HF110 - Hayatım Futbol

Transcription

HF110 - Hayatım Futbol
27ARALI
K2
01
3-SAYI
1
1
0
BİRİ BİTER, BİRİ BAŞLAR
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editörler
Emre Çelik
Rafet Baran Eryılmaz
Yazarlar
Emre Özcan
Güner Çalış
İsmail Şayan
Mustafa Demirtaş
Orhan Uluca
Salih Demirci
Uğur Karakullukçu
İyisiyle kötüsüyle bir seneyi daha geride bıraktık. Fenerbahçe ve
Galatasaray’ın Avrupa arenasındaki başarıları, Galatasaray’ın Terim
yönetiminde üst üste ikinci şampiyonluğu, akabinde Terim-Aysal
krizi, sadece düzenlemekle kaldığımız U20 Dünya Kupası gibi seneye
damga vuranlar olarak öne çıktı. Avrupa’da ise Bayern Münih’in
hegemonyası ve Sir Alex’in vedası tarih sayfalarındaki yerlerini
aldılar. Bizler ise bu sayıda, yıla her açıdan damga vuran olayları,
oyuncuları ve takımları sıraladık.
Seneye damga vuran olayların yanı sıra şimdiden ufak çaplı bir kaosa
sebebiyet veren Tarık Çamdal kimdir sorunu sizlerle paylaştık. Çok
kısa bir sürede Beşiktaş’ın unutulmazları arasına girmeyi başaran
İlhan Mansız ve San Marino’nun çoktan unutulan yıldız adayı Marco
Macina’yı hatırlatarak maziye daldık. Bütün bunların dışında da
kendimizden bir parça, Flying Dutchman’in bütün dergiyi bir araya
getirdiği artık klasikleşen gece de sayfalarımızdaki yerini aldı.
Mutlu yıllar,
Emre Çelik
iletisim@hayatimfutbol.com
team@mobilike.com
#110 BU SAYIDA
YILIN ENLERi
Türkiye’nin en iyileri, en kötüleri, sürprizleri
Avrupa’nın en iyileri, en kötüleri, sürprizleri
Yıla damga vuran transferler
Skibbe Getirdi, Sağlam Pişirdi
Transferiyle olay olan Tarık Çamdal beklentileri karşılar mı?
Marco Macina
Kötü şakalardan arınmış alternatif bir San Marino hikayesi
Unutulmaz: İlhan Mansız
Ondan sonra Beşiktaş’ta ne kral çıktı ne de 20 golü geçen
Maç Bahane
Varol Döken bu kez yılın mekanında yılın buluşmasını yazdı
Yılın Enleri
HF110
TÜRKiYE’DE
YILIN ENLERi
Yılın Futbolcusu: Didier Drogba
İstanbul’a adım attığında tarihin en sükseli
transferlerinden biriydi ancak bir senesi geride kalmak
üzereyken ortaya koydukları bir doz sansasyondan daha
fazlası oldu. Geliş amacına uygun olarak Schalke 04’ün
geçilip Real Madrid’e Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali’nde
kafa tutulmasını sağlarken, kadro dengesi bozulan takımı
bir arada tutup Galatasaray’ın Avrupa Ligi’nde yarı finali
görmüş bir Fenerbahçe’nin önünde şampiyon olmasına
büyük katkı sağladı. Bu sezon da Şampiyonlar Ligi’nde
takımının Real Madrid ve Juventuslu gruptan çıkmasını
sağlayan isimlerden biri olan Drogba yılın en başarılı
isimlerinden.
Yılın Takımı: Galatasaray
Bundan 3 sene önce gerçek anlamda dibi gören takımın
üst üste iki sene şampiyonluk yaşamasının dışında Türkiye
tarihinde Şampiyonlar Ligi’nde üst üste iki sezon gruptan
çıkma başarısını gösteren tek takım haline dönüşmesi
yeterince etkileyici bir hikayeyken bu serüvenin önemli bir
bölümünü oluşturan 2013’te Galatasaray’dan başka bir
takım seçmek haliyle mümkün olmadı. Lige kötü başlamış
olabilirler ama hoca değişikliğiyle birlikte bu geriye gidişe
hakları var.
Yılın Teknik Direktörü: Fatih Terim
46 puanla lig bitiren bir takımı bir sezon sonra
şampiyonluğa götürüp ertesi sezon 6 yıl boyunca
Şampiyonlar Ligi’nden uzak kalmış Galatasaray’a çeyrek
final oynatan Fatih Terim, Galatasaray için başarı garantisi
olduğunu bir kez daha gösterdi. Ünal Aysal’la yaşadığı
problemler nedeniyle kulüpten ayrılması bir yana milli
takımla imkansız bir görevi başarmanın kıyısına gelmesi
de onun bu yıl diğer tüm meslektaşlarından birkaç adım
öne çıkmasını sağladı. Terim, en iyi Türk teknik direktör
sıfatını bir süre daha taşıyacak gibi görünüyor.
Yılın Çıkış Yapan Futbolcusu: Caner Erkin
Manisa’daki çıkışının sonrası sönmüştü. RusyaGalatasaray-Rusya rotasından kesin dönüş Fenerbahçe
ile oldu. Sol bekteyse bilmişlerin satırları zaten hazırdı:
“Caner’den sol bek olmaz!” Liverpool ve İspanya’nın sol
açığının 30’undan sonra sol bek oynamayı öğrenmeye
gösterdiği çaba büyük ders. Bundan ne derece etkilendi
bilinmez ama Caner geçen sezonun ikinci yarısında
Kocaman’la genelde sol önde başlattığı çıkışı yeni sezonda
Yanal’la da devam ettirdi. Açık ara ligin en başarılı sol
beki. Ve 2012 performansı ile 2013 performansı arasına en
büyük farkı koyan oyuncu oldu.
Yılın Genç Yeteneği: Oğuzhan Özyakup
Aslında o, klasik tabirle ‘genç yetenek’ olma durumunu
çoktan aştı. Oğuzhan Özyakup, Beşiktaş’ın yaşı da
oldukça genç olan gerçek bir yıldızı. Çünkü o sahadayken,
Beşiktaş’ın resmi tamamen değişiyor. Orta sahadan çıkan
toplar, yakalanan gol pozisyonları daha çok akıl ürünü
kaynaklı olabiliyor. Topu almadan önce ne yapacağına karar
veriyor olması, onun en büyük farkı. Ve o kararı sahada
uygulayabilmesi için yeteneklerinden cevap alabiliyor.
Oğuzhan, yarattığı etkiyle bu kategoride neredeyse
rakipsiz...
Yılın Olayı: Terim-Aysal gerginliği
Fatih Terim ile Ünal Aysal’ın ilişkilerinden bir gerginlik
hep vardı ancak ülke gündemini meşgul edecek kadar
şiddetli bir boşanma süreci yaşayacaklarını kimse tahmin
etmemişti. Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final görmüş,
şampiyonluk serisi yakalamış, kulüp efsanesi bir hocanın
Eylül ayında işinden olması alışılageldik bir durum değil.
Yıpranmış ilişkilerin bu düzeyde gürültü çıkaran, ağır bir
ayrılığa yol açması Türk futbolunda sezonun en önemli
kırılmasını yarattı.
Yılın Tenekesi: Batuhan Karadeniz
Yeniden Beşiktaş’a dönüşü ile film zaten başa sarmıştı,
fakat Batuhan’dan umudu kesmeyen birileri her zaman
var. Bu kez onun üzerine bahis oynayan Trabzonspor
olurken sonuç değişmedi. Kadro dışı kalan 1991 doğumlu
santrfor, asla sürprize mahal vermeyerek kendisi hakkında
kesin yargı koyanları bir kez daha yanıltmadı. Geçmiş güzel
tecrübelerden yolan çıkarak yeni bir Burak Yılmaz hayali
kuran Trabzonspor ise malumu bir kez daha ilan etti:
Buradan köye yol olur, Batuhan’dan olmazmış.
Yılın Hakemi: Halis Özkahya
Halis Özkahya mı? Şu maçta bunları yapan hakem yılın
hakemi olabilir mi allasen? Peki, ey okuyucu sen söyle; kim
olsun yılın hakemi? Sen her kimi söylersen ben de onun
‘katlettiği’ bir maçı öne sürerim; ödeşiriz. Aksi ise mümkün
değil, üzerinde uzlaşılmış bir ‘iyi hakem’ henüz rast gelmedi.
Futbolun en prestijli maçlarını yönetebilecek klasmandaki
Cüneyt Çakır için de aynı şeyler geçerliyken bilhassa geçen
sezonun ikinci yarısında öne çıkan Halis Özkahya, bizim için
yılın hakemi oldu.
Yılın Demeci: Arveladze’nin her röportajı
Türkiye’de teknik direktörlük kariyerinin 4. sezonunu
geçiren Şota Arveladze, futbol oynarken ayaklarına
hükmettirdiği kıvrak zekasını bu kez Kasımpaşa takımında
ve basın toplantılarında sergiliyor. Verdiği her röportajda
mutlaka insanların gülebileceği bir şeyler söyleyebilen
Arveladze, kesinlikle düşündürmeyi de başarıyor.
Muhabirlerin hoş olmayan sorularına birçok teknik adam
sert çıkışla karşılık verirken Gürcü Hoca en moralsiz
halinde bile gayet sakin karşılayıp verdiği cevaplarla hem
güldürüyor hem de üzerine bolca düşünmemizi sağlıyor.
Yılın Çıkış Yapan Takımı: Akhisar Belediyespor
Geçtiğimiz sezonun ilk maçını kazandıkları zaman
teknik direktör Hamza Hamzaoğlu, “İyi oynamadık
ama kazandık.” demeciyle başladı. İlk devre boyunca iyi
oynadıkları pek çok maçı bitirici forvet eksikliği nedeniyle
kaybederken futbol camiasının ortak algısı düşmesi
neredeyse kesin olan takım Akhisar Belediyespor olmuştu.
Ne geleceğini riske sokup borçlanarak transfer yaptılar ne
de puan almak için ‘Çanakkale Geçilmez’e başvurdular.
İyi oyunlarını sürdürüp Gekas transferi ile sonuca giderek
harika bir çıkış yakalayıp ligde kalırken Türkiye’nin en
büyüğünden en küçüğüne bütün takımlarına saha içi ve
dışı örnek olmayı başararak en büyük alkışı onlar topladı.
Yılın kaybedeni: Fenerbahçe
Geçen sezon Türk futbol tarihinin bir sezonda en
fazla maça çıkan takımı olan Fenerbahçe 3 kulvarı da
sonuna kadar umutla zorlarken, bilhassa sona doğru
maç yoğunluğuyla gelen sakatlıklar ve cezalılar takımın
Mayıs’ta nefesini darlaştırınca sadece Türkiye Kupası
kazanılabildi. Avrupa Ligi’nde oynadığı biri seyircisiz
maçtan kaynaklanan 2 seyircisiz maç var! Yeni sezonda
da TFF Başkanı “o iş bitti” diye böbürlenip teşekkür
beklediğini söylerken UEFA’dan gelen 2 yıllık ceza ayrı
darbe… Sarı-lacivertliler şu an mutlu ve lider ama
beklenen bir Yargıtay kararı var.
Yılın Enleri
HF110
AVRUPA’DA YILIN ENLERi
Yılın Futbolcusu: Franck Ribery
Bayern Münih’in tarihi sezonunun yıldızı hiç şüphe yok ki Franck
Ribery oldu. Kritik noktalarda ve önemi yüksek büyük maçlarda
attığı goller ve asistten ziyade çizgiye inip çarptırarak attırdığı
gollerle dikkatleri çekti. Geçtiğimiz sezon ligde çift basamaklı
gol ve asist sayısına ulaşan Fransız yıldız, ülkesinin Dünya
Kupası’na katılımında da önemli rol oynadı. Kazanılan beş kupada
istikrarlı yıldız performansıyla fark yarattı. Golleri, asistleri ve
durdurulamaz kenar aksiyonlarının yanı sıra tüm takımı etkileyen
yılmaz, savaşçı ve pes etmeyen saha içi karakteri sürekli ‘kazanan’
Bayern Münih yaratımında başrolü oynadı. 2013 yılının en yetenekli
futbolcusunun kim olduğu tartışılır belki ama en iyi performansı
gösteren oyuncunun Ribery olduğu tartışılmaz.
Yılın Takımı: Bayern Münih
2013 yılı içerisinde Almanya Süper Kupası hariç muhtemel bütün kupaları kaldıran Bayern Münih,
rekorları alt üst eden tarihi bir performans sergiledi. 2013 yılının Şampiyonlar Ligi’ni ve Lig Kupası’nı
kaldırması bir yana, bir yıl boyunca ligde yenilgi yüzü görmezken evindeki bütün maçları kazanarak
toplamda 41 maçlık yenilgisizlik serisiyle Hamburg’un rekorunu da kırıp ligde yine rekor kıracak
şekilde haftalar öncesinden şampiyonluğunu ilan etti. İlk defa bir Alman takımı, üç kupayı da aynı yıl
müzesine götürürken 2013 yılında alınması muhtemel 99 puanın 93’ünü alarak rekorlarına bir yenisini
daha ekledi. Son olarak müzesinde eksik olan FIFA Dünya Kulüpler Kupası’nı da Fas’ta kazanan
Bayern Münih, tarihinin ‘daha iyisi olamayacak’ şekilde en iyi sezonunu yaşadı.
Yılın Teknik Direktörü: Diego Simeone
2011’de şaşalı günlerini mumla arayan Atleti’de tribünler,
Manzano’nun yerine Aragones’i istese de yönetimin
tercihi Simeone olmuştu. Arjantinli, hoca olarak Avrupa’ya
ilk defa geliyordu, görece tecrübesizdi ama eldeki isimlerle
1,5 yılda Avrupa’nın en iyi takım savunması yapan
ekiplerinden birini yarattı. Falcao gidince “Acaba?” dense
de ‘sistem’ takır takır işlemeye devam etti. Heynckes,
Bayern ile Avrupa’ya damga vursa da Simeone, kaostan
yarattıkları ve La Liga’daki ‘iki takımlı lig’ algısını kırdığı için
ödülü bizce hak ediyor.
Yılın Çıkış Yapan Futbolcusu: Aaron Ramsey
Mesut Özil’in varlığı tüm Arsenal takımını bir tık yukarı
çıkardı, ama Aaron Ramsey başka. Genellikle orta sahada
pozisyon alan iki merkez oyuncusunun biri olan Galli
futbolcu, bu sezonun Christmas fikstürüne dek çıktığı
16 lig maçında 8 gol attı ve 6 asist yaptı. Top tekniği ve
oyun bilgisi ile Avrupa’nın en iyilerinden biri olan Ramsey,
sonbaharda müthiş bir çıkış gösteren Arsenal’in itici gücü
oldu. Üstelik tüm bunları futbol sahasında yaşanabilecek
en ağır sakatlıklardan biri atlatarak başardı.
Yılın Genç Yeteneği: Paul Pogba
İki sezon önce Bosman’la Manchester United’dan ayrılıp
Juventus’a transfer olan Pogba’nın Alex Ferguson ve eski
kulübü hakkındaki açıklamaları pek hoş karşılanmamıştı.
Ama Juventus’ta çok çabuk bir şekilde ana rotasyonun bir
parçası haline gelen Pogba, Pique’den sonra bir kez daha
Ferguson’u haksız çıkaran isim oldu. U-20 Dünya Kupası’nın
MVP’si, Andrea Pirlo’nun sözleşmesinin bitiminden endişe
duymayan bir Juventus ortaya çıkardı ki bu durum tek başına
onun önemini ortaya koyuyor.
Yılın Olayı: Alex Ferguson’un emekliliği
Tam 27 yıl sonra Manchester United’ın kulübesinde başka
bir hoca göründü, çünkü yarım asrı deviren Alex Ferguson
emekli olmak istedi. Futbolun en güçlü adamlarından biri
olarak ancak kendi isteğiyle ayrılacağı koltuğunu bırakmak
için doğru zamanın geldiğine kanaat getirdi ve işini David
Moyes’a devretti. Miras olarak kulübün kazancına göre
çok düşük maaş alan bir oyuncu grubu, her sene kar
eden bir kulüp ve 13’ü Premier League şampiyonluğu,
2’si Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu olmak üzere 38 kupa
bıraktı.
Yılın Tenekesi: Milan
Geçtiğimiz sezona da çok kötü girdikten sonra yeni yılla
birlikte durumu toparlayan ve Şampiyonlar Ligi biletini
alan Milan’ın bu sezonun başında tam anlamıyla dibe
vuruşu aslında Allegri sorunundan çok daha ötede. Zlatan
Ibrahimovic ve Thiago Silva’nın takımdan ayrılmasıyla
ortaya çıkan mecburi vasatlaşma ekonomik yönden çok
zorlanan kulübün önünde büyük bir problem. Kısa vadede
iyiye gitme şansları yok ve Galliani’nin de açıkladığı gibi
belki de Milan’ın geleceği altyapıda.
Yılın sürprizi: Bosna - Hersek
Zaten küçük bir ülkeydi. İç savaştan sonra herkes bir tarafa
dağılmıştı. Onları tekrar bir araya getiren unsurların en
başı, Bosna-Hersek Milli Takımı oldu ve elbette ki Dünya
Kupası yolu. Çok iyi oyunculara sahip olsalar da onların
Brezilya biletini peşinen alacağını kimse beklemiyordu. Bu
yaz, Bosna halkı bir rüya yaşayacak. Ve o rüyayı yerinde
görmek isteyen birçok insanın evini satıp, Brezilya’ya
gitmek istediği söyleniyor. Galiba onları farklı yapan ve
Dünya Kupası’nda da en dikkat edilecek özellikleri bunlar
olacak: Tutku ve inanmışlık!
Yılın kaybedeni: Benfica
Yolu Türkiye’den de geçen ve Fenerbahçe’yi kıran kırana bir
turun sonucunda eleyip Avrupa Ligi finaline çıkan Benfica,
ahını aldığı Fenerbahçelilerin gazabına uğradı denebilir.
Fenerbahçe ile oynadıktan sonra önce Porto’ya 93’inci
dakikada yediği golle şampiyonluğu veren Benfica, Avrupa
Ligi ve Portekiz Kupası finallerini de son dakikalarda yediği
gollerle kaybederek destansı bir sezonu çöpe atıp tarihi
bir hayal kırıklığı yaşadı. Yılın ikinci yarısına da iyi girmeyip
Şampiyonlar Ligi gruplarından elenen Benfica için 2013 tam
bir kabustu.
Emre Çelik
Yılın Enleri
HF110
SENEYE DAMGA
VURAN TRANSFERLER
Avrupa’da liglerin dengelerini alt üst eden bu üç adamın yeni takımlarına yaptıkları
katkıyı mercek altına aldık.
Futbolu keyifli kılan faktörlerden biri, belki de
en büyüğü hiç şüphesiz transferler. Sezonlara
ara verildiği anlarda kulüplerin bir oyuncu için
kapışması, bazı transferlerin gündeme tek başına
aylarca damga vurması, ödenen çılgın meblağlar,
transferlerle yapılan reklam anlaşmaları, oyuncu
lansmanları bazen o denli öne çıkıyor ki tek bir
transfer bile futbolun önüne geçiyor. Geride
bıraktığımız sene içerisinde bu tip üç transfere
şahit olduk: Gareth Bale, Neymar ve Mesut Özil
Neymar
(Sao Paulo’dan Barcelona’ya)
Brezilya medyasının da abartısıyla ilk defa 2010’un
sonlarında “Pele’nin son vârisi” olarak, gösterilen
Neymar, yaklaşık 2,5 sene boyunca Real Madrid’e
gidecek yoksa Barcelona’ya mı gidecek sorusunu
sordurup, ortalığı yeterince birbirine kattıktan
sonra olaylı bir şekilde - sponsoru Nike’ın da
etkisiyle - Barcelona’yı tercih etti. Fakat transferin
ardından yaşananlar da en az transfer kadar
konuşuldu. Önce Barça cephesi, Real Madrid’in son
dakikada astronomik ve rekor bir teklifle Neymar’ı
ikna etmeye çalıştığını ama başarılı olamadığını
açıkladı. Doğal olarak Florentino Perez bu iddiaları
yalanlayıp Neymar için devreye bile girmedik dese
de Neymar’ın ailesinden gelen “Real Madrid daha
fazla para verdi ama dünyanın en iyisini seçtik”
açıklaması hem Perez’i yalancı çıkardı, hem de Real
Madrid’in bu transferi gölgede bırakmak adına
Gareth Bale transferine ağırlık vermesine yol açtı.
Neymar, sadece Real Madrid-Barcelona ekseninde
değil, Avrupa’ya uyum sağlayıp sağlayamayacağı
konusunda da fazlasıyla tartışıldı. Kimi onun pas
oyunu temelli tiki-taka’ya adapte olamayacak
kadar bencil olduğunu iddia etti, kimileri ‘yeni
Robinho’ benzetmesiyle birlikte abartıldığını öne
sürdü. Cruyff da dahil kimileri Messi ile birlikte
olmayacağını belirtti, kimi ise Neymar’ın en az
Romario ve Ronaldinho gibi Barcelona’ya katkı
vereceğini iddia etti. Transferiyle dünyanın en çok
konuşulan oyuncularından biri olan Neymar, hâl
böyle olunca da sezon başından itibaren mercekle
takip edildi. “Bu geminin kaptanı Messi.” diyerek
adaptasyon için elinden geleni yapacağını gösteren
Neymar, Martino tarafından ilk 11’e kademe
kademe monte edildi. Sezon başında bocalasa
da özellikle Messi’nin sakatlığının ardından ana
sahneye çıkıp takımını taşıyan isimlerin başında
gelen Neymar, şimdilik gördüğü ilgiyi hak ettiğini
kanıtlama yolunda ilerliyor.
Gareth Bale
(Tottenham’dan Real Madrid’e)
Geçtiğimiz sezon sergilediği performansla Tottenham’ı tek başına sırtlayıp
Premier Lig’de Sezonun En İyi Oyuncusu seçilen Gareth Bale’in
Tottenham’dan kopmasına kesin gözüyle bakılıyordu ve
öyle de oldu. Neymar’ı ezeli rakibi Barcelona’ya kaptıran
Florentino Perez, tıpkı geçen sezon Modric transferinde
olduğu gibi biraz geç kalsa da, bir futbolcu için ödenen
en yüksek miktarı kulübün kasasından çıkardı ve
kendi dönemindeki ikinci los Galacticos’a en değerli
parçayı kattı. Fakat tıpkı Neymar’da olduğu gibi Bale’in
transferinin ardından da “Acaba Ronaldo ile uyum
sağlayabilecek mi, La Liga’ya adapte olabilecek
mi ve bir takımda iki yıldız nasıl anlaşacak?”
gibi onlarca soru soruldu. Kulübün
transferin hemen ardından yaptığı ve
hiç kimsenin inanmadığı “Bale’e
100 milyon avro ödemedik.
Dünyanın en pahalısı
Ronaldo.” açıklaması da
bu merakları daha da
artırdı ve zaten fazlasıyla
konuşulan transferin
iyice gündeme oturmasını
sağladı. Fakat Bale de tıpkı
Neymar gibi zekice bir
açıklamayla “Burada patron Cristiano Ronaldo.
Dünyanın en iyi oyuncusu o.” diyerek Real Madrid’e
gelirken takıma faydalı olabilmek için egolarından
sıyrıldığı yönünde konuştu.
Neymar gibi İspanyol medyasının mercekle üzerine
eğildiği Bale ise Brezilyalının aksine sezon başında
daha büyük sansasyon yarattı ama bunun sebebi
oynadığı futboldan ziyade sakatlığı oldu. Menisküs
sakatlığından dolayı sezona geç giren Bale, hemen
ardından bağlarından sakatlandı; İspanya medyası
da doğal olarak “kronik sakatlığı var” damgasını
yapıştırdı. Real bu iddiaları reddetse de Bale’in
oynamadığı her bir maç ayrı bir olay oldu. Fakat bütün bu iddialara
rağmen Galli yıldız son derece iyi bir futbolla sahalara döndü. İçlerinde
Galatasaray maçının da bulunduğu, Sevilla galibiyetiyle başlayıp Valladolid
galibiyetine kadar devam eden süreçte bütün iddiaları unutturdu ama
tekrar sakatlanmasıyla birlikte istikrarsızlığı tekrar gündeme geldi. Şurası bir
gerçek ki Bale henüz istenen seviyede değil ama toparlanırsa performansıyla
toparlanmazsa da istikrarsızlığıyla gündemi uzunca bir süre daha meşgul
edecek.
Mesut Özil
(Real Madrid’den Arsenal’e)
Real Madrid’in takım içi kavgalarla, hoca-oyuncu
atışmalarıyla, Barcelona ve Atletico Madrid’in
kupayla kapattığı sezonu eli boş bitirmesiyle son
derece çalkantılı geçirdiği 2012-13 sezonunun
ardından yönetim ile Mourinho anlaşarak yolları
ayırınca herkes artık sakin bir Real Madrid
bekliyordu. Fakat Carlo Ancelotti, ilk olarak 201213 sezonunda Deportivo maçında devre arası
oyundan alınmasının ardından “Sahada olmazsam
olmaz” mesajını veren Mesut Özil’i planlarında
düşünmediğini açıklayınca ortalık bir anda tekrar
karıştı. Mesut Özil’in transferin son günü, hatta
son saatlerinde de beklenmedik bir biçimde
Arsenal’in yolunu tutması ve ardından iki takımda
bıraktığı etkiyle yaz transfer dönemine ve hatta bu
sezona damga vurmayı başardı.
Real Madrid’de Ancelotti önce “Bale alındığı için
Mesut’u sattı. Performansa göre değil.” iddiasıyla
karşılaştı. Ardından Real cephesinden gelen
Mesut’un ‘kadın düşkünlüğü iddiası’ gönderme
damga vurdu. Mesut ise en iyi cevabı sahada
vererek yıllardır kupa alamayan, daha da kötüsü
inançsız bir takıma dönüşmeye başlayan Arsenal
camiasındaki havayı tek başına değiştirerek
kulübünü kazanan ve şampiyonluğa oynayan
bir ekibe dönüştürdü. Etrafındaki isimlerin de
kalitesini en az birer seviye yukarı çekti. Real
Madrid ise Mesut’un yerini bir türlü dolduramadı.
Ancelotti, ‘oynatan’ Mesut yerini ‘oynayan’ Isco’yla
kapatma girişiminde başarısız oldu. Dahası
Mesut’un gidişinin ardından sürekli bir biçimde
“Di Maria forma için savaştı ama Mesut bunu
göze alamadı” diyen Ancelotti’nin açıklamalarının
üzerine Arjantinlinin devre arasında ayrılacağı
iddiası da Mesut transferinin sürekli gündeme
gelmesine yol açtı. Gerçekleştiği günden bu yana
hem La Liga’yı hem de Premier Lig’i doğrudan
etkileyen Mesut transferi ve etkileri, görünene
göre uzunca bir süre daha konuşulmaya devam
edecek.
Rafet B. Eryılmaz
Büyüteç
HF110
SKIBBE GETiRDi
SAĞLAM PiŞiRDi
Eskişehirspor’da bu sezon ortaya koyduğu performansla ligin en çok konuşulan
isimlerinden biri olan Tarık Çamdal, kariyerinde büyük bir adım atmaya hazırlanıyor...
Türk takımlarının gurbetçi oyuncuları transfer
ederken çok da bilinçli hareket ettiklerini söylemek
mümkün değil. 2011 yazında Michael Skibbe
yönetiminde sezona hazırlanan Eskişehirspor, Tarık
Çamdal’ı kadrosuna kattığında çoğu futbolsever
bu oyuncuyu pek tanımıyordu. Gözler Dede başta
olmak üzere şöhretli yabancılara çevrilmişti.
Hiç kimse iki sezon sonra 91’li Tarık’ın Dede’nin
mevkisinde oynayacağı futbolla milli takıma kadar
yükseleceğini tahmin etmiyordu haliyle.
yaşı nedeniyle sol bekte oluşan boşluğu başka
bir oyuncuyu transfer etmek yerine Tarık’la
doldurmaya karar verdi. Bu kararı alırken
genç oyuncunun hızından ve çalışkanlığından
etkilendiğine şüphe yok. Ayrıca sayıları giderek
artan ters ayaklı kanat oyuncularına karşı
sağ ayaklı Tarık’ın oynaması da bir avantaj
sağlayacaktı. Nitekim Tarık, kendine duyulan bu
güveni boşa çıkartmayıp, herkesi etkileyen bir
futbol izletmeyi başardı.
Altyapısından yetiştiği 1860 Münih’in A takımda
pek fazla forma şansı bulamayan Tarık, Türkiye’ye
geldiğinde bir sağ kanat oyuncusuydu. İlk
sezonunda forma şansı bulduğu tek maçta sağ
bekte oynayan genç oyuncu, takip eden sezonda
Ersun Yanal tarafından genelde açıkta kullanıldı.
Bu kadar az forma şansı bulmasına rağmen
çalışmayı elden bırakmayan oyuncunun A2
takımla çıktığı maçlarda kendini hazır tutması
kariyeri açısından büyük önem taşıyordu. Bu
hazır olma durumu Ertuğrul Sağlam’ın göreve
geldiği 2013-14 sezonunda ona sunulan fırsatları
değerlendirmesine yardımcı oldu.
Dede gibi bir deneyim abidesinden sonra sol
bekte oynamanın yarattığı baskıyla iyi başa
çıktığına şüphe yok. Üstelik Özgür Çek ve Serol
Demirhan gibi o mevkide ondan daha fazla maç
oynamış oyuncuları da geride bırakmayı başardı.
Almanya’da aldığı altyapı eğitiminin faydasını
gördüğünü kendisi de itiraf ediyor. Eski bir açık
oyuncusu olarak da rakiplerinin neler yapacaklarını
çok iyi tahmin ediyor.
Dede’nin faydaları
Sağlam, Dede’nin yaşadığı sakatlık ve ilerleyen
Brezilyalı oyuncunun Tarık’a katkılarını
yadsımamak lazım. Genç oyuncu, idollerinden biri
olarak kabul ettiği Dede’den aldığı tavsiyeleri Tam
Saha’ya verdiği röportajda detaylıca anlatıyor.
Egosunu törpülemeyi başarmış bir yıldız olan
Dede’nin “Sol bek oynamak, sağ bek oynamaktan
farksız. Her ortan mutlaka 10 numara olacak diye
bir şart da yok. Beş ortandan üçü mutlaka takım
arkadaşınla buluşur. Üstelik senin sol ayağın da
kötü değil.” şeklindeki sözleriyle Tarık’ı çok daha iyi
bir futbolcu yaptığına eminiz.
Çalışmanın meyvesi
Tarık’ın bu kadar göze çarpmasının en önemli
nedenlerinden biri de düşmeyen temposu. Genç
oyuncunun A2 takımda oynadığı dönemleri
yakından takip eden Eskişehirli gazeteciler
Oğuz Öztürk ve İsmail Genç de Tarık’ın bu
özelliğini vurguluyorlar. Çalışkanlığıyla sivrilen
Tarık’ın yüksek tempoda oynamasını sağlayacak
kondisyona daima sahip olduğunu belirtiyorlar. Bu
sayede kariyerinde hiç oynamadığı bir mevkide bu
kadar başarılı olmasını açıklıyorlar.
Bu fikirlere katılmamak elde değil. Altyapı
eğitimini Almanya’da alması da bu konuda ona
büyük avantaj sağlıyor. Teknik direktörünün
“Forma değil, adalet dağıtıyoruz” diyen Ertuğrul
Sağlam olması da harcadığı çabaların karşılık
bulduğunu görmesi açısından çok önemli.
Çalışmayı bu kadar seven bir oyuncunun, bu
şartlar altında milli takıma yükselip, adını İstanbul
ekipleriyle andıracak konuma gelmesi de gayet
normal.
Peki ya sonra?
Orta vadedeki hedefini milli takımda düzenli olarak
forma giymek olarak belirleyen Tarık’ın önünde
ciddi bir yol ayrımı var. Sezon sonunda kırmızısiyahlı ekiple bitecek olan sözleşmesi hakkındaki
transfer spekülasyonlarını artırıyor. İstikrarlı bir
form grafiği yakalayan genç oyuncunun, bunu
gideceği takımda da sürdürmesi gerekiyor. Onunla
yakından ilgilenen Galatasaray’da aynı şekilde
oynayıp oynayamayacağı en büyük merak konusu
elbette.
Sezonlardır sol bek sıkıntısı çeken Galatasaray’a
transfer olması halinde Tarık’ın gelişimini
sürdürebileceğini söyleyebiliriz. Yüksek temposu,
farklı mevkilerde oynayabilmesi ve çalışkanlığıyla
Mancini’nin 3-5-2’sinde çok çeşitli şekillerde
kullanılabilir. Fakat zayıf fiziği ve hava toplarında
yetersiz kalması en büyük eksikliği olarak göze
çarpıyor. Bu sezon Fenerbahçe’ye deplasmanda
1-0 kaybettikleri maçta Kuyt’ın onun üstünden
kafayı vurarak golü atması bu eksikliğinin en
önemli göstergesi. Dolayısıyla Tarık’tan dörtlü
savunmanın bekleri yerine 3-5-2’nin kanatlarında
Unutulmaz
Mustafa Demirtaş
HF110
SON KRAL
iLHAN MANSIZ
Beşiktaş’tan, memleketten, hatta kısa da
olsa dünyadan bir zamanlar İlhan Mansız
adında bir yıldız geçti. Ancak onun yıldızlığı,
yeteneklerinden daha çok karakteriyle parlıyordu
Yıllardan 1999, aylardan Nisan… Beşiktaş,
Dolmabahçe’de Samsunspor ile karşılaşıyor.
Ertuğrul, Oktay, Şifo, Amokachi… Hava hafif
yağmurlu, soğuk, sokaklar çamur. Ama Beşiktaşlıyı
tribünlere çekmek için bolca neden var. Zaten
rivayetlere göre Beşiktaş severdi böyle havaları.
Çamura bulanınca o forma, başka bir güzel
olurdu. Sahada Balıkçı Mehmet’in Beşiktaş’ından
izler vardı. Hani o maç boyunca bastırmaktan
‘Kartal’ lakabına alan Beşiktaş... Ama top bir türlü
girmiyordu. Kaleci Allum’u geçse, stoper Ercan uçup
köşeden çıkarıyordu! Evet… Erol Ersoy’un çizgide
topun elle kesilmesini es geçtiği meşhur maç.
Samsunspor maçın çoğunluğunda sadece
savunma yapmıştı, hele de takım 10 kişi kalınca…
Son 15 dakikada bir genç girmişti oyuna, 17
numaralı formasıyla. Amacı, ileride top tutup,
pres yapıp, takıma biraz zaman kazandırmaktı.
Heyecanlıydı, istekliydi de… Ama rüzgârdan
savruluyordu, topu kapsa dahi birkaç saniye
sonra çimlere yapışıyordu. Ve o genç, bundan
sadece üç yıl sonra yine aynı forma numarasıyla
Dünya Kupası’nda sahne alacaktı. Hatta Roberto
Carlos’un üstünden topukla çalım atıp, utancından
faul yaptıracak; attığı altın golle ülkenin görüp
görebileceği en başarılı dereceye taşıyacaktı.
Üç sene, bunca gelişim için çok kısaydı hatta
imkânsızdı. Çünkü o, her omuz yediğinde
yer çekimi kuvvetini ispatladığı dönemde 23
yaşındaydı. Geç kalmış gibiydi. Ama atladığımız bir
şey… O, sıradan biri değildi. İlhan Mansız’dı!
Çizgi roman santrforu
Bir forvet düşünün. Hem güçlü olsun, topu
aldığında stoperlerle boğuşabilsin. Sırtı dönükken
ona pası atan, topu tekrar geri alabilsin. Ama aynı
zamanda golcülüğünü de unutmasın. Hem ayak
içini çalıştırsın hem de yeri geldiği vakit, hareketli
topla çok sert şutlar atabilsin. Saha dışında
marjinal olsun. Saha içinde karizma… O forma,
onda başka şekilde dursun. Kısacası, bir çizgi
roman karakteri gibi santrfor olsun. İlhan Mansız,
böyle bir oyuncuydu. Dünya futbolunda çok kısa
görünmesine rağmen ikon olmayı başarmış, Uzak
Doğu’dan uçak dolusu turisti Beşiktaş maçlarına
çekmişti. O zamanlar çok normal gözüküyordu.
Ama bunun pek olağan şey olmadığını, geçen yıllar
gösterecekti.
Beşiktaş’a imza atarken, o kalem aynı zamanda
‘büyük takım sendromu, uyum sorunu, baskı
altında kalma’ ve benzeri klişelerin de üzerini
çiziyordu. Çünkü İlhan, büyük bir oyuncuydu.
Yeteneklerinin bile çok üzerinde, sağlam karaktere
sahipti. Daha ilk yılında, takımda da ona mermi
değil pas atabilecek belki de tek oyuncunun Tümer
olmasına rağmen gol kralı oldu. Oysa Beşiktaş’ta
krallık, pek ulaşılabilen bir şey değildi. Daha
önce bu forma altında bunu iki isim başarmıştı
zaten: Güven Önüt ve Feyyaz Uçar. Sonrasında
Beşiktaş’ta ne yirmi golü geçen oldu, ne de krallık
yarışında adından söz ettiren.
Dört mevsimi yaşayan golcü
Aslında onun attığı gollerin altında yatan güzellik,
sayısına nazaran çok çeşitli hallerde atılmış
olması. Sakatlıklarla boğuştuğu yıllarda zaten
adedi azalmıştı ama verdiği tat hep aynıydı.
Her bir golü ayrı incelik, ayrı yetenek kokardı.
Senegal’e altın golü atarken bazen sadece
‘dokunması’ gerekirdi, onu yapardı. Bazen de 2530 metreden öyle bir füze çıkarırdı ki şut sesiyle
topun filelerle buluştuğu andaki muhteşem sesi
aynı anda duyardık. O gol sevinçlerini, hırsıyla
harmanlayıp dışarı taşırırdı kimi zaman. Korner
direğini tekmelediği bile olmuştu ama o yapınca
itici gözükmüyordu. Aksine, işin sonunda o
direğe tekme atınca, işte o zaman gol sayılması
gerekiyordu sanki…
Biraz sakatlıkların etkisi, biraz da futbolun kapıya
dayanan ‘pazarlamacı’ karakteri sebebiyle;
geç ama çok hızlı tırmandığı merdivenlerden,
çok erken ve yine çok hızlı inmeye başladı. Ve
bir gün, kendi tabiriyle “Tekrardan Beşiktaş’ta
forma giyemeyeceğini anlayınca” futbolu bıraktı.
Zamanla futbolu da, Beşiktaş’ı da çok özleyecek
olsa da İnönü’ye pek uğramadı. Katıldığı bir
televizyon programında, ona bunun nedenini
sordular. İlhan’ın cevabı şuydu; “Bazen sahada
takım kötü oynar, taraftarlar da yüzünü bizim gibi
eski oyunculara dönebilir. Sahaya tepkilerini öyle
gösterir. Ben o şekilde bir şeye sebebiyet vermek
istemiyorum.” Çok ince bir düşünce gibi geliyor
değil mi? Evet, öyleydi İlhan Mansız. Sırtında 26
yazan forması, onun şaşalı oyunculuğunun bir
sembolüydü. Ama bazen o formanın altından,
hatalı gol yiyen arkadaşının, Fevzi’nin adı da
çıkabilirdi. Memleketin havalanmayı en çok eden
ama içindeki mütevazı çocuğun her zaman baskın
çıktığı bir yıldızıydı.
Profil
Güner Çalış
HF110
ALTERNATiF SAN MARINO HiKÂYESi
MARCO MACINA
San Marino ve futbol deyince akla kötü şakalardan başka bir şey gelmiyor. Marco
Macina’nın hikayesiyse biraz bunlardan farklı.
Marco Macina, bir süredir San Marino’da bir turizm
ofisinde çalışıyor. Futbol dünyasından izole olmak
için en doğru yerde, bir zamanlar hayal edilenden
bambaşka bir hayat yaşıyor. Macina, Serie A’da boy
göstermeyi başarmış iki San Marinoludan biri. Bu
mütevazı ülkenin gördüğü en kusursuz yetenek.
24 yaşında kramponlarını asmasa, kim bilir,
belki San Marino futbolu dahi farklı bir hüviyete
bürünebilirdi.
“16-20 yaşlarındayken Mario’dan daha fazla
çılgınlık yaptığıma eminim. Belki insanlardan
daha iyi saklanıyorduk ya da daha akıllıydık,
bilemiyorum.” diyordu Roberto Mancini. Mario
Balotelli’yle olan ilişkisinde, kendi gençliğinden
örnekler veriyordu. “Ama” diyordu, “Mario’ya
benzeyenler arasında, bir kişiyi, Marco Macina’yı,
kesinlikle ayrı tutmam gerekir.” Onu, gördüğü en
klas futbolcu olarak tanımlıyordu.
İkilinin tanışıklıkları çok eskiye, Bologna günlerine
dayanıyor. Burada, henüz 14 yaşındayken yolları
kesişen Macina ve Mancini, çok geçmeden genç
takım Allievi’ye yükselecek ve kazanmadık
maç bırakmayan takımın sihirli gol ayaklarını
oluşturacaklardı. Onları Bologna’nın Brezilyalıları
olarak çağırıyorlardı. Takım kaptanı Mancini,
pas becerisi ve oyun vizyonuyla sivrilen saf
bir oyun kurucuydu. Macina’ysa ele avuca
sığmayan, istediğinde her rakibi çalımlayabilen
bir kanat oyuncusu. 16 yaşına geldiklerinde, artık
Bologna’nın A takımında oynuyorlardı.
Bologna’nın tarihinde ilk kez küme düştüğü 198182 sezonu, çok farklı seyredecek iki kariyerin de
başlangıcıydı. Takımdaki forvet oyuncularının
yokluğunda süre bulmaya başlayan 17 yaşındaki
Mancini, gün geçtikçe yerini sağlamlaştıracak ve
9 gol attığı sezonda takımın en golcü oyuncusu
olacaktı. Son maçta kendi sahasında kaybederek
dramatik bir şekilde küme düşen Bologna, para
eden oyuncularını elinden çıkarma yoluna gidiyor
ve Mancini, 15 senesini geçireceği Sampdoria’nun
yolunu tutuyordu. Daha sönük bir sezon geçiren
Macina ise sonraki iki sezonu diğer Serie B
takımlarında geçirecekti.
Macina, ters giden kariyerinden söz açıldığında
‘şanssızlık’ diyor. “Futbol kariyerimin en önemli
anlarında sürekli şanssızlıklarla karşılaştım.” Kendi
hatalarının olduğunun farkında, fakat olayların
yansıtılmasında medyanın abartmasının da bir
o kadar payı olduğunu düşünüyor. Erken ulaşılan
ünün elbet kaçınılmaz sonuçları oluyor. Çok da
haksız sayılmayabilir.
Artık 21 yaşına gelen Macina, kiralık ve gölgede
geçen iki seneye karşın hâlâ el üstünde tutulan bir
yetenekti. Milan’ın hocası Nils Liedholm tarafından
isteniyordu. 1985 yılıydı ve belki de Milan’a transfer
olmak için seçebileceği en talihsiz sezondu. Öyle
ki, 1980’de karıştığı şike skandalından sonra iki
lig arası git gellerle sarsılan Milan, Macina’nın
transfer olduğu sene yepyeni bir döneme giriyordu.
1986 yılının Mart ayında, Silvio Berlusconi adlı
bir girişimci Milan’ı satın alacaktı. Önünde Paolo
Rossi, Pietro Paolo Virdis gibi forvetlerin olduğu,
Berlusconi’yle beraber yeni bir harcama dönemine
girmeye hazırlanan Milan’da, Macina gibi bir gencin
filizlenmesi hiç de kolay olmadı. O yıl yalnızca 5
maçta oynayabildi.
Bologna’daki oda arkadaşı Roberto Mancini içinse
işler bir hayli yolunda gitmişti. Başkan Paolo
Mantovani’nin yarattığı aile havası içinde yönetilen
Sampdoria, şaşaalı Milan’dan farklı bir kulüptü.
Mancini, gençliğindeki hırçınlıklarını törpülemek
bir yana dursun, Sampdoria organizasyonu içinde
başlı başına kült bir karakter hâline geliyordu. O
günleri anan Macina, “belki benim de Mantovani
gibi bir baba figürüne ihtiyacım vardı.” diyecekti.
Bir fikre göre, Serie A’nın en rekabetçi olduğu
zamanda Sampdoria’yla şampiyonluk yaşayan
Mancini, çok daha yükseklere çıkabilir; daha
önemlisi, daha başka bir futbolcu olarak
anılabilirdi. Allievi’de 37 gol atan oyun kurucu,
Bologna A takımına yükseldiğinde bir forvete
dönüştürülmeye çalışılmış ve bu dayatma, bir
türlü peşini bırakmamıştı. Bologna’dan hocası
Tarcisio Burgnich, elindeki forvet oyuncularının
yetersizliğinden dolayı bu yola gittiğini söylerken,
kariyeri boyunca orta saha olarak oynatılsa yeni
bir Michel Platini olabileceğinden bahsediyordu.
Mancini daha sonraları antrenörlük tezi olarak ‘il
trequartista’, yani oyun kurucuyu yazacaktı.
Ertesi sene Gullit, Van Basten gibi yıldızları
transfer eden ve Arrigo Sacchi’yle futbol tarihini
baştan yazmaya hazırlanan Milan’da Marco
Macina’ya yer yoktu. Alt lig kulüplerinden
Reggiana’ya kiralanacaktı. Bir sonraki sezon
gittiği Ancona’ysa futbol kariyerinin son kulübü
oldu. Çok ciddi bir diz sakatlığı geçirdiği o sene,
sadece 5 maç oynayabilecekti. Daha kötüsü,
Milan’daki kontratının son senesiydi. Futbola
bir sene ara vermeye karar veren Macina, San
Marino milli takımındaki birkaç maç hariç, bir daha
geri dönemedi. Bazı güzel sözler işitse de onu
gerçekten isteyen bir kulüp yoktu.
“Roberto (Mancini) ve ben, Bologna’da en
iyi yıllarımızı geçirdik. O anılar hiçbir zaman
unutulmayacak.”
Varol Döken
Maç Bahane
HF110
YILIN EN iYi BULUŞMASI
Flyıng Dutchman Blog
Editörümüz İlker, yıl bitiyor biz de Hayatım
Futbol dergisi olarak yılın en’lerini seçelim isimli
inanılmaz yaratıcı fikriyle gelince ben de o zaman
ben de yılın en iyi mekanını seçmeliyim diye
bir heyecanlandım. Sonra baktım tam da o bu
tarihlerde Flying Dutchman bloğunun kurucusu
Fırat Topal kardeşimiz geliyor, konsepti hemen
Fenerbahçe kırdığında icat edilen rekorlar gibi yılın
en iyi buluşmasına kıvırdım. Yılın en iyi buluşması
yılın en iyi mekanında da diyebilirmişim. Fırat’ın
seksi fotoğrafları için tıklayınız (ne diyeceğini
bilemeyince galeri dayayan gazetecilik ekolü)
Sonuç olarak tarihi 20 Aralık Cuma, mekanı Pera
Balık olarak rezerve ettik, ne zaman gelecek o
büyük gece tezahüratlarıyla Fırat Bey’i beklemeye
başladık.
Blog demekten dilimde tüy bitti
Bir zamanlar burası hep blog’du cümlesiyle
özetleyelim durumu zira bu konuda söylenmedik
kelam bırakmadık. Sanal hayatımın en
etkileşimli en güzel dönemlerinden biri olan
kişisel bloglar döneminde, en çok yorum
bıraktığım, nice tartışmalara girdiğim hatta
kişisel internet tarihimin en şaşırtıcı durumunu
(Joe diyince anlayan anlar) yaşadığım sevgili
Flying Dutchman’ın geleneksel buluşması vakti
gelip çatınca hemen atladım tabi. Yalnız amma
uzun cümle oldu, başını unuttum. Neyse Fırat
Amsterförübürü’den mesajı ge-li-yo-ruz diye
1 ay önceden çaktı, bana mekanı ve buluşmayı
ayarlamak kaldı. İki senedir benim kutsal mekanım
Pera’da toplanıyorduk orası artık Dutchman
buluşmalarının da ana mekanı oldu.
Pera’yı bu köşede daha önce defalarca anlatıp
yazmıştım. Güzel mekan, samimi mekan, yeri
merkezi mekan, fiyat/performans açısından
Taksim’de bana göre en iyi mekan. Zaten burayı
okuyup da gitmeyen kalmamıştır.
Salih ne yaşar ne yaşamaz
İlk Flying Dutchman buluşmasını hatırlıyorum da
yıllar su gibi geçmiş. Tuncay ile ayarladığımız Umut
Ocakbaşı, o zaman daha kimse birbirini tanımadığı
için herkese tek tek dağıttığım isim tag’leri,
Fasulyeden tayfasının geceye çöküşü, ölümüne
Seinfeld tartışması, gece gidilen nargileci… Hey
gidi hey tam 4 sene olmuş.
Tabi o arada bloglar ilgiyi kaybetmiş, birçok yazar
yazmayı bırakmış, yorumlar azalmış. Bir Fırat
temposunu hiç kaybetmemiş. Adam habire
yazıp duruyor, nasıl bir motivasyonsa arkadaş. O
motivasyon bende olsa en güzel yatağı bulmak için
harcarım. Alt metin, adam yatmıyor yazıyor, helal
olsun.
Neticede tarihte her şey olması gerektiği gibi
olur; bloglar da görevini yaptı, insanları birbiriyle
konuşturdu, buluşturdu, kaynaştırdı yeri geldi
öpüştürdü falan… Blogların devamı olan bir nevi
mikroblog sitesi twitter üzerinden ilişkiler devam
etti. Bu yüzden 4. buluşmamız artık birbirini çok
iyi tanıyan insanlar arasında oldu, ortam daha
samimi, ortak konular daha fazla oldu.
Kadroya gel
Başta Fırat Efendi olmak üzere, blog tayfasından
Tolga’sından Gökhan’ına, kardeşi blog
kategorisinden Tubik ile Cenk’ine, sürpriz torbadan
Efendi Lig’ine, Hayatım Futbol’un İsmailli, İlkerli,
Uğurlu, Alperli, Orhanlı, Rafetli as kadrosundan
uvertürümüz Ali Murat Bach Hamarat’ına
gerçekten dev bir kadromuz vardı. Serhal ve
Tuncay hastalık ve sakatlıktan kontenjanından,
Emre iş durumundan yoktu da Salih neden yoktu?
Salih neden gelmedi, Salih şalgamı mı beğenmedi
hâlâ sır benim için. Salih ne olur geri dön, Salihhhh.
Sohbete gel
Eskişehirspor ve Gençlerbirliği taraftarlıklarının
yanında, yılbaşında Belgrad planlarıyla bir kez
daha gözlerimi yaşartan gençlerden Rafet
(diğeri Oğuz gelemedi ama selamını aldım) ile
açtığımız ‘Sırp kızlar başkaa abi’ muhabbeti ne
zaman Schopenhauer’a döndü bilemiyorum. 3
tane 100’lük, 4 şişe şarap harcanan masada ne
edebiyatı kaldı ne klasik müziği, Preston’dan girildi
Oğuz Atay’dan çıkıldı.
Salih gelmediği için masadaki Premier League
ve Kore tuzu biraz eksikti. Preston yerine yedek
kulübesinden Brezilya Ligi’nin alt kademelerine
kadar inildi ama ben gerisini hatırlamıyorum.
Hatırlamıyorum derken sahiden hatırlamıyorum.
Zira 1 haftalık diyetinin bedelini 2 şişe şarapta
yamulmak olarak ödedim.
Fırat’a selam bloga devam
Ortada maç olmayınca köşe biraz boşa çıkıyor. Maç
Bahane’nin bu sayısını bloglara ve onların özelinde
Flying Dutchman’a saygı olarak alın. Ya da nasıl
alırsanız alın, sanki okuduğunuz var! (bir anda
gelen celallenmeler serisi volüm bilmem kaç).
Tüm geceye katılanlara ve Fırat’a buradan
teşekkür ediyor, en yakın zamanda görüşmek
üzere diyorum. Bloglara yazabildiğiniz kadar
yazın, twitter’a artık laf edecek halimiz yok,
vizyonsuzluğun neresinden dönersek kârdır dedik,
unuttuk.
Seneye güreşiriz
Sizin için nasıl geçti bilmem ama içinden Gezi
geçen bir yılın benim için unutulur olması mümkün
değil. Yine de yeni yıl ve çift sayılar iyidir. 2014
için ekstra bir beklentiniz var mı bilmiyorum, en
azından futbol açısından ben Fenerbahçe için
şampiyonluk bekliyorum. Sizin de böyle dilekleriniz
varsa iyi yalvaran kazansın.
2014’te yenilenen yüzüyle bambaşka bir Maç
Bahane ile karşınızda olacağım. Şaka lan şaka, yine
cebimde para olduğu gün yazıp işime gelmediği
gün yatacağım. Geçen benim berbere sordum
abi Maç Bahane diye bir köşe varmış, futbol
izlenebilecek en güzel mekanları tanıtıyormuş,
hiç okudun mu dedim, yooo dedi. Bugüne
bugün esnaf beni tanımıyorsa, bana yolda çay
ısmarlamıyor, saçımı bedavaya kesmiyorsa bu sizin
de ayıbınızdır.
Yeni yıla bu ayıpla girin!
İletişim: twitter.com/dokenvarol
Flying Dutchman Blog: vliegendenederlander.blogspot.com
Pera Balık: İstiklal Cad. İpek Sk. No:11 Beyoğlu - 0212 251 63 40
www.perabalik.com.tr