ikibin50 SAYI 1 - ikibin50 Dergisi
Transcription
ikibin50 SAYI 1 - ikibin50 Dergisi
IKIBIN50_1_KAPAK_Layout 1 7/26/12 12:00 PM Page 1 ikibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi Sayı 1 Ağustos 2012 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 1 İMTİYAZ SAHİBİ Ömer Dinkçioğlu omer@ikibin50dergisi.org SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Eren Cerciz ikibin50 Sayı 1 Ağustos 2012 sürdürülebilir gelecek dergisi eren@ikibin50dergisi.org GENEL YAYIN YÖNETMENİ Sevda Yayla sevda@ikibin50dergisi.org EDİTÖRLER Gülçin Kocabuğa Eren Cerciz Tuğyan Kepkep editor@ikibin50dergisi.org REKLAM KOORDİNATÖRÜ Adem Tavukcu adem@ikibin50dergisi.org ABONE HİZMETLERİ HALKLA İLİŞKİLER Saadet Kaya İKİBİN50 SÜRDÜRÜLEBİLİR GELECEK DERGİSİ saadet@ikibin50dergisi.org HABER MERKEZİ haber@ikibin50dergisi.org 0216 2912520 TASARIM VE YAYINA HAZIRLIK Nermin Kahraman nermin@ikibin50dergisi.org KAPAK GÖRSELİ www.imaginaryfoundation.com KATKIDA BULUNANLAR Didem Çivici, Emine Yükse, Esra Demir, Filiz Telek, Gülay Özcan, Nilay Canbay, Ömer Akyürek, Özgür Gürbüz, Özlem Bahadır İsimler alfabetik sıraya göredir. YÖNETİM YERİ Libadiye Cad. Bakü Sok. No:3 Daire:2 Ataşehir, İSTANBUL Tel: 0216 2912520 Faks: 0216 2911799 www.gizmoiletisim.com BASIM YERİ Tor Ofset Hadımköy Yolu Akçaburgaz Mahallesi 4.Bölge 9. Cadde 116. Sok. No:2 Esenyurt İSTANBUL Tel: 0212 886 3474 YAYIN TÜRÜ Yerel Süreli - İki ayda bir yayınlanır. Bu derginin dağıtım sponsoru Lokman Geri Kazanım A.Ş.’dir. İKİBİN50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisinde yayınlanan yazı ve fotoğrafların yayıncı izni alınmadan ve kaynak belirtmeden kısmen veya tamamı alınamaz. Dergide yayınlanan yazılardan yazarlar, reklamlardaki haksız rekabet ve yanıltıcı unsurlardan reklam veren sorumludur. www.ikibin50dergisi.org UMUTLARI GERÇEĞE DÖNÜŞTÜRMEK İÇİN… İnsanların zamanın ruhuna ayak uydurma konusunda üstün bir becerisi var. Özellikle de günümüzün takip edilemez teknolojik gelişimi ve yaşamın koşturmacası içinde değişimleri daha algılayamadan, rüzgara kapılıp gidiyoruz. Belki de gittiğimizi düşünüyoruz ancak “Dünya”nın bizi takip etme noktasında başarılı olduğunu söylemek zor. Temposunu düşürmüşe benziyor daha çok. Eskisi kadar petrol sağlayamıyor mesela, denizleri temiz tutamıyor. Temiz bir hava soluttuğu da söylenemez. Ağaçları tükeniyor, havası ısınıyor, kirleniyor. Üzerinde çok fazla insanın yaşamasına izin veriyor ama bu insanlara kaynak sağlamakta zorlanıyor… Yaşanan çevresel sorunlar karşısında dünyayı suçlamak sanırım yapabileceğimiz en son şey bile değil. Ancak çözüm noktasında yaşanan tıkanıklıklar ve eylemsizlik, ileride bu durumun yaşanmasına neden olursa şaşırmak gerekir mi bilmiyorum? Çünkü en iyi ihtimalle kanser olacağını bile bile sigara içmeyi kabullenen insanoğlunun, dünyanın bu iç çekişmeleri sonucunda nereye varacağını umursamasını beklemek biraz zor. Rio + 20 zirvesinde yaşananlar bile, karar verici mercilerin bu konuyu ne kadar umursadığını ortaya koymuyor mu zaten? Ya da nükleer kazaların yarattığı olumsuz sonuçlara rağmen hala “ticari” yatırım olarak değerlendirilmesi? Olumsuzlukları sıralayıp iç karartmaya gerek yok. Yaşananlar fazlasıyla ortada. Ama ‘her zaman bir umut vardır’ demek de içimizi rahatlatmayacak. Çünkü “Dünya”nın umuttan çok daha fazlasına ihtiyacı var; EYLEM… Kurulu düzeni bir anda bozup her şeyin daha sağlıklı ve “Dünya”ya zarar vermeyecek hale gelmesini beklemek elbette ki doğru değil. Zaten “beklemek” başlı başına bir sorun. Harekete geçmenin, kısacası aya ilk adım atıldığında söylendiği gibi “Dünya için küçük ama insanlık için büyük bir adım” atmanın tam da sırası. İkbin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi olarak bizler de ilk sayımızdan itibaren bu küçük adımları atanları, umut ederek beklemek yerine eyleme geçenleri ve umutları gerçeğe dönüştürenleri, dünyanın daha sürdürülebilir bir yer olması için çaba gösterenleri sizlerle buluşturmaya çalışacağız. Bu tarihten yaklaşık 5 yıl önce Türkiye’de geri dönüşüm konusunun yeni yeni konuşulmaya başladığı bir dönemde Recycling Teknoloji Dergisi’ni çıkartmıştık. Eylemsel anlamda ilk deneyimimizin ardından gelişen ilişkiler bizi yeni bir dergiyi, Ekoyapı Ekolojik Yapılar ve Yerleşimler Dergisi’ni hazırlamaya götürdü. Geri dönüşüm ve çevre teknolojileri konusunun ardından ekolojik yapı ve yerleşimler konusuna odaklanmak, çevresel anlamda gerçekleştirilen faaliyetleri, eylemleri daha da yakından takip etme olanağı sağladı. Bugün objektifi daha geniş bir alana çevirip İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi ile eylemsel faaliyetlerimize devam etmeye çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki günümüzün alışılmış iş yapış şekillerini devam ettirdiğimiz sürece ve çevre için harekete geçmediğimiz sürece 2050 yılına geldiğimizde üzerinde yaşanılacak bir dünya kalmayacak. İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi Yazı İşleri Ekibi Ağustos 2012 1 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 2 İÇİNDEKİLER 44 4 ATIK ELEKTRONİK ATIK BİLMECESİ ÇÖZÜLDÜ MÜ? NEDEN? 2012’DEN 2050’YE... Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyaların Kontrolü Yönetmeliği yürürlüğe girdi. Peki, ne değişti? Evciler Kimya ve Elektrik Mühendisleri Odası gelişmeleri yorumluyor. 2050 yılına doğru giderken birçok karamsar tabloyla karşılaşıyoruz. Ama önemli olan bu karamsarlığın içinde daha sürdürülebilir bir gelecek sağlayacak olanları desteklemek… 20 48 GÜNCEL RİO +20 ZİRVESİ Beklenen Rio + 20 Zir vesi sonuçlandı. Birçok hükümet sonuçtan memnun. Ancak STK’lar, zir ve sonuçlarını yetersiz ve sığ buluyor. Sonuç; yine bekleyerek göreceğiz… 26 GÜNCEL DÜNYAYI YEŞİL EKONOMİ Mİ KURTARACAK? MERCEK 52 YEŞİL BİR OFİSTE ÇALIŞMAK MI? Küresel ısınmaya karşı önlemler ve karbon ayak izinin azaltılması kurumsal sürdürülebilirlik politikaları ile birleşince ortaya çıkan yeni bir kavram: Yeşil Ofis. 56 MEVZUAT KENTSEL DÖNÜŞÜM YASASI GERÇEK İHTİYACA UYGUN MU? ENERJİ BAK ŞU ATOMUN YAPTIKLARINA 60 ATIK ÇÖP İÇERİ KAYNAK DIŞARI Yerel yönetimlerin atıkların toplanması, geri dönüştürülmesi ve bertarafı konusunda farklı çalışmalara imza atıyor. Londra Belediye’si tarafından hazırlatılan rapor ise bu konuda oldukça iddialı projeler ileri sürüyor. 2 Ağustos 2012 İÇİ DIŞI YEŞİL BİR OFİS ORGANİK ÇARŞIYA ALIŞVERİŞE GİDERKEN EVDEKİ SAĞLIKTAN OLMAYIN Veriler açıkça gösteriyor ki, hayatımızın vazgeçilmezi tekstil ürünleri, üretim aşamasında kullanılan hamledeler, kimyasallar nedeniyle sağlığımızı tehdit ediyor. Bu noktada organik tekstilin gelişimi ise hayati önem taşıyor. Akkuyu Nükleer Santrali ile ilgili gelişmeler birçok çevreyi tedirgin etti. Ancak geriye doğru atılacak bir adım yok. Bu süreçte nükleer enerji üretimi konusunda tarihte neler yaşandığını biliyor muyuz? 40 PROJE 5 katlı ve 3 adet iç bahçeli olarak tasarlanan ofis yapısı, enerji, ısınma ve su ısıtma ihtiyaçlarını yerel jeotermal enerji kaynaklarından sağlıyor. Bu yeşil bir ofis projesinin öne çıkan özelliklerinden sadece biri. Kentsel dönüşüm uygulamaları birçok çevre tarafından sıklıkla tartışılıyor. Peki, nereden çıktı bu uygulamalar ve biz neleri deneyimledik? 32 MOBİLYA TASARIMINDA ÇEVRE DOSTU YAKLAŞIMLARIN TARİHSEL SÜRECİ Çevre dostu tahribatın her gün artmakta olduğu dünyada, mobilya tasarımları çevreci kriterlere göre nasıl şekil aldı, neler değişti? Emine Yükse, bu değişim sürecini hazırlamış olduğu yazıyla ortaya koyuyor. “Unutmayın, yeşil ekonomi zenginlerin satın alabildiği ürünleri yeşil paketlere koymak için değil, yoksulların yaşamlarını makul bir seviyede sürdürebilmeleri için o ürünleri paylaştırmak ve doğadaki tüm canlıların yasam hakkına sahip çıkmak için var” 28 TASARIM 64 ORGANİK C&A’DAN SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR ADIM - ORGANİK PAMUK Sürdürülebilirlik açısından birçok alanda çalışmalar yaptıklarını da dile getiren Berna Kural ile İkibin50 dergisi olarak C&A’nın sürdürülebilirlik konusuna yaklaşımını konuştuk. ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 3 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi 68 MERCEK İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE KARBON NÖTR OLMAK 88 MERCEK PARAYI YERYÜZÜNE GERİ GETİRMELİYİZ Amerika’da başlayarak dünyaya yayılan ve yerel gıda üreticilerinin desteklenmesini amaçlayan Slow Money hareketinin hedefi çok açık;“1 milyon insan, kazançlarının %1’ni yerel gıda sistemlerine yatırırsa ne olur?” “Küresel ısınma artık tartışmasız bir gerçektir ve bunun önemli bir bölümünden insanoğlu sorumludur.” 70 90 MERCEK TÜRKİYE’DE KARBON TİCARETİ DENEYİMİ RÖPORTAJ CESUR YENİ DÜNYANIN CESUR ANLATICISI DENEYİM 92 SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR HAYAT NE KADAR MÜMKÜN? Batı Amerika’dan yolculuğa başlayarak, daha sürdürülebilir bir dünya isteyen insanların hikayesini anlattığı projesi Cesur Yeni Dünya’nın hikayesini, Türkiye’ye küçük bir mola vermek için uğrayan Filiz Telek’ten dinlemek için buluştuk… 78 DENEYİM EN GÜZEL DERS DOĞADAN ALINIR Uyan ve faydalı bir tür olabileceğinin farkına var! 94 BİR TERS BİR DÜZ BİZ DOĞAYI SEVİYORUZ VE ŞİRKETLER DE BİZİ “Doğa zihnimizde kültürlere göre değişkenlik gösterebilmekle birlikte evrensel çağrışımlarla yüklü öğelerle dolu. Pazarlamacılarsa bu ortak havuzdan dilediğini çekip alıyor” Ekoloji eğitiminin Türkiye’de okullarda verildiğini ve hatta uygulandığını düşünün ya da uygulayanların söylediklerine kulak verin… 80 DAHA YAŞANILABİLİR ŞEHİRLER İÇİN YEREL YÖNETİMLER HAREKETE Sürdürülebilir bir şehirde yaşamak için yerel yönetimlerin elini taşın altına koyması gerekiyor. Gaziantep Belediyesi’de bunu başaranlardan biri… Ticaret kavramına yeni girdiği söylenmese de birçoğumuzun yeni duymaya başladığı Karbon Ticareti konusunu, OAK Danışmanlıkta Yönetici Danışmanı olan Ömer Akyürek, Türkiye üzerinden değerlendirmede bulunuyor. 74 KAMU SİYASET YENİ ANAYASA’NIN DOĞA İLE İMTİHANI Türkiye’nin yeni anayasa yapım sürecine başladığı bu günlerde, tüm akıllarda “yeni anayasa nasıl olacak?” sorusu beliriyor. Kuşkusuz yeni anayasa, toplumun olduğu kadar yaşadığımız çevrenin de geleceğini belirleyecek.. 84 SİYASET İNSANIN ÇEVRE HAKKINDAN DOĞANIN HAKLARINA Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırma Merkezi’nde görev yapan Barış Gençer Baykan, Türkiye’de yaşanan ekolojik anayasa çalışmalarını yorumluyor… DİĞER KONULAR DÜNYADAN VE TÜRKİYE’DEN HABERLER .............................. 8 DOĞAYI GELECEK KUŞAKLARDAN ÖDÜNÇ ALDIK........ 16 MEKSİKA KÖRFEZİNDE NELER OLMUŞTU? ................ 17 ÖĞRENCİLER BİR ŞEYLER YAPIYOR .......................... 18 FİLM MEDIANERAS .................................................. 83 KİTAPLIK ................................................................ 97 DUYDUNUZ MU?..................................................... 98 Ağustos 2012 3 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 4 NEDEN? ikibin50 Dergisi 2 0 1 2 den.. 2 0 5 0 ye. KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ GERÇEĞİNİN KABUL EDİLMESİNDEN BU YANA ÇEVRE ALANINDA BİRÇOK “ŞEY” YAŞANDI. EN AZINDAN GELİŞME OLARAK NİTELENDİRİLEBİLECEK BİRÇOK “ŞEY”. ÇEVRECİ OLARAK NİTELENDİRİLECEK BİRÇOK UYGULAMA HAYATA GEÇİRİLDİ, RAPORLAR HAZIRLANDI, ÇALIŞMALAR YÜRÜTÜLDÜ… T abii bu arada bilim insanları, küresel iklim krizinin durdurulması için yapılması gerekenleri vurgularken yapılmaması gerekenleri raporlaştırdı, duyurdu. Devletler, şirketler, kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütleri kısacası elini taşın altına atmak isteyenler ve atmak zorunda olanlar iklim değişikliğinin durdurulması için sürece dahil olmaya çalıştı ve halen de çalışıyor. Sorunlar ne şekilde değerlendirilirse değerlendirilsin, odaklanılan konu dünyanın kaynaklarının tükenmeye doğru hızla gittiği, bu noktada önlem alınmazsa sona yaklaşıldığı üzerineydi. Hal böyle olunca yayınlanan raporlar belli bir tarihi göstermeye başladı: 2050 Yayınlanan birçok rapor, enerjiden gıdaya, eğitimden yapılaşmaya kadar birçok alanda artan talep ve azalan kaynakların 2050 senesine gelindiğinde, önlem alınmaması durumunda sonuçlarının büyük felaketlere yol açacağını gösterdi. Özellikle OECD Çevre Tahmin Raporunda 2050 yılına ait ilginç çevresel tespitler yer alıyor. Bunların başında artan nüfus, temiz suya ulaşımda yaşanan sorunlar, hava kirliliği, küresel ısınma bulunuyor. İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkına Derneği tarafından yayınlanan Vizyon 2050raporu ise, sürdürülebilir bir dünya neye benzer, bunu nasıl gerçekleştirebiliriz ve böyle bir dünyaya doğru hızla yol almada iş dünyası nasıl bir rol oynayabilir sorularına odaklanıyor. Raporda, “insani değerler, insani gelişim, 4 Ağustos 2012 ekonomi, tarım, ormanlar, güç ve enerji kaynakları, binalar, mobilite ve malzeme” başlıkları çerçevesinde sürdürülebilir bir dünya için yapılması gerekenler sıralanıyor. Günümüz dünyasında iş yapma alışkanlıklarının ne şekilde değişmesi gerektiğini örnekleyerek 2050 yılında s rd r lebilir d nya fotoğrafını çeken rapor, birçok alanda yaşanan gelişmeleri olumlu ve olumsuz sonuçları ile değerlendiriyor. NÜFUS ARTIŞI Yaşanacak sorunların başında yer alan konu artan nüfus. OECD 2050 Çevre Tahmin Raporu'nda, 2050 yılında dünya nüfusunun 9 milyarı aşacağı belirtilmişti. Bu artış enerji tüketiminin de artması, toprak paylaşımında sorunlar ve biyoçeşitliliğin azalması anlamına geliyor. Rapor başta Asya, Avrupa ve Güney Afrika kıtalarında olmak üzere dünyadaki toprak çeşitliliğinin de yüzde 10 oranında azalacağını saptıyor. Buna sebep olarak gittikçe daha fazla arazinin tarım alanı olarak kullanılması, altyapı çalışmalarının ve tüketime dönük ormancılığın gelişmesi gösteriliyor. Nüfus artışı beraberinde kentleşmenin de hızla artması anlamına geliyor. Özellikle kırsal alanda yaşayan insanların kentlere göç etmesi, kırsal üretimi azaltırken kentlerde tüketimi de beraberinde artıyor. Nüfus artışının kontrol altına alınması, yıllardır birçok www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 5 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi “EĞER SU KAYNAKLARIMIZI DAHA ETKİN BİR BİÇIMDE KULLANMANIN YOLUNU BULAMAZSAK, 2050'DE DÜNYA NÜFUSUNUN YÜZDE 40’I SU SIKINTISININ OLDUĞU BÖLGELERDE YAŞAYACAK” ülke politikası arasında yer almasına rağmen eğitim, bilinçlenme gibi nedenlerden dolayı başarıya ulaşılmış değil. Özellikle Asya ülkelerinde nüfus artış oranı çok yüksek. Engellenmesi için en başta eğitim seviyesinin yükseltilmesi ve insanların bu konuda bilinçlendirilmesi gerekiyor. Uzmanlar, nüfus artışının tek sorun olmadığını, beraberinde artan nüfusun ihtiyaçlarının karşılanması noktasında da gerek ekonomik gerekse de sosyal eksiklerden dolayı sorunun giderek büyüdüğüne dikkat çekiyor. Vizyon 2050 raporunda ise 2050 yılına gelindiğinde gezegenin sınırları içinde iyi yaşayabilmek için bütün ülkelerde kökten değişikliklerin şart olduğu belirtiliyor. SUYU NEREDEN BULACAĞIZ? OECD raporunda değinilen diğer önemli konulardan biri de dünyanın küresel ölçekte içme suyuna çok fazla ihtiyaç duyacağı. Küresel su ihtiyacının yüzde 55 artacağına değinen raporda, 2050'de dünya nüfusunun yüzde 40’ının su sıkıntısı çekeceği belirtilmişti. Günümüzde temiz suya ulaşma noktasında en fazla sorun yaşayan bölgelerden biri Afrika. Özellikle sivil toplum kuruluşları ve çeşitli bağımsız örgütler, temiz suya ulaşabilmenin alternatif yollarını bulmaya çalışıyor. Her ne kadar dünya vatandaşlarının temiz suya ulaşma hakları bulunsa da küresel ölçekte yaşanan sıkıntılar, birçok temel hakta olduğu gibi insan hakları noktasında ciddi sıkıntılar yaşanılabileceğini gösteriyor. Rapora göre, sanayide, termal elektrik üretiminde ve evlerde daha fazla kullanılması nedeniyle küresel su ihtiyacı yüzde 55 oranında artacak. OECD Berlin Bürosunun başında bulunan Heino Von Meyer bunun ölümcül sonuçları olduğunu belirterek “Eğer su kaynaklarımızı daha etkin bir biçimde kullanmanın yolunu bulamazsak, 2050'de dünya nüfusunun yüzde 40’ı su sıkıntısının olduğu bölgelerde yaşayacak” diyor. yürüterek temiz suya ulaşma imkanını arttırmaya çalışıyor. Vizyon 2050 raporunda özellikle tarımsal faaliyetlerde kullanılan suyun azaltılmasına yönelik teknolojik çalışmaların arttırılması yönünde öneriler yer alıyor. Sulama yöntemleri başta olmak üzere tarım teknolojilerinde gerçekleştirilecek çalışmalar, su tüketimi konusunda bir yol kat etmemizi sağlayabilir. Ancak temel amaç “güvenli gıda” olması noktasında çünkü gıda ticaretinde korumacılık riski ortaya çıkabilir, yeni gıda ve su teknolojilerinin etik ve estetiği huzursuzluğa neden olabilir. HAVALAR ISINIYOR, KİRLENİYOR Nüfus artışı ve su sıkıntısının yanında yaşanacak hava kirliliği de OECD raporunda yerini alan diğer önemli bir konu. Özellikle hızlı kentleşme ve sanayileşmenin etkisiyle artan hava kirliliğinin ileriki yıllarda insan sağlığını kötü etkileyeceği belirtiliyor. Yaşanacak hava kirliliğinin en olumsuz sonuçları ise erken ölümlere yol açacak olması. Ayrıca küresel sıcaklık artışının uluslararası sözleşmelerle kabul edilen iki derecelik artışın çok daha üzerinde olacağına da dikkat çekiliyor. OECD Berlin Bürosunun başında bulunan Heino von Meyer bu karanlık tabloyu çizenlerin bir avuç karamsar insandan ibaret olmadığına dikkat çekiyor: “Bu senaryo hiçbir şey yapılmaması halinde olacakları tanımlıyor. Ulusal ve küresel düzeyde sonuç alıcı siyasi girişimlerde bulunulmazsa neler olabileceğini ortaya koyuyor. Senaryomuz gerçek bir kâbusu yansıtıyor. Ancak bununla birlikte herkesi derhal harekete geçmeye zorluyor." Von Meyer hava kirliliğine yol açan en büyük faktörün hızlı kentleşme olduğuna dikkat çekiyor: “1970 yılında dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri kentlerde yaşıyordu. Bugün bu oran hemen hemen yarı yarıya oldu. 2050 yılında ise dünya nüfusunun üçte ikisi kentsel bölgelerde ve mega kentlerde yaşamaya başlayacak.” Günümüzde küresel iklim değişikliği ile mücadelede en çok çalışma yapılan alan sera gazı salımlarının azaltılması. Özellikle sanayi alanında tüketilen enerji ve bu enerjinin çoğunun halen fosil kaynaklı yakıtlardan elde ediliyor oluşu, hava kirliliğinin en önemli sebepleri arasında yer alıyor. Yenilenebilir enerjiye geçiş ise günümüzde en çok tartışılan konu. Çünkü yatırımları halen maliyet gerektiren, yeterlilik noktasında fosil yakıtlar kadar başarılı bulunmayan yenilenebilir enerji, günümüzde olmasa bile birkaç yıl içerisinde hem küresel iklim değişikliğinin hem de hava kirliliğinin engellenmesi noktasında kilit rol oynayacak gibi gözüküyor. Vizyon 2050 raporunda yer alan yol haritasının Su sorunun çözümü için odaklanılan nokta suyun verimli kullanılması. Her ne kadar bireysel kullanıcıların günlük su tüketimlerini verimli kullanmaları yönünde teşvikler uygulanmaya çalışılsa da özellikle büyük ölçekte üretim yapan işletmelerin daha fazla önlem alması gerekiyor. Bilim insanları da az kirli suların temizlenerek kullanılabilir olması yönünde çalışmalar www.ikibin50dergisi.org Ağustos 2012 5 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 6 NEDEN? ikibin50 Dergisi izlenmesi durumunda, 2050 yılına gelindiğinde enerji üretiminin büyük bir kısmının yenilenebilir enerji, nükleer ve hidro elektrikten sağlanacağı belirtiliyor. Veriler ışığında, enerji ve güç sektöründen kaynaklanan küresel salımların, alışılmış iş yaşamı tarzına kıyasla yüzde 80 azalacağı bilgisi de yer alıyor. GIDA KRİZİ 2050 yılında olası sorunlardan belki de en önemlisi gıdaya ulaşma noktasında yaşanacak. Artan nüfusun gıda taleplerini karşılamaya yetmeyecek seviyede üretim, ciddi bir gıda krizinin yaşanmasına neden olabilir. Birçok basın organında yayınlanan haberler, “Acaba 2050’ye gelindiğinde böcek yemek zorunda mı kalacağız” sorusunu da bir dönem gündeme taşımıştı. Belki böcek yeme noktasına gelinmeyecek ama kapsüllerden beslenme ihtimali ise sıkça konuşulan konuların arasında yer alıyor. Bütün bu gelişmelerin yanında gıda üretim noktasında ortaya atılan çözümler – genetiği değiştirilmiş organizmalar tartışılmaya devam ediliyor. Ancak güvenilir gıdaya ulaşma noktasında tek sorun üretimin yetersizliği değil. Araştırmacılar, özellikle gelir dağılımındaki adaletsizliğe sıklıkla vurgu yapıyor. Çünkü güvenilir gıdaya ulaşma konusunda en çok sıkıntı yaşayan kesimin, gelir durumu düşük insanlardan olduğu biliniyor. 6 Ağustos 2012 SONA GELMEDEN 2012 yılının Aralık ayı ile ilgili söylenen kehanetleri daha deneyimlememişken şimdiden 2050 yılına dair kehanetler üretilmeye başlandı. Somut adımların atıldığını görmek her ne kadar azalan umudu arttırmak noktasında işe yarasa da devamının gelmemesi durumunda yazılıp çizilen senaryoların gerçekleşmeye başladığını hep birlikte görüyor olacağız. Kehanetlerin gerçekleşmemesi için yapılması gerekenler birçok konferans, toplantı, zirve ve benzeri platformda tartışıldı, konuşuldu, kararlar alındı, imzalar atıldı… Halen de görüşülmeye, tartışılmaya ve çözüm noktasında nelerin acil olarak uygulamaya girmesi gerektiği konuşulmaya devam ediliyor. Konuşulmanın da ötesinde birçok uygulamanın hayata geçirildiğini görüyoruz. Ancak korkulan, dünyanın yaşamaya çalıştığı bu yeşil dönüşümün ekonomik çıkarlar nedeniyle başarısızlığa uğraması. Çünkü “yeşil” adı altında gerçekleştirilen her uygulama, akıllarda “acaba” sorusunu doğuruyor. Elektrikli araçların kullanıma başlanılması günümüzde giderek artıyor. Ancak o arabalar için kullanılacak elektrik yine fosil yakıtlardan elde edilecekse sorunun ne kadarı çözülmüş olacak? Ya da elektrikli araçlar trafik sıkışıklığını ortadan kaldıracak mı? Dünya genelinde yeşil bina sayısı giderek artarken yoksul kesimin barınma ihtiyacının karşılanması için ne gibi öneriler getirilecek? Gıda yetersizliğinin yaşanması durumunda ekonomik gücü yeterli olmayanlar güvenilir gıdaya hangi güçle ulaşabilecek? Nükleer enerji konusunda planlanan yatırımlarda geçmişten ders alınacak mı? Yenilenebilir enerji, fosil yakıtların kullanımına gerek duymadan enerji ihtiyacını karşılamaya yetecek mi? Her şeyden öte, teknolojik anlamda yaşanan gelişmelerde etik kaygılar önemsenecek mi? Aslında tartışmaların ve soruların temelinde, yazının önceki bölümlerinde de belirtildiği gibi, gelir dağılımındaki adaletsizlik yatıyor. Gücü elinde bulundurulanlar, yeşil dönüşümde de tavırlarında değişiklik yapmayacaklarsa değişimden söz etmek gerçekten mümkün mü? İKİBİN50 Dergisi olarak önümüzde bulunan bu karamsar tablonun olumlu yönde değişebileceğini düşünüyoruz. En azından bu yönde emek harcayan, çabalayan, düzeni değiştiren ve imkansızlıklara rağmen sürdürülebilirliğin her kesime yayılması yönünde çalışma yapanları önemsiyoruz ve bu yönde çalışma yapanların sesini duyurmak üzere yola çıkıyoruz. 2050’ye geldiğimizde, biz görmeyeceksek bile gelecek nesillerin daha yaşanılabilir bir dünya görmesi için… www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 7 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:57 AM Page 8 HABER ÖZGÜR NEHİRLER İÇİN! Her yıl tüm Avrupa'da düzenlenen Büyük Atlama, Türkiye'de de Hasankeyf'ten Burdur'a, Samsun'dan İzmir'e yaklaşık 30 noktada gerçekleştirildi. Büyük Atlama'nın amacı; bir yandan nehirlerin yaşaması için mücadele verirken bir yandan da nehirlerin bizim için ne kadar değerli ve vazgeçilmez olduğunu bizzat suyu kucaklayarak hatırlamak. Tüm Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de nehirlerin üzerindeki tehditlerin başında barajlar ve hidroelektrik santraller geliyor. Anadolu'nun hemen BİR TÜR DAHA YOK OLDU! Türünün son örneği olduğu için Yalnız George olarak anılan dev su kaplumbağası geçtiğimiz günlerde 100 yaşındayken öldü. Türdeşleri 200 yaşına kadar yaşayabilen dev su kaplumbağası, İngiliz doğa tarihçisi Charles Darwin'e evrim teorisinde ilham kaynağı olan Pinta kaplumbağalarının sonuncusuydu. 1972 yılından bu yana koruma altında tutulan Yalnız George, Ekvator Galapagos Ulusal Parkında, bakımcısı tarafından ölü olarak bulundu. Türünün 8 Ağustos 2012 devamı için öncesinde komşu adalarda yaşayan diğer Galapagos kaplumbağalarıyla çiftleştirme çabalarına girişilmesine rağmen olumlu sonuç alınamamıştı. Park yetkilileri, George’un bedeninin gelecek nesillerin görebilmesi amacıyla muhtemelen mumyalanacağını belirtiyor. hemen tüm dereleri, nehirleri enerji üretimi gerekçesiyle şirketlere devredildi. Yüzlerce yıldır vadisinde doğa dostu geleneksel bir yaşam sürdüren yerel halkın geleceği ile birlikte Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğinin yüzde 80'i de suyun borulara ve tünellere hapsedilmesi nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Büyük atlamanın geçen sene Türkiye’de ilk defa gerçekleştiği ve Türkiye'deki son büyük doğal nehir olan Dicle Nehri üzerinde kurulması planlanan Ilısu Barajı yapılması durumunda, Yukarı Dicle Vadisi ve 10 bin yıllık tarihi Hasankeyf kenti geri dönüşü olmayacak bir şekilde yok olacak ve on binlerce insan yurtlarını terk etmek zorunda kalacak. Hasankeyf ve Dicle Vadisi UNESCO Dünya Mirası kriterlerinin onda 9'unu sağlayan dünya üze- rindeki tek yer. Nehirlerin yaşam kaynağımız olduğunu belirten Doğa Derneği Genel Müdürü Engin Yılmaz, “Planlanan 2000 baraj ve HES projesi gerçekleştiği takdirde Türkiye'de özgür akan tek bir nehir bile kalmayacak, göllerimiz kuruyacak, denizlerimizde yaşam olmayacak. Oysa bizler suyla olan bağlarımızı yeniden hatırlamak, suyla bütünleşmek ve yaşam kaynağımızı korumak istiyoruz. Hasankeyf örneğinde olduğu gibi bir avuç kazanç uğruna nehirlerimizin "yenilenebilir enerji'' adı altında baraj ve HES’ler ile yok edilmesine sessiz kalmayanlar Anadolu’nun dört bir yanında suyu şükranla kucaklayarak nehirlerin ortak yaşamımız için ne kadar değerli ve vazgeçilmez olduğunu hatırlattılar.” dedi. AB ÜÇÜNCÜ HEDEFİ TUTTURAMAYACAK AB Komisyonu, Avrupa'nın enerji bağımlılığını azaltmak üzere enerji verimliliği yönetmeliği için harekete geçti. AB iklim koruma planı çerçevesinde üç hedef belirlemişti. Bu hedefler; 2020 yılına kadar toplam enerji tedarikinde yenilenebilir enerji payının yüzde 20'ye ulaşması, karbondioksit salımının 1990 seviyesine göre yüzde 20 oranında düşürülmesi ve yüzde 20 oranında enerji tasarrufu. AB Komisyonu'nun enerjiden sorumlu üyesi Günther Oettinger, acil frene basma zamanının geldiği düşünüyor. İlk iki hedefin tutturulabileceğini, ancak üçüncünün mümkün görünmediğini belirten Oettinger, “Enerji verimliliği, yıllardır enerji gündemimizin en önemli ve en zayıf noktası” diye konuştu. AB, şu ana kadar olduğu gibi devam edilmesi durumunda yüzde 20 yerine sadece yüzde 10'luk enerji tasarrufu yapabilecek. Şu an müzakereleri süren AB enerji verimliliği yönetmeliği ile Avrupa Komisyonu, üye devletleri enerji tasarrufuna zorlayabi- lecek. Avrupa Parlamentosu Yeşiller grubu üyesi Claude Turmes ise yönetmeliğin şimdiden bazı ülkeler tarafından sulandırıldığı imasında bulundu. Örneğin yönetmelik, elektrik tedarikçilerinin, sattıkları elektrik miktarını yüzde 1,5 oranında azaltmalarını öngörüyor. Komisyon'un bir başka planı, tüm kamu binalarının enerji tasarrufu sağlayacak şekilde hızla tadilata alınması da Almanya'nın baskısıyla yumuşatıldı. Böylece sadece merkezî yönetime bağlı binalar tadilata alınacak, belediye ve yerel yönetimlere bağlı kamu binaları maddenin dışında kalacak. Halbuki bina yalıtımı enerji tasarrufunda en etkili önlemlerden biri olarak kabul ediliyor. ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 9 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi BİLET YERİNE DÜRBÜN ALIN Kaş'taki sivil toplum kuruluşları, yunus parklarına karşı Nisan ayında bir protesto gösterisiyle başlattıkları mücadeleyi, Haziran başında yunusların ait olduğu doğal yaşamları hakkında verdikleri seminerlerle okullarda sürdürdü. Geçtiğimiz günlerde öğrenciler velileri ile Kaş Sualtı Derneği üyesi dalış merkezlerinin teknelerinde misafir edilerek "dürbünle yunus gözlem turu"na çıkarıldı. 2-4 Temmuz tarihleri arasında toplam 31 öğrenci Kaş Sualtı Derneği (KASAD) üyesi dalış merkezlerinin teknelerinde dernek tarafından sağlanan dürbünler ile yunus gözlemledi. Tekne turu öncesi doğada gözlem yapma konusunda WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Kaş-Kekova Deniz Koruma Alanı Proje So- rumlusu ve Deniz Biyoloğu Nilay Akça tarafından bilgilendirilen öğrenciler, origami ile yunus yapmayı ve dürbün kullanmayı öğrendikten sonra tekne yolculuğu sırasında yunus gözlemledi ve "doğa günlükleri"ne notlar aldı. Her turda yunusları gören ilk öğrenci Kaş Promarin tarafından hediye edilen, üzerinde Yunuslara Özgürlük Platformu'nun amblemi olan bir t-shirt kazandı. Ağustos ayında, seminerlerde ve gözlem turlarında çekilen fotoğraflar farkındalığın daha geniş bir kitleye yayılması amacıyla Kaş'ta sergilenecek. Yunuslara Özgürlük Platformu'nun yaş gruplarına uygun olarak hazırladığı ve Kaş Sualtı Derneği üyelerinden öğretmenlerin sunduğu seminerler üç lise ve iki ilköğretim okulunda gerçekleştirildi. Seminerlerde deniz memelile- rinin, özellikle de yunusların doğal yaşamları hakkında bilgi verildi, yunusların doğada ve tutsaklıktaki yaşam koşulları karşılaştırıldı. Seminerlerin sonunda, yunusları yapay şovlarda tanımak yerine doğada izlemenin zevkini aşılamak amacıyla çocuklar ücretsiz 'dürbün ile yunus gözlem turu' için dalış teknelerine davet edildi. EKOLOJİK SOSYAL GİRİŞİMCİLİK YAZ OKULU Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ve İstanbul Bilgi Üniversitesi, 11-17 Ağustos tarihlerinde derneğin Çamtepe Ekolojik Yaşam Merkezi'nde “Ekolojik Sosyal Girişimcilik” başlıklı bir yaz okulu düzenliyor. Okula katılan öğrencilerin, insan etkinlikleriyle gezegenin temel sorunları arasındaki bağlantıların farkına varabilmeleri, sosyal sorumluluk ve sosyal girişimcilik kavram ve eylemleri hakkında bilgilenmeleri, çalışacakları alanda yaşamın bütünü için fark yaratma yollarını araştırabilmeleri amaçlanıyor. “Ekonomi, Tarım, Turizm ve İnsan Yerleşimlerinde Ekolojik Yaklaşımlar Üzerine” alt başlığını taşıyan dersin koordinatörlüğü İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Alper Akyüz ve Buğday Ekolojik Yaşam Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Güneşin Aydemir tarafından yürütülüyor. Dersi tamamlayan öğrencilerin insan etkinliklerinin ve gezegenin temel sorunları ile arasındaki bağlantıların farkına varabilmeleri, sosyal sorumluluk ve sosyal girişimcilik kavram ve eylemleri hakkında derinlemesine, somut ve eleştirel bir bilgi temeli geliştirmeleri, ekolojik yaşam pratikleri geliştiren kişi, kurum ve çalışmalar hakkında birinci elden bilgi edinmeleri ve bütüncül bir bakış açısıyla kendi yaşamlarında ve çalıştıkları / çalışacakları alanda yaşamın bütünü için fark yaratma yollarını araştırabilmeleri amaçlanıyor. Bu amaca uygun olarak program derslerin verileceği Çamtepe Ekolojik Yaşam Merkezi’nin (Çanakkale Küçükkuyu) bulunduğu Kaz Dağları yöresindeki uygulamalı örnekler üzerinden inceleme gezileri, tartışma oturumları, tartışma ve rol oyunları, çeşitli alıştırmalar, belgesel filmler ve zanaat ustaları ile uygulamalı programların (sabun yapımı vb.) dünya sistemine küresel ve bütüncül bir bakış ve diğer kuramsal analizler ve politika önerileri çerçevesinde ele alınması yöntemini izleyecek. Derse katılmak isteyen üniversite öğrencileri, iletişim için Alper Akyüz’le bağlantıya geçmesi gerekiyor. alper.akyuz@bilgi.edu.tr Ağustos 2012 9 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 10 HABER HAYVAN DENEYİ İBARESİ KAMPANYASI “T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğüne, T.C. Sanayi Bilim ve Teknoloji Bakanlığına, Türkiye piyasasında satılan tüm gıda, kozmetik ve temizlik ürünlerinin ambalajlarında, "Hayvan Deneyi Uygulanmıştır / Uygulanmamıştır" simgesinin zorunlu hale getirilmesini arz ederim. Ürünlerin vegan ve vejetaryen olanlarında da bu durumun açık simgelerle belirtilmesini tüketicinin bilgi alma özgürlüğü ve tercih hakkı açısından arz ederim. Saygılarımla” Yukarıda görmüş olduğunuz dilekçe, geçtiğimiz günlerde başlatılan bir imza kampanyasına ait. Gıda, kozmetik ve temizlik ürünlerinin ambalajlarında hayvan deneylerinin yapılıp yapılmadığının belirtilmesine yönelik başlatılan kampanyada, internet sitesinde yer alan bilgiye göre toplamda 1495 imzaya ulaştı. Hedeflenen rakam ise 5 bin. İmza kampanyası 25 Eylül 2012 ta- rihine kadar devam edecek. Kampanyanın yürütüldüğü internet sitesinde yer alan açıklama ise istekleri ve sebeplerini açıkça ortaya koyuyor. İşte kampanyanın gerekçeleri: “Türkiye’de hem gıda ve kozmetik ürünlerinin içeriği/güvenliği konusunda hem de hayvan hakları konusunda duyarlılık giderek artmaktadır. Son olarak 28 Mart 2012 tarihli Resmî Gazete’nin 28247 sayılı yayınında tutuklu ve hükümlülerden tercih edenlerin iaşe miktarı ile sınırlı kalmak üzere vegan ve vejetaryen beslenebilmesi temin edilmiştir. Ancak, gıda ambalajlarında yer alan eksik bilgiler ve üretici/ithalatçı firmaların özensizliği, vegan ve vejetaryen beslenmek isteyen tüm vatandaşlarımızın bu tercihlerini alışveriş esnasında uygulamasını güçleştirmekte, gıda-kozmetik ve temizlik ürünlerini seçerken bilgi edinme ve tercih haklarını kısıtlamaktadır. Bu bağlamda: Hayvanların mal ya da kobay olarak görülerek sömürülmesine karşı vejetaryen / vegan olarak değişim taleplerini hayata geçiren insanlara alışverişte tercih hakkı ve kolaylık sağlamak, Tüketilecek ürünün içinde et, hayvansal yağ, hayvan türevi başka katkı var mı konusuna açıklık kazandırarak tüketici hakları ve gıda güvenliği denetimi konularında ilerleme sağlamak, Tüketicinin bilgiyi en kısa yoldan simgelerle almasını, küçük yazılan içindekiler kısmıyla ve yabancı terimlerle uğraşmamasını sağlamak, Hayvan hakları konusunda kamusal farkındalık yaratmak, Laktoz vs alerjisi bulunan insanların daha kolay kendilerine uygun ürünleri seçmesini sağlamak, Domuz eti / yağı kullanımı konusunda kaygısı olan tüketicilere de denetim güvencesi sağlamak amaçlarıyla aşağıda belirttiğimize benzer bir simge sisteminin Türkiye piyasasında satılan tüm gıda, kozmetik ve temizlik ürünlerinin ambalajlarında zorunlu hale getirilmesini arz ve rica ederiz. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞI'NDAN ENERJİ VERİMLİLİĞİ DESTEĞİ Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın, Enerji Verimliliği Destekleri Hakkında Tebliğ'i, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Endüstriyel işletmelerin mevcut sistemlerinde verimliliğin artırılmasına dair proje ve uygulamalarının desteklenmesi ile ilgili usul ve esasları belirleyen tebliğ, yıllık toplam enerji tüketimleri bin ton eşdeğer petrol ve üzeri olan, ticaret ve sanayi odası, ticaret odası veya sanayi odasına bağlı olarak faaliyet gösteren ve her türlü mal üretimi yapan işletmelere yönelik destek uygulamalarını kapsayacak. Asıl faaliyet alanı elektrik üretimi olan, elektrik üretim lisansı sahibi tüzel kişiler tebliğ kapsamı dışında tutulacak. Endüstriyel işletmeler, enerji atıklarının, kayıpların ve verimsizliklerin giderilmesi için gerekli önlemlerin uygulanması amacıyla hazırlattıkları projelerini, her yıl Ocak ayı içinde Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğüne 10 Ağustos 2012 sunabilecek. Herhangi bir endüstriyel işletmesi için 3 yıl içerisinde enerji yoğunluğunu ortalama olarak en az yüzde 10 oranında azaltmayı taahhüt ederek gönüllü anlaşma yapmak isteyen tüzel kişiler, her yıl Ekim ayında Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğüne başvuracak. Projeler, her yıl Ocak ayında Yenilenebilir Enerji Genel Müdürü onayı ile kurulan ve en az 5 kişiden oluşan bir komisyon tarafından değerlendirilecek. Genel Müdür onayı ile desteklenmesi uygun görülen projeler veya gönüllü anlaşma yapılması uygun görülen endüstriyel işletmeler, Enerji Verimliliği Koordinasyon Kurulu onayına sunulacak. Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü ile gönüllü anlaşma yapan ve taahhüdünü yerine getiren tüzel kişilerin ilgili endüstriyel işletmesinin anlaşmanın yapıldığı yıla ait enerji giderinin yüzde 20'si, 200 bin lirayı geçmemek kaydıyla Genel Müdürlük bütçesinden karşılanacak. Uygulanacak desteğin ödeme planı gönüllü anlaşma dönemi sonunda Genel Müdürlük ödenekleri ile sınırlı kalmak kaydıyla belirlenecek. Ödemenin yapılmasında anlaşmanın yapıldığı yıla ait ve yeminli mali müşavir, defterdarlık, vergi müdürlüğü gibi kurum veya kuruluşlar tarafından onaylanmış olan enerji giderlerine ait faturalar ve ödeme belgeleri esas alınacak. Gönüllü anlaşma yapılan endüstriyel işletmeler ile enerji yoğunluklarını azaltan ve artıran endüstriyel işletmelere ilişkin bilgiler Genel Müdürlüğün internet sayfası üzerinden yayınlanacak. Bu Tebliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce, proje destekleri ve gönüllü anlaşma uygulamalarına ilişkin imzalanan sözleşme ve anlaşmalar, sürelerinin bitimine kadar geçerli olacak. ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 11 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi A SINIFININ ALTINDA BUZDOLABI SATILMAYACAK Şubat ayında kabul edilen Enerji Verimliliği Strateji Belgesi uyarınca 1 Temmuz’dan itibaren A sınıfının altındaki buzdolaplarının satışı ve ithalatı yasaklandı. Türkiye Beyaz Eşya Sanayicileri Derneği (TÜRKBESD) Yönetim Kurulu Başkanı Özcan Aydilek, konu ile ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, “Türkiye'deki toplam enerji tüketiminin yüzde 24'ünün konutlarda gerçekleştiğini ve konutlardaki toplam tüketimin yarısının da beyaz eşyalardan kaynaklandığını söyledi. Enerji verimliliği konusunun Türkiye'nin enerji ihtiyacı düşünüldüğünde cari açığa bile etki edecek önemde olduğunu dile getiren Aydilek, “Beyaz eşyaların konutlarda tükettiği enerjinin yüzde 60'ı buzdolabından kaynaklanıyor. Yani Türkiye'nin toplam tüketiminin yüzde 7'si buzdolaplarından kaynaklanıyor” dedi. A sınıfı bir buzdolabının yılda 390, A 290, A 190 kilovattsaat enerji tükettiğini ifade eden Aydilek, “Bugün Türkiye'deki hanelerde toplam 24-25 milyon buzdolabı var. Bunun 15 milyon kadarı B-C sınıfı arasında değişiyor. Belki 15 milyon buzdolabının tamamını değiştirmek mümkün değil ama bu buzdolaplarını A sınıfı ile değiştirmek mümkün olsa her yıl Atatürk Barajı'nın yıllık üretimi kadar enerji tasarrufu sağlarız” diye konuştu. YEŞİLLER PARTİSİ EDP İLE BİRLEŞTİ FOTOĞRAFLARINIZ DENİZLERE UMUT OLSUN Bir süredir birlik görüşmelerini sürdüren Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) ile Yeşiller Partisi, birleşme kararlarını kamuoyuna açıkladı. Yeni dönemde partinin sözcülüğünü Ümit Şahin ve Yüksel Selek’ten, Kemal Tuncaelli ve Sevil Turan devraldı. Haziran ayında Taksim Hill Otel’de gerçekleştirilen konferansta iki yıllık merkezi ve yerel raporlarının sunulmasının ardından Eşitlik ve Demokrasi Partisi ile Yeşiller Partisi arasındaki birleşme deklarasyonu tartışmaya açıldı ve oylamaya sunuldu. Deklarasyonun onaylanmasından sonra, Parti’yi birleşmeye götürecek olan Konsey ve eş sözcülerin seçimi gerçekleştirildi. Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Kemal Tuncaelli, Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının giderek otoriterleşen yönetim tarzından rahatsızlık duyan iki partinin seçeneksizlikten kısırlaşan siyasi ortamda özgürlükçü, eşitlikçi, sol ve yeşil bir siyasi alternatif yaratmak için yola çıktık- larını belirtti. Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Sevil Turan, "Nasıl bir dünya istiyoruz"u şöyle açıkladı:"Yaşlı dünyamızın savaşlar, ekonomik ve ekolojik krizlerle yıkıma uğradığı gerçeğinden hareketle; kendine ve doğaya, başka bir deyişle emeğine, diline, kimliğine, kültürüne, inancına ve ekosisteme sahip çıkarak, hep birlikte barışçıl bir yaşam isteyen milyonlarca insanın yeşerttiği bir umuttur." EDP Başkanı Ferdan Ergut ise, "Nasıl bir parti istiyoruz"u şöyle açıkladı: "Farklı görüşlerin ve geleneklerin katkıda bulunduğu çoğulcu bir parti yaratacağız. Doğrudan demokrasiye inanıyoruz. Politik mücadelemiz her üyenin, her yerel örgütün, her çalışma grubunun eşit düzeyde katılımcılığıyla gerçekleşecek.Hiyerarşinin, lider hegemonyasının, erkek egemenliğinin olmadığı bir parti yaratıyoruz. Genel başkanlık yerine eşsözcülük sistemini, seçilmiş görevlerde kadın kotasını ve rotasyonu benimsiyoruz.” WWF-Türkiye denizlerin korunması ve azalan türler konusunda farkındalık yaratmak amacıyla Denizlerin Umudu Su Altı Fotoğraf Yarışması’nı düzenliyor. Yarışma, WWF-Türkiye’nin Kaş-Kekova Deniz Koruma Alanı Yönetim Planı Projesi’ni yürüten ve Şubat ayında hayatını kaybeden Umut Tural’ın anısına gerçekleştiriliyor. Denizlerdeki kirlilik, yapılaşma, aşırı ve yasadışı avcılık gibi sorunlar nedeniyle deniz canlıları popülasyonları giderek azalıyor. WWF-Türkiye, denizlerimizde yaşam bulan canlı türleri hakkında farkındalık yaratmak ve denizsel değerlerimizin korunması için Denizlerin Umudu Su Altı Fotoğraf Yarışması’nı düzenliyor. Katılımın ücretsiz olduğu yarışmada birinciye Suunto D4i dalış bilgisayarı, ikinciye Aqua Balance yelek ve üçüncüye Suunto Zoop dalış bilgisayarı ödül olarak verilecek. WWF-Türkiye su altı fotoğrafçılığıyla ilgilenenherkesi denizlerinumudu.org web sitesi üzerinden yürütülen yarışmaya davet ediyor. Fotoğraf gönderiminin 20 Ağustos-2 Eylül 2012 arasında olacağı yarışmanın kazananları 10-24 Eylül 2012 tarihleri arasında yapılacak halk oylamasıyla belirlenecek. Fotoğrafların ön değerlendirmesi WWF-Türkiye’nin yanı sıra deniz bilimi uzmanlarından, su altı fotoğrafçılığı ve profesyonel dalış yapanlardan oluşan bir jüri tarafından yapılacak. Fotoğrafların su altı yaşamı belgelemesi, Türkiye kara sularında çekilmiş olması ve daha önce herhangi bir yerde yayınlanmamış veya başka bir yarışmada derece almamış olması gerekiyor. Ağustos 2012 11 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 12 HABER 94 MİLYONA DOĞRU GİDİYORUZ Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) Dünya Nüfus Günü'ne özel açıkladığı 'Türkiye'nin Demografik Yapısı ve Geleceği' istatistiklerine göre günümüz dünya nüfusu yaklaşık 6 milyar 974 milyon kişi. Nüfus büyüklüğüne göre ülke sıralamasının ilk sıralarında 1 milyar 348 milyon kişi ile Çin Halk Cumhuriyeti, 1 milyar 242 milyon kişi ile Hindistan ve 313 milyon kişi ile Amerika Birleşik Devletleri yer alıyor. Dünya nüfusunun yüzde 1,1'ini oluşturan 74 milyon kişi ile Türkiye nüfusu, 187 ülke arasında 18'inci sırada bulunuyor. 2050 yılı nüfus tahminlerine bakıldığında da dünya nüfusunun 9 milyarı aşacağı öngörülüyor. 2050 yılında Hindistan'ın 1 milyar 692 milyon kişi ile en fazla nüfusa sahip ülke olması beklenirken, nüfus büyüklüğü bakımından Hindistan'ı sırasıyla 1 milyar 295 milyon kişi ile Çin Halk Cumhuriyeti ve 403 milyon kişi ile Amerika Birleşik Devletleri'nin izleyeceği tahmin ediliyor. Nüfusu, 2050 yılında 94 milyon 585 bin kişi olması beklenen Türkiye'nin 187 ülke arasında 19'uncu sırada yer al- ması öngörülüyor. Nüfus artış hızı düşmeye devam ederken, 2010-2015 dönemi tahminlerine göre dünya nüfusunun artış hızının yüzde 1,1 olduğu belirtiliyor. Bu dönemde, nüfus artış hızının en yüksek olduğu ülkeler arasında yüzde 3,5 ile Nijer, yüzde 3,1 ile Afganistan ve yüzde 3 ile Yemen yer alıyor. Nüfus artış hızının en düşük olduğu ülkeler arasında ise yüzde 0,2 gerileme ile Almanya ve Romanya, yüzde 0,6 gerileme ile Ukrayna, yüzde 0,7 gerileme ile Bulgaristan bulunuyor. Bu dönemde Türkiye'nin nüfus artış hızı yüzde 1,3 olurken, 187 ülke arasında 92'inci sırada yer alıyor. 2045-2050 döneminde ise dünya nüfusunun artış hızının yüzde 0,4 olması bekleniyor. Bu dönemde, nüfus artış hızının en yüksek olacağı tahmin edilen ülkeler arasında yüzde 3 ile Zambiya, yüzde 2,7 ile Nijer ve yüzde 2,6 ile Somali bulunuyor. Nüfus artış hızının en düşük olacağı tahmin edilen ülkeler arasında ise yüzde 0,6 gerileme ile Çin Halk Cumhuriyeti ve Portekiz, yüzde 1 gerileme ile Bosna-Hersek yer alıyor. ‘İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ GÜNAH KEÇİSİ’ Samsun’da 12 kişinin öldüğü sel felaketinin nedenleraraştırılırken, TMMOB Şehir Plancıları Odası yaşanan felaket ile ilgili ön rapor yayımladı. Raporda ‘Felakete dere yatağının değiştirilmesi neden oldu’ tespiti yapıldı. Karadeniz kıyılarında görülen sel felaketlerini Radikal Gazetesi'ne değerlendiren Meteoroloji ve Afet Yönetimi Profesörü Mikdat Kadıoğlu iklim değişikliğinin sel felaketini daha da arttıracağını belirtirken, “Aşırı yağışlar Allah’ın işi, sel afeti ise insanın eseridir. Yağışları suçlu bulmak, bunun sele dönüşmesindeki sorunları göz ardı etmemize yol açıyor. İklim değişikliği de günah keçisi ilan edildi” dedi. Radikal Gazetesi’nin haberine göre TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın yayımladığı ön raporda Samsun’da sel felaketinin yaşandığı alanın tümüyle dere dolgusu bir zemin olduğu belirtildi. Raporda, dere yatağının değiştirilmesi ve sonrasında eski yata12 Ağustos 2012 ğın yapılaşmaya açılması temel hata olarak görülürken, özetle şu tespite yer verildi: “Zorlama yeni güzergâh ve Mert Irmağı üzerinde yapılan köprü, bölgede taşkının başlıca unsurları. Taşkın önlemeye yönelik tesisler yeterli değil. Eski dere yatağı ve çevresinin, kent içi açık ve yeşil alan yapılmak yerine yapılaşmaya açılması önemli bir planlama hatası. Suçlu ve sorumlu doğada değil, DSİ, SASKİ, TOKİ, Samsun Büyükşehir Belediyesi ve Canik Belediyesi kapılarının ardında, yanlış kararların altındaki imzalarda aranmalıdır.” Radikal’e konuyla ilgili açıklamalar yapan Meteoroloji ve Afet Yönetimi Profesörü Mikdat Kadıoğlu ise hiçbir zaman afetlerin birebir iklim değişikliğine bağlanamayacağını söyledi. Kadıoğlu, iklim değişikliğinin sadece sellerin oluşum sıklığını, şiddetini ve oluştuğu yerleri değiştirdiğini ifade etti. Kadıoğlu, iklim değişikliği nedeniyle sel felaketleriyle daha fazla karşılaşacağız uyarı- sında bulundu ve ekledi: “Şimdiye kadar yapmadıklarımızı yapmak zorundayız. Maalesef iklim değişikliği günah keçisi olarak kullanılıyor. İklim değişikliği sel problemini daha da arttıracak, daha da şiddetlendirecek ve eskiden sel olmayan yerlerde de sel görülmeye başlayacak.” ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 13 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi OTOMOBİL ÜRETİCİLERİNE YENİ ZORUNLULUKLAR GELİYOR Deutsche Welle Türkçe haberine göre; Avrupa Birliği Komisyonu, otomotivcilik şirketlerini zararlı gaz emisyonunu daha da düşürmeye zorluyor. Otomobil markalarının bütün model paletindeki ortalama karbondioksit emisyonu için getirilen üst sınır kilometre başına 130 gram. Bu üst sınır 2015 yılına kadar geçerli olacak ve 2020 yılında fabrika çıkışı otomobillerde 95 grama düşürülecek. Avrupa Birliği Komisyonu'nun iklimin korunmasından sorumlu üyesi Connie Hedegaard, yeni üst sınırın iklimin korunması kadar tüketicinin yakıt masrafını düşürmeye de yarayacağını söylüyor. Yeni otomobillerin birkaç yıl öncesine kıyasla çok daha az yakıt sarf ettiğini hatırlatan Komisyon üyesi, bunun kendiliğinden olmadığını, Avrupa çapında hedefler belirlendiği için başarıldığını belirtti. Avrupa Tüketiciyi Koruma Merkezi'nin direktörü Monique Goyens de yeni emisyon sınırının tüketici için avantajlı olacağını ve yakıt sarfiyatı düşük yeni otomobillerdeki fiyat farkının kısa zamanda azalan yakıt masrafıyla kapatılabileceğini söylüyor. Avrupa Birliği Komisyonu'nun yeni talimatnamesine göre her bir otomobilin emisyon üst sınırının altında kal- ması gerekmiyor. Üst sınır, bir şirketin imal ettiği bütün segmentlerdeki araçların emisyon ortalaması için geçerli olacak. Emisyon hesabında aracın ağırlığı da rol oynuyor. Ağır araç da artık sıkletine göre yakıttan tasarruf edecek. Komisyon üyesi Hedegaard bunun doğru bir adım olduğu görüşünde. Hedegaard, “İki şişmanı karşılaştırın. Biri 160, diğeri ise 90 kilo olsun. Her ikisinden de aynı kiloyu vermesini istemek haksızlık olur. İki şişmanın da göreceli olarak aynı oranda kilo vermesi daha doğru olmaz mı?”, dedi. Bu uygulama, güçlü motorları ve yüksek sarfiyatıyla dikkat çeken BMW, Mercedes ve Porsche gibi Alman markalarına yarayacak. Hür Demokrat Partili Avrupa Parlamentosu Milletvekili Holger Krahmer bunu da yeterli bulmuyor ve emisyon sınırının düşürülmesinin öncelikle küçük otomobil imal eden şirketlere yarayacağını söylüyor. Alman Yeşiller Partisi gibi bazı muhafazakâr politikacılar da bu durumda daha hafif otomobil üretme baskısının ortadan kalkacağını, Alman şirketlerine iltimas edilmiş olacağını, oysa şirketlerin yakıt verimliliğini arttırıcı modeller geliştirmeye zorlanması gerektiğini belirtiyor. “KENTE NEFES ALDIRACAK YEŞİL ALAN KAZANDIRMAK HEDEF OLMALIDIR” Ege Sanayicileri ve İşadamları Derneği (ESİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Akgerman, kentsel dönüşüm projeleri kapsamında yıkılacak Alsancak Stadı ve yolcu limanına yerine AVM yapılması önerilerine karşı olduklarını belirtti. Akgerman yaptığı yazılı açıklamada, birçok kentin büyük ihtiyacı olan kentsel dönüşümün altyapısını hazırlayan 6306 sayılı kanunun sadece afet riskinden yola çıkarak yasalaştırılmasının 'talihsizlik' olduğunu, ancak uygulamada hızı artıracak olması nedeniyle bunun faydalarının da görüleceğini belirtti. Anadolu Ajansı’nın haberine göre; kanunun yerel düzeyde toplumsal uzlaşma sağlanabilmesi, yerel yönetimlerle işbirliği yapılması halinde başarılı olabileceğine işaret eden Akgerman, kanunda ''ekonomik, sosyal, doğal ve kültürel varlıkların korunup daha da geliştirilmesi'' ilkesinin eksik olduğunu savundu. Akgerman, yasayla getirilen ''yürütmeyi durdurmanın engellenmesinin'' de hukuk devleti ilkeleri açısından gözden geçirilmesi gereken bir nokta olduğunu ifade etti. Bülent Akgerman: ''Yeşil alan fakiri olan, EXPO 2015 ve 2020 adaylıklarında kendine sağlık temasını seçen İzmir'de, stadın yerine yeni binalar yapmak en son düşünülmesi gereken şeydir. İzmir'e ve İzmirli'ye yakışan, konuyu öncelikle çevre ve sürdürülebilirlik açısından ele almaktır. Çocuklarımıza sağlıklı ve yaşanabilir kentler bırakmak ana hedefimiz olmalıdır. Bu nedenle söz konusu bölgenin adı ve niteliği İzmir'de yaşayan hemşehrilerimize sorularak belirlenecek bir yeşil alan sahasına dönüştürülmesi daha uygun olacaktır. Stadın yerine yeni bir AVM değil, kente nefes aldıracak yeşil alan kazandırmak hedef olmalıdır. Alsancak Limanı'na AVM konusunu da yine benzer şekilde düşünerek ele almak gerekiyor. Şimdiki haliyle bile sıkışıklığı had safhada olan ve 'preslenmiş kent'' izlenimini veren bölgede üstelik kıyıda yeni binalar yapma yerine çok isteniyorsa sadece turistler için küçük gümrük dışı mağazalara izin verilmesi çok daha uygun olacaktır” dedi. Ağustos 2012 13 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 14 HABER BİR TÜR DAHA YOK OLMADAN Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından yapılan son değerlendirmede nesli küresel ölçekte hassas konumuna giren yelkovan kuşlarının sayısı hızla azalıyor. Yelkovan kuşlarını korumak için acilen önlem alınmaması halinde yelkovan kuşu kalmayacak ve İstanbul bir sembolünü daha kaybedecek. Dünya Doğa Koruma Birliği tarafından yapılan değerlendirmeye göre nesli küresel ölçekte hassas kategorisine giren yelkovan kuşlarının Türkiye’deki durumu bilinmiyor. Bir deniz kuşu olan yelkovan, doğu ve orta Akdeniz’e özgü bir tür. Türün üreme ve beslenme alanları büyük bir sır. Yunanistan, İtalya, Fransa, Tunus ve Malta'nın ıssız küçük adalarında yuvaladıkları, İstanbul Boğazı’nı kullanarak Karadeniz’e ulaştıkları, burada beslendikleri tahmin ediliyor. Ancak bu bilgilerin doğrulanması için kuşun kullandığı alanlarda eş zamanlı gözlemler yapmak gerekiyor. Konuya ilişkin açıklama yapan Doğa Derneği Bilim Koordinatörü Süreyya İsfendiyaroğlu, yelkovanların sayısının gün geçtikçe azaldığının gözlendiğine dikkat çekerek şunları söyledi: “Dünya denizlerinde balık popülasyonları bir biri ardına çökerken, balıkla beslenen yelkovan kuşlarının akıbeti de aynı şekilde oldukça dramatik. Akdeniz ve Ege’deki üreme kolonilerinde yelkovanların üreme başarısı ne yazık ki artık çok düşük. Son 60 yılda kaybolduğu tespit edilen on koloni var. Bu kuşların Türkiye’de ki durumu ise hiç bilinmiyor. Bu konuyla yakından ilgilenen Doğa Derneği yelkovan kuşlarının geleceği için çok yakında önemli bir çalışmaya başlayacak. Ancak daha önemli olanı başta İstanbullular olmak üzere bu nadide canlıya herkesin sahip çıkması. Aksi halde yelkovanlar sadece şiir mısralarında kalan nostaljik canlılar olarak anabiliriz.” BELGRAD ORMANLARI İÇİN BİRLİK OLDUK Marmara Belediyeler Birliği’nin organizasyonu ile Belgrad Ormanları temizleniyor. İstanbul 2012 Avrupa Spor Başkenti programı kapsamında, ''Belgrad Ormanları Sürdürülebilir Çevre Temizliği Projesi''ne ilçe belediyeleri de büyük destek veriyor. Geniş katılımla başlayan temizlik ve bilinçlendirme çalışmalarına Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı da katıldı. Belgrad Ormanları'ndaki çevre kirliliğine dikkati çekmek ve uzun süreçli bir çevre temizliği gerçekleştirerek, toplum bilincini sağlamayı amaçlayan projenin koordinatörlüğünü Marmara Belediyeler Birliği Çevre Yönetim Merkezi ile YUDOSK Spor Kulübü yürütüyor. Yaklaşık bir buçuk yıl devam edecek proje ile Belgrad Ormanı’nın temizlenmesi hedefleniyor. Temizleme çalışmaları, Bahçeköy Ormanı Neşet 14 Ağustos 2012 Suyu Alanı'nda, Marmara Belediyeler Birliği çalışanlarının yanı sıra YUDOSK Spor Kulübü'nden temsilcilerin katıldığı programda konuşan Marmara Belediyeler Birliği Başkanvekili ve Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı, “Burada Birlik Başkanımız Recep Altepe de olmak istiyordu ancak programlarının yoğunluğu nedeniyle katılamadı” dedi. Belgrad Ormanları’nın İstanbul’un akciğeri olduğunu ifade eden Başkan Çağırıcı, “İstanbul’daki doğaseverlerin yoğun olarak kullandığı parkurlardan biri olan Belgrad Ormanlarının ne kadar kirli olduğu bilinmektedir. Bu kirliliği tüm proje ortakları ve gönüllü kurum ve kuruluşlar ile birlikte temizlemek istiyoruz” dedi. ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 15 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi DÜNYA’DAN KISA KISA... RUSYA’DA ENERJİ VERİMLİ YAPILAR MİCROSOFT “KARBON NÖTR” OLMAYA BİR ‘TIK’ MESAFEDE Haziran ayından itibaren karbon nötr olma yolunda kalıcı adımlar atmayı hedefleyen Microsoft, sahip olduğu her iş biriminin karbon emisyonu için bir bedel koyacağı belirtildi. Veri merkezlerinden program geliştirme laboratuarlarına, ofis yapılarından hava ulaşımına kadar her alanda karbon nötr olmayı hedefleyen Microsoft, bu uygulamaları, iş birliği içinde bulunduğu yüzden fazla ülkeler için geçerli olduğunu belirtiyor. BİRKAÇ BARDAK KAHVE FİYATINA DAHA İYİ BİR KARBON AZALTIMI HEDEFİ İngiltere Enerji ve İklim Değişimi Bakanlığı tarafından görevlendirilen Bloomberg New Energy Finance’in (BNEF) yaptığı araştırmaya göre, Avrupa Birliği’nin 2020 Karbon Düşürme Hedefi kriterlerinin daha iyisinin yapılabilmesi için yıllık kişi başı sadece 7-9 € (Euro) ek maliyetin olacağını ortaya koydu. Sonuçları Nisan 2012’de açıklanan analize göre, AB’nin yıllık 3.5 milyar € daha fazla harcama yapması durumunda 2020 yılın için hedef koyulan %20 karbon azaltımı hedefini %30’a çıkartabilecek. JAPONYA YEŞİL ENERJİDE %13’LÜK YÜKSELİŞ HEDEFLİYOR Japonya hükümeti Nisan 2012 yılında yaptığı açıklamaya göre, Mart 2013 tarihine kadar konutlarda yenilenebilir enerji kapasitesini %13 oranında artırmayı hedefliyor. Ekonomi, Ticaret ve Endüstri Bakanlığı şu anda 18,750MW olan sürdürülebilir enerji kapasitesini, solar, jeotermal, rüzgar, hidroenerji ve biyokütle enerjilerinde yapılacak yükseltmeler ile 2,500MW daha fazla olması amaçlanıyor. Enerjisinin %9’unu yenilenebilir kaynaklardan sağlayan Japonya, Fukushima felaketinden sonra yaşanan nükleer sorunun yarattığı enerji açığını da yenilebilir enerji kaynaklarından kapatmayı planlıyor. NORVEÇ’DE ELEKTRİKLİ ARACA BÜYÜK İLGİ Japon araba firması Nissan’ın Norveç’te piyasaya sürdüğü elektrikli araba modeli Nissan LEAF, altı ay içinde bin adet sattı. Ülkede ikinci en çok satan araç olmayı başaran elektrikli araçlar, Norveç hükümetinin elektrikli araçlar için uyguladığı vergi indirimleri ve teşviklerin bir sonucu. Norveç’te Katma Değer Vergisi’nden muaf tutulan elektrikli araçlar, aynı zamanda Oslo’da otobüsler için ayrılan hattı kullanabiliyor ve park için para ödemiyorlar. Dünya çapında sürdürülebilir inşaat sektörünün 2035 yılına kadar 1.3 trilyon dolara ulaşacağı düşünülüyor. Batı Avrupa ve ABD yeşil bina tasarımında büyük bir yol kat ederken diğer ülkeler çok daha yavaş ilerliyor. Rusya, yeşil inşaat alanında atağa geçmeye başlayan ülkeler arasında yer alıyor. LEED ve BREEAM yeşil bina değerlendirme kriterlerinde bulunan enerji verimliliği kriterlerine denk yeni yasa düzenlemelerini hayata geçiren Rusya, yeşil inşaat sektöründe önemli adınlar atmaya başladı. Siemens’in Moskova’da bulunan merkez binası Rusya’daki ilk LEED sertifikalı yapı olma özelliğine sahip oldu. Sovyet Birliği zamanından beri enerji maliyetlerinin çok düşük olması, ülkede enerji verimli yapıların ilgi görmemesinin başlıca nedeni olarak görülüyor. GEMİ TAŞIMACILIĞIN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK DALGASI Gemi taşımacılığı endüstrisi liderleri sürdürülebilirlik adına cesur bir adım atma kararı aldı. Singapur’da buluşan sektör liderleri, endüstrinin olumsuz çevre etkilerini azaltmak amacıyla bir çalışma planı hayata geçirdiler. Sustainable Shipping Initiative’in (Sürdürülebilri Gemi Taşımacılığı Girişimi, SSI) 16 üyesi, kar gütmeyen organizasyonlar olan Forum for The Future ve WWF ile ortaklaşa geliştirdikleri çalışmada 4 ana hedef belirlendi. Hedeflerin amacı 2040 yılında çevresel ve finansal sürdürülebilirliği sağlanmış bir endüstri olmak. OLİMPİK PARK, ALTIN STANDARD HEDEFLİYOR Londra’da 2012 yazında gerçekleşecek olimpiyatlardan sonra, İngiltere Hükümeti sürdürülebilirlik adına önemli adımlar atmayı planlıyor. Olimpiyat Park’ında gerçekleşecek etkinlikten sonra alanda inşaat edilmesi planlanan 8 bin konutun sıfırkarbon ve aynı zamanda su tasarruflu yapılar olması planlanıyor. Olimpiyatlardan sonra alanın 225 hektar büyüklüğünde, beş kalıcı spor tesisinin bulunacağı bir alan olması planlanıyor. Alanın yaklaşık yarısının açık alan olarak bırakılması planlanan arazide ayrıca 45 hektar büyüklüğünde doğal yaşam alanı, bisiklet yolları ve suyolları olması hedefleniyor. Haziran H 2012 Aağzuisr toasn202 1021 15 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 16 GÜNCEL DOĞAYI GELECEK KUŞAKLARDAN ÖDÜNÇ ALDIK YAKIN TARİHTEN BU YANA TOHUM TAKAS ETKİNLİKLERİ VE ŞENLİKLERİ, KENTLERDE TOHUM EKİM-DİKİM ATÖLYELERİ GİDEREK ARTIYOR. ÇEŞİTLİ KURUMLAR EKOLOJİK TARIM, BİYOÇEŞİTLİLİK, GIDA GÜVENLİĞİ, ALTERNATİF GIDA ÜRETİMİ / TÜKETİMİ KONULU ETKİNLİKLER DÜZENLİYOR. Bütün bu çalışmalar geleneksel tohuma karşı kendini sorumlu hissedenlerin hayata geçirdiği çalışmalar. Emanetçiler Derneği de kaybolmakta olan tohumların emanetini üstlenerek gelecek nesillere aktarılması konusunda çalışmalar gerçekleştiriyor. Peki, elimizde veya köylerde bulunan bu eski tohumlar nelerdir? Ticari çeşitler ile köy tohumları arasındaki farklar nedir? Emanetçiler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Tracy Lord Şen, köy çeşidi tohumun tespitinin laboratuar aletleriyle, ölçü teknolojisiyle değil gözle, damakla, yetiştirme sürecinin hafızadaki ayrıntılarıyla yapıldığını ve başkalarına anlatılarak aktarıldığını söylüyor. T TOHUMLAR SİZE EMANET! Emanetçiler Derneği eski tarihten bu yana bahçe ve tarla çeşitlerini tanımaya ve onları tanıtmaya çalışıyor. İlk köy ziyaretlerini 2006 yılında gerçekleştiren dernek, o tarihten bu yana tohumların korunması yönünde çeşitli çalışmalarda bulunuyor. Bu çalışmalardan bir tanesi de UNDP (BM)’in GEF (Çevre İçin Konsorsiyum) fonuyla Türkiye SGP (Küçük Destek Programı) ofisinin verdiği destekle Balkon Bahçeleri projesi. Proje ile şehirde yaşayan insanlar tohumların atalık çeşitleriyle tanıştırılmış. Aynı zamanda Balıkesir belediyesinin desteğiyle de geleneksel ürünler tüketicilerle anlatılmış. Tracy Lord Şen, dernek olarak tohum paylaşım etkinlikleri düzenlediklerini, sunumlar ve atölyeler hazırladıklarını söylüyor. Herkese açık 150 birey ve kurumun katıldığı Tohum Ağı’nın iletişim sekreteryasını yürüttüklerini belirten Şen, “Kırsalda ise Kars’tan Çanakkale’ye, Çorlu’dan Datça’ya kadar yerel tohumlara yerel destek prensibini benimseyen aile, birey, dernek, sendika, belediye, üretici, hobist olarak 30 adet tohum ambarı şu anda araştırmalar, ekimler ve paylaşımları yapıyor” diyor. KÖY BİTKİLERİ BİRAZ ANARŞİST Şen, ticari ve geleneksel tohumların arasında ki farkları ise şu şekilde özetliyor; “Ticari tohumlar uluslararası standartlara göre “standart” olmaları gerekiyor. Çünkü gıda endüstrisi, sonra tüketici standartların üstünlüğünü kabul etti. Ayrıca bitkilerde mülk hukuku tek ve tartışılmaz, değişmeyen ve standardize izahlara dayanıyor. Oysa ki bizim köy bitkileri bunlara göre biraz anarşist! Birbirinden farklıdır, değişkendir, yani yerinde durmaz. Köy çeşitleri bu kadar titiz olamaz. Genetik yapısı geniş, bir sürü özellik gösterebilir. Geç olgunlaşan, erken olgunlaşan, ufak ve uzun boylu olan, ürünler arasında tat farklılıkları olan bitki barındırabilir. Geleneksel çiftçi için ufak tefek farklılar 16 Ağustos 2012 problem değil hatta birçok açıdan avantajdır aslında. Daha geniş özellikler yelpazesi ile geleneksel ıslah yolu olan “seleksiyon” yapabilirsiniz. Ticari bitkiler belli üstün özellikler için ıslah edilmiş olabilir fakat sabitlenmiştir. Ticari tohumlarda seleksiyon imkanları kısıtlıdır.” İŞİMİZ ÇOK AMA BİR O KADAR RUH, DAMAK VE BEDENİ DOYURUYOR Ahlattan yüzlerce armut çeşidinin çıkarılmasının temelinde bu seleksiyon imkanı olduğunu da sözlerine ekleyen Şen, günümüzdeki köylerde ev ev eski tohumların terk edilmesi nedeniyle çeşitler arasındaki özelliklerin, tür tanımlarının hafızalardan silindiğini söylüyor. Şen, “Birkaç yıl önce tohumlarını paçavralardan, pet şişelerinden çıkara çıkara adıyla sayabilen köylüler, şimdi “Ne bileyim, domata işte” der, geçer. İnsanlarda görülen bu karmaşa doğal olarak bahçelerde de görülüyor” diyor. İlgilenen herkesin atalarımızın tohumlarının yaşamasında kendi anladığı biçimde rol alabildiğini belirten Şen, “Kentlilere yönelik kent bahçeleri çalışmaları yayılıyor. Çoğalan halka, açık kaynaklardan tohum bulup çoğaltıp eş-dost ile tohum şenliklerinde tohumlarını paylaşabilir, bunların yaşam mücadelesini anlatmak için eline geçen fırsatları kullanabilir. Kırsaldaysa köy ziyaretleriyle yöresel bitkilerini, kullanıcılarıyla beraber tanıyabilir, dayanışma yolları arayabilir” diyor. Tüketicilerin her geçen gün temiz gıda, yöresel ve geleneksel tat arayışlarının arttığını dile getiren Şen, geleneksel tohumu kullanana çiftçinin pazardaki yeri her geçen gün zora girdiğini söylüyor. Şen bu noktada gönüllü organizasyonların bu iki ucu bir araya getirme noktasında çaba sarf etmeleri gerektiğini dile getiriyor ve ekliyor, “İşimiz çok ama bir o kadar ruh, damak ve bedeni doyuruyor, bundan dolayı bu çalışmalara herkesi davet ediyoruz”. ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 17 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi MEKSİKA KÖRFEZİNDE NELER OLMUŞTU? MEKSİKA KÖRFEZİ'NDE İKİ YIL ÖNCE MEYDANA GELEN PETROL SIZINTISININ ÇEVRESEL ETKİLERİ YENİ YENİ ORTAYA ÇIKMAYA BAŞLADI. GAZETECİ JORDAN FLAHERTY KONU İLE İLGİLİ KALEME ALDIĞI YAZISINDA KAZANIN GERÇEKLİĞİNİ ORTAYA KOYMAYA ÇALIŞIYOR. Gazetecİ Jordan Flaherty 20 Nisan 2010'da BP'nin (Transocean ve Halliburton şirketleri ile birlikte) Meksika Körfezi'nde gerçekleşen kaza sonrası umursamaz tavırlarını eleştiren gazeteci Flaherty, sualtı kameraları aracılığıyla üç ay boyunca yüzmilyonlarca litre petrolün denize nasıl karıştığını ve bunun durdurulması için başarısız çabaları izlediklerini belirtiyor. Aradan geçen iki yıllık süre içerisinde bölgede değişen pek bir şey olmadığını altını çizen Flaherty, kimyager Wilma Subra tarafından bölgede gerçekleştirilen araştırma sonuçlarını yansıtıyor. “İnsanlar petrolün hala orada olduğunun farkında olmalılar” diyen Subra, araştırma esnasında karşılaştığı görüntülerin, BP tarafından yansıtılan görüntülerden çok farklı olduğunu ve felaketin daha başlangıç aşamasında olabileceğine inandığını belirtiyor. Subra, körfezde görüştüğü balıkçılarda gözsüz karideslerle, yaralı balıklarla, kabuklarında delikler olan yengeçlerle karşılaştığını da belirtiyor. Gazeteci Flaherty, yayınladığı makalesinde bölgede faaliyet gösteren aktif bir çevre örgütü olan Körfez Yenileme Ağı Yardımcı Direktörü Aaron Viles’ın açıklamalarına de yer veriyor. Viles, “Hepsini topladığınızda, petrolün hâlâ ekosistemin içinde olduğu ve hâlâ etkisi olduğu açıkça görülüyor” diyor. Petrol sızıntısından etkilenen bölge insanlarının açtıkları davada 7,8 milyar dolarda uzlaşıldığını ve bu mik- tar mahkeme hakiminin onayını beklediğine dikkat çeken Flaherty, bölgede bulunan çevreci örgütlerin uzlaşma adına erken olduğunu, etkilerin ortaya daha ileri bir tarihte çıkacağını belirtiyor. Makalede, sızıntı sonrasında BP’nin Körfez'e yaklaşık 9 milyon litre kimyasal seyreltici döktüğü bilgisi yer alıyor. BP bu kimyasalların petrolü parçalayacağını söylüyor ancak kimi bilim insanları bunun petrolü sadece daha az görünür hale getirdiğini, zehri besin zincirinin daha da derinlerine ilettiğini söylüyor. Körfez'de balıkçılığın ekonominin büyük bir parçası olduğunu ve ABD kaynaklı deniz ürünlerinin yüzde 40'ı buradan geldiğinin altını çizen Flaherty, yaşanan sızıntının balıkçıları kötü etkilediğine dikkat çekiyor. Flaherty, Birleşik Ticari Balıkçılar Birliği başkanı George Barisich’in de görüşlerine yer veriyor. George Barisich, BP sızıntısı ile birlikte birçok balıkçının Katrina Kasırgası'nın etkisinden toparlanamadığını belirtiyor. Barisich, şimdi ise birçokları evlerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını, sızıntından bir sene öncesine kıyasla üretimin normalin yüzde 70 altında indiğini belirtiyor. Makalede çevrecilerin ve bilim insanlarının Obama yönetimini, Körfez Kıyısı'nı kaderine terk etmekle suçladıklarını belirten Flaherty, Avrupa ve Amerika'da ofisleri bulunan Oceana adlı doğa koruma grubunun, ABD hükümetinin reformlarını eleştiren ve reformların etkili olmadığını belirten bir rapor yayınladıklarını da belirtiyor. Ağustos 2012 17 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 18 GÜNCEL ÖĞRENCİLER BİR ŞEYLER YAPIYOR İTÜ Gönüllülük Kulübü İTÜ GÖNÜLLÜLÜK KULÜBÜ, BU GÜNLERDE BİRÇOK PROJEYE İMZA ATIYOR. KIYI KÖŞE PROJESİ İLE MADDİ DURUMU YETERSİZ OLAN ENGELLİ INSANLARIN ENGELLERİNİ KALDIRIRKEN, UMUT OKULU PROJESİ İLE YARDIMA İHTİYACI OLAN OKULLARA MALZEME GÖTÜRÜYOR. ir Başka Yol, Kıyı Köşe İTÜ, Hayalimi Paylaş gibi projelere imza atan İTÜ Gönüllülük Kulübü, birkaç gönüllü insanın istenildiğinde neler başarabileceğini kanıtlıyor. Türkiye’nin birçok ilinde etkinlikler düzenleyerek çalışmalarını sürdüren gönüllüler, özellikle çocuklar, engelliler ve maddi durumu iyi olmayan insanlara ulaşarak geleceğe biraz daha umutla bakmalarını sağlıyor. B BİR BAŞKA YOL PROJESİ Bir Başka Yol Projesi, İTÜ Gönüllülük Kulübü çatısı altında 6.senesini dolduran bir sosyal sorumluluk projesi. Proje kapsamında çeşitli maddi ve manevi olanaksızlıklar yüzünden dershaneye gidemeyip, YGS – LYS sürecinde bulunan lise son sınıf öğrencilerine çoğunluğu İstanbul Teknik Üniversitesi Ayazağa yerleşkesinde olmak üzere çeşitli fakültelerde dersler veriliyor ve yapılan çalışmalarla öğrencilere derslerin işleyişiyle beraber sosyal sorumluluk bilinci aşılanmaya çalışılıyor. Proje tamamen gönüllülük esasına göre İTÜ’lü öğrenciler tarafından sistemleştirilmiş, işleyişinin ve derslerin yapılma planı bu gönüllü öğrenciler tarafından haftalık toplantılarla denetleniyor ve sürdürülmeye çalışılıyor. KIYI KÖŞE İTÜ Gönüllülük Kulübü’nün projelerinden biri olan Kıyı Köşe İTÜ; İstanbul’un çeşitli bölgelerindeki maddi durumu yetersiz ve tekerlekli sandalyeye bağımlı olan engelli(ENGELSİZ) insanları akülü araç yardım kampanyası ile tekrardan aktif olarak hayata kazandırmayı hedefliyor. Proje ise şu şekilde işliyor; Kıyı Köşe İTÜ sponsorlara ait görselleri internet aracılığıyla (facebook, twitter) yayınlanıyor. Proje, sponsorun reklamı olabildiğince kişiye ulaştırılarak yapılıyor ve karşılığında engelli insanlara verilmek üzere akülü araç 18 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 19 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi temin ediliyor. Sosyal medyada paylaşılan görseller beğeni ve paylaşım konusunda belirlenen sınıra ulaşınca kampanya sona eriyor. İhtiyaç sahibine de akülü araç teslimi gerçekleştiriliyor. ve Osmaniye-Çatak (2011/Ekim) ilköğretim okullarına yardım götüren Umut Okulu’nun sıradaki okulları ise Haziran ayında gidilecek olan Adıyaman’daki Yedioluk ve Kozan ilköğretim okulu olacak. NAR HAREKATI YAŞAYAN KÜTÜPHANE Nar Harekatı, İstanbul Teknik Üniversitesi Gönüllülük Kulübü bünyesinde bulunan bir sosyal sorumluluk projesi. Nar Harekatı projesi yetiştirme yurtlarındaki 12-17 yaş arası ilköğretim öğrencilerinin ders dışındaki eğitimler sonucunda kazanmış oldukları deneyim ve bilgileri hayat boyu uygulamaları, yaşadığı dünyaya ve topluma duyarlı, faydalı ve toplumla iletişim gücü yüksek bireyler yetiştirilmesini amaçlıyor. Üniversite öğrencisi genç gönüllülerin birer rol model olarak öğrenciler tarafından benimsenmesi, şiddet kullanmadan iletişim kurabilme yeteneği kazandırılması, gönüllülük ve sosyal sorumluluk bilincinin aşılanması ve bilinçli bir toplum oluşumuna yardımcı olunarak projeyi yürüten ve destekleyen gönüllülerle ilköğretim çağındaki çocukların arasında iyi bir paylaşım ortamı oluşturması hedefleniyor. Bu amaçlar doğrultusunda proje kapsamında son 2 senedir Halkalı Erkek Yetiştirme Yurdu’nda çalışmalar sürdürülüyor. Yaşayan kütüphane ilk defa “Şiddeti Durdurun” (Foreningen Stop Volden) adlı kuruluş tarafından 2000 yılında Roskil Festival alanında kuruldu. Daha sonra Avrupa Konsey’inin desteğiyle birçok ülkede birçok festival alanında tekrarlandı. Türkiye’de ilk defa Toplum Gönüllüleri Vakfı ve Gençlik Çalışmaları Birimi tarafından 2007 yılında “barışarock” festivalinde gerçekleştirildi. Gönüllülük Kulübü, eğitim konusunda Toplum Gönüllüleri Vakfından destek alarak ilk yaşayan kütüphaneyi, 10-11 Mayısta gerçekleştirdi. Yaşayan Kütüphane; kişi ve gruplara karşı ayrımcılığa neden olan önyargılarla ilgili farkındalık yaratmak ve yapıcı diyaloglar sağlamayı amaçlıyor. Yaşayan kütüphanenin diğer kütüphanelerden farkı ise kitaplarının gerçek insanlar oluşuyor olması. Yaşayan kütüphane herhangi bir grubun veya kültürün temsil edildiği bir etkinlik değil. HAYALİMİ PAYLAŞ Hayalimi Paylaş İTÜ projesi 3-18 yaşları arasında olan ve yakalandığı amansız hastalık sebebiyle hayatta kalma mücadelesi veren hasta çocukların dileklerini yerine getirebilmeyi, imkansız olarak gördükleri hayalleri gerçeğe dönüştürerek onlara umut verebilmeyi hedefleyen bir proje. Bir Dilek Tut Derneği vasıtasıyla dilek çocuğu belirleniyor, daha sonra dileği gerçekleştirmek için gereken maddi kaynağı sağlamak üzere üniversite etkinlikler düzenleniyor. Dilek için gerekli kaynak elde edildikten sonra gerekli hazırlıklar yapılarak dilek çocuğunun hep gülümseyerek hatırlayabileceği bir gün geçirilmesi hedefleniyor. Hayalimi Paylaş İTÜ ilk dileğini 12 Mayıs 2012’de dilek çocuğu Adnan’ın “İtfaiyeci olmak istiyorum” dileğiyle gerçekleştirmişti. UMUT OKULU Gönüllülük Kulübü’nün bir başka projesi olan Umut Okulu, zor koşullarda eğitim almakta olan köy okullarındaki öğrencilere yardım etmeyi hedefliyor. Bu amaçla yardıma ihtiyacı bulunan okulu/okulları belirleyip; mezun derneklerinden, firmalardan, öğretim üyeleri ve öğrencilerden gelen kıyafet, ayakkabı, kitap ve kırtasiye malzemesi, oyuncak gibi yardım malzemeleri toplanıyor. Daha sonra proje ekibi bu yardımları kendi elleriyle bölgeye ulaştırıyor. Bir diğer amacı yapılan yardımların devamlılığını sağlamak olan Umut Okulu, “gönüllülük” kavramını da olabildiğince yaymaya çalışıyor ve ulaşılan öğrencileri de birer “gönüllü” olmaya teşvik ediyor. Daha önce MersinDereköy (2010/Ekim), Çorum-Çerkeş (2011/Haziran) www.ikibin50dergisi.org Proje ise şu şekilde hayata geçirilmiş; öncelikle gönüllüler, demokrasi ve insan hakları alanında eğitim almış. Ardından anket çalışmaları gerçekleştirerek çevredeki insanların ön yargılarının neler olduğu aşağı yukarı tespit edilmeye çalışmış. Sonrasında bu anketlerde çıkan sonuçlara göre kitapları aramaya başlamışlar. Bunun yanı sıra kaynak araştırması gerçekleştirmeye başlamışlar. Kaynak elde edebilmek için konser organize edilmiş. Bu konser büyük ölçüde ihtiyaçları olan geliri karşılamış. Yaşayan kitaplar da bulunduktan sonra son hazırlıklar tamamlanarak etkinlik gerçekleştirilmiş. İTÜ Ayazağa Kampüsü’nde festival alanında gerçekleşen yaşayan kütüphanede toplam 505 oturumda 1079 okuma gerçekleştirilmiş. GÖNÜLLÜ ZİRVESİ Gönüllü Zirvesi, İTÜ Gönüllülük Kulübü'nün bu sene 28-29 Nisan tarihlerinde ikincisini düzenlediği, her sene farklı bir tema çerçevesinde gönüllülük faaliyetlerini tanıtmayı amaçlayan organizasyon. Gönüllülük Kulübü kendi yürüttüğü projelerin dışında, öncelikle İTÜ olmak üzere diğer üniversite öğrencilerine ve katılımcılara gönüllülük alanında yapılabilecek faaliyetleri tanıtmak ve gönüllülük bilincini yaymak amacıyla Gönüllü Zirvesi organizasyonunu 2011 Avrupa Gönüllülük Yılı’nda hayata geçirildi. Geçtiğimiz sene "Sosyal sorumluluk, sosyal girişimcilik ve gönüllülük" temasıyla ilki gerçekleştirilen Gönüllü Zirvesi'nin bu seneki teması "Doğa ve Çevre" olarak belirlendi. Doğa Derneği, Buğday Derneği, ÇEVKO, EkoIQ Dergisi, EkoYapı Dergisi, Doğa İçin Çal ve Güven İslamoğlu gibi birbirinden değerli konuşmacıların katıldığı Gönüllü Zirvesi 2012, 28-29 Nisan tarihlerinde İTÜ Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi. Eğer siz de bu kampanyaları desteklemek istiyorsanız, oguzhansimsir@gmail.com ile iletişime geçebilirsiniz. Ağustos 2012 19 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 20 GÜNCEL RIO+20 ZİRVESİ RİO+20 ZİRVESİ UZUN SÜREDİR BEKLENEN RİO+20 ZİRVESİ HAZİRAN AYINDA GERÇEKLEŞTİRİLDİ. KİMİ ÇEVRELER ZİRVEYİ BAŞARISIZ BULURKEN KİMİLERİ DE ÇIKAN SONUÇTAN MEMNUN OLDUKLARINI BELİRTTİ. RESMİ OLARAK 13 HAZİRAN’DA BAŞLAYAN VE 22 HAZİRAN’DA SONA EREN ZİRVEYE 100’ÜN ÜZERİNDE ÜST DÜZEY DEVLET YETKİLİSİ KATILDI. 20 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 21 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi Umut mu? yeni bir hayal kırıklığı mı? M Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nın resmi açılışını Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff 13 Haziran Çarşamba günü yaptı. “Çevre bir propaganda aracı değildir, vizyon oluşturmanın bir parçasıdır,” diyen Rousseff, hazırlık toplantılarını (PrepCom) başlatmış oldu. Hazırlık toplantılarının ardından 16 – 19 Haziran tarihleri arasında, üst düzey toplantılar öncesinde sivil toplum, özel sektör, bilim çevreleri ve diğer ana grup temsilcileri bir araya geldi. Son olarak da 20 – 22 Haziran’da üst düzey toplantılar gerekleştirildi. B Zirvede yaşanan ilk gerginlik, müzakereler ile ilgili günlük raporlar yayımlayan tek sivil toplum grubu olan Üçüncü Dünya Ağı’nın (Third World Network) gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler tarafından yapılan ‘yeni ve ek finansal kaynaklar’ tekliflerine şiddetli bir biçimde karşı çıkması oldu. Bu durum, G77 ve Çin grubu adına konuşan Pakistan’da büyük bir hayal kırıklığına neden oldu. Pakistan konuyla ilgili olarak daha fazla tartışmanın bir anlamı olmadığını ve en iyisinin finans faslının tamamen görüşmelerden çıkarılması gerektiğini belirtmesi, gerginlik yaşanmasına neden oldu. Üçüncü Dünya Ağı, ayrıca müzakereler ile ilgili bir rapor yayınladı. Raporda, ‘yeşil ekonomi’ üstüne yapılan tartışmalara ve bu konuda yaşanan anlaşmazlıklara değindi. ARTAN KÜRESEL NÜFUS UYARISI Rio+20 Dünya Zirvesi öncesi, aralarında İngiltere’nin önde gelen bilim topluluklarından olan Kraliyet Cemiyeti’nin (The Royal Society) de olduğu 105 kurum tarafından hazırlanan ortak rapor, müzakerecileri siyasi engelleri ortadan kaldırmaları ve artan küresel nüfus ve tüketim sorunu konusunda uyardı. Dünyanın önde gelen bilim akademileri yaptıkları açıklamada Rio+20’nin nüfus ve tüketim konusunda kesin kararlar ile tamamlanması gerektiğini belirtti. Yayımlanan ortak raporda zengin ülkelerin sürdürülebilir olmayan hayat biçimlerinden vazgeçmeleri gerektiği ve gelişmekte olan ülkelere nüfus kontrolü konusunda destek verilmesi gerektiği bildirildi. www.ikibin50dergisi.org EKONOMİK KRİZ BAHANE EDİLMEMELİ ÜÇÜNCÜ DÜNYA AĞI’NDAN (THIRD WORLD NETWORK) MEENA RAMAN’A GÖRE RİO+20 MÜZAKERELERİNDE ABD’NİN ŞIMDİYE KADARKİ DURUŞU VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ GÖRÜŞMELERİNDEKİ TAVRI GÖZ ÖNÜNE ALINDIĞINDA OBAMA’NIN ZİRVEYE KATILMIYOR OLUŞU ASLINDA OLUMLU BİR GELIŞME. Hazırlık toplantıları sürerken, gelişmekte olan ülke müzakerecileri zengin ulusların sürdürülebilir kalkınma yolundaki çalışmalarında kendilerine finansal destek vermesi konusunda ısrarcı davrandı. Brezilyalı bir diplomat yaptığı açıklamada Avrupa’daki ekonomik krizin bir bahane olarak kullanılmaması gerektiğini ve sürdürülebilir kalkınma için yeterli fonların bulunamadığını söyledi. Gelişmekte olan ülke müzakerecileri ‘yeşil ekonomi’ konusunda süren görüşmeleri yarıda bıraktı. Sebep olarak ise, zengin ülkelerin para ve teknoloji transferi konularını eklemeyi reddetmeleri gösterildi. Gelişmekte olan ülkelerin oluşturduğu G77 bloğu ve Çin, nakdi ve entelektüel sermayenin istenen değişimlerin sağlanabilmesi için kritik bir öneme sahip olduğunu açıkladı. Yenilebilir enerji alanında yeşil iş imkanları yaratmanın, daha sürdürülebilir bir tarım düzenine geçmenin ve fosil yakıtları terk etmenin de bunlara bağlı olduğu belirtildi. Ağustos 2012 21 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 22 GÜNCEL RIO+20 ZİRVESİ Üçüncü Dünya Ağı’ndan (Third World Network) Meena Raman’a göre Rio+20 müzakerelerinde ABD’nin şimdiye kadarki duruşu ve iklim değişikliği görüşmelerindeki tavrı göz önüne alındığında Obama’nın zirveye katılmıyor oluşu aslında olumlu bir gelişme. Raman “ABD özellikle teknoloji transferi konusunda görüşmeleri zayıflatıyor. ‘Transfer’ kavramının ne anlama geldiği konusunda net bir fikirleri bile yok. ABD’nin duruşu düşünülünce Obama’nın veya ABD’li başka bir liderin Rio’ya gelmesini istemiyoruz. ABD’nin gerçekten liderlik yapmak istediğine veya gezegeni ve yoksulları kurtarmak istediğine inanmıyoruz. Bu yüzden Obama’nın evde kalması belki de en iyisi” dedi. İLK AŞAMANIN ARDINDAN Birleşmiş Milletler, Rio+20 sonuç belgesi üzerine yapılan müzakerelerin son gününde teşvik edici ve cesaret verici gelişmeler yaşandığını açıkladı. Rio+20 Genel Sekreteri Sha Zukang yaptığı açıklamada gruplara ayrılarak çalışan müzakerecilerin metnin %37’si üzerinde anlaşmaya vardıklarını söyledi. Rio+20 Sekreteryası Başkanı Nikhil Seth konferansın artık yeni bir döneme girdiğini açıkladı. Seth yaptığı basın toplantısında metin üzerinde ilerleme sağlanmasına rağmen henüz çözüme ulaşmamış önemli konular da olduğunu söyledi. Bu konular arasında 20 yıl önce Rio Zirvesi’nde ortaya konan teknoloji transferi, gelişmekte olan ülkeler için finansman sağlanması ve kapasite artırımı gibi bazı kararların yeniden gözden geçirilmesi de var. Prepcom III’ün tamamlanmasının ardından Sürdürülebilir Kalkınma Diyalogları 16 Haziran’da başladı. “OBAMA’NIN EVDE KALMASI BELKİ DE EN İYİSİ” Bush’un 1992’deki tavrından sonra Obama’nın Rio+20’ye katılmaması aktivist gruplar tarafından bir kayıp olarak değerlendirilmedi. Rio’da 1992 yılında düzenlenen Dünya Zirvesi’ne son anda katılan ve sera gazı salımlarından kirliliğe, dünyadaki en ağır çevre sorunlarından sorumlu olarak ABD’nin görülmesine karşı ülkesini savunan bir cevap veren Bush, yedi dakikalık konuşmasında özür dilemeye gelmediğini ve bazen liderliğin yalnız kalmak olduğunu söylemişti. Ancak bugün, 20 yıl sonra, Bush gibi seçim hazırlığında olan Obama, Rio+20’ye katılmayacağını açıklayınca BM’yi hayal kırıklığına uğrattı. 22 Ağustos 2012 “RIO’DA BU KADAR CESARETTEN UZAK BİR METİN KABUL EDİLMİŞ OLMASI BİR UTANÇTIR. ÜREME HAKLARIMIZ İLE İLGİLİ BİR CÜMLE BİLE YOK. KADINLARIMIZ İÇİN YÜKSEK KOMİSER HALEN ATANMADI. NÜKLEER ENERJİ VE MADENLER İLE İLGİLİ BİR MADDE YOK. RIO SONUÇ BELGESİ ŞU ANDA ACİLEN ÇÖZÜLMESI GEREKEN HİÇBİR SORUNA ÇÖZÜM BULMUYOR” Çevreci gruplar Pazar günü yaptıkları açıklamada çevre sorunlarını ortadan kaldırmak ve artan yoksulluğu durdurmak için yapılabilecek çalışmaların zamanla ilgili baskılar yüzünden gerekli önem verilerek ele alınmadığı konusundaki endişelerini belirtti. Üç gün süren üçüncü hazırlık toplantısının ardından metin üzerindeki çalışmaları düzenleme görevini alan Brezilya 19 Haziran Salı gününe kadar çalışmaların tamamlanacağını söyledi. Fakat STK’lar yeşil ekonomi ve finansman üzerinde yoğunlaşan tartışmaların belgenin bütününü zayıflatabileceğini düşünüyor. WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı)’dan Lasse Gustavsson “Metinde zayıf kelimelerin, eyleme geçmeye yönelik kavramlara karşı 514’e 10’luk bir skorla kaybettiğini görmek mümkün. Metinde ‘teşvik etme’ kelimesi 50 kez kullanılırken, ‘zorunda olmak’ üç kere kullanılmış. Görünen o ki müzakereciler ‘destek’ kelimesini de çok seviyorlar zira bu kelime de 99 kez kullanılmış. Geleceğe yönelik ‘yapacağız’ ise sadece beş kere karşımıza çıkıyor” dedi. Müzakerelerin Brezilya’ya devredilmesinin ardından ülkelerin üstünde daha rahat çalışabilmesi için danışma sürecinden geçen ve kısaltılmış bir metin ortaya koydu. Rio+20 temsilcisi Pragati Pascale yaptığı açıklamada, kısaltılmış metnin daha zayıf bir metin anlamına gelmediğini, metnin yeni halinin üye ülkelerin geçtiğimiz haftalarda anlaştığı ve farklı fikirler ortaya koyduğu noktaları bire bir yansıttığını söyledi. RIO’DA SÜRDÜRÜLEBİLİR BORSA GİRİŞİMİ Aralarında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, Johannesburg Menkul Kıymetler Borsası, Mısır Borsası, NASDAQ OMX gibi önemli borsaların bulunduğu beş borsa kendi piyaslarında uzun dönemli, sürdürülebilir yatırımlar yapacakları konusunda taahhütte bulundu. Konuyla ilgili bir açıklama yapan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası CEO’su İbrahim Turhan “Biz borsaların şirketleri ‘Çevresel, Sosyal ve Kurumsal Yönetim’ (ESG) uygulamalarını kullanmaları gerektiğini, böylece sorumluluk sahibi bir yatırım ortamı yaratıp, yatırımcıların sürdürülebilirlik hassasiyetine sahip şirketleri ödüllendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu yüzden Sürdürülebilir Borsalar (SSE-Sustainable Stock Exchanges) girişimini destekliyoruz ve diğer borsaları da parçası olmaları için davet ediyoruz” dedi. www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 23 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi TASLAK SONUÇ BELGESİ KABUL EDİLDİ Dünya Zirvesi öncesi, devlet başkanlarına sunulacak sonuç belgesi Rio’da kabul edilmesinin ardından oluşan görüşler pek de olumlu olmadı. Müzakereciler tarafından oluşturulan metin BM Çevre Programı’nın güçlendirilmesi, yeşil ekonominin faydaları, okyanusları koruma sözü ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini içerirken; belirli sorumluluklar, zaman sınırlamaları, finansman gibi konuların eksikliği eleştirilere sebep oldu. Rio+20 Genel Sekreteri Sha Zukang, ”Şu an elimizde konferansta kabul edilecek bir metin var. Sonuç belgesinin birçok eylem içerdiğini düşünüyoruz. Eğer bu eylemler hayata geçirilirse ve gerekli önlemler alınırsa çok büyük küresel bir değişim elde edebiliriz,” dedi. Ev sahibi Brezilya ise sonuç belgesini başarılı bulduklarını belirtti. Brezilya Dışişleri Bakanı Antonio Patriota kabul edilen belgenin, yeni bir tür ‘çok taraflılığın’ zaferi olduğunu söyledi. Patriota, “Çetin bir mücadeleden geçtik. Ama delegasyonlar arasındaki genel memnuniyet tatmin edici bir sonuç elde ettiğimizi gösteriyor,” dedi. Avrupa Birliği’nin İklim Eyleminden Sorumlu Vekili Connie Hedegaard yaptığı açıklamada, “Metin o kadar zayıf ki kabul edildiği anda kimse gerçekten mutlu değildi,” derken, AB daha sonra yaptığı resmi açıklamada bazı beklentileri karşılamasa da sonucu hoşnutlukla karşıladıklarını belirtti. Sivil toplum örgütleri, ortaya çıkan sonuç belgesinden memnun olmadıklarını ve kabul edilen belgenin çok zayıf olduğu belirtti. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) Başkanı Jim Leape konuyla ilgili olarak, “Eğer Brezilya tarafından sunulan metin kabul edildiyse, geçtiğimiz yıl boyunca taslak metin üzerinde Greenpeace Genel Direktörü Kumi Naidoo yapılan müzakerelerin hepsi vakit kaybıydı. Bu metni, aslında ne için hazırlandığını bilmeden okuyacak olsanız, Rio+20’nin sıradan bir seminer olduğunu sanırsınız" dedi. İngiltere merkezli yardım kuruluşu Oxfam sözcüsü Stephen Halle “Bu zirve başlamadan bitirilebilirdi. Rio’ya gelen dünya liderleri her şeye en baştan başlamalı. Rio+20 bir dönüm noktası olmalıydı. Ama bunun en küçük bir işaretini bile göremiyoruz. Açlıkla savaşan milyonlarca insan daha iyisini hak ediyor,” dedi. Greenpeace Genel Direktörü Kumi Naidoo ise, üst düzey toplantıya sunulmak üzere kabul edilen sonuç belgesini sadece boş laflarla dolu olmakla suçladı ve Greenpeace olarak stratejilerini değiştirip sivil itaatsizlik eylemlerine hazırlandıklarını söyledi. Devlet başkanlarının metin üzerinde müzakere etme olasılığını ise dilek tutmak olarak nitelendirdi. Naidoo, “Tahminim, Zirve sonunda liderler 2-3 sayfalık bir siyasi lider bildirgesi yayımlayıp, ortada hiçbir bilgi, eylem planı olmadığı halde sanki süreci ileriye taşımışlar gibi davranacak,” dedi. DÜNYA ZİRVESİ'NDE GENEL KURUL BİRARAYA GELDİ Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı için aralarında Çin Başbakanı Wen Jiabo, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, İngiltere Başbakan Yardımcısı Nick Clegg ve Türkiye’den Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gibi liderlerin olduğu 100’den fazla devlet başkanı 20 Haziran’da Rio’da bir araya geldi. Üst düzey katılımla gerçekleşen açılış oturumunda konuşan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon, “Şu anda tarihi bir anlaşmanın eşiğindeyiz. Bu fırsatı boşa harcamayalım. Bütün dünya kelimelerin eyleme dönüp dönmeyeceğini izliyor ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton www.ikibin50dergisi.org Ağustos 2012 23 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 24 GÜNCEL RIO+20 ZİRVESİ DÜNYANIN 3 MİLYAR ÇOCUĞUNDAN BİRİYİM Genel Kurul’da konuşma yapan Yeni Zelanda’lı 17 yaşındaki Brittany Trilford’un konuşması da zirvede ilgi çeken konuşmalardan biriydi. 100’den fazla devlet başkanına hitaben yaptığı konuşmasında Trilford, “Ben 17 yaşındayım ve bir çocuğum, sizin çocuğunuzum, dünyanın 3 milyar çocuğundan biriyim. Beni dünyanın yarısı olarak kabul edin. Burada kalbimde bir ateşle duruyorum. Dünyanın şu anki durumuyla ilgili kafam karışık ve sinirliyim. Bunu değiştirmek için sizinle beraber çalışmak istiyorum. Bugün burada birlikte yarattığımız sorunlara bir çözüm bulabilmek ve bir geleceğimiz olduğundan emin olmak için bir araya geldik. Siz ve hükümetleriniz fakirliği azaltmak, çevreyi sürdürülebilir bir hale getirmek ve iklim değişikliği ile mücadele etmek için söz verdiniz. Geleceğimiz tehlikede. Hepimiz zamanın hızla ilerlediğinin farkındayız. Çocuklarınızın, çocuklarımın, çocuklarımın çocuklarının geleceği hakkında karar vermek için 72 saatiniz var. 20 yıl önce Rio’da insanlar bir araya geldiklerinde daha iyi şeylere sebep olmak için büyük sözler verdiler, bana hala geleceğe umutla bakma gücü veren sözler verdiler... Biz yeni nesil değişim istiyoruz, eylem istiyoruz. Böylece bir geleceğimiz olabilir. Size bu önümüzdeki 72 saat içinde bizim çıkarlarımızı diğer bütün çıkarların önüne koymanız konusunda güveniyorum. Lütfen doğru olanı yapın” dedi. Brittany Trilford ve biz de dünyanın bunu takip etmek zorunda olduğunu biliyoruz. Müzakereler başarılı bir şekilde tamamlandığı için çok mutluyum, sonuca giden yolda ve anlaşmaya ulaşma yolunda attıkları adımlar için Brezilya’yı kutluyorum” dedi. Rio+20 Genel Sekreteri Sha Zukang ise “Sonuç belgesinin birçok eylemi içinde barındırdığını düşünüyoruz. Ve eğer bu eylemler hayata geçirilirse ve gerekli takip önlemleri alınırsa küresel çapta olumlu değişim yaratmak için inanılmaz bir fark yaratılmış olacak” dedi. Rio’da devlet başkanlarına sunulmak üzere kabul edilen sonuç belgesine ana gruplardan da tepkiler geldi. Gerçekleşen açılış toplantısında BM Kadınlar Ana Grubu temsilcisi “Rio’da bu kadar cesaretten uzak bir metin kabul edilmiş olması bir utançtır. Üreme haklarımız ile ilgili bir cümle bile yok. Kadınlarımız için yüksek komiser halen atanmadı. Nükleer enerji ve madenler ile ilgili bir madde yok. Rio sonuç belgesi şu anda acilen çözülmesi gereken hiçbir soruna çözüm bulmuyor” dedi. Sivil Toplum Örgütleri Ana Grubu ise tepkilerini, “Rio+20’nin de başka bir başarısızlık olmasına çok yakınız. Çünkü hükümetler dünyaya güven vermek yerine kendi çıkarlarını korumaya çalışıyorlar. Eğer böyle devam ederse çok büyük bir başarısızlıkla karşı karşıya kalacağız. Sonuç belgesi gerçekle temas etmiyor. Kısacası Rio’daki sivil toplum örgütleri bu metni onaylamıyor” şeklinde dile getirdi. Sivil toplum örgütleri grubu aynı zamanda Salı günü yayımlanan metnin girişinde yazan ‘sivil toplumun tam katkısıyla’ ifadesinin de çıkartılmasını talep ediyor. 24 Ağustos 2012 “... BİZ YENİ NESİL DEĞİŞİM İSTİYORUZ, EYLEM İSTİYORUZ. BÖYLECE BİR GELECEĞİMİZ OLABİLİR. SİZE BU ÖNÜMÜZDEKİ 72 SAAT İÇİNDE BİZİM ÇIKARLARIMIZI DİĞER BÜTÜN ÇIKARLARIN ÖNÜNE KOYMANIZ KONUSUNDA GÜVENİYORUM. LÜTFEN DOĞRU OLANI YAPIN” AB SONUÇ BELGESİNDEN UMUTLU AB Komisyoneri Janez Potocnik’e göre Rio’da tamamlanan müzakerelerde ilerleme kaydedildi ama devletler yeteri kadar taahhütte bulunmadılar. Fakat sonuç belgesi ile ilgili olumlu bir nokta 2025’e kadar deniz kirliliğinin azaltılması olarak görülüyor. Ocak ayında ortaya konan Sıfır Taslakta (Zero Draft) bu tür bir ibare yokken kabul edilen sonuç belgesinde bulunması AB tarafından olumlu karşılandı. Ayrıca BM Açık Denizler Hukuku Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi ile ilgili maddeler de umut verici olarak nitelendirildi. Sürdürülebilir tüketim üretim programları ile ilgili çizilen on yıllık çerçeve programlar da AB yetkilileri tarafından olumlu bir adım olarak nitelendiriliyor. ZİRVEDE SÜRDÜRÜLEBİLİR ULAŞIM İÇİN YATIRIM SÖZÜ Dünyadaki en büyük sekiz çok taraflı kalkınma bankası, Rio+20’de yaptıkları bir basın açıklamasıyla önümüzdeki 10 yıl sürdürülebilir ulaşım sistemlerine 175 milyar dolar yatırım yapacakları yönünde söz verdi. Açıklama yapan bankalar arasında Asya Kalkınma Bankası, Dünya Bankası, Latin Amerika ve Afrika Kalkınma Bankaları da bulunuyor. BM Habitat İcra Direktörü Joan Clos konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "Bu tür benzersiz taahhütler havayı temizleyerek, yolları daha güvenli hale getirerek ve ulaşımın iklim değişikliği üzerinde yarattığı zararlı etkileri azaltarak binlerce hayatın kurtulmasını sağlıyor. Bu girişim daha güvenli ulaşıma ve sürdürülebilir kentsel büyümeye katkıda bulunacaktır” dedi. www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 25 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi ERDOĞAN RİO+20’DE KONUŞTU Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 21 Haziran Perşembe günü Rio+20 Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nda hem Türkiye’nin düzenlediği yan etkinlikte hem de Genel Kurul’da devlet başkanlarına hitaben konuşmalar yaptı ve Rio+20’nin kalıcı çözümler sunmasını istediğini belirterek zirveye dair olumlu açıklamalarda bulundu. Moderatörlüğünü Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın yaptığı, “Rio’dan 2015 ve Ötesine: Daha Adil Bir Dünya İçin Yol Haritası” isimli yan etkinlikte açılış konuşmalarını Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yaptı. Etkinlikte Bhutan Başbakanı Jigmi Thinley, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve UNDP Başkanı Helen Clarck da konuşmalar yaptı. GAZİANTEP BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ RIO+20’DE Rio+20 Dünya Zirvesinde, 2030’da düşük karbonlu kent için iklim liderliği (Climate leadership for the lowcarbon urban world 2030) başlıklı, yerel yönetimlerin küresel iklim değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma alanındaki rolleri konulu panele katılan Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey Gaziantep’te iklim ve sürdürülebilir kalkınma konusunda yapılan çalışmaları paylaştı. Gaziantep’in 1. 5 milyon nüfusu ile Türkiye'nin en büyük şehirlerinden birisi olduğunu belirten Başkan Güzelbey, sanayi potansiyeli ile Gaziantep’in dünyanın en hızlı büyüyen 10 şehri arasında yer aldığını söyledi. ‘BM SİSTEMİ: BİZİM İSTEDİĞİMİZ GELECEĞE DOĞRU’ YAN ETKİNLİĞİ 22 Haziran Cuma günü yapılan, BM Sistemi: Bizim İstediğimiz Geleceğe Doğru toplantısında konuşan Ban Ki-Moon “Her bir BM organı farklı önceliklere sahip ama bütün kaynaklarını sürdürülebilirlik konusuna ayırıyorlar. Aynı zamanda yüksek öğretim alanında da uğraş veriyoruz. Bunlar işe yarayan araçlar ve bu araçları nasıl kullanacağımızı yavaş yavaş öğreniyoruz. Milenyum Kalkınma Hedefleri (MDG) çok önemli. Bunlardan biri de yüksek öğrenim ile ilgili. Bu şekilde insanlara ve ekonomiye iyi kaynaklar sağlayabileceğiz. Yüksek öğrenimde müfredatlar genç insanlara nasıl küresel bir vatandaş olunacağı yönünde güçlendirilmeli. Sadece kendi ulusları veya toplumları için değil küresel bir şekilde düşünmeyi öğrenmeleri www.ikibin50dergisi.org Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan gerekiyor. Genç insanların yarının liderleri olacağına inanılıyor ama o kadar güçlü sesleri var ki zaten bugünün liderleri oldular” dedi. “...YÜKSEK ÖĞRENİMDE MÜFREDATLAR GENÇ İNSANLARA NASIL KÜRESEL BİR VATANDAŞ OLUNACAĞI YÖNÜNDE GÜÇLENDİRİLMELİ. SADECE KENDİ ULUSLARI VEYA TOPLUMLARI İÇİN DEĞİL KÜRESEL BIR ŞEKİLDE DÜŞÜNMEYİ ÖĞRENMELERİ GEREKİYOR.” UNDP SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK ENDEKSİ OLUŞTURUYOR Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) İnsani Gelişme Raporu Ofisi Direktörü Khalid Malik, Rio’da yaptığı açıklamada ilerlemenin gelecek kuşaklar üzerindeki etkilerini inceleyen ve insani kalkınmanın oranlarını ölçen insani sürdürülebilirlik endeksi çerçevesini açıkladı. Başında olduğu bölümün sürdürülebilir kalkınmanın ölçülebilmesi için çalışmalar yaptığını söyleyen Malik, uygun bir ölçüm aracı için yeni temeller atılması gerektiğini belirtti. “İnsanlar ve yaptıkları seçimler üzerinde durmalıyız. Politika açısından baktığımızda kalkınma temel bir hak ama bu, gelecek nesillerin önündeki seçenekleri azaltmadan yapılmalı” dedi. ABD SONUÇ BELGESİNDEN MEMNUN ABD Baş Müzakerecisi Todd Stern Rio’da müzakereler sonucu oluşturulan ‘The Future We Want’ (İstediğimiz Gelecek) sonuç belgesini olumlu karşıladıklarını açıkladı. Stern, “ Bu belge farklı oyunculardan farklı fikirlerle bir araya getirilen ve müzakere edilerek ortaya konmuş bir sonuç belgesi. Bu yüzden herkes için her şeyi kapsayan bir belge değil. Herkesin daha fazla memnun olduğu ya da mutsuz olduğu noktalar var. Hatta bazı noktalar daha iyi ortaya konabilirdi ama bence bu belge ileriye yönelik güçlü bir adım,” dedi. Stern ayrıca BM Çevre Programı (UNEP)in güçlendirilmesi gibi önemli kurumsal adımlar atıldığının da altını çizdi. Ağustos 2012 25 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 26 GÜNCEL RIO+20 ZİRVESİ ARDINDAN Dünyayı yeşil ekonomi mi kurtaracak? . Gazeteci - Yazar Özgür Gürbüz “BÜYÜME KAÇINILMAZ ANCAK FABRİKALARI KURARKEN AĞAÇ KESMEMEYE DİKKAT ET, KESERSEN DE YERİNE YENİLERİNİ DİKMEYİ UNUTMA” irleşmiş Milletler Yeryüzü Zirvesi 20 yıl aradan sonra yeniden Brezilya'nın Rio kentinde yapıldı. 20 yıl önceki zirvede yepyeni bir kavramla tanışmıştık: 'Sürdürülebilir kalkınma'. 1992 yılındaki Rio Zirvesi sürdürülebilir kalkınmadan bahsediyordu ama sorunun çözümü için formül çok daha önce Roma Kulübü (Club of Rome) tarafından ortaya atılmıştı. Rio'dan tam 20 yıl önce, dünyaca ünlü üst düzey bürokrat ve bilim insanlarının kurduğu Roma Kulübü hastalığın adını doğru tarif etmişti. Büyüme denen hastalık gezegeni ve üzerinde yaşayan canlıları tehdit ediyordu. 1972 yılında Roma Kulübü'nün çok ses getiren raporunun adı, 'Büyümenin Sınırları'ydı (The Limits of Growth). B Bu rapordan 20 yıl sonra, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından düzenlenen, onlarca sivil toplum örgütü ve hükümetler tarafından desteklenen 1992 Rio Zirvesi'nin, belki de bileşenlerinin bağımsız düşünürler kadar özgür olamamasından dolayı büyümeye sınır koymayı telaffüz etmek yerine sadece “sürdürülebilir büyüme” diyebilmesi manidardı. Özetlersek, bu söylem şu anlama geliyordu: “Büyüme kaçınılmaz ancak fabrikaları kurarken ağaç kesmemeye dikkat et, kesersen de yerine yenilerini dikmeyi unutma”. Kesilen ağaçların ormanın bir parçası olduğu, dikilen fidanlarınsa orman olması için yıllara ihtiyaç duyulduğu unutulmuştu. Sürdürülebilir kalkınma denen kavram yaşam pahasına da olsa büyümeyi sorgulamayadığı için bir süre sonra 'bildiğini okumayı sürdürmenin' ta kendisi oldu. 26 Ağustos 2012 BALIKLARIN %32'SİNİN SOYU TÜKENMEK ÜZERE 1992 yılındaki korkaklığın bedeli ağır oldu. 20 yıl kaybedildi. Bu 20 yıl boyunca onlarca tür yok oldu; su, toprak ve hava kirletildi. 1996 yılında insan faaliyetleri tarafından tehdit edilen hayvan türü sayısı 5 bin 205'ti. Sadece sekiz yıl sonra bu rakam 7 bin 266'ya çıktı. Bugün, kayıt altına alınmış memelilerin yüzde 21'i, kuşların yüzde 12'si, sürüngenlerin yüzde 28'i, amfibilerin yüzde 30'u ve balıkların yüzde 32'si soylarının tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya. Tüm bu örneklerin aralarında insanın da dahil olduğu tüm canlıların yaşamını tehdit ettiğini herhalde ayrıca açıklamaya gerek yok. ÖNCE YAŞAM SONRA KALKINMA Bu yılki zirvenin yıldızı 'yeşil ekonomi'nin sonu da sürdürülebilir kalkınma gibi olabilir. Son yıllarda sıkça konuşulmaya başlanan yeşil ekonomi kavramı 'yanlış anlaşılma' ve 'yanlış anlatılmaya' açık. Yeşil ekonominin yaşamı, büyüme ve kalkınmanın önünde tutan özüne vurgu yapılmazsa, 2012 zirvesinin 1992'den bir farkı kalmayacak. 2012'deki Rio+20 zirvesinin sonuç metnine baktığınızda tam da bunu görüyorsunuz. Sonuç metni her şeyden önce yeşil ekonomiyi sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğu azaltma kavramlarıyla birlikte değerlendirerek kalkınmacı mantığa yeşil ışık yakıyor. Daha sonra sürdürülebilir kalkınmaya her ülkenin farklı yöntem, www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 27 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi yaklaşım ve modellerden ulaşabileceğini belirterek binbir türlü bahaneye zemin hazırlıyor. Yani hem kalkınacaksınız, hem yoksulluğu azaltacaksınız hem de ekosistemi koruyacaksınız. Bu üç hedef gelişme yönündeki ülkeler için bir yol haritası çizebilir. Aynı zamanda gelişmiş ülkelerin refah seviyesinde küresel bir denge sağlanması için teknoloji ve sermaye transferine olabak sağlaması ve ekonomilerinde planlı bir daralmayı göze almaları gerekir. Dünyanın sınırlı kaynakları bugün herkesin bir Amerikalı gibi yaşamasına olanak vermiyor. Gelişmiş ve çok tüketen devletlerin bugünkü durumu sürdürmelerine karşı çıkmaz, bu konuda bir şey söylemezseniz dünyanın sınırlarını zorlamaya devam edersiniz. 40 yıl önce Roma Kulübü sınırsız büyümenin mümkün olmadığını söylemişti. Haklıydılar. O tarihte küresel ısınmadan bile bahsedilmiyordu. Bugün küresel ısınma yaşadığımız çevre sorunlarının sadece bir tanesi. Yapılacak en büyük hata bugünden sonra sürdürülebilir yaşam yerine sürdürülebilir kalkınmada ısrar etmek olur. ÇOCUKLARINIZ MI CİPİNİZ Mİ DAHA ÖNEMLİ? UNUTMAYIN, YEŞİL EKONOMİ ZENGİNLERİN SATIN ALABİLDİĞİ ÜRÜNLERİ YEŞİL PAKETLERE KOYMAK İÇİN DEĞİL, YOKSULLARIN YAŞAMLARINI MAKUL BİR SEVİYEDE SÜRDÜREBİLMELERİ İÇİN O ÜRÜNLERI PAYLAŞTIRMAK VE DOĞADAKİ TÜM CANLILARIN YAŞAM HAKKINA SAHİP ÇIKMAK İÇİN VAR. Sonuç metninde, yeşil ekonominin sınırlarının sert kurallarla çizilmemesini istediklerini açık açık yazmışlar. İtirazım yok. Bu esneklik zaten yeşil ekonomiyi farklı yapan yegane unsur. Sistem değişikliği öneriyor ama kısa sürede gerçekleşecek bir devrimden bahsetmiyor. Elektrik üretimini yenilenebilir enerji kaynaklarıyla sağlayarak hem talebi karşılıyor hem de istihdamı arttırabiliyor. Evlerin çatılarına kurulabilen güneş panelleriyle, enerji verimliliği ve küçük toplulukların sahip olabildiği mütevazi rüzgar türbinleriyle aslında enerji gibi büyük sermayeye sahip oyuncuların kontrolündeki bir sektöre daha az sermayeli yeni oyuncuların katılmasına fırsat veriyor. Doğanın sömürüsü üzerinden elde edilen karın karşısında olduğu için hem yokoluşu yavaşlatıyor hem de bu Tablo: Rüzgar enerjisi sektörünün Avrupa'da istihdama etkisi. Kaynak: EWEA amaca hizmet eden kar odaklı teknoloji yerine daha emek yoğun seçenekleri ortaya atıyor. Bu, yeşil ekonominin istihdamı arttırma araçlarından biri. Bir başkası da çalışma saatlerinin düşürülmesi. Yeşil ekonominin temel prensipleri arasında refahı toplumun her kesimine yayma var. Haftalık çalışma saatlerini düşürerek iş paylaşımına ve istihdam artışına destek veriliyor. Çok iyi gelir getiren bir işe sahip kişinin gelirinin bölüşülmesi ancak bu yolla sağlanabilir. Bu kişi, 40 değil 30 saat çalışsa da temel ihtiyaçlarını sağlayacak geliri elde eder, kalan saatlerde çalışan diğer kişi de işsiz kalmadığı gibi onun gelir seviyesine yaklaşır veya yakalar. Mütevazi bir gelir lüks tüketim malları için değil, temel ihtiyaç ürünleri için tüketilir ve gereksiz üretim önlenerek doğal kaynakların korunması sağlanabilir. Çalışma saatinin düşürülmesi sosyal refahı ve bireysel mutluluğu da arttırır. Ailesine, çocuklarına ve sevdiklerine daha uzun zaman ayırabilen sosyal insan gezegene yeniden döner. Daha uzun tatiller ve yavaşlayan hayat beraberinde tüketimin dolayısıyla yokoluşun hızını düşürür. Tüm bunların yaşam kalitesini yükselttiğini de gözden kaçırmamak lazım. Son model bir cipe binmeyi, haftada altı gün çalışıp çocuğunuzun yüzünü görmemeye tercih ediyorsanız o başka tabi! Bu gibi radikal tedbirlerden bahsetmeden yeşil ekonomiden bahsetmek mümkün değil. BİR MİLYAR İNSAN AÇ Bu gibi örneklerin radikal olduğunu düşünenler varsa şu 'radikal gerçekleri bir kez daha hatırlasın. Gezegenin sınırlarını zorladığımız için her geçen karşımıza çıkan ekonomik krizler onlarca sosyal sorunu da beraberinde getiriyor. 2007 yılında 178 milyon insan dünyada işsizken, 2009'da bu rakam 205 milyona çıktı. Özellikle gelişme yönündeki ülkelerde milyonlarca insan sosyal korumların da eksikliğiyle zor duruma düştü. Son ekonomik kriz yüzünden aşırı derecede sefalet içine düşen insan sayısının 47 ile 84 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor. 3. Dünya Tarım Teşkilatı (FAO) 2009'da aç yaşayan insanların sayısının tarihte ilk kez 1 milyarın üzerine çıktığını açıkladı. Unutmayın, yeşil ekonomi zenginlerin satın alabildiği ürünleri yeşil paketlere koymak için değil, yoksulların yaşamlarını makul bir seviyede sürdürebilmeleri için o ürünleri paylaştırmak ve doğadaki tüm canlıların yaşam hakkına sahip çıkmak için var. KAYNAKLAR 1- The World Conservation Union-Species Survival Comission 2- Vital Signs 2011, Worldwatch. 3- The Global Social Crisis, UN, 2011. www.ikibin50dergisi.org Ağustos 2012 27 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 28 KENTSEL DÖNÜŞÜM Kentsel dönüşüm öncesi Balat’tan bir görüntü MEVZUAT Kentsel Dönüşüm Yasası Gerçek İhtiyaca Uygun mu? i KAMUOYUNDA 'KENTSEL DÖNÜŞÜM YASASI' OLARAK BİLİNEN AFET RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ HAKKINDAKİ KANUN, GEÇTİĞİMİZ GÜNLERDE YÜRÜRLÜĞE GİRDİ. ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI ERDOĞAN BAYRAKTAR, "HİÇBİR VATANDAŞ MAĞDUR EDİLMEYECEK, KİMSEYE DE RANT SAĞLANMAYACAK" MESAJINI VERDİ. GENEL KURUL TARAFINDAN KABUL EDİLEN YASADA HEDEFLENEN, AFET RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ. Gülçin Kocabuğa asaya göre, riskli yapıların tespiti, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanacak yönetmelik doğrultusunda yapılacak. Bu tespitlere karşı ev sahipleri, 15 gün içerisinde itiraz edebilecek. Riskli yapıların yıktırılmasında öncelikli olarak malikler ile anlaşma yoluna gidilmesi esas olacak. Anlaşma ile tahliye edilen yapıların sahiplerine kira yardımı yapılabilecek. Riskli bulunan yapıların yıktırılması için 60 günden az olmamak üzere süre verilecek. Gecekondu sahibine, konut ya da arsa tahsis edilene veya nakit ödeme yapılana kadar gecekondusu yıktırılamayacak. Güçlendirilebileceği teknik olarak belirlenen yapılar için de dönüşüm projeleri özel hesabından "güçlendirme kredisi" verilebilecek. Yasada, afet riski altında bulunan alanların dönüştürülmesinin, oldukça fazla kamulaştırma ve yıktırma işlemini ve buna bağlı ihtilafları gündeme getireceğinden, mahkemelerde görev yapacak bilirkişilerin sayısının artırılmasını öngören değişiklikler de bulunuyor. Y Yasada yer alan “Şehrin içindeki veya yakın çevresindeki ormanlık alanlar, afetler öncesinde piknik alanı ve mesire yeri, afetler sonrasında da barınma yeri olarak kullanılabilecek” ifadesi, dikkat çekici ifadeler arasında yer alıyor. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ise yasanın kabul edilmesini yazılı bir metinle eleştirdi. Onlarca sivil toplum örgütünün altına imza attığı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’a Yönelik Ortak Deklerasyon” da, yasanın 28 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 29 kamuoyunda yansıtıldığı gibi olmadığını, ülkenin gerçek ihtiyacı olan kentlerin afetlere karşı duyarlı sakınım içerikli planlanmasını, denetimsiz ve mühendislik hizmeti almamış yapılaşmanın engellenmesini sağlayacak bir düzenleme olmaktan uzak olduğu belirtildi. Açıklamada, “Karşımızdaki yasa artık bir yol ayrımıdır. Ülkemizde kentleşme konusunda izlenen "ikiyüzlü" politikalar, bir yandan riskli yapı ilan edilen yapıların yıkıldığı, diğer yandan yeni riskli yapıların üretiminin sürdüğü, afet riski gerekçe gösterilerek tüm kentlerimizin bir getirim aktarım alanı haline dönüştürüldüğü bir gerçekliğe doğru yol almaktadır. Biz birlikte oluşturduğumuz ve ortak kullanıcısı olduğumuz şehirlerimizde bizlere “insanca yaşama hakkı” tanımayacak boyutlarda, özellikle inşaat sektörünün gelişmesini amaç edinerek hazırlanan bu yasa ve uygulamalarına karşı çıkıyor ve meşruiyetini sorguluyoruz. Yasa ile birlikte, kamunun elinde kalan son araziler, orman, tarım, mera, kıyı ve koruma alanlarının dahi elden çıkarılması söz konusudur. Çıkarılan yasada şehirlerimizin son derece önemli bir sorunu olan “afet”e yönelik neredeyse hiçbir şey yer almaz iken; keyfi uygulamaların önünü açan, insanların hak arama yönündeki hukuki kanallarını tamamen ortadan kaldıran birtakım hükümler de yer almıştır.” ifadeleri yer aldı. Hafızalarımıza ilk defa “Sulukule” ile kazınan “Kentsel Dönüşüm” hakkındaki görüşlerin farklılığı, Kentsel Dönüşüm’üm “aslında ne?” olduğu sorusunu doğuruyor. www.ikibin50dergisi.org DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN TARİHİ Kentsel dönüşüm çalışmaları Batıda İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hız kazanmış. Avrupa’da savaşta yıkılan şehirlerin yeniden düzenlenmesi, hasar gören binaların restore edilmesi amacıyla yaygınlaşmış. Uygulamaya konulan sosyal refah devleti politikaları doğrultusunda, yıkılan şehirlerin yeniden inşasında hükümetlere ve yerel yönetimlere sorumluluklar yüklenmiş. Yıkılan şehirlerin rehabilitasyonu, çöküntü alanlarının yenilenmesi programları da aynı çerçevede hükümetlerce sübvanse edilmiş. Avrupa’nın kentsel yenilemenin/dönüşümün ortaya çıkışı ve gelişiminde önemli katkıları olduğu biliniyor. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde yakılıp yıkılmış kentlerin yenilenmesi, tahrip olmuş zengin kültür mirasının onarılması, ekonomik çöküntüye uğramış alanların yeni fonksiyonlarla canlandırılması zorunluluğu, kentsel yenileme kavramının önemini ortaya koymuş ve böylece konu ilgili çevrelerde etraflıca tartışılmaya başlanmış. Kentsel dönüşümün Amerika Birleşik Devletleri’ndeki uygulanma biçimi ise, sonuçları bakımından Türkiye’deki ile benzerlik gösteriyor. 1949-1962 tarihleri arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde Büyük bir kentsel yenileme izlenmiş. Ancak bu faaliyetin, bugün anladığımız anlamıyla, çağdaş bir yenileme anlayışıyla gerçekleştirildiğini söylemek oldukça güç. Buldozerlerle eski yerleşme Yıkım anı... Kentsel dönüşüm öncesi Sulukule’den bir görüntü Yıkım sonrası Sulukule... Yıkım sonrası Sulukule... İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi “KARŞIMIZDAKİ YASA ARTIK BİR YOL AYRIMIDIR. ÜLKEMİZDE KENTLEŞME KONUSUNDA İZLENEN "İKİYÜZLÜ" POLİTİKALAR, BİR YANDAN RİSKLİ YAPI İLAN EDİLEN YAPILARIN YIKILDIĞI, DİĞER YANDAN YENİ RİSKLİ YAPILARIN ÜRETİMİNİN SÜRDÜĞÜ, AFET RİSKİ GEREKÇE GÖSTERİLEREK TÜM KENTLERİMİZİN BİR GETİRİM AKTARIM ALANI HALİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜĞÜ BİR GERÇEKLİĞE DOĞRU YOL ALMAKTADIR. Ağustos 2012 29 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 30 KENTSEL DÖNÜŞÜM Kentsel dönüşüm öncesi ve sonrası Tarlabaşı’ından bir görüntü MEVZUAT Kentsel dönüşüm öncesi Balat’tan genel bir görüntü dokularının dümdüz edilip yerine modern yerleşmeler kurulması anlayışıyla sürdürülen bu eylemlerin sonucunda, 1963 tarihine kadar elli binden faza düşük gelirli aile yerlerinden, işlerinden ve mülklerinden yoksun kalmış ve hükümetçe parasal yardım da alamamışlar. Avrupa ülkelerinde kentsel dönüşüm faaliyetleri daha çok ekonomik ömrünü tüketmiş çöküntü alanlarında uygulanırken, Türkiye’de kentsel dönüşüm faaliyetlerinin en önemli ayağını gecekondu dönüşümü oluşturuyor. KENTSEL DÖNÜŞÜM KAVRAMI VE TEMEL TARTIŞMALAR Kentsel dönüşüm, her ülkede, her şehirde, her bölgede farklı uygulamalar gerektirdiğinden, anlam olarak da değişkenlik gösteriyor. Ancak genel olarak bu kavram “Zamanla niteliğini kaybeden, fiziksel ve çevresel yönlerden bozulmuş ve köhneleşmiş, sosyal ve ekonomik açıdan dışlanmışlıkla karşı karşıya olan kentsel alanların belli sosyal ve ekonomik programlarla yenilenerek / dönüştürülerek kente kazandırılması” olarak tanımlanıyor. Kentsel dönüşüm kavramının İngilizce literatürde “urban renewal” olarak kullanılması, bu kavramın Türkiye’deki çeşitli metinlerde “kentsel dönüşüm/yenileme” olarak da anılmasına neden oluyor. 30 Ağustos 2012 KENTSEL DÖNÜŞÜM’E TÜRKİYE’DEN SULUKULE ÖRNEĞİ Kentsel Dönüşüm kavramı deyince ise akıllara öncelikli olarak Sulukule örneği ve orada yaşanan hak ihlallerinin gelmesi, bu kavrama sıcak bakılabilmesini güçleştiriyor. Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında bölgedeki Romanların kendi kültürlerini rahatça yaşayabildiği mahallerin yıkılması ve bölgeden tasfiyeleri, Sulukule’nin yerleşimcileri için dönüştürücü değil, yok edici özellikler taşıdı. Bu projeyle Sulukule semti, zamanın sosyal ve ekonomik koşullarına göre yenilenmeyip, kendi tarihi ve kültüründen koparılarak başka bir “şey”e dönüştürüldü. değeri getirirken, yapıları tarihsel özelliklerini koruyarak, onların kullanıcılarını da, çağdaş konut yerleşimlerinin gereği olan yeşil ve güneşle buluşturmaktadır” ifadelerini okurken “Onların kullanıcıları” nın artık “Kim?” olacağını tahmin etmek hiç de zor olmuyor. Sulukule’deki kentsel dönüşümün Romanlar’a sunduğu “alternatif” yerleşim yeri Taşoluk’taki toplu konutların, ekonomik ve sosyolojik olarak Romanlar’a uygun olmadığı, Tarlabaşı sakinlerinden ise şu ana kadar 60 kişiye 31.625 TL taşınma ve 67 kişiye aylık 41.803 TL kira yardımı yapıldığı bilgisi, “Kentsel Dönüşüm” adının “ mağduriyet” ile birlikte anılmasına neden oluyor. Aynı durum, Tarihi Tarlabaşı Semti’nde de yaşanıyor. Projenin Tarlabaşı’nı, “Semt sakinleri için ‘Yenilenmiş’ bir Tarlabaşı” olarak değil, “İstanbul’un Champ Elysess’si” olarak lanse etmesinden de anlaşılıyor. Asıl adı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi” olan Kentsel Dönüşüm Yasası’nın yürürlüğe girdiği şu günlerde,yasanın gerçekten de afet riski taşıyan yapı ve yerleşimleri toplumun barınma hakkını ihlal etmeden, insanları mağdur etmeden, kentin kültürel ve tarihi dokusuna zarar vermeden “dönüştürmesini” ummaktan başka çaremiz yok gibi görünüyor… Sulukue, Tarlabaşı, Balat, Fikirtepe… Kentsel dönüşüm faaliyetlerinin en önemli ayağını gecekondu bölgelerinin oluşturması, burada gerçekleşecek olan dönüşümün sadece fiziki değil, kültürel de olabileceğini ifade ediyor. Tarlabaşı Yenileme Projesi’nin resmi internet sitesinde yer alan “Kentin bu tarihi bölgesine, konusunda uzman mimarların hem korumacı hem modern yaklaşımlarıyla hakkettiği KAYNAKÇÅ Erdoğan Bayraktar, Gecekondu ve Kentsel Yenileme, (Ekonomik araştırmalar Merkezi Yayınları, 2006) Pelin Pınar Özden, Kentsel Yenileme,( İmge Kitabevi Yayınları, 2008) http://www.tarlabasiyenileniyor.com/ http://konut.milliyet.com.tr/kentsel_donusum_yasasi_yururluge_girdi -konut-insaat-1548009.html www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 31 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 32 ENERJİ NÜKLEER BAK ŞU ATOM’UN YAPTIKLARINA NÜKLEER ENERJİ KONUSU, ÖZELLİKLE TÜRKİYE İÇİN ŞU GÜNLERDE OLDUKÇA ÖNEMLİ. FUKUŞIMA KAZASININ ARDINDAN BİRÇOK ÜLKE,VAR OLAN REAKTÖRLERİNİ KAPATMA KARARI ALIYOR YA DA PLANLANAN YATIRIMLARI DURDURUYOR. TÜRKİYE İSE RUSYA İLE YAPTIĞI ANLAŞMA GEREĞİ AKKUYU’DA NÜKLEER SANTRAL KURMA GİRİŞİMLERİNİ HIZLA SÜRDÜRMEYE DEVAM EDİYOR. İkibin50 Dergisi olarak nükleer enerji konusunu, özellikle son dönemde Türkiye’de yaşanan gelişmeler sonrasında masaya yatırmak istedik. Türkiye’de 1970’ten beri üç kez nükleer santral kurma girişiminde bulunuldu ancak hiçbiri başarılı olmadı. 2010 yılının Mayıs ayında, Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri arasında imzalanan anlaşma ise bu sefer konunun bir sonuca bağlanacağını gösteriyor. Anlaşma gereği 2013 yılında nükleer santralin yapımına başlanacak. Her biri 1200 MW güce sahip 4 adet VVER ünitesinden oluşan nükleer santralin kurulumunu ise Rusya Atom Enerjisi Kuruluşu Rosatom üstlenecek. Konu nükleer enerji olunca kuşkusuz yazacak çok şey var. Yararları, zararları, politik – stratejik tartışmaları, maliyeti, güvenlik tartışmaları ve en önemlisi de çevreye olan etkileri derken konu başlıkları sıralanıp gidiyor. Her konu başlığına tek bir sayıda yer vermek yerine hem konuyu gündemde tutmak hem de doğru aktarılmasını sağlamak adına birkaç sayıda yer vermenin doğru olacağını düşündük. İlk sayımızda nükleer enerjinin tarihsel süreç içerisinde gelişimine ve yarattığı izlenime yer veriyoruz. Ancak öncesinde kısa da olsa nükleer enerjinin ne olduğuna bakmakta fayda var. 32 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 33 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi NÜKLEER ENERJİ Atom çekirdeklerinin parçalanması sonucunda büyük bir enerji açığa çıkar. Ağır atom çekirdeklerinin nötronlarla bombardımanı sonucunda bu çekirdeklerin parçalanması sağlanabilir; bu tepkimeye "fisyon" adı verilir. Her bir parçalanma tepkimesi sonucunda açığa fisyon ürünleri, enerji ve 2-3 adet de nötron çıkar. Uygun şekilde tasarlanan bir sistemde tepkime sonucu açığa çıkan nötronlar da kullanılarak parçalanma tepkimesinin sürekliliği sağlanabilir (zincirleme tepkime). Bunun haricinde hafif atom çekirdeklerinin birleşme tepkimeleri de büyük bir enerjinin açığa çıkmasına sebep olur. Bu birleşme tepkimesine "füzyon" adı verilir. Bu tepkimenin sağlanabilmesi için atom çekirdeğinde bulunan artı yüklerin birbirini itmesinden kaynaklanan kuvvetin yenilmesi gereklidir. Bu nedenle çok yüksek sıcaklığa çıkılan sistemler kullanılmaktadır. Çok yüksek sıcaklıkta yüksek enerjiye ulaşan atom çekirdeklerinin çarpışması ile füzyon tepkimesi sağlanabilir. Fisyon ve füzyon tepkimeleri ile elde edilen enerjiye "çekirdek enerjisi" veya "nükleer enerji" adı verilir. Nükleer reaktörler ise nükleer enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren sistemlerdir. Temel olarak fisyon sonucu açığa çıkan nükleer enerji nükleer yakıt ve diğer malzemeler içerisinde ısı enerjisine dönüşür. Bu ısı enerjisi bir soğutucu vasıtasıyla çekilerek bazı sistemlerde doğrudan bazı sistemlerde ise ısı enerjisini başka bir taşıyıcı ortama aktararak türbin sisteminde kinetik enerjiye ve daha sonra da jeneratör sisteminde elektrik enerjisine dönüştürülür. www.ikibin50dergisi.org Ağustos 2012 33 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 34 ENERJİ NÜKLEER 1896 yılında Fransız fizikçi Henri Becquerel tarafından kazara, uranyum maddesinin fotoğraf plakaları ile yan yana durması ve karanlıkta yayılan XRay ışınlarının farkedilmesi ile radyoaktivite konusu keşfedildi. 1950-1952 yıllarında Uluslararası Atom 1930’lu yıllar İtalyan bilim adamı Enrico Fermi’nin gerçekleştirdiği çalışmalar ve Albert Einstein’ın E=m.c2 formülünü kullanarak ortaya güç çıkışını bulması ve böylelikle hem fisyon hem de kütlenin enerjiye dönüşümü teorisini ispatlaması ile nükleer enerji çalışmaları giderek artmaya başladı. Dünyadaki ilk nükleer enerji santrali, 27 Haziran 1954 günü, Sovyetler Birliği’nde, Moskova’nın 88 kilometre uzağındaki Obninsk yöresinde kuruldu. Dünyada ilk kamu elektrik şebekesine elektrik veren santralde üretilen elektrik enerjisi, endüstride ve tarımsal işletmelerde kullanıldı. Kullanılabilir kapasitesi, 5 bin KW idi. 34 Ağustos 2012 Enerjisi Ajansı kuruldu. 1955 yılında 'Atom Enerjisinin Barışçıl Amaçlarla Kullanılması' amacıyla toplanan 1.Cenevre Konferansından sonra, Türkiye’de 1956 yılında Başbakanlığa bağlı bir “Atom Enerjisi Komisyonu” kuruldu. Kullanılabilir miktarda enerji üreten ilk reaktörler 1950’lerde İngiltere’deki Calder Hall’da kuruldu. 27 Ağustos 1956'da ilk ticari maksatlı olarak hizmet vermeye başladı (50 MW). Bu reaktörler aslında askeri amaçla plütonyum üretmek ve nükleer enerji konusunda deneyim kazanmak amacıyla kurulmuştu. www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 35 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi Kyshtym Rusya Kazası, 29 Eylül 1957 6. seviye. Bir soğutma aksaması nedeniyle sıvı atık tankında yangın meydana geldi. Patlama sonucu 2,5 metre kalınlığındaki beton parçalanarak yeraltındaki tank havaya uçtu. 70-80 ton yüksek radyoaktif içerikli madde açığa çıktı. Binlerce kilometrekarelik alan yüksek dozda kirlendi. Kaza 1970'lerin ortalarına kadar gizlendi. 30 kadar yerleşim biriminin adı haritadan silindi. Türkiye’de ilk nükleer çalışma ve araştırma, 1962 yılında İstanbul’da Küçükçekmece gölü kıyısında kurulan 1 MW’lık TR-1 araştırma reaktörüyle başladı. www.ikibin50dergisi.org Harrisburg Pensilvanya Three Mile Island Kazası, ABD 28 Mart 1979 5. seviye İnsan hataları ve teknik hataların birleştiği kazada çekirdekte meydana gelen kısmi erime, Three Mile Adası Santrali 2 numaralı reaktörde meydana geldi. Radyoaktif gazlar açığa çıktı ve yaklaşık 3500 çocuk ve hamile kadın bölgeden tahliye edildi. New York’ta 1979 yılında Three Mile Island kazasının ardından yaklaşık 200 bin kişinin katıldığı nükleer karşıtı eylem düzenlendi.Yine Almanya’nın Bonn kentinde Three Mile Island kazasının ardından yaklaşık 120 bin nükleer karşıtı kişi, 14 Ekim 1979 yılında eylem gerçekleştirdi. Çernobil Ukrayna, 26 Nisan 1986 7. seviye Çernobil nükleer santralinde 4 numaralı reaktörde güvenlik testi sırasında gerek tasarım hatası gerekse de santral çalışanlarının ciddi hataları sonucunda reaktörde çekirdek erimesi gerçekleşri. Patlama çok büyüktü, 1000 tonluk çatıyı uçurarak Avrupa'yı radyoaktif bulutlara maruz bıraktı. Ukrayna ve Belarus'ta çok geniş araziler radyoaktif kirlenmeye maruz kaldı. Radyoaktivitenin uzun vadeli etkileri daha sonraları özellikle çocuklarda görülmeye başladı. Ağustos 2012 35 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 36 ENERJİ NÜKLEER 1986'daki Çernobil faciası sonrası Türkiye’de dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, çayın radyasyonsuz olduğunu ispat etmek için kameralar önünde bardak bardak çay içti. Ocak1993 tarihinde, Akkuyu Nükleer Santralı Projesi Resmi Gazete’de yayınlanarak tekrar yatırım programına alındı. Aralık 2003'de Cruas 3 reaktöründe sel nedeniyle oluşan zararlardan dolayı Fransız Nükleer Güvenlik ajansı acil durumlar için kuruldu. Temmuz 2008'de Tricastin'de yaşanan kazada 100 görevli radyasyona maruz kaldı. 30,000 litre uranyum içeren sıvının nehre karışması üzerine yerel halka nehir suyunu kullanmama uyarısında bulunuldu. 1986’da meydana gelen Çernobil nükleer santral kazasının yarattığı olumsuz ortam dolayısıyla Türkiye’de nükleer santrallerle ilgili çalışmalar askıya alındı. 1988 yılında TEK Nükleer Santraller Dairesi Başkanlığı kapatıldı. 2002 yılında Ohio'da David Besse reaktöründe facianın eşiğinden dönüldü. Tüm çekirdek erimesini kontrol eden basınç ünitesini çökertebilecek bir metal aşınması fark edildi. David Besse'de yaşanan olaydan sonra reaktör 2 yıl kapalı kaldı (maliyeti 600 milyon USD). Şimdi 2017'ye kadar çalışabileceğine dair sertifika verildi. Türkiye’de 18 Mart 2008 tarihinde Nükleer Güç Santrallerinin Kurulmasına yönelik Enerji Bakanlığı tarafından hazırlanan yönetmelik Resmi Gazete'de yürürlüğe girdi. 36 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 37 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi 12 Mayıs 2010 tarihinde Ankara’da imzalanan ve 15/7/2010 tarihli ve 6007 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan ekli “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma”nın onaylanması; Dışişleri Bakanlığının 16/8/2010 tarihli ve HUMŞ/182338 sayılı yazısı üzerine, 31/5/1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 27/8/2010 tarihinde kararlaştırıldı. Fukuşima Kazası 11 Mart 2011 7. seviye Fukuşima Nükleer Santrali kazası, 11 Mart 2011’de gerçekleşen 9.0 büyüklüğündeki Tohoku depremi ve ardından oluşan tsunami sonrasında meydana geldi. Honşu adası açıklarında meydana gelen bu deprem, Japonya'da büyük bir tsunamiye yol açtı. Tsunami elektrik şebekesine zarar verdi ve santralin jeneratörlerini su bastı, bu da santralde bir elektrik kesintisine neden oldu. Bunu takip eden soğutma eksikliği santralde kısmi erime ve patlamalara neden oldu. 15 Mart 2011, Almanya Başbakanı Angela Markel 1980'den önce kurulan 7 santralin 3 ay için kapatılacağını açıkladı. Almanya Ekonomi Bakanı da ülkede var olan 17 santralden 7'sinin kapatılmasının ülke ekonomisini etkilemeyeceğini belirtti. www.ikibin50dergisi.org Fukuşima nükleer santralindeki sızıntının ardından, Tokyo Valisi Shintora Isihiara şebeke suyunda radyasyon oranlarının normal değerlerin üzerinde olması nedeniyle panik yaşayan Japon halkını rahatlatmak için musluk suyunu televizyonların karşısında içti. 8 Haziran 2012, Japonya hükümeti, Ohi nükleer santralindeki reaktörlerden ikisini yeniden devreye sokmaya hazırlanıyor. Ağustos 2012 37 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 38 ENERJİ NÜKLEER KİM NE DİYOR? Tüm bu bilgiler, nükleer enerji konusunda tarihsel süreç içerisinde özellikle sağlık ve güvenlik açısından yaşananları özetliyor. Günümüz yaygın basın yayın organları da konuyu genelde maliyet, güvenlik ve az da olsa çevresel boyutuyla gündemde tutuyor. Bu noktada özellikle Sivil Toplum Kuruluşları, konun farklı boyutlarını gündeme getirmeye ve toplumu bilinçlendirmeye çalışıyor. STK’ların en çok odaklandıkları nokta ise başta nükleer enerjinin güvenlik açısından hala yetersizliğini koruduğu, çevreye ölçülemeyecek nitelikte tehlike vereceği ve yenilenebilir enerjinin yanında daha da pahalı olan bir enerji üretim türü olduğu. Greenpeace, nükleer karşıtı STK’lardan ilki olarak çıkıyor karşımıza. Nükleer enerjinin tarihini, kısmi erimelerden radyoaktif sızıntılara, atık sorunundan, uranyum madenciliğinin kirli yüzüne nükleer endüstrinin yalanlarından oluşan bir tarih olarak ifade ediyor. Enerji sorununun çözümü için ise yenilenebilir temiz enerji kaynaklarına yönelinmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Nükleer santrallerin, günümüze kadarki süreçte güvenilir olmadığını ispatladığını savunan Greenpeace, ayrıca enerji sorunun çözümü noktasında nükleer enerjinin de yetersiz olduğunu savunuyor. Özellikle medyada yer alan nükleer yatırımların artışını ifade eden haberleri yalanlayan Greenpeace, son dönemde nükleer yatırımların hızla azaldığını, hatta birçok ülkenin var olan nükleer reaktörlerini kapatmaya doğru gittiğini savunuyor. Ancak bazı kuruluşlar, nükleer enerji konusunda toplumun yanlış bilgilendirildiğini, aksine nükleer enerjinin diğer birçok seçenekten daha güvenli ve doğru olduğunu savunuyor. Bu topluluklardan bir tanesi Nükte – Nükleer Enerji Bilgi Platformu. Ocak 2006 yılında fizik mühendisleri önderliğinde kurulan 38 Ağustos 2012 platform, nükleer konusu ile ilgili bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtmaya çalıştıklarını iddia ediyor. Nükleer enerji konusunda birçok konunun halka yanlış aktarıldığına dikkat çeken platform üyeleri, kurmuş oldukları site aracılığı ile bilimsel bilgileri paylaşmaya çalıştıklarını belirtiyor. “Nükleer enerjide nasıl aldatıldık”, “Nükleer ambargo”, “Çernobil gerçeği”, “Nükleer santral efsaneleri” gibi dikkat çekici başlıkları içeriyor. Devletin enerji yatırımları ile ilgili resmi kurumu olan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı resmi sitesinde yer alan açıklama ise: “Fosil yakıtlı, özellikle de kömür yakıtlı santrallerin, çevre etkisi nükleer santrallerle kıyaslanamayacak ölçüde olumsuzdur. Nükleer santraller, çevre etkisi bakımından tercih edilmesi gereken bir seçenektir. Normal işletme koşulları altında çalışan nükleer reaktörlerin, dışarıya verebilecekleri en fazla radyoaktivite, normal doğal radyasyon seviyesinin %0,1-1'i ile sınırlandırılmış olup pratikteki durum ise bu sınırların da altındadır. Elektrik üretiminin sürekliliği yönünden, nükleer santraller, termik ve hidrolik santrallere göre daha güvenli ve emre amadedir. Dünya genelinde yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılmasına yönelik gelişmelerin yanı sıra, nükleer enerji yatırımlarına yönelik projeler küresel ölçekte ivme kazanmaya başlamıştır” ifadeleri yer alıyor. Bu kurum ve kuruluşların yanı sıra Nükleer Karşıtı Platform, Karadeniz İsyandadır Platformu, Küresel Eylem Grubu gibi birçok STK nükleere karşı çıkmalarına rağmen Akkuyu’da son hız süren hazırlıklar oldukça endişe veriyor. Yaşanacak olanları elbette zaman gösterecek. Tarihten ders almak mı? Yoksa tarihi yok saymak mı doğru? Bu güne kadar yaşanılanlar, günümüz karar vericilerini ne denli etkileyeceğini elbette ki zaman gösterecek. Ancak günümüzde yaşanan süreçler, endişe içinde olan birçok kesimin tedirginliğini anlaşılır kılıyor. Bir sonraki sayıda Akkuyu Nükleer Santrali’nin yapımına ilişkin karar sürecinde yaşanan hukuksal gelişmelere ve “enerji” olarak nükleerin Türkiye üzerinden değerlendirmesine yer vereceğiz… www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 39 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 40 ATIKATIK LONDRA BELEDİYESİ ATIK YÖNETİMİ PROJESİ ÇÖP İÇERİ, KAYNAK DIŞARI PROJE, İLK DEFA SADECE YENİ TEKNOLOJİLERİN LOJİSTİĞİ KONUSUNA DEĞİNMEKLE KALMAYIP, ATIK YÖNETİMİNİ KENT ÖLÇEĞİNDE ELE ALARAK TASARIMIN KÜLTÜREL VE FİZİKSEL BAKIŞ AÇILARINI İRDELEMESİ NEDENİYLE İNOVATİF BİR ÇALIŞMA. erel yönetimler, atıkların toplanması, geri dönüştürülmesi ve bertarafı konusunda farklı çalışmalara imza atıyor. Londra Belediyesi, hem atıkların toplama merkezlerine taşınması için harcanan masrafları azaltmak hem de atık merkezlerinin insanlarda oluşturduğu çirkin tabloya son vermek adına bir rapor hazırlattı. Yerel yönetimlere örnek oluşturması açısından rapor oldukça önemli. Y Atık yönetimi sistemlerinin kent içine entegrasyonunda, görsel ve kültürel etkilerinin göz önüne alınması, ortaya güzel sonuçların çıkmasını sağlayabilir. 2008 yılında Londra Belediyesi, Dow Jones Mimarlık ve Arup firmalarına kentte sürdürülebilir atık yönetimi üzerine bir araştırma projesi verdi. Özellikle Londra için yürütülen çalışmalar ve araştırmalar sonucunda atık yönetimi konusu ve işleyişinde izlenebilecek bir tasarım ve teknoloji rehberi ortaya çıktı: Rubbish In, Re40 Ağustos 2012 source Out. Proje, ilk defa sadece yeni teknolojilerin lojistiği konusuna değinmekle kalmayıp, atık yönetimini kent ölçeğinde ele alarak tasarımın kültürel ve fiziksel bakış açılarını irdelemesi nedeniyle inovatif bir çalışmaydı. Araştırmanın amacı ise Londra Kent Planlaması'nı atık yönetimi konusunda geliştirmek. Rubbish In, Resource Out, Londra'da üretilen atıkla nasıl başa çıkılacağını irdeleyerek, 2020 yılına kadar atık konusunda %85 oranında kendine yeterliliği sağlamayı hedefledi. Hazırlanan raporda, kullanılmakta olan katı atık sahası ve yakma yöntemlerinin ötesinde yeni ve gelişmekte olan teknolojilere de yer verildi. Rapor kapsamında oluşturulacak arıtma tesislerinin konumu için kent merkezinde uygun olabilecek alanlar incelendi. Bu tesislerin kent dokusuna ve yaşamına başarılı bir şekilde entegre edilmesinde tasarım önemli www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:58 AM Page 41 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi LONDRA'NIN ZENGİN VE KARIŞIK KENT DOKUSUNA ÇÖZÜM OLARAK FARKLI TEKNOLOJİLER, ÖLÇEKLER VE KONUMLAR ELE ALINARAK 4 FARKLI SENARYO OLUŞTURULDU. 1. Senaryo: A bir rol oynadı. Raporda tesislerin fiziksel, çevresel ve ticari etkileri incelenirken, atık işleme yapılarının kent planlama stratejilerine entegre edilmesini sağlayan kapsamlı bir perspektif sunuldu. Araştırma sürecinde Arup'un atık konusunda uzman ekibi, Londra'da mevcut atık yönetimi süreçlerinin lojistik ve teknik olarak nasıl işledikleri ve atık konusundaki ileri teknolojilerin başka şehirlerde nasıl kent dokusuna dahil edildiği üzerine bilgiler topladı. Londra'nın zengin ve karışık kent dokusuna çözüm olarak farklı teknolojiler, ölçekler ve konumlar ele alınarak 4 farklı senaryo oluşturuldu. Senaryolar büyük veya küçük ölçekli, kentin sınırında çoklu tesisler veya kent içinde yerel tesisler gibi çeşitli çözüm yolları olarak sunuldu. www.ikibin50dergisi.org İlk senaryo en büyük ölçekli proje olma özelliğine sahip. Dört hektarlık alana yayılan "kaynak geri kazanma" parkı olarak tasarlanan proje, kentin endüstriyel alanında yer alıyor ve ana ulaşım yollarına yakın bir konuma sahip. Yaklaşık 130 bin 400 konutun atığını karşılayabilecek kapasitede olması planlanan tesise atıkların çöp kamyonları tarafından taşınması düşünülüyor. Geri dönüşüm, gazlaştırma ve anaerobik arıtma yöntemlerinin bir arada kullanıldığı senaryoda, farklı arıtma yöntemleri arasında atık taşıma sorunu ortadan kaldırılması amaçlanıyor. Arıtma işlemleri sona erdikten sonra ortaya çıkan kompost benzeri ürünlerin satılması planlanırken, üretilen biyogazın ısı ve elektriğe dönüştürülerek değerlendirilmesi düşünülüyor. Yapıların tasarımında konumundan formuna kadar her özelliği ile olabilecek en ekolojik koşulların sağlanması amaçlanıyor. Birinci senaryodaki yapı formu, küt- lelerin parçalanması ve işlevlerine göre belirli bölgelere yerleştirilmesi fikrinden yola çıkarak tasarlandı. Bu yöntem ile yapının sıradan ve monoton olmaması sağlanırken, kentin görüntüsüne olumsuz etki oluşturmaması hedefleniyor. Birinci senaryonun hayata geçmesi durumunda 18 bin 800 konut için yeterli elektrik ve 8 bin 100 konut için yeterli ısınma olanağı sağlamasına denk üretim olacağını tahmin ediliyor. 2. Senaryo: B Gazlaştırma tekniğinin kullanıldığı ikinci planda, tesislerin nehir kenarına konumlandırılarak mevcut su taşımacılığından yararlanılması planlanıyor. Endüstriyel yapıların ve konutların yer aldığı bölgede faaliyet göstermesi planlanan tesis, yaklaşık 69 bin 500 konutun atığını toplayabilecek kapasitede olması hedefleniyor. Ağustos 2012 41 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 42 ATIKATIK LONDRA BELEDİYESİ ATIK YÖNETİMİ PROJESİ Projenin, bölgenin yerel mimari özelliklerine uyumlu olması adına Bankside ve Battersea elektrik santrallerinde yer alan kuleler eklenerek planlandı. Böylece yerel mimari dokuya görsel olarak bir tahribat vermeden, alanda yeni yerel bir kent simgesi oluşturulmuş olacak. Projenin geliştirilmesi ile ilgili olarak öngörülen bir takım sorunlara önceden önlem alınması gerektiği belirtiliyor. Bu sorunların başında nehrin taşması geliyor. Projeden sorumlu olan firmalar, taşma sorununa çözüm olarak nehrin taşma riskinin ölçülmesi ve elde edilecek verilere dayanılarak inşaat aşamasının başlanması gerektiğinin altını çiziyor. İkinci senaryonun hayata geçmesi durumunda 10 bin 600 konut için yeterli elektrik ve 3 bin 900 konut için yeterli ısınma olanağına denk üretim gerçekleşmesi öngörülüyor. 3. Senaryo: C Üçüncü senaryo Londra’nın merkezinde uygulanabilecek, çok işlevli bir yapı adası olarak planlanıyor. Yapı adasının normalde otopark olarak değerlendirilen alanlarının yerine anaerobik arıtma ve enerji santrallerinin konumlandırılması düşünülüyor. Projenin gerçek- 42 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 43 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi leşmesi için seçilen gizlenmiş alandan dolayı bölgenin planlanması, işlevlerin çevresel etkisi ve uygulamanın kapsamı dikkatle ele alınması gereken konular olarak belirlendi. Tesis yaklaşık 29 bin konutun atığını arıtma kapasitesine sahip. Projenin karşılaşabileceği olası en büyük sorunlardan biri konumu. Proje yürütücüleri, projenin konut ve ticari yapılara olan yakınlığından dolayı, projenin her aşamasında dikkat ve özenle ilerlenmesi gerektiğini vurguluyor. Ayrıca projenin bir parçası olarak çevresel risk değerlendirilmesi gerektiğinin de altını çizen araştırmacılar, tesisin insan sağlığına veya çevreye zarar vermeyeceğinin kanıtlanması gerektiğini savunuyor. Üçüncü senaryonun gerçekleştirilmesi durumunda, arıtma işlemlerinden sonra 600 konut için yeterli enerji ve 90 konut için yeterli ısınma olanağına denk üretim olması tahmin ediliyor. 4. Senaryo: D Dördüncü senaryoda ise şehir merkezinde gazlaştırma yönteminin kullanılabileceği, kent dokusu içinde saklanmak yerine bir kent elemanı olarak sunulabilecek bir yapı olması öngörülüyor. Bu şekilde atık yönetimi kent içinde görünebilir bir öğeye dönüştürülerek kent yaşamına dahil edilmesi tasarlandı. Yaklaşık 35 bin evin atığını toplayabilecek kapasiteye sahip olan proje, 3 yapı bloğundan oluşuyor. Birinci bloğun 10 metre uzunluğunda, atıkların en fazla iki günlüğüne depolanabileceği bir yapı olması planlanırken diğer bloklardan birinin 20, diğerinin 40 metre uzunluğunda olması ve arıtma ekipmanlarının depolanması planlanıyor. Projenin hayata geçmesi durumunda 8 bin 500 konut için yeterli elektrik ve 3 bin 900 konut için yeterli ısınma olanağına denk üretim olacağı tahmin ediliyor. DONATI VE TESİSLERİN NEDEN OLDUĞU GÖRÜNTÜ, KOKU VE GÜRÜLTÜ GİBİ YANLIŞ ANLAŞILMALARIN ÖNÜNE GEÇMEYİ HEDEFLEYEN PROJE, ALTERNATİF ÇÖZÜMLER VE YAPILARLA BU SORUNA CEVAP NİTELİĞİNDE ÇALIŞMALAR ORTAYA KOYUYOR. Oluşturulan dört senaryonun, yerel yönetimler ve girişimciler için özel ihtiyaçlara ve morfolojik farklılıklara sahip olan bir yaklaşım sunması amaçlanıyor. Bütün senaryolar geniş kapsamlı veri, görünüş, içerik, işlev ve yöntem analizleriyle ele alınırken, her gelişmenin zorlukları ve yararları da açıkça sunuluyor. Donatı ve tesislerin neden olduğu görüntü, koku ve gürültü gibi yanlış anlaşılmaların önüne geçmeyi hedefleyen proje, alternatif çözümler ve yapılarla bu soruna cevap niteliğinde çalışmalar ortaya koyuyor. Rubbish In, Resource Out Londra için politik bir bakışın sonucu olarak doğan bir proje. Alışılagelmişin dışında bir gelişmiş teknoloji ve altyapı kesitinde bir çalışma olan proje, kent yaşamınada değer katan bir tutuma sahip. Geleneksel atık ve atık arıtma yöntemlerinin kent içinde oluşturabileceği yabancı ve zevksiz olma önyargılara karşı çıkıyor. Sonuç olarak Rubbish In, Resource Out, bir metropol için sürdürülebilir yaşamı sağlayabilmek amacıyla en temel noktadan başlıyor: O da atık… KAYNAKÇA Rubbish In Resource Out, Biba Dow, Topos Dergisi, Sayı 15, 2011 Rubbish In - Resource Out: Design Ideas For Waste Facilities In London Raporu, Dow Jones Architects ve ARUP, 2008 www.ikibin50dergisi.org Ağustos 2012 43 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 44 MEVZUAT ATIK ELEKTRONİK ATIKLARIN KONTROLÜ YÖNETMELİĞİ Elektronik atık bilmecesi ÇÖZÜLDÜ MÜ? UZUN ZAMANDIR BEKLENEN ATIK ELEKTRİKLİ VE ELEKTRONİK EŞYALARIN(AEEE) KONTROLÜ YÖNETMELİĞİ 22 MAYIS 2012 TARİHLİ, 28300 SAYILI RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANARAK YÜRÜRLÜĞE GİRDİ. YÖNETMELİĞİN YÜRÜRLÜĞE GİRMESİYLE ELEKTRİKLİ VE ELEKTRONİK EŞYA ATIKLARI ÇEVRE LİSANSLI TESİSLERDE UYGUN TEKNOLOJİLER KULLANARAK İŞLENECEK VE YILLIK 20 TON YAĞ, 40 TON GAZ, 200 TON KURŞUN, 400 TON CİVA VE 100 TON TONER TOZUNUN, KONTROLSÜZ OLARAK ALICI ORTAMA VERİLMESİ ENGELLENEREK, LİSANSLI TESİSLERDE GERİ KAZANIMI VE BERTARAFI SAĞLANACAK. 44 Ağustos 2012 Ç evre ve Şehircilik Bakanlığı, yönetmelik ile birlikte insan sağlığına ve çevreye zararlı olan maddeleri içeren bilgisayar, monitör, televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi, cep telefonu gibi elektrikli ve elektronik eşyaların belirli standartlar çerçevesinde geri kazanılması ve geri kazanılamayan atıkları ise uygun yollarla bertaraf edilmesini amaçlıyor. Yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle elektrikli ve elektronik eşya atıkları çevre lisanslı tesislerde uygun teknolojiler kullanarak işlenecek ve yıllık 20 ton yağ, 40 ton gaz, 200 ton kurşun, 400 ton cıva ve 100 ton toner tozunun, kontrolsüz olarak alıcı ortama verilmesi engellenerek, lisanslı tesislerde geri kazanımı ve bertarafı sağlanacak. Yönetmelik aynı zamanda elektrikli ve elektronik eşyalarda kurşun (Pb), cıva (Hg), artı altı değerlikli krom (Cr6 ), polibromürlü bifeniller (PBB) ve polibromürlü difenil eterler (PBDE) ile kadmiyumun (Cd) kullanılması yasaklandı. Yönetmelik kapsamında yer alan ürünler atık haline geldiğinde ise vatandaşlar belediyelerin kuwww.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 45 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi veya ihraç edilen atık elektrikli ve elektronik eşyalar konusunda ağırlık ve adet esaslı bilgi toplayacak.Atık elektrikli ve elektronik eşyaların diğer evsel veya başka atıklarla birlikte depolanması, alıcı ortama verilmesi ve bütün olarak yakılması yasak olup, tüketicilerin evsel elektronik atıklarını herhangi bir ücret talep edilmeden iade edilebileceği uygun toplama yerlerinin tahsis edilmesi öngörülüyor. Nüfusu 400 bin üzeri olan belediyelerle başlamak üzere kademeli olarak tüm belediyeler tarafından atık getirme merkezlerinin kurulması planlanıyor. Açıklamada görüşlerine yer verilen Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, elektrikli ve elektronik eşya sanayisinin Türkiye'de önemli üretim kapasitesine sahip olduğunu belirtti. racağı atık getirme merkezlerine ürünleri getirebilecekler. Bunun dışında üreticiler ve lisanlı işleme tesisleri tarafından kurulacak aktarma merkezlerine veya yeni bir elektrikli ve elektronik eşya satın aldığı yere, vatandaşın talep etmesi halinde elektrik ve elektronik eşya dağıtıcılarına hiçbir ücret ödemeden verebilecek. YÖNETMELİK HANGİ ÜRÜNLERİ KAPSIYOR? Yönetmelik büyük ev eşyaları, küçük ev aletleri, bilişim ve telekomünikasyon ekipmanları, tüketici ekipmanları, aydınlatma ekipmanları, elektrikli ve elektronik aletler (büyük ve sabit sanayi aletleri hariç olmak üzere), oyuncaklar, eğlence ve spor aletleri, tıbbi cihazlar (emplantasyon ürünleri ve hastalık bulaşıcı temaslarda bulunan ürünler hariç), izleme ve kontrol aletleri ve otomat sınıflarına dahil elektrikli ve elektronik eşyalarla elektrik ampulleri ve evsel amaçlı kullanılan aydınlatma gereçlerini kapsıyor. Yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle elektrikli ve elektronik eşyaların üretiminden nihai bertarafına kadar çevre ve insan sağlığının korunması amacıyla elektrikli ve elektronik eşyalarda bazı zararlı maddelerin kullanımının sınırlandırılması, bu sınırlandırmalardan muaf tutulacak uygulamaların belirlenmesiyle beraber elektrikli ve elektronik eşya atıklarının toplanması, işlenmesi, geri kazanımı ve bertarafı üretici sorumluluğu altında gerçekleştirilecek. TOPLAMA ALANLARI TAHSİS EDİLECEK Bakanlık, yönetmelik çerçevesinde üretici kaydını oluşturacak ve piyasaya sürülen yasaklı maddeleri içermeyen elektrikli ve elektronik eşyaların üretim miktarları, cinsleri, sınıfları ile Türkiye'de toplanan, tekrar kullanılan, geri dönüşüm ve geri kazanıma tabi tutulan www.ikibin50dergisi.org NÜFUSU 400 BİN ÜZERİ OLAN BELEDİYELERDEN BAŞLAMAK ÜZERE KADEMELİ OLARAK TÜM BELEDİYELER TARAFINDAN ATIK GETİRME MERKEZLERİNİN KURULMASI PLANLANIYOR. Üretimin büyük bir kısmının, yurt dışına ihraç edildiğini, Avrupa piyasasına ihraç edilen eşyanın, toplam üretim miktarının yüzde 60'ını oluşturduğuna dikkati çeken Bayraktar, şunları kaydetti: ''AB müktesebatına uyum çalışmalarının devam ettiği ve Türk sanayisinin AB üyesi ülkelere ihracatının arttığı bu dönemde AB'de geçerli olan elektrikli ve elektronik eşya atıkları ile elektrikli ve elektronik eşyalarda bazı zararlı maddelerin kullanılmasının sınırlandırılması (RoHS) ile ilgi direktiflerin takibi Türk sanayisinin rekabet gücünü koruması açısından büyük önem taşımaktadır. Elektrikli ve elektronik eşya atıklarının içerisindeki değerli olan kısımların geri kazanılmasının ülke ekonomisine getireceği pozitif etkilerin yanında tehlikeli kısımların da uygun teknolojilerle işlenmesi atık yönetiminin önemini artıran hususlardan biridir.'' TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası (EMO): “Kendi coğrafyasının gerçekliğinden uzak olan bu yönetmelik bizce yeterli değildir” Elektrik Mühendisleri Odası, söz konusu yönetmelik ile ilgili kapsamlı bir rapor hazırlıyor. Dergimize kısa bir açıklamada bulunan EMO yetkilisi şunları belirtiyor: “RoHs, elektronik kartlarda ya da elektronik malzemelerde bazı kimyasalların bulunmasını yasaklayan bir direktiftir. WEEE, Elektrikli ve Elektronik Eşyaların atıklarının ayrı toplanmasını ve geri kazanımı ile bertarafını, üreticinin yapmasını zorunlu kılan bir direktiftir. Gelişmiş ülkeler, 2000’li yılların başlarından beri bu konu ile ilgili olarak yapmış oldukları geniş araştırmalar ve çalışmalar sonrası söz konusu direktifleri hazırlamışlar ve dünya gündemine 2002 ve 2003 yıllarında sokmuşlardır. Ülkemizde ise durum üreticiler ve tüketiciler açısından farklı görüntü arz etmektedir. Üreticiler; ileri teknoloji içermeyen ürünleri üretiyormuş gibi bir profil çizmektedirler. Bu ürünlerde yarı mamül nitelikli bileşenler önemli oranda dış alım yoluyla sağlanmaktadır. Ülkemizde bu oranın ne olduğu hakkında bir açıklık yoktur. Daha önemlisi, ileri teknoloji sahibi diğer ürünlerin tamamı dış alım yolu ile sağlanmaktadır. Kapitalizmin doğası gereği, dış alım yoluyla sağlanan ürünlerin Ağustos 2012 45 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 46 MEVZUAT ATIK ELEKTRONİK ATIKLARIN KONTROLÜ YÖNETMELİĞİ TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI (EMO): YÖNETMELİK BÜTÜN SORUMLULUĞU BİRİLERİNE HAVALE EDİYOR ANCAK AŞAMALARIN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ KONULARINDA HER HANGİ BİR YÖNTEM ÖNERMEDEN, FİNANSMANININ NASIL SAĞLANACAĞI, NASIL DENETLENECEĞİ KONUSUNDA HERHANGI BİR AÇIKLIK GETİRMİYOR. kullanılmakta olan kurşun, civa, kadminyum, heksavalent krom, PBB (çok bromlu bifenil) ve PBDE (çok bromlu difenil seteril) maddelerinin zararsız ya da daha az zararlı başka maddelerle değiştirilmiş olması emredilmektedir. Yönetmelik bütün sorumluluğu birilerine havale ediyor ancak aşamaların gerçekleştirilmesi konularında her hangi bir yöntem önermeden, finansmanının nasıl sağlanacağı, nasıl denetleneceği konusunda herhangi bir açıklık getirmiyor. Yükümlülüklerin yerine getirilmediği durumlarda, yaptırımlarla ilgili ipucu vermiyor. Kamu Kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını dışarı bırakarak, kamu denetimini önemli ölçüde ıskalıyor. Asıl amacı kamunun sağlığı ve yararını gözetmek olan kurumları dışarıda bırakıyor. Kendi coğrafyasının gerçekliğinden uzak olan bu yönetmelik bizce yeterli değildir. Avrupa Konseyi bu alanın ülkelerin kendi gerçekleriyle uygun olarak yasa ile düzenlenmesini istemektedir. Umarız ki bu yönetmelik, ilgili yasa çalışmalarının önünü tıkamayacaktır.” EVCİLER KİMYA: “Yönetmelikler yaşayan düzenlemelerdir ve ihtiyaçlar çerçevesinde güncellenebilirler.” ömürleri sürekli kısaltılmaktadır. Bu da, söz konusu ürünlerin kısa sürede çöplük haline dönüşmesi demektir. Piyasaya sürülen ürünlerde her türlü yenilik, yalnızca rekabetin gerektirdiği kadar ve sınırlı olarak uygulanmaktadır. Özendiricilik yaratılarak bazı yeniliklerin ihtiyaç gibi sunulması ile pazar genişletme çalışmaları sürdürülürken, doğanın tahribatı göz ardı edilmektedir. 22 Mayıs 2012 tarihinde resmi gazetede yayınlanan; “ Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyaların Kontrolü Yönetmeliği ” WEEE’ nin, RoHS ‘dan alınan hükümlerle desteklenerek tercüme edilmiş bir yönetmelik olarak ortaya çıkmış; ülkemiz gerçekleri ile tam olarak örtüşmesi gerçeği çok da önemsenmemiştir. WEEE ve RoHS’ da belirtilen zararlı zehirli maddelerin ve kimyasalların gerçekten tespit edilebilmesi için bizim ülkemizin alt yapısı yeterli değildir. AB müktesebatı çerçevesinde geç kalınarak çıkartılmış olan bu yönetmelik, bizce yasak savmak amacıyla oluşturulmuş, uygulama için gerekli alt yapı ve iradeden yoksundur. WEEE Direktifi, Avrupa Konseyi tarafından 13 Şubat 2003 tarihinde yürürlüğe sokulmuş, üye ülkelerden ise 13 Ağustos 2004 tarihine kadar bu direktife ilişkin uygulama yasalarını çıkarmaları talep edilmiştir. Bunu izleyen RoHS ile de; 1 Temmuz 2006 tarihinden itibaren piyasada yer alacak elektrikli ve elektronik eşyalarda 46 Ağustos 2012 Evciler Kimya Kurumsal İlişkiler ve e Proje Yöneticisi Ozan Kayahan Evciler Kimya Kurumsal İlişkiler ve Proje Yönetimi biriminden Ozan Kayahan, yönetmelik ile ilgili görüşlerini şu şekilde aktardı: “Atık Elektrikli ve Elektronik Eşyaların(AEEE) Kontrolü Yönetmeliği 22 Mayıs 2012 tarihli, 28300 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelik kapsamında Bakanlığın, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinin, Belediyelerin, Elektrikli ve Elektronik Eşya(EEE) Üreticilerinin, EEE Dağıtıcılarının, Tüketicilerin, AEEE İşleme Tesislerinin görev, yetki ve sorumlulukları detaylı bir şekilde yer alıyor. Özetleyecek olursak; Belediyeler nüfus sayılarına orantılı olarak belirlenmiş tarihlere kadar toplama merkezleri oluşturmak ve kendi sınırları içerisinde toplama işlemi organize etmekten sorumlular. EEE Üreticileri, yönetmelikte belirtilen yıllara ve kategorilere göre kişi başına belli miktarlarda atık toplanmasını sağlamaktan sorumlular. EEE Dağıtıcıları, yeni bir ürün sattıklarında, tüketici eğer talep ederse eski ürününü marka ve modeline bakılmaksızın nakliye ücreti talep etmeksizin almaktan sorumlular. Tüketiciler, AEEE’lerin evsel atıklardan ayrı olarak biriktirilmesinden ve oluşturularak toplama merkezlerine ulaştırmak veya ulaştırılmasını sağlamaktan sorumlular. AEEE İşleme tesisleri elbette ki uygun yöntem ve teknolojileri kullanmakla, bunun için Çevre İzin ve Lisansı almakla, tesise gelen atık miktarını ve geri dönüşüm ve/veya geri kazanım miktarlarını Bakanlığa bildirmekle yükümlüler. Bu çerçevede bugüne kadar kullanmakta olduğumuz Uygunluk Yazısı 1 yıl boyunca geçerliliğini koruyor, ancak yerine Çevre İzin ve Lisansı başvurumuzu 6 ay içinde gerçekleştirmekten sorumluyuz. Yönetmelik hakkında ki görüşlerimizi özetlemek gerekirse, daha sadece geçen hafta Bakanlık yetkililerinin son yaptıkları açıklamalara göre taslak yönetmelik onay aşamasında, bugünlerde yayınlanabilir diye düşünüyorduk. Elbette yönetmeliğin yayımlanması ve yürürlüğe girmesi ihtiyacı açıktı, kaçınılmazdı. 22 Mayıs 2012 tarihli resmi gazetede yayımlanarak Atık Elektrikli ve Elektronik Ekipmanların Kontrolü Yönetmeliği yürürlüğe girdi. Türkiye buna hazırdır veya değildir, alt yapı kaygıları var vb. polemiklere girmek istemiyoruz, çünkü bu yönetmelik ve bu alanda yapılan işbirliklerinin Türkiye’ye katkısı olduğunu hatırlamak da kaçınılmazdır. Unutmamak gerekir ki yönetmelikler yaşayan düzenlemelerdir ve ihtiyaçlar çerçevesinde güncellenebilirler.” www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 47 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 48 TASARIM MOBİLYA TASARIMI Mobilya Tasarımında Çevre Dostu Yaklaşımların Tarihsel Süreci DOĞAL KAYNAKLARIN SINIRLI, İNSANLARIN İHTİYAÇLARININ İSE SINIRSIZ OLDUĞU GÜNÜMÜZ DÜNYASINDA, ÇEVRE DOSTU (ENVİRONMENTAL FRİENDLY) MOBİLYA TASARIMI ANLAYIŞI GİDEREK ÖNEM KAZANMAKTADIR. GERÇEKTEN, ENDÜSTRİYEL VE TEKNOLOJİK GELİŞMELER DOĞAL KAYNAKLARIN AŞIRI TÜKETİMİNE YOL AÇMAKTADIR. BU NEDENLE, GELİŞMİŞ ÜLKELERDE ÇEVRE DOSTU MOBİLYA TASARIMINA İLİŞKİN GÖRÜŞLER GİDEREK GENEL BİR KABUL GÖRMEKTEDİR. BU ÇALIŞMAMIZIN AMACI, ÇEVRE DOSTU MOBİLYA TASARIMIYLA İLGİLİ OLARAK, TARİHSEL SÜREÇTE ÇEVRE-TASARIM İLİŞKİSİNİN ROLÜNÜ VE BU ALANDA İLERİ SÜRÜLEN ÖNEMLİ GÖRÜŞLERİ VE AKIMLARI ELE ALMAK. . Öğr. Gör. Dr. Emine Yükse ÇEVRE VE MOBİLYA TASARIMI İLİŞKİSİ Çevre dostu mobilya tasarımı kavramı ile mobilyanın tasarımı ve yapımı esnasında çevreye en az düzeyde zarar verecek tasarımları içermesi kastedilir. Çevre tüm canlı ve cansız varlıkların içinde yaşadıkları doğal ortamdır. Canlı varlıkların, hayati bağlarla bağlı oldukları, etkiledikleri ve etkilendikleri mekân birimlerine, o canlılar topluluğunun yaşam ortamı veya çevre denir. (1)Bir başka tanıma göre ise; herhangi bir organizma ya da ekolojik topluluğu etkileyen ve yaşamı belirleyici tüm iklimseli ve biyolojik faktörleri içermektedir.(2) Hızla artan nüfusun gereksinimlerini karşılamak için doğal çevrenin tahrip edilmesiyle çevre sorunları ortaya çıktı. Artan nüfus ve üretimin sebep olduğu kirlilik beraberinde yeni çözümler üretmeyi gerektirdi. Çevre kirliliği tüm canlı ve cansız varlıkları olumsuz yönde etkileyen, yapısal zararlar meydana getiren, ekosistemlerdeki doğal dengeyi bozan ve çoğunlukla insanlardan kaynaklanabilen problemlerdir. Çevre problemleri doğal yollardan olabildiği gibi insan eli ile de meydana gelir. 48 Ağustos 2012 Endüstri Devriminden sonra doğal kaynakların gereğinden fazla bilinçsizce tüketilmesi ve teknolojik gelişmelerin yarattığı olumsuzluklar doğal çevrenin zara görmesine zemin hazırladı. Hızla artan nüfusun ihtiyaçlarına cevap verecek kentleşme ve sanayileşmenin yanı sıra nükleer patlamalar, çöp sorunu, hava, su ve toprak kirliliği gibi etmenler çevre sorunlarını yarattı. Uluslararası düzeyde çevre sorunları ilk defa 1972 yılında Stokholm’de ‘İnsan ve Çevre’ adlı toplantıda ele alındı. 1977 yılında Tiflis’te yapılan toplantıda ise çevre sorunlarına karşı stratejiler ele alınmaya başlanmıştır.1992 Rio Zirvesinde ise konunun önemi üzerinde durularak gereken önlemlerin alınması kararlaştırılmıştır. (3)Doğada bırakılan atıklar zamanla mikro organizmalarla birleşerek yeniden doğaya kazanılırlar. Ancak bazı maddelerin geri dönüşümü uzun sürmekte ve kirliliğe sebebiyet vermektedir. Bunların başında cam, plastik, alüminyum gibi malzemelerin geri dönüşümü uzun yılar sürmektedir. Bu sorun tasarımcıların dikkatini çekmiş ve bu yönde yeni arayışlara gidilmiştir. Günümüzde çevre sorunlarının artması mobilya tasarımcıların yeni arayışlara yönelmesine neden olmuştur. Çevre sorunlarına karşı iki ayrı tutum tasarımda gelişmiştir. Bunlardan birincisi doğal malzemelerin kullanıldığı yaklaşım, ikincisi geri dönüşümlü malzemelerin kullanılması şeklindedir. Doğal kaynaklar yenilenmesi zor olmasına karşın kısıtlı sayıda olmaları nedeniyle daha çok kuzey ülkelerinde tercih edilen malzeme www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 49 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi türüdür. Bu yaklaşımın tasarımcılar yönünden çok tercih edilmediği görülür. Ekoloji, insanın çevresiyle olan bir ilişkiler sistemini bütünüdür. Son yıllarda çevreyle ilgili çevrenin korunması yönünden gösterilen çabalar, çevre dostu tasarım konusunun önemini ortaya çıkardı. Çevre dostu tasarım teriminden, doğal ürünler yerine atık nesneler, endüstriyel ve geri dönüşümlü hazır malzemelerle üretilen mobilya dizaynı anlaşılmaktadır. Örnek olarak, ağaçlar kesilerek elde edilen ahşap malzeme yerine, ahşap havası verilecek biçimde Çevre Dostu olan malzemelerin kullanılmasını gösterebiliriz.4 ÇEVRE SORUNLARININ ÇOĞUNA, SERİ ÜRETİM ÜRÜNLERİ, ÜRETİM SİSTEMLERİ VE KULLANILAN MALZEMELERİN SEÇİMİNE BAĞLI OLARAK ORTAYA ÇIKAN KİRLENMELER NEDEN OLMAKTADIR. ŞÖYLE Kİ, BİRÇOK ÜRÜN TEKRAR YERİNE KONULAMAYAN DOĞAL KAYNAKLARDAN ÜRETİLMEKTEDİR. Son yıllarda özellikle gelişmiş ülkelerde doğal kaynakların korunması amacıyla, Çevre Dostu tasarım konusu giderek önem kazanmıştır. Bu nedenle, bu çalışmamızın konusunu oluşturan Çevre Dostu tasarımı, düşünsel süreçte katkısı olan tasarımcıların ve çeşitli ekollerin görüşlerini ele alarak analiz etmeye çalışacağız. konuda özgün arayışlara gitmeleri, çevreci tasarım açısından önemli bir gelişmeydi. Günümüzde ise, Çevre Dostu tasarımın önem kazanmasında endüstriyel gelişmeler ve çevreci yaklaşımların önemli etkisi oldu. Dünya nüfusundaki hızlı artış nedeniyle doğanın tahribatı da giderek arttı. Özellikle gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan siyasal bilinç nedeniyle çevreci Yeşiller partilerinin etkinliği arttı. Bu gelişmelerin sonunda mimarlar geleneksel değer yargılarından vazgeçerek, Çevre Dostu tasarıma önem vermeye başladılar. Aşağıdaki açıklamalarımız Çevre Dostu tasarımın geçirdiği tarihsel süreci Çevre Dostu tasarıma katkısı olan tasarımcılar ve ekoller yönünden ele almaktayız. Çevre Dostu Tasarımın Geçirdiği Tarihsel Süreç Mobilya tasarımında geliştirilen endüstriyel malzemelerden birisi de alüminyumdur. Alüminyumun hafif ve taşıma kapasitesini yüksek olması, mobilya tasarımı açısından önemli bir gelişmeydi. Yine 1950 ve 1960’lı yıllarda önem kazanan Gunnard Anderson tasarım anlayışında, endüstriyle gelişmelerin etkisi artarak devam etti. Bu tasarım biçiminde endüstriyel artık malzeme kullanımı daha da arttı. Özellikle toz alüminyum ve fiberglas karışımından elde edilen malzeme, gazete ve kümes teli gibi sıra dışı malzemelerle kullanılarak, sandalye modelleri ortaya çıktı(3). Gunnard Andersen ÇEVRE DOSTU TASARIMININ DÜŞÜNSEL SÜRECİ Tarihsel süreç açıdan baktığımızda mobilya tasarımının belirli evrelerden geçmiş olduğunu görürüz. Üretim için kullanılan malzemelerin türüne göre mobilyalar: ahşap, plastik, doğal taş, cam, kompozit malzemeler olmak üzere sınıflandırılırlar. Mobilya tasarımında endüstriyel üretime geçildikten sonra üretim tekniklerinin geliştirilmesinin yanı sıra yeni malzeme arayışlarına da gidilmiştir. Geleneksel üretimle yapılan mobilya tasarımlarında ahşap, taş gibi doğal malzemelerin ağırlıklı olarak kullanılmış olduğu görülür. Ancak artan nüfusun mobilya talebine cevap verecek nitelikte olmaması yeni malzemelerin geliştirilmesini zorunlu kıldı. İlk önce ahşap yan ürünlerinin mobilya tasarımında kullanıldığı görülmektedir. Kontrplak, yonga levha, lif levha gibi ürünler endüstriyel üretime cevap verecek ucuz ve kolay üretimi sayesinde ilk çevreci yaklaşımlar açısından geliştirilen malzemelerdi. Böylece ahşap malzemenin ekonomik ve gereksiz kullanımı önlenmesinin önüne geçilmiş olunmaktadır. Benzer şekilde geri dönüşümü olan alüminyum gibi ametal malzemelerin kullanımı mobilya tasarımına biçimsel açıdan çok şey kazandırmıştır. Endüstriyel üretimle yeni malzemelerin geliştirilmesi mobilya tasarımını etkilemiştir. Bu konuda tasarımcıların deneysel çalışmaları dikkat çekmektedir. Tasarımcıların bu Gunnar Aagaard Andersen, Chair, 1952 Kaynak: Charlotte &Peter Fiell, 1000 Chairs, Taschen, İtaly,2002 Kağıt malzemeyi kullanarak Welttstein’in güçlendirdiği tek parça strüktürü de kullanan, Andersen yeni bir sandalye tasarımı ortaya koydu. Andersen’in bu tasarımı aşağıdaki resim ile gösterilmiştir. Andersen’in bu sıra dışı malzemelerle yapmış olduğu bu tasarım çok kullanışlı olmamakla birlikte ilgi çekiciydi. Kullanılan malzemeler daha sonra endüstriyel üretimde gelişim sağlayacak kâğıt malzemeni habercisiydi. Peter Murdock Peter Murdoch , Spooty Chair, 1952 Kaynak: Charlotte &Peter Fiell, 1000 Chairs, Taschen, İtaly,2002 1960’lı yıllarda Gunnar Andersen’in öncülüğünü yaptığı gazete kağıdı ve kümes teli gibi sıra dışı malzemelerden yapılan mobilya, tasarımcıların ilgisini çekmişti. Kağıt hamurunun PLA (biyolojik olarak parçalanan plastik) malzeme ile bir araya getirilmesiyle oluşturulan malzeme ince kesitli, ağırlık ve gerilmeye, neme ve sıcaklığa karşı özellikleri geliştirilmiştir. Ucuz ve atılabilir olması nedeniyle kullanışlı bir malzemedir. Murdock’un kağıt malzemeyi mobilya tasarımında kullanması, ekolojiyi koruma yönünden radikal bir katkı olarak değerlendirilebilir. Bu tasarım kağıda katılan bir takım katkı maddeleriyle desteklenmesine rağmen taşıma kapasitesinin zayıf olması nedeniyle ilk önce çocuklar için tasarlanmıştı. Kağıdın geri dönüşümlü olması, malzemenin daha ekonomik kullanımını sağladığı gibi tasarımcılar için yeni biçimlerin oluşturulmasında etkili bir araçtır. Ancak, bu tür Haziran 2012 49 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 50 TASARIM MOBİLYA TASARIMI ürünlerin taşıma kapasitesinin az olması ve kullanıldıktan sonra atılabilir nitelikte olması ise, bu modelin zayıf yönü olarak gösterilebilir. Kağıt malzeme ilerleyen yıllarda içeriğinin zenginleştirilmesi sayesinde endüstriyel üretime cevap verebilecek şekilde kesme, bükme gibi işlemlere sağladığı kolaylıkla gelişime açık bir malzeme olarak tasarımcıların ilgisini çekti. Modernist Tasarım Akımları 1980’lerde Ettore Sotsass “bugün yapılan her şeyi kullanıyoruz. Üretimlerimiz bugüne aittir, gelecek kuşaklara değildir” der(4). Bu söylemin bugün geçerliliğini yitirmesi ya da bir başka şekilde yorumlanması söz konusudur. Çünkü aşırı, gereksiz ve sadece biçimi savunan yaklaşımlar geçerliliğini yitirmeye başlamıştır. Günümüzde plastik malzemelerin zararlarının ortaya çıkması ve geri dönüşümün zor olması nedeniyle özelliklerinin iyileştirilmesi yoluna gidilmiştir. Örnek olarak, Gaetano Pesce’nin 1963 yılında tasarlamış olduğu farklı yoğunluklardaki atık poliüretan reçinenin strüktürü elle veya kalıpla ürettiği modeli gösterebiliriz. Pesce’nin amacı hem endüstriyel ve hem de elle yapılan üretimi içeren bir mobilya modelini oluşturmaktır. Robert Wettein ve Frank Ghery Murdock tasarımının zayıf yönlerini, geliştirdiği tasarımı ile ortadan kaldırdı. Welttstein, mukavvanın katmanlarına biçim verilerek oluşturulan tabakaların bükülmesi biçiminde uygulandığı bir yöntemle bir mobilya tasarladı. Kağıt malzemenin kesiti artırılarak taşıma kapasitesi artırılmıştı. Ghery, Murdoch’un Spooty adı verilen çocuklar için tasarladığı katlanabilir, benekli ve atılabilir sandalye modelinden oldukça etkilendi. Grey kağıdın düşük taşıma kapasitesini kağıt hamurunu kalıba dökerek ve presleyerek elde ettiği malzeme ile koltuk ve sandalye üretti. Dayanıklılık ve esneme konstrüksiyonunu sağlama amacıyla mukavva katmanları arasında birbirine ters gelecek biçimde kıvrımlar oluşturdu. Lamine edilmiş mukavva konstrüksiyondan elde edilen bu ürünler zamanla mobilya mağazalarında yerini aldı. 1980’lerde sosyal, Çevre Dostu ve kültürel gelişmeler teknik olarak stile de yansımıştır. Sanat 1960’ların kavramsal aşamasından dışavurumcu ve figüratif biçime dönüşmüştür. Mimaride ve dizaynda modernizmin ve fonksiyonelliğin kuralları geri çevrilmiştir. Dizayn sadece reklamda, pazarlamada değil bireysel yaşamda da anahtar bir rol oynamıştır. Tasarım medyada ve sergilerde bir oyun haline gelmiştir. Ayrıca, yeni dizaynda ideolojik fonksiyonellikten vazgeçme de söz konusudur. Küçük ve tek parçalı, stillerin karışımı ile alışılmamış malzemelerle yapılan tasarımlar günümüzde Yeni Dizayn adı altında toplanır. Frank Ghery Bu model kalın laminant katmanlardan oluşan tek bir malzeme biçimini almıştır. Grey’in ucuz, geri dönüşümlü ve bükülebilen özelliklere sahip bu modelini düşük bir maliyetle elde etme olanağı olduğu için piyasa fiyatı da oldukça düşüktü. Öte yandan, bu laminant malzemeye düz ve eğrisel biçimler verilebilmektedir. Aşağıdaki resim Grey’in günümüzde kullanılabilen bu tasarımı göstermektedir. Çevre sorunlarının çoğuna, seri üretim ürünleri, üretim sistemleri ve kullanılan malzemelerin seçimine bağlı olarak ortaya çıkan kirlenmeler neden olmaktadır. Şöyle ki, birçok ürün tekrar yerine konulamayan doğal kaynaklardan üretilmektedir. Tasarımcı, bir ürünün yaratıcısı veya başlıca belirleyicisi olarak, ürünün üretilmesi aşamasında ortaya çıkabilecek zararlı ve olumsuz sorunları etkileyen ve yönlendiren bir kişidir. Bu nedenle hangi malzemeyi nerede kullanılacağı ve nasıl üretileceğini saptayan kişi olmaktadır. 60’lı yıllarda başlayan endüstri ürünleri tasarımının önem kazanmasıyla pahalı, sosyal statü sağlayan, hiç işe yaramayan ürünlerin giderek fazlaca üretilmesi yeni problemleri ortaya çıkarmıştır. Yeni stillerin ortaya çıkması ve her üretilen üründen sonra eskinin atılması gibi modalar yaratıldı. Bu yaklaşım çevreciler tarafından şiddetle eleştirildi. Bugünün tasarımcıları birçok alanda hizmet verirken çevre problemlerinin çözümüne yönelik ürünlerinde tasarımlarını yapmaktadırlar. Yukarıda kısaca Çevre Dostu tasarıma ilişkin olarak ünlü tasarımcıların görüşlerini ve modellerini incelemiş bulunmaktayız. Ancak, Çevre Dostu tasarımı ilişkin olarak çeşitli sanatsal ekollerin yaklaşımları da oldukça etkili olabilmektedir. Bu nedenle, aşağıda Çevre Dostu tasarıma önemli katkılarda bulunan Post Modern, Yeni Dizayn, Primit Sanat Akımı ve Ready Made gibi çeşitli akımların konuya ilişkin yaklaşımları özlü olarak ele alınmaktadır. Diğer Görüşler ve Akımlar 1970 ve 80’lerde Modernizme tepki olarak ortaya çıkan Post Modernizm anlayışı mobilya tasarımında da etkisini göstermiştir. Postmodernist görüşler mobilyadaki tarihsel eğilimleri yeniden canlandırdı ve eski biçimlerden esinlenerek yeni biçimler yaratılmasında katkısı oldu. Bu modelde Kitsche yaklaşımına dayanan tasarımlar oldukça etkili olmuştur. Tüm davranış ve eğilimlerde her türlü form, öğe ve biçim zenginliği göze çarpar. Öte yandan, Plastik malzemelerin zararlarının ortaya çıkması ile mobilya tasarımcıları yeni arayışlara yönlendiler. Bunların arasında atık ve geri dönüşümlü malzemelerin kullanımının yanı sıra benzer ürünlerin karışım haline getirilmesi ile meydana getirilen ürünlerin yanında ayrıca atık plastik malzemelerin kullanıldığı da görülür. 50 Ağustos 2012 Primitiv Tasarım Akımları Frank Ghery,Rocking Chair, Kaynak :Charlotte &Peter Fiell, 1000 Chairs, Taschen, İtaly2,002 Elisabeth Garaustlea ve Mattia Bonetti’nin çalışmalarında etnik ve primitif sanat anlayışının mobilya tasarımına en iyi biçimde yansıtıldığı açıkça görülmektedir. Etnik ve Primitif sanat anlayışı günümüzde de tasarımcıları önemli ölçüde etkiledi. Bunun nedeni, yerel malzeme ve formların kolayca içinde bulundukları çevreden sağlanabilmesiyle ilgili olmasıdır. Öte yandan, etnik ve primitif mobilya örnekleri yerel kültürle de ilgili olduğundan, tüketiciler tarafından da kolayca benimsenmektedir. Aşağıdaki şekil 3.8 de gösterilen bu tasarım modelinde etnik ve primitif kültürün etkisi açıkça görülmektedir. www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 51 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi Elisabeth Garaustlea ve Mattia Bonetti’nin “Prince Imperial” adlı modeli rafya ile tasarlanmış olup, ahşap ve metal bir konstrüksüyona dayanmaktadır. Konstrüksüne giydirilen deri, primitif sanatın özelliklerine son derece uygun düşmektedir. Günümüzde endüstriyel tasarım alanında çevre kirlenmesine karşı önlemler alınmaktadır. Geri dönüşüm, yeniden işleme veya ürün yaşam sürecinde kaynak tüketiminin azaltılması çevre korunmasında çok önemli olsa da, üretim sürecinin girdileri tamamen yenilenebilir olmadığından verilen çevresel zarar gün geçtikçe artmaktadır. Bir anlamda tüketim talebinin azaltılması önemli bir etki yapabilir. Endüstri ürünleri tasarım alanında çevreci ürün tasarımı önem kazanmıştır. İyi bir tasarım ürünün fonksiyonel olma özelliği geleneksel bir düşüncedir. Ancak, iyi bir tasarımdan fonksiyonel olduğu kadar çevreci olması da beklenir. Bir ürünün ne kadar süre boyunca nasıl bir enerji kullanacağı ve geri dönüşümü gibi özelliklere sahip olması önemlidir. Malzemelerin daha az ağır olması tekrar kullanılması için doğru bir karardır. Tasarımcıların bir üründe bu dengeleri sağlaması beklenir. Marcel Ducamp ’ın “Her şey sanat eseridir” biçiminde formüle ettiği anlayışa göre, en küçük bir tasarım bile sanat eseridir yorum önem kazandı. Doğal olarak böyle bir yaklaşım, her tür malzemeyle bir tasarım yapılabileceğini ortaya koydu. Böylece, Çevre Dostu malzeme yerine alternatif olarak kullanabilecek malzeme sınırsız olarak arttı. Ducamp’ın bu yaklaşımı endirek olarak çevreci yaklaşımları destekledi. Gerçekten, Ducamp’ın endüstriyel atık ürünlerden mobilya yapımına ilişkin sanat anlayışı, çok sayıda mimarı etkiledi. Bu alanda 2 örnek gösterilebilir. Bunlardan birincisi, Benjamin Baldwin’in 1953 yılında tasarladığı “Traktör Oturma Sandalyesi” olup, ikincisi ise, 1983 yılına kadar üretimi sürdürülen Mezzadro ve Sella adlı sandalye çalışmalarıdır. Ready Made Akımları Mevcut malzemelerin kullanılması şeklinde ortaya çıkan ‘Ready-made’ gibi yeni akımlar hazır nesnelerden mobilyalar oluşturmayı amaçlar. Burada amaç çok sayıda üretilen nesnelerin kullanılması bir şekilde üretilen malzemelerden değerlendirilmesidir. Bu tür akımların amacı mevcut mobilya tasarımına alternatif bir fikir olarak ortaya çıkmasıdır. Marcel Bruer ve Andy Wharol’un öncülüğünü ettiği bu yaklaşımda herhangi bir nesne oturma elemanı olarak kullanılabilir. Ron Arad’ın atık araba koltuğu ve paslı bükülmüş metal borularla tasarladığı koltuğu önemli örnekler arasında yer alır. Buna örnek olarak, Mark Maden’in Topos adlı koltuk tasarımında olduğu gibi, sert dokulu ahşap malzemelerin atık parçalarının belirli eğrisel formlarda kesiminin yapıldığı modeli gösterebiliriz. Ancak, bu modelde kullanım açısından oturma yüzeyindeki boşluk ve çizgilerin oturan kişiyi rahatsız edebileceği de göz önüne alınmalıdır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi mobilya tasarımına ilişkin çevre dostu yaklaşım daha çok yeni malzemelerin denenmesi şeklinde olmuştur. Bu amaçla, yeni malzemelerle yeni biçim olanakları aranmıştır. Birçok tasarımcı kendi düşüncelerini dışa www.ikibin50dergisi.org vururken farklı malzemeleri kullanır. Bu yaklaşım bilinen tasarımcıların yanı sıra, sıra dışı tasarımları ile de dikkat çeken tasarımcıları birbirinden ayırır. Çevre dostu kapsamda ise; farklı malzemelerin kullanımı hammaddenin az kullanılmasını engellemiş olur. SONUÇ Çevre sorunlarının artması ve endüstriyel malzemelerin zararlarını ortaya çıkması ile mobilya tasarımında geleneksel üretime tekrar bir dönüş sağladı. Geleneksel üretimle yapılan mobilyaların zararlı malzeme içermemesi ve kullanılan malzemelerin doğal kaynaklı olması mobilyanın uzun ömürlü ve sağlam olmasını sağlarken tasarımında da yeni arayışlara gidildi. Ekolojik mobilyalar Türkiye’ye yeni yeni girmeye başladı ve büyük ilgi gördü. Özellikle bebek ve çocuk odalarında ekolojik mobilyalar tercih edilmeye başlandı. Mobilya tasarım tarihinde günümüzdeki anlamı ile Çevre Dostu mobilya tasarımından söz etmek oldukça zordur. Tasarımcıların ancak çok az bir kesimi bu konu ile ilgilenmişleridir. Tasarım tarihinde her dönem için geçerli olan klasik veya bilinen ürünlerin yanı sıra alternatif, sıra dışı, primitif, veya sadece fikir olarak ilgi çeken tasarımlar söz konusu yapılmıştır. Jane Atfield, Rcp2, 1992 Kaynak: Charlotte &Peter Fiell, 1000 Chairs, Taschen, İtaly,2002 Bugün her şey bilgisayar programlarına bağlı olarak tasarlanmaktadır. Buna karşın, klasik tasarım alanlarında yeni çalışma alanları gelişmektedir. Genellikle, tasarımda pratiklik, fonksiyonellik ve estetiğe önem verilmektedir. Gerçi, uzun zamandır tasarım kullanılabilirlik, yüksek kalite ve uygun ücretle eş anlamlıydı. Günümüzde ise, daha çok bireysel tasarımlar ön plana geçmiştir. Bu nedenle, sanat, endüstri ve teknoloji birbiriyle iç içe geçmiş durumdadır. Böylece, tasarım kavramı ve düşünceler ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte, son yıllarda Çevre Dostu tasarım giderek önem kazanmaya başlamıştır. Çevre Dostu malzemelerin mobilya tasarımı her ne kadar yeni bir kavram olarak düşünülse de tasarımcıların bu konuyu daha önceden ele aldıklarını söyleyebiliriz. Böylece, malzemelerin Çevre Dostu yönden özelliklerinin iyileştirilmesi ve çevreye daha az zarar verecek biçimde kaynakların daha idareli kullanımında önemli faydası olmuştur. Tasarımcıların özgün çalışmaları veya sıra dışı biçimleri ile yapılan tasarımlarla özgün ve kullanışlı mobilyalar yaratılması yaşadığımız çevrelerin Çevre Dostu yönden desteklenmesine yardımcı olmaktadır. Bu nedenle, geri dönüşüm amaçlı geliştirilen malzemelerin kullanımı çevreye daha faydalı sonuçlar verecektir. Bu çalışmamızda önemle vurgulamaya çalıştığımız gibi, endüstriyel atıkların, sıra dışı biçimlerin, hazır ve geri dönüşümü olan malzemelerin kullanılmasına yönelik tasarımların çevre dostu olduklarını kanıtlamaya çalıştık. Yukarıda özlü olarak görüşlerini ve yaklaşımlarını incelediğimiz tasarımcılar ve akımların Çevre Dostu tasarımla ilgili görüşleri de, bu tezimizi desteklemektedir. Çevre Dostu tahribatın her gün artmakta olduğu ülkemizde de, tasarımcıların çevre dostu malzeme kullanmalarına yönelik olarak gerekli önlemlerin ve teşviklerin sağlanmasının ne kadar önemli olduğu sonucuna varabiliriz. Elisabeth Garaustlea& Mattia Bonetti, Prince İmprial, 1985 Kaynak: Charlotte &Peter Fiell, 1000 Chairs, Taschen, İtaly,2002 KAYNAKÇA (1) www.cevresorunları.com (2)Atasoy, E. (2006). Çevre İçin Eğitim Çocuk Doğa Etkileşimi. Bursa: Ezgi Kitabevi. (3) Baldwin, 1000 Chair, Taschen, 2001, Londra, (4) Charlotte &Peter Fiell, 1000 Chairs, Taschen, İtaly,2002 (5)http://poetikhars.com/webblog/bibliobot/marcel-duchamp-veready-made (6) www.turkishfurniture.org/TR/Yonlendir.asp (7)Şahap Çakın, Mimari Tasarım, İnsan ve Çevre İlişkileri, Özal Matbası, İstanbul, 1988 (8)Duchamp, Marcel:Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi,Yem Kitabevi, 2001, İstanbul, Ağustos 2012 51 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 52 ATIK MERCEK YEŞİL OFİS “YEŞİL” BİR OFİSTE ÇALIŞMAK MI? . KÜRESEL ISINMAYA KARŞI ÖNLEMLER VE KARBON AYAKİZİNİN AZALTILMASI KURUMSAL SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK POLİTİKALARI İLE BİRLEŞİNCE ORTAYA ÇIKAN YENİ KAVRAM: YEŞİL OFİS... 52 Ağustos 2012 Y.Mimar, Nilay Canbay Entegre Proje Yönetimi G verdiklerini kanıtlıyor. Dünyada Amerikan Yeşil Binalar Konseyi tarafından verilen LEED Sertifikası ve İngiliz Yapı Araştırma Kurumu tarafından verilen BREEAM Sertifikası öne çıkarken, Türkiye’deki yeşil ofislere baktığımızda LEED’in daha etkin olduğunu söylemek mümkün. Türkiye’de de çokuluslu şirketlerin ve bilinçli yerel şirketlerin rağbet etmeye başladığı yeşil ofisler dünya çapında saygınlığı olan yeşil bina değerlendirme sistemleri ile sertifikalandırılarak çevreye mininimum etki Amerikan Yeşil Binalar Konseyi (USGBC) tarafından geliştirilerek, 1998 yılında uygulamaya geçirilen Enerji ve Çevresel Tasarımda Liderlik (LEED®-) programının hedefi, yapıların yaşam döngüsü sürecinde oluşturdukları çevresel etkilere dikkat çekmek ve yapı sektöründe payı olan tüm kurum ve kuruluşların faaliyetlerini ve ürünlerini bu etkileri azaltmak doğrultusunda geliştirmelerini sağlamak olarak açıklanabilir. USGBC günümüzde Amerika’da ve dünyanın 30 ülkesinde 14 bin den fazla projeyi sertifikalandırmış durumda. ünümüzde standart yollarla inşa edilen binalara göre çevreye olan etkileri minimuma indirilmiş Yeşil Ofis konsepti, kurumsal sürdürülebilirlik politikaları ile birleşerek sürdürülebilir arsa seçimi; doğal ışıktan maksimum faydalanma, efektif iklimlendirme, arttırılmış iç ortam kalitesi, çevre dostu malzeme kullanımına özen gösterme gibi pek çok etkinliği içine alıyor. Yeşil ofisler dünya çapında hem yerel hem de çokuluslu şirketlerin çevreye duyarlılıklarını somut olarak göstermesi ve şirket saygınlığının pekiştirilmesi için kullanılan önemli araçlar olmaya başladı. www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 53 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi lanımı, globalleşme, iletişim araçlarının artmasının hayatımıza girmesi ile beraber akıllı açık ofis kavramı ortaya çıkmıştır. Dikey gelişimi olan, otomasyon ve iletişim teknolojilerinin kullanıldığı, iklimlendirilmiş, gün ışığını yeterince kullanan ofisler giderek yaygınlaşmaya başlamıştır. Türkiye’de de Akmerkez, Sabancı Kuleleri, İş Bankası Genel Müdürlüğü gibi akıllı binalar bu döneme iyi örnek teşkil etmektedirler. Kyoto Protokolünün 1997 de imzalanması ve küresel ısınma kavramının tüm dünya ülkeleri için bir tehdit oluşturduğunun lite ratüre girmesi ile beraber, sürdürülebilirlik kavramı inşaat sektörüne ve kurumların iş politikalarına eklenmeye başlanmıştır. 2000’lere gelindiğinde ise tüm dünyada yapı teknolojisinde ve inşaat pratiklerinde önemli değişikliklerin olmaya başladığını görmekteyiz. Bu dönemde inşaat ve iş dünyası literatürüne kurumsal sürdürülebilirlik, sürdürülebilir iş politikaları, sürdürülebilir ofis ve üretim binaları, karbon ayakizinin azaltılması gibi kavramlar eklenmiştir. YEŞİL OFİS KAVRAMI Bugün Türkiye’de LEED almış veya alma yolunda olan ofs projelerinin giderek arttığını gözlemliyoruz. Bu projelerden bir kısmı LEED’in yeni binalar (LEED-NC) versiyonundan sertifikalanmış iken, bazıları da LEED ticari iç mekanlar (LEED-CI) kategorisinde sertifikalandırılmış. Bu projeler arasında Unilever yeşil ofisi, Philips yeşil ofisi, Liberty yeşil ofisi, Tekfen Oz Levent ofisleri ve Eser Holding Genel müdürlük binası sayılabilir. OFİS KAVRAMININ TARİHSEL GELİŞİMİ Ofis kavramı ortaya çıktığı günden bugüne kadar büyük bir evrim geçirmiştir. Ofis kavramının ortaya çıkması 19.yy ortalarına tarihlenebilir. Sanayi devrimine bağlı olarak ortaya çıkan teknolojik gelişmeler, iletişimin artması vb etkenler iş yapım yöntemlerini de geleneksellikten kurtarmış ve günümüz modern ofislerinin ilk örnekleri ortaya çıkmıştır. 19yy ve 20yy başlarında görülen ofisler bireysel iş yapım yöntemlerinin bir uzantısı olarak hücresel mekanlardan oluşmaktadır. Daha sonraki süreçte ekip çalışmasının olayın içine girmesi daha geniş kapsamlı ofisleri ve birkaç kişinin birarada çalışabileceği ve birbiri ile bağlantılı ofis mekanlarını ortaya çıkarmıştır. 1960’larda ise ofis tasarımında devrim sayılabilecek gelişmeler olmuş, açık ofis veya serbest düzenli ofis kavramı ortaya çıkmıştır. 80’li yılların sonlarında giderek artan bilgisayar kul- www.ikibin50dergisi.org Bir ofisin sürdürülebilir olduğu nasıl anlaşılır veya yeşil ofisin özellikleri nelerdir diye bakacak olursak karşımıza çok geniş yelpazede özellikler ve kavramlar ortaya çıkıyor. Bu tarz çevre dostu ofis projelerini yeni nesil ofis olarak tanımlamak mümkün. Sürdürülebilir ofis kavramı kurumsal sürdürülebilirlik kriterlerinin tasarıma uyarlanması ile başlayan, inşaat sürecinde ve işletme sürecinde de devam eden, tüm grupların takım olarak çalıştığı, entegre bir süreçtir. Sürdürülebilir ofis kavramının hayata geçirilmesi için dikkate alınması gereken ana başlıklar şöyle özetlenebilir. İşveren’in sürdürülebilirlik prensiplerinin doğru belirlenmesi, Bu prensiplerin tasarım kararlarına entegrasyonu, Bina Çevresel Değerlendirme sertifikası veya Yeşil Bina sertifikası alınması düşünülüyor ise yatırım kararı evresinden başlayarak dikkate alınması, Tasarım bittikten sonra inşaat sürecinde de çevre dostu inşaat faaliyetleri yürütülmesi, Bina işletmeye alınırken uluslararası standardlar dahilinde test ve devreye alma faaliyetleri yürütülmesi. SÜRDÜRÜLEBİLİR OFİS KAVRAMI KURUMSAL SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK KRİTERLERİNİN TASARIMA UYARLANMASI İLE BAŞLAYAN, İNŞAAT SÜRECİNDE VE İŞLETME SÜRECİNDE DE DEVAM EDEN, TÜM GRUPLARIN TAKIM OLARAK ÇALIŞTIĞI, ENTEGRE BİR SÜREÇTİR. Yeşil Ofis denince aşağıdaki özellikler öne çıkıyor. Merkezi bir yerde konumlanmış olması, Toplu taşımaya, sosyal olanaklara vb. yakın olması, Arazi yönlendirmesinin doğru yapılarak günışıgı ve iklimlendirmeye katkı sağlanması, Binanın tüm sistemlerinin CO2 emisyonlarını azaltmaya odaklanması, Uluslararası standardlar ile karşılaştırıldığında daha az enerji ve su tüketimi, İç mekanda uyarlanabilir, minimum maliyetler Ağustos 2012 53 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 54 ATIK A AT MERCEK IK YEŞİL OFİS değişikliklere ayak uydurabilir açık ofis tasarımı, Katlar arası sirkülasyonu ve asansör kullanımını minimize etmek için yaygın ofis tasarımı, Çevre dostu, zehirli kimyasallar içermeyen ve çevre etiketleri olan malzeme kullanımı, Çevre dostu yün veya Green Label gibi etiketi olan malzeme kullanımı, Yerel malzeme kullanımı, Geri dönüştürülebilir malzeme kullanımı, Mümkünse eski mobilya ve malzemeleri tamir edilerek kullanımı, Yenilenebilir malzeme kullanımı, Tüm ofiste elektrik ve enerji tüketen sistemleri ayrı ayrı sayaçlandırılarak ölçülmesi, Gelişmiş otomasyon sistemi Dim edilebilir armatürler, varlık ve hareket sensörleri kullanımı ile aydınlatma kontrolünün sağlanması, Gün ışığının maksimum içeri alınması ve çalışma alanlarının maksimum gün ışığı alacak şekilde tasarlanması, Aydınlanmanın zonlara ayrılması ve masa lambaları ile aydınlatma verimliliğinin arttırılması, Stor, jaluzi veya güneş kırıcılar gibi önlemler ile kamaşma ve gürültü kontrolünün yapılması Maksimum verimli ısı geçirgenliği düşük, ışık geçirgenliği yüksek cam kullanımı, Elektromekanik sistemlerde yüksek verimli ekipman kullanımı, Düşük su tüketimi olan armatürler, susuz pisuvar gibi teknolojilerin kullanımı, Tüm sistemlerde ve ofis ekipmanlarında kullanılmadığı zaman kendini kapatan otomatik kapatma özelliği olması, Doğal havalandırmanın ofis mekanlarında daha fazla kullanılması, Arttırılmış iç makan hava kalitesine sahip ofis makanlarının üretilmesi Kağıtsız ofis, Düşük enerji tüketimi olan ofis ekipman ve donanımların kullanılması, Atık yönetimi politikası geliştirilerek atıkların geri dönüşümünün ve zararlı atıkların insan sağlığını tehdit etmeyecek şekilde bertaraf edilmesi, Sürdürülebilir personel taşıma planı ile araç kullanımından doğan salınımların minimize edilmesi, Ofis içi farkındalık çevresel farkındalık yaratmak için eğitimler Yeşil Bina kullanıcı el kitabı oluşturularak bina çalışanlarının binayı daha iyi tanımaları ve çevreye katkılarının sağlanması. Tabii ki bu yukarıda sayılan özellikler daha da detaylandırılabilir. Ancak bir ofiste bu özelliklerin bir çoğu sağlanmalı ki, bu mekan Yeşil Ofis olabilsin. TÜRKİYE’DEN VAKA ANALİZİ Türkiye’de yeşil ofis kavramının ortaya çıkmasında büyük paya sahip olan proje Unilever’in Ümraniye’deki Genel Merkezidir. 54 Ağustos 2012 Unilever çokuluslu bir şirket olmanın da verdiği bir çevresel taahhüte ve kurumsal sürdürülebilirlik ölçütlerine sahip bir şirket. Kurumsal sürdürülebilirlik politikaları gereği değişen dünya koşullarına ayak uydurmak ve 2020 yılına kadar karbon ayakizlerini %50 indirmek gibi bir hedefleri var. Unilever’in dünya çapındaki bütün üretim tesislerinde, ISO 14001 ve benzeri sertifikalar bulunuyor. Ancak ofis ve genel müdürlük gibi binalarındaki sürdürülebilirlik politikaları Unilever Türkiye ofisinin hayata geçmesiyle daha da gelişerek kabuk değiştirdi denebilir. Unilever Türkiye Ofisi Türkiye’de LEED alan ilk proje olup, LEED Seviyesi Leed CI V2.0, Silver (Gümüş) tür. LEED’in 2.2 versiyonundaki 57 punadan 29unu alarak Türkiye’de yeşil ofis tasarımının öncüsü olmuştur. Unilever Yeşil Ofisinde aşağıdaki sürdürülebilir özellikler dikkate alınarak tasarım yapılmış ve uygulama da bu doğrultuda finalize edilmiştir. Çevresel özelliklerin tanıtımı, Işık kirliliğinin azaltılması, Havalandırma ve soğutma ekipmanlarında CFC bazlı soğutucu gazların azaltılması, Enerji verimli ekipman kullanımı, Su tüketiminin %40 azaltılması, Yüksek verimli aydınlatma armatürleri ve sensörler kullanılması Aydınlatma gücü yoğunluğunun ASHRAE/IESNA standardlarına göre %20 azaltılması, Yağmur suyunun toplanarak bahçe sulamada ve WC’lerde kullanılması, ASHRAE standartlarında belirtilen değerlerin %30 üstünde taze hava sağlanması, Düşük uçucu organik bileşene (VOC) sahip boya ve astar kullanımı, Yaklaşık %50 yerli üretim malzeme ve %20 yerli hammadde ile üretilmiş malzeme kullanımı, Masaların %95’inin manzara görmesi, Su ısıtmada güneş panellerinin kullanımı, %90 oranında Enerji Star etiketli ekipman kullanımı, Bina içi sosyal ve kültürel olanakların sağlanarak CO2 emisyonlarının azaltılması (innovasyon puanı) Unilever ofisi, düşük bir maliyet artışı ile Türkiye koşullarında da eğer istenirse Yeşil Ofis olunabileceğini kanıtlamış bir örnektir. Bina Eylül 2009’da sertifikalandırılmış olup, kullanıcılarının ofiste çalışmaktan hala büyük keyif aldığı, hem kurumsal sürdürülebilirliğe ve hem de şirket içi verime büyük katkısı olan bir ofis binasıdır. SONUÇ Sürdürülebilir ofis kavramı, yapıların çevresel performanslarını arttırmakla kalmayıp, kullanıcılarına da verimli, mutlu çalışabilecekleri bir ofis ortamı sunuyor. Aynı zamanda da şirketlerin kurumsal sürdürülebilirlik politikalarının bir yansıması olup, çevresel taahhütlerine de somut olarak katkıda bulunan bir araç haline geliyor. Ülkemizde bu konudaki uygulamaların artması yatırımcıların, şirketlerin, yapı sahiplerinin ve hatta kullanıcıların da bu konuda bilgili ve hevesli olmalarıyla mümkün ki giderek artan bir istek ve heves gözlemliyoruz. Sürdürülebilir bir ofis yapısı, küçük maliyet artışları ile inşa edilebiliyor. Buna karşılık çevresel performansın artırılması kısa bir dönemde işletme giderlerinde azalma, yapının yararlı ömrünün uzaması, enerji verimliliğinin artması ve CO2 emisyonlarının azaltılması, kullanıcıların sağlık, konfor ve üretkenliğinin artması şeklinde geri dönüyor. Sonuç olarak, ülkemizde de önümüzdeki yıllarda BEP-TR’nin aktif hale gelmesi, BREEAM’ın türkiye’ye adaptasyonunun tamamlanması ve hatta önümüzdeki yıllarda Türkiye’ye özel bir bina çevresel değerlendirme sisteminin ortaya çıkması ile bu tür sürdürülebilir ofis yapılarının giderek artacağını söylemek mümkündür. www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 55 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 56 ATIK PROJE 8-12 SUR PARC, PARİS İÇİ DIŞI YEŞİL BİR OFİS KÜNYE Mimar: Nex Architectes Proje Sahibi ve Geliştiricisi: SERCIB Konum: Maisons Alfort, Paris Yıl: 2009 56 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 57 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi 009 yılında Maisons Alfort, Paris’te inşa edilen 8-12 Sur Parc yeşil ofis, Fransa’da ilk BREEAM Avrupa Ofis sertifikası almayı başaran yapı olma özelliğine sahip. 12 bin metrekarelik yeşil ofis, bulunduğu konum gereği toplu taşımaya yakınlığı ve çevresindeki peyzaj sayesinde beğeni topluyor. Yüksek Kaliteli Çevre (Haute Qualité Environnementale, HQE) ve Yükek Performanslı Enerji (Très Haute Performance Energétique, THPE) sertfika kriterlerine uygun şekilde hayata geçirilen proje, dünya yapı sektöründe yaşanan sürdürülebilirlik dönüşümüne örnek bir proje niteliğinde. 2 Tasarım, bölgede yer alan meydan ve okul yapılarına uyumluluk gözetilerek geliştirildi. Okul yapıları 1930’larda yapılmış olmasından dolayı bölgede simgesel bir anlam taşımaları ve tarihi yapılar olarak korunlamarı proje tasarımında etkili öğeler oldular. Fransız mimarlık ofisi Nex Architects’ten Philippe Aucagos, artık bütün projeleri yeşil yapı standartlarına uygun olarak gerçekleştirdiklerini, bu konuda müşterilerinden çok fazla talep aldıklarını belirtiyor. Projede hayata geçirilen yeşil uygulamalar, Fransa’da ilk defa bir yapının üç çevreci sertifikaya sahip olmasını sağladı. Bu özelliklerin başında %25 oranında karbon emisyonunun düşürülmesi, verimli inşaat yönetimi, esnek ofis yapısı, kullanıcı kontrollü aydınlatma ve ısıtma, kullanıcı dostu çevre düzenlemesi, geliyor ve su kullanımında yılda %33 oranında tasarruf sağlanması geliyor. www.ikibin50dergisi.org Ağustos 2012 57 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 58 ATIK PROJE 8-12 SUR PARC, PARİS SU KONUSUNDA ÖZELLİKLE ÇOK HASSAS DAVRANILAN PROJEDE YILDA BİN 628 METREKÜP SU TASARRUFU SAĞLANDI. BU DEĞERİ SAĞLAMADA KATKISI BULUNAN UYGULAMALAR ARASINDA YEŞİL ALANLARIN SULANMASI İÇİN YAĞMUR SULARINDAN YARARLANILMASI VE SENSÖRLÜ BATARYALAR GELİYOR. 5 katlı ve 3 adet iç bahçeli olarak tasarlanan ofis yapısı, enerji, ısınma ve su ısıtma ihtiyaçlarını yerel jeotermal enerji kaynaklarından sağlıyor. Son teknoloji floresan aydınlatma elemanlarının ve sensörlerin kullanıldığı yapıda, iç mekan hava temizliği ters çatı sistemiyle sağlanıyor. Aynı zamanda havalandırma sistemlerinde kullanılan anti-alerjik filtreler, havada bulunan organik bileşenleri yok ederek iç hava kalitesini yükseltiyor. Yapıda akustik ve termal komfor cam, terracotta giydirme cephelerle ve mineralli yün yalıtım malzemesi ile sağlanıyor. Su konusunda özellikle çok hassas davranılan projede yılda bin 628 metreküp su tasarrufu sağlandı. Bu değeri sağlamada katkısı bulunan uygulamalar arasında yeşil alanların sulanması için yağmur sularından yararlanılması ve sensörlü bataryalar geliyor. Bölgede bulunan tren istasyonlarına yaklaşık onar dakika uzaklıkta bulunan projede aynı zamanda elektrikli araç ve bisiklet kullanımına teşvik olması amacıyla araç şarj istasyonları ve bisiklet park alanları yer alıyor. 58 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 59 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 60 ORGANİK TEKSTİL Çarşıya alışverişe giderken EVDEKİ ”SAĞLIK” TAN OLMAYIN TEKSTİL FİRMALARI HER GEÇEN GÜN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞE YÖNELİK ADIMLAR ATIYOR. TEKSTİL ÜRETİMİNDE ORGANİK HAM MADDE KULLANIMI ARTARKEN, ZARARLI KİMYASALLARIN İNSAN SAĞLIĞINA YÖNELİK ETKİLERİ GÖZE ÇARPIYOR. 60 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 61 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi stanbul Teknik Üniversitesi Tekstil Mühendisliği Tekstil Teknolojileri ve Tasarım Fakültesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Gülay Özcan’ın hazırladığı Tekstildeki Tehlikeli Kimyasallar ve ?nsan Sa?lı?ına Etki leribaşlıklı araştırma, hayatımızın vazgeçilmezi tekstil ürünlerinin, hem insan sağlığını hem de çevreyi nasıl tehdit ettiğini gözler önüne sermekte. İ TEMİZ ÜRETİM Tekstilde kullanılan kimyasalların bir kısmı, üretim, kullanım ve atık esnasında insana ve doğal çevreye zarar veriyor. Tekstil üretiminde ortaya çıkan çevresel kirlenmenin sebep olduğu iklim değişikliği, alerji ve kanser tipi hastalıkların çeşitlenmesi, üreme problemlerinin artması ve mutajenik belirtiler, bilinçli toplumları alarma geçiriyor. Global kirlenmeye karşı uluslararası kesin bir yasal düzenlemenin getirilmeye çalışılması, sanayi faaliyetlerinin yaşama ve ekolojik dengeye duyarlı olarak değiştirilmesi ise bu konuya yönelik alınması gereken acil önlemler arasında yer alıyor. ÇEVRESEL DÜZENLEMELER Endüstriyel kimyasalların insan sağlığına ve çevreye verdiği zararlar üzerine yapılan araştırmalar, 1960’lı yıllardan itibaren hız kazanmaya başlamıştır. Ancak kimyasal maddeler ve metal kullanımı ile gelişen hastalıkların araştırılması yaklaşık 200 yıllık bir geçmişe sahiptir. 1930’lu yıllarda yapılan araştırmalarda büyük ilerlemeler sağlayan bilim insanları, geliştirdikleri analitik cihaz ve yöntemlerle, maruz kalınan madde miktarı ile gelişen hastalık arasında ilişki kurmaya başlamıştır. Çalışmalar, insan ve hayvan denekler üzerinde sürdürülmüş, maruz kalma sınırları (TLV) belirlenerek listelenmiştir. Amerika, Avrupa ülkeleri ve Japonya gibi ülkeler uzun süre bu listeleri kullanmış olsa da, daha sonra birçok ülke kendi kriterlerini oluşturmuştur. 1968’den sonra Almanya TLV listelerini kullanmayıp, kimyasalların sağlık üzerine etkilerini belirleyecek özel bilimsel araştırmalar yaptırarak MAK’ı (Maximale Arbeitsplatz-Konsantration) yani kendi kimyasal listelerini oluşturmuştur. MAK özellikle kanserojenik maddelerin sınıflandırmasını göstermektedir. Zararlı aminler MAK III A1 (insanlarda kanserojen), MAK III A2 (hayvan araştırmalarına göre kanserojen) aminlere parçalanan boyarmaddelere göre sınıflandırılmaktadır. Çevresel düzenlemeler aslında 1970’li yıllarda sana- www.ikibin50dergisi.org yileşmenin artması ile ortaya çıkan çevre sorunlarının insan sağlığını ciddi boyutlarda rahatsız etmesiyle başlamıştır. 1990’lı yıllarda doğanın korunmasına yönelik çevre hareketlerinin tekstil endüstrisini de etkilemesiyle “ekotekstil” kavramı gündeme gelmiştir. Bu yıllarda, öncelikle Avrupa Birliği ülkelerinde gelişen ekotekstil bilinci tüm dünya gündeminde yer almaya başlamış ve ekolojik tekstillerin kullanıcılar tarafından tercih edilme oranı artmıştır. Bu süreçte 1994 yılında Avusturya Tekstil Enstitüsü, Hohenstein Araştırma Enstitüsü ile birleşerek “International Association for Research and Testing in the Field of Textile Ecology (ECO-TEX)” i kurmuştur. Avrupa ve diğer ülkelerde bu gelişmelerin ardından birçok ekotekstil standardı oluşturmuşlardır ve bu standartların arasında en çok kabul göreni ise ‘Eko-Tex Standart 100 d r. EKO-ETİKET Avrupa Birliği’nin 2002 yılında bildirilen komisyon kararında, tekstil ürünlerine verilecek eko-etiket ile ilgili kriterler belirlenmiştir. Bu sayede tekstil ürününde kullanılan elyafa ait kriterler, proses ve kullanılan kimyasallara ait kriterler ve ürünün kullanım özelliklerine ait Ağustos 2012 61 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 62 ORGANİK TEKSTİL ALMAN CİLT KLİNİKLERİNDE YAPILAN ARAŞTIRMALAR, ALERJİK REAKSİYONLARIN %2’SİNİN TEKSTİL KAYNAKLI OLDUĞUNU GÖSTERİYOR. ÖZELLİKLE DİSPERS BOYARMADDELER KİMYASAL LİFLERDEN AYRILARAK KONTAKT ALERJİYE NEDEN OLUYOR. kriterler olmak üzere gruplandırılarak; üretim ekolojisi, insan ekolojisi ve atık ekolojisi göz önüne alınarak çevreye ve insana zarar vermeyecek kullanım şartlarının oluşturulması sağlanmıştır. Elyafa yönelik kriterler; tüm doğal ve sentetik liflerin üretimi sırasında kullanılan, yapısında bulunmaması gereken ya da belli sınırlarda bulunmasına müsaade edilen kimyasalların sınırları ile bu liflerin geri dönüşüm sırasında ihtiyaç duyacakları biyolojik ya da kimyasal oksijen miktarı sınırlarını belirlemek için oluşturulan kriterleri kapsamaktadır. Proses ve Kullanılan Kimyasallara ait kriterler ise; elyaf, iplik hazırlık ve eğrime işlemi sırasında kullanılan yardımcı kimyasallar, renk gidericiler (ağır metal tuzları ya da formaldehit), ağırlaştırıcılar (Serium Bileşikleri), kompleks oluşturucular (EDTA, DTPA, vb.) deterjanlar, yumuşatıcılar ve bunların yapısında bulunan kimyasalların bazılarının hiç kullanılmaması ya da belli sınırlar altında olduğunun standart testler ile kanıtlanmış olmasını kapsamaktadır. Bu gelişmeler sonucunda krom mordan boyarmaddelerin kullanımı kesinlikle yasaklanırken, metal kompleks boyarmaddelerden atık suya geçecek metal iyonu miktarı belli değerleri aşmamak üzere sınırlandırılmıştır. TEKSTİL KİMYASALLARININ İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Alman cilt kliniklerinde yapılan araştırmalar, alerjik reaksiyonların %2-sinin tekstil kaynaklı olduğunu göstermektedir. Özellikle dispers boyarmaddeler kimyasal liflerden ayrılarak kontakt alerjiye neden olmaktadır. Ayrıca azo boyarmaddelerde bulunabilen p-fenilendiamin de alerjik reaksiyonlara sebep olduğu bilinmektedir. Kariyer maddeleri ise kullanılan miktarın %2,7’si 62 Ağustos 2012 oranında tekstil malzemesi üzerinde kalmaktadır. Tekstillerdeki ağır metal iyonlar ter yoluyla vücuda geçebilmektedir. Bu sebeple ter ve tükürük haslık değerlerinin yüksek olmasına dikkat edilmesi ve EKOTEX standart değerlerine uyulması gerekmektedir. Haslık, mamullerin üretim veya kullanım sırasında karşılaştıkları etkenlere karşı gösterdikleri direnç olarak tanımlanmaktadır. Almanya Tüketiciyi Koruma ve Veterinerlik Enstitüsü’nün (BGVV) yaptığı bir araştırmada ise, suda çözünen direk boyarmaddelerin ten ile temasında madde transferine sebebiyet verdiklerini ortaya çıkmıştır. Başka bir araştırmada ise; azo (renk vermek, dış etkilerden korumak için eşyanın üzerine sürülen veya içine katılan renkli madde) parçalanmasında bağırsak bakterilerinin oluşumu ve karaciğer enzimlerinin değişimimde payının büyük olduğu ortaya çıkmıştır. Kanserojenik etki gösteren bu maddeler özellikle DNA’yı etkileyerek mutasyona sebep olmakta ve gelecek nesillerde genetik bozuklukların meydana gelmesine neden olmaktadır. larında, östrojen hormon seviyesini değiştirdiği kanıtlanmış, kanserojenik etkisi de söz konusu olan bu madde için sınırlama getirilmiştir. Düzenlemeler gereğince ftalatlarin bebek ve çocuk giyim ürünlerinde, oyuncaklarda bulunmasına müsaade edilen üst değer %0.1 olarak sınırlandırılmıştır. SORUMLULUK SAHİBİ BİR TEKSTİL SEKTÖRÜ İÇİN... Gerek Avrupa Birliği tarafından gerekse Amerika ve Japonya’da yasaklanan tehlikeli kimyasallar, insan ve diğer canlıların sağlığına zarar verdiği bilimsel olarak kanıtlandıkları için yasaklanmıştır. Veriler açıkça göstermektedir ki, hayatımızın vazgeçilmezi tekstil ürünleri, üretim aşamasında kullanılan kimyasallar nedeniyle sağlığımızı tehdit etmektedir. Organik ve ekolojik malzemeler kullanarak üretim yapan ve tüm bunların yanında tekstil üretim işçilerinin sağlığını da düşünerek sorumluluk sahibi bir tekstil sektörünün oluşması ve eko etiket kullanımın bu sektörde yaygınlaşması hayati önem taşımaktadır. Farklı amaçlara yönelik kullanım imkanı ile birçok tekstil ve ayakkabı ürününde bulunması muhtemel olan ftalatların (tekstil ürünlerinin esnekliklerinin arttırılması için kullanılıyor) ise, yapılan toksikolojik araştırmawww.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 63 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 64 RÖPORTAJ ATIK C&A C&A’dan sürdürülebilir bir adım 64 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 65 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi C&A BEŞ YIL ÖNCE ORGANİK PAMUK PROGRAMINI HAYATA GEÇİRDİ. AMAÇ; HEM ÇEVREYE HEM DE TARIM İŞÇİLERİNİN SAĞLIĞINA ZARAR VERMEDEN PAMUK ÜRETİMİ GERÇEKLEŞTİRMEK. C&A TÜRKİYE ÜLKE DİREKTÖRÜ BERNA KURAL OKANDAN, 2005 YILINDA TEXTILE EXCHANGE ORGANİZASYONUNA ÜYE OLDUKLARINI VE 2008 YILINDA SHELL FOUNDATION İLE BİRLİKTE HİNDİSTAN’DA 5 YILLIK BIR PROJEYE İMZA ATTIKLARINI ANLATIYOR. C&A Türkİye Ülke Dİrektörü Berna Kural Okandan ürdürülebilirlik açısından birçok alanda çalışmalar yaptıklarını da dile getiren Berna Kural ile İkbin50 dergisi olarak C&A’nın sürdürülebilirlik konusuna yaklaşımını konuştuk. S Öncelikli olarak C&A’nın organik pamuk kullanımına başlamasında neler etkili oldu ve bu geçiş süreci nasıl gelişti? Organik pamuk konusundaki çalışmalarımız insan ve çevrenin korunması için süreklilik stratejimizin önemli bir parçası. Bildiğiniz üzere pamuk, dünyada gıda amaçlı olmayan en sık ekilen tarım bitkisi. Ancak, geleneksel pamuk ekimi su gibi kısıtlı olan doğal kaynakları yoğun şekilde tüketmeyi ve büyük miktarda suni gübre ile toksik bitki koruma ilaçları kullanmayı gerektiriyor. Bu da insan ve doğaya zarar veren bir süreç. Oysaki organik pamuğun ekimi, üretim ülkelerinde gerek çevreyi gerek çiftçilerin ve ailelerinin sağlığını pozitif etkiliyor. Bu nedenle C&A olarak, bundan 5 yıl önce organik pamuk programını başlattık. Bugün, organik pamuktan tekstil ürünleri için dünya çapında söz sahibiyiz. www.ikibin50dergisi.org Organik pamuğa verdiğimiz önem sadece müşterilerimizin beklentilerine karşılık vermek değil, aynı zamanda da sosyal sorumluluk projelerimizin de bir parçası. Amacımız daha verimli enerji ve su tüketimi ile sınırlı kalmayıp, kimyasal gübre ve ilaçları kısıtlayıp, doğal yaşamı korumak ve pamuk üreticileri için daha iyi yaşam koşullarını desteklemek. Organik pamuk kullanımı konusunda şu aşamaya kadar neler yapıldı ve şu anda neredesiniz? C&A olarak, şu anda dünyanın en büyük organik pamuk perakendecilerinden biriyiz. Sağlıklı ve doğaya saygılı organik pamuktan ürettiğimiz BioCotton koleksiyonumuzda, yılın her döneminde bebek ve çocuklar için olduğu kadar, yetişkinler için de geniş ürün seçeneği hazırlıyoruz. Bu özel ürünlerimizi de üretim maliyeti daha fazla olmasına karşın diğer tüm ürünlerimizde olduğu gibi uygun fiyatlara satıyoruz. 2008 yılında organik pamuktan ürettiğimiz 15,3 milyon giysi sattık; 2010 yılında ise satılan parça sayısı 26 milyona ulaştı. Böylece, şimdiden toplam pamuk koleksiyonumuzun % 13’ünün organik pamuktan Ağustos 2012 65 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 66 RÖPORTAJ ATIK C&A “BİZ MÜŞTERİLERİMİZİN İSTEKLERİNİ YERİNE GETİRMEK VE ÜRÜN YELPAZEMİZDE ORGANİK PAMUK ORANINI DAHA DA ARTTIRARAK, İNSAN VE ÇEVRE SAĞLIĞI İÇİN RAKİPLERİMİZİ DE AÇTIĞIMIZ BU YOLDAN İLERLEMEYE TEŞVİK ETMEK İSTİYORUZ.” oluştuğunu söylemekten gurur duyuyoruz. Bu nedenle organik pamuk projemizin başarısının kendimiz kadar, müşterilerimizin de eseri olduğunu düşünüyoruz. İşçi sağlığı ve güvenliği de sürdürülebilirlik açısından kuşkusuz çok önemli bir konu. Textile Exchange ve Shell Foundation ile işbirliği yaptığınız biliyoruz. Bu kapsamda ne gibi çalışmalar gerçekleştiriyorsunuz? İşçi sağlığının korunması ve bilinçli üretimin gerçekleşmesi adına gerçekleştirdiğiniz çalışmalar hakkında bilgi verebilir misiniz? Organik pamuk projemizin temellerine bakacak olursak, C&A olarak 2005 yılında kamuya yararlı "Textile Exchange" organizasyonuna üye olduk. Onların yardımıyla organik pamuk üretim stratejimizi geliştirdik. 2008 yılında partnerimizle birlikte, Shell Foundation’ı da yanımıza alarak, Hindistan'da odak noktası organik pamuk ekimini ve kullanımını yaygınlaştırmak olan 5 yıllık bir projeye imza attık. Hindistan’da gösterdiğimiz faaliyetlerde ana düşüncemiz, çevreyi ve 30 binin üzerinde çiftçi ve ailelerinin yaşam koşullarını önemli ölçüde iyileştirmek oldu. Hedefimiz ise süreklilik gösteren bir tekstil değer artışı zincirini oluşturma fikrinin sonuç itibarıyla dünyanın başka bölgelerine de uyarlanabilir olmasını sağlamak oldu. Ardından 3 ortak olarak, "CottonConnect" adındaki organizasyonu kurduk ve bu hedefimizi başarıya ulaştırdık. CottonConnect organizasyonunun görevi, geleneksel yöntemlerden kalıcı ve yenilenebilir tarım yöntemlerine geçişi, adapte edilebilir ticari modellerle hedefli şekilde teşvik etmektir. İnternet sitenizde, geleneksel yöntemlerle yapılan pamuğun işçi ve çevre sağlığına zararlı olduğuna dikkat çekiliyor. Organik pamuk üretiminde bu süreç nasıl gelişiyor? Pamuk, üretim yaptığımız ülkelerdeki çiftçiler için verimli bir kültür bitkisi olup, tarımsal istihdamda kilit rol üstleniyor. Ancak, geleneksel yöntemlerle yapılan pamuk üretimi, özellikle tarım ilacı ve su tüketimi konuları ekseninde, insan ve çevre sağlığını olumsuz etkiliyor. C&A olarak, uzun vadede organik pamuğa geçmeye başladık ve böylelikle süreklilik gösteren tarımı destekleyici geniş yelpazeli yaklaşımımız çerçevesinde önemli bir adım attık. Şu an itibariyla organik pamuk, dünya genelinde pamuk üretiminin (maalesef) % 1'inden daha azını oluşturuyor. Ancak gitgide niş ürün köşesinden kitlesel pazarlara girmekte. Bunun başlıca nedenlerinden biri de, ekimi ve üretimi ekolojik kriterlere uygun gerçekleşen kıyafetler konusunda tüketici 66 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 67 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi “AFİŞ VE AYAKLI PANOLARDA KULLANDIĞIMIZ KAĞITLARI ÇÖZÜCÜ İÇERMEYEN BOYALAR KULLANARAK SERİGRAFİ BASKI YÖNTEMİYLE HAZIRLIYOR, İŞİMİZ BİTTİĞİNDE GERİ DÖNÜŞÜM PARTNERİMİZE TESLİM EDİYORUZ.” bilincinin artmış olması. Biz müşterilerimizin bu isteklerini yerine getirmek ve ürün yelpazemizde organik pamuk oranını daha da arttırarak, insan ve çevre sağlığı için rakiplerimizi de açtığımız bu yoldan ilerlemeye teşvik etmek istiyoruz. Organik pamuk kullanımı konusunda neleri hedefliyorsunuz? Benzer çalışmalar gerçekleştirmeyi düşünüyor musunuz? C&A olarak, 2020 yılına kadar pamuk ile üretilen tüm tshirt, bluz, pantolon ve diğer pamuklu giysilerin tamamını sürdürülebilir organik pamuktan üretmeye başlamak gibi çok ciddi bir hedefimiz var. Bu süreç içerisinde ayrıca insan ve çevre sağlığı için rakiplerimizi de açtığımız bu yoldan ilerlemeye teşvik edeceğiz. C&A olarak birçok alanda (enerji ve su tasarrufu, lojistik vb) çalışmalar yaptığınızı görüyoruz. C&A’nın çevre politikası hakkında bilgi verebilir misiniz? C&A sürdürülebilirliğe nasıl bakıyor? Organik pamuk üretiminde daha az suni gübre ve büyüme hızlandırıcı ilaç kullanılıyor. Ayrıca üretim yapan çiftçiler su ve toprak konusunda çok daha tutumlu çalışıyor. Bu nedenle 2020 sürdürülebilir pamuk hedefimizin, aynı zamanda genel sürdürülebilirlik stratejimiz açısından da önemli bir dönüm noktası olduğunu düşünüyoruz. Bunların yanı sıra tüm faaliyetlerimizi su kullanımından, lojistiğe, enerji kullanımı ve geri dönüşümden karbon ayak izimize kadar sürdürülebilirlik alanında her detaya son derece dikkat ederek sürdürüyoruz. Gelecek için hayalimiz tüm üretim ve tüketim süreçlerinin de sürdürülebilir hale geleceği ideal bir sistem yaratmak. Bunu zaman içerisinde başarabilmek adına organik pamuğun yanı sıra farklı alanlarda da önlemler alıyoruz. www.ikibin50dergisi.org Örneğin, karbon ayakizimizi kısıtlamak adına 2006 yılından bu yana hesaplama yaparak uygun önlemleri alıyoruz. Avrupa'daki tüm mağazalarımızın çeşitli iş proseslerindeki tüketim ve fayda verilerini tespit ediyoruz ve CO2 eşdeğerini hesaplıyoruz. Özellikle uzak yerlere yapılan iş seyahatleri yerine video ve telefon konferansı gibi yeni teknolojileri kullanıyor ve bu değerleri azaltıyoruz. Lojistik, mağazalarımız ve ana merkezimiz için her zaman enerji tasarrufu yapma üzerinde yoğunlaşıyoruz. Kullandığımız tüm araçlarda maliyet fayda oranının yanı sıra çevre uygunluğuna da dikkat ediyoruz. Örneğin, afiş ve ayaklı panolarda kullandığımız kağıtları çözücü içermeyen boyalar kullanarak serigrafi baskı yöntemiyle hazırlıyor, işimiz bittiğinde geri dönüşüm partnerimize teslim ediyoruz. Broşür ve raporlarımızı 2008 yılından beri sadece Forest Stewardship Council (FSC) direktiflerine uygun kâğıt üzerine basıyoruz. FSC sertifikası, süreklilik doğrultusunda faaliyet gösteren ormancılıktan elde edilen malzemelerin kullanılmasını öngörüyor. 2008 yılından itibaren ayrıca binalarımızda enerji bakımından daha etkili aydınlatma sistemine geçtik. Bu sistem hem % 8 enerji tasarrufu sağlıyor, hem de çevreye daha az ısı yansıtıyor. Bu da, binanın daha az soğutulması gerektiğinden ayrıca enerji tasarrufu sağlıyor. Ağustos 2012 67 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 68 MERCEK KARBON AYAK İZİ İklim Değişikliği ve Karbon Nötr Olmak . 68 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 69 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi . M. Esra Demir, MSc.MBA. Climate Volunteers Genel Müdür üresel iklim sistemi, atmosferin oluşumundan bu yana tüm zaman ve alan ölçeklerinde değişme eğiliminde olmuştur ve bu değişim yerküre/atmosfer sisteminin öteki bileşenlerindeki doğal değişikliklerle ilgilidir. Ancak 19.yy’ın ortalarından beri bu doğal değişikliğe ek olarak ilk kez insan etkinliklerinin de küresel iklimi etkilediği yeni bir döneme girilmiştir. 1850’li yıllarda başlayan sanayileşme ile birlikte özellikle fosil yakıtların yakılması, arazi kullanımı değişiklikleri, ormanların tahribi ve çarpık sanayileşme gibi insan faaliyetleri neticesinde, sera gazları atmosferde birikerek atmosferin kimyasal özelliklerini etkilemekte uzun vadede ise sera etkisi yüzünden küresel ölçekte iklim değişikliğine sebep olmaktadır. K Küresel ısınma, sera gazı salımlarındaki artışlara bağlı olarak küresel ortalama yüzey sıcaklıklarında artışları ifade etmektedir. Küresel ısınmanın en önemli sebebi atmosferde sera etkisi yapan karbondioksit (CO2) ve metan (CH4) gibi sera gazı salımlarındaki hızlı artıştır. Güneş’in yaydığı kızılötesi ışınlar milyonlarca kilometrelik bir yolculuktan sonra dünyamıza ulaşır. Bu ışınların bir kısmı yeryüzüne çarparak toprağı ve denizleri ısıtır, bir kısmı ise yeryüzüne çarptıktan sonra yansıyarak tekrar uzaya geri döner. Ancak havada bulunan sera gazları, kızılötesi ışımaların bir kısmını soğurarak, atmosferden dışarı çıkmalarını engeller. Bu soğurma olayı, atmosferin ısınmasına yol açar. Atmosferdeki sera gazları ne kadar çoksa o kadar çok ısı tutulur. Bunun sonucunda da Dünya’nın ortalama sıcaklığında yükselme görülür. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli - IPCC'nin 2007 yılında yayımlanan ve Nobel Barış Ödülü alan Dördüncü Değerlendirme Raporu'na göre, küresel ısınma artık tartışmasız bir gerçektir ve bunun önemli bir bölümünden insanoğlu sorumludur. Enerji, sanayi, ulaşım, tarım, atık, ormancılık ve arazi kullanımı sektörlerinden kaynaklanan toplam 6 temel sera gazının salımı, 1970 - 2004 yılları arasında %70 artarak 49 milyar ton eş-CO2 düzeyine çıkmıştır. Bu süreçte, 1995-2004 dönemindeki yıllık artış hızı, 1970 - 1994 dönemindeki yıllık artışın 2 katına yaklaşmıştır. İnsan kaynaklı sera gazı salımlarının % 65’e yakını fosil yakıtların yanmasından kaynaklanmıştır. Küresel ortalama yüzey sıcaklığı son yüzyılda 0.74 °C artmıştır. Bu ısınma eğilimi 1980’li yıllardan sonra daha da belirginleşmiş ve bu dönemde her yıl yüksek sıcaklık rekorları kırılmıştır. 1998 yılı küresel ortalamalar açısından, aletli sıcaklık gözlemlerinin yapılmaya www.ikibin50dergisi.org başlandığı 1860 yılından bu yana yaşanan en sıcak yıl olarak kaydedilmiştir. Sıcaklıklardaki artışa bağlı olarak, hidrolojik çevrimin değişmesi, kara ve deniz buzullarının erimesi, kar ve buz örtüsünün yüzey olarak daralması, deniz seviyesinin yükselmesi, şiddetli hava olaylarının sıklığının ve şiddetinin artması, kuraklık, çölleşme, salgın hastalıkların ve zararlıların artması gibi, dünya ölçeğinde sosyo-ekonomik sektörleri, ekolojik sistemleri ve insan hayatını doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyecek önemli değişikliklerin olacağı tahmin edilmektedir. Bu değişikliklerin bazıları, özellikle 20. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren görülmeye başlanmıştır. Hemen hemen yapılan her aktivite sera gazı salımı ile sonuçlanmaktadır. Bir birey ve şirket için atılacak ilk adım, karbon ayakizi ölçümü yapılması ve azaltım planı geliştirilmesidir. Bireysel olarak mevcut sera gazı salım seviyesi, milyarlarca bireyin aldığı kişisel kararlar sonucu ortaya çıkmaktadır (ulaşım, enerji tüketimi, ağaç kesimi, fosil yakıt kullanımı, tüketim artışı, atıklar vb. ). Aynı zamanda milyarlarca bireyin aldığı kişisel kararlar, salım azaltımı için faydalı olacaktır ve ancak bu kararlar sayesinde küresel salım azaltımı yolunda bir başarı sağlanabilir. Tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek, enerji tüketimimizi azaltmak, gerekmedikçe araç kullanmayıp toplu taşımayı tercih etmek gibi attığımız her adımın küresel iklim değişikliğine olumlu etkisi olacaktır ancak bu etkinin hissedilmesi zaman alacaktır. Daha kısa sürede fark yaratmak için atılacak diğer bir adım ise karbon ayakizini hesapladıktan sonra aynı miktar kadar karbon kredisi satın alarak yenilenebilir enerji projelerine finansal destek olmak ve faaliyetiniz sonucu oluşan sera gazı salımlarınızı “sıfırlamak”tır. Diğer bir ifade ile faaliyetlerimiz sonucu oluşan seragazı salımlarını (karbon ayakizi) seragazı salımı olmayan veya salınan emisyonları atmosferden uzaklaştıran projelere destek vererek karbon nötr olmaktır. Karbon nötr’ün tam anlamı bir kişi veya kurumun gerçekleştirdiği herhangi bir faaliyet sonucu atmosfere salınan sera gazlarını dengelemek (offsetting) ve net olarak “0” emisyona sahip olmak için salınan sera gazları miktarına eşdeğer sera gaz salımına engel olan/azaltan projeler tarafından geliştirilmiş karbon kredilerinin satın alınmasıdır. Hızlı nüfus artışı, kentleşmenin giderek artması enerji ihtiyacını her geçen gün arttırmaktadır. Büyüyen bu HÜKÜMETLERARASI İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ PANELİ IPCC'NİN 2007 YILINDA YAYIMLANAN VE NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ ALAN DÖRDÜNCÜ DEĞERLENDİRME RAPORU'NA GÖRE, KÜRESEL ISINMA ARTIK TARTIŞMASIZ BİR GERÇEKTİR VE BUNUN ÖNEMLİ BİR BÖLÜMÜNDEN İNSANOĞLU SORUMLUDUR. ihtiyacı karşılayabilmek için yakın gelecekte arz sıkıntısı yaşanacak fosil yakıtların yerine sürdürülebilir kaynakların kullanılabileceği yakıtların bulunması ve teknolojilerin geliştirilmesi çok önemlidir. Bu nedenle ağaç dikerek çevreye verdiğimiz etkiyi azaltmanın yanısıra rüzgar, güneş enerjisi, biyogaz, biyokütle, çöp gazı depolama alanları ve benzeri yenilenebilir enerji kaynaklarına destek olmak çok önemlidir. Karbon kredisi üreten bu projeler ciddi uluslararası sertifikasyon süreçlerinden geçmektedirler. Bu sertifikasyonların en önemlilerinden biri ve en kaliteli karbon kredilerinin üretildiği Gold Standard sertifikasyonundan geçebilmek için yenilenebilir enerji projelerinin çevresel etkisinin yanında sürdürülebilir büyümenin diğer 2 önemli bacağı olan ekonomik ve sosyal etkilerini de dikkate almakta; projenin bulunduğu bölgedeki yerel halka faydası, istihdam yaratıp yaratmadığı gibi başka kriterler de değerlendirmektedir. Türkiye’de üretilen birçok rüzgar enerjisi projesi, çöp gazı bertaraf projeleri Gold Standart süreçlerinden başarı ile geçmiştir. Türkiye elektrik üretimini önemli ölçüde fosil yakıtlarla elde etmektedir. Üstelik bu fosil yakıtların önemli bir bölümü de ithal edilmektedir. Bu nedenle yenilenebilir enerji teknolojilerini desteklemek ülkemiz için çok önemlidir. Ağustos 2012 69 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 70 MERCEK KARBON TİCARETİ TÜRKİYE’DE KARBON TİCARETİ DENEYİMİ 18.YÜZYILDA BAŞLAYAN ENDÜSTRİYELLEŞME SÜRECİ İLE BİRLİKTE TARIM, HAYVANCILIK VE HAMMADDE ODAKLI EKONOMİDEN, HAMMADDENİN İŞLENMESİNE VE ÜRETİMİNE DAYALI BİR EKONOMİYE GEÇİŞE TANIKLIK ETMEKTEYİZ. HATTA VE HATTA GÜNÜMÜZDE EKONOMİNİN İŞLEYİŞİNİN ÜRETİME VE TÜKETİME DAYALI OLDUĞU SÖYLENEBİLİR. ÜRETİMİN TÜKETİMİ, TÜKETİMİN DE ÜRETİMİ TETİKLEDİĞI BU DÖNGÜNÜN EN BÜYÜK İHTİYACI İSE ENERJİDİR. 70 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 71 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi 0. yüzyılın sonlarına kadar enerji üretiminde kullanılan doğal kaynakların bolluğu ve tükenmezliği ile ilgili herhangi bir şüphe bulunmazken, artık kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil kaynaklara dayalı enerji üretiminin bir “son kullanma tarihi” olduğunu idrak etme sürecinden geçmekteyiz. 2 ÇÖZÜM VAR...MAALESEF KOLAY DEĞİL Çözüm yolları mevcuttur ve bilinmektedir. Enerjinin üretimi noktasında yenilenebilir enerji kaynakları gibi daha temiz kaynakların kullanılması ve daha az enerji ile daha çok üretim yapabilme kabiliyetinin yani enerji verimliliğinin sağlanması, çözüm yollarının başında yer almaktadır. Her iki temel önlem için teknolojiler mevcut olmakla beraber bunların hayata geçirilmesi ve yaygınlaştırılması maalesef çok kolay değildir. Her ne kadar kömür ve doğalgaza dayalı enerji santrallerinin bugün yasaklanması veya fosil yakıtlara dayalı yeni (ve eski) yatırımlara ağır vergilerin getirilerek temiz teknolojilerinin teşvik edilmesi, iklim değişikliği ile ilgili mücadelede ileriye doğru büyük bir sıçrayış gerçekleştirecek ise de, mevcut sistem içerisinde kısa ve orta vadede hayata geçirilebilecek önlemler değildir. Günümüzde içinde emisyon ticaretini bir araç olarak kullanan çeşitli sistemler vardır. Amerika, Yeni Zelanda ve İngiltere gibi bölgesel uygulamalar olduğu gibi daha kapsamlı ve çok uluslu “ortaklık girişimleri” de bulunmaktadır. Herhalde bunların içerisinde en kapsamlı ve iddialı olanı Kyoto Protokolü altında oluşturulan “Esneklik Mekanizmalarıdır”. 11 Aralık 1997 senesinde imzalanan ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 191 ülkenin taraf olduğu Kyoto Protokolü esasen, Protokolün Ek I de yer alan 37 gelişmiş ülkenin sera gazı emisyonlarını, 2008-2012 periyodu içerisinde 1990 baz seviyelerinden yaklaşık olarak %5’lik bir azaltımını hedeflemekte ve taahhüt etmektedir. Gelişmiş olarak tanımlanan ve küresel olarak sera gazı salınımında en büyük paya sahip olan bu 37 Ek I ülkesinin hedeflerine maliyet verimli olarak ulaşabilmeleri amacı ile de es- i Bu sürece paralel olarak fosil yakıtların kullanımı ile ilgili, enerjinin sürekliliği sorunu olmanın ötesinde belki daha da önemli olan başka bir problemin de varlığını keşfediyoruz. Üretimin vazgeçilmez bir girdisi olan elektrik ve ısı üretmek için kullanılan fosil yakıtlar aynı zamanda doğaya ve çevremize kabullenebileceğimizin ötesinde zararlar vermektedir. Bu zarar listesinin başında ise iklim değişikliğine sebep olan Sera Gazları bulunmaktadır. Sera gazlarındaki tarihsel gelişimi en azından yavaşlatmak ve hatta geriye çevirme ödevi, bu neslin sorumlulukları arasında yer almaktadır. viyelerin altına inmesini hedeflerken, hedefe ulaşmak için yapılan yatırımın, maliyeti en düşük coğrafyada veya teknolojilerle gerçekleştirilmesine olanak sağlamaktadır. Sağ cebimizdeki emsiyonu sol cebimize aktarıp, net emisyon azaltımlarının sıfır olmasını önlemek amacı ile de “additionality” yani özgün katkı olarak bilinen bir kriter konmuştur. “Sınırla ve pazarla” sisteminin tasarlandığı şekilde fayda sağlayabilmesi açısından ve sistemin işleyişinin daha doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için çok önemli olan özgün katkı konusunu maalesef bu yazımda detaylandıramayacağım. Ancak kısaca değinmek gerekir ise özgün katkı, proje kaynaklı emisyon azaltımlarının, tarihsel gelişimin haricinde gerçekleşmesidir. Daha anlaşılır bir dille ifade etmek gerekir ise, eğer bir emisyon azaltım projesi, sadece karbon ticareti mekanizmalarından istifade ederek hayata geçirilebiliyor ise, projenin özgün katkısı olduğu sonucuna varılabilir. Ömer Akyürek Yönetici Danışman / OAK Danışmanlık ÜRETİMİN VAZGEÇİLMEZ BİR GİRDİSİ OLAN ELEKTRİK VE ISI ÜRETMEK İÇİN KULLANILAN FOSİL YAKITLAR AYNI ZAMANDA DOĞAYA VE ÇEVREMİZE KABULLENEBİLECEĞİMİZİN ÖTESİNDE ZARARLAR VERMEKTEDİR. BU ZARAR LİSTESİNİN BAŞINDA İSE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE SEBEP OLAN SERA GAZLARI BULUNMAKTADIR. Toplumların “modernleşme” ve “gelişme” algısı, ihtiyaçtan bağımsız bir tüketim ile ilişkilendirildiği sürece daha çok üretim olması ve bu üretimin de ekonomik olması beklenmektedir. Dolayısıyla alınacak önlemlerin münferit örneklerin ötesinde yaygın ve etkili olabilmesi için mevcut ekonomik sistemin işleyişi ile uyumlu olması gerekmektedir. Yani başka bir değişle temiz enerji yatırımları sadece çevre hassasiyeti ile atılan bir adım ve bu vicdanı taşıyanların inisiyatifinde bir maliyet unsuru olarak değil, günümüz piyasa ve rekabet koşullarında geçerliliği olan bir gelir kalemi olarak ve/veya maliyet verimli yatırımlar olarak yeniden tanımlanması gerekmektedir. EMİSYON TİCARETİ YENİLİKÇİ VE BİR O KADAR DA KARMAŞIK BİR ÇÖZÜM... Bu noktada emisyon ticareti veya daha doğru bir tabir ile “sınırla ve pazarla” (cap and trade) sistemi, probleme oldukça yenilikçi ve bir o kadar da karmaşık bir çözüm denemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Piyasa tabanlı bu yaklaşım, emisyonların belli se- www.ikibin50dergisi.org Ağustos 2012 71 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 72 MERCEK KARBON TİCARETİ neklik mekanizmaları oluşturulmuştur (CDM, JI ve Emission Trading). Kyoto Protokolü ile küresel olarak sera gazlarına bir sınır getirilmiş ve hedef sınırlara ulaşmak için alınacak önlemlerin, yapılacak olan yatırımların maliyetinin düşürülmesi amacı ile esneklik mekanizmaları getirilmiştir. Ek I ülkesi olan Hollanda’da yer alan bir çimento fabrikasında 10€ maliyet ile yapılacak olan bir filtre sistemi ile 1 ton CO2 azaltmak yerine, Ek I harici olan Pakistan’da yatırım için finansal kaynak arayan bir rüzgar santralinden 10 € karşılığında 100 ton CO2 satın alabilmektedir. Emisyon ticareti ile yatırım maliyetleri azaltılmış ve birim maliyete fayda miktarı arttırılmış olmaktadır. En azından sistem bunu hedeflemektedir. Özellikle Türkiye’de karbon ticaretinin ne olduğunun anlaşılması ve bu konuların verimli bir şekilde tartışılabiliyor olması, fikre değil bilgiye dayalı analizlerin yapılabiliyor olması önemlidir. Dünya’da, sadece üretim ve tüketim değerlerinin temel alındığı bir ekonomik sistemden üçüncü bir referans noktası olarak “çevreye olan etkinin” de bir değer taşıdığı “Düşük Karbon Ekonomisine” geçişin hazırlıkları yapılmaktadır. Gelişme ve ilerlemede büyük iddiaları olan Türkiye’nin bu hazırlıkların gerisinde kalma veya geriden takip eden konumunda olma lüksü bulunmamalıdır. Peki, Türkiye bu sürecin neresinde bulunmaktadır? Bilgi seviyesi ve tecrübesi Türkiye’yi bu hazırlık sürecinde etkin bir rol üstlenmeye, kaderini kendi tayin etmeye yeterli midir? Fikir ve görüşlerine değer verdiğim Sayın Dr. Oğuz Can Bey yakın bir geçmişte dinleme fırsatı bulduğum bir oturumda, Türkiye’nin 2006 senesine kadar bu konulara, gelişim sürecini olumsuz olarak etkileyebilecek, sınırlayabilecek bir tehdit olarak algıladığını ancak 2006 senesinden sonra tehdit algısının fırsat algısına dönüştüğü şeklinde bir analiz ortaya koymuştur. Bir OECD ülkesi olan Türkiye, Kyoto Protokolü’nde asıl yükümlülüğü yerine getirecek olan EK I ve azgelişmiş ülkelere teknolojik yardım sağlaması gerekli ülkelerin bulunduğu Ek II grubunda yer almaktaydı. Her iki gruba da dahil olmasından dolayı ekonomik kalkınmasını yavaşlatacağı endişesi ile bu protokole imza atmamıştır. Uzun uğraşlar sonucu 2001 Marekeş Konferansı’nda Ek II grubundan kendini çıkartmayı başaran Türkiye’nin Kyoto Protokolüne imza atması ancak 2009 yılında gerçekleşmiştir. 2006 senesi, Türkiye’nin karbon ticareti ile tanıştığı ve tehdit algısının fırsat algısına dönüşmesini tetikleyen gelişmelerin başlangıç yılı olarak telaffuz edilebilir. Balıkesir Bandırma’da kurulan Bares II Rüzgar Enerji Santrali, 2006 senesinde Türkiye’nin ilk karbon azaltım projesi olarak “Gönüllü” emisyon ticareti piyasalarında yerini almıştır. Türkiye için yeni 72 Ağustos 2012 “ÖLÇEMEDİĞİNİ YÖNETEMEZSİN” YAKLAŞIMININ BİR NETİCESİ OLARAK 25 NİSAN 2012 TARİHİNDE YÜRÜRLÜĞE GİREN “SERA GAZI EMİSYONLARININ TAKİBİ HAKKINDA YÖNETMELİK”, TÜRKİYE’NİN MASAYA KOYACAĞI GÜCÜN VE SUNACAĞI ÇÖZÜM İMKANLARININ NE OLDUĞUNUN TESPİTİ YÖNÜNDE ATILMIŞ DOĞRU BİR ADIMDIR. olan bu piyasanın sunduğu finans çözümü hızlı bir şekilde, özellikle yenilenebilir enerji alanında yatırım yapan firmalar tarafından benimsenmiş ve takip eden yıllarda eşine az rastlanır bir hızda gelişme göstermiştir. Bugün itibarı ile Türkiye’de çeşitli standartlar (Ağırlıklı olarak “Gold Standard” ve VCS- Voluntary Carbon Standard) ile geliştirilen toplamda 180’i aşan karbon azaltım projesi bulunmaktadır. Bu projelerin büyük bir çoğunluğunu Hidroelektrik ve Rüzgar santralleri oluştururken çöp gazından ve jeotermal kaynaklardan elektrik üretimi projeleri de bulunmaktadır. Bu projelerin emisyon azaltımları –veya bu projelerden kaynaklanan karbon kredi potansiyeli 11 milyon ton CO2 eq/yıl gibi küçümsenemeyecek bir rakama ulaşmıştır. Bugün itibarı ile şebekeye bağlantısı gerçekleştirilmiş rüzgar santrallerinin hemen hemen tamamı, gönüllü karbon piyasalarında yer almaktadır. “Premium kalite” karbon kredisi standardı olan ve uluslararası bir kuruluş olan “Gold Standard’ın” portföyünün yarısını Türkiye projeleri oluşturmaktadır. Önemli ölçüde özel sektörün girişimleri ile şekillenen Türkiye’nin gönüllü karbon ticaretindeki deneyimi, Türkiye’nin tehdit algısının bir fırsat algısına dönüşmesine büyük katkıları olmuştur. Mevcut yatırımlara yılda 40 – 50 milyon € gibi ek bir kaynak potansiyeli sunan gönüllü piyasa, eğer Türkiye zamanında ve doğru şartlar altında Kyoto’ya taraf olabilseydi (Ek I listesinden de çıkabilseydi), uyum piyasalarında aktör olma fırsatı yakalamış ve bu potansiyeli daha rahat bir talep ortamında şu anki portföyün ve hacmin çok üzerine taşıyabilecek bir pazara açılmış olabilecekti. Türkiye’de özellikle son zamanlarda hız kazanan ve odağında Kyoto sonrası döneme hazırlık ve pozisyon alma çabalarının temelini bu deneyim ve algı oluşturmaktadır. Türkiye’nin 6 senelik karbon ticareti deneyiminin daha doğru anlaşılabilmesi için gönüllü ve uyum piyasalarının ne olduğu ve nasıl işlediği ile ilgili kısa bir açıklama yapmakta fayda vardır. Uyum piyasalarının işleyişi temel olarak yazının başlarında da açıkladığım “sınırla ve pazarla” (cap and trade) yaklaşımından oluşan piyasalardır. Firmaların uyması gereken bir sınır vardır ve kredilerin alıcıları bu sınır değerlere en düşük maliyetle ulaşmak amacı ile yatırımların daha ucuz olduğu gelişmekte olan coğrafyalardaki emisyon azaltım projelerinden karbon kredileri satın almaktadırlar. Ceza ve ödül sistemlerinin her ikisini de içinde barındıran ve birbiri ile olan ilişkileri ile tanımlanan mekanizmalardır. Ancak gönüllü piyasalarda kredilere olan talep herhangi bir sınırlama veya ceza ile ilişkilendirilmemiştir. Yani karbon kredileri, bunları sadece gönüllülük (daha doğru bir açıklama ile bir PR değeri oluşturmak için) esası ile satın alan firmalar tarafından alınmaktadır. Esasında sadece “ödülden” oluşan bir mekanizmadır. Bundan dolayı fiyatları ve hacimleri itibarı ile de uyum piyasalarının da www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 73 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi Balıkesir Bandırma’da kurulan Bares II Rüzgar Enerji Santrali, 2006 senesinde Türkiye’nin ilk karbon azaltım projesi olarak “Gönüllü” emisyon ticareti piyasalarında yerini almıştır. çok altındadır. Uyum piyasaları sıkı kurallara bağlı, şeffaf, takip edilebilir ve işleyişinde devletlerin ve devlet üstü organizasyonların da tanımlı olduğu, fiyatların önceden tahmin edilebildiği bir mekanizma iken gönüllü piyasalar, kuralların değişkenlik gösterebildiği, daha kapalı, ve fiyatların daha büyük aralıklarda değişkenlik gösterdiği piyasalar olma özelliği göstermektedir. Gönüllü piyasalarda karbon kredilerinin değeri, ilişkilendirildiği standartlarla değişkenlik göstermektedir. Türkiye’deki projelere baktığımızda ağırlıklı olarak “Gold Standard” ve VCS standartlarında geliştirildiğini görmekteyiz. Bu iki standart, gönüllü piyasalar içerisinde “uyum piyasalarındaki” standarda en yakın iki standart olduğunu ve mümkün olan en yüksek fiyat marjını sağladığını belirtmekte fayda vardır. Ancak Türkiye, sadece gönüllü piyasalara hitap etmesinden dolayı, emisyon ticaretindeki deneyimi yalnızca yenilenebilir enerji yatırımları ile sınırlanmış durumdadır. Uyum piyasalarında enerji üretiminden tüketimine, ulaştırma sektöründen binalara, kimya endüstrisinden demir çelik üretimine kadar 15 sektörel kapsamda proje geliştirmek mümkünken Türkiye’de sadece 2 sektörel kapsamda projeler geliştirilebilmektedir. Bu ise Türkiye’deki deneyimin ve tecrübenin sınırlı kalmasına sebep olmuştur. TÜRKİYE’NİN KARBON TİCARETİ DENEYİMİ VE 2012 SONRASI SENARYOLARIN TARTIŞILMASI Türkiye 2006 senesinden bu yana karbon ticareti konusunda önemli bir tecrübe edinmiştir ve edinmeye de devam etmektedir. Bu tecrübe, Türkiye’nin tehdit algısının bir fırsat algısına dönüşerek, 2012 sonrası senaryoların önceden tartışılmasına ve kendi çıkarlarına en uygun şekilde gerekli adımların atılabilmesi için bir farkındalık yaratması açısından oldukça önemlidir. Ancak tek başına bu tecrübe, Dünya’da yeni şekillenmeye başlayan “düşük karbon ekonomisini” tam olarak anlamaya ve doğru kararlar almaya yeterli değildir. Karbon ticaretinin, emisyon azaltımlarının maliyet verimli olarak gerçekleştirilmesi için geliştirilmiş www.ikibin50dergisi.org bir araç olduğunu bilinçli veya bilinçsiz olarak unutup/göz ardı edip bunu bir amaç olarak benimser ve iklim değişikliği ile mücadelede nasıl çözümün bir parçası olmamız gerektiğini değil de sadece bu işten nasıl karlı çıkarız sorusunu kendimize sorarsak, bulacağımız cevaplar bizi bir sonraki dönemde arzu ettiğimiz ve hak ettiğimiz konumu sağlamayacaktır. Türkiye’nin elbette sanayi gelişimini ve kalkınmasını yavaşlatabilecek veya maliyetini daha da yukarıya çekebilecek adımlardan sakınma gereksinimi var ise de, uluslararası arenada takınacağı “gelir odaklı” imajından da uzak durulması gerektiği kanaatindeyim. Türkiye’nin önümüzdeki sürece kendisine maksimum fayda veya minimum zarar ile girmeyi hedeflemesi doğaldır ve olması gerekende budur ancak bunu taşına altına elini koymadan veya amaca yönelik çözümün bir parçası olmadan sadece araçlardan istifade etme gayesi ile gerçekleştirebilmesi zordur. Kyoto sonrası dönemin tartışıldığı uluslararası mecralarda Türkiye’nin, ayrıcalıklı Ek I ülkesi argümanı, yani “emisyonlarımı sınırlandıracak kadar gelişmiş değilim” söylemi bu sebepten ötürü beklediğimiz kabulü bulamamaktadır. Özellikle düşük karbon ekonomisine geçişin öncü rolünü benimseyen Avrupa Birliği ile bir taraftan gelişmişliğini parlatarak birliğe dahil olma sürecine devam eden Türkiye, iklim değişikliği ile ilgili konularda gelişmekte olan ülke rolünü benimsiyor olması, tartışma ortamlarında elimizi zayıflatan bir tezatlık oluşturmaktadır. Bilindiği üzere 2008-2012 dönemini kapsayan Kyoto Protokolünün 2012 sonrasına sarkıtılıp sarkıtılamayacağı veya nasıl bir yapıda devam edebileceği tartışmaları gündemdedir. Bu konuda değişik fikirler bulunmakla beraber, 2012 sonrası durum ve senaryolar için ortaya konanların bugün itibarı ile tahminden öteye geçmesi mümkün değildir. Ancak iklim değişikliği ile mücadele gerekliliği ve önceliğinde bir değişiklik olmadığı müddetçe önlemlerin maliyeti konu olmaya devam edecektir ve mevcut serbest piyasa işleyişi ile uyumlu maliyet düşürücü mekanizmalara ihtiyaç duyulacaktır. İsmi ve/veya yapısı değişse de, emisyon azaltımlarının nerede düşük maliyetle gerçekleştiriliyor TÜRKİYE, SADECE GÖNÜLLÜ PİYASALARA HİTAP ETMESİNDEN DOLAYI, EMİSYON TİCARETİNDEKİ DENEYİMİ YALNIZCA YENİLENEBİLİR ENERJİ YATIRIMLARI İLE SINIRLANMIŞ DURUMDADIR. UYUM PİYASALARINDA 15 SEKTÖREL KAPSAMDA PROJE GELİŞTİRMEK MÜMKÜNKEN TÜRKİYE’DE SADECE 2 SEKTÖREL KAPSAMDA PROJELER GELİŞTİRİLEBİLMEKTEDİR. ise orada yapılmasını sağlayan karbon ticaretinin bir araç olarak devam etmesini bekleyebiliriz. Türkiye, büyüklüğü, kaynakları, potansiyeli ve imkanları ile, maliyet verimli yatırım ve önlemler için ideal bir ev sahibidir. Dolayısıyla 2012 sonrası sürecin doğal bir çözüm ortağıdır. Türkiye, taraftar kitlesi yaratmakta yetersiz kalan ayrıcalıklı Ek I ülkesi argümanı ile yol almaya çalışmak yerine iklim değişikliği ile mücadelede masaya koyabileceği güçlü yanlarını ön plana sürerek pazarlık imkanlarını arttırabileceği kanaatindeyim. UMUT VERİCİ ADIMLAR Türkiye’de bu konularda atılan adımlar ümit verici ve doğru adımlardır. “Ölçemediğini yönetemezsin” yaklaşımının bir neticesi olarak 25 Nisan 2012 tarihinde yürürlüğe giren “Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelik”, Türkiye’nin masaya koyacağı gücün ve sunacağı çözüm imkanlarının ne olduğunun tespiti yönünde atılmış doğru bir adımdır. Bu adımın devamının getirilmesi ve doğru istikamette ilerleme sorumluluğu alışılagelmiş bir refleks olarak devlete tahsis edilmiş olsa da, başarıya ulaşabilmemiz için tüm paydaşların sürece katılımı şarttır. Türkiye, doğru adımları sadece katılımcı ve çözüme dayalı bir tartışma sonucunda atabilir. Düşük karbon ekonomisine geçiş sürecinde bilgi ve deneyim tekelinin, buzdağının sadece küçük bir kısmını oluşturan karbon ticareti konusunda danışmanlık hizmeti veren firmalardan, aralarında STK’ların, üniversitelerin ve özel sektör temsilcilerinin de bulunduğu daha geniş bir paydaşlar yelpazesine dağıtılması gerekmektedir. Ağustos 2012 73 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 74 RÖPORTAJ FİLİZ TELEK Cesur Yeni Dünya’nın Cesur Anlatıcısı BATI AMERİKA’DAN YOLCULUĞA BAŞLAYARAK, DAHA SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR DÜNYA İSTEYEN İNSANLARIN HİKAYESİNİ ANLATTIĞI PROJESİ CESUR YENİ DÜNYA’NIN HİKAYESİNİ, TÜRKIYE’YE KÜÇÜK BİR MOLA VERMEK İÇİN UĞRAYAN FİLİZ TELEK’TEN DİNLEDİK. Bioneers konferansından bir görüntü i Röportaj: Gülçin Kocabuğa iliz Telek, Türkiye’deki Slow Food Gençlik Hareketi, Permakültür Buluşmaları ve Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali gibi pek çok etkinliğin organizasyonunda görev almış bir çevre aktivisti. Aynı zamanda “Sürdürülebilir Yaşam” adlı blogunda Türkiye ve dünyadaki sürdürülebilirlik adına yapılan çalışmaları okurlarıyla paylaşan Telek, şimdilerde Cesur Yeni Dünya projesiyle bir “hikaye anlatıcısı” olarak karşımıza çıkıyor. Batı Amerika’dan yolculuğa başlayarak, daha sürdürülebilir bir dünya isteyen insanların hikayesini anlattığı projesi Cesur Yeni Dünya’nın hikayesini, Türkiye’ye küçük bir mola vermek için uğrayan Filiz Telek’ten dinlemek için buluştuk… F Ha 74 A Ağustos ğz usitroasn2 2012 0210212 Çevre konusunda yaptığınız çalışmalardan ve yazdığınız bloglardan sizi tanıyoruz. Hikâyenizi bir de sizden dinleyelim… Ben aslında Boğaziçi Üniversitesi İşletme mezunuyum fakat mezun olduğum noktada, o yönde gitmeyeceğimi biliyordum. Onu takiben kısa bir dönem yurtdışında uluslararası bir şirkette çalıştım. Türkiye’ye döndüğümde ise Buğday Derneği’nde çalışmaya başladım. Baktım kurumsal yapılara çok sığabilen bir insan değilim, o yüzden kendi başıma ya da herhangi bir yapıya dahil olmadan bir şeyler denemek istedim. Bu şekilde son 6yıldır hiçbir yapıya dahil olmadan ama başka kişilerle iş birliği dahilinde sürdürülebilir yaşamla ilgili pek çok projede yer aldım. Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali de dahil olmak üzere Permakültür Topluluğu’nun ve Network’ünün oluşturulmasıyla ilgili ve in- sanların bir araya gelip kaynaşması, sosyal medya üzerinden ağların oluşturulması ile ilgili çalışmalarda bulundum. İlk Türkiye permakültür buluşmasının organize edilmesinde rol aldım. Aslında ben sürdürülebilir yaşamın toplumsal ve sosyal boyutuyla gönül bağı kurdum. Benim gözlemlediğim, insanlar arasında doğru iletişim kurulamadıktan ve örgütlenemedikten sonra hiçbir işin yürümediğiydi. Bu noktada kilitleniyoruz ve özellikle bu yüzden, bu ülkede çok kan kaybediyoruz. Topluluklarla çalışırken ben de olumsuz tecrübeler yaşadım. Permakültür etkinlikleri organize ettim ama asıl yapmak istediğim insanları bir araya getirip, öyle bir topluluğun oluşmasını sağlamaktı. Yaptığım işlerin özünde galiba bu var… www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 75 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi “SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAMIN TOPLUMSAL VE SOSYAL BOYUTUYLA GÖNÜL BAĞI KURDUM. BENİM GÖZLEMLEDİĞİM İNSANLAR ARASINDA DOĞRU İLETİŞİM KURULAMADIKTAN VE ÖRGÜTLENEMEDİKTEN SONRA HİÇBİR İŞİN YÜRÜMEDİĞİ…” Cesur Yeni Dünya’nın izinde hikayeler toplamaya başladınız. Bu süreç nasıl gelişti? 2009 yılında projelere ara verdim ve aynı yılın ortalarına doğru yorulduğumu hissedip hiç bir iş yapamaz hale geldim. “Güzel işler yapıyorum ama bir şeyi yanlış yapıyorum galiba” diyerek bir yolculuğa çıktım. O zaman batı Avrupa’ya gittim, 7 ay Avrupa’da kaldım. O dönemde “gerçekte ne yapmak istiyorum” üzerine kafa yordum ve daha çok yaratıcılıkla ilgili çalışmak istediğimi fark ettim. Uzun zamandır yazıyordum, fotoğrafçılık da hep ilgimi çekmişti, sonra videoya merak sarmaya başladım. Em sonunda bunları bir araya getirip ne yapabilirim diye düşünüyordum ve 2011 yılına o niyetle girdim. Bir video kamera, fotoğraf makinesi, iyi bir bilgisayardan oluşan bir ekipman edinip mobil olarak medya ile ilgili bir şeyler denemeye niyet ettim. “Ben artık multi medya hikaye anlatıcılığı yapacağım” diye çıktım ortaya… 2011 sonbaharında Amerika’ ya gitmem gerektiğine dair bir içgüdü, bir iç ses oluştu. Tam olarak ne yapacağımı bilmiyordum ama hep iç sesimi dinleyerek hareket ederim. Amerika’nın batı kıyısına gitme ve hikaye anlatıcılığı ağustosta böylece bir araya geldi. Cesur Yeni Dünya** fikri o zaman ortaya çıktı. Benim şu anda en çok ilgimi çeken hikaye, insanlığın geçiş süreci ve bu geçiş sürecinde hem bireysel, hem toplumsal, hem de kolektif insanlar olarak nasıl dönüştüğümüz ve yeni dünyanın nasıl bir şey olduğuna dair bir hikaye anlatmak, o büyük resmi görmeye çalışmak. Bütün bu dünyanın sonuyla ilgili 2012 söylemlerine, bu efsanelere inanmasanız bile dünyada olup biten her şey sanki bir noktaya işaret ediyor gibi. Onu anlamak istedim. Benim kendime göre süreçle ilgili bir hikayem var ama bir de Amerika’da paradigma değişikliği ile ilgili çalışan vizyon sahibi insanlarla, spiritüel hocalarla, sürdürülebilir yaşama dahil çalışan aktivistlerle konuşmak istedim. “Onların hikayesi nedir, onların gördükleri hikaye nedir? “ diye merak ettim… Neden özellikle Batı Amerika’yı tercih ettiniz? Aslında tamamen içgüdü, hep batıdan başlamam gerektiğine dair bir içgüdüm vardı. O dönemde Occupy* (İşgal) hareketi New York’ta başladı ve ben 2-3 hafta sonra Amerika’ya gittim. Tam da insanlığın hikayesi dediğimiz yerde Occupy eylemlerinin başlaması, bir eşzamanlılık oldu. New York’ta başlamasına rağmen batıya gitmemin doğru olduğunu hissettim. Bunu www.ikibin50dergisi.org bilimsel olarak kanıtlamak mümkün değil ama özellikle “Bay Area“ denilen San Francisco, Berkeley, Oakland’dan oluşan o körfez bölgesi, yeniliklerin, yeni fikirlerin doğduğu, yoktan var olduğu bir nokta gibi geliyor bana. Zaten Amerika’da da hep derler; batı hep daha yenilikçi ve açık fikirlidir, öncüdür, fikirler batıdan doğuya doğru gelir ve doğuda kemikleşir, kurumsallaşır. Bunun daha önce bilincinde değildim ama oraya gittiğimde gerçekten öncü bir ruh olduğunu fark ettim. Bu bölgede ayrıca benim çok ilgimi çeken farklı insan kitleleri vardı; yaratıcı grubu oluşturan sanatçılar, permakültür gibi çalışmaları aktif olarak hayatın içinde uygulamaya çalışan aktivistler, insan bilincinin evrimiyle ilgili spiritüel olarak çalışan gruplar ve bir de bu üçünün kesişimi bir kitle var. Bu gruplar içinde siz kendinizi hangi gruba dahil görüyorsunuz? Ben, o üçünün kesiştiği noktaya koyardım kendimi. Orası bana çok zengin bir insan coğrafyası sundu ve bu yüzden bu insan kitlesi bana çok cazip geliyor. Orada olmak, o insanlarla tanışmak hem entelektüel olarak, hem yaratıcılık anlamında, hem de eyleme geçme anlamında çok tatmin eden bir tecrübeydi. Filiz Telek Occupy hareketlerini yakından gözlemleyen biri olarak izlenimleriniz nedir? Kamp bölgesinde kalmadım ama Los Angeles, Santa Fe, San Francisco ve Oakland’taki Occupy kamplarında bulundum. Oakland’da 19 Kasımda yaptıkları büyük yürüyüşe katıldım, önemli bir yürüyüştü o. Onla ilgili videolar da yaptım. Occupy hareketini biraz dışarıdan gözlemleme rağmen sempati duyduğum bir hareket oldu. Biraz da insanların çok büyük bir heyecanla başlayıp yavaş yavaş tıkanmaya doğru gittiklerine de üzülerek şahit oldum. Çünkü sonuçta bu bir deney, “hiyerarşik olmadan, yatay bir şekilde kendi kendimize nasıl organize oluruz”un bir deneyiydi ama insan egosunun hala o oluşumlarda da aktif olduğunu gördüm. Mesela “%99” söylemi bana hep “Peki o %1 kim?” sorusunu sorduruyor. Bu, üzerine pek çok spekülasyon yapılan en zengin kesim olsa da, orda da hala bir yabacılaştırma, ötekileştirme var. Ben de dahil bunun pek de olgun bir yaklaşım olmadığını düşünen bir kesim var. Bir yandan da bu eylemler, kışın getirdiği zorluklar yüzünden artık uykuya geçti. Bu arada şu anda kamp kurulmuyor vs. ama bazı Occupy oluşumları etkinliklerine devam ediyor. Günlük hayatın içinde ve yerel topluluklarda, belli bir konumu oldu bu hare- Ağustos 2012 75 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 76 RÖPORTAJ FİLİZ TELEK Permakültür çalışmalarının yapıldığı San Francisco'da yer alan Hayes Valley Çiftliği'nden bir görüntü ket toplumu etkilemeye devam ediyor. Yerel kararların alınmasında hala Ocuupy’ın etkin olduğunu söyleyebiliriz. Peki, Occupy hareketleri Amerika için ne ifade diyor? Herkes için aynı şeyi ifade etmiyor, burası kesin. Ben bu hareketin anlamsız, düzen bozucu olduğunu düşünen insanlarla da konuştum. Ama daha çok çevremdeki insanlar, bu hareketi destekleyen insanlardı ve Occupy, uzun süredir herkesin bildiği ama net olarak dile getiremediği pek çok probleme ses oldu. Amerikalıların Vietnam Savaşı protestolarından sonraki en büyük kitlesel hareketleri. Kitlesel bir ses olarak, hasıraltı edilen gerçeklerin toplumun gündemine oturmasını sağlayan bir ses oldu. Bu hareket Amerikalılar için aynı zamanda demokrasinin ve adaletsizliklerin sorgulandığı toplumsal bir diyalogu başlattı. Bu konuda düşünen ve bir şeyler yapmak isteyen o kadar çok insan var ki, daha olgunlaşmış bir şekilde bu hareket geri dönecek, belki başka bir isimle. Ben Mayıs ayı gibi ortalığın yeniden hareketleneceğini düşünüyorum… Occupy eylemlerinin yanı sıra, sürdürülebilir yaşam önerileri sunan yeni hareketleri de yakından takip ediyorsunuz. Bu çerçevede pek çok konferansa da katıldınız. Bunlardan bahseder misiniz? Gider gitmez Slow Food hareketine paralel duran, ekonominin ve para sistemlerinin yerelleştirilmesi için çalışan bir organizasyon olan Slow Money konferansına katıldım. Slow Money, yatırımların yerele yapılması, özellikle de sürdürülebilir gıda sistemlerine yatırım yapılması gerektiğini savunan bir organizasyon. 76 Ağustos 2012 “YERELLEŞME KONUSU SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAMDA EN ÇOK DEĞİNİLEN KONU. ÇÜNKÜ KÜRSELLEŞME SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAMI SÜRDÜRÜLEBİLİR KILMIYOR…” Ayrıca yatırımcıları, yereldeki gıda üreticileriyle bir araya getirerek paranın yerelde kalmasını amaçlıyor. Amerika’da ve dünyanın farklı yerlerinde “Yatırımcılar Kulübü” gibi bir ağ oluşturup, bu kulüplerin kendi yerellerinde bulunan sürdürülebilir girişimlere yatırım yapmasını sağlıyorlar. Bunun dışında bilim insanları, sanatçılar, aktivistler ve bilinçle ilgili çalışanların bir araya gelip yerelde çeşitli örgütlenmeler oluşturmaya çalışan, Bioneers konferansına katıldım. Türkiye'nin ilk zaman bankası Zumbara'nın kurucusu Ayşegül Güzel ile birlikte Berkeley'de gerçekleşen Mutluluk Ekonomisi konferansında yer aldım ve Kutsal Ekonomi kitabının yazar Charles Eisenstein ile röportaj yapma fırsatımız oldu. Tüm bunlardan yola çıkarsak; “Yerelleşme” konusu, sürdürülebilir yaşamda en çok değinilen konuydu. Çünkü kürselleşme sürdürülebilir yaşamı sürdürülebilir kılmıyor. İklim değişikliği ve petrol tavanı sürecinde kendi kendimize yetmemiz lazım. Hayatımızı sürdürebilmemiz için gerekli bilgi ve tecrübeye sahip olmamız, dirençli bir toplum olmamız lazım. O yüzden yereli beslemek, geliştirmek ve inşa temek çok önemli. Hazırlıklı olmak lazım… Cesur yeni dünyanın hikayelerini toplamaya başladığınızdan bugüne neler gözlemlediniz? Şu an insanlık bu cesur yeni dünyanın hangi aşamasında? Benim gördüğüm, bu dönemde bir geçiş süreci içinde olduğumuz. Bu dönem sona eriyor orası kesin. Sitemler çöküş halinde ve yama yapılır hali kalmadı. Büyüme odaklı ekonomi üzerinden pek çok şey bunun üzerinden şekilleniyor. Bu büyüme odaklı ekonomiyi artık sürdürebilmemiz mümkün değil. Sona geldik ve tamamen çok daha radikal bir değişim ihtiyacı içindeyiz. O da insan bilincinin geçirdiği evrimle gelebilecek bir şey. “Bu kadar radikal değişim nasıl olacak? Mümkün değil!” gibi düşünüyoruz ama şu anda zaten öyle bir süreçten geçiyoruz. Büyük bir dünya görüşü değişimi yaşanıyor. Yeni gelen hikayenin, dünyanın nasıl olacağıyla ilgili bir tasviri var. Bu tasvir insan merkezli değil, daha yaşam merkezli olan bir tasvir. Sırf insana odaklı değil de, yaşamın tümüne odaklı, büyümeye değil, sürdürülebilirliğe odaklı. Sonsuz büyüme eğilimini artık yönetemiyoruz ve her şey daha büyüğe doğru gidiyor. Onu tersine döndürmekle ilgili bir şey var. Charles Eisenstein’ ın dediği bir şey var; “Bu değişimin özünde bir birimizden ayrı www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 77 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi olduğumuz hikayesinin değişmesi var. ‘sen, ben, bu dünya benden ayrı ve bir birimizden kopuğuz’ düşüncesi dünyayı ya da başka bir kişiyi düşman olarak görmemize neden oluyor.” Şimdi hepimizin bir olduğu, bir özden geldiği bilinciyle farklı bir şey yaratacağımız fikri var. İlişkilerin ön plana çıkacağı bir sürece giriyoruz. Kişinin hem kendiyle, hem başka kişilerle, hem de yeryüzüyle ve evrenle olan ilişkisinin daha iyi olacağı bir dünya… Bu olacak ve bir yandan da oluyor. Gelecek şu an doğum halinde, o dünyayı yaşamaya çalışan ve yaşayan bir grup insan var. Ondan korkan, tereddüt eden bir grup insan var. Ben 2012’nin kritik kitleye ulaşacağımız yıl olduğunu düşünüyorum. Mayaların 2012 kehanetini biraz buna yoruyorum. Bir blog yazarı olarak sosyal medyanın belirli konularda insanları harekete geçirme gücü hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben sosyal medyanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yaptığım pek çok şeyi sosyal medya üzerinden yapıyorum. Sosyal medya sayesinde kendiminkine benzer fikirlerde insanlarla tanıştım. Bu sayede hem kendimi besledim, hem de projelerimi gerçekleştirirken sosyal medyadan pek çok destek aldım. İnsanlara mesaj ulaştırmak ve insanları bir araya getirmek için sosyal medyanın gücüne çok inanıyorum ve sosyal medyanın nimetlerini gani gani kullanıyorum. İnternetteki Facebook, Twitter gibi platformların bu zamana denk gelmesinin tesadüf olmadığını, bunların yenidünyaya geçiş sürecini hızlandırdığını düşünüyorum. Her ne kadar sanal gerçekliğin dozunu kaçırmak tehlikeli de olsa. Hatta bazı insanlar internetin global beynimiz olduğunu da ifade ediyor… Facebook aktivizmi diye bir şey de var ortada. İnsanların sadece paylaşmakla ve beğenmekle yetindiği bir durum ortaya çıkıyor… Facebook’ta paylaşılanlar eyleme dönüşmüyorsa tabii ki tüm bunların o zaman pek faydası olacağını söyleyemeyiz. Şu noktada insanların bilgi akışı o kadar hızlı ve yoğun ki, günde 100 kampanyayı, protestoyu takip etmek, desteklemek, imzalamak derken insanların ilgisi dağılabiliyor. Bu noktada seçici olmak ve ilgilendiğimiz konu neyse o konuya odaklanmak lazım. Herkes en çok ilgilendiği konuya odaklanırsa ve bunun için bir şeyler yaparsa sorun kalmaz. Türkiye’nin bu eyleme geçme olayında zaman ihtiyacı var. Bizim kolektif bilinçaltımızda, geçmişimizden kalan bir takım travmalar var ve bunlar biz farkında olmadan önümüzü kesiyor. Bu konularda da keşke bir şeyler yapılsa. “YENİ GELEN HİKÂYENİN, DÜNYANIN NASIL OLACAĞIYLA İLGİLİ BİR TASVİRİ VAR. BU TASVİR İNSAN MERKEZLİ DEĞİL, DAHA YAŞAM MERKEZLİ OLAN BİR TASVİR…” Şu an bir süreliğine Türkiye’desiniz. Cesur Yeni Dünya hikayelerine yenileri eklenecek mi? Bu hikayelerin izlerini Türkiye’de de süreceğim. Denk gelirse aynı perspektiften bu hikayeleri anlatmaya devam edeceğim. Aynı zamanda elimdeki videoları kurgulayarak belki bir film çalışması hazırlayabilirim. Şu an blogta gördüğünüz hikayeler, elimdekilerin üçte biri diyebilirim… *Occupy Wall Street **Filiz Telek’in Cesur Yeni Dünya’nın hikayelerini anlattığı yazı, video ve fotoğraflar www.thebravenewworld.org adresinden takip edilebilir. www.ikibin50dergisi.org Occupy Oakland Eyleminden bir görüntü Ağustos 2012 77 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 78 ATIK DENEYİM EĞİTİMDE EKOLOJİ En güzel ders doğadan alınır. İ BUGÜNLERDE EKOLOJİK DUYARLILIK ADINA PEK ÇOK ALANDA ÇEŞİTLİ ÇALIŞMALAR YÜRÜTÜLÜYOR. BU ÇALIŞMALARDAN EN ÇOK DİKKAT ÇEKEN İSE, İSTANBUL MALTEPE’DE BİR DEVLET OKULUNDA KARŞIMIZA ÇIKTI. stanbul Permablitz Anadolu yakası koordinatörü Didem Civici ve bir rehberlik öğretmeni öncülüğünde uygulamaya başlanan proje; “Ekolojik Bahçe ve Permakültür Uygulaması; Ekolojik Eğitim Ortamlarının Davranış ve Öğrenme Biçimleri Üzerine Etkileri” başlığını taşıyor. Didem Civici projeyi şu sözlerle açıklıyor; “Bu projenin farklılığı, basit bir okul bahçesi tasarımı olmaması ve basit bir “çocuklar tohum diksinler, meyve toplasınlar” olayı olmaması. Bu 2 yıllık bir proje ve bu süre zarfında çocukların psikolojisi üzerine etkileri, hem ruhsal gelişimleri hem fiziksel gelişimleri ayrıca okul başarısındaki etkilerini görmek açısından çok önemli. Bu açıdan Türkiye’de ilk defa gerçekleştirilen bir çalışma…” Ekolojik uygulamaların ilk defa bir devlet okulunda yer alması bu projenin önemini açıkça ortaya koyuyor. Okulların yaz tatiline girdiği bir dönemde böyle bir projenin gerçekleştirilmiş olmasından haberdar olmamız, bir sonraki eğitim döneminde, başka okulların da projeden etkilenip uygulaması açısından çok iyi bir örnek teşkil ediyor. Proje koordinatörü Didem Çivici, aynı zamanda İstanbul Permablitz Anadolu yakası koordinatörü. Çivici, projenin başlangıç öyküsünü şu sözlerle anlatıyor; “Yaklaşık 7 senedir Kaz Dağı müdavimiyim. Doğadan bir şekilde kopamadım. Geçen sene İngilizce öğretmenliğinden mezun olduktan sonra doğadan kopmadan nasıl ne yaparım diye düşünüyordum. Sonra geçen sene Mart ayında Bayramiç Yeniköy buluşmaları karşıma çıktı. Pemakültür sertifika kursuna başladım ve ondan sonra bu uygulamaların şehirde de yapılabileceğini anladım. Bunun için de öncelik eğitim olması gerekiyordu.” 78 Ağustos 2012 İstanbul Permablitz Anadolu yakası koordinatörü Didem Çivici “Nesli doğasever olarak ön plana çıkarmak çok daha önemli “ diyen Çivici, proje teklifinin kendisine geçtiğimiz yıl Tema Vakfı ve Milli Eğtim Bakanlığı işbirliği ile gerçekleştirilen “Ekolojik Okuryazarlık” eğitimine katılan bir rehberlik öğretmeninden geldiğini belirtiyor ve ekliyor; “Kendisi araştırmacı yazar Richard Louv’un “Doğadaki Son Çocuk” kitabından etkileniyor. Bu kitap, doğanın çocuklar üzerindeki duygusal, fiziksel, bedensel etkilerini incelendiği bir kitap. Daha sonra Tema vakfının ekolojik okur yazarlık kursuna gidiyor. Orada permakültürden bahsedilince kafasında bir ışık yanıyor; “böyle bir şey neden olmasın” diyor…” Çivici ve rehberlik öğretmeni bir araya geldiğinde ise ortaya ilk defa bir devlet okulunda uygulanma imkanı bulan Eco-Per projesi ortaya çıkıyor. www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 79 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi 2011 yılı Kasım ayında başlayan proje, temel olarak doğanın çocuk psikolojisi ve öğrenci başarısı üzerindeki etkisini inceliyor. Projenin hedefleri arasında öğrencilere okul bahçeciliği uygulamaları yardımıyla kendi ürünlerini yetiştirme fırsatı sunulması ve bu süreçteki zorunlu ekip çalışmaları nedeniyle öğrencilerin sosyalleşme becerilerine katkı sağlaması yer alıyor. Ayrıca yaratılacak ekolojik ortamla müfredat içerisinde var olan birçok konunun işlenmesine, örneklenmesine ve deneyimlenmesine elverişli olduğundan keyifli bir eğitim ortamı yaratarak zenginlik sunması ve projede bir model olarak bahçeciliğin bütün okul müfredatlarında yer almasını sağlamak, projenin diğer hedeflerinden bir kaçını oluşturuyor. “Normalde permakültür danışmanı olarak alana gittiğimizde basit bir tasarım ortaya çıkar ama bu projede öyle olmadı. Eğitimi o tasarımın içine sokarsak ne olur diye yola çıktık ve pek çok farklı araştırmaya dayanarak projeyi geliştirdik” diyen Çivici, projenin öğrencilerin yanı sıra öğretmenler için de rehabilitasyon alanı sağladığını dile getiriyor. Açık Hava sınıfı oluşturulmasından, sebze bahçeleri oluşturmaya, kompost gübre çalışmasından solucan kovası uygulaması, kuş evleri ve gölet yapımına kadar pek çok uygulamayı içeren proje 6,7 ve 8. Sınıf öğrencilerinden oluşan 20 kişilik özel bir karma sınıf tan oluşuyor. Projenin ön testler ve son testler uygulayarak ilerlediğini dile getiren Çivici; “Başlangıçta Öğrenciler şaşkındı ama süreç içinde zevk almaya başladılar. Toprağa dokunmayan bir öğrencim vardı, pisleneceksin başka çaresi yok” dedim ve sonra solucanlarla oynamaya başladı. Projenin beni tatmin eden kısmı da, öğrencileri projenin içine koyup sorumluluk sahibi yapmamız. Bunu kendilerinden ayrı bir şey olarak görmemeleri için çalışıyoruz. O sorumluluğu alması ve sahiplenmesi gerekiyor. Günümüz eğitim sisteminde öğrencilere sorumluluk verilmiyor. Bu proje onların özgüven, sorumluluk ve sahipleneme duygularını da geliştiriyor. Birbirlerine sorumluluklarını hatırlatıyorlar. Bu sürece tanık olmak muhteşem bir şey!”diyor. lanan proje aynı zamanda İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Aydın Üniversitesi ortaklığı ile düzenlenen “2012 Eğitimde İyi Örnekler Paylaşımı” na aday. Maltepe İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, TEMA Vakfı, Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Ekosol Tarım ve Hayvancılık, Datça Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi gibi kurumların desteklediği proje, her geçen gün kendisine yeni destekçiler bulmaya devam ediyor. Önümüzdeki günlerde Maltepe İşadamları Derneği tarafından su deposu ve yağmur sulama sistemini kurmak için destek alacaklarını dile getiren Çivici, projeyi bu süreçten sonra bir adım ileriye taşımayı amaçladıklarını dile getiriyor. OKUL BAHÇELERİNDE GIDA ORMANLARI NEDEN OLMASIN? Şu anda projedeki en önemli önceliğin 500 metre karelik okul bahçesini kendi kendine yetebilir bir hale getirmek ve yağmur suyunu depolama sistemi kurmak olduğunu dile getiren Didem Çivici, önümüzdeki günlerde bahçe açılışı düzenlemeyi planladıklarını dile getiriyor. Çivici; “Bu iyi bir proje olduğu için, iyice yerleştikten sonra daha büyük destekler geleceğini düşünüyorum. İleride projeyi AB fonları gibi destek programlarına sunmayı düşünüyoruz. Belki başka ilçelere de taşıyabiliriz. Bu proje sayesinde özellikle geniş alanları olan okullarda gıda ormanları oluşturulabilir. Belki bunun oluşması 10 sene alabilir ama düşünsenize ekolojik getirileri dışında maddi anlamda da getirileri olabilir. Özellikle şu anda bu tarz projelerin devlet okullarında yaygınlaşmasını amaçlıyoruz.”şeklinde konuştu. “NORMALDE PERMAKÜLTÜR DANIŞMANI OLARAK ALANA GİTTİĞIMİZDE BASİT BİR TASARIM ORTAYA ÇIKAR AMA BU PROJEDE ÖYLE OLMADI. EĞİTİMİ O TASARIMIN İÇİNE SOKARSAK NE OLUR DİYE YOLA ÇIKTIK VE PEK ÇOK FARKLI ARAŞTIRMAYA DAYANARAK PROJEYİ GELİŞTİRDİK.” Eco-Per projesini desteklemek isterseniz İkibin50 dergisinin 0216 291 25 20 numaralı telefondan bizimle iletişime geçebilirsiniz… VELİLERDEN TOHUM KÜTÜPHANESİ Projenin öğrenci velileri ve öğretmenler tarafından da çok olumlu karşılandığını dile getiren Çivici, “Önce bir tereddüdümüz vardı ancak sonra sohbet ettiğimizde ‘Ne zaman kürekleri ele alacağız?’ diye soruyorlar. Diğer öğretmen arkadaşlarımız, biz yokken solucanlarımızı besliyor. Veliler gelen tohumların kavanozlanıp çoğaltılması üzerine çalışmalar yapan ‘Tohum Kütüphanesi’ için köylerinden tohum getirdiler. Bu proje, veliler ve öğretmenler açısından da güzel deneyimler yaşattı” diyor. Sürdürülebilirliğin artık büyük şirketlerden, en küçük birimlere kadar büyük önem taşıdığına değinen Çivici, bu tarz eğitimlerin, okul öncesinden üniversiteye kadar süre gelmesi gerektiğine değiniyor. Okullarda ekolojik eğitim ortamı yaratmak, öğretmen ve öğrencilere ekolojik okuryazarlık formasyonu kazandıracak ortam sunmak ve öğrencilerin doğayı, doğal ortamlarda tanıma, doğanın sunduklarını eğitim konusu, malzemesi ve aracı olarak değerlendirme, doğa ile bütünleşme ve onun bir parçası olduğunu kavrayabilmelerine olanak sağlamak amacıyla hazır- www.ikibin50dergisi.org Ağustos 2012 79 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 80 SİYASET EKOLOJİK ANAYASA Yeni Anayasa’nın “Doğa” ile imtihanı TÜRKİYE’NİN YENİ ANAYASA YAPIM SÜRECİNE BAŞLADIĞI BU GÜNLERDE, TÜM AKILLARDA “YENİ ANAYASA NASIL OLACAK?” SORUSU BELİRİYOR. KUŞKUSUZ YENİ ANAYASA, TOPLUMUN OLDUĞU KADAR YAŞADIĞIMIZ ÇEVRENİN DE GELECEĞİNİ BELİRLEYECEK.. 80 Ağustos 2012 luşturulacak Yeni Anayasa’nın sivil, demokratik, özgürlükçü, sosyal ve en önemlisi de “ekolojik” bir Anayasa olabilmesi amacıyla bir araya gelen ve bu amaçla Türkiye'nin çeşitli illerinde Ekolojik Anayasa Forumları düzenleyen Ekolojik Anayasa Girişimi, bu toplantıların sonucunda yasa önerileri hazırladı. O Yeni hazırlanacak anayasanın doğayı bir hak öznesi olarak gören ekolojik ilkelere sahip bir anlayışla hazırlanmasını amaçlayan Ekolojik Anayasa Girişimi’nin hazırladığı yasa önerileri 2 Ocak 2012’de TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunuldu. Ancak Ekolojik Anayasa Girişimi’nden Mahmut Boynudelik, bugüne kadar TBMM’den hangi bir yanıtın gelmediğine değinirken “Meclisin gündeminde ne olduğunu maalesef bilemiyoruz. Anayasa’ya ilişkin olarak değil ama Doğa’nın haklarını hiçe sayan, bilakis B2 Yasası gibi, Zeytincilik Yönetmeliği gibi doğayı tahribe yönelik bir dolu yasama faaliyeti devam ediyor.”diyor. Mayıs ayında yapımına başlanacak olan yeni anayasa, çevre’ni ne kadar koruyacak bilinmez ancak Mahmut Boynudelik “Biz mevcut Anayasa’daki hükümlerden geri gitmemeyi umuyoruz şimdilik” diyerek durumun vahametini ortaya koyuyor… www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 81 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi DOĞA’NIN HAKLARI Ekolojik Anayasa Girişimi’nin Yeryüzü’nün / Doğa’nın haklarını tanımlayan, tanıyan ve güvence altına alan anayasa için TBMM’ye sunduğu önerileri aşağıda paylaşıyoruz… Su, hava, genler, tohum ve doğanın diğer unsurları doğal varlıktır, kaynak olarak nitelendirilemez. Bu varlıklar Doğa’nın bir parçası ve onlara bağlı yaşayan tüm canlıların ortak kullanımında olmalıdır. Doğal varlıklar mülkiyete tabi olmamalı, kendileri veya genetik bilgileri hiç bir şekilde patentlenememeli ve kamusal kullanımları ekolojik dengeler öncelikli tutularak güvence altına alınmalıdır. EKOLOJİK ANAYASA İÇİN MADDE ÖNERİLERİ BAŞLANGIÇ Bu Anayasa, dünyayı gelecek kuşaklardan emanet aldığı bilinciyle doğayla uyum içinde yaşamaya söz veren Türkiye vatandaşları tarafından yazılmıştır. Gerekçe CUMHURİYET’İN NİTELİKLERİ Türkiye Cumhuriyeti, Doğa’nın ve onun bir parçası olan insanın haklarına dayanan, demokratik, laik, ekolojik ve sosyal bir hukuk devletidir. Gerekçe Cumhuriyet’in nitelikleri arasında hukuksal olmayan terimlere yer verilmemelidir. Çünkü hukuksal olmayan terimler muğlâktır ve farklı anlamlarda algılanmaya müsaittir. Bu da, hukuk sisteminin en tepesindeki Anayasa’dan kaynaklanan bir hukuksal belirsizlik yaratılmasına neden olur. Cumhuriyet’in nitelikleri arasına Doğa’nın haklarına dayanma niteliğinin eklenmesi, insanın doğadan ayrı düşünülemez bir varlık olmasından kaynaklanmaktadır. İnsan merkezli bakış açısının küresel iklimi ve ekosistemi ne kadar olumsuz şekilde etkilediği ve bu etkiden en fazla zarar gören canlıların başında yine insanın olduğu bir gerçeklik olarak karşımızdadır. İnsan, doğanın efendisi değil, yalnızca onun bir parçasıdır. Doğa’da kendiliğinden bulunan dengenin insan eliyle bozulması, hem insanları, hem de diğer canlı ve cansız varlıkları tehdit etmektedir. Yalnızca insanın refahı ve mutluluğu için gerçekleştirilen aşırı üretim ve tüketim, hammaddelerin sorumsuzca çıkartılması ve endüstriyel amaçlarla işlenmesi, buna bağlı olarak artan enerji ihtiyacının karşılanması adına fosil yakıtlara başvurulması ve diğer sorumsuz davranışlarımızla Dünya üzerindeki yaşamın sonunu getiriyoruz. Bu gidişatı durdurmak için ülkemizin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi ve her alanda Doğa ’nın haklarına saygı gösterilmesi için gereken temel düzenlemeyi Anayasa’sında barındırması gerekmektedir. Türkiye’nin yaşama verdiği önem, çevresindeki ülkeleri de etkileme kapasitesine sahiptir. Türkiye’nin Doğa’nın haklarını tanıması ve anayasal statüye kavuşturması, bu konuda, Latin Amerika ülkelerinin ardından, Ortadoğu, Asya ve hatta Avrupa Birliği için önderlik yapması anlamına da gelecektir. SU, HAVA, GENLER, TOHUM VE DOĞANIN DİĞER UNSURLARI DOĞAL VARLIKTIR, KAYNAK OLARAK NİTELENDİRİLEMEZ. BU VARLIKLAR DOĞA’NIN BİR PARÇASI VE ONLARA BAĞLI YAŞAYAN TÜM CANLILARIN ORTAK KULLANIMINDA OLMALIDIR. Mahmut Boynudelik www.ikibin50dergisi.org Su, hava, genler, tohum ve diğer doğal varlıkların insanların kullanımına tahsisi edilmiş kaynak olarak değil birer varlık olarak görülmesi Doğa’nın bir hak öznesi olarak tanımlanmasında önemli bir kavramsal açılım olacaktır. Bunların doğal varlıklar olarak kabul edilmesi ve tüm canlıların ortak kullanımında bulunması doğanın kendini sürdürebilmesinin ve gelecek kuşakların bunlara erişminin mümkün kılınmasının ön koşuludur. Geleneklerin, dilsel ve kültürel çeşitliliğin, biyolojik çeşitliliğin algısı ve yaşatılmasındaki rolü dikkate alınarak, geleneklerin farklı dillerin ve kültürlerin korunması ve kendini gerçekleştirme ve geliştirme hakkı anayasal güvence altına alınmalıdır. Devlet, tüm faaliyetlerde doğal varlıkların kendilerini yenileyebileceği şekilde kullanılmasını sağlamak için ihtiyatlılık ilkesi çerçevesinde gerekli önlemleri alır. Kamu yararı emanetçilik anlayışıyla tüm canlıların haklarının korunması ve ekolojik dengenin devam etmesi sağlanacak şekilde yorumlanır. Gerekçe Endüstriyel üretim tarzı doğayı bir hammadde deposu olarak görmekte ve ekonomik amaçlarla doğal varlıkların tüketilmesine neden olmaktadır. Ancak bu tarz bir üretim, yaşamın sürdürülebilmesine engeldir. Sürdürülebilir kalkınma gerekçesi ise nihai olarak kalkınma lehinde bir tercih kullanımıyla sonuçlandığı için doğanın varlığı açısından kabul edilemez. Üretim yaparken doğanın kendini yenileyebilmesine imkân tanımak zorunludur. Aksi takdirde bundan zarar görecek olan yine insanlardır. Üstelik bu zarar sadece yeryüzünde ve ülkemizde bugün yaşayan insanları değil gelecek kuşakları da tehdit etmektedir, bu yüzden bizlerin dünyada gelecek kuşaklar adına emanetçi olduğumuz anlayışı herkese ilave bir sorumluluk yüklemektedir. Bu nedenle her türlü girişimin oluşturabileceği zararları önlemek ve en aza indirmek ve insanların ve Doğa’nın olası zararlardan korunması için devletin ihtiyatlılık ilkesini gözetmesi anayasal bir zorunluluk haline getirilmelidir. Ağustos 2012 81 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 82 SİYASET EKOLOJİK ANAYASA Gerekçe İnsanlar hayvanlardan tarih boyunca yararlanmıştır. İnsanlığın günümüzdeki noktaya gelmesinde hem yabani hem de evcil hayvanların büyük bir payı vardır. Ancak günümüzde artık hayvanların da hakları olduğu ve insanların tahakkümüne ve eziyetine maruz kalmamaları gerektiği kabul edilmektedir. Bu nedenle ülke toprakları üzerinde yaşayan hayvanların da bizler gibi hakları olduğu ve bunların başında yaşam hakkı ve eziyet görmeme hakkı olduğu Anayasa’da kabu edilmelidir. Türlerin devamlılığı ve yavru canlıların anneleri ile serbest ve doğal bir gelişim sağlama hakkı gözetilmelidir. Sağlıklı bir çevrede ve Doğa’da yaşamak bütün canlıların hakkıdır. Devlet ve vatandaşlar gelecek kuşaklar adına doğal varlıkların emanetçisidir. Doğayı korumak Devletin ve vatandaşların görevidir. Doğaya ve çevreye zarar verme olasılığı olan tüm plan ve uygulamalarda, zarar görmesi muhtemel bölgede yaşayan halkın her aşamada, plan ve uygulamalarla ilgili her türlü bilgiye ulaşma, kararlara katılma ve insan veya doğanın haklarından biri veya bir kaçı ihlal edildiğinde yargı yollarına başvurma hakkı vardır. Gerekçe Sanayi veya enerji üretimi gibi projeler doğaya giderilemez hasarlar verebilmektedir. Bu hasarlardan en fazla o bölgedeki halk etkilenmektedir. Söz konusu etki yaşam kalitesinin düşmesi, hastalıklar ve hatta ölümler şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bir devletin öncelikli görevi vatandaşın sağlığını ve yaşam hakkını korumaktır. Bu nedenle, Türkiye’nin de imzalaması beklenen Aarhus Konvansiyonu’nda da belirtildiği üzere, doğaya ve çevreye zarar verecek her projede bölge halkının onayı alınmalı ve proje öncesinde, sırasında ve sonrasında projeyle ilgili her türlü bilgi halkla paylaşılmalıdır. Bölge halkının kararlara katılması için gerekli yöntemler düzenlenmeli ve gerekli olduğu hallerde halkın yargı yollarına başvurma imkanı kısıtlanmamalıdır. İNSAN DOĞA’NIN BİR PARÇASI OLARAK DOĞA’YA ZARAR VERMEDEN YAŞAMALI VE DOĞA’YI KORUMALIDIR. VERİLECEK HER TÜRLÜ ZARAR İNSANA VE DİĞER CANLILARA ETKİ EDER VE YAŞAMIN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİNİ TEHDİT EDER. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlar. Tasarruf, verim ve hizmet kalitesini artırmak için sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir. Gerekçe İnsan Doğa’nın bir parçası olarak Doğa’ya zarar vermeden yaşamalı ve Doğa’yı korumalıdır. Verilecek her türlü zarar insana ve diğer canlılara etki eder ve yaşamın sürdürülebilirliğini tehdit eder. Yeni ifade sağlıklı çevre ve doğada yaşamayı bir hak olarak tanımlamakta ve bu hakkı insan dâhil bütün canlılara vermektedir. Emanet kavramıyla gelecek kuşakların hakları da garanti altına alınmaktadır. Bu sorumluluğun gerektirdiği görevi Devlet ve vatandaşlar birlikte taşır ve birbirlerini denetlerler. Her canlının temiz ve ücretsiz suya ve sağlıklı gıdaya erişim hakkı vardır. Devlet, herkesin temiz suya ve sağlıklı gıdaya erişmesini sağlamak için gerekli önlemleri alır. Gerekçe Küresel ısınma ve iklim değişikliği nedeniyle her geçen gün önemi artan su, yaşam hakkından bağımsız değildir. Temiz ve sağlıklı su olmadan sağlıklı bir yaşam düşünülemez. Bu nedenle, devlet herkesin temiz ve sağlıklı suya ücretsiz şekilde ulaşmasını sağlamalıdır. Doğadaki diğer canlıların yararlandığı su kaynaklarının kirlenmemesi ve yok edilmemesi için de gerekli önlemleri almalıdır. Aynı şekilde temiz, bozulmamış ve sağlıklı gıdaya ulaşmak da insan yaşamının ve doğanın sürdürülebilmesi için hayati önemdedir ve devlet bu konuda gerekli yasal düzenlemeleri yapar. Devlet hem yabani hem de evcil hayvan haklarını güvence altına alır. Hayvanlara hiçbir şekilde eziyet edilemez, hayvanlara yönelik eziyet ve fena muamele ceza kanunu kapsamında değerlendirilir. 82 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 83 FİLM MEDIANERAS Yönetmen Gustavo Taretto’nun 2011 yılında gösterime giren filminin ismi Medianeras. Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te yaşayan iki genç insanın kente ve ilişkilere olan bakış açılarını ortaya koyan eleştirel bir film. Filmde eleştirilen şehir her ne kadar Türkiye’den çok uzak da olsa birçok bezerlikle karşılaşmak mümkün. Aşağıda yer alan metin ve görseller filmin sadece ilk birkaç dakikasından alıntı. Küresel dünyada yaşanan sıkıntıların ortaklığını ortaya koyan bu kısa metin, film hakkında ufak da olsa bir fikir veriyor… Evler oda sayılarına göre ölçülüyor ve balkonu, oyun odası, hizmetçi odası ve kileri olan 5 odalılarla…"ayakkabı kutusu" olarak bilinen tek odalılar arasında değişiyor. İnsan eli değen her şey gibi, binalar da bizi birbirimizden ayırıyor. Bir ön giriş, bir de arka giriş var. Ferah ve basık evler var. Seçkin insanlar A ya da bazen de B blokta oturuyorlar. Harfler ilerledikçe, apartman kötüleşiyor. Vaat “Buenos Aires kontrolsüz ve çarpık bir şekilde büyüyor. Terk edilmiş bir ülkenin aşırı kalabalık şehri. Bu şehirde binlerce bina gökyüzüne doğru yükseliyor. Gelişigüzelce. Uzun bir binanın yanında, kısa bir bina. Orantılının yanında, orantısız. Fransız tarzının yanında ise tarz yoksunu bir bina. Ayrılıkların, boşanmaların, aile içi şiddetin, kablolu kanal sayısındaki patlamanın, iletişim eksikliğinin, umursamazlığın, uyuşukluğun, depresyonun, intiharların, asabiyetin, panik atakların, obezitenin, gerginliğin, güvensizliğin, melankolinin, stres ve hareketsiz yaşam tarzının mimar ve mühendislerin suçu olduğundan adım gibi eminim. İntihar hariç bu hastalıkların hepsi bende var. Bu çarpıklıklar muhtemelen mükemmel bir şekilde bizi temsil etmekte. Estetik ve ahlâki çarpıklıklarımızı. Hiçbir mantığı olmayan bu binalar, kötü planlamanın eseri. Tıpkı hayatlarımız gibi: Nasıl yaşamak istediğimize dair hiçbir fikrimiz yok. Buenos Aires, sanki bir mola yeriymiş gibi yaşıyoruz. Bir "kiracı kültürü" yaratmışız. Binalar daha küçük binalara yer açmak için giderek küçülüyorlar. www.ikibin50dergisi.org edilen manzara ve ışık nadiren gerçekle örtüşüyor. Nehrine sırtını dönen bir şehirden zaten ne beklenebilir ki? İşte bu benim tek odalı evim. 120 metrekare ve nefes almayan bir akciğer için bir tane küçücük penceresi var.” Ağustos 2012 83 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 9:59 AM Page 84 SİYASET EKOLOJİK ANAYASA Barış Gençer Baykan Ar. Gör. Dr. Barış Gençer Baykan BETAM – Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırma Merkezi İnsanın çevre hakkından, Doğa’nın haklarına EKOLOJİK ANAYASA 1970’Lİ YILLARDAN İTİBAREN ÇEVRE KORUMAYA VE SAĞLIKLI BİR ÇEVREDE YAŞAMAYA DAİR HÜKÜMLER ANAYASALARDA YER ALMAYA BAŞLADI. SON YILLARDA İSE DOĞANIN BİR HAK ÖZNESİ OLARAK ANAYASALARDA YER ALMASI TARTIŞILIYOR. BOLİVYA VE EKVADOR DOĞANIN YASAL HAKLARINI TANIYAN BAŞLICA ÜLKELER. 84 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 85 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi ürkiye’de yeni anayasasının sivil, demokratik ve özgürlükçü olmasının yanısıra ekolojik olması gerektiğini ve doğanın vazgeçilmez, devredilmez haklarının anayasal güvence altına alınmasını savunuluyor. Ekolojik Anayasa talepleri, doğal kaynakların doğal varlıklar olarak tanımlanması; doğada olası zararlara yol açabilecek faaliyetlerde ihtiyatlılık ilkesinin benimsenmesi; yurttaşların merkezi ve yerel idari tasarruflara etkin katılımınının sağlanması konusunda bir kaldıraç rolü oynayabilir. T ANAYASALARDA ÇEVRE HÜKÜMLERİ Anayasa; toplumdaki uzlaşmanın özünü oluşturan; devletin kuruluş felsefesi ile temel organlarını, kişilerin temel hak ve özgürlükleri ile ekonomik ve sosyal hak ve ödevleri belirleyen ana ilkeleri düzenleyen ve hükme bağlayan temel üst normlar bütünüdür. Anayasalar, yüzyıllardır temelde insanın insanla çatışmasını önlemek için yapılıyor. Peki, insanın doğayla çatışması anayasalara konu olabilir mi? İnsanın yegane hukuk öznesi olduğu bir hukuk sisteminin ötesine geçilip doğanın da bir hak öznesi olarak anayasalarda yer alması sağlanabilir mi? Dünyadaki ekolojik tahribatın ve küresel iklim değişikliğinin yaşanan ve yaşanacak sonuçları göz önüne alındığında ekolojik problemlerin ekonomik, sosyal ve hukuksal çözümlerinin iç içe geçtiğini söyleyebiliriz. İnsan eliyle oluşturulan ekolojik yıkımının boyutları gezegendeki yaşam iyiden iyiye tehdit eder hale geldikçe hukuk sistemini de dönüştürüyor. Çevre koruma ile ilgili hükümlerin anayasalarda yer alması 1950’li yıllara rastlar. 1970’li yıllarda ekolojik tahribatın artması ve buna cevaben toplumların, ülkelerin ve uluslararası toplumun geliştirdiği politikalar anayasa yapım süreçlerine de etki etti ve artan bir oranda anayasalarda çevre hükümleri yer almaya başladı. 2000 yılı itibariyle dünyadaki anayasaların %68’inde çevre hükümleri yer alıyor. Dünyadaki ülkelerin anayasalarının yarısından fazlasının 1970 ortalarından itibaren yazıldığını ve mevcutların bir çoğunun da bu dönemde elden geçirildiği düşünüldüğünde çevreye/çevre korumaya dair hükümlerin çevre sorunlarının ve bilincinin arttığı dönemde anayasalara girmesi şaşırtıcı değil. Türkiye’de 1982 Anayasası, Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler bölümünde 56. madde, ilk fıkrasında “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir ifadesiyle çevre hakkını temel bir insan hakkı olarak Anayasa düzeyinde hukuk sistemine dahil etti. Bu hükmün Anayasaya girmesindeki en önemli etken, Türkiye Çevre Vakfı’nın 1980’de başlattığı bir hukuk projesi çerçevesinde dünyada çeşitli ülkelerin anayasalarında yer alan çevre ile ilgili www.ikibin50dergisi.org Bolivya, dünyada doğanın yasal haklarını tanıyan ilk ülke oldu. YASAL HAKLARA SAHİP OLMANIN ÜÇ ŞARTI VARDIR. BİRİNCİSİ BİR VARLIĞIN KENDİ ADINA HUKUKİ GİRİŞİMDE BULUNMA, DAVA AÇMA İMKANININ OLMASI, İKİNCİSİ BİR DAVADA MAHKEMENİN BU VARLIĞA YÖNELİK BİR ZARAR OLABİLECEĞİ FİKRİ VE SON OLARAK DA TAZMİNAT DURUMUNDA BU VARLIĞIN BİZZAT YARARLANABİLMESİDİR. hükümlerin derlemesi, kamuoyuyla paylaşması ve bir madde olarak Anayasa’da yer alması için teklif getirmesiydi. Devletlerin anayasalarında yer alan çevresel hükümler genelde insanın çevre hakkına, insanın sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına atıf yaparak çevre korumada devletlerin ve kişilerin ödevlerine odaklanıyor. Ekolojik Anayasa tartışmalarının bu hükümlerden ayrıldığı nokta ise doğanın da insan gibi bir hak öznesi olup olamayacağı üzerine. Uluslararası platformlardaki ve Türkiye’deki tartışmaların genelde atıf yaptığı iki anayasa var: Ekvador ve Bolivya Anayasaları. Bolivya, dünyada doğanın yasal haklarını tanıyan ilk ülke oldu. İklim değişikliğini önlemek, doğal varlıkların sömürülmesini engellemek ve Bolivya halkının yaşam kalitesini yükseltmek adına alınan bu karar doğayı insanla eşit satütüde kılıyor. 28 Eylül 2008’de referandumla kabul edilen Ekvador Anayasası’nın, 71. maddesi hayatın gerçekleştiği doğanın ya da Pachamama’nın (Toprak Ana) var olma hakkını tanıyor ve anayasal koruma altına alıyor. “Hayatın içinde yeniden ürediği ve meydana geldiği tabiat veya toprak ana bir bütün olarak var olma, yaşam döngü ve işlevlerinin evrimsel süreçlerinin korunması ve yeniden canlandırılması hakkına sahiptir.” Doğanın haklarının anayasal güvence altına alınmasına Latin Amerika ülkelerinin liderlik etmesi elbette tesadüf değil. Tarihsel olarak sömürgeciliğe karşı günümüzde de neoliberalizme karşı mücadelelerinin kıtaya özgür kültürel motiflerle harmanlanması doğa ananın/toprak ananın haklarını gündeme getirdi. Ağustos 2012 85 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 86 SİYASET EKOLOJİK ANAYASA TÜRKİYE’DE EKOLOJİK ANAYASA İLE İLGİLİ TARTIŞMALAR 12 EYLÜL 2010’DAKİ ANAYASA REFERANDUMU ERTESİNDE BAŞLADI. HAZİRAN 2011 SEÇİMLERİNDEN SONRA GÜNDEME GELEN YENİ ANAYASA YAPIM SÜRECİNE EKOLOJİK TALEPLERLE MÜDAHİL OLABİLMEK İÇİN 15 ŞUBAT 2011’DE EKOLOJİK ANAYASA GİRİŞİMİ BAŞLATILDI. DOĞA’NIN HAKLARI OLABİLİR Mİ? TÜRKİYE’DE EKOLOJİK ANAYASA SÜRECİ Tüm bu gelişmelerin kökeni 1970’li yıllara dayanıyor. Christopher D. Stone sivil haklar hareketinin ertesinde ve modern çevre hareketinin doğduğu yıllarda yazdığı "Should Trees Have Standing? Towards Legal Rights for Natural Objects? (1972) adlı makalesinde, hukukun zaman içindeki gelişimini ele alıyor ve ormanlara, okyanuslara, nehirlere, tüm diğer doğal varlıklara ve bir bütün olarak doğaya yasal haklarının verilmesini savunuyordu. Toplumların çeşitli dönemlerde belirli kişileri ve varlıkları hak sahibi olamayacak kadar yetersiz ve değersiz gördüğünü söyleyerek örnek olarak çocukları, köleleri, kadınları, Amerikan yerlilerini, etnik azınlıkları, akıl hastalarını, cenini ve yabancıları örnek gösteriyor. Stone’a göre henüz yasal haklara sahip olmayan varlıklar, haklarını kazanana kadar bizim yani hak sahiplerinin kullanımına tabii olarak değerlendirilir. Yasal haklara sahip olmanın üç şartı vardır. Birincisi bir varlığın kendi adına hukuki girişimde bulunma, dava açma imkanının olması, ikincisi bir davada mahkemenin bu varlığa yönelik bir zarar olabileceği fikri ve son olarak da tazminat durumunda bu varlığın bizzat yararlanabilmesidir. Stone şu örneği veriyor: Jones kenarında yaşadığı nehrin bir fabrika tarafında kirletilmesi halinde fabrikayı dava edebilir. Böyle bir dava nehri dolaylı yoldan korur, yasa nehrin haklarının savunduğunu söylemez. Hakları korunan Jones’tur. Jones’un yasalarca güvence altına alınan nehirden yararlanma hakkı elinden alındığında dava açma hakkı doğar. Dava sonucu herhangi bir tazminat söz konusu olursa Jones’a gidecektir. Nehrin eski haline döndürülmesi için harcanmayacaktır. Türkiye’de Ekolojik Anayasa ile ilgili tartışmalar 12 Eylül 2010’daki Anayasa referandumu ertesinde başladı. Haziran 2011 seçimlerinden sonra gündeme gelen yeni anayasa yapım sürecine ekolojik taleplerle müdahil olabilmek için 15 Şubat 2011’de Ekolojik Anayasa Girişimi başlatıldı. Çevre aktivistleri, hukukçular, milletvekilleri ve akademisyenlerden oluşan 40 kişilik imzacı grubunun hazırladığı bir çağrı kamuoyuyla paylaşıldı. Sekreteryasını Yeşiller Partisi’nin üstlendiği Girişim, yeni anayasasının sivil, demokratik ve özgürlükçü olmasının yanısıra ekolojik olması gerektiğini ve doğanın vazgeçilmez, devredilmez haklarının anayasal güvence altına alınmasını savunmak için faaliyet göstermeye başladı. Bursa, İzmir, Ankara, Tekirdağ, Antakya, Diyarbakır ve Muğla'da çevre aktivistlerinin ve hukukçulularının bir araya geldiği toplantılar düzenlendi. Farklı anayasa çalışma grupları ile iletişime geçilerek ortak paydalar arandı. 15 Mayıs 2012’de İstanbul’da bir konferans düzenlendi. Konferansta Anayasa ve Haklar ve Ekoloji Hareketleri ve Anayasal Hareketler başlıklı oturumlarda ekolojik kriz etkisi altındaki dünyada iklim değişikliği, çevre kirliliği ve Doğanın önlenemeyen tahribine karşı hangi anayasal önlemler alınabilir; Doğayla uyumlu bir var oluş nasıl sağlanabilir; sadece bugün yaşamakta olanların değil, gelecek kuşakların da yeryüzünün bütünlüğü ve sürekliliği içinde var olma hakkı nasıl korunabilir sorularına yanıtlar arandı. Stone, doğal varlıkların yasal haklara sahip olmanın üç şartı yerine getirmediği için hukuk sisteminde hak öznesi olarak kabul edilmediklerini fakat bu sistemin değişmesi gerektiğini söylüyordu. Şirketler, devletler veya üniversiteler de kendi adlarına hukuki girişimler de bulunamazlar ama avukatlar onlar adına savunma yapabilmektedirler. Bu tartışmada önemli nokta doğanın haklarını nasıl kullanacağıdır. Herhangi bir doğa tahribatı tehdidinde veya sonucunda doğanın haklarını koruyacak olan yine insandır fakat burada emanetçi ve vekil özneler tayin edilebilir. Ekşigil’e (1994) göre Stone’un doğayı bir hak öznesi olarak önermesinin altında yatan neden Amerikan hukuk sisteminde kişi menfaatleri ötesinde soyut değerler gibi bir kavramın bulunmayışıdır. Ekşigil, Türkiye’deki hukuk sisteminde ise böyle bir kavramın var olduğunu, İdarî Yargılama Usulü Kanunu’na göre, gerek gerçek gerek tüzel kişilerin toplumsal yararları ve kamu düzenini zedeleyen idari işlem ve eylemlere karşı dava açabilmelerini öngördüğünü ve kişinin kendisini doğrudan etkilemese hattâ ilgilendirmese de, örneğin imar düzenine, çevre sağlığına veya güvenliğine uygun olmayan kamusal etkinlikler konusunda yargı yoluna başvurabileceğini açıklar. 86 Ağustos 2012 Çevre alanında verilen hukuk mücadelesinin aktörleri olarak sunumlarıyla konferansa katılan çevre avukatları, Türkiye’deki çevre davalarında yaşanan olumsuz gelişmeleri örnekleriyle paylaştı. Uluslararası anlaşmalar yoluyla yasama ve yargı denetiminden muaf tutulan nükleer santral, idari www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 87 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi durdurma kararlarına aykırı şekilde faaliyetlerine devam eden madencilik şirketleri, ÇED raporu olmadan inşaatına başlanan HES’ler, savaş halinde uygulanan acele kamulaştırmalar sorunun boyutlarını göstermesi ve Ekolojik Anayasa önerileriyle bu sorunların nasıl çözüme kavuşturulacağının tartışılması açısından önemli gündem konularıydı. Konferansta ayrıca “Kamu Yönetimi İlkeleri” başlığı altında bireylerin çevre konularında bilgi ve belge edinme, karar mekanizmalarına katılma ve yargıya erişim haklarını garanti altına alınması; kamu yararının ekoloji merkezli bir bakıç açısıyla yeniden tanımlanması; ekolojik açıdan hukuki düzenlemelere uyum ve yerel katılım mekanizmaları gibi çeşitli öneriler geliştirildi. ANAYASA YAPIM SÜRECİNDE EKOLOJİK ANAYASA 28 Kasım 2011’de Ekolojik Anayasa kitabının yayınlanmasından sonra yapılan toplantıya katılan milletvekilleri, çevre sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, hukukçular ve aktivistler, taleplerini Anayasa yapım sürecine nasıl dahil edebileceklerini tartıştı. İlk etapta Meclis'te grubu olan siyasi parti gruplarını ziyaret ederek ekolojik anayasa taleplerini hem vekillere hem de Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na ve ayrıca Cumhurbaşkanı’na iletilmesinde karar kılındı. Ekolojik Anayasa taleplerinin yaygınlık kazanması ve toplumca sahiplenilmesi, taleplerin soyut kavramlardan çıkartıp somut örneklerle toplumun her kesiminin anlayabileceği bir dile ile yazılmasını ve basının desteğinin aranması gerektiği vurgulandı. Ayrıca ekolojik anayasa çerçevesinin yerel çevre hareketlerine iletilmesinin ve diğer anayasa gruplarıyla birlikte bir koordinasyon sağlanmasının önemine değinildi. Ekolojik Anayasa Girişimi, yeni Anayasa’da olmasını talep ettiği maddeleri 3 Ocak 2012 tarihinde TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sundu. Girişimin temsilcileri komisyona sundukları önerilerde temel olarak anayasanın, doğaya hükmetmeye çalışan insanı değil, Doğayı hak öznesi olarak tanıması gerektiğini ifade etti. Sunulan Ekolojik Anayasa, dünyayı gelecek kuşaklardan emanet alındığı bilinciyle, doğayla uyum içinde yaşamanın esas alındığı; su, hava, gen, tohum gibi doğal unsurlar için doğal kaynak değil doğal varlık nitelendirmesinin benimsendiği, doğada olası zararlara yol açabilecek faaliyetlerde ihtiyatlılık ilkesinin benimsendiği, kamu yararında doğal dengelerin gözetildiği, yabani ve evcil hayvan haklarının güvence altına alındığı, sağlıklı su ve gıdaya ulaşım hakkının benimsendiği hukuksal düzenlemeler öneriyor. Ekolojik Anayasa Girişimi, Anayasa’da yer alan ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın en doğal yaşam hakkı olduğuna ilişkin 56. maddenin önemine ayrıca dikkat çekerek bu maddenin “Sağlıklı bir çevrede ve Doğada yaşamak bütün canlıların hakkıdır. Devlet ve vatandaşlar gelecek kuşaklar adına doğal varlıkların emanetçisidir. Doğayı korumak devletin ve vatandaşların görevidir” şeklinde geliştirilmesini ve sürdürülebilir kalkınma ifadesinin, kalkınmayı öne çıkardığı ve doğayı feda ettiği gerekçesiyle yeni anayasada bulunmaması gerektiğini vurguladı. www.ikibin50dergisi.org SEKRETERYASINI DAĞILMADAN ÖNCE YEŞİLLER PARTİSİ’NİN ÜSTLENDİĞİ GİRİŞİM, YENİ ANAYASANIN SİVİL, DEMOKRATİK VE ÖZGÜRLÜKÇÜ OLMASININ YANISIRA EKOLOJİK OLMASI GEREKTİĞİNİ VE DOĞANIN VAZGEÇİLMEZ, DEVREDİLMEZ HAKLARININ ANAYASAL GÜVENCE ALTINA ALINMASINI SAVUNMAK İÇİN FAALİYET GÖSTERMEYE BAŞLADI. ÇEVRECİ SİVİL TOPLUMUN YENİ ANAYASA’YA KATKILARI DOĞANIN HAKLARINDAN İKLİMİN HAKLARINA Ekolojik Anayasa Girişiminin başlamasından sonra çevre sivil toplum kuruluşları da yapılacak yeni Anayasa’da yer almasını istedikleri maddeleri veya daha geniş bir şekilde Anayasa taslaklarını kamuoyu ile paylaştılar.TEMA Vakfı, Yeni Anayasa Önerileri Taslağını 19 Aralık 2011 tarihinde TBMM Başkanlığı Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sundu. TEMA’nın taslağı toprak ve suyu birer kaynak olarak değil, doğal varlıklar olarak tanımlanıyor. Gıda ve suya erişme, dengeli beslenme hakkı gibi madde önerileri; insanların refahı ve doğanın korunması amaçlarının, sürdürülebilir bir yaklaşımla birlikte karşılanabileceğine vurgu yapıyor. Yurttaş girişimleri ve katılım hakkı konusundaki öneriler de yurttaşların ve sivil toplum örgütlerinin, karar alma süreçlerine etkin katılımına verilen önemi yansıtıyor.Greenpeace Tükiye'de yeni Anayasa'nın oluşturulmasına katkıda bulunmak için çeşitli ilkelerin yer aldığı önerilerini kamuoyu ile paylaştı. Greenpeace Anayasa'da Temel Hak ve Özgürlükler başlığı altında Doğa'nın var olma hakkının tanınmasını talep ediyor. Bu varoluşun kaynağını da ekosistemin tüm unsurları ile kendini yenileme kapasitesine dayandırıyor. Devletin hem bu yaşam hakkının kullanılmasının önündeki engellerin kaldırılması için hem de ortak doğal varlıklar olan toprağın, geleneksel, çoğaltılabilir köylük tohumların, hayvan ve balık türlerinin, ağaç ve ormanların, su, atmosfer ve bilginin insan hakları, kadın-erkek eşitliği gözetilerek toplumun tamamını kapsayacak şekilde kullanılmasını güvence altına almak ve bu varlıkların metalaşması ve patentlenmesini önleyecek düzenlemeleri yerine getirilmekle yükümlü olmasını istiyor. Greenpeace de TEMA gibi yurttaş katılımının önemine vurgu yapıp, idarenin eylemlerinden doğrudan etkilenecek yurttaşların ve sivil toplum kuruluşlarının merkezi ve yerel karar alma süreçlerine katılımını öneriyor. 1982 Anayasası'na 56. maddeyi öneren Türkiye Çevre Vakfı ise Anayasa'nın çevreyi veya diğer konuları en ayrıntılı şekilde düzenleyen bir hukuk kaynağı olmadığı tespitini yaparak Ekolojik Anayasa ile ilgili taslaklar hazırlayan diğer kuruluşlarrın aksine 56. maddenin ilk fıkrasını aynen korumayı yeterli buluyor. Kagider de, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu “Yeni Anayasa Talepleri ve Görüşleri” metninde yeni Anayasa’nın mutlak surette çevreyi gözeten, ekolojik değerleri dikkate alan ve “doğa”yı haklarıyla beraber anayasanın öznesi olarak kabul eden bir yaklaşımla yapılmasını talep ediyor. Doğanın bir hak öznesi olup olamayacağı Türkiye’de yeni yeni tartışılıyor. Ekolojik taleplerin yeni yapılacak Anayasa’da yer alıp almamasından bağımsız olarak önümüzdeki dönemde siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve hukuki kurumların gündemine daha çok geleceğini söyleyebiliriz. Ekolojik Anayasa, ekonomik, siyasal ve sosyal çözümler isteyen karmaşık çevre sorunlarına tek başına bir çözüm getirmese de doğanın da bir hak öznesi olması; doğal kaynakların doğal varlıklar olarak tanımlanması; doğada olası zararlara yol açabilecek faaliyetlerde ihtiyatlılık ilkesinin benimsenmesi; yurttaşların merkezi ve yerel idari tasarruflara etkin katılımınının sağlanması konusunda yerel, ulusal ve uluslararası gelişmeleri ile etkileşimli olarak bir baskı unsuru olabilir. Ayrıca iklim değişikliğinin etkileri ekonomik ve siyasal düzlemde hissedildikçe sadece Doğa’nın bir hak öznesi olup olmadığını değil iklimin de haklarını tartışıyor olabiliriz. Nitekim Stone kitabında bu konuya dikkat çekerken dünyada görülen çeşitli davaların bu konuda emsal teşkil edebileceğinin ipuçlarını veriyor. Son yıllarda iklim değişikliğinin bir hukuka uygunluk sebebi olarak ilk defa kullanılmasına (Köybaşı: 2009) ve iklim değişikliğinin doğrudan tehdit ettiği bir ada devleti olan Mikronezya’nın, Çek Cumhuriyeti’ne bir termik santrali yenileme projesine iklim değişikliğine sebep olan sera gazı salımlarını tehlikeli şekilde arttıracağı için ilk defa uluslararası anlaşmalara dayanarak dava açmasına tanık oluyoruz. (Radikal 26/05/2011). KAYNAKÇA * BOYD David R. (2012) The Environmental Rights Revolution: A Global Study of Constitutions, Human Rights, and the Environment UCB Press. * Constitutionmaking.org (2009) Option Reports, Environmental Provisions 22 September 2009 http://www.constitutionmaking.org/files/environment.pdf * EKŞİGİL Adnan (1995) Doğa Hakları ve Hukuk, Birikim, sayı 68-69. * KÖYBAŞI Serkan (2008) Bir Hukuka Uygunluk Sebebi Olarak İklim Değişikliği Güncel Hukuk Dergisi, Sayı 11-59, Kasım 2008 * RADİKAL ( 2011)Mikronezya, Çekleri durdurabilecek mi? (26/05/2011) * STONE Christopher D. (2010) Should Trees Have Standing?: Law, Morality, and the Environment , 3rd ed., Oxford University Press: Oxford ; New York, N.Y Ağustos 2012 87 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 88 ATIK A AT IK MERCEK SLOW MONEY PARAYI YERYÜZÜNE GERİ GETİRMELİYİZ! AMERİKA’DA BAŞLAYARAK DÜNYAYA YAYILAN VE YEREL GIDA ÜRETİCİLERİNİN DESTEKLENMESİNİ AMAÇLAYAN SLOW MONEY (YAVAŞ PARA) HAREKETİNİN HEDEFİ ÇOK AÇIK;“HEDEFİMİZ ŞU, 1 MİLYON İNSAN, KAZANÇLARININ %1’Nİ YEREL GIDA SİSTEMLERİNE YATIRIRSA NE OLUR?” 88 Ağustos 2012 www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 89 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi mayedarı bunu ”tarih boyunca zenginliğin yasal olarak en büyük birikimi” diye nitelendiriyor. 21. yüzyıl ise, taşıma kapasitesi, ortak kullanım alanlarının bakımı, yaşadığımız yer ile bağlantı ve şiddetsizlik prensiplerine dayanan besleme sermayesinin çağı olacak. IV. Gıda, çiftlikler ve verimliliğin önemini gözeterek yatırım yapmayı öğrenmeliyiz. Yatırımcıların yaşadıkları yerle bağlantı kurmalarını sağlamalı ve yaşamsal ilişkiler kurarak küçük gıda girişimlerine yeni sermaye kaynakları yaratmalıyız. V. Gelin, yaşamı tüketmektense yaşamı çoğaltan yeni nesil girişimcileri, tüketicileri ve yatırımcıları kutlayalım! VI. Paul Newman “Hayatta, topraktan aldığını toprağa geri veren çiftçi gibi olmalıyız diye düşünüyorum” demiş. Bu kelimelerdeki bilgeliği farkedip, gelin ekonomimizi tabandan şu soruları sorarak yeniden kuralım: inlerce Amerikalı bugünlerde ekonomiye yeni bir yön vermek için harekete geçti. Bu hareketin adı Slow Money (Yavaş Para). Fastfood devi Mc Donalds’ın 1980’lerin sonunda Roma’daki retoran açılışına tepki olarak başlayan, yerel ve sürdürülebilir gıda üretimini teşvik eden ve dünya genelinde yüzlerce yerel şubesi bulunan Slow Food hareketine paralel duran Slow Money, yerel gıda üreticilerinin finanse edilmesini ve yerel gıda sistemlerinin gelişmesini amaçlayan bir hareket. SLOW MONEY PRENSİPLERİ Slow Money topluluğu, hızlı para akışı, insanlardan ve mekanlardan kopuk bir ekonomi ve başta gıda olmak üzere ekonominin nasıl temelden düzeltilebileceği konuları hakkında insanları yeni bir söylem üzerinde bir araya getiriyor. II. Çok hızlı para, çok büyük şirketler ve çok karışık finans diye bir şey var. Bu yüzden, paramızı yavaşlatmalıyız — tümünü değil tabi ki ama fark yaratacak kadarını. B Küçük çaptaki gıda üreticilerinin, organik çiftliklerin ve yerel gıda sistemlerinin desteklenmesi amacıyla yatırımcıları ve bağışçıları bir araya getiren Slow Money hareketi, 2008 yılının Kasım ayında çalışmalarına başladı. Slow Money hareketi, aynı zamanda Business Week tarafından “2010’un Büyük Fikirleri”nden biri olarak seçildi. Gıda güvenliğini güçlendirmek ve gıdaya erişimi arttırmak, beslenme ve sağlığı geliştirmek, kültürel, ekolojik ve ekonomik çeşitliliği desteklemek ve tüketim ve çıkarıma dayanan bir ekonomiden, koruma ve iyileştirmeye dayanan bir ekonomiye geçişi sağlamak için yola çıkan Slow Money hareketinin prensipleri arasında şunlar yer alıyor: I.Parayı yeryüzüne geri getirmeliyiz. III. 20. yüzyıl düşük al/pahalı sat ve şimdi zenginlik/sonra hayırseverlik çağıydı ki bir risk ser- * Varlıklarımızın %50’sini yaşadığımız yere 80 km’lik bir mesafe içerisinde yatırım yapsak dünya nasıl bir yer olurdu? * Ya karlarının %50’sini bağış yapan yeni nesil şirketler olsaydı? * Ya bundan 50 yıl sonra topraklarımızda %50 daha çok organik madde olsaydı? Bu umut verici harekete bakıldığında, Türkiye’de yaygınlaşan Slow Food hareketi gibi, Slow Money hareketine de sahip çıkacak ve Türkiye’deki küçükyerel gıda üreticilerinin desteklenmesi adına bu adımı atacak kişileri beklemekten başka çare kalmıyor… KAYNAKÇA www.slowmoney.org http://www.thebravenewworld.org/ Hareketin kurucusu Woody Tasch, 2011 yılında verdiği bir röportajda Slow Money hareketini şu şekilde özetliyor; “Eğer yeni bir gıda sistemi ve yeni bir yapıcı ekonomi inşa edeceksek, milyarlarca dolara ihtiyacımız olacak. Bu para nereden gelecek? Wall street ya da Washington’dan mı? Vakıflardan mı? Ne yaparsa yapsınlar, bunların desteği doğrudan yeterli olmayacak. Tüm bunların geldiği yer sadece “bizden” olabilir, doğrudan yaşadığı yerle ilgisi, bağı olan bizlerden…” Slow Money’nin ayrıca geçen yıl gerçekleştirdiği ulusal toplantıda 16 küçük gıda girişimcisine yaklaşık 4.5 milyon dolar yatırım sağlandı. www.ikibin50dergisi.org Ağustos 2012 89 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 90 ATIK KAMU GAZİANTEP BELEDİYESİ Daha yaşanabilir şehirler için YEREL YÖNETİMLER HAREKETE! EKOLOJİK DUYARLILIĞIN BİREYSEL VE KOLLEKTİF HAREKETLERDEN ÖZEL SEKTÖRE KADAR BİRÇOK ALANDA ARTTIĞI GÜNÜMÜZDE BELEDİYELER DE ÇEŞİTLİ ÇALIŞMALAR GERÇEKLEŞTİREREK ZAMANIN RUHUNA AYAK UYDURMAYA ÇALIŞIYOR. DAHA SÜRDÜRÜLEBİLİR ŞEHİRLERİN OLUŞABİLMESİ İÇİN KUŞKUSUZ SADECE BİREYSEL ÇABALAR YETERLİ OLMUYOR. DAHA ÇOK PROJENİN HAYATA GEÇİRİLİP YAŞANABİLİR BİR GELECEK SAĞLANMASI İÇİN YEREL YÖNETİMLERİN DAHA ÇOK DEVREYE GİRMESİ GEREKİYOR. em çevre ile ilgili yapılan çalışmalara destek olmak, hem de diğer yerel yönetimlere örnek teşkil etmesi amacıyla İkibin50 dergisi olarak ilk sayımızdan itibaren her sayımızda kamu kurumlarınin çevre duyarlılığı kapsamında gerçekleştirmiş oldukları veya planladıkları projelere yer vermek istiyoruz. İlk sayımıza Gaziantep belediyesine yer veriyoruz… H Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde Birleşmiş Milletler tarafından organize edilen Rio+20 Dünya Zirvesinde, mahalli idarelerin küresel iklim değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma alanındaki rolleri konulu panele katılan Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey bir ilke imza attı. Başkan Güzelbey, ilk defa bir Türk Belediye Başkanı’nın katıldığı böylesine önemli bir toplantıda bütün dünyaya Gaziantep'te iklim ve sürdürülebilir kalkınma konularında yapılan yenilikleri aktardı. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey 1,5 milyon nüfusu ile Türkiye'nin büyük şehirlerinden biri olan Gaziantep, bilindiği gibi Türkiye’de “İklim Değişikliği Eylem Planı” hazırlayan ilk ve tek kent. Son günlerde Gaziantep’den gelen “ekolojik kent”, “sürdürülebilir ulaşım” başlıklı projelere bakıldığında Güzelbey, “Çevre Dostu” kavramını kentsel planlamanın başına koyuyor. Dünya Bankası'nın Gaziantep'i enerji verimliliği konusunda pilot il seçtiğini belirten Güzelbey, "Bu konuda Büyükşehir Belediyesi olarak bir iklim eylem planı projesi başlattık. Bunun ardından Dünya Bankası ile görüşerek enerji verimliliği konsunda çalışmalara yürüttük. Bu ortak çalışmanın sonucunda da pilot il seçildik" dedi. ÇEVRECİ OTOBÜS PROJESİ Küresel ısınmanın oluşturduğu olumsuz etkilerin ortadan kaldırılmasını amaçlayan çevreci otobüsler projesi, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) tarafından finanse ediliyor.Çevreci otobüslerin alımı ve bakımı için iki aşamadan oluşan ihale süreci 11 Mayıs 90 Ağustos 2012 2012 tarihinde başladı. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından uluslararası rekabete de açık yapılacak ihale sonucunda Sıkıştırılmış Doğal Gaz (CNG) ile çalışan 50 yeni otobüs satın alınması hedefleniyor. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, toplu ulaşım sisteminin çevreye uyumu ve sürdürülebilir olmasını amaçlayarak hazırladığı çevreci otobüsler projesi için Çek Hükümeti tarafından gönderilen uluslararası tecrübeye sahip ASPIRO ile Çek Endüstri Holdingi Vitkovice şirketinden danışmanlık ve uzmanlık desteği alıyor. ASPIRO, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın (EBRD) finanse ettiği iki aşamalı ihale sürecinde, şartnamenin ve projenin düzgün, şeffaf, hesap verilebilir bir şekilde ilerlemesini sağlamak amacıyla Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’ne danışmanlık hizmeti verecek. 20 BİN AİLENİN ELEKTRİĞİ KARŞILANACAK Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ile Güney Kore merkezli CEV Enerji firmasının üstlenerek uygulamaya koyduğu ‘Katı Atık Düzenli Depolama Alanının Rehabilitasyonu ve CNG & Elektrik Üretim Tesisi Projesi ile hayata geçen tesis yılda 20 bin ailenin elektrik ihtiyacını karşılayacak. Güney Kore merkezli CEV Enerji ile 2008 tarihinde imzalanan sözleşmenin ardından, 10 ay gibi bir sürede tamamlanan ve Türkiye’nin en hızlı sonuçlanan elektrik üretim projesi olan CNG- Elektrik Üretim Tesisi 2010 yılında elektrik üretimine başladı. Tesis, çevre kirliliğini önlerken, çöpün enerjiye dönüşmesini sağlıyor. Tesis aynı zamanda küresel ısınmaya sebebiyet veren gazları ve bunların oluşturduğu kötü kokuları yok ederek, hem çevre kirliliğini önlemesi hem de küresel ısınmaya sebep olan bu gazlardan elektrik üretiyor olması nedeniyle büyük önem taşıyor. Daha temiz ve yaşanılır bir Gaziantep oluşturma çabasıyla CEV Enerji tarafından kurulan bu www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 91 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi tesis ile çöp depolama alanlarından çıkan metan gazının çevreye vereceği zararların önüne geçileceği gibi, küresel ısınmaya olumsuz etkisi olan metan gazından elektrik üretilecek. 1 yılda yaklaşık 165 bin ton CO2/yıl karbondioksitin doğaya verilmesinin de önüne geçilmiş olacak. Proje ile Büyükşehir Belediyesinin katı atıkların depolanması için her yıl ödediği milyonlarca TL’lik kaynağı Gaziantep halkı için yeni yatırımlarda kullanma imkânına kavuşurken, tesiste 29 yıl süre ile katı atıktan üretilen elektrik ülke ekonomisine katkı sağlayacak. EKOLOJİK KENT PROJESİ Gaziantep Belediyesi geçtiğimiz yıl hazırlamış olduğu iklim eylem planı çerçevesinde Kilis yolu Burç kavşağından Göksunlu Köyüne kadar gidilen alanda bir Ekolojik Kent kurmaya hazırlanıyor. Yaklaşık 170 bin kişinin barınabileceği Ekolojik Kent projesi için bölgenin seçilmesinde ön kriterlerden biri bölgenin Suriye’den Gaziantep’e gelenlerin ilk gördükleri yer olması. 5 etapta bitirilmesi planlanan projede organik üretimden alternatif yaşama, yeşil sistemlerden sürdürülebilir ulaşıma kadar birçok alanda çalışmalar gerçekleştirilecek. Proje sonucunda enerjisini kendi üretebilen, doğayla dost ve düşük yoğunluklu bir kent ortaya çıkacak. Projenin gerçekleştirilmesinde ki asıl hedef ekolojik tabanlı bir kentin kurulması. Enerji ihtiyacı düşük ve karbon salımı minimum olan yapılarda öncelikle aranacak kıstas ise yalıtım. Ayrıca proje çerçevesinde arıtma tesisleri kurularak bölgenin su ihtiyacının bir kısmının bu arıtma sistemlerinden sağlanması hedefleniyor. ÇATILAR YEŞİLLENİYOR Konutlarda bulunan yeşil çatılarda çevrede yetişebilen ve az su isteyen bitkiler yetiştirilerek çevreye verilen oksijen miktarı arttırılacak. Ayrıca çatılarda biriken yağmur suları da bahçe sulamada kullanılacak. Sürdürülebilir ulaşım konusunda ise bölgede yaşayan halkın toplu taşımaya yönlendirilmesi adına çeşitli çalışmalar gerçekleştirilecek. Özellikle tramvay, Ekolojik Kent’in içine kadar getirilecek. Ayrıca bisiklet yolları yapılarak bölgedeki araç kullanımının azaltılması da hedefler arasında yer alıyor. Ekolojik pazar alanları Gaziantep mutfağında kullanılan ürünlerin satıldığı bir alan olarak düşünülüp, yeme-içme birimleri ve mutfak sanatları, gastronomi bölümü uygulama atölyesi yer alacak. Proje için Tema Vakfı, Mimarlar Odası ve birçok kuruluş destek veriyor. Ayrıca projelendirme aşamasında Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir plancıları ve yabancı danışmanlık firmasından destek alındı. Proje kapsamında yola yakın olan yerlerde düşük yoğunluk, yola uzak olan yerlerde daha yüksek yoğunluk olmak üzere yeni bir www.ikibin50dergisi.org Gaziantep Ekolojik Kent Projesi Gaziantep Belediyesi Çevreci Otobüs Projesi PROJENİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİNDE Kİ ASIL HEDEF EKOLOJİK TABANLI BİR KENTİN KURULMASI. ENERJİ İHTİYACI DÜŞÜK VE KARBON SALIMI MİNİMUM OLAN YAPILARDA ÖNCELİKLE ARANACAK KISTAS İSE YALITIM. AYRICA PROJE ÇERÇEVESİNDE ARITMA TESİSLERİ KURULARAK BÖLGENİN SU İHTIYACININ BİR KISMININ BU ARITMA SİSTEMLERİNDEN SAĞLANMASI HEDEFLENİYOR. planlama yapıldı. Bunlar yapılırken de şehre simge olabilecek bazı temalar kullanıldı. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey, proje hakkında “Şu anda konusu ‘Ekolojik Kent’ olan kentsel tasarım uygulaması yapıyoruz. Yani yeni bir alanı imara açarken birkaç tane vazgeçilmezimiz var. Mesela binaların ısınmalarının kendileri tarafından temin edilmesi bunlardan birisi. Bu uygulamada binalarda yapılacak mantolama sistemi sayesinde enerji kaybı ve ısınma kaybı önlenecek. Binaların üzerlerine konulacak güneş panelleri ile de binalar enerjisini kendisi üretecek. Aynı şekilde yağmur suyunu belli kaynaklarda tutarak bahçe ve tarımda kullanmak. Binaların üstü tamamen yeşil olacak. Tabi bu projeler toplam 6 milyon metre kareyi kaplayan yeni kentsel alanlar üzerinde uygulanacak. Bu projeleri en yakın zamanda hayata geçireceğiz. Ekolojik Kent uygulamasını Türkiye’de ilk biz hayata geçiriyoruz. Bu konuda belediyelere çok iş düşüyor. Vatandaşa öncülük ederek, niteliksiz yapılara izin vermeyerek ve çevreye duyarlı projeleri hayata geçirerek daha yaşanabilir kentler meydana getirebiliriz” şeklinde konuşuyor. Ağustos 2012 91 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 92 DENEYİM Sürdürülebilir bir hayat ne kadar mümkün? HELE Kİ ELİMİZDEN KAYIP GİDEN TOPRAĞI, SUYU DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDE… ilim insanlarının önerileri, çevreci aktivistlerin naraları arasına karışarak yok olup giderken, geriye son günlerde tartışılan bir yaklaşımın altını çizmekten başka bir seçenek kalmıyor: PERMAKÜLTÜR. İngilizce ‘permanent’ (kalıcı) ve ‘agriculture’ (tarım) kelimelerinin birleşiminden oluşan Permakültür’ün diğer bir tanımı da "sürdürülebilir yerleşimler tasarlamak". Permakültür’ü bir felsefe olarak da ele alabilir ve ilkelerini yaklaşık 40 sene önce oluşturan Bill Mollison’ın bir deyişiyle özetleyebiliriz: "Permakültür sadece yeni bir bahçıvanlık yöntemi değil, Dünya gezegeni üzerinde yaşamanın sürdürülebilir yoludur." İşte bizler de, permakültüre gönül verenler olarak Mayıs ayında Bayramiç Yeniköy’de düzenlenen İleri Seviye Permakültür Çalıştayı’ndaydık. Hocalarımız Penny Livingstone-Stark ve Mustafa Fatih Bakır, asistanlar ise Andrew Zionts, Emel Kızılcık, Timuçin Liraç ve David Arribas Cuberro idi. Şükranlarımızı dile getirerek başladık haftaya… “Adım Dîdem, dostlarım için şükran duyuyorum.” Penny Hoca’nın dediği gibi, ‘…topluluklar, ilişkiler ve dostluklar, bu oluşumlardan alacağımız en büyük hediyeler.’ B i Didem Çivici, Permakültür Tasarımcısı ve Sürdürülebilirlik Danışmanı GÜN GEÇTİKÇE ÇIKAR NOKTASININ KALMADIĞINI, ÖNLENEMEZ TÜKETİMİN TEKELİNE DÜŞEN DOĞANIN VE YAŞAMI OLANAKSIZLAŞTIRAN SİSTEMLERİN BİZLERİ KUCAKLADIĞINI ELE ALDIĞIMIZDA KARŞI KARŞIYA KALDIĞIMIZ UMUTSUZLUK HİSSİYATI ÇOK YENİ BİR DUYGU DEĞİL MAALESEF. 92 Ağustos 2012 “Bizler toprağı besleriz, toprak bitkiyi besler; bitkiyi biz beslemeyiz.” Tüm hafta boyunca üzerinde durduğumuz en önemli konulardan biriydi toprak. Hindistan örneğinden yola çıkarak bir harita çizdik: Hindistan’ın 1960’lara kadar 1-1.5 metreye varan üst toprağını nasıl kaybettiğini konuştuk, ve şu anda bu rakamın 2.5 cm’ye kadar düşmüş olduğu gerçeğini. www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 93 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi Amaç, sağlıklı toprak oluşturmak. Toprak sağlıklı olduğu ölçüde olası hastalıklardan uzak kalıyor. Bitki ise sağlıklı topraktan beslendiği ve sağlıklı olduğu sürece zararlılar ve hastalıklar bitkilere yanaşmıyor. Böylece böcek ilaçlamalarına ve zirai her türlü ilaca olan ihtiyaç azalıyor. Ohio Eyalet Üniversitesi’nde toprak fiziği profesörü olan Rattan Lal diyor ki: Toplamda %8.5 işlenebilir toprağımız mevcuttur. Bu alanın humus miktarı %1.6 arttırılırsa atmosferdeki CO2 miktarı “Endüstri Öncesi” miktarına çekilebilir! Çözüm, toprağın iyileştirilmesinin yanında başka konulara da dikat çekmekten geliyor: Tüketimin son safhasında olduğu bu yüzyılda en çok konuşulan, özellikle de vejetaryenler tarafınca da dikkat çekilen bir husus da hayvan eti. Yetiştirilen büyükbaş hayvanların CO2 salınımına büyük ölçüde katkıda bulundukları su götürmez bir gerçek. Penny Livingstone-Stark’ın bu konuda yaptığı yorum da dikkat çekiciydi: Hayvanların sindirim sistemleri tahıl (yem) tüketimine uygun tasarlanmamıştır, aksi halde hastalanır ve gaz çıkarmaya meğilli olurlar. “Su kıtlığı sorunumuz yok, bizim suyu depolama kıtlığı sorunumuz var!” “Üst topraklarını harcayan uygarlıklar kendilerini harcarlar.”Bu ne demek oluyor? Toprakta bulunan organik maddelerin yok edilmesi, humusun ortadan kalkması anlamına geliyor. Humus tabakası, besin maddelerince zengindir ve yetiştirmek istediğimiz ürünler için gerekli besinleri ihtiva eder. Hindistan konusuna dönersek, bir zamanlar öncü pirinç üreticisi olan bu ülke dahi üst toprağını kaybetmesinin sonucunda an itibariyle pirinç ithal etmektedir. Ormanlar, otlaklar ve su havzalarında oluşan toprağın göz kırpmadan yok edilmesi ile karşı karşıya olduğumuzu bir kere daha hatırlarken, permakültürcüler, hatta en başta bu gezegende yaşayan canlılar olarak toprak oluşturmanın birincil görevlerimizden olduğunun altını çiziyoruz hep birlikte. “Green Revolution (!)”çözüm müydü? 1940’larda başlayan ve 1970’lere kadar devam eden, ‘toprağı ehlileştirmek için’ kullanılması ön görülen teknoloji yapılaşmasının yaygın hale getirme çabaları ile tüm dünyada uygulatılmaya çalışınan “Yeşil Devrim” idealleri pek de iç açıcı sonuçlar doğurmadı ne yazık ki. Bunun çok net ve çok basit bir sağlaması var: Kıtlık. İlerleme ve uygarlaşma adına üreticileri teknolojiye ve zirai ilaçlara bağımlı hâle getiren uygulamalar silsilesi, günümüz tarımının içerdiği sorunlara ışık tutamadığı gibi, toprak kayıplarını ve besin değerlerindeki hızlı düşüşleri de destekler hale geldi. Zira işlenen, havalandırılan toprağın “ölü toprak” olduğu göz ardı edildi. Bunlar yetmediği gibi aşırı ilaçlama ve monokültür (tek tür ekim) de yaygın hale getirildi ve üreticiler bunun en sağlıklı çözümler olduğuna iknâ edildi. Bu “devrim” bioçeşitliliği bırakmadığı gibi, fazla ilaç kullanımı nedeni ile canlıların sağlığını da tehdit etmeye başladı. www.ikibin50dergisi.org KÜRESEL ISINMA, KITLIK, SUSUZLUK VE DAHA PEK ÇOK SORUNLA NASIL BAŞ EDERİZ SORUSUNU SORANLARA CEVAP HAZIR: “UYAN VE FAYDALI BİR TÜR OLABİLECEĞİNİN FARKINA VAR!” Bir yandan susuzluk sorununun olmadığını tartışırken, diğer yandan da nasıl depolamamız gerektiği ve arıtma sistemleri üzerine kafa yorduk. Yeniköy’ün mevcut mutfak suyu gideri için gri su arıtma sistemi kuruldu, misafirhanenin banyo suyu giderleri de aynı sisteme bağlandı, böylece üzerinde çalıştığımız konuları bire bir uygulama fırsatı bulmuş olduk. Kısacası, permakültür konusu uçsuz bucaksız bir umman; içerisine girdikçe yaşamın kendisini buluyor, onunla bir sarmal haline gelerek devinip duruyorsunuz. Küresel ısınma, kıtlık, susuzluk ve daha pek çok sorunla nasıl baş ederiz sorusunu soranlara cevap hazır: “Uyan ve faydalı bir tür olabileceğinin farkına var!” Ağustos 2012 93 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 94 BİR TERS BİR DÜZ Tüm zamanların en başarılı pazarlama aracı Doğa® BIOMIMIK PAZARLAMA Biz doğayı seviyoruz ve şirketler de bizi... i Özlem Bahadır Y.Mimar “DOĞA ZİHNİMİZDE KÜLTÜRLERE GÖRE DEĞİŞKENLİK GÖSTEREBİLMEKLE BİRLİKTE EVRENSEL ÇAĞRIŞIMLARLA YÜKLÜ ÖGELERLE DOLU... PAZARLAMACILARSA BU ORTAK HAVUZDAN DİLEDİĞİNİ ÇEKİP ALIYOR...” 94 Ağustos 2012 zaydan gelmiş bir yabancısınız ve dünyayı öğrenmek istiyorsunuz. Ya da bırakın uzaylıyı, küçük, meraklı ve zihni tertemiz bir çocuksunuz...Kavramları duyan ama anlamlarını henüz bilmeyen biri için google iyi bir seçenek olabilir. U Google’a elma(apple) yazıp aratsak mesela, karşımıza ne çıkar? Bir de fare (mouse) yi deneyelim... Karşımıza nerdeyse orjinalinden daha fazla, orjinalinden ismini, imajını, niteliklerinin bazılarını ödünç almış insan yapımı ürün çıkıyor. Ama bunu sadece biz biliyoruz...Dünyayı tanımak isteyen çocuğun da, komşumuz uzaylının da işi zor. Açıkça görülüyor ki, kavramların orjinal içeriklerinden gün be gün uzaklaşıyoruz. Orijinal içeriklerinden bu derece uzaklaşmamız insanlık tarihinde büyük ihtimalle ilk kez oluyor ama insanoğlu üretimlerinde doğaya, doğal ögelere atıfta bulunmaya elbette ki yeni başlamadı. Duygularımızın yoğunluğunu anlatmak, kendimizi daha rahat ifade edebilmek için anlam yüklü doğal kavramlardan medet ummak, doğal ögelerle, olaylarla benzetmeler kurmak insanlık tarihi kadar eski. Çiçekler, kuşlar, bülbüller -kızgınken büyük baş hayvanlar- gündelik konuşmalarımızın ayrılmaz parçası. Aynı zamanda toplumsal diyalogda da son derece etkili bir yöntem doğal ögelerden faydalanmak. Doğaya ait imajların yer aldığı kareler, filmler, çarpıcı sloganlar sosyal sorumluluk projelerinde de sıklıkla karşımıza çıkıyor. www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 95 İkibin50 Sürdürülebilir Gelecek Dergisi Ama duygularını anlatmakla, malını sattırmak arasında fark var tabii...Bu noktada işin rengi değişiyor. *** Bir ürünü pazarlamak için doğaya ait imajları kullanmak ‘biomimik pazarlama’ olarak adlandırılıyor. Dikkat ettiniz mi çevremizde ne kadar çok ürün var ismi ya da logosu doğaya atıfta bulunan. Doğa muazzam bir pazarlama aracı ve şirketler bunu biliyor. Hayvanlar ve bitkilere dair zihinlerde ve kültürlerdeki yerleşik algılar ve temsil ettikleri sembolik özellikler pazarlamacılar tarafından hem ürünlerini hem de mesajlarını geliştirmede sıklıkla kullanılıyor. YAKIN GELECEKTE, DOĞAL ÖGELERE AİT İMAJLARI ÜRÜNÜ İÇİN KULLANMAK İSTEYEN ŞİRKETE AYRI BİR VERGİ KONARSA HİÇ ŞAŞIRMAM DOĞRUSU. büyük...Yakın gelecekte, doğal ögelere ait imajları ürünü için kullanmak isteyen şirkete ayrı bir vergi konarsa hiç şaşırmam doğrusu. Sonuçta, ürünlerini tanıtma, benimsetme ve sevdirme sürecine önemli bir katkı sağlıyor bu kişiselleştirilemeyecek kadar evrensel imajlar... Doğal imajların kullanım stratejileri üründen ürüne değişiyor. Kiminde sadece estetik benzeşim söz konusuyken kiminde doğal ögelerin metafor olarak kullanıldığını görüyoruz. Bazı ürünlerin kullanılan imajla içerik bağlantısı ya çok zayıf ya da yok. Örneğin Lacoste timsahlarla ilgili değil, Linux de penguenlerle. Ve kesinlikle hepimiz biliyoruz ki Apple da kesinlikle bir meyve şirketi değil (1). Foto. “We miss you” http://www.wemissyou.de/ Doğal referans yoluyla müşteri adayında bir şekilde tanıma ve güvene benzer duygu sağlanıyor. Pazarlamacıların hedefi, kullanıcıların zihninde ürünlerin pozitif niteliklerini güçlendirmek. Doğa, otantik aurası, uyumu, güzelliği ve derinliğiyle bunu başarabilecek en iyi araçlar arasında. Doğal dünyanın olumlu çağrışımlarla yüklü doğal ögelerinin kullanıldığı sayısız reklam kampanyasını düşününce şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki doğanın kendisi zamanımızın en başarılı pazarlama projesi haline gelmiş durumda(1). Biz doğayı seviyoruz, şirketler de bizi(1)... O yüzden ürünlerinde doğayı referans alan, doğal ögelere atıfta bulunan şirketler kazanıyor. Doğa zihnimizde kültürlere göre değişkenlik gösterebilmekle birlikte evrensel çağrışımlarla yüklü ögelerle dolu...Pazarlamacılarsa bu ortak havuzdan dilediğini çekip alıyor.. Bugün kavramların orjinallerinden bu kadar uzaklaşmamızda biyomimik pazarlamacıların etkisi www.ikibin50dergisi.org “..YA DA DÜŞÜNSENİZE JAGUAR MARKA ARABADA BİR İNEK İMAJININ KULLANILDIĞINI.” Bazı ürünlerdeyse bağlantı daha çok içerik yönelimlidir. Puma marka ayakkabılarda üreticiler estetik bir imaj kullanımından çok bu zarif, hızlı ve çevik hayvanın pozitif niteliklerini ürünlerine transfer etmek amacındadır. ya da ABD’nin kartalı. Koerst, bir dakika için durup ürünleri aynı bırakmayı ama kullanılan doğal imajı değiştirerek o ürünü düşünmemizi öneriyor. Mesela puma marka ayakkabıların logosunda bir fil olsa, ya da ABD hükümeti maskot olarak kartal yerine kaplumbağa kullansa.. ya da düşünsenize jaguar marka arabada bir inek imajının kullanıldığını.. Çok açık ki, bu durum marka kimliğini tamamiyle bozacak, değiştirecektir. Ve tabii ki ürünün çevreye etkileri üzerinden yapılan tanıtımlar var ki şirketlerin bu konudaki stratejileri, ürünlerine –biraz- yeşil katmaları ve oluşan duyarlılıktan faydalanmaları şeklinde özetlenebilir. Ama konunun o tarafı çok geniş, ‘green-wash’(2) a kadar gidiyor. Ağustos 2012 95 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 96 BİR TERS BİR DÜZ Çağın dinamikleri gereği doğal ögelerden öylesine uzakta yaşamlar içindeyiz ki... başka şeylerle meşgul, başka şeylerle içiçeyiz... ne durup ağaca bakıyoruz ne de bakınca doğru dürüst tanıyabiliyoruz...kuşlar için de aynı şey geçerli...mesela saksağan’ı google’dan kopya çekmeden kaçımız tanıyabilir? Çok çok azımız, hele çocuklar... neredeyse hiçbiri...O yüzden de Oxford çocuk sözlüğü saksağan kelimesini sözlükten çıkarmış (2008). Zizek bugün doğayı korumaktaki en büyük engelin, inandığımız doğa anlayışı olduğunu söylüyor. Ve biyomimik pazarlama -büyük ölçüde farkında olmadan- inandığımız doğa anlayışının gerçekçilikten uzaklaşmasına yol açıyor. Doğaya referans verilerek satışa sunulan sayısız ürünün yanısıra, aslında bir diğer gizli, büyük ölçüde bilinçsiz, daha büyük bir pazarlama mekanizması işler halde. Biomimik pazarlama ürünleri sadece kendi tanıtımlarını yapmıyor, fakat aynı zamanda tek yönlü romantikleştirilmiş bir doğa kavramını da tanıtıyorlar. Ürünlerin tanıtımı yoluyla, doğanın, duyarlı, uyumlu, rahatlatıcı, otantik, sağlıklı, dürüst ve güzel olduğu aktarılıyor. Daha karanlık, negatif tarafları ısrarla biyomimik pazarlamacılar tarafından görmezden geliniyor. İndirgenmiş bir doğal algısıyla karşı karşıya bırakılıyoruz... çok açık ki, ölüm, hastalıklar, doğal afetler, acımasız gelebilecek kuralları, öngörülemeyen ve toplumun genel kabullerinin dışında kalan yönleriyle doğa, biyomimik pazarlamacılarının ürünü sattırmak için işine yaramıyor ve onların da yaptığı doğanın bu yönlerini görmezden gelmek...doğayı görmek istedikleri gibi görmek ve göstermek.. ama bu durum yanlış bir doğa algısına yol açıyor. Yanlış tanıdığınız biri için doğru reçete yazabilir misiniz? *** Bizden sonraki nesillere kavramları doğru içerikleriyle aktarabilmek kadar, kavramların asıl sahiplerini yaşamımızda tutabilmek de bir diğer önemli mesele tabii... 96 Ağustos 2012 Oxford junior sözlüğünün son baskısında, blackberry, blog, voice mail, broadband gibi kelimelere yer verilirken, doğaya özgü onlarca kelime sık kullanılmadıkları gerekçesiyle sözlükten çıkarılmış. Böğürtlen, karahindiba, meşe palamudu, balıkçıl, susamuru, saksağan, çınar, söğüt bunlardan sadece bazıları...Bundan sonra bu kelimeleri duyan çocuk, sözlüğünü açıp baktığında –düne kadar karşılığı sözlükte yer alan- bu kelimelerin karşılığını bulamayacak. Oxford Üniversite yayınları yöneticisi Vineeta Gupta’ya göre dünyadaki değişimler kitaplardaki değişimlerden de sorumlu. “Sözlüklerin eski versiyonlarına baktığınızda örneğin çiçekler hakkında çok fazla örnek vardı, çünkü çocuklar yarı kırsal alanlarda yaşıyorlardı. Şimdilerde çevre değişti.” Vineeta haklı...Çevre değişti...Biz değiştik... İsteyerek ya da istemeyerek, dilimizdeki kelimeler değişti... “NE DURUP AĞACA BAKIYORUZ NE DE BAKINCA DOĞRU DÜRÜST TANIYABİLİYORUZ.. KUŞLAR İÇİN DE AYNI ŞEY GEÇERLİ..MESELA SAKSAĞAN’I GOOGLE’DAN KOPYA ÇEKMEDEN KAÇIMIZ TANIYABİLİR?” Yazık ki, bu değişim rüzgarında ne söğüdü, ne çınarı, ne de pelikanı zihnimizde, kalbimizde, dilimizde tutmayı başarabilmişiz. Sözlük sadece bir gösterge... Koşulların yaşamı bu noktaya dek getirebildiğini, söğüdün, çınarın, saksağanın önce sözlükten sonra da yaşamımızdan çıkabileceğini, bunun olabileceğini gösteriyor... Evet koşullar değişti ve her geçen gün şartlar daha da ağırlaşıyor... Ama bize düşen koşullara teslim olup doğayla bir bir vedalaşmak mı? Hiç sanmıyorum. Bunu istemiyorsak yapmak zorunda değiliz. Bu böyle olmak zorunda değil.. Önümüzdeki senelerde sözlükten daha neler çıkacak? Ve biz sözlüğe neleri katmayı başaracağız? Hep birlikte göreceğiz. KAYNAKLAR (1) Koert van Mensvoort, “Five Strategies of Biomimic Marketing" http://www.nextnature.net/themes/biomimic-marketing/ http://www.nextnature.net/2009/02/childrens-dictionary-dumps-naturewords/ (2) Bir şirketin çevresel sorumluluğa sahip olduğu imajını vurgulamak amacıyla yaydığı yanlış bilgi. www.ikibin50dergisi.org ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 97 KİTAPLIK YEŞİL EKONOMİ ÇERNOBİL HALK MAHKEMESİ Yeni İnsan Yayınevi Editörler: Ahmet Atıl Aşıcı Ümit Şahin Yeni İnsan Yayınevi Çeviren: Umur Gürsoy Yetmişlerin başında “Büyümenin Sınırları” raporu yayınlandı. Rapor basit bir soruya cevap arıyordu: Büyüme ya da kalkınma daha ne kadar sürdürülebilir? Raporun bu basit ama önemli soruya verdiği cevaplar, geride kalan 40 yılda birer kehanet gibi gerçekleşmeye başladı. Ancak görmeyen gözlere, duymayan kulaklara bu kehanetler hala ulaşamıyor. Neyse ki kendini yarınlardan sorumlu tutan insanlar hâlâ var! Yeşil ekonomi, bir ekolojik sıçrama öngörüyor. Dünyanın biyolojik kapasitesi, insanların büyüme arzularını karşılamıyor. Bugün her insan gelişmiş Batı ülkeleri kadar tüketseydi 3 dünyaya daha ihtiyacımız olurdu. Bu tüketim toplumu hala sürdürülebilir mi? Sorular bitmiyor: Yeşil ekonomi bir çıkış yolu mu? Yoksa yeni bir ütopya mı? Kapitalizmi yeşile boyamak mı? Yoksa kapitalizmden çıkış için gereken ekonomik dönüşümün başlangıcı mı? İhtiyaçlarımızın ne kadarı gerçek? Mutluluk ekonomisi mümkün mü? Elinizdeki derleme bu soruların cevaplarını ararken Türkiye’de alanında yayımlanan ilk kitaplardan biri olma özelliğini taşıyor. Kitap teoriyi, somut politika önerileriyle birleştiriyor. İTÜ’de öğretim üyesi olan iktisatçı Ahmet Atıl Aşıcı’nın ve yeşil düşünce alanında önde gelen düşünürlerden biri sayılan Fransız iktisatçı Alain Lipietz’in yazıları yeşil ekonomi ve yeşil yeni düzenin teorik ve tarihsel arka planını ele alırken, Avrupa Yeşilleri’nin yeşil ekonomi üzerine hazırladığı yazılar somut, uygulanabilir ve reformcu politik önerilerin içerdiği olanakları gösteriyor. www.ikibin50dergisi.org EKOKÖYLER Sinek Sekiz Yayınları Yazar: Jonathan Dawson, Çeviri: Deniz Dinçel Dünyaya daha az hasar vererek yaşamayı öğrenemez ve iş birliği yerine çatışmayı seçersek daha çok yıkım ile karşılaşacağımız kesindir. Elinizdeki kitap işte bu şansı değerlendirerek başarıya ulaşmış toplulukları ele alıyor. Küresel Ekoköyler Ağı’nın başkanlığını yürütmüş olan yazar Jonathan Dawson, Hindistan’dan Auroville, Senegal’den Mbam ve Faoune, Almanya’dan Sieben Linden, Brezilya’dan Ecoovilla ekoköyleri başta olmak üzere, dünya çapıdan örnekler vererek doğayla dost bir yaşamı seçmiş toplulukların sırlarını anlatıyor. 26 yıl önce, düşman, 26 Nisan 1986 Cuma gece yarısından sonra Ukrayna’nın Kiev kentindeki 30 bin nüfuslu Pripyat kasabası yakınlarındaki Çernobil Atom santralinin 4 numaralı reaktörünü patlattı; bir-iki saat içinde Pripyat’ı ve hızla bütün Ukrayna, Belarus ve Rusya’yı işgal etti. Daha sonra Doğu Avrupa’ya ve 4 Mayıs gece yarısı Türkiye’ye havadan saldırdı ve 5-6 Mayıs 1986’da, yağan yağmurla birlikte özellikle Marmara ve Edirne çevresini ardından Batı ve Doğu Karadeniz’i karadan-havadan işgal etti. Bu kez düşman, işgal biçimi ve süresi daha önce görülmemiş biçimdeydi. İşgalden, en fazla çocuklar, ama en çok da işgalden 0-6 yıl önce doğanlarla, 06 yıl sonra doğacaklar etkilendi. Çünkü işgalci, çocukların derilerine ve akciğerlerine ve anneleri onlara hamile iken tükettikleri “ota, süte, ete/umuda, hürriyete”; açık havada yetişen tüm besinlere, süt ürünlerine ve çaya yıllarca radyasyon yağdırdı. Çocukların kemik iliklerini, tiroid bezlerini ve işgal ettikleri tüm ülkelerin erkekliğini ve kadınlığını yıllarca radyasyon bombardımanına tuttu, hâlâ tutuyor. Ve şimdi bu çocuklar 20-32 yaşında ve işgalin hâlâ sürdüğünü bilmedikleri için düşmanın karargâhını Akkuyu’ya ve Sinop’a kurmasını isteyenleri iktidara getiriyorlar. Ey Çernobil gençliği! Ve sizlerin atom bombası denemeleri kuşağı anne ve babalarınız! Bu kitap, sağlığınızı, çevrenizi ve insan haklarınızı rehin alanların ve sizi radyasyon tutsağı yapanların geçmişte size yaptıklarını ve bundan sonra yapacaklarını görmenizi, bilmenizi, anlamanızı ve onları vicdanlarınızda yargılamayı amaçlamaktadır. İYİLERİN YANINDA Sinek Sekiz Yayınları Yazar: Vandana Shiva Çeviri: Çağrı Ekiz Bu kitap Hintli bir kadının Himalaya’ların eteklerine kurulmuş küçük köyünden çıkıp toplumsal ekoloji konusunda dünyanın en önemli uzmanlarından biri haline gelişini anlatıyor. Bu aynı zamanda bir quantum fizikçisinin, kariyerini bir kenara bırakıp kendini doğduğu topraklara adamasının ve tüm bunların arkasında yatan meselelerin yani doğal kaynakların özelleştirilmesinin, gelişmekte olan ülkelerdeki pazarların liberalleştirilmesinin de hikayesi. Bir modern zaman kahramanının; Vandana Shiva’nın yaşamını, fikirlerini ve doğa için verdiği mücadelelere ilk ağızdan okumak isteyenlere. Ağustos 2012 97 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 98 DUYDUNUZ MU? Kitap sayfalarının sanatsal yolculuğu… Sanatta sürdürülebilirlik ve geri dönüşüm, son günlerde en çok dikkat çeken konulardan. Eski kitapların “yeniden kullanım” macerasını geri dönüşüm tesisinde sonlandırmak istemeyen İngiliz sanatçı Sue Blackwell, eski kitaplardan tasarladığı kağıt heykellerle onlara ikinci bir “yaşama” şansı veriyor/tanıyor. Hikayeler anlatan kitap sayfalarından, bambaşka yeni hikayeler anlatan Blackwell, Londra’daki Royal Collage of Art’ta tekstil eğitimi almış bir sanatçı. Çin’e ait bir “kağıt kesme” sanatı kitabından esinlenen Blackwell, kendi kişisel tekniğini üniversitedeyken geliştiriyor. Blackwell hayret ve melankoli duygularını temsil etmek için kağıdın kısa ömürlü, geçici ve mütevazi özelliklerini kullanıyor. Eski kitapların sayfalarını keserek “Son tekboynuz” “Oduncunun kulübesi” “Ormandaki kız” gibi başlıklarda olduğu gibi peri masallarından ve halk hikayelerinden esinlenen eşsiz mekanlar yaratıyor. Sanatçının eserlerine bir göz atmak aynı zamanda sınırlı sayıda üretilen bu çevre dostu sanat ürünlerinden edinmek isteyenler, Blackwell’in http://www.sublackwell.co.uk/ adresine buyurabilirler… İlk yeşil adımınızı ne zaman atacaksınız... Bilindiği gibi ayakkabı tüketimi, artık ihtiyacın da ötesinde, bir modayı takip etme biçimi. Yapılan bir araştırmaya göre 2011 yılında Amerika’da çöpe giden ayakkabı sayısı 300 milyon çiftten fazla. “Dost başa düşman ayağa bakar” deyimini pek umursamıyor olsak da, çevre dostu olduğumuzu “dosta düşmana “ göstermenin tam sırası, çünkü dünyanın ilk %100 geridönüştürülebilir ve sıfır atık üreten spor ayakkabısı üretildi. Amerika doğumlu firma REMYXX’nin ürettiği spor ayakkabılar, geridönüşümün önemini “ayaklardan” başlayarak vurguluyor. Tüm REMYXX spor ayakkabılar, yaşam döngüsünü tamamladığında, ayakkabıyı oluşturan tüm parçalar, yeni bir çift ayakkabıya dönüşmek üzere bir döngü sağlıyor. Amerika’da yoğun ilgi ile karşılanan ve moda ikonu Perez Hilton’un bile blogunda kendine yer edinmiş özel karışım plastik ve keten kumaş gibi malzemelerden üretilen bu çevre dostu ayakkabılar, sürdürülebilir geleceğe 98 Ağustos 2012 “ekolojik moda” penceresinden bakmamızı sağlıyor. Aynı zamanda ayakkabının üst ve arka kısmında bulunan “recycling/geridönüşüm” simgesi ile de , insanlara aynı zamanda sürdürlebilirliğe giden ilk yeşil adımı attığınızı göstermek mümkün. REMYXX’nin tasarlayıp üretimine başladığı bu ekolojik ve %100 geridönüştürülebilir ayakkabılar, en çok tüketilen moda endüstrisi ürünlerinden biri olarak umarız tüm ayakkabı sektörüne de ışık tutar. http://www.remyxxsneakers.com Suyu yeniden düşünün... Pet şişe ve içme suyu ilişkisi arasında o ayrılmaz bağ artık kopma noktasında. Öyle ki dünyada ve Türkiye’de içme suyu sağlayan firmaların “cam şişe” su üretimine (artan satış fiyatına sahip olsa da) geçmeye başladıkları gözden kaçmıyor. Pet şişelerde bulunan Bisphenol A (BPA) maddesinin göğüs kanserinden düşük sperm sayısına, diyabetten prostat kanserine kadar pek çok hastalığa neden olduğunu açıklayan bilim insanları, BPA’nın suya sızarak bu tehlikelere yol açtığına dikkat çekiyor. Plastik şişelerin insan sağlığına zararı boyutunun yanı sıra, her yıl tüketilen milyonlarca plastik şişe çevre için de tehlike yaratıyor. İskandinav tasarım ürünü Retap, işte bu noktada karşımıza çıkıyor. Temiz musluk suyu ve cam şişede su tüketimini teşvik eden Retap cam su şişeleri, 300 ve 500 ml’lik boyutlarıyla hem sağlığı koruyor, hem de sürdürülebilirliğe katkı sağlıyor. Firma yetkilileri, ürünün çıkış hikayesini ise şu sözlerle anlatıyor: “Retap fikri ilk önce okyanuslardaki plastik şişelerin yol açtığı “plastik adalar” ile ilgili yazılar okuduktan sonra ortaya çıktı. 2009 yılında Kopenhag’da düzenlenen iklim buluşması ile birlikte şişe suyunun çevrede yarattığı negatif etki hakkında daha çok bilgilendik. Bir şeyler yapılması gerektiğini hissettik ve böylece özellikle musluk suyu içmek için bir ürün tasarlamayı kafamıza koyduk” Yeniden kullanıma uygun Retap şişeleri, gerek tasarımı gerekse üretim şekliyle dikkat çekiyor. Borisilikat camdan üretilen ve BPA içermeyen Retap şişeler, bakteri çoğalmasını engelleyen pürüzsüz bir yüzeye sahip. İskandinav tasarımının inceliğini de barındıran Retap şişeler, aynı zamanda 2011 yılı Red Dot Tasarım Ödülü sahibi olmasıyla da dikkat çekiyor. Şişe ve kapakları bulaşık makinesinde yıkanmaya elverişli olan Retap su şişeleri, yeniden kullanım imkanı sağlaması, BPA içermemesi ve özellikle bireylerden kurumlara kadar herkesin sağlık ve çevre dostu bir yaklaşımla su tüketimini “yeniden” düşünmesini sağlıyor. http://www.retap.dk/home ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 99 En çevreci moda burada! Sabancı Üniversitesi, kadın işsizliğinden çevrenin korunmasına kadar çok farklı iki amaca hizmet eden ve Türkiye’nin iki önemli toplumsal sorununa çözüm üretmeyi amaçlayan toplum merkezli bu projeye destek olmaya karar verdiler. Sponsorlarının iş ve sürdürülebilirlik hedefleri ile tam uyum sağlarken, önemli sorunlara anlamlı çözümler üretmeyi hedefleyen Çöp(m)adam projesi ile, Unilever Türkiye ve Sabancı Üniversitesi, son iki yıldır dünyamiza daha etkin katkı sağlamak için güçlerini birleştirmiş durumda. Türkiye’de kadın istihdamının ve geri dönüşümün önemi üzerinde denemeler yaparak Ayvalık’ta yerel bir kalkınma projesi olarak hayata geçirilen “çöp (m) adam” projesi, ambalaj atıklarını yaratıcı, farklı, estetik ve benzersiz şekilde kullanıp, satışa sunuyor. Unilever Türkiye ana sponsorluğu ve Sabancı Üniversitesi desteğiyle hayata geçirilen proje kapsamında ambalaj atıklarından çanta ve cüzdan gibi ürünler tasarlanıyor. Tamamen atık malzemeden ve hayatları boyunca düzenli geliri olmamış ev kadınları tarafından üretilen ürünler tek ve sahibine özel olmasıyla dikkatleri üzerine çekiyor. Çöp(m)adam logosu taşıyan her ürününün içerisinde, projeyi anlatan ve o ürünün kimin tarafından yapıldığını belirten bir karne bulunuyor. Bu karne aynı zamanda ürünün tasarımcısı ve yaratıcısının size özel imzaladığı bir sertifika niteliği taşıyor. Tüketim kültürünün baş tacı “moda” sektöründe sürdürülebilirlik tartışmaları ve çalışmaları devam ederken karşımıza çıkan çöp (m)adam ürünleri, modayı takip ederken çevresel duyarlılığı da es geçmememizi sağlıyor. Hem geri dönüşüm ve çevrenin korunmasında bir adım atmak hem de kadın istihdamını desteklemek için iyi bir sebep sunan projenin internet sitesinde yer alan ifadeler, çöp (m) adam ürünlerine sahip çıkmak için yeterli görünüyor: “Biz sadece ürün satmıyoruz, dünyanın geleceği için pozitif etkiye sahip olan bir değer katıyoruz. Adil ticaret yapıyoruz. Bizim amacımız, mevcut ticari ortamda olduğunun aksine çalışanları ve çevreyi istismar etmeden yüksek kaliteli ürün üretmek.” Balıkesir Ayvalık ve Diyarbakır’daki üretim atölyelerinde üretilen çöp(m)adam ürünlerine ayrıca Morhipo ve WWF/Panda Dükkan online alışveriş sitelerinden ulaşabilirsiniz. Değerli olanın ne olduğunu sorgularken, Türkiye’de kadın istihdamının ve geri dönüşümün önemi üzerinde denemeler yaparak Ayvalık’ta yerel bir kalkınma projesi olarak hayata geçirilen “Çöp(m)adam”, ambalaj atıklarını yaratıcı, farklı, estetik ve benzersiz şekilde kullanıp, satışa sunmayı hedefliyor. Bir köyün atığı sanata dönüşürse Hollandalı sanatçı Florentin Hofman, birbirinden ilginç projeleriyle adından sıkça söz ettiren bir isim. Hofman’ın dev heykelleri, herhangi bir kentte aniden karşınıza çıkabilir... Bunlardan biri de, Hollanda’nın Leens köyünü 2003 yılından beri gözetleyen bu dev kırmızı köpek. Köpeğin adı Max. Patates kasası, saman, halat ve metal kablo gibi tamamen bölgedeki atık malzemelerden üretilen dev heykel Max, parlak kırmızı folyoyla kaplanarak hava koşullarına dayanıklı hale getirilmiş. Hofman’ın Leens kasabasının gençleri ile birlikte 2 ayda inşa ettiği dev köpek Max, şimdiden köyün kültürel mirası arasındaki yerini aldı. Samandan parmak arası terliğe kadar pek çok malzemeyi sanata dönüştüren Hofman’ın diğer “dev” projeleri, http://www.florentijnhofman.nl adresinde görülebilir. Günlük hayatımızda sürekli kullandığımız ürünlerin hiç düşünmeden çöpe attığımız ambalajlarından, hayatları boyunca düzenli gelire sahip olmamış kadınlar tarafından üretilen çöp(m)adam ürünlerini hepsi özgün ve benzersiz bir tasarıma sahip olup, üreten çöp(m)adam tarafından imzalanmıştır. Bu yazıyı okumak için geçireceğiniz 10 dakika içerisinde dünya çapında 5.000.000 ton çöp üretiliyor olacak. Konu çevrenin korunmasına gelince, bizim için dünyamız ile sürdürülebilir şekilde yaşamaktan daha önemli hiçbirşey yok. Biri iş hayatında, diğeri akademik camiada, her zaman sosyal sorumluluk ilkeleri çerçevesinde hareket eden Unilever Türkiye A.Ş. ve Ağustos 2012 99 ikibinelli2_6_Layout 1 11/20/12 10:00 AM Page 100 Gelecekten sorumlu olanların dergisi 100 Ağustos 2012 Reklam rezervasyon ve proje paylaşımı için; 0216 291 2520 numaralı telefondan yada bilgi@ikibin50dergisi.org adresinden bizimle irtibata geçiniz. www.ikibin50dergisi.org