dönüştüğümüz ve yeni
dünyanın nasıl bir şey olduğuna dair bir hikaye anlatmak, o büyük resmi görmeye çalışmak. Bütün bu
dünyanın sonuyla ilgili 2012 söylemlerine, bu efsanelere inanmasanız bile dünyada olup biten her şey sanki
bir noktaya işaret ediyor gibi. Onu anlamak istedim.
Benim kendime göre süreçle ilgili bir hikayem var ama
bir de Amerika’da paradigma değişikliği ile ilgili çalışan
vizyon sahibi insanlarla, spiritüel hocalarla, sürdürülebilir yaşama dahil çalışan aktivistlerle konuşmak istedim. “Onların hikayesi nedir, onların gördükleri hikaye
nedir? “ diye merak ettim…
Neden özellikle Batı Amerika’yı tercih ettiniz?
Aslında tamamen içgüdü, hep batıdan başlamam
gerektiğine dair bir içgüdüm vardı. O dönemde Occupy* (İşgal) hareketi New York’ta başladı ve ben 2-3
hafta sonra Amerika’ya gittim. Tam da insanlığın hikayesi dediğimiz yerde Occupy eylemlerinin başlaması,
bir eşzamanlılık oldu. New York’ta başlamasına rağmen batıya gitmemin doğru olduğunu hissettim. Bunu
www.ikibin50dergisi.org
bilimsel olarak kanıtlamak mümkün değil ama özellikle
“Bay Area“ denilen San Francisco, Berkeley, Oakland’dan oluşan o körfez bölgesi, yeniliklerin, yeni fikirlerin doğduğu, yoktan var olduğu bir nokta gibi geliyor
bana. Zaten Amerika’da da hep derler; batı hep daha
yenilikçi ve açık fikirlidir, öncüdür, fikirler batıdan doğuya doğru gelir ve doğuda kemikleşir, kurumsallaşır.
Bunun daha önce bilincinde değildim ama oraya gittiğimde gerçekten öncü bir ruh olduğunu fark ettim. Bu
bölgede ayrıca benim çok ilgimi çeken farklı insan kitleleri vardı; yaratıcı grubu oluşturan sanatçılar, permakültür gibi çalışmaları aktif olarak hayatın içinde
uygulamaya çalışan aktivistler, insan bilincinin evrimiyle
ilgili spiritüel olarak çalışan gruplar ve bir de bu üçünün
kesişimi bir kitle var.
Bu gruplar içinde siz kendinizi hangi gruba
dahil görüyorsunuz?
Ben, o üçünün kesiştiği noktaya koyardım kendimi.
Orası bana çok zengin bir insan coğrafyası sundu ve
bu yüzden bu insan kitlesi bana çok cazip geliyor.
Orada olmak, o insanlarla tanışmak hem entelektüel
olarak, hem yaratıcılık anlamında, hem de eyleme
geçme anlamında çok tatmin eden bir tecrübeydi.
Filiz Telek
Occupy hareketlerini yakından gözlemleyen
biri olarak izlenimleriniz nedir?
Kamp bölgesinde kalmadım ama Los Angeles,
Santa Fe, San Francisco ve Oakland’taki Occupy
kamplarında bulundum. Oakland’da 19 Kasımda yaptıkları büyük yürüyüşe katıldım, önemli bir yürüyüştü o.
Onla ilgili videolar da yaptım. Occupy hareketini biraz
dışarıdan gözlemleme rağmen sempati duyduğum bir
hareket oldu. Biraz da insanların çok büyük bir heyecanla başlayıp yavaş yavaş tıkanmaya doğru gittiklerine de üzülerek şahit oldum. Çünkü sonuçta bu bir
deney, “hiyerarşik olmadan, yatay bir şekilde kendi
kendimize nasıl organize oluruz”un bir deneyiydi ama
insan egosunun hala o oluşumlarda da aktif olduğunu
gördüm. Mesela “%99” söylemi bana hep “Peki o %1
kim?” sorusunu sorduruyor. Bu, üzerine pek çok spekülasyon yapılan en zengin kesim olsa da, orda da
hala bir yabacılaştırma, ötekileştirme var. Ben de dahil
bunun pek de olgun bir yaklaşım olmadığını düşünen
bir kesim var. Bir yandan da bu eylemler, kışın getirdiği
zorluklar yüzünden artık uykuya geçti. Bu arada şu
anda kamp kurulmuyor vs. ama bazı Occupy oluşumları etkinliklerine devam ediyor. Günlük hayatın içinde
ve yerel topluluklarda, belli bir konumu oldu bu hare-
Ağustos 2012
75
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 76
RÖPORTAJ
FİLİZ TELEK
Permakültür çalışmalarının yapıldığı San
Francisco'da yer alan Hayes Valley Çiftliği'nden bir görüntü
ket toplumu etkilemeye devam ediyor. Yerel kararların
alınmasında hala Ocuupy’ın etkin olduğunu söyleyebiliriz.
Peki, Occupy hareketleri Amerika için
ne ifade diyor?
Herkes için aynı şeyi ifade etmiyor, burası kesin.
Ben bu hareketin anlamsız, düzen bozucu olduğunu
düşünen insanlarla da konuştum. Ama daha çok çevremdeki insanlar, bu hareketi destekleyen insanlardı ve
Occupy, uzun süredir herkesin bildiği ama net olarak
dile getiremediği pek çok probleme ses oldu. Amerikalıların Vietnam Savaşı protestolarından sonraki en
büyük kitlesel hareketleri. Kitlesel bir ses olarak, hasıraltı edilen gerçeklerin toplumun gündemine oturmasını
sağlayan bir ses oldu. Bu hareket Amerikalılar için aynı
zamanda demokrasinin ve adaletsizliklerin sorgulandığı toplumsal bir diyalogu başlattı. Bu konuda düşünen ve bir şeyler yapmak isteyen o kadar çok insan
var ki, daha olgunlaşmış bir şekilde bu hareket geri
dönecek, belki başka bir isimle. Ben Mayıs ayı gibi ortalığın yeniden hareketleneceğini düşünüyorum…
Occupy eylemlerinin yanı sıra, sürdürülebilir
yaşam önerileri sunan yeni hareketleri de
yakından takip ediyorsunuz. Bu çerçevede
pek çok konferansa da katıldınız. Bunlardan
bahseder misiniz?
Gider gitmez Slow Food hareketine paralel duran,
ekonominin ve para sistemlerinin yerelleştirilmesi için
çalışan bir organizasyon olan Slow Money konferansına katıldım. Slow Money, yatırımların yerele yapılması, özellikle de sürdürülebilir gıda sistemlerine
yatırım yapılması gerektiğini savunan bir organizasyon.
76 Ağustos 2012
“YERELLEŞME KONUSU
SÜRDÜRÜLEBİLİR
YAŞAMDA EN ÇOK
DEĞİNİLEN KONU.
ÇÜNKÜ KÜRSELLEŞME
SÜRDÜRÜLEBİLİR
YAŞAMI
SÜRDÜRÜLEBİLİR
KILMIYOR…”
Ayrıca yatırımcıları, yereldeki gıda üreticileriyle bir
araya getirerek paranın yerelde kalmasını amaçlıyor.
Amerika’da ve dünyanın farklı yerlerinde “Yatırımcılar
Kulübü” gibi bir ağ oluşturup, bu kulüplerin kendi yerellerinde bulunan sürdürülebilir girişimlere yatırım
yapmasını sağlıyorlar. Bunun dışında bilim insanları,
sanatçılar, aktivistler ve bilinçle ilgili çalışanların bir
araya gelip yerelde çeşitli örgütlenmeler oluşturmaya
çalışan, Bioneers konferansına katıldım. Türkiye'nin
ilk zaman bankası Zumbara'nın kurucusu Ayşegül
Güzel ile birlikte Berkeley'de gerçekleşen Mutluluk
Ekonomisi konferansında yer aldım ve Kutsal Ekonomi kitabının yazar Charles Eisenstein ile röportaj
yapma fırsatımız oldu. Tüm bunlardan yola çıkarsak;
“Yerelleşme” konusu, sürdürülebilir yaşamda en çok
değinilen konuydu. Çünkü kürselleşme sürdürülebilir
yaşamı sürdürülebilir kılmıyor. İklim değişikliği ve petrol tavanı sürecinde kendi kendimize yetmemiz lazım.
Hayatımızı sürdürebilmemiz için gerekli bilgi ve tecrübeye sahip olmamız, dirençli bir toplum olmamız
lazım. O yüzden yereli beslemek, geliştirmek ve inşa
temek çok önemli. Hazırlıklı olmak lazım…
Cesur yeni dünyanın hikayelerini toplamaya başladığınızdan bugüne neler gözlemlediniz? Şu an insanlık bu cesur yeni
dünyanın hangi aşamasında?
Benim gördüğüm, bu dönemde bir geçiş süreci
içinde olduğumuz. Bu dönem sona eriyor orası kesin.
Sitemler çöküş halinde ve yama yapılır hali kalmadı.
Büyüme odaklı ekonomi üzerinden pek çok şey
bunun üzerinden şekilleniyor. Bu büyüme odaklı ekonomiyi artık sürdürebilmemiz mümkün değil. Sona
geldik ve tamamen çok daha radikal bir değişim ihtiyacı içindeyiz. O da insan bilincinin geçirdiği evrimle
gelebilecek bir şey. “Bu kadar radikal değişim nasıl
olacak? Mümkün değil!” gibi düşünüyoruz ama şu
anda zaten öyle bir süreçten geçiyoruz. Büyük bir
dünya görüşü değişimi yaşanıyor. Yeni gelen hikayenin, dünyanın nasıl olacağıyla ilgili bir tasviri var. Bu
tasvir insan merkezli değil, daha yaşam merkezli olan
bir tasvir. Sırf insana odaklı değil de, yaşamın tümüne
odaklı, büyümeye değil, sürdürülebilirliğe odaklı.
Sonsuz büyüme eğilimini artık yönetemiyoruz ve her
şey daha büyüğe doğru gidiyor. Onu tersine döndürmekle ilgili bir şey var. Charles Eisenstein’ ın dediği
bir şey var; “Bu değişimin özünde bir birimizden ayrı
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 77
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
olduğumuz hikayesinin değişmesi var. ‘sen, ben, bu
dünya benden ayrı ve bir birimizden kopuğuz’ düşüncesi dünyayı ya da başka bir kişiyi düşman olarak görmemize neden oluyor.” Şimdi hepimizin bir olduğu, bir
özden geldiği bilinciyle farklı bir şey yaratacağımız fikri
var. İlişkilerin ön plana çıkacağı bir sürece giriyoruz. Kişinin hem kendiyle, hem başka kişilerle, hem de yeryüzüyle ve evrenle olan ilişkisinin daha iyi olacağı bir
dünya… Bu olacak ve bir yandan da oluyor. Gelecek
şu an doğum halinde, o dünyayı yaşamaya çalışan ve
yaşayan bir grup insan var. Ondan korkan, tereddüt
eden bir grup insan var. Ben 2012’nin kritik kitleye ulaşacağımız yıl olduğunu düşünüyorum. Mayaların 2012
kehanetini biraz buna yoruyorum.
Bir blog yazarı olarak sosyal medyanın belirli konularda insanları harekete geçirme
gücü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben sosyal medyanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yaptığım pek çok şeyi sosyal medya üzerinden yapıyorum. Sosyal medya sayesinde
kendiminkine benzer fikirlerde insanlarla tanıştım. Bu
sayede hem kendimi besledim, hem de projelerimi
gerçekleştirirken sosyal medyadan pek çok destek
aldım. İnsanlara mesaj ulaştırmak ve insanları bir araya
getirmek için sosyal medyanın gücüne çok inanıyorum
ve sosyal medyanın nimetlerini gani gani kullanıyorum.
İnternetteki Facebook, Twitter gibi platformların bu zamana denk gelmesinin tesadüf olmadığını, bunların yenidünyaya geçiş sürecini hızlandırdığını düşünüyorum.
Her ne kadar sanal gerçekliğin dozunu kaçırmak tehlikeli de olsa. Hatta bazı insanlar internetin global beynimiz olduğunu da ifade ediyor…
Facebook aktivizmi diye bir şey de var ortada. İnsanların sadece paylaşmakla ve beğenmekle yetindiği
bir durum ortaya çıkıyor…
Facebook’ta paylaşılanlar eyleme dönüşmüyorsa
tabii ki tüm bunların o zaman pek faydası olacağını
söyleyemeyiz. Şu noktada insanların bilgi akışı o kadar
hızlı ve yoğun ki, günde 100 kampanyayı, protestoyu
takip etmek, desteklemek, imzalamak derken insanların ilgisi dağılabiliyor. Bu noktada seçici olmak ve ilgilendiğimiz konu neyse o konuya odaklanmak lazım.
Herkes en çok ilgilendiği konuya odaklanırsa ve bunun
için bir şeyler yaparsa sorun kalmaz. Türkiye’nin bu
eyleme geçme olayında zaman ihtiyacı var. Bizim kolektif bilinçaltımızda, geçmişimizden kalan bir takım
travmalar var ve bunlar biz farkında olmadan önümüzü
kesiyor. Bu konularda da keşke bir şeyler yapılsa.
“YENİ GELEN
HİKÂYENİN, DÜNYANIN
NASIL OLACAĞIYLA
İLGİLİ BİR TASVİRİ VAR.
BU TASVİR İNSAN
MERKEZLİ DEĞİL, DAHA
YAŞAM MERKEZLİ OLAN
BİR TASVİR…”
Şu an bir süreliğine Türkiye’desiniz.
Cesur Yeni Dünya hikayelerine yenileri
eklenecek mi?
Bu hikayelerin izlerini Türkiye’de de süreceğim.
Denk gelirse aynı perspektiften bu hikayeleri anlatmaya devam edeceğim. Aynı zamanda elimdeki videoları kurgulayarak belki bir film çalışması
hazırlayabilirim. Şu an blogta gördüğünüz hikayeler,
elimdekilerin üçte biri diyebilirim…
*Occupy Wall Street
**Filiz Telek’in Cesur Yeni Dünya’nın hikayelerini anlattığı yazı, video ve
fotoğraflar www.thebravenewworld.org adresinden takip edilebilir.
www.ikibin50dergisi.org
Occupy Oakland Eyleminden bir görüntü
Ağustos 2012
77
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 78
ATIK
DENEYİM
EĞİTİMDE EKOLOJİ
En güzel ders
doğadan alınır.
İ
BUGÜNLERDE EKOLOJİK
DUYARLILIK ADINA PEK ÇOK
ALANDA ÇEŞİTLİ
ÇALIŞMALAR YÜRÜTÜLÜYOR.
BU ÇALIŞMALARDAN EN ÇOK
DİKKAT ÇEKEN İSE, İSTANBUL
MALTEPE’DE BİR DEVLET
OKULUNDA KARŞIMIZA
ÇIKTI.
stanbul Permablitz Anadolu yakası koordinatörü
Didem Civici ve bir rehberlik öğretmeni öncülüğünde
uygulamaya başlanan proje; “Ekolojik Bahçe ve Permakültür Uygulaması; Ekolojik Eğitim Ortamlarının
Davranış ve Öğrenme Biçimleri Üzerine Etkileri”
başlığını taşıyor.
Didem Civici projeyi şu sözlerle açıklıyor; “Bu projenin farklılığı, basit bir okul bahçesi tasarımı olmaması
ve basit bir “çocuklar tohum diksinler, meyve toplasınlar” olayı olmaması. Bu 2 yıllık bir proje ve bu süre
zarfında çocukların psikolojisi üzerine etkileri, hem ruhsal gelişimleri hem fiziksel gelişimleri ayrıca okul
başarısındaki etkilerini görmek açısından çok önemli.
Bu açıdan Türkiye’de ilk defa gerçekleştirilen bir
çalışma…”
Ekolojik uygulamaların ilk defa bir devlet okulunda
yer alması bu projenin önemini açıkça ortaya koyuyor.
Okulların yaz tatiline girdiği bir dönemde böyle bir projenin gerçekleştirilmiş olmasından haberdar olmamız,
bir sonraki eğitim döneminde, başka okulların da projeden etkilenip uygulaması açısından çok iyi bir örnek
teşkil ediyor.
Proje koordinatörü Didem Çivici, aynı zamanda İstanbul Permablitz Anadolu yakası koordinatörü. Çivici,
projenin başlangıç öyküsünü şu sözlerle anlatıyor;
“Yaklaşık 7 senedir Kaz Dağı müdavimiyim. Doğadan
bir şekilde kopamadım. Geçen sene İngilizce öğretmenliğinden mezun olduktan sonra doğadan kopmadan nasıl ne yaparım diye düşünüyordum. Sonra
geçen sene Mart ayında Bayramiç Yeniköy buluşmaları karşıma çıktı. Pemakültür sertifika kursuna
başladım ve ondan sonra bu uygulamaların şehirde de
yapılabileceğini anladım. Bunun için de öncelik eğitim
olması gerekiyordu.”
78 Ağustos 2012
İstanbul Permablitz Anadolu yakası
koordinatörü Didem Çivici
“Nesli doğasever olarak ön plana çıkarmak çok
daha önemli “ diyen Çivici, proje teklifinin kendisine
geçtiğimiz yıl Tema Vakfı ve Milli Eğtim Bakanlığı işbirliği ile gerçekleştirilen “Ekolojik Okuryazarlık” eğitimine
katılan bir rehberlik öğretmeninden geldiğini belirtiyor
ve ekliyor; “Kendisi araştırmacı yazar Richard Louv’un
“Doğadaki Son Çocuk” kitabından etkileniyor. Bu
kitap, doğanın çocuklar üzerindeki duygusal, fiziksel,
bedensel etkilerini incelendiği bir kitap. Daha sonra
Tema vakfının ekolojik okur yazarlık kursuna gidiyor.
Orada permakültürden bahsedilince kafasında bir ışık
yanıyor; “böyle bir şey neden olmasın” diyor…” Çivici
ve rehberlik öğretmeni bir araya geldiğinde ise ortaya
ilk defa bir devlet okulunda uygulanma imkanı bulan
Eco-Per projesi ortaya çıkıyor.
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 79
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
2011 yılı Kasım ayında başlayan proje, temel olarak
doğanın çocuk psikolojisi ve öğrenci başarısı üzerindeki etkisini inceliyor. Projenin hedefleri arasında
öğrencilere okul bahçeciliği uygulamaları yardımıyla
kendi ürünlerini yetiştirme fırsatı sunulması ve bu
süreçteki zorunlu ekip çalışmaları nedeniyle öğrencilerin sosyalleşme becerilerine katkı sağlaması yer
alıyor. Ayrıca yaratılacak ekolojik ortamla müfredat
içerisinde var olan birçok konunun işlenmesine, örneklenmesine ve deneyimlenmesine elverişli olduğundan
keyifli bir eğitim ortamı yaratarak zenginlik sunması ve
projede bir model olarak bahçeciliğin bütün okul
müfredatlarında yer almasını sağlamak, projenin diğer
hedeflerinden bir kaçını oluşturuyor. “Normalde permakültür danışmanı olarak alana gittiğimizde basit bir
tasarım ortaya çıkar ama bu projede öyle olmadı.
Eğitimi o tasarımın içine sokarsak ne olur diye yola çıktık ve pek çok farklı araştırmaya dayanarak projeyi
geliştirdik” diyen Çivici, projenin öğrencilerin yanı sıra
öğretmenler için de rehabilitasyon alanı sağladığını dile
getiriyor.
Açık Hava sınıfı oluşturulmasından, sebze bahçeleri
oluşturmaya, kompost gübre çalışmasından solucan
kovası uygulaması, kuş evleri ve gölet yapımına kadar
pek çok uygulamayı içeren proje 6,7 ve 8. Sınıf öğrencilerinden oluşan 20 kişilik özel bir karma sınıf tan
oluşuyor. Projenin ön testler ve son testler uygulayarak
ilerlediğini dile getiren Çivici; “Başlangıçta Öğrenciler
şaşkındı ama süreç içinde zevk almaya başladılar.
Toprağa dokunmayan bir öğrencim vardı,
pisleneceksin başka çaresi yok” dedim ve sonra solucanlarla oynamaya başladı. Projenin beni tatmin eden
kısmı da, öğrencileri projenin içine koyup sorumluluk
sahibi yapmamız. Bunu kendilerinden ayrı bir şey
olarak görmemeleri için çalışıyoruz. O sorumluluğu alması ve sahiplenmesi gerekiyor. Günümüz eğitim sisteminde öğrencilere sorumluluk verilmiyor. Bu proje
onların özgüven, sorumluluk ve sahipleneme duygularını da geliştiriyor. Birbirlerine sorumluluklarını hatırlatıyorlar. Bu sürece tanık olmak muhteşem bir
şey!”diyor.
lanan proje aynı zamanda İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve
Aydın Üniversitesi ortaklığı ile düzenlenen “2012
Eğitimde İyi Örnekler Paylaşımı” na aday.
Maltepe İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, TEMA Vakfı,
Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü, Buğday
Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Ekosol Tarım ve
Hayvancılık, Datça Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi gibi
kurumların desteklediği proje, her geçen gün kendisine yeni destekçiler bulmaya devam ediyor.
Önümüzdeki günlerde Maltepe İşadamları Derneği
tarafından su deposu ve yağmur sulama sistemini kurmak için destek alacaklarını dile getiren Çivici, projeyi
bu süreçten sonra bir adım ileriye taşımayı amaçladıklarını dile getiriyor.
OKUL BAHÇELERİNDE GIDA ORMANLARI
NEDEN OLMASIN?
Şu anda projedeki en önemli önceliğin 500 metre
karelik okul bahçesini kendi kendine yetebilir bir hale
getirmek ve yağmur suyunu depolama sistemi kurmak
olduğunu dile getiren Didem Çivici, önümüzdeki günlerde bahçe açılışı düzenlemeyi planladıklarını dile getiriyor. Çivici; “Bu iyi bir proje olduğu için, iyice
yerleştikten sonra daha büyük destekler geleceğini
düşünüyorum. İleride projeyi AB fonları gibi destek
programlarına sunmayı düşünüyoruz. Belki başka
ilçelere de taşıyabiliriz. Bu proje sayesinde özellikle
geniş alanları olan okullarda gıda ormanları oluşturulabilir. Belki bunun oluşması 10 sene alabilir ama
düşünsenize ekolojik getirileri dışında maddi anlamda
da getirileri olabilir. Özellikle şu anda bu tarz projelerin
devlet okullarında yaygınlaşmasını amaçlıyoruz.”şeklinde konuştu.
“NORMALDE PERMAKÜLTÜR
DANIŞMANI OLARAK ALANA
GİTTİĞIMİZDE BASİT BİR
TASARIM ORTAYA ÇIKAR AMA
BU PROJEDE ÖYLE OLMADI.
EĞİTİMİ O TASARIMIN İÇİNE
SOKARSAK NE OLUR DİYE
YOLA ÇIKTIK VE PEK ÇOK
FARKLI ARAŞTIRMAYA
DAYANARAK PROJEYİ
GELİŞTİRDİK.”
Eco-Per projesini desteklemek isterseniz İkibin50
dergisinin 0216 291 25 20 numaralı telefondan bizimle iletişime geçebilirsiniz…
VELİLERDEN TOHUM KÜTÜPHANESİ
Projenin öğrenci velileri ve öğretmenler tarafından
da çok olumlu karşılandığını dile getiren Çivici, “Önce
bir tereddüdümüz vardı ancak sonra sohbet ettiğimizde ‘Ne zaman kürekleri ele alacağız?’ diye
soruyorlar. Diğer öğretmen arkadaşlarımız, biz yokken
solucanlarımızı besliyor. Veliler gelen tohumların kavanozlanıp çoğaltılması üzerine çalışmalar yapan
‘Tohum Kütüphanesi’ için köylerinden tohum getirdiler.
Bu proje, veliler ve öğretmenler açısından da güzel
deneyimler yaşattı” diyor. Sürdürülebilirliğin artık büyük
şirketlerden, en küçük birimlere kadar büyük önem
taşıdığına değinen Çivici, bu tarz eğitimlerin, okul
öncesinden üniversiteye kadar süre gelmesi gerektiğine değiniyor.
Okullarda ekolojik eğitim ortamı yaratmak, öğretmen ve öğrencilere ekolojik okuryazarlık formasyonu
kazandıracak ortam sunmak ve öğrencilerin doğayı,
doğal ortamlarda tanıma, doğanın sunduklarını eğitim
konusu, malzemesi ve aracı olarak değerlendirme,
doğa ile bütünleşme ve onun bir parçası olduğunu
kavrayabilmelerine olanak sağlamak amacıyla hazır-
www.ikibin50dergisi.org
Ağustos 2012
79
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 80
SİYASET
EKOLOJİK ANAYASA
Yeni Anayasa’nın
“Doğa” ile imtihanı
TÜRKİYE’NİN YENİ ANAYASA YAPIM
SÜRECİNE BAŞLADIĞI BU GÜNLERDE, TÜM
AKILLARDA “YENİ ANAYASA NASIL
OLACAK?” SORUSU BELİRİYOR. KUŞKUSUZ
YENİ ANAYASA, TOPLUMUN OLDUĞU
KADAR YAŞADIĞIMIZ ÇEVRENİN DE
GELECEĞİNİ BELİRLEYECEK..
80 Ağustos 2012
luşturulacak Yeni Anayasa’nın sivil, demokratik, özgürlükçü, sosyal ve
en önemlisi de “ekolojik” bir Anayasa olabilmesi amacıyla bir araya
gelen ve bu amaçla Türkiye'nin çeşitli illerinde Ekolojik Anayasa Forumları düzenleyen Ekolojik Anayasa Girişimi, bu toplantıların sonucunda yasa önerileri hazırladı.
O
Yeni hazırlanacak anayasanın doğayı bir hak öznesi olarak gören ekolojik ilkelere sahip bir anlayışla hazırlanmasını amaçlayan Ekolojik Anayasa Girişimi’nin hazırladığı yasa önerileri 2 Ocak 2012’de TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na
sunuldu. Ancak Ekolojik Anayasa Girişimi’nden Mahmut Boynudelik, bugüne
kadar TBMM’den hangi bir yanıtın gelmediğine değinirken “Meclisin gündeminde
ne olduğunu maalesef bilemiyoruz. Anayasa’ya ilişkin olarak değil ama Doğa’nın
haklarını hiçe sayan, bilakis B2 Yasası gibi, Zeytincilik Yönetmeliği gibi doğayı tahribe yönelik bir dolu yasama faaliyeti devam ediyor.”diyor. Mayıs ayında yapımına
başlanacak olan yeni anayasa, çevre’ni ne kadar koruyacak bilinmez ancak Mahmut Boynudelik “Biz mevcut Anayasa’daki hükümlerden geri gitmemeyi umuyoruz şimdilik” diyerek durumun vahametini ortaya koyuyor…
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 81
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
DOĞA’NIN HAKLARI
Ekolojik Anayasa Girişimi’nin Yeryüzü’nün / Doğa’nın haklarını tanımlayan, tanıyan ve güvence altına
alan anayasa için TBMM’ye sunduğu önerileri aşağıda
paylaşıyoruz…
Su, hava, genler, tohum ve doğanın diğer unsurları
doğal varlıktır, kaynak olarak nitelendirilemez. Bu varlıklar Doğa’nın bir parçası ve onlara bağlı yaşayan tüm
canlıların ortak kullanımında olmalıdır. Doğal varlıklar
mülkiyete tabi olmamalı, kendileri veya genetik bilgileri
hiç bir şekilde patentlenememeli ve kamusal kullanımları ekolojik dengeler öncelikli tutularak güvence altına
alınmalıdır.
EKOLOJİK ANAYASA İÇİN MADDE ÖNERİLERİ
BAŞLANGIÇ
Bu Anayasa, dünyayı gelecek kuşaklardan emanet
aldığı bilinciyle doğayla uyum içinde yaşamaya söz
veren Türkiye vatandaşları tarafından yazılmıştır.
Gerekçe
CUMHURİYET’İN NİTELİKLERİ
Türkiye Cumhuriyeti, Doğa’nın ve onun bir parçası
olan insanın haklarına dayanan, demokratik, laik, ekolojik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Gerekçe
Cumhuriyet’in nitelikleri arasında hukuksal olmayan
terimlere yer verilmemelidir. Çünkü hukuksal olmayan
terimler muğlâktır ve farklı anlamlarda algılanmaya müsaittir. Bu da, hukuk sisteminin en tepesindeki Anayasa’dan kaynaklanan bir hukuksal belirsizlik
yaratılmasına neden olur.
Cumhuriyet’in nitelikleri arasına Doğa’nın haklarına
dayanma niteliğinin eklenmesi, insanın doğadan ayrı
düşünülemez bir varlık olmasından kaynaklanmaktadır.
İnsan merkezli bakış açısının küresel iklimi ve ekosistemi ne kadar olumsuz şekilde etkilediği ve bu etkiden
en fazla zarar gören canlıların başında yine insanın olduğu bir gerçeklik olarak karşımızdadır. İnsan, doğanın
efendisi değil, yalnızca onun bir parçasıdır. Doğa’da
kendiliğinden bulunan dengenin insan eliyle bozulması,
hem insanları, hem de diğer canlı ve cansız varlıkları
tehdit etmektedir. Yalnızca insanın refahı ve mutluluğu
için gerçekleştirilen aşırı üretim ve tüketim, hammaddelerin sorumsuzca çıkartılması ve endüstriyel amaçlarla işlenmesi, buna bağlı olarak artan enerji ihtiyacının
karşılanması adına fosil yakıtlara başvurulması ve diğer
sorumsuz davranışlarımızla Dünya üzerindeki yaşamın
sonunu getiriyoruz. Bu gidişatı durdurmak için ülkemizin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi ve her
alanda Doğa ’nın haklarına saygı gösterilmesi için gereken temel düzenlemeyi Anayasa’sında barındırması
gerekmektedir. Türkiye’nin yaşama verdiği önem, çevresindeki ülkeleri de etkileme kapasitesine sahiptir.
Türkiye’nin Doğa’nın haklarını tanıması ve anayasal
statüye kavuşturması, bu konuda, Latin Amerika ülkelerinin ardından, Ortadoğu, Asya ve hatta Avrupa Birliği için önderlik yapması anlamına da gelecektir.
SU, HAVA, GENLER, TOHUM
VE DOĞANIN DİĞER
UNSURLARI DOĞAL
VARLIKTIR, KAYNAK OLARAK
NİTELENDİRİLEMEZ. BU
VARLIKLAR DOĞA’NIN BİR
PARÇASI VE ONLARA BAĞLI
YAŞAYAN TÜM CANLILARIN
ORTAK KULLANIMINDA
OLMALIDIR.
Mahmut Boynudelik
www.ikibin50dergisi.org
Su, hava, genler, tohum ve diğer doğal varlıkların insanların kullanımına tahsisi edilmiş kaynak olarak değil
birer varlık olarak görülmesi Doğa’nın bir hak öznesi
olarak tanımlanmasında önemli bir kavramsal açılım
olacaktır. Bunların doğal varlıklar olarak kabul edilmesi
ve tüm canlıların ortak kullanımında bulunması doğanın kendini sürdürebilmesinin ve gelecek kuşakların
bunlara erişminin mümkün kılınmasının ön koşuludur.
Geleneklerin, dilsel ve kültürel çeşitliliğin, biyolojik çeşitliliğin algısı ve yaşatılmasındaki rolü dikkate alınarak,
geleneklerin farklı dillerin ve kültürlerin korunması ve
kendini gerçekleştirme ve geliştirme hakkı anayasal
güvence altına alınmalıdır.
Devlet, tüm faaliyetlerde doğal varlıkların kendilerini
yenileyebileceği şekilde kullanılmasını sağlamak için ihtiyatlılık ilkesi çerçevesinde gerekli önlemleri alır. Kamu
yararı emanetçilik anlayışıyla tüm canlıların haklarının
korunması ve ekolojik dengenin devam etmesi sağlanacak şekilde yorumlanır.
Gerekçe
Endüstriyel üretim tarzı doğayı bir hammadde deposu olarak görmekte ve ekonomik amaçlarla doğal
varlıkların tüketilmesine neden olmaktadır. Ancak bu
tarz bir üretim, yaşamın sürdürülebilmesine engeldir.
Sürdürülebilir kalkınma gerekçesi ise nihai olarak kalkınma lehinde bir tercih kullanımıyla sonuçlandığı için
doğanın varlığı açısından kabul edilemez. Üretim yaparken doğanın kendini yenileyebilmesine imkân tanımak zorunludur. Aksi takdirde bundan zarar görecek
olan yine insanlardır. Üstelik bu zarar sadece yeryüzünde ve ülkemizde bugün yaşayan insanları değil gelecek kuşakları da tehdit etmektedir, bu yüzden
bizlerin dünyada gelecek kuşaklar adına emanetçi olduğumuz anlayışı herkese ilave bir sorumluluk yüklemektedir. Bu nedenle her türlü girişimin
oluşturabileceği zararları önlemek ve en aza indirmek
ve insanların ve Doğa’nın olası zararlardan korunması
için devletin ihtiyatlılık ilkesini gözetmesi anayasal bir
zorunluluk haline getirilmelidir.
Ağustos 2012
81
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 82
SİYASET
EKOLOJİK ANAYASA
Gerekçe
İnsanlar hayvanlardan tarih boyunca yararlanmıştır.
İnsanlığın günümüzdeki noktaya gelmesinde hem yabani hem de evcil hayvanların büyük bir payı vardır.
Ancak günümüzde artık hayvanların da hakları olduğu
ve insanların tahakkümüne ve eziyetine maruz kalmamaları gerektiği kabul edilmektedir. Bu nedenle ülke
toprakları üzerinde yaşayan hayvanların da bizler gibi
hakları olduğu ve bunların başında yaşam hakkı ve eziyet görmeme hakkı olduğu Anayasa’da kabu edilmelidir. Türlerin devamlılığı ve yavru canlıların anneleri ile
serbest ve doğal bir gelişim sağlama hakkı gözetilmelidir. Sağlıklı bir çevrede ve Doğa’da yaşamak bütün
canlıların hakkıdır. Devlet ve vatandaşlar gelecek kuşaklar adına doğal varlıkların emanetçisidir. Doğayı korumak Devletin ve vatandaşların görevidir.
Doğaya ve çevreye zarar verme olasılığı olan tüm
plan ve uygulamalarda, zarar görmesi muhtemel bölgede yaşayan halkın her aşamada, plan ve uygulamalarla ilgili her türlü bilgiye ulaşma, kararlara katılma ve
insan veya doğanın haklarından biri veya bir kaçı ihlal
edildiğinde yargı yollarına başvurma hakkı vardır.
Gerekçe
Sanayi veya enerji üretimi gibi projeler doğaya giderilemez hasarlar verebilmektedir. Bu hasarlardan en
fazla o bölgedeki halk etkilenmektedir. Söz konusu
etki yaşam kalitesinin düşmesi, hastalıklar ve hatta
ölümler şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bir devletin
öncelikli görevi vatandaşın sağlığını ve yaşam hakkını
korumaktır. Bu nedenle, Türkiye’nin de imzalaması
beklenen Aarhus Konvansiyonu’nda da belirtildiği
üzere, doğaya ve çevreye zarar verecek her projede
bölge halkının onayı alınmalı ve proje öncesinde, sırasında ve sonrasında projeyle ilgili her türlü bilgi halkla
paylaşılmalıdır. Bölge halkının kararlara katılması için
gerekli yöntemler düzenlenmeli ve gerekli olduğu hallerde halkın yargı yollarına başvurma imkanı kısıtlanmamalıdır.
İNSAN DOĞA’NIN BİR
PARÇASI OLARAK
DOĞA’YA ZARAR
VERMEDEN YAŞAMALI VE
DOĞA’YI KORUMALIDIR.
VERİLECEK HER TÜRLÜ
ZARAR İNSANA VE DİĞER
CANLILARA ETKİ EDER
VE YAŞAMIN
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİNİ
TEHDİT EDER.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı
içinde sürdürmesini sağlar. Tasarruf, verim ve hizmet
kalitesini artırmak için sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine
getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.
Gerekçe
İnsan Doğa’nın bir parçası olarak Doğa’ya zarar vermeden yaşamalı ve Doğa’yı korumalıdır. Verilecek her
türlü zarar insana ve diğer canlılara etki eder ve yaşamın sürdürülebilirliğini tehdit eder. Yeni ifade sağlıklı
çevre ve doğada yaşamayı bir hak olarak tanımlamakta ve bu hakkı insan dâhil bütün canlılara vermektedir. Emanet kavramıyla gelecek kuşakların hakları da
garanti altına alınmaktadır. Bu sorumluluğun gerektirdiği görevi Devlet ve vatandaşlar birlikte taşır ve birbirlerini denetlerler. Her canlının temiz ve ücretsiz suya ve sağlıklı gıdaya
erişim hakkı vardır. Devlet, herkesin temiz suya ve sağlıklı gıdaya erişmesini sağlamak için gerekli önlemleri
alır.
Gerekçe
Küresel ısınma ve iklim değişikliği nedeniyle her
geçen gün önemi artan su, yaşam hakkından bağımsız değildir. Temiz ve sağlıklı su olmadan sağlıklı bir
yaşam düşünülemez. Bu nedenle, devlet herkesin
temiz ve sağlıklı suya ücretsiz şekilde ulaşmasını sağlamalıdır. Doğadaki diğer canlıların yararlandığı su kaynaklarının kirlenmemesi ve yok edilmemesi için de
gerekli önlemleri almalıdır. Aynı şekilde temiz, bozulmamış ve sağlıklı gıdaya ulaşmak da insan yaşamının
ve doğanın sürdürülebilmesi için hayati önemdedir ve
devlet bu konuda gerekli yasal düzenlemeleri yapar.
Devlet hem yabani hem de evcil hayvan haklarını
güvence altına alır. Hayvanlara hiçbir şekilde eziyet
edilemez, hayvanlara yönelik eziyet ve fena muamele
ceza kanunu kapsamında değerlendirilir.
82 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 83
FİLM
MEDIANERAS
Yönetmen Gustavo
Taretto’nun 2011 yılında
gösterime giren filminin ismi
Medianeras. Arjantin’in başkenti
Buenos Aires’te yaşayan iki genç
insanın kente ve ilişkilere olan
bakış açılarını ortaya koyan
eleştirel bir film. Filmde eleştirilen
şehir her ne kadar Türkiye’den
çok uzak da olsa birçok
bezerlikle karşılaşmak mümkün.
Aşağıda yer alan metin ve
görseller filmin sadece ilk birkaç
dakikasından alıntı. Küresel
dünyada yaşanan sıkıntıların
ortaklığını ortaya koyan bu kısa
metin, film hakkında ufak da olsa
bir fikir veriyor…
Evler oda sayılarına göre
ölçülüyor ve balkonu, oyun odası,
hizmetçi odası ve kileri olan 5
odalılarla…"ayakkabı kutusu"
olarak bilinen tek odalılar
arasında değişiyor. İnsan eli
değen her şey gibi, binalar da bizi
birbirimizden ayırıyor. Bir ön giriş,
bir de arka giriş var. Ferah ve
basık evler var. Seçkin insanlar A
ya da bazen de B blokta
oturuyorlar. Harfler ilerledikçe,
apartman kötüleşiyor. Vaat
“Buenos Aires kontrolsüz ve
çarpık bir şekilde büyüyor. Terk
edilmiş bir ülkenin aşırı kalabalık
şehri. Bu şehirde binlerce bina
gökyüzüne doğru yükseliyor.
Gelişigüzelce. Uzun bir binanın
yanında, kısa bir bina. Orantılının
yanında, orantısız. Fransız tarzının
yanında ise tarz yoksunu bir bina.
Ayrılıkların, boşanmaların, aile içi
şiddetin, kablolu kanal
sayısındaki patlamanın, iletişim
eksikliğinin, umursamazlığın,
uyuşukluğun, depresyonun,
intiharların, asabiyetin, panik
atakların, obezitenin, gerginliğin,
güvensizliğin, melankolinin, stres
ve hareketsiz yaşam tarzının
mimar ve mühendislerin suçu
olduğundan adım gibi eminim.
İntihar hariç bu hastalıkların hepsi
bende var.
Bu çarpıklıklar
muhtemelen mükemmel
bir şekilde bizi temsil
etmekte. Estetik ve
ahlâki çarpıklıklarımızı.
Hiçbir mantığı olmayan bu
binalar, kötü planlamanın eseri.
Tıpkı hayatlarımız gibi: Nasıl
yaşamak istediğimize dair hiçbir
fikrimiz yok. Buenos Aires, sanki
bir mola yeriymiş gibi yaşıyoruz.
Bir "kiracı kültürü" yaratmışız.
Binalar daha küçük binalara yer
açmak için giderek küçülüyorlar.
www.ikibin50dergisi.org
edilen manzara ve ışık
nadiren gerçekle
örtüşüyor. Nehrine sırtını
dönen bir şehirden
zaten ne beklenebilir ki?
İşte bu benim tek
odalı evim. 120
metrekare ve nefes
almayan bir akciğer için
bir tane küçücük
penceresi var.”
Ağustos 2012
83
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 84
SİYASET
EKOLOJİK ANAYASA
Barış Gençer Baykan
Ar. Gör. Dr. Barış Gençer Baykan
BETAM – Bahçeşehir Üniversitesi
Ekonomik ve Toplumsal Araştırma
Merkezi
İnsanın çevre hakkından,
Doğa’nın haklarına
EKOLOJİK ANAYASA
1970’Lİ YILLARDAN İTİBAREN ÇEVRE
KORUMAYA VE SAĞLIKLI BİR ÇEVREDE
YAŞAMAYA DAİR HÜKÜMLER
ANAYASALARDA YER ALMAYA BAŞLADI.
SON YILLARDA İSE DOĞANIN BİR HAK
ÖZNESİ OLARAK ANAYASALARDA YER
ALMASI TARTIŞILIYOR. BOLİVYA VE
EKVADOR DOĞANIN YASAL HAKLARINI
TANIYAN BAŞLICA ÜLKELER.
84 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 85
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
ürkiye’de yeni anayasasının sivil, demokratik
ve özgürlükçü olmasının yanısıra ekolojik olması gerektiğini ve doğanın vazgeçilmez, devredilmez haklarının anayasal güvence altına
alınmasını savunuluyor. Ekolojik Anayasa talepleri,
doğal kaynakların doğal varlıklar olarak tanımlanması;
doğada olası zararlara yol açabilecek faaliyetlerde
ihtiyatlılık ilkesinin benimsenmesi; yurttaşların merkezi
ve yerel idari tasarruflara etkin katılımınının sağlanması
konusunda bir kaldıraç rolü oynayabilir.
T
ANAYASALARDA ÇEVRE HÜKÜMLERİ
Anayasa; toplumdaki uzlaşmanın özünü oluşturan;
devletin kuruluş felsefesi ile temel organlarını, kişilerin
temel hak ve özgürlükleri ile ekonomik ve sosyal hak
ve ödevleri belirleyen ana ilkeleri düzenleyen ve hükme
bağlayan temel üst normlar bütünüdür.
Anayasalar, yüzyıllardır temelde insanın insanla
çatışmasını önlemek için yapılıyor. Peki, insanın
doğayla çatışması anayasalara konu olabilir mi? İnsanın yegane hukuk öznesi olduğu bir hukuk sisteminin ötesine geçilip doğanın da bir hak öznesi olarak
anayasalarda yer alması sağlanabilir mi?
Dünyadaki ekolojik tahribatın ve küresel iklim
değişikliğinin yaşanan ve yaşanacak sonuçları göz
önüne alındığında ekolojik problemlerin ekonomik,
sosyal ve hukuksal çözümlerinin iç içe geçtiğini
söyleyebiliriz. İnsan eliyle oluşturulan ekolojik yıkımının
boyutları gezegendeki yaşam iyiden iyiye tehdit eder
hale geldikçe hukuk sistemini de dönüştürüyor.
Çevre koruma ile ilgili hükümlerin anayasalarda yer
alması 1950’li yıllara rastlar. 1970’li yıllarda ekolojik
tahribatın artması ve buna cevaben toplumların,
ülkelerin ve uluslararası toplumun geliştirdiği politikalar
anayasa yapım süreçlerine de etki etti ve artan bir
oranda anayasalarda çevre hükümleri yer almaya
başladı. 2000 yılı itibariyle dünyadaki anayasaların
%68’inde çevre hükümleri yer alıyor. Dünyadaki
ülkelerin anayasalarının yarısından fazlasının 1970 ortalarından itibaren yazıldığını ve mevcutların bir çoğunun da bu dönemde elden geçirildiği düşünüldüğünde
çevreye/çevre korumaya dair hükümlerin çevre sorunlarının ve bilincinin arttığı dönemde anayasalara
girmesi şaşırtıcı değil.
Türkiye’de 1982 Anayasası, Sosyal ve Ekonomik
Haklar ve Ödevler bölümünde 56. madde, ilk
fıkrasında “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaşama hakkına sahiptir ifadesiyle çevre hakkını temel
bir insan hakkı olarak Anayasa düzeyinde hukuk sistemine dahil etti. Bu hükmün Anayasaya girmesindeki
en önemli etken, Türkiye Çevre Vakfı’nın 1980’de
başlattığı bir hukuk projesi çerçevesinde dünyada
çeşitli ülkelerin anayasalarında yer alan çevre ile ilgili
www.ikibin50dergisi.org
Bolivya, dünyada doğanın yasal haklarını tanıyan ilk ülke oldu.
YASAL HAKLARA SAHİP
OLMANIN ÜÇ ŞARTI
VARDIR. BİRİNCİSİ BİR
VARLIĞIN KENDİ ADINA
HUKUKİ GİRİŞİMDE
BULUNMA, DAVA AÇMA
İMKANININ OLMASI, İKİNCİSİ
BİR DAVADA MAHKEMENİN
BU VARLIĞA YÖNELİK BİR
ZARAR OLABİLECEĞİ FİKRİ
VE SON OLARAK DA
TAZMİNAT DURUMUNDA BU
VARLIĞIN BİZZAT
YARARLANABİLMESİDİR.
hükümlerin derlemesi, kamuoyuyla paylaşması ve bir
madde olarak Anayasa’da yer alması için teklif getirmesiydi.
Devletlerin anayasalarında yer alan çevresel hükümler genelde insanın çevre hakkına, insanın sağlıklı bir
çevrede yaşama hakkına atıf yaparak çevre korumada
devletlerin ve kişilerin ödevlerine odaklanıyor. Ekolojik
Anayasa tartışmalarının bu hükümlerden ayrıldığı nokta
ise doğanın da insan gibi bir hak öznesi olup olamayacağı üzerine.
Uluslararası platformlardaki ve Türkiye’deki tartışmaların genelde atıf yaptığı iki anayasa var: Ekvador ve
Bolivya Anayasaları. Bolivya, dünyada doğanın yasal
haklarını tanıyan ilk ülke oldu. İklim değişikliğini önlemek, doğal varlıkların sömürülmesini engellemek ve
Bolivya halkının yaşam kalitesini yükseltmek adına alınan bu karar doğayı insanla eşit satütüde kılıyor. 28
Eylül 2008’de referandumla kabul edilen Ekvador
Anayasası’nın, 71. maddesi hayatın gerçekleştiği
doğanın ya da Pachamama’nın (Toprak Ana) var olma
hakkını tanıyor ve anayasal koruma altına alıyor. “Hayatın içinde yeniden ürediği ve meydana geldiği tabiat
veya toprak ana bir bütün olarak var olma, yaşam
döngü ve işlevlerinin evrimsel süreçlerinin korunması
ve yeniden canlandırılması hakkına sahiptir.” Doğanın
haklarının anayasal güvence altına alınmasına Latin
Amerika ülkelerinin liderlik etmesi elbette tesadüf değil.
Tarihsel olarak sömürgeciliğe karşı günümüzde de neoliberalizme karşı mücadelelerinin kıtaya özgür kültürel
motiflerle harmanlanması doğa ananın/toprak ananın
haklarını gündeme getirdi.
Ağustos 2012
85
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 86
SİYASET
EKOLOJİK ANAYASA
TÜRKİYE’DE EKOLOJİK ANAYASA İLE İLGİLİ TARTIŞMALAR 12 EYLÜL 2010’DAKİ ANAYASA
REFERANDUMU ERTESİNDE BAŞLADI. HAZİRAN 2011 SEÇİMLERİNDEN SONRA GÜNDEME GELEN
YENİ ANAYASA YAPIM SÜRECİNE EKOLOJİK TALEPLERLE MÜDAHİL OLABİLMEK İÇİN 15 ŞUBAT
2011’DE EKOLOJİK ANAYASA GİRİŞİMİ BAŞLATILDI.
DOĞA’NIN HAKLARI OLABİLİR Mİ?
TÜRKİYE’DE EKOLOJİK ANAYASA SÜRECİ
Tüm bu gelişmelerin kökeni 1970’li yıllara dayanıyor.
Christopher D. Stone sivil haklar hareketinin ertesinde
ve modern çevre hareketinin doğduğu yıllarda yazdığı
"Should Trees Have Standing? Towards Legal Rights
for Natural Objects? (1972) adlı makalesinde, hukukun
zaman içindeki gelişimini ele alıyor ve ormanlara,
okyanuslara, nehirlere, tüm diğer doğal varlıklara ve bir
bütün olarak doğaya yasal haklarının verilmesini
savunuyordu. Toplumların çeşitli dönemlerde belirli
kişileri ve varlıkları hak sahibi olamayacak kadar yetersiz ve değersiz gördüğünü söyleyerek örnek olarak
çocukları, köleleri, kadınları, Amerikan yerlilerini, etnik
azınlıkları, akıl hastalarını, cenini ve yabancıları örnek
gösteriyor. Stone’a göre henüz yasal haklara sahip olmayan varlıklar, haklarını kazanana kadar bizim yani
hak sahiplerinin kullanımına tabii olarak değerlendirilir.
Yasal haklara sahip olmanın üç şartı vardır. Birincisi bir
varlığın kendi adına hukuki girişimde bulunma, dava
açma imkanının olması, ikincisi bir davada mahkemenin bu varlığa yönelik bir zarar olabileceği fikri ve
son olarak da tazminat durumunda bu varlığın bizzat
yararlanabilmesidir. Stone şu örneği veriyor: Jones kenarında yaşadığı nehrin bir fabrika tarafında kirletilmesi
halinde fabrikayı dava edebilir. Böyle bir dava nehri
dolaylı yoldan korur, yasa nehrin haklarının savunduğunu söylemez. Hakları korunan Jones’tur.
Jones’un yasalarca güvence altına alınan nehirden
yararlanma hakkı elinden alındığında dava açma hakkı
doğar. Dava sonucu herhangi bir tazminat söz konusu
olursa Jones’a gidecektir. Nehrin eski haline
döndürülmesi için harcanmayacaktır.
Türkiye’de Ekolojik Anayasa ile ilgili tartışmalar 12
Eylül 2010’daki Anayasa referandumu ertesinde
başladı. Haziran 2011 seçimlerinden sonra gündeme gelen yeni anayasa yapım sürecine ekolojik
taleplerle müdahil olabilmek için 15 Şubat 2011’de
Ekolojik Anayasa Girişimi başlatıldı. Çevre aktivistleri, hukukçular, milletvekilleri ve akademisyenlerden
oluşan 40 kişilik imzacı grubunun hazırladığı bir
çağrı kamuoyuyla paylaşıldı. Sekreteryasını Yeşiller
Partisi’nin üstlendiği Girişim, yeni anayasasının sivil,
demokratik ve özgürlükçü olmasının yanısıra ekolojik olması gerektiğini ve doğanın vazgeçilmez, devredilmez haklarının anayasal güvence altına
alınmasını savunmak için faaliyet göstermeye
başladı. Bursa, İzmir, Ankara, Tekirdağ, Antakya,
Diyarbakır ve Muğla'da çevre aktivistlerinin ve
hukukçulularının bir araya geldiği toplantılar düzenlendi. Farklı anayasa çalışma grupları ile iletişime
geçilerek ortak paydalar arandı. 15 Mayıs 2012’de
İstanbul’da bir konferans düzenlendi. Konferansta
Anayasa ve Haklar ve Ekoloji Hareketleri ve
Anayasal Hareketler başlıklı oturumlarda ekolojik
kriz etkisi altındaki dünyada iklim değişikliği, çevre
kirliliği ve Doğanın önlenemeyen tahribine karşı
hangi anayasal önlemler alınabilir; Doğayla uyumlu
bir var oluş nasıl sağlanabilir; sadece bugün yaşamakta olanların değil, gelecek kuşakların da
yeryüzünün bütünlüğü ve sürekliliği içinde var olma
hakkı nasıl korunabilir sorularına yanıtlar arandı.
Stone, doğal varlıkların yasal haklara sahip olmanın
üç şartı yerine getirmediği için hukuk sisteminde hak
öznesi olarak kabul edilmediklerini fakat bu sistemin
değişmesi gerektiğini söylüyordu. Şirketler, devletler
veya üniversiteler de kendi adlarına hukuki girişimler
de bulunamazlar ama avukatlar onlar adına savunma
yapabilmektedirler. Bu tartışmada önemli nokta
doğanın haklarını nasıl kullanacağıdır. Herhangi bir
doğa tahribatı tehdidinde veya sonucunda doğanın
haklarını koruyacak olan yine insandır fakat burada
emanetçi ve vekil özneler tayin edilebilir. Ekşigil’e
(1994) göre Stone’un doğayı bir hak öznesi olarak önermesinin altında yatan neden Amerikan hukuk sisteminde kişi menfaatleri ötesinde soyut değerler gibi bir
kavramın bulunmayışıdır. Ekşigil, Türkiye’deki hukuk
sisteminde ise böyle bir kavramın var olduğunu, İdarî
Yargılama Usulü Kanunu’na göre, gerek gerçek gerek
tüzel kişilerin toplumsal yararları ve kamu düzenini
zedeleyen idari işlem ve eylemlere karşı dava açabilmelerini öngördüğünü ve kişinin kendisini doğrudan
etkilemese hattâ ilgilendirmese de, örneğin imar düzenine, çevre sağlığına veya güvenliğine uygun olmayan
kamusal etkinlikler konusunda yargı yoluna başvurabileceğini açıklar.
86 Ağustos 2012
Çevre alanında verilen hukuk mücadelesinin aktörleri olarak sunumlarıyla konferansa katılan çevre
avukatları, Türkiye’deki çevre davalarında yaşanan
olumsuz gelişmeleri örnekleriyle paylaştı. Uluslararası anlaşmalar yoluyla yasama ve yargı denetiminden muaf tutulan nükleer santral, idari
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 87
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
durdurma kararlarına aykırı şekilde faaliyetlerine devam
eden madencilik şirketleri, ÇED raporu olmadan inşaatına başlanan HES’ler, savaş halinde uygulanan
acele kamulaştırmalar sorunun boyutlarını göstermesi
ve Ekolojik Anayasa önerileriyle bu sorunların nasıl
çözüme kavuşturulacağının tartışılması açısından
önemli gündem konularıydı. Konferansta ayrıca “Kamu
Yönetimi İlkeleri” başlığı altında bireylerin çevre konularında bilgi ve belge edinme, karar mekanizmalarına
katılma ve yargıya erişim haklarını garanti altına alınması; kamu yararının ekoloji merkezli bir bakıç açısıyla
yeniden tanımlanması; ekolojik açıdan hukuki düzenlemelere uyum ve yerel katılım mekanizmaları gibi
çeşitli öneriler geliştirildi.
ANAYASA YAPIM SÜRECİNDE
EKOLOJİK ANAYASA
28 Kasım 2011’de Ekolojik Anayasa kitabının yayınlanmasından sonra yapılan toplantıya katılan milletvekilleri, çevre sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri,
hukukçular ve aktivistler, taleplerini Anayasa yapım
sürecine nasıl dahil edebileceklerini tartıştı. İlk etapta
Meclis'te grubu olan siyasi parti gruplarını ziyaret ederek ekolojik anayasa taleplerini hem vekillere hem de
Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na ve ayrıca
Cumhurbaşkanı’na iletilmesinde karar kılındı. Ekolojik
Anayasa taleplerinin yaygınlık kazanması ve toplumca
sahiplenilmesi, taleplerin soyut kavramlardan çıkartıp
somut örneklerle toplumun her kesiminin anlayabileceği bir dile ile yazılmasını ve basının desteğinin aranması gerektiği vurgulandı. Ayrıca ekolojik anayasa
çerçevesinin yerel çevre hareketlerine iletilmesinin ve
diğer anayasa gruplarıyla birlikte bir koordinasyon
sağlanmasının önemine değinildi.
Ekolojik Anayasa Girişimi, yeni Anayasa’da olmasını
talep ettiği maddeleri 3 Ocak 2012 tarihinde TBMM
Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sundu. Girişimin temsilcileri komisyona sundukları önerilerde temel olarak
anayasanın, doğaya hükmetmeye çalışan insanı değil,
Doğayı hak öznesi olarak tanıması gerektiğini ifade
etti.
Sunulan Ekolojik Anayasa, dünyayı gelecek kuşaklardan emanet alındığı bilinciyle, doğayla uyum içinde
yaşamanın esas alındığı; su, hava, gen, tohum gibi
doğal unsurlar için doğal kaynak değil doğal varlık
nitelendirmesinin benimsendiği, doğada olası zararlara
yol açabilecek faaliyetlerde ihtiyatlılık ilkesinin benimsendiği, kamu yararında doğal dengelerin gözetildiği,
yabani ve evcil hayvan haklarının güvence altına
alındığı, sağlıklı su ve gıdaya ulaşım hakkının benimsendiği hukuksal düzenlemeler öneriyor.
Ekolojik Anayasa Girişimi, Anayasa’da yer alan ve
sağlıklı bir çevrede yaşamanın en doğal yaşam hakkı
olduğuna ilişkin 56. maddenin önemine ayrıca dikkat
çekerek bu maddenin “Sağlıklı bir çevrede ve Doğada
yaşamak bütün canlıların hakkıdır. Devlet ve vatandaşlar gelecek kuşaklar adına doğal varlıkların
emanetçisidir. Doğayı korumak devletin ve vatandaşların görevidir” şeklinde geliştirilmesini ve
sürdürülebilir kalkınma ifadesinin, kalkınmayı öne
çıkardığı ve doğayı feda ettiği gerekçesiyle yeni
anayasada bulunmaması gerektiğini vurguladı.
www.ikibin50dergisi.org
SEKRETERYASINI DAĞILMADAN ÖNCE YEŞİLLER PARTİSİ’NİN
ÜSTLENDİĞİ GİRİŞİM, YENİ ANAYASANIN SİVİL, DEMOKRATİK VE
ÖZGÜRLÜKÇÜ OLMASININ YANISIRA EKOLOJİK OLMASI
GEREKTİĞİNİ VE DOĞANIN VAZGEÇİLMEZ, DEVREDİLMEZ
HAKLARININ ANAYASAL GÜVENCE ALTINA ALINMASINI
SAVUNMAK İÇİN FAALİYET GÖSTERMEYE BAŞLADI.
ÇEVRECİ SİVİL TOPLUMUN YENİ
ANAYASA’YA KATKILARI
DOĞANIN HAKLARINDAN İKLİMİN
HAKLARINA
Ekolojik Anayasa Girişiminin başlamasından sonra
çevre sivil toplum kuruluşları da yapılacak yeni
Anayasa’da yer almasını istedikleri maddeleri veya
daha geniş bir şekilde Anayasa taslaklarını kamuoyu
ile paylaştılar.TEMA Vakfı, Yeni Anayasa Önerileri
Taslağını 19 Aralık 2011 tarihinde TBMM Başkanlığı
Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sundu. TEMA’nın
taslağı toprak ve suyu birer kaynak olarak değil, doğal
varlıklar olarak tanımlanıyor. Gıda ve suya erişme,
dengeli beslenme hakkı gibi madde önerileri; insanların
refahı ve doğanın korunması amaçlarının, sürdürülebilir
bir yaklaşımla birlikte karşılanabileceğine vurgu
yapıyor. Yurttaş girişimleri ve katılım hakkı konusundaki
öneriler de yurttaşların ve sivil toplum örgütlerinin,
karar alma süreçlerine etkin katılımına verilen önemi
yansıtıyor.Greenpeace Tükiye'de yeni Anayasa'nın
oluşturulmasına katkıda bulunmak için çeşitli ilkelerin
yer aldığı önerilerini kamuoyu ile paylaştı. Greenpeace
Anayasa'da Temel Hak ve Özgürlükler başlığı altında
Doğa'nın var olma hakkının tanınmasını talep ediyor.
Bu varoluşun kaynağını da ekosistemin tüm unsurları
ile kendini yenileme kapasitesine dayandırıyor. Devletin
hem bu yaşam hakkının kullanılmasının önündeki engellerin kaldırılması için hem de ortak doğal varlıklar
olan toprağın, geleneksel, çoğaltılabilir köylük tohumların, hayvan ve balık türlerinin, ağaç ve ormanların,
su, atmosfer ve bilginin insan hakları, kadın-erkek
eşitliği gözetilerek toplumun tamamını kapsayacak
şekilde kullanılmasını güvence altına almak ve bu varlıkların metalaşması ve patentlenmesini önleyecek
düzenlemeleri yerine getirilmekle yükümlü olmasını istiyor. Greenpeace de TEMA gibi yurttaş katılımının
önemine vurgu yapıp, idarenin eylemlerinden doğrudan etkilenecek yurttaşların ve sivil toplum kuruluşlarının merkezi ve yerel karar alma süreçlerine
katılımını öneriyor. 1982 Anayasası'na 56. maddeyi
öneren Türkiye Çevre Vakfı ise Anayasa'nın çevreyi
veya diğer konuları en ayrıntılı şekilde düzenleyen bir
hukuk kaynağı olmadığı tespitini yaparak Ekolojik
Anayasa ile ilgili taslaklar hazırlayan diğer kuruluşlarrın
aksine 56. maddenin ilk fıkrasını aynen korumayı
yeterli buluyor. Kagider de, TBMM Anayasa Uzlaşma
Komisyonu’na sunduğu “Yeni Anayasa Talepleri ve
Görüşleri” metninde yeni Anayasa’nın mutlak surette
çevreyi gözeten, ekolojik değerleri dikkate alan ve
“doğa”yı haklarıyla beraber anayasanın öznesi olarak
kabul eden bir yaklaşımla yapılmasını talep ediyor.
Doğanın bir hak öznesi olup olamayacağı
Türkiye’de yeni yeni tartışılıyor. Ekolojik taleplerin yeni
yapılacak Anayasa’da yer alıp almamasından bağımsız
olarak önümüzdeki dönemde siyasi partilerin, sivil
toplum kuruluşlarının ve hukuki kurumların gündemine
daha çok geleceğini söyleyebiliriz. Ekolojik Anayasa,
ekonomik, siyasal ve sosyal çözümler isteyen karmaşık çevre sorunlarına tek başına bir çözüm getirmese de doğanın da bir hak öznesi olması; doğal
kaynakların doğal varlıklar olarak tanımlanması;
doğada olası zararlara yol açabilecek faaliyetlerde
ihtiyatlılık ilkesinin benimsenmesi; yurttaşların merkezi
ve yerel idari tasarruflara etkin katılımınının sağlanması
konusunda yerel, ulusal ve uluslararası gelişmeleri ile
etkileşimli olarak bir baskı unsuru olabilir. Ayrıca iklim
değişikliğinin etkileri ekonomik ve siyasal düzlemde
hissedildikçe sadece Doğa’nın bir hak öznesi olup olmadığını değil iklimin de haklarını tartışıyor olabiliriz.
Nitekim Stone kitabında bu konuya dikkat çekerken
dünyada görülen çeşitli davaların bu konuda emsal
teşkil edebileceğinin ipuçlarını veriyor. Son yıllarda iklim
değişikliğinin bir hukuka uygunluk sebebi olarak ilk
defa kullanılmasına (Köybaşı: 2009) ve iklim değişikliğinin doğrudan tehdit ettiği bir ada devleti olan Mikronezya’nın, Çek Cumhuriyeti’ne bir termik santrali
yenileme projesine iklim değişikliğine sebep olan sera
gazı salımlarını tehlikeli şekilde arttıracağı için ilk defa
uluslararası anlaşmalara dayanarak dava açmasına
tanık oluyoruz. (Radikal 26/05/2011). KAYNAKÇA
* BOYD David R. (2012) The Environmental Rights Revolution: A
Global Study of Constitutions, Human Rights, and the Environment
UCB Press.
* Constitutionmaking.org (2009) Option Reports, Environmental
Provisions 22 September 2009
http://www.constitutionmaking.org/files/environment.pdf
* EKŞİGİL Adnan (1995) Doğa Hakları ve Hukuk, Birikim, sayı 68-69.
* KÖYBAŞI Serkan (2008) Bir Hukuka Uygunluk Sebebi Olarak
İklim Değişikliği Güncel Hukuk Dergisi, Sayı 11-59, Kasım 2008
* RADİKAL ( 2011)Mikronezya, Çekleri durdurabilecek mi?
(26/05/2011)
* STONE Christopher D. (2010) Should Trees Have Standing?: Law,
Morality, and the Environment , 3rd ed., Oxford University Press:
Oxford ; New York, N.Y
Ağustos 2012
87
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 88
ATIK
A
AT
IK
MERCEK
SLOW MONEY
PARAYI YERYÜZÜNE
GERİ GETİRMELİYİZ!
AMERİKA’DA BAŞLAYARAK
DÜNYAYA YAYILAN VE YEREL
GIDA ÜRETİCİLERİNİN
DESTEKLENMESİNİ AMAÇLAYAN
SLOW MONEY (YAVAŞ PARA)
HAREKETİNİN HEDEFİ ÇOK
AÇIK;“HEDEFİMİZ ŞU, 1 MİLYON
İNSAN, KAZANÇLARININ %1’Nİ
YEREL GIDA SİSTEMLERİNE
YATIRIRSA NE OLUR?”
88 Ağustos 2012
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 89
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
mayedarı bunu ”tarih boyunca zenginliğin yasal olarak
en büyük birikimi” diye nitelendiriyor. 21. yüzyıl ise,
taşıma kapasitesi, ortak kullanım alanlarının bakımı,
yaşadığımız yer ile bağlantı ve şiddetsizlik prensiplerine
dayanan besleme sermayesinin çağı olacak.
IV. Gıda, çiftlikler ve verimliliğin önemini gözeterek
yatırım yapmayı öğrenmeliyiz. Yatırımcıların yaşadıkları
yerle bağlantı kurmalarını sağlamalı ve yaşamsal ilişkiler kurarak küçük gıda girişimlerine yeni sermaye kaynakları yaratmalıyız.
V. Gelin, yaşamı tüketmektense yaşamı çoğaltan
yeni nesil girişimcileri, tüketicileri ve yatırımcıları kutlayalım!
VI. Paul Newman “Hayatta, topraktan aldığını
toprağa geri veren çiftçi gibi olmalıyız diye düşünüyorum” demiş. Bu kelimelerdeki bilgeliği farkedip, gelin
ekonomimizi tabandan şu soruları sorarak yeniden kuralım:
inlerce Amerikalı bugünlerde ekonomiye yeni
bir yön vermek için harekete geçti. Bu
hareketin adı Slow Money (Yavaş Para). Fastfood devi Mc Donalds’ın 1980’lerin sonunda
Roma’daki retoran açılışına tepki olarak başlayan,
yerel ve sürdürülebilir gıda üretimini teşvik eden ve
dünya genelinde yüzlerce yerel şubesi bulunan Slow
Food hareketine paralel duran Slow Money, yerel gıda
üreticilerinin finanse edilmesini ve yerel gıda sistemlerinin gelişmesini amaçlayan bir hareket.
SLOW MONEY PRENSİPLERİ
Slow Money topluluğu, hızlı para akışı, insanlardan
ve mekanlardan kopuk bir ekonomi ve başta gıda
olmak üzere ekonominin nasıl temelden düzeltilebileceği konuları hakkında insanları yeni bir söylem üzerinde bir araya getiriyor.
II. Çok hızlı para, çok büyük şirketler ve çok karışık
finans diye bir şey var. Bu yüzden, paramızı yavaşlatmalıyız — tümünü değil tabi ki ama fark yaratacak
kadarını.
B
Küçük çaptaki gıda üreticilerinin, organik çiftliklerin
ve yerel gıda sistemlerinin desteklenmesi amacıyla
yatırımcıları ve bağışçıları bir araya getiren Slow Money
hareketi, 2008 yılının Kasım ayında çalışmalarına
başladı. Slow Money hareketi, aynı zamanda Business
Week tarafından “2010’un Büyük Fikirleri”nden biri
olarak seçildi.
Gıda güvenliğini güçlendirmek ve gıdaya erişimi arttırmak, beslenme ve sağlığı geliştirmek, kültürel, ekolojik ve ekonomik çeşitliliği desteklemek ve tüketim ve
çıkarıma dayanan bir ekonomiden, koruma ve iyileştirmeye dayanan bir ekonomiye geçişi sağlamak
için yola çıkan Slow Money hareketinin prensipleri
arasında şunlar yer alıyor:
I.Parayı yeryüzüne geri getirmeliyiz.
III. 20. yüzyıl düşük al/pahalı sat ve şimdi
zenginlik/sonra hayırseverlik çağıydı ki bir risk ser-
* Varlıklarımızın %50’sini yaşadığımız yere 80 km’lik bir
mesafe içerisinde yatırım yapsak dünya nasıl bir yer
olurdu?
* Ya karlarının %50’sini bağış yapan yeni nesil şirketler
olsaydı?
* Ya bundan 50 yıl sonra topraklarımızda %50 daha
çok organik madde olsaydı?
Bu umut verici harekete bakıldığında, Türkiye’de
yaygınlaşan Slow Food hareketi gibi, Slow Money
hareketine de sahip çıkacak ve Türkiye’deki küçükyerel gıda üreticilerinin desteklenmesi adına bu adımı
atacak kişileri beklemekten başka çare kalmıyor…
KAYNAKÇA
www.slowmoney.org
http://www.thebravenewworld.org/
Hareketin kurucusu Woody Tasch, 2011 yılında
verdiği bir röportajda Slow Money hareketini şu şekilde özetliyor; “Eğer yeni bir gıda sistemi ve yeni bir
yapıcı ekonomi inşa edeceksek, milyarlarca dolara
ihtiyacımız olacak. Bu para nereden gelecek? Wall
street ya da Washington’dan mı? Vakıflardan mı? Ne
yaparsa yapsınlar, bunların desteği doğrudan yeterli
olmayacak. Tüm bunların geldiği yer sadece “bizden”
olabilir, doğrudan yaşadığı yerle ilgisi, bağı olan bizlerden…”
Slow Money’nin ayrıca geçen yıl gerçekleştirdiği
ulusal toplantıda 16 küçük gıda girişimcisine yaklaşık
4.5 milyon dolar yatırım sağlandı.
www.ikibin50dergisi.org
Ağustos 2012
89
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 90
ATIK
KAMU
GAZİANTEP BELEDİYESİ
Daha yaşanabilir şehirler için
YEREL YÖNETİMLER HAREKETE!
EKOLOJİK DUYARLILIĞIN BİREYSEL VE KOLLEKTİF HAREKETLERDEN ÖZEL SEKTÖRE KADAR BİRÇOK
ALANDA ARTTIĞI GÜNÜMÜZDE BELEDİYELER DE ÇEŞİTLİ ÇALIŞMALAR GERÇEKLEŞTİREREK ZAMANIN
RUHUNA AYAK UYDURMAYA ÇALIŞIYOR. DAHA SÜRDÜRÜLEBİLİR ŞEHİRLERİN OLUŞABİLMESİ İÇİN
KUŞKUSUZ SADECE BİREYSEL ÇABALAR YETERLİ OLMUYOR. DAHA ÇOK PROJENİN HAYATA GEÇİRİLİP
YAŞANABİLİR BİR GELECEK SAĞLANMASI İÇİN YEREL YÖNETİMLERİN DAHA ÇOK DEVREYE GİRMESİ
GEREKİYOR.
em çevre ile ilgili yapılan çalışmalara destek
olmak, hem de diğer yerel yönetimlere örnek
teşkil etmesi amacıyla İkibin50 dergisi olarak
ilk sayımızdan itibaren her sayımızda kamu
kurumlarınin çevre duyarlılığı kapsamında
gerçekleştirmiş oldukları veya planladıkları projelere yer
vermek istiyoruz. İlk sayımıza Gaziantep belediyesine
yer veriyoruz…
H
Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde Birleşmiş
Milletler tarafından organize edilen Rio+20 Dünya
Zirvesinde, mahalli idarelerin küresel iklim değişikliği ve
sürdürülebilir kalkınma alanındaki rolleri konulu panele
katılan Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr.
Asım Güzelbey bir ilke imza attı. Başkan Güzelbey, ilk
defa bir Türk Belediye Başkanı’nın katıldığı böylesine
önemli bir toplantıda bütün dünyaya Gaziantep'te iklim
ve sürdürülebilir kalkınma konularında yapılan yenilikleri
aktardı.
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey
1,5 milyon nüfusu ile Türkiye'nin büyük şehirlerinden
biri olan Gaziantep, bilindiği gibi Türkiye’de “İklim
Değişikliği Eylem Planı” hazırlayan ilk ve tek kent. Son
günlerde Gaziantep’den gelen “ekolojik kent”,
“sürdürülebilir ulaşım” başlıklı projelere bakıldığında
Güzelbey, “Çevre Dostu” kavramını kentsel
planlamanın başına koyuyor. Dünya Bankası'nın
Gaziantep'i enerji verimliliği konusunda pilot il seçtiğini
belirten Güzelbey, "Bu konuda Büyükşehir Belediyesi
olarak bir iklim eylem planı projesi başlattık. Bunun
ardından Dünya Bankası ile görüşerek enerji verimliliği
konsunda çalışmalara yürüttük. Bu ortak çalışmanın
sonucunda da pilot il seçildik" dedi.
ÇEVRECİ OTOBÜS PROJESİ
Küresel ısınmanın oluşturduğu olumsuz etkilerin
ortadan kaldırılmasını amaçlayan çevreci otobüsler
projesi, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD)
tarafından finanse ediliyor.Çevreci otobüslerin alımı ve
bakımı için iki aşamadan oluşan ihale süreci 11 Mayıs
90 Ağustos 2012
2012 tarihinde başladı. Gaziantep Büyükşehir
Belediyesi tarafından uluslararası rekabete de açık
yapılacak ihale sonucunda Sıkıştırılmış Doğal Gaz
(CNG) ile çalışan 50 yeni otobüs satın alınması
hedefleniyor.
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, toplu ulaşım
sisteminin çevreye uyumu ve sürdürülebilir olmasını
amaçlayarak hazırladığı çevreci otobüsler projesi için
Çek Hükümeti tarafından gönderilen uluslararası
tecrübeye sahip ASPIRO ile Çek Endüstri Holdingi
Vitkovice şirketinden danışmanlık ve uzmanlık desteği
alıyor. ASPIRO, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın
(EBRD) finanse ettiği iki aşamalı ihale sürecinde,
şartnamenin ve projenin düzgün, şeffaf, hesap
verilebilir bir şekilde ilerlemesini sağlamak amacıyla
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’ne danışmanlık
hizmeti verecek.
20 BİN AİLENİN ELEKTRİĞİ KARŞILANACAK
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ile Güney Kore
merkezli CEV Enerji firmasının üstlenerek uygulamaya
koyduğu ‘Katı Atık Düzenli Depolama Alanının
Rehabilitasyonu ve CNG & Elektrik Üretim Tesisi
Projesi ile hayata geçen tesis yılda 20 bin ailenin
elektrik ihtiyacını karşılayacak. Güney Kore merkezli
CEV Enerji ile 2008 tarihinde imzalanan sözleşmenin
ardından, 10 ay gibi bir sürede tamamlanan ve
Türkiye’nin en hızlı sonuçlanan elektrik üretim projesi
olan CNG- Elektrik Üretim Tesisi 2010 yılında elektrik
üretimine başladı.
Tesis, çevre kirliliğini önlerken, çöpün enerjiye
dönüşmesini sağlıyor. Tesis aynı zamanda küresel
ısınmaya sebebiyet veren gazları ve bunların
oluşturduğu kötü kokuları yok ederek, hem çevre
kirliliğini önlemesi hem de küresel ısınmaya sebep olan
bu gazlardan elektrik üretiyor olması nedeniyle büyük
önem taşıyor. Daha temiz ve yaşanılır bir Gaziantep
oluşturma çabasıyla CEV Enerji tarafından kurulan bu
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 91
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
tesis ile çöp depolama alanlarından çıkan metan
gazının çevreye vereceği zararların önüne geçileceği
gibi, küresel ısınmaya olumsuz etkisi olan metan
gazından elektrik üretilecek. 1 yılda yaklaşık 165 bin
ton CO2/yıl karbondioksitin doğaya verilmesinin de
önüne geçilmiş olacak.
Proje ile Büyükşehir Belediyesinin katı atıkların
depolanması için her yıl ödediği milyonlarca TL’lik
kaynağı Gaziantep halkı için yeni yatırımlarda kullanma
imkânına kavuşurken, tesiste 29 yıl süre ile katı atıktan
üretilen elektrik ülke ekonomisine katkı sağlayacak.
EKOLOJİK KENT PROJESİ
Gaziantep Belediyesi geçtiğimiz yıl hazırlamış
olduğu iklim eylem planı çerçevesinde Kilis yolu Burç
kavşağından Göksunlu Köyüne kadar gidilen alanda
bir Ekolojik Kent kurmaya hazırlanıyor. Yaklaşık 170
bin kişinin barınabileceği Ekolojik Kent projesi için
bölgenin seçilmesinde ön kriterlerden biri bölgenin
Suriye’den Gaziantep’e gelenlerin ilk gördükleri yer
olması. 5 etapta bitirilmesi planlanan projede organik
üretimden alternatif yaşama, yeşil sistemlerden
sürdürülebilir ulaşıma kadar birçok alanda çalışmalar
gerçekleştirilecek. Proje sonucunda enerjisini kendi
üretebilen, doğayla dost ve düşük yoğunluklu bir kent
ortaya çıkacak.
Projenin gerçekleştirilmesinde ki asıl hedef ekolojik
tabanlı bir kentin kurulması. Enerji ihtiyacı düşük ve
karbon salımı minimum olan yapılarda öncelikle
aranacak kıstas ise yalıtım. Ayrıca proje çerçevesinde
arıtma tesisleri kurularak bölgenin su ihtiyacının bir
kısmının bu arıtma sistemlerinden sağlanması
hedefleniyor.
ÇATILAR YEŞİLLENİYOR
Konutlarda bulunan yeşil çatılarda çevrede
yetişebilen ve az su isteyen bitkiler yetiştirilerek
çevreye verilen oksijen miktarı arttırılacak. Ayrıca
çatılarda biriken yağmur suları da bahçe sulamada
kullanılacak. Sürdürülebilir ulaşım konusunda ise
bölgede yaşayan halkın toplu taşımaya yönlendirilmesi
adına çeşitli çalışmalar gerçekleştirilecek. Özellikle
tramvay, Ekolojik Kent’in içine kadar getirilecek. Ayrıca
bisiklet yolları yapılarak bölgedeki araç kullanımının
azaltılması da hedefler arasında yer alıyor.
Ekolojik pazar alanları Gaziantep mutfağında
kullanılan ürünlerin satıldığı bir alan olarak düşünülüp,
yeme-içme birimleri ve mutfak sanatları, gastronomi
bölümü uygulama atölyesi yer alacak. Proje için Tema
Vakfı, Mimarlar Odası ve birçok kuruluş destek veriyor.
Ayrıca projelendirme aşamasında Yıldız Teknik
Üniversitesi Şehir plancıları ve yabancı danışmanlık
firmasından destek alındı. Proje kapsamında yola
yakın olan yerlerde düşük yoğunluk, yola uzak olan
yerlerde daha yüksek yoğunluk olmak üzere yeni bir
www.ikibin50dergisi.org
Gaziantep Ekolojik Kent Projesi
Gaziantep Belediyesi Çevreci Otobüs Projesi
PROJENİN
GERÇEKLEŞTİRİLMESİNDE Kİ
ASIL HEDEF EKOLOJİK
TABANLI BİR KENTİN
KURULMASI. ENERJİ İHTİYACI
DÜŞÜK VE KARBON SALIMI
MİNİMUM OLAN YAPILARDA
ÖNCELİKLE ARANACAK
KISTAS İSE YALITIM. AYRICA
PROJE ÇERÇEVESİNDE
ARITMA TESİSLERİ
KURULARAK BÖLGENİN SU
İHTIYACININ BİR KISMININ BU
ARITMA SİSTEMLERİNDEN
SAĞLANMASI
HEDEFLENİYOR.
planlama yapıldı. Bunlar yapılırken de şehre simge
olabilecek bazı temalar kullanıldı.
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım
Güzelbey, proje hakkında “Şu anda konusu ‘Ekolojik
Kent’ olan kentsel tasarım uygulaması yapıyoruz. Yani
yeni bir alanı imara açarken birkaç tane
vazgeçilmezimiz var. Mesela binaların ısınmalarının
kendileri tarafından temin edilmesi bunlardan birisi. Bu
uygulamada binalarda yapılacak mantolama sistemi
sayesinde enerji kaybı ve ısınma kaybı önlenecek.
Binaların üzerlerine konulacak güneş panelleri ile de
binalar enerjisini kendisi üretecek. Aynı şekilde yağmur
suyunu belli kaynaklarda tutarak bahçe ve tarımda
kullanmak. Binaların üstü tamamen yeşil olacak. Tabi
bu projeler toplam 6 milyon metre kareyi kaplayan yeni
kentsel alanlar üzerinde uygulanacak. Bu projeleri en
yakın zamanda hayata geçireceğiz. Ekolojik Kent
uygulamasını Türkiye’de ilk biz hayata geçiriyoruz. Bu
konuda belediyelere çok iş düşüyor. Vatandaşa
öncülük ederek, niteliksiz yapılara izin vermeyerek ve
çevreye duyarlı projeleri hayata geçirerek daha
yaşanabilir kentler meydana getirebiliriz” şeklinde
konuşuyor.
Ağustos 2012
91
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 92
DENEYİM
Sürdürülebilir bir hayat
ne kadar mümkün?
HELE Kİ ELİMİZDEN KAYIP GİDEN TOPRAĞI, SUYU DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDE…
ilim insanlarının önerileri, çevreci aktivistlerin naraları
arasına karışarak yok olup giderken, geriye son günlerde tartışılan bir yaklaşımın altını çizmekten başka
bir seçenek kalmıyor:
PERMAKÜLTÜR.
İngilizce ‘permanent’ (kalıcı) ve ‘agriculture’ (tarım) kelimelerinin birleşiminden oluşan Permakültür’ün diğer bir tanımı
da "sürdürülebilir yerleşimler tasarlamak". Permakültür’ü bir
felsefe olarak da ele alabilir ve ilkelerini yaklaşık 40 sene önce
oluşturan Bill Mollison’ın bir deyişiyle özetleyebiliriz:
"Permakültür sadece yeni bir bahçıvanlık yöntemi değil,
Dünya gezegeni üzerinde yaşamanın sürdürülebilir yoludur."
İşte bizler de, permakültüre gönül verenler olarak Mayıs
ayında Bayramiç Yeniköy’de düzenlenen İleri Seviye Permakültür Çalıştayı’ndaydık. Hocalarımız Penny Livingstone-Stark ve
Mustafa Fatih Bakır, asistanlar ise Andrew Zionts, Emel Kızılcık, Timuçin Liraç ve David Arribas Cuberro idi.
Şükranlarımızı dile getirerek başladık haftaya…
“Adım Dîdem, dostlarım için şükran duyuyorum.”
Penny Hoca’nın dediği gibi, ‘…topluluklar, ilişkiler ve dostluklar, bu oluşumlardan alacağımız en büyük hediyeler.’
B
i
Didem Çivici, Permakültür Tasarımcısı ve
Sürdürülebilirlik Danışmanı
GÜN GEÇTİKÇE ÇIKAR NOKTASININ KALMADIĞINI,
ÖNLENEMEZ TÜKETİMİN TEKELİNE DÜŞEN DOĞANIN
VE YAŞAMI OLANAKSIZLAŞTIRAN SİSTEMLERİN BİZLERİ
KUCAKLADIĞINI ELE ALDIĞIMIZDA KARŞI KARŞIYA
KALDIĞIMIZ UMUTSUZLUK HİSSİYATI ÇOK YENİ BİR
DUYGU DEĞİL MAALESEF.
92 Ağustos 2012
“Bizler toprağı besleriz, toprak bitkiyi besler;
bitkiyi biz beslemeyiz.”
Tüm hafta boyunca üzerinde durduğumuz en önemli konulardan biriydi toprak. Hindistan örneğinden yola çıkarak bir
harita çizdik: Hindistan’ın 1960’lara kadar 1-1.5 metreye
varan üst toprağını nasıl kaybettiğini konuştuk, ve şu anda bu
rakamın 2.5 cm’ye kadar düşmüş olduğu gerçeğini.
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 93
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
Amaç, sağlıklı toprak oluşturmak. Toprak sağlıklı olduğu ölçüde olası hastalıklardan uzak kalıyor. Bitki ise
sağlıklı topraktan beslendiği ve sağlıklı olduğu sürece
zararlılar ve hastalıklar bitkilere yanaşmıyor. Böylece
böcek ilaçlamalarına ve zirai her türlü ilaca olan ihtiyaç azalıyor.
Ohio Eyalet Üniversitesi’nde toprak fiziği profesörü olan Rattan Lal diyor ki: Toplamda %8.5 işlenebilir toprağımız mevcuttur. Bu alanın humus miktarı
%1.6 arttırılırsa atmosferdeki CO2 miktarı “Endüstri
Öncesi” miktarına çekilebilir!
Çözüm, toprağın iyileştirilmesinin yanında
başka konulara da dikat çekmekten
geliyor:
Tüketimin son safhasında olduğu bu yüzyılda en
çok konuşulan, özellikle de vejetaryenler tarafınca da
dikkat çekilen bir husus da hayvan eti. Yetiştirilen büyükbaş hayvanların CO2 salınımına büyük ölçüde
katkıda bulundukları su götürmez bir gerçek. Penny
Livingstone-Stark’ın bu konuda yaptığı yorum da dikkat çekiciydi: Hayvanların sindirim sistemleri tahıl
(yem) tüketimine uygun tasarlanmamıştır, aksi halde
hastalanır ve gaz çıkarmaya meğilli olurlar.
“Su kıtlığı sorunumuz yok, bizim suyu depolama kıtlığı sorunumuz var!”
“Üst topraklarını harcayan uygarlıklar
kendilerini harcarlar.”Bu ne demek oluyor?
Toprakta bulunan organik maddelerin yok edilmesi, humusun ortadan kalkması anlamına geliyor.
Humus tabakası, besin maddelerince zengindir ve yetiştirmek istediğimiz ürünler için gerekli besinleri ihtiva eder. Hindistan konusuna dönersek, bir zamanlar
öncü pirinç üreticisi olan bu ülke dahi üst toprağını
kaybetmesinin sonucunda an itibariyle pirinç ithal etmektedir.
Ormanlar, otlaklar ve su havzalarında oluşan toprağın göz kırpmadan yok edilmesi ile karşı karşıya olduğumuzu bir kere daha hatırlarken, permakültürcüler,
hatta en başta bu gezegende yaşayan canlılar olarak
toprak oluşturmanın birincil görevlerimizden olduğunun altını çiziyoruz hep birlikte.
“Green Revolution (!)”çözüm müydü?
1940’larda başlayan ve 1970’lere kadar devam
eden, ‘toprağı ehlileştirmek için’ kullanılması ön görülen teknoloji yapılaşmasının yaygın hale getirme çabaları ile tüm dünyada uygulatılmaya çalışınan “Yeşil
Devrim” idealleri pek de iç açıcı sonuçlar doğurmadı
ne yazık ki. Bunun çok net ve çok basit bir sağlaması
var: Kıtlık.
İlerleme ve uygarlaşma adına üreticileri teknolojiye
ve zirai ilaçlara bağımlı hâle getiren uygulamalar silsilesi, günümüz tarımının içerdiği sorunlara ışık tutamadığı gibi, toprak kayıplarını ve besin değerlerindeki
hızlı düşüşleri de destekler hale geldi. Zira işlenen, havalandırılan toprağın “ölü toprak” olduğu göz ardı
edildi. Bunlar yetmediği gibi aşırı ilaçlama ve monokültür (tek tür ekim) de yaygın hale getirildi ve üreticiler bunun en sağlıklı çözümler olduğuna iknâ edildi.
Bu “devrim” bioçeşitliliği bırakmadığı gibi, fazla ilaç
kullanımı nedeni ile canlıların sağlığını da tehdit etmeye başladı.
www.ikibin50dergisi.org
KÜRESEL ISINMA, KITLIK,
SUSUZLUK VE DAHA PEK
ÇOK SORUNLA NASIL BAŞ
EDERİZ SORUSUNU
SORANLARA CEVAP
HAZIR: “UYAN VE FAYDALI
BİR TÜR OLABİLECEĞİNİN
FARKINA VAR!”
Bir yandan susuzluk sorununun olmadığını tartışırken, diğer yandan da nasıl depolamamız gerektiği ve
arıtma sistemleri üzerine kafa yorduk. Yeniköy’ün
mevcut mutfak suyu gideri için gri su arıtma sistemi
kuruldu, misafirhanenin banyo suyu giderleri de aynı
sisteme bağlandı, böylece üzerinde çalıştığımız konuları bire bir uygulama fırsatı bulmuş olduk.
Kısacası, permakültür konusu uçsuz bucaksız bir
umman; içerisine girdikçe yaşamın kendisini buluyor,
onunla bir sarmal haline gelerek devinip duruyorsunuz. Küresel ısınma, kıtlık, susuzluk ve daha pek çok
sorunla nasıl baş ederiz sorusunu soranlara cevap
hazır:
“Uyan ve faydalı bir tür olabileceğinin
farkına var!” Ağustos 2012
93
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 94
BİR TERS
BİR DÜZ
Tüm zamanların en başarılı pazarlama aracı Doğa®
BIOMIMIK PAZARLAMA
Biz doğayı seviyoruz
ve şirketler de bizi...
i
Özlem Bahadır
Y.Mimar
“DOĞA ZİHNİMİZDE
KÜLTÜRLERE GÖRE DEĞİŞKENLİK
GÖSTEREBİLMEKLE BİRLİKTE
EVRENSEL ÇAĞRIŞIMLARLA
YÜKLÜ ÖGELERLE DOLU...
PAZARLAMACILARSA BU ORTAK
HAVUZDAN DİLEDİĞİNİ ÇEKİP
ALIYOR...”
94 Ağustos 2012
zaydan gelmiş bir yabancısınız ve dünyayı
öğrenmek istiyorsunuz. Ya da bırakın uzaylıyı,
küçük, meraklı ve zihni tertemiz bir
çocuksunuz...Kavramları duyan ama
anlamlarını henüz bilmeyen biri için google iyi bir
seçenek olabilir.
U
Google’a elma(apple) yazıp aratsak mesela,
karşımıza ne çıkar?
Bir de fare (mouse) yi deneyelim...
Karşımıza nerdeyse orjinalinden daha fazla,
orjinalinden ismini, imajını, niteliklerinin bazılarını ödünç
almış insan yapımı ürün çıkıyor. Ama bunu sadece biz
biliyoruz...Dünyayı tanımak isteyen çocuğun da,
komşumuz uzaylının da işi zor.
Açıkça görülüyor ki, kavramların orjinal içeriklerinden
gün be gün uzaklaşıyoruz.
Orijinal içeriklerinden bu derece uzaklaşmamız
insanlık tarihinde büyük ihtimalle ilk kez oluyor ama
insanoğlu üretimlerinde doğaya, doğal ögelere atıfta
bulunmaya elbette ki yeni başlamadı.
Duygularımızın yoğunluğunu anlatmak, kendimizi
daha rahat ifade edebilmek için anlam yüklü doğal
kavramlardan medet ummak, doğal ögelerle, olaylarla
benzetmeler kurmak insanlık tarihi kadar eski.
Çiçekler, kuşlar, bülbüller -kızgınken büyük baş
hayvanlar- gündelik konuşmalarımızın ayrılmaz
parçası.
Aynı zamanda toplumsal diyalogda da son derece
etkili bir yöntem doğal ögelerden faydalanmak.
Doğaya ait imajların yer aldığı kareler, filmler, çarpıcı
sloganlar sosyal sorumluluk projelerinde de sıklıkla
karşımıza çıkıyor.
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 95
İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi
Ama duygularını anlatmakla, malını sattırmak
arasında fark var tabii...Bu noktada işin rengi değişiyor.
***
Bir ürünü pazarlamak için doğaya ait imajları
kullanmak ‘biomimik pazarlama’ olarak adlandırılıyor.
Dikkat ettiniz mi çevremizde ne kadar çok ürün var
ismi ya da logosu doğaya atıfta bulunan. Doğa
muazzam bir pazarlama aracı ve şirketler bunu biliyor.
Hayvanlar ve bitkilere dair zihinlerde ve kültürlerdeki
yerleşik algılar ve temsil ettikleri sembolik özellikler
pazarlamacılar tarafından hem ürünlerini hem de
mesajlarını geliştirmede sıklıkla kullanılıyor.
YAKIN GELECEKTE, DOĞAL
ÖGELERE AİT İMAJLARI
ÜRÜNÜ İÇİN KULLANMAK
İSTEYEN ŞİRKETE AYRI BİR
VERGİ KONARSA HİÇ
ŞAŞIRMAM DOĞRUSU.
büyük...Yakın gelecekte, doğal ögelere ait imajları
ürünü için kullanmak isteyen şirkete ayrı bir vergi
konarsa hiç şaşırmam doğrusu. Sonuçta, ürünlerini
tanıtma, benimsetme ve sevdirme sürecine önemli bir
katkı sağlıyor bu kişiselleştirilemeyecek kadar evrensel
imajlar...
Doğal imajların kullanım stratejileri üründen ürüne
değişiyor. Kiminde sadece estetik benzeşim söz
konusuyken kiminde doğal ögelerin metafor olarak
kullanıldığını görüyoruz.
Bazı ürünlerin kullanılan imajla içerik bağlantısı ya
çok zayıf ya da yok. Örneğin Lacoste timsahlarla ilgili
değil, Linux de penguenlerle. Ve kesinlikle hepimiz
biliyoruz ki Apple da kesinlikle bir meyve şirketi değil (1).
Foto. “We miss you” http://www.wemissyou.de/
Doğal referans yoluyla müşteri adayında bir şekilde
tanıma ve güvene benzer duygu sağlanıyor.
Pazarlamacıların hedefi, kullanıcıların zihninde
ürünlerin pozitif niteliklerini güçlendirmek. Doğa,
otantik aurası, uyumu, güzelliği ve derinliğiyle bunu
başarabilecek en iyi araçlar arasında. Doğal dünyanın
olumlu çağrışımlarla yüklü doğal ögelerinin kullanıldığı
sayısız reklam kampanyasını düşününce şunu
rahatlıkla söyleyebiliriz ki doğanın kendisi zamanımızın
en başarılı pazarlama projesi haline gelmiş
durumda(1).
Biz doğayı seviyoruz, şirketler de bizi(1)... O yüzden
ürünlerinde doğayı referans alan, doğal ögelere atıfta
bulunan şirketler kazanıyor. Doğa zihnimizde kültürlere
göre değişkenlik gösterebilmekle birlikte evrensel
çağrışımlarla yüklü ögelerle dolu...Pazarlamacılarsa bu
ortak havuzdan dilediğini çekip alıyor..
Bugün kavramların orjinallerinden bu kadar
uzaklaşmamızda biyomimik pazarlamacıların etkisi
www.ikibin50dergisi.org
“..YA DA DÜŞÜNSENİZE
JAGUAR MARKA ARABADA
BİR İNEK İMAJININ
KULLANILDIĞINI.”
Bazı ürünlerdeyse bağlantı daha çok içerik
yönelimlidir. Puma marka ayakkabılarda üreticiler
estetik bir imaj kullanımından çok bu zarif, hızlı ve
çevik hayvanın pozitif niteliklerini ürünlerine transfer
etmek amacındadır. ya da ABD’nin kartalı. Koerst, bir
dakika için durup ürünleri aynı bırakmayı ama
kullanılan doğal imajı değiştirerek o ürünü
düşünmemizi öneriyor. Mesela puma marka
ayakkabıların logosunda bir fil olsa, ya da ABD
hükümeti maskot olarak kartal yerine kaplumbağa
kullansa.. ya da düşünsenize jaguar marka arabada
bir inek imajının kullanıldığını.. Çok açık ki, bu durum
marka kimliğini tamamiyle bozacak, değiştirecektir.
Ve tabii ki ürünün çevreye etkileri üzerinden yapılan
tanıtımlar var ki şirketlerin bu konudaki stratejileri,
ürünlerine –biraz- yeşil katmaları ve oluşan duyarlılıktan
faydalanmaları şeklinde özetlenebilir.
Ama konunun o tarafı çok geniş, ‘green-wash’(2) a
kadar gidiyor.
Ağustos 2012
95
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 96
BİR TERS
BİR DÜZ
Çağın dinamikleri gereği doğal ögelerden öylesine
uzakta yaşamlar içindeyiz ki... başka şeylerle
meşgul, başka şeylerle içiçeyiz... ne durup ağaca
bakıyoruz ne de bakınca doğru dürüst
tanıyabiliyoruz...kuşlar için de aynı şey
geçerli...mesela saksağan’ı google’dan kopya
çekmeden kaçımız tanıyabilir?
Çok çok azımız, hele çocuklar... neredeyse
hiçbiri...O yüzden de Oxford çocuk sözlüğü
saksağan kelimesini sözlükten çıkarmış (2008).
Zizek bugün doğayı korumaktaki en büyük engelin,
inandığımız doğa anlayışı olduğunu söylüyor. Ve
biyomimik pazarlama -büyük ölçüde farkında
olmadan- inandığımız doğa anlayışının gerçekçilikten
uzaklaşmasına yol açıyor.
Doğaya referans verilerek satışa sunulan sayısız
ürünün yanısıra, aslında bir diğer gizli, büyük ölçüde
bilinçsiz, daha büyük bir pazarlama mekanizması işler
halde.
Biomimik pazarlama ürünleri sadece kendi
tanıtımlarını yapmıyor, fakat aynı zamanda tek yönlü
romantikleştirilmiş bir doğa kavramını da tanıtıyorlar.
Ürünlerin tanıtımı yoluyla, doğanın, duyarlı, uyumlu,
rahatlatıcı, otantik, sağlıklı, dürüst ve güzel olduğu
aktarılıyor. Daha karanlık, negatif tarafları ısrarla
biyomimik pazarlamacılar tarafından görmezden
geliniyor.
İndirgenmiş bir doğal algısıyla karşı karşıya
bırakılıyoruz... çok açık ki, ölüm, hastalıklar, doğal
afetler, acımasız gelebilecek kuralları, öngörülemeyen
ve toplumun genel kabullerinin dışında kalan yönleriyle
doğa, biyomimik pazarlamacılarının ürünü sattırmak
için işine yaramıyor ve onların da yaptığı doğanın bu
yönlerini görmezden gelmek...doğayı görmek
istedikleri gibi görmek ve göstermek.. ama bu durum
yanlış bir doğa algısına yol açıyor.
Yanlış tanıdığınız biri için doğru reçete yazabilir
misiniz?
***
Bizden sonraki nesillere kavramları doğru
içerikleriyle aktarabilmek kadar, kavramların asıl
sahiplerini yaşamımızda tutabilmek de bir diğer önemli
mesele tabii...
96 Ağustos 2012
Oxford junior sözlüğünün son baskısında,
blackberry, blog, voice mail, broadband gibi
kelimelere yer verilirken, doğaya özgü onlarca kelime
sık kullanılmadıkları gerekçesiyle sözlükten çıkarılmış.
Böğürtlen, karahindiba, meşe palamudu, balıkçıl,
susamuru, saksağan, çınar, söğüt bunlardan sadece
bazıları...Bundan sonra bu kelimeleri duyan çocuk,
sözlüğünü açıp baktığında –düne kadar karşılığı
sözlükte yer alan- bu kelimelerin karşılığını
bulamayacak.
Oxford Üniversite yayınları yöneticisi Vineeta
Gupta’ya göre dünyadaki değişimler kitaplardaki
değişimlerden de sorumlu. “Sözlüklerin eski
versiyonlarına baktığınızda örneğin çiçekler hakkında
çok fazla örnek vardı, çünkü çocuklar yarı kırsal
alanlarda yaşıyorlardı. Şimdilerde çevre değişti.”
Vineeta haklı...Çevre değişti...Biz değiştik...
İsteyerek ya da istemeyerek, dilimizdeki kelimeler
değişti...
“NE DURUP AĞACA
BAKIYORUZ NE DE BAKINCA
DOĞRU DÜRÜST
TANIYABİLİYORUZ..
KUŞLAR İÇİN DE AYNI ŞEY
GEÇERLİ..MESELA
SAKSAĞAN’I GOOGLE’DAN
KOPYA ÇEKMEDEN KAÇIMIZ
TANIYABİLİR?”
Yazık ki, bu değişim rüzgarında ne söğüdü, ne
çınarı, ne de pelikanı zihnimizde, kalbimizde,
dilimizde tutmayı başarabilmişiz.
Sözlük sadece bir gösterge... Koşulların yaşamı
bu noktaya dek getirebildiğini, söğüdün, çınarın,
saksağanın önce sözlükten sonra da yaşamımızdan
çıkabileceğini, bunun olabileceğini gösteriyor...
Evet koşullar değişti ve her geçen gün şartlar
daha da ağırlaşıyor... Ama bize düşen koşullara
teslim olup doğayla bir bir vedalaşmak mı?
Hiç sanmıyorum.
Bunu istemiyorsak yapmak zorunda değiliz. Bu
böyle olmak zorunda değil..
Önümüzdeki senelerde sözlükten daha neler
çıkacak? Ve biz sözlüğe neleri katmayı
başaracağız? Hep birlikte göreceğiz.
KAYNAKLAR
(1) Koert van Mensvoort, “Five Strategies of Biomimic Marketing"
http://www.nextnature.net/themes/biomimic-marketing/
http://www.nextnature.net/2009/02/childrens-dictionary-dumps-naturewords/
(2) Bir şirketin çevresel sorumluluğa sahip olduğu imajını vurgulamak
amacıyla yaydığı yanlış bilgi.
www.ikibin50dergisi.org
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 97
KİTAPLIK
YEŞİL EKONOMİ
ÇERNOBİL HALK MAHKEMESİ
Yeni İnsan Yayınevi
Editörler: Ahmet Atıl Aşıcı Ümit Şahin
Yeni İnsan Yayınevi
Çeviren: Umur Gürsoy
Yetmişlerin başında “Büyümenin Sınırları” raporu yayınlandı. Rapor basit
bir soruya cevap arıyordu: Büyüme ya
da kalkınma daha ne kadar sürdürülebilir?
Raporun bu basit ama önemli soruya verdiği cevaplar, geride kalan 40
yılda birer kehanet gibi gerçekleşmeye
başladı. Ancak görmeyen gözlere, duymayan kulaklara bu kehanetler hala
ulaşamıyor. Neyse ki kendini yarınlardan sorumlu tutan insanlar hâlâ var!
Yeşil ekonomi, bir ekolojik sıçrama
öngörüyor. Dünyanın biyolojik kapasitesi, insanların büyüme arzularını karşılamıyor. Bugün her insan gelişmiş Batı
ülkeleri kadar tüketseydi 3 dünyaya
daha ihtiyacımız olurdu. Bu tüketim
toplumu hala sürdürülebilir mi? Sorular
bitmiyor: Yeşil ekonomi bir çıkış yolu
mu? Yoksa yeni bir ütopya mı? Kapitalizmi yeşile boyamak mı? Yoksa kapitalizmden çıkış için gereken ekonomik
dönüşümün başlangıcı mı? İhtiyaçlarımızın ne kadarı gerçek? Mutluluk ekonomisi mümkün mü? Elinizdeki
derleme bu soruların cevaplarını ararken Türkiye’de alanında yayımlanan ilk
kitaplardan biri olma özelliğini taşıyor.
Kitap teoriyi, somut politika önerileriyle birleştiriyor.
İTÜ’de öğretim üyesi olan iktisatçı
Ahmet Atıl Aşıcı’nın ve yeşil düşünce
alanında önde gelen düşünürlerden
biri sayılan Fransız iktisatçı Alain Lipietz’in yazıları yeşil ekonomi ve yeşil
yeni düzenin teorik ve tarihsel arka
planını ele alırken, Avrupa Yeşilleri’nin
yeşil ekonomi üzerine hazırladığı yazılar somut, uygulanabilir ve reformcu
politik önerilerin içerdiği olanakları
gösteriyor.
www.ikibin50dergisi.org
EKOKÖYLER
Sinek Sekiz Yayınları
Yazar: Jonathan Dawson,
Çeviri: Deniz Dinçel
Dünyaya daha az hasar vererek yaşamayı öğrenemez ve iş birliği yerine
çatışmayı seçersek daha çok yıkım ile
karşılaşacağımız kesindir. Elinizdeki
kitap işte bu şansı değerlendirerek başarıya ulaşmış toplulukları ele alıyor.
Küresel Ekoköyler Ağı’nın başkanlığını
yürütmüş olan yazar Jonathan Dawson, Hindistan’dan Auroville, Senegal’den Mbam ve Faoune, Almanya’dan
Sieben Linden, Brezilya’dan Ecoovilla
ekoköyleri başta olmak üzere, dünya
çapıdan örnekler vererek doğayla dost
bir yaşamı seçmiş toplulukların sırlarını
anlatıyor.
26 yıl önce, düşman, 26 Nisan 1986
Cuma gece yarısından sonra Ukrayna’nın Kiev kentindeki 30 bin nüfuslu Pripyat kasabası yakınlarındaki
Çernobil Atom santralinin 4 numaralı
reaktörünü patlattı; bir-iki saat içinde
Pripyat’ı ve hızla bütün Ukrayna, Belarus ve Rusya’yı işgal etti. Daha sonra
Doğu Avrupa’ya ve 4 Mayıs gece yarısı
Türkiye’ye havadan saldırdı ve 5-6
Mayıs 1986’da, yağan yağmurla birlikte
özellikle Marmara ve Edirne çevresini ardından Batı ve Doğu Karadeniz’i
karadan-havadan işgal etti.
Bu kez düşman, işgal biçimi ve süresi
daha önce görülmemiş biçimdeydi. İşgalden, en fazla çocuklar, ama en çok
da işgalden 0-6 yıl önce doğanlarla, 06 yıl sonra doğacaklar etkilendi. Çünkü
işgalci, çocukların derilerine ve akciğerlerine ve anneleri onlara hamile iken
tükettikleri “ota, süte, ete/umuda, hürriyete”; açık havada yetişen tüm besinlere, süt ürünlerine ve çaya yıllarca
radyasyon yağdırdı. Çocukların kemik
iliklerini, tiroid bezlerini ve işgal ettikleri tüm ülkelerin erkekliğini ve kadınlığını yıllarca radyasyon
bombardımanına tuttu, hâlâ tutuyor. Ve
şimdi bu çocuklar 20-32 yaşında ve işgalin hâlâ sürdüğünü bilmedikleri için
düşmanın karargâhını Akkuyu’ya ve Sinop’a kurmasını isteyenleri iktidara getiriyorlar.
Ey Çernobil gençliği! Ve sizlerin
atom bombası denemeleri kuşağı
anne ve babalarınız! Bu kitap, sağlığınızı,
çevrenizi ve insan haklarınızı rehin
alanların ve sizi radyasyon tutsağı yapanların geçmişte size yaptıklarını ve
bundan sonra yapacaklarını görmenizi,
bilmenizi, anlamanızı ve onları vicdanlarınızda yargılamayı amaçlamaktadır.
İYİLERİN YANINDA
Sinek Sekiz Yayınları
Yazar: Vandana Shiva
Çeviri: Çağrı Ekiz
Bu kitap Hintli bir kadının Himalaya’ların eteklerine kurulmuş küçük köyünden çıkıp toplumsal ekoloji
konusunda dünyanın en önemli uzmanlarından biri haline gelişini anlatıyor. Bu aynı zamanda bir quantum
fizikçisinin, kariyerini bir kenara bırakıp
kendini doğduğu topraklara adamasının ve tüm bunların arkasında yatan
meselelerin yani doğal kaynakların
özelleştirilmesinin, gelişmekte olan ülkelerdeki pazarların liberalleştirilmesinin de hikayesi. Bir modern zaman
kahramanının; Vandana Shiva’nın yaşamını, fikirlerini ve doğa için verdiği mücadelelere ilk ağızdan okumak
isteyenlere.
Ağustos 2012
97
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 98
DUYDUNUZ MU?
Kitap sayfalarının sanatsal yolculuğu…
Sanatta sürdürülebilirlik ve geri
dönüşüm, son günlerde en çok dikkat
çeken konulardan. Eski kitapların
“yeniden kullanım” macerasını geri
dönüşüm tesisinde sonlandırmak istemeyen İngiliz sanatçı Sue Blackwell,
eski kitaplardan tasarladığı kağıt
heykellerle onlara ikinci bir “yaşama”
şansı veriyor/tanıyor.
Hikayeler anlatan kitap sayfalarından,
bambaşka yeni hikayeler anlatan
Blackwell, Londra’daki Royal Collage
of Art’ta tekstil eğitimi almış bir sanatçı.
Çin’e ait bir “kağıt kesme” sanatı
kitabından esinlenen Blackwell, kendi
kişisel tekniğini üniversitedeyken
geliştiriyor. Blackwell hayret ve
melankoli duygularını temsil etmek için
kağıdın kısa ömürlü, geçici ve mütevazi
özelliklerini kullanıyor. Eski kitapların
sayfalarını keserek “Son tekboynuz”
“Oduncunun kulübesi” “Ormandaki kız”
gibi başlıklarda olduğu gibi peri masallarından ve halk hikayelerinden esinlenen eşsiz mekanlar yaratıyor.
Sanatçının eserlerine bir göz atmak
aynı zamanda sınırlı sayıda üretilen bu
çevre dostu sanat ürünlerinden edinmek isteyenler, Blackwell’in
http://www.sublackwell.co.uk/ adresine buyurabilirler…
İlk yeşil adımınızı ne
zaman atacaksınız...
Bilindiği gibi ayakkabı tüketimi, artık
ihtiyacın da ötesinde, bir modayı takip
etme biçimi. Yapılan bir araştırmaya
göre 2011 yılında Amerika’da çöpe
giden ayakkabı sayısı 300 milyon çiftten
fazla. “Dost başa düşman ayağa
bakar” deyimini pek umursamıyor olsak
da, çevre dostu olduğumuzu “dosta
düşmana “ göstermenin tam sırası,
çünkü dünyanın ilk %100
geridönüştürülebilir ve sıfır atık üreten
spor ayakkabısı üretildi. Amerika
doğumlu firma REMYXX’nin ürettiği
spor ayakkabılar, geridönüşümün
önemini “ayaklardan” başlayarak
vurguluyor. Tüm REMYXX spor
ayakkabılar, yaşam döngüsünü
tamamladığında, ayakkabıyı oluşturan
tüm parçalar, yeni bir çift ayakkabıya
dönüşmek üzere bir döngü sağlıyor.
Amerika’da yoğun ilgi ile karşılanan ve
moda ikonu Perez Hilton’un bile
blogunda kendine yer edinmiş özel
karışım plastik ve keten kumaş gibi
malzemelerden üretilen bu çevre dostu
ayakkabılar, sürdürülebilir geleceğe
98 Ağustos 2012
“ekolojik moda” penceresinden
bakmamızı sağlıyor. Aynı zamanda
ayakkabının üst ve arka kısmında
bulunan “recycling/geridönüşüm”
simgesi ile de , insanlara aynı zamanda
sürdürlebilirliğe giden ilk yeşil adımı
attığınızı göstermek mümkün.
REMYXX’nin tasarlayıp üretimine
başladığı bu ekolojik ve %100
geridönüştürülebilir ayakkabılar, en çok
tüketilen moda endüstrisi ürünlerinden
biri olarak umarız tüm ayakkabı
sektörüne de ışık tutar.
http://www.remyxxsneakers.com
Suyu yeniden düşünün...
Pet şişe ve içme suyu ilişkisi
arasında o ayrılmaz bağ artık kopma
noktasında. Öyle ki dünyada ve
Türkiye’de içme suyu sağlayan
firmaların “cam şişe” su üretimine (artan
satış fiyatına sahip olsa da) geçmeye
başladıkları gözden kaçmıyor. Pet
şişelerde bulunan Bisphenol A (BPA)
maddesinin göğüs kanserinden düşük
sperm sayısına, diyabetten prostat
kanserine kadar pek çok hastalığa
neden olduğunu açıklayan bilim
insanları, BPA’nın suya sızarak bu
tehlikelere yol açtığına dikkat çekiyor.
Plastik şişelerin insan sağlığına zararı
boyutunun yanı sıra, her yıl tüketilen
milyonlarca plastik şişe çevre için de
tehlike yaratıyor.
İskandinav tasarım ürünü Retap, işte
bu noktada karşımıza çıkıyor. Temiz
musluk suyu ve cam şişede su
tüketimini teşvik eden Retap cam su
şişeleri, 300 ve 500 ml’lik boyutlarıyla
hem sağlığı koruyor, hem de
sürdürülebilirliğe katkı sağlıyor. Firma
yetkilileri, ürünün çıkış hikayesini ise şu
sözlerle anlatıyor: “Retap fikri ilk önce
okyanuslardaki plastik şişelerin yol
açtığı “plastik adalar” ile ilgili yazılar
okuduktan sonra ortaya çıktı. 2009
yılında Kopenhag’da düzenlenen iklim
buluşması ile birlikte şişe suyunun
çevrede yarattığı negatif etki hakkında
daha çok bilgilendik. Bir şeyler
yapılması gerektiğini hissettik ve
böylece özellikle musluk suyu içmek
için bir ürün tasarlamayı kafamıza
koyduk”
Yeniden kullanıma uygun Retap
şişeleri, gerek tasarımı gerekse üretim
şekliyle dikkat çekiyor. Borisilikat
camdan üretilen ve BPA içermeyen
Retap şişeler, bakteri çoğalmasını
engelleyen pürüzsüz bir yüzeye sahip.
İskandinav tasarımının inceliğini de
barındıran Retap şişeler, aynı zamanda
2011 yılı Red Dot Tasarım Ödülü sahibi
olmasıyla da dikkat çekiyor. Şişe ve
kapakları bulaşık makinesinde
yıkanmaya elverişli olan Retap su
şişeleri, yeniden kullanım imkanı
sağlaması, BPA içermemesi ve özellikle
bireylerden kurumlara kadar herkesin
sağlık ve çevre dostu bir yaklaşımla su
tüketimini “yeniden” düşünmesini
sağlıyor.
http://www.retap.dk/home
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 99
En çevreci moda burada!
Sabancı Üniversitesi, kadın işsizliğinden
çevrenin korunmasına kadar çok farklı
iki amaca hizmet eden ve Türkiye’nin iki
önemli toplumsal sorununa çözüm
üretmeyi amaçlayan toplum merkezli
bu projeye destek olmaya karar
verdiler. Sponsorlarının iş ve
sürdürülebilirlik hedefleri ile tam uyum
sağlarken, önemli sorunlara anlamlı
çözümler üretmeyi hedefleyen
Çöp(m)adam projesi ile, Unilever
Türkiye ve Sabancı Üniversitesi, son iki
yıldır dünyamiza daha etkin katkı
sağlamak için güçlerini birleştirmiş
durumda.
Türkiye’de kadın istihdamının ve geri
dönüşümün önemi üzerinde denemeler
yaparak Ayvalık’ta yerel bir kalkınma
projesi olarak hayata geçirilen “çöp (m)
adam” projesi, ambalaj atıklarını
yaratıcı, farklı, estetik ve benzersiz
şekilde kullanıp, satışa sunuyor.
Unilever Türkiye ana sponsorluğu ve
Sabancı Üniversitesi desteğiyle hayata
geçirilen proje kapsamında ambalaj
atıklarından çanta ve cüzdan gibi
ürünler tasarlanıyor. Tamamen atık
malzemeden ve hayatları boyunca
düzenli geliri olmamış ev kadınları
tarafından üretilen ürünler tek ve
sahibine özel olmasıyla dikkatleri
üzerine çekiyor.
Çöp(m)adam logosu taşıyan her
ürününün içerisinde, projeyi anlatan ve
o ürünün kimin tarafından yapıldığını
belirten bir karne bulunuyor. Bu karne
aynı zamanda ürünün tasarımcısı ve
yaratıcısının size özel imzaladığı bir
sertifika niteliği taşıyor.
Tüketim kültürünün baş tacı “moda”
sektöründe sürdürülebilirlik tartışmaları
ve çalışmaları devam ederken
karşımıza çıkan çöp (m)adam ürünleri,
modayı takip ederken çevresel
duyarlılığı da es geçmememizi sağlıyor.
Hem geri dönüşüm ve çevrenin
korunmasında bir adım atmak hem de
kadın istihdamını desteklemek için iyi
bir sebep sunan projenin internet
sitesinde yer alan ifadeler, çöp (m)
adam ürünlerine sahip çıkmak için
yeterli görünüyor: “Biz sadece ürün
satmıyoruz, dünyanın geleceği için
pozitif etkiye sahip olan bir değer
katıyoruz. Adil ticaret yapıyoruz. Bizim
amacımız, mevcut ticari ortamda
olduğunun aksine çalışanları ve çevreyi
istismar etmeden yüksek kaliteli ürün
üretmek.” Balıkesir Ayvalık ve
Diyarbakır’daki üretim atölyelerinde
üretilen çöp(m)adam ürünlerine ayrıca
Morhipo ve WWF/Panda Dükkan online
alışveriş sitelerinden ulaşabilirsiniz.
Değerli olanın ne olduğunu
sorgularken, Türkiye’de kadın
istihdamının ve geri dönüşümün önemi
üzerinde denemeler yaparak Ayvalık’ta
yerel bir kalkınma projesi olarak hayata
geçirilen “Çöp(m)adam”, ambalaj
atıklarını yaratıcı, farklı, estetik ve
benzersiz şekilde kullanıp, satışa
sunmayı hedefliyor.
Bir köyün atığı sanata dönüşürse
Hollandalı sanatçı Florentin Hofman,
birbirinden ilginç projeleriyle adından
sıkça söz ettiren bir isim. Hofman’ın
dev heykelleri, herhangi bir kentte
aniden karşınıza çıkabilir...
Bunlardan biri de, Hollanda’nın
Leens köyünü 2003 yılından beri
gözetleyen bu dev kırmızı köpek.
Köpeğin adı Max. Patates kasası,
saman, halat ve metal kablo gibi
tamamen bölgedeki atık
malzemelerden üretilen dev heykel
Max, parlak kırmızı folyoyla kaplanarak
hava koşullarına dayanıklı hale
getirilmiş. Hofman’ın Leens kasabasının
gençleri ile birlikte 2 ayda inşa ettiği dev
köpek Max, şimdiden köyün kültürel
mirası arasındaki yerini aldı. Samandan
parmak arası terliğe kadar pek çok
malzemeyi sanata dönüştüren
Hofman’ın diğer “dev” projeleri,
http://www.florentijnhofman.nl
adresinde görülebilir.
Günlük hayatımızda sürekli
kullandığımız ürünlerin hiç düşünmeden
çöpe attığımız ambalajlarından,
hayatları boyunca düzenli gelire sahip
olmamış kadınlar tarafından üretilen
çöp(m)adam ürünlerini hepsi özgün ve
benzersiz bir tasarıma sahip olup,
üreten çöp(m)adam tarafından
imzalanmıştır.
Bu yazıyı okumak için geçireceğiniz
10 dakika içerisinde dünya çapında
5.000.000 ton çöp üretiliyor olacak.
Konu çevrenin korunmasına gelince,
bizim için dünyamız ile sürdürülebilir
şekilde yaşamaktan daha önemli
hiçbirşey yok. Biri iş hayatında, diğeri
akademik camiada, her zaman sosyal
sorumluluk ilkeleri çerçevesinde
hareket eden Unilever Türkiye A.Ş. ve
Ağustos 2012
99
ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 100
Gelecekten
sorumlu
olanların
dergisi
100 Ağustos 2012
Reklam rezervasyon ve proje paylaşımı için;
0216 291 2520 numaralı telefondan yada
bilgi@ikibin50dergisi.org
adresinden bizimle irtibata geçiniz.
www.ikibin50dergisi.org