Robert Kolej Mezunlar Derneği
Transcription
Robert Kolej Mezunlar Derneği
1 ROBERT KOLEJ MEZUNLAR DERNEĞİNDEN DUYURU Derneğimiz tarafından yürütülmekte olan “Robert Kolej Belgeseli” ve “Dijital Arşiv” projeleri için tüm mezunlarımızdan, dijital ortama aktarılmak üzere Robert Kolej ile ilgili ellerinde bulunan; •yazılı döküman •fotoğraf •resim •video kayıtlarını bekliyoruz. Derneğimize iletilecek belge ve kayıtlar, dijital ortama aktarılacak ve sahiplerine orijinalleri iade edilecektir. Bu konuda RKMD ofisinden MERAL ÖZDEMİR ve ZEYNEP ARSLAN ‘a ulaşabilirsiniz. mozdemir@rkmd.org.tr 0212 359 2217 zarslan@rkmd.org.tr 0212 359 2517 Mezunlarımıza katkıları dolayısıyla şimdiden teşekkür ederiz. RKMD Yönetim Kurulu unique Eylül-Ekim 2008 Sayı:4 ROBERT KOLEJ MEZUNLAR DERNEĞİ YAYINIDIR RKMD Adına Sahibi Selim ERGİN RKMD Yön. Kurulu Başkanı Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Irmak SAMİR Yazı İşleri Müdürü Yardımcısı Gülsun TÜRKMENOĞULLARI Yayın Kurulu Atakan METE Berk ALTIN Damla DOĞAN Damla ERENSOY Emre TEKİŞALP Emre ÖZORAN Hilmi KARAGÖZ İpek BİNGÖL Murat GÜNEYSU Pelin OĞUZER Sena ÇERÇİ Tamer ASLAN Reklam Rezervasyon Hacer KARACA hkaraca@rkmd.org.tr (0212) 257 88 34/35/36 Yönetim Yeri Kuruçeşme Cad. No:37 Arnavutköy 34345 İstanbul T:(212)359 22 17 T:(212)359 25 17 F:(212)257 26 26 http://www.rkmd.org.tr http://rkmd.org.tr/unırc Herkese Merhaba, Geçen sayımızın üzerinden zaman geçti, bu arada RKMD ailesi boş durmadı, yepyeni ve dopdolu bir sayı ile hem bizim, hem de sizin neler yaptığımızı paylaşmanın vakti geldi. Başarılı bir yılı daha geride bıraktık. Yaz döneminde yeni mezunlardan haberler, kariyerimize ışık tutacak röportajlar ve projelerimizle ilgili ayrıntılarla UNIQUE tekrar karşınızda ! Robert Kolej Mezunlar Derneği’nin öncülük ettiği Robert Kolej’in 145 yıllık tarihi üzerine bir belgesel film yapılmasıyla ilgili haberimizle başlıyor bu sayımız. Robert Kolej Mütevelli Heyeti’nde, RKMD ve Bizim Tepe A.Ş. Yönetim Kurulu’nda uzun süre görev yapan Nigar Alemdar ile Bizim Tepe’ye dair çok keyifli bir sohbet yaşadık. Unilever’ in CEO’su İzzet Karaca ve günümüzün popüler müzik mekanlarından Babylon’un kurucusu Cem Yegül ile geleceğimize dair ipuçları bulabileceğimiz röportajlarımız var. Ayrıca geçen “Roundtable” söyleşimizde konuğumuz Doç. Dr. Korkut Kanadoğlu ile anayasa değişikliği konusunun detaylarına indik. Gerçekleştirdiğimiz Kariyer Günü, Unifuar ve Partilerden haberlerle devam ediyor bu sayımız. Tıpta okuyan arkadaşlarımızla yapılan mini röportajlarla, onların bu yoğun öğretim sırasında yaşadıklarını anlayacak, yepyeni yemek tarifleri ile dağarcığımızı arttıracak, Toplantılarımızdan birinde yapılan Starbucks Kahve Sunumu’nun yazısı ile kahve tadımı hakkında bilgi sahibi olacaksınız. Uzun süredir planladığımız ve başarıyla gerçekleşen Sosyal Sorumluluk Projemiz “Karadenizden 40 Yağmur Damlası” ile ilgili genel bilgi ve onu planlayan arkadaşımızla bir söyleşi de bu sayımızda bulunuyor. Dergimiz bütün mezunlarımız içindir. Güncel veya genel herhangi bir konu üzerine göndereceğiniz yazılar dergimize önemli bir katkıda bulunacaktır. “Ben yazı göndermek istiyorum!” diyorsanız, e-mail adresimize mail atın; biz de size geri dönelim. Bu sayımızı da keyifle hazırladık, emeği geçen herkese çok teşekkür ederiz... Her türlü görüş ve önerileriniz için unirc@rkmd.org.tr Baskı Öncesi Hazırlık Zeynep ARSLAN zarslan@rkmd.org.tr (0212) 359 25 17 Baskı Tarihi Eylül Baskı Yeri Doğa Sektörel Yayın Grubu 3 Gülsun Türkmenoğulları RC’06 Sorumlu Yazı İşleri Müdür Yardımcısı İÇİNDEKİLER 6 7 8 11 Robert Kolej Belgeseli Bizim Tepe Garden Party Nigar Alemdar ile Bizim Tepe üzerine UNIRC Sosyal Sorumluluk Projesi “Karadeniz’den 40 Yağmur damlası” 16 UNIRC’den Haberler 18 UNIFUAR 20 21 Girişimcilik İzzet Karaca 4 İÇİNDEKİLER 24 26 Korkut Kanadoğlu ile Roundtable “Anayasa” Cem Yegül ile Müzik Molası 32 Post-RC Sendromu 34 RC’nin Doktor adayları 41 Starbucks 44 Beyler... buyrun mutfağa!... “Kahve-Çikolata Tadımı” 5 RC NEWS Robert Kolej Mezunlar Derneği’nin (RKMD) öncülük ettiği çalışmayı Atatürk, Hititler ve Gelibolu belgeselleriyle adından övgüyle sözettiren Tolga Örnek RC’89 ve ekibi yürütüyor. Bu projeyi birbiriyle ilgili üç ayrı çalışma olarak da düşünmek mümkün; belgesel film yapımı, sözlü tarih çalışması ve Robert Kolej’in fotoğraf ve belge arşivinin genişletilip dijital arşiv şeklinde düzenlenmesi. Yapılacak bu röportajlar ve arşiv bir araya getirilerek 45 dakikalık bir belgesel film hazırlanacak. Projenin araştırmasında John Freely’nin “A History of Robert Colege” kitabı başta olmak üzere okulun mezunları ve öğretmenleri tarafından yazılan kitaplar ve günlüklerden faydalanılıyor. Ayrıca projeyi desteklemek isteyenler de verdikleri ipuçları ve fikirlerle araştırmaya katkıda bulunuyorlar. RKMD tarafından organize edilecek röportajlar, okulun 145 yıllık tarihini sözlü arşive dönüştürmeyi sağlayacak. Bugüne kadar John Freely, Feyyaz Berker, Nihat Gökyiğit, Ersin Aybars, Gülgun Canlı, Münir Aysu, Nigar Alemdar ve Esin Hoyi ile söyleşildi. Önümüzdeki dört aylık süreçte Robert Kolej’de çeşitli tarihlerde öğretmenlik veya öğrencilik yapmış, okul anılarını, deneyimlerini ve Kolej’in kendileri için ne ifade ettiğini anlatacak kişilerle röportaj yapılacak. İkinci hedef, Robert Kolej’le ilgili fotoğraf, belge ve video görüntülerinden oluşan bir arşiv yaratmak. Bu çalışma ile Robert Kolej dijital arşivi elden geçirilecek. Buradaki binlerce fotoğrafa ve aralarında okulun kuruluş fermanının da bulunduğu belgelere ek olarak, RKMD aracılığıyla iletişime geçilen kişilerin paylaşmak istedikleri kişisel belge ve fotoğrafları da arşivlenecek. Filmin çekimleri 25 Mayıs 2008 Pazar günü Robert Kolej Fine Arts Festival’le başladı ve bugüne kadar röportajlar dışında, eski Robert Kolej olan Boğaziçi Üniversitesi’nde ve Tevfik Fikret’in Aşiyan’daki evinde de çekimler yapıldı. Önümüzdeki altı ay boyunca röportaj çekimlerine devam edilecek ve belgesel Ocak 2009’da bitirilecek. 6 RC NEWS BİZİM TEPE GARDEN PARTY Robert Kolej 1996-2007 mezunları 2 Haziran 2008 Pazartesi akşamı Robert Kolej Mezunlar Derneği’nin Bizim Tepe’deki kokteyl davetinde biraraya geldiler. Çok sayıda mezunumuzun bir araya geldiği parti de mezunlarımız havuz başında barbekü keyfi yaşayarak hem doyasıya eğlenip hasret giderdiler, hem de Bizim Tepe ve RKMD yetkilileriyle birebir görüşme ve isteklerini iletme imkanı buldular. 7 Hilmi Karagöz RC’05 Atakan Mete RC’06 Bizim Tepe’nin mezunlarımız için önemini düşünürken, bu konuda en bilgili mezunlarımızdan biri olan Nigar Alemdar’a danışma gereği duyduk. Kendisi Bizim Tepe’nin kurulma aşamasında RKMD Yönetim Kurulu Başkanı, Robert Kolej Mütevelli Heyeti üyesi ve Bizim Tepe inşaatı bittikten sonra da Bizim Tepe A.Ş.’nin Yönetim Kurulu’nda bulunmuştu. Kendisiyle çok keyifli bir sohbet yaşadık ve sizlerle paylaşmak istedik. Bizim Tepe... Hatırlıyorum bir arkadaşımın kocası “Ben topraktan başlayan hiç bir şeye para vermem, ama madem bu işin içinde sen varsın, veriyorum bu parayı” demişti. O zamanlar da bitmeyen kooperatiflerin ayyuka çıktığı zamanlardı. Herkes kişisel olarak kendi çevrelerine “Bu iş olacak siz de gelin, katılın” diyerek başlandı finansman arayışına. •Bizim Tepe en başında ne olarak düşünülmüş, tasarlanmıştı? Önceleri, ABD’nin en büyük üniversitelerinden biri olan Yale Üniversitesi’nin mezunlar derneği şeklinde olması düşünülmüştü. Yale Club tarzı yani. Yale Club tarzı nasıl derseniz şöyle anlatayım: Mezunların sadece birşeyler yiyip içebileceği değil ayrıca konaklayabileceği bir yer. Şehir dışından da gelenler ağırlanabilmekte böylece. Ama asıl amaçlar mezunları bir arada tutmak ve sizin şu an yapmış olduğunuz aktivitelerde olduğu gibi, gelir getirici işler yaparak okula burs aktarmak. Burasının kuruluş amacı budur. Asla elit club ya da exclusive club olarak düşünülmedi. Biz o tarihte Mezunlar Derneği Yönetim Kurulu’nda 12 kişiydik ve en gençleri de bendim. Bu amaçlarla ön projeleri gerçekleştirebilmek için ilk aidatları yatırdık. Bir inşaat projesi oluşturuldu ve bazı mühendis mezunlarımız projenin geliştirilmesinde katkıda bulundular. Bunun üzerine para toplamaya başladık. O sıralarda bu topraklar çok eskilerde okulun bahçıvanı olan bir şahısa aitti. Bahçıvanla müzakerelere başladık ve bu 900 metrekarelik toprak satın alındı. Ayrıca okul da mezunların kullanımına yönelik olarak şu anda havuz ve tenis kortlarının bulunduğu alanı bizim kullanımımıza verdi. Daha fazlasını satın almak isterdik ama henüz pilot proje aşamasında olduğu için bu kadarla başlayalım dendi. Tabii yaptığımız Türkiye’de görülmemiş bir şeydi. Bir mezunlar derneği okulun yanında arazi alacak, orada böylesine güzel bir tesis yapacak daha sonra gelir getirici aktivitelerle okuluna burs fonu aktaracak... 8 Bu yüzden tek bir parsel alındı. 12 Eylül 1980 tarihinde kasamızda 20.000 lira gibi bir para birikti.Derken 12 Eylül olayları yaşandı. Yönetim Kurulu Başkanı Süheyla Kunt o devirde bu paranın başımıza dert açabileceğini düşündü ve Hisar Eğitim Vakıf’ına mezunlar klübu projesini yapmak kaydı ile Mezunlar Derneği olarak topladığımız parayı devretti. Bu işin yapılmasını böylece HEV’e havale ettik. Bu sırada Sayın Feyyaz Berker bir inşaat şirketine sahip olduğundan ve bir Robert Kolej sevdalısı olduğundan bu inşaatı üstlendi.“Ben de yukarıda ofis binalarımı yaptırıyorum bir taşeron firmaya, bununla beraber yaptırırsam daha indirimli bir fiyat alabiliriz” dedi. Ayrıca kendisi Bebek’te oturduğu için her sabah işine giderken Robert’ten geçiyordu ve inşaatı kontrol ediyordu. Eczacıbaşı fayansları temin etti. Daha pek çok mezunumuz ayni veya nakti bağışta bulundu. Derken bina çıktı ortaya ve açılışı yaptık güzel bir kokteyl ile. Bizim Tepe A.Ş Yönetim Kurulu kimlerden oluştu derseniz, ağırlıklı olarak HEV’den oldu. O sırada yapı öyleydi ki, restoranı bile biz işletiyorduk. Beni de Feyyaz Bey önerdi yönetim kuruluna. Bu sırada kime verilsin restoran ve sosyal aktiviteler işi dendi. Tesis Genel Müdürü Vedat Urul, işletmeyi Şamdan’ın sahibi Sayın Fadıllıoğlu’na vermeyi uygun gördü. Hakikaten çok hoş bir başlangıç oldu. Daha sonra kendimiz işletmeye karar verdik. O da pek başarılı olmadı. aktiviteler. Gelir getirici aktivitelerin başında da Midsummer Night’lar geliyordu. Bizim Tepe’nin ilk yazında havuz başında 650 kişi toplanmıştı bir Midsummer Night için. Muhteşem bir sahneydi. •Robert Kolej ile tanışmanız ne zaman ve nasıl oldu? Ailece Robert Kolejliyiz Dedem Feridun Nigar ve kardeşi Salih Keramet Nigar Robert Kolej’de 40 yıldan fazla hocalık etmişler. Babam, amcalarım, ağabeyim, eşim Robert Kolej mezunudur. Ayrıca büyük kızım da Robert Kolej mezunu. Bu yüzden Robert Kolej ile olan ilişkimi çok farklı görüyorum. Robert aile geçmişimizin bir parçası. •Mezunlar Derneği’nde bir zamanlar da yönetim kurulu başkanlığı yaptınız. Bize dernekle ilgili ilginç anılarınızdan bahsedebilirmisiniz? •Bu zamana kadar hangi aktivite de en çok katılım oldu? Biz o sıralarda faaliyetlerimizi iki gruba ayırmıştık. Birincisi burs fonu için gelir getirici aktiviteler, ikincisi de sadece networking amacıyla neredeyse maliyetine yapılan Söz ettiğiniz altı yıllık bir dönem. Sayısız anım var neredeyse.. Hangisinden başlasam? 9 Mezunlarımızın imza kampanyasına verdiği yanıtın köprünün Arnavutköy’e yapılmasını önlemekte çok önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. O zamanlar şimdiki gibi e-mail teknolojisi olmadığından büyük aktivitelerimiz için mektuplar yollardık. Bir keresinde gecikmekte olan bir sirküleri vaktinde postaya yetiştirmek için ben, çocuklarım, üst kattaki kolejli komşum ve evdeki çalışanım seferberlik ilan edip bütün mektupların adres etiketlerini evde yapıştırıp postaya yetiştirmiştik. Hiç tanımadığım ve sadece isimlerini bildiğim insanların ev adreslerini biliyordum artık. Tabii posta yolu ile sirkülerin avantajları vardı. İnsanlar belki de mektubu fiziken hissedebildiklerinden dolayı daha kişisel, daha içten buluyorlardı. Bugünle kıyaslandığında, Bizim Tepe’nin kurulması, iki ciltlik Who’s Who yayını, tüm haberleşme, kampanyalar, bütün bu işlerin internetin bile olmadığı dönemde yapılmış olması, o zamanlar ne kadar emek yoğun bir Mezunlar Derneği çalışması gerektirdiğini gösteriyor. •Peki sizce burada daha çok mezun görebilmek için neler yapmalıyız? Boğaziçi Üniversitesi’nden bir dönem ayrılmıştım. O yüzden haftanın neredeyse 7 günü okuldaydım ve kendimi tamamiyle derneğe vermiştim. Bu durum pek çok mezunumuzla iletişim kurmamı sağladı. Bu gibi işlerde en önemli şey iletişim. Aklıma gelen diğer bir anı; Arnavutköy’den geçmesi planlanan köprü tasarısı varken ben buna karşı çıkan grupta görev almıştım. Mezunlar Derneği olarak öyle bir imza kampanyası düzenledik ki, Brezilya’daki hatta Avustralya’daki mezunlarımızdan imzalar geldi köprüye karşı. İki klasör dolusu imza toplandı ve biz de bunları zamanın Ulaştırma Bakanı’na Arnavutköy’e geldiğinde elden verdik. Köprü tam olarak Arnavutköy’den geçecek deniyordu. Düşünsenize köprüden havaya karışacak kurşunun Arnavutköy’ün 500 küsür senelik dokusuna nasıl zarar vereceğini... Tekrar tekrar söylüyorum, kusuruma bakmayın ama, en önemli şey iletişim. Sonra ise gelenekler geliyor. Mesela Birleşik Krallık, hem çok modern hem de geleneklerinden kopmamış. Yale Club’ın gelenekleri aynen devam ediyor. Biz Türkler genellikle her zaman için en yeniyi kopya edince başarıya ulaşacağız zannediyoruz. Halbuki bazı yerlerde geleneklere sarılmak başarıya giden yolda en büyük şart oluyor. Eski aktivitelerimiz ve faaliyetlerimiz ufak modifikasyonlarla çağımıza çok güzel şekilde uyarlanır. IT, marketing ya da alanlarının uzmanlarıyla özel geceler, sohbetler yapılabilir.Bunun için önce mezunların Dernek ile biraz zayıflamış olan bağlarının güçlendirilmesi lazım. Siz daha avantajlısınız şimdi. Teknoloji ve iletişim araçları korkunç gelişti. 10 UNIRC SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ Damla DOĞAN RC’07 Karadeniz’den 40 Yağmur Damlası U NIFUAR ve Kariyer Günü’nü başarıyla gerçekleştirilen UNIRC’nin Yürütme Kurulu’nun son aylardaki toplantılarında şimdi başka bir konu konuşulmaya başlandı. Geriye kalan, senenin son projesi… UNIRC’nin başarıyla altından kalktığı olay: Sosyal Sorumluluk Projesi. Sponsorluklar, aktiviteler, oteller derken kurul içindeki heyecan gün be gün artar oldu. Peki, UNIRC üyeleri olarak bizler bu proje hakkında ne kadar bilgiye sahibiz? İşte projenin mimarı SSP Koordinatörü Ceren Özek’ten RC’06 40 Yağmur Damlası’nın öyküsü… 11 UNIRC SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ •Sosyal Sorumluluk Projesi’nden biraz bahsedebilir misin? Sosyal Sorumluluk Projesi dediğimiz şey nedir? •40 öğrenci gelecek dedik peki bu gelen öğrenciler hangi kriterlere göre seçildi? Bu projeyi yapmakta bizim hedefimiz, Anadolu’nun çeşitli illerinde, ilçelerinde, köylerinde olan ve hayatı kendi çevresi ile sınırlı olan insanlara aslında içinde bulundukları çevrenin dışında da bir hayat, alternatif yaşam şekli olduğu göstermekti. Bu şekilde de hem akademik hem de ders dışı alanlarda başarısı olan, ümit vadeden, öğretmenlerin ve müdürlerin gördüğü, bunun dışında da ekonomik anlamda da yetersiz, kendi başına böyle bir eğitimden geçebilme şansı en azından şu anda olmayan öğrencileri seçelim dedik. Aynı zamanda kız-erkek oranına dikkat ettik. Ayrıca yaş çok kritikti. Bu bilincin oluşması için bu çocukları çok erken almak da uygun olmayabilir, hani bazı şeyler için çok geç olduğu bir zamanda almak da uygun olmayabilir diye 12–14 yaş arasındaki öğrencileri seçtik. Bu projeye 40 Yağmur Damlası adını koyduk ve Doğu Karadeniz Bölümü’nden 40 tane öğrenci getiriyoruz. Bu öğrenciler daha çok iki il etrafında toplandılar: Trabzon ve Artvin. Şu an öğrencilerimiz isimleri netleşti ve onlara gerekli formları doldurtma aşamasındayız. 30 Haziran – 4 Temmuz arasında, bir hafta içerisinde Robert Kolej kampüsünde gerçekleşecek bir proje bu. Çeşitli basamakları var. En başından beri istedik ki tek tarz bir eğitim anlayışı olmasın, olabildiğince farklı alanlarda bilgi verebilelim ve bu da tam bir eğitim gibi değil de daha çok interaktif bir şekilde, uygulamalı olsun. Bu nedenle de spor, bilim, insan hakları, çevre gibi birçok basamağa sahip bir proje bu. Genel olarak böyle bir şey. •Fikir olarak böyle bir şey yapmak nasıl aklınıza geldi; nasıl ortaya çıktı bu fikir? •Peki, bu öğrenciler için ana hatlarıyla nasıl bir program hazırlandı? Sen biraz bahsettin spor, insan hakları diye ama daha ayrıntılı olarak: gün boyu eğitim mi? Kültürel aktiviteler mi? Bu fikir UNIRC kurulduğundan beri olan bir şeydi. İlk kurucuları işte Ozan olsun, Manolya olsun, Deniz olsun hep bir sosyal sorumluluk projesi yapmak istemişler ama tabi bu camianın tam olarak oturabilmesi için belirli bir sürenin geçmesi gerekiyordu. Kariyer Günleri olsun, üniversite tanıtımları olsun bunlar çok vakit olan ve oturması için de vakit gerektiren projeler oldukları için, SSP tabi biraz sarktı. Bu seneye kaydı; benim için de iyi oldu açıkçası. Çünkü ben Sosyal Sorumluluk Projesi Koordinatörü olarak aday olmuştum. Bu konuda diğer arkadaşlarıma göre göreceli olarak daha çok bilgi ve tecrübem var diye düşünmüştüm. Bu sene böyle bir proje yapalım dedik. Önce bana birkaç projeyle gel dediler. İşte çok küçük “Bir okulu boyayalım” projesinden, “81 ilden, 81 öğrenci” projesine kadar. Ondan sonra ne yapabiliriz, bizim ilk senesinde altından kalkabileceğimiz bir proje nasıl olur diye düşündük. Önce hedefleri büyük koyduk sonra imkanlarımıza göre ayarladık ve en sonunda bu projeyle sonuçlandırdık. Şimdi çocuklar 29 Haziran Pazar günü geliyorlar. Öncelikle Robert Kolej kampüsünü geziyorlar; bir hafta boyunca burada yer alacaksınız, aktiviteler şurada olacak burada olacak diye genel bir tanıtım oluyor bu. Pazartesi günü başlayacak aktiviteler.Mesela tipik bir günü anlatacak olursam sabah çocuklar 8.30’da kalkıyor, otelde (ki ulaşımları kolay olsun diye okulun yakınındaki Etiler Uygulama Oteli’nde kalacaklar) kahvaltı ediyorlar, otelden servislerle okula geliyorlar. Her gün sabah çocuklara spor yaptırıyoruz yaklaşık 1,5 – 2 saat arası. Ama bu koşturmaca şeklinde değil, daha eğlenceli olacak. Örneğin festivallerde yapılan bazı aktiviteleri getirtme çabasındayız şuan. Ondan sonra bir aktivite daha: bu dediğim gibi sanat olabilir, bilim-laboratuar olabilir, bilgisayar teknoloji olabilir, çevre olabilir, insan hakları olabilir 12 UNIRC SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ onlar her gün değişiyor. Öğle yemeğini okulda yiyorlar sonrasında onları okuldan alıyoruz yine aynı ulaşım şirketi vasıtasıyla gideceğimiz yerlere gidiyoruz. •Şimdi bütün bu öğrenciler İstanbul’a geliyorlar. Gezip eğlenecekler. Yepyeni bir ufuk kazanacaklar. Sonra ne olacak? Evlerine döndükten sonra onlardan nasıl bir değişim olmasını bekliyorsunuz? Yani kısaca biz bu projeyi neden yapıyoruz? Evet… (gülüşmeler) Bütün sponsorluklara gittiğimizde de aynı soruyla karşılaşıyoruz, mantıklı bir şey çünkü. Aslında biz bu çocukları buraya getirerek bir bakıma onların müthiş bir duygusal çöküntü yaşamalarına da neden olabiliriz. Burası muhteşem bir kampüs ve ayrıca burada belki de hayatlarında hiç fırsatları olmayacak şeyler yapacaklar. Ama bizim planımız şu şekildeydi. Onları öyle bir yaş grubundayken alıyoruz ki tam birtakım sınavlara girecekler. Bir kısmı Robert Kolej’i de kazanabilir. lirim ki bir bölgeden daha fazla bölge belki iki-üç bölgeden çocukları kapsayarak olacak. Her sene daha genişleteceğiz böylece. Onun dışında yapmayı planladığımız şey ileriye dönük olarak, bu projeyi her sene biraz daha büyütüp en sonunda “81 ilden 81 öğrenci” projesine getirebilmek. •Onların olası burs ihtiyaçlarını UNIRC mi sağlayacak peki? Eğer mümkün olabilirse bu proje kapsamında gelen öğrencileri belki sonrasında ziyaret edebiliriz. Zaten bu sene içindeki planlarımızdan biri de öğrencileri getirdiğimiz okullara bir kütüphane yapmak. Bunun için de çalışmalarımız devam ediyor ama bunun dışında da onlarla belirli projeleri bu sefer biz onlara giderek yapabiliriz. Hani bunlar biraz daha oturmamış şeyler ama bu projeyi oluşturmaya başladığım günden beri hep aklımda olan şeyler bunlar hani “Sonrasında ne olacak?” şeklinde. Ama bu çocukları buraya getirip olayı sadece burada bırakmayacağız bu bir kesin. UNIRC artı Mezunlar Derneği beraber yardımcı olacak bu konuda. Hani o olmazsa üniversite de İstanbul’a gelebilme gibi bir şansları var. Bunların hiç biri olmasa bile bir çocuğun ufkunu değiştirirseniz o geri döndüğünde etrafındakileri; hiç olmadı ailesini, kardeşlerini etkilese, bu böyle böyle büyür. •Sosyal Sorumluluk Projelerinin devamı gelecek mi? Planlanmış yeni bir proje var mı? Gelecek sene ben Yürütme Kurulu’nda kalırmıyım hala bu görevde olurmuyum olmazmıyım hiçbir fikrim yok ama en azından gelecek sene için şunu kesin söyleyebi- 13 UNIRC SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ Emre TEKİŞALP’07 Yağmur Damlalarımızla bir hafta... R obert Kolej ve Bizim Tepe’de 29 Haziran - 5 Temmuz tarihleri arasında alışılagelmişin dışında bir hareketlilik, bir heyecan vardı. Her yaz düzenlenen Robert Kolej ve Bizim Tepe yaz etkinliklerinin katılımcılarının yanında, etrafa meraklı gözlerle bakan, ilk defa geldikleri bu şehrin, bu okulun her detayını hafızalarına kazımaya çalışan Karadeniz’den 40 Yağmur Damlası vardı. Üniversiteli Robert Kolejliler Komitesi (UNIRC)’nin bu sene ilk defa düzenlediği Sosyal Sorumluluk Projesi kapsamında iki şehirden Trabzon ve Artvin den gelen 40 adet ilköğretim 7. – 8. sınıf öğrencisi İstanbul ve Robert Kolej’de çok özel bir altı gün geçirdiler. yıldızları “yağmur damlalarımız”, 29 Haziran Pazar günü 27 saat süren bir otobüs yolculuğunun ardından 6 gün boyunca kalıcakları Etiler Uygulama Oteli’ne geldiler. Otelde UNIRC üyeleri ve hafta boyunca bizlere yardım edecek olan 15 adet Robert Kolej öğrencisi tarafından karşılanan misafirlerimiz, sponsorlarımız tarafından sağlanan T-shirt, short ve temizlik paketlerini aldıktan sonra dinlenmek üzere odalarına çıktılar. Uzun bir bekleyişin ardından o güne kadar sadece kağıt üzerinde tanıdığımız yağmur damlalarımız ile tanışmak bizlere hiç unutamayacağımız bir mutluluk ve heyecan yaşatmıştı. Kısa bir istirahatin ardından otelin terasında toplanıp pizza eşliğinde hafta boyunca kendilerini nelerin beklediğinin üzerinden geçip, hiç zaman kaybetmeden kendileriyle kaynaşmaya, aramızdaki aslında hiç de kalın olmayan duvarları yıkmaya başladık. 2007-2008 dönemi yürütme kurulu ve SSP Kooridantörü Ceren Özek’in önderliğinde hayata geçirilen bu projenin hazırlıkları yaklaşık bir sene sürdü. Her detayının aktif çalışan UNIRC üyeleri tarafından düşünülüp hazırlandığı projenin Hafta boyunca son derece yoğun bir prog14 UNIRC SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ fı’nın Fındıkzade’deki eğitim parkında profesyonel eğitmenler tarafından daha farklı spor ve sanat aktivitelerine katıldılar; Koç Müzesi, Topkapı Sarayı, Ayasofya Camii ve İstanbul Modern gezileriyle İstanbul’un ve dünyanın farklı yanlarını gördüler; Çocuk Hakları ve Çevre sunumlarıyla daha bilinçli bireyler haline gelmiş oldular; projenin sonunda yapılan Boğaz’daki tekne gezimizle de belki hiç unutamayacakları güzellikte bir akşam geçirdiler. Başlarda belki de sadece bir hayal olarak ortaya çıkan, fakat sonunda hem projenin organizatörleri UNIRC’liler, hem gönüllü Robertli öğrenciler, hem çocuklarımızın yanında gelen öğretmenleri, en önemlisi de yağmur damlalarımız için mükemmel geçen, her açıdan beklentilerin çok daha üstünde sonuçlar veren UNIRC Sosyal Sorumluluk Projesi’ni en iyi özetleyen, yağmur damlalarımızın bizlere veda ederken gözlerinden süzülen göz yaşlarıydı. Beraber geçirilen güzel günleri, geleceğe dair ümitleri ve saf sevgiyi içeren o göz yaşları hem kapanış kokteylindeki teşekkür konuşmasında Ardanuç Milli Eğitim Şube Müdürü Metin Bey’in belirttiği gibi “Atatürk’ün Cumhuriyeti koruma ve yüceltme görevini siz gençlere vermesinin gerekçesi”ni en iyi anlatan gösterge, hem de biz UNIRC’liler için uzun süren çabalarımıza en güzel hediye ve önümüzdeki senelerde de projemizi büyüyerek sürdürmek için gereken en önemli sebep oldu. ram eşliğinde o güne kadar sadece televizyonda görebildikleri yerleri ziyaret eden, çeşitli aktivitelerle yepyeni fikirlerle tanışan, kendi içlerindeki yaratıcılığı, potansiyeli dışarı vuran yağmur damlalarımız, her günün sonunda bizler yorgunluktan bitap düşerken bile yeni yerler görmek, yeni şeyler öğrenmek istiyor, “Arkadaşlar yorulduk mu?” sorularımıza ısrarla “Hayıııır!” diye cevap vermeye devam ediyorlardı. Pazartesiden Cuma gününe kadar her gün farklı bir programı takip ederken bir sürü farklı aktiviteye katıldılar. Spor aktivilerinde Robert çevresinde Hazine Avı oynayarak okulu öğrenip, modern dans öğrenerek kendilerinin aslında çok iyi bildikleri dans sanatına farklı bir açıdan bakmayı öğrendiler. Sanat aktivitesinde birbirlerinin suratlarını model olarak kullanıp kendi maskelerini yapıp, daha sonra bu maskeleri süsleyerek yaratıcılıklarını konuşturdular. Bilgisayar aktivitesinde gazetelerini tasarlayarak hafta boyunca yaşadıklarını kağıda döküp, deneyimlerini arkadaşlarına aktarma fırsatı buldular. Bilim aktivitelerinde ise adli tıp dedektifi olarak bilimin desteğiyle sırların aydınlanabileceğini öğrendiler. Bu aktivitelerin yanında iki kere ziyaret ettiğimiz (TEGV) Türk Eğitim Gönüllüleri Vak- 15 UNIRC HABERLER İpek BİNGÖL RC’06 UNIRC, 2008’i muhteşem Roxy Partisiyle karşıladı. Henüz 2.sini gerçekleştirdiğimiz parti unutulmaz bir gece yaşamamızı sağladı ve Roxy Partilerinin gelenekselleşmesi yolundaki sinyalleri kuvetlendirdi. Gece, kapının önünde oluşan uzun ve heyecanlı kuyrukla başladı. Kuyrukta beklemenin eğlenceli olduğu tek gece UNIRC Roxy Partileridir herhalde. Eski dostlarıyla kucaklaşmaya, hasret gidermeye kuyrukta başlayan mezunlarımız içeri girdiklerinde müzikle birlikte çılgınca eğlendiler. Equinox Partisini düzenledik. Bu parti ismini gerçekleştiği 21 Mart tarihinden aldı. “Bu Ekinoks, gece daha uzun olacak!” sloganından yola çıktığımız parti Gayrettepe’de bulunan Discorium’da gerçekleşti. Bu defa da ön satışlarda biletlerin çoğunluğu tükendi. Mezunlarımız bir araya gelmek için düzenlenen bu geceyi yine kaçırmadılar ve unutamayacakları başka bir gece daha geçirdiler. Herkesin çok mutlu ayrıldığı gece sabahın ilk ışıklarına kadar sürdü. Diğer partilerimizde olduğu gibi gidiş dönüş servisleriyle ulaşım kolaylıkla sağlandı. Biletlerin çoğunluğu ön satışla satılmıştı. Partimiz, Robert Kolej mezunlarını bir araya getirmeyi hedeflese de, eğlenmeyi seven herkese kapıları açıktı. Geçen sene, yoğun ilgi nedeniyle mekanın kapasitesi aşıldığı için bu sene kişi sayısını sınırlamaya söz vermiştik ve bu sayıyı 750 kişi olarak belirlemiştik. Belirlenen sayıya ulaşıldığında içeriye girişler durduruldu. Gece, çılgın eğlenceyle 04.30’a kadar sürdü. Belirli üniversitelere gidiş-dönüş servisleri konuldu ve ulaşımlar rahatça sağlandı. Hem Roxy Partisi hem de Equinox Partisi sonrasında geri dönüşler çok olumluydu. Hem eğlendik hem de derneğe katkıda bulunduk. Bu başarı göğsümüzü kabarttı. Daha pek çok güzel organizasyonla mezunlarımızı bir araya getirmeye devam edeceğiz. Yeni yıla hızlı bir başlangıç yaptıktan sonra bahar aylarının gelmesiyle birlikte 16 UNIRC HABERLER Yoğun bir çalışmayla teker teker tüm organizasyonladan alnının akıyla çıkmayı başaran UNIRC ailesi, 9 Mayıs Balo Yemeği’nde bir araya gelip başarılarını kutladılar. Yemek RKMD Başkanvekili Dr. Mehmet Altun’un yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. Ardından 2007-2008 dönemi UNIRC Genel Koordinatörü Hilmi Karagöz veda konuşmasını yaparak hem görevini hem de o geceki konuşma sırasını yeni Genel Koordinatör Atakan Mete’ye bıraktı. Konuşmaların bitmesiyle bu sene görevini doldurmuş olan Yürütme Kurulu üyelerine plaketleri verildi. Üniversiteyi bitiren UNIRC üyelerine de sertifikaları verildikten sonra, 2008-2009 yılı Yürütme Kurulu Üyesi adaylarının tanıtım konuşmaları gerçekleşti. Konuşmaların sonunda oy pusulaları dağıtıldı ve seçimler gerçekleşti. Herkesin keyif dolu olduğu gözlenen gece doğum günü olan arkadaşlarımıza süpriz pastalar kesilerek renklendi. Müzikle birlikte dans pistinde tüm yılın yorgunluğunu atan üniversiteli Robertliler bol bol resim çektirerek bu geceyi ölümsüzleştirdiler. 17 UNIRC HABERLER Damla ERENSOY RC’07 UNIFUAR ÜNİVERSİTE TANITIM GÜNÜ 18 UNIRC HABERLER U NIRC, 21 Kasım 2007 tarihinde, Üniversite Tanıtım Günü UNIFUAR’ın üçüncüsünü düzenledi. Dokuz kişilik koordinasyon ekibi ile yapılan dört aylık yoğun bir hazırlığın ardından, yirmiiki kişilik aktivite ekibinin özverili çalışmalarıyla gerçekleşen UNIFUAR 2007, geçen senelerde olduğu gibi, bu yılda son derece yoğun ve başarılı geçti. Fuayede ise ayrı bir hareketlilik vardı. Dershaneler standlarında tanıtım yapıyor, öğrencilere Öss’ye hazırlık kitapları veriyor ve başarılı öğrencilerin burs alacağı seviye tespit sınavlarına kayıt yapıyorlardı. Birçok öğrenci, merak ettikleri soruları sormak ve dershaneler hakkında daha ayrıntılı bilgi sahibi olmak için Fen Bilimleri, Berk, Final Dergisi, Birey, Fem ve Uğur Dershanelerinin standları önünde kuyruk oluşturdu. Üniversite eğitimlerine Türkiye’de devam eden mezunlarımızın en çok tercih ettikleri üniversite ve dershanelerin katılımıyla gerçekleşen UNIFUAR; bu kurumların yetkilileri ile Robert Kolej öğrencilerini bir araya getirerek etkin bir bilgi alışverişi sağladı. Gerek seçim yapma aşamasında olan öğrencilerin, gerekse bu öğrencilerle yakın bir diyalog kurarak kendilerini tanıtan üniversite ve dershanelerin bu etkinlikten fayda sağlamaları ve tüm katılımcıların olumlu geri dönüşleri UNIRC için sevinç ve gurur kaynağı oldu. Koç Üniversitesi rektörü Prof.Dr. Atilla Aşkar ve RKMD Yönetim Kurulu Başkanı Selim Ergin’in “Bir Robert Kolej Mezununun Üniversite Yaşamı” konulu söyleşisi ile başlayan UNIFUAR, sonrasında Bilgi, Boğaziçi, Koç, Sabancı ve ODTÜ Üniversitelerinin tanıtımlarıyla devam etti. Üniversite temsilcileri, üniversitelerini genel hatlarıyla tanıttıktan sonra öğrencilerin soruları yanıtladılar. Daha ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyen öğrencilere ise iletişim bilgilerini vererek onlara her konuda yardımcı olmaktan mutluluk duyacaklarını belirttiler. 19 BİZDEN Damla ERENSOY RC’07 GİRİŞİMCİLİK... —Size hiç başarısız olmamanın sırrını vereyim mi gençler? —Evet! —Başarısız olmak istemiyorsanız, hiçbir şey yapmayın. Ancak o zaman, hiçbir şekilde başarısız olmazsınız! Bu, 29 Aralık 2007 tarihinde Kariyer Günü’nde düzenlenen “Girişimcilik” konulu panelden aklımda kalan en çarpıcı diyalog. Panelde Robert Kolej mezunlarından Silk&Cashmere’in sahibi Ayşen Zamanpur RC’76 ve Unilever CEO’su İzzet Karaca RC’73, konuşmacı olarak davetliydiler. Onlar, birçok panel davetlisinin yapacağı gibi yalnızca kendi deneyimlerini, kişisel başarı öykülerini anlatmadılar o gün. Amaçları, bizleri kendimiz hakkında düşünmeye, deyim yerindeyse “kendimizi keşfetmeye” özendirmek ve bunun önemini vurgulamaktı. Panel bitiminde, herkesin yüzündeki o düşünceli ifade, bunu başardıklarının bir kanıtıydı adeta. Kimse, bastırdığı, gerilere itelediği hayallerinin hiç beklenmedik bir anda su yüzüne çıkmasından hoşlanmaz. Ama biz kendimizle bu yüzleşmeyi yapmadıkça, sevmediğimiz işlerde çalışmaya ve tam anlamıyla mutlu olmadığımız yaşamları sürdürmeye mahkümuz. İşte bu yüzden tutku sözcüğünü vurguladı Ayşen Hanım, “Hayatta herkesin iyi yapabileceği birşey vardır. Bunu bulma sürecinize bugün başlayın! Kalp yalan söylemez, bir konunun sizi heyecanlandırdığını hissettiğiniz anda bunu dikkate alın ve bu tutkunuzu geliştirin” dedi. Öncelikle soru aşaması, “Ben ne istiyorum? Hangi konulara heyecan duyuyorum, ilgi alanlarım neler? Ne yaparken mutlu oluyorum?” Sonrasında ise, tutkumuzu, hedefimiz haline getirmek. Yani ilgi duyduğumuz alanda uzmanlaşmak. Peki nasıl? Bu konuda da birkaç tüyo verdi Ayşen Hanım: Öncelikle merak duymak, sıkı ve ciddi araştırma yaparak kapsamlı bilgi edinmek, ülkemizdeki gelişmelerin yanısıra tüm dünyayı takip etmek. Bu noktada, İzzet Karaca fark yaratmanın altını çizdi. “Sizin, diğerlerinden bir farkınız olmalı. Fark yaratmak ve diğerlerinin arasından sıyrılmak, kendinize fırsat yaratmaktır” dedi. “Fark yaratmak ve hayata bir çentik atmak, ancak tutkuyla, büyük bir heyecan ve azimle yapılan işlerde mümkün olur. Emeğinizi, yüreğinizi ve beyninizi ortaya koyarak tutkuyla yaptğınız işlerde başarısız olmaktan korkmayın, ama bu demek değildir ki her riski alın. Girişimci kişi, her riski alan değil, akıllı riskler alan kişidir.” diye ekledi Ayşen Hanım. İzzet Beyin de belirttiği gibi riskler ölçülebilir ve hesaplanabilir. Risk göreceli bir kavram olduğuna göre, akıllı risk kavramı da kişiye ve duruma göre değişir. Akıllı risk, İzzet Bey’in yaptığı gibi çeşitli ülkelerde çalışmayı ve yaşamayı göze almak da olabilir, çok yeni bir alanda yatırım yapmak da. Hedefimiz doğrultusunda çalışma süreçimizde, konuşmacılarımızın da değindiği ve dikkat edilmesi gereken önemli konular var: Kararlı olmak, kendimize güvenmek ve en önemlisi başkalarının ne düşündüğünü çok da önemsememek. Karşımıza çıkan engeller her zaman maddi değildir, manevi de olabilir. Bizim hayallerimizi ve çabalarımızı anlamsız bulup bizi caydırmaya çalışan kişiler olabilir. Kendimize olan inancımız işte bu noktada önemli: Bir kere karar verdikten sonra, başkalarını önemsemeyecek kadar güvenmeliyiz kendimize. Panel sonunda, geleceğime dair tüm endişelerimi bastıracak kadar güçlü bir umutla dolmuştu içim. Düşünün bir, hayatınızda kaç kişi ezber ve kalıp lafların dışına çıkıp, sizi hayallerinizi takip etmeniz ve tutku duyduğunuz konularda uzmanlaşmanız için yüreklendirdi? Ve kaç kişi, kariyerin yalnızca bir araç olduğunu, asıl amacınsa mutluluk olduğunu vurguladı? Fark yaratmak ve gençlere yeni ufuklar açmak budur işte! R Ö P O R TA J . IZZET KARACA... Atakan METE RC’06 •İzzet Bey, öncelikle Robert Kolej hayatınız üzerine birkaç soru sormak istedik. Robert Kolej’in hayatınızdaki yeri nedir? Robert Kolej size ne ifade ediyor? İsterseniz buna en baştan cevap vererek başlayayım. Ben Robert’in orta kısmını okumadım. Önceleri Avusturya Lisesinde okudum. Avusturya Lisesi’nin ortamından sonra Robert Kolej ortamı çok büyük farklılık olmuştu. Bildiğiniz gibi Avusturya Lisesi daha disiplinli bir okul, Robert ise daha çok vizyona yatırım yapan sisteme sahip. Muhtelif görüşler sistematik bir şekilde öğrencilerin önüne seriliyor. Bu özelliği çevresi ile beraber düşünürsek Dünya’nın en güzel okulu ortaya çıkıyor. Bana en büyük yararı rahat konuşabilme, fikirleri daha açık beyan etme, İngilizceye daha hâkim olma vs. gibi konularda olmuştur. •Peki, okula dair unutamadığınız bir anınız var mı bizimle paylaşmak istediğiniz? Hepsi güzel şeylerdi. Biz mesela matematik hocamızın evinde çalışabilirdik. Şimdi böyle mi hala bilmiyorum ama bizim zamanımızda hocalarla yakın ilişkilerimiz vardı. Bunun öğrenciler için önemli olduğunu düşünüyorum. Plato tabii ki de unutamadıklarım arasında. Ben uslu bir öğrenciydim, ama daha yaramaz arkadaşların yaptıkları şeyler vardı. Mesela bir arkadaşımız sırayı testereyle kesmişti. •Robert Kolej eğitimi kariyer yolunuzda size neler kazandırdı? Yine aslında kariyer hayatımda iki farklı ekol etkili olduğu için şöyle cevap versem daha uygun olur sanırım. Avusturya sistemi disiplini beraberinde getiriyor. 21 R Ö P O R TA J açılarak Türkiye’ye daha faydalı olabileceğini düşünüyorum. Her ne kadar Almanlar beni orada ikamet etmekte bulunan diğer 3 milyon Türk’ten herhangi biri gibi düşünse de yapabileceklerimi görünce saygı da duymaya başladılar. O bakımdan ilk iki ay zor geçse de daha sonra alıştık. Daha sonra Mannheim’da bir fabrikada lojistik ile ilgili bir görevde bulundum. Üstelik o sırada Doğu ve Batı Almanya birleşiyordu, bu bakımdan enteresan da bir döneme denk gelmişti. Ayrıca Unilever maliyeti düşürmeyi de planlıyordu ve bu fabrika sabun, deterjan gibi pek çok şeyi ürettiği bir yerdi. Daha sonra Türkiye Algida’ya geldim. Burada 3 sene Commercial Director olarak görev yaptım. Robert sistemi ise bizleri birey olarak yetiştirdi. Edebiyatta bile okutulan hikâyelerin bize şahsi nasıl katkıları olabilir. Konuyla ilgili bizim açılımlarımız nelerdir? Bunları sorgulamayı öğrendik diyebiliriz. Mesela bugün ben kendimi vizyon ve strateji geliştirme üzerinde güçlü görüyorum ve bunu da bana Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi’nin sağladığını düşünmekteyim. Yani kısacası Avusturya sisteminin sağladığı sistematik düşünce sistemi ve Robert Kolej’in kazandırdığı yaratıcı düşünce sisteminin kariyer hayatımda çok işime yaradığını düşünmekteyim. •Robert’ten sonra Boğaziçi’ne gittiniz? O zaman Boğaziçi Üniversitesi bir T.C. Üniversitesi olmuştu. Sizin için çok büyük bir farklılık oluşturdu mu bu durum? •Ardından Baltık Bölgesi’nde Unilever’in kuruculuğunu yaptınız sanırım? O zamanlar Boğaziçi Üniversitesi sadece 2000 kişilik bir nüfusa sahipti; yani bugünkü gibi iki kampüs yoktu. Ortadaki çimenler çamurlu bir futbol sahasıydı. Zaten daha çok yeni T.C. Üniversitesi olmuştu, yani bizim için Robert’in birebir devamı gibiydi. Tabii insan kariyerinin bir döneminde genel müdürlük yapmak istiyor. Yani Türk insanının içinde var Ama Almanlar böyle değil mesela. “Benim istediğim pozisyon Pazarlama Müdürlüğü, neden bana daha iyisini veriyorsun?” diye soruyorlar. Ee tabi saygı duyuyorsunuz çünkü özel hayatlarının ve iş hayatlarının dengesinin bozulacağı düşüncesindeler. İnsan kaynakları müdürüyle bir çay içiyordum ve masasında bir ilan gördüm. Tabi o zamanlar ilanlar böyle kâğıtlarda çıkardı, şimdi her şey internette. Kâğıtta Baltıklara genel müdür arandığı yazıyordu. Buna talip olduğumu söyledim. Neyse 3 gün sonra Cemal Bey tekrar aradı ve “Sen o gün söylediğinde ciddi miydin?” dedi. Ben de “Evet ciddiyim ama önce bir nerede olduğuna bakayım” dedim. Eve gidince açtım atlası baktım ve karar verdim gitmeye. Çocuğum için de bir okul bulduk. Gittiğimde bir masa ve bir de eski bilgisayar vardı. Keyifli ve zor bir görevdi. Güzel bir çevremiz olmuştu. Pek çok şeyi en baştan yaptık, pek çok departmanı en baştan inşa ettik. •Kariyer hayatınızda Avrupa’da çalışmak size neler kazandırdı ya da ne gibi zorluklar getirdi? Mezun olduğum süreden itibaren alırsak, ben üniversite hayatımın ilk iki senesinde Makine Mühendisliği okumuştum. Makine Mühendisliği’ni çok sevmemiştim açıkçası. 2. Senenin sonunda bizi çağırdılar ve Endüstri Mühendisliğiyle tanıştırdılar. Ben gönüllü olarak geçtim Endüstri Mühendisliğine ve çok iyi bir karar vermişim dedim en sonunda. Mezun olurken hocam asistanlık teklifi yapmıştı bana ve ben bu teklifi reddettim. Bunun da önemli bir karar olduğunu düşünüyorum hayatım için. O sıralarda hocalarımdan biri olan Selçuk Erdem, beni kolumdan tutup Koç Holding’e götürdü. R&D departmanında işe başladım. Proje mühendisliği ve proje müdürlüğü yaptım sekiz sene boyunca. Maret’in kurulması gibi güzel projelere imza attık. Daha sonra Otosan’a geçtim ve Bilgi İşlem Müdürlüğü ve Sistem Müdürlüğü’nün birleştirilmesini sağladım. O sırada Unilever’de çalışan bir arkadaşım yurtdışında bir iş olduğunu bana söyledi ve ilgilenirmisin dedi. Almanya’da auditing işiydi, yani Almanların denetim işini yapacaktım. Allah bana kolaylık versin yani! Eşim emekli olmuştu ve benimle gelecekti. Ben Türkiye’yi çok seviyorum ama bireylerin özellikle kurumsal alanda yurtdışına •Sovyetler Birliği’nden sonra altyapının çökmüş bir vaziyette olduğunu da hesaba katarsak baya zorlu bir görev olmalıydı sizin için. Çok doğru ama enteresan başka bir şeydaha vardı. Biz gittiğimizde süper market yoktu ve bizdeki gibi bakkal amcalar vardı. Biz orada bir buçuk sene kalmıştık ve bir buçuk senenin sonunda AB’ye girme kararı alınmıştı orada. Ondan sonra öyle hızlı bir gelişme yaşandı ki, süpermarketler çok çabuk kurulmaya başlamıştı. Dönerken ağladım. Burada Algida’ya geldim ama dönerken bir hüzün 22 R Ö P O R TA J malların yüzde 90’ını burada üretiyoruz. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle de günümüzde bulunduğumuz durum için önemli. Bu kadar büyük bir cari açık varken bizim böyle bir şirket politikası gütmemizi Türkiye’yi de ne kadar düşündüğümüzü gösteriyor bence. Unilever’in fazla rakibi var bu konumda, Unilever gıda ve kozmetiği birleştirmiş bir şirket. Dolayısıyla hem deterjan hem gıda da hem de personal care’de rakiplerimiz var. P erak en de’ ni n kendi arasında da bir rekabet var. Bu bakımdan çok renkli bir piyasa, çok mücadeleci bir piyasa. İsveç’te mesela Unilever’in üç tane müşterisi vardır. Türkiye ayrıca insan kaynakları için de en büyük maden. de oluştu böyle. Çok ilginç bir deneyimdi. İlk işe aldığım insanlardan biri bana “kar”ın ne olduğunu sormuştu mesela. •Bu süre içerisinde Riga’da başka ne gibi değişimler yaşandı? Riga 800 yıllık tarihi bir şehir ve iyi bir özelliği 2. Dünya Savaşı’nda bombalanmamış olmasıdır. Eski yapılar onarıldı tekrardan. Paris Café’ leri her yerde açılmaya başlamıştı. •Bizim aslında Unilever ile de ilgili birkaç sorumuz var? Şu an Unilever son senelerin en çok büyüyen şirketlerinden biri Türkiye’de. Unilever Türkiye’de daha fazla büyümek istiyor mu? •Türk insanının tüketim alışkanlığında da değişiklikler yapmak istiyorsunuz sanırım. Unilever Türkiye’de 5 yıldır var ve çok önemli ve dinamik bir Pazar Türkiye için. Milli gelir seviyesi gittikçe artıyor. Milli gelirin artması önemli çünkü milli gelir 1000$’dan 2000$’a çıkınca tüketim özellikle de hızlı tüketim 2 ya da 3 katına çıkıyor. Türkiye ayrıca Türkî Cumhuriyetler ve İran’dan da sorumlu. Bu bakımdan da çok önemli. Biz Türkiye’de Euro bazında yüzde yüz büyüdük son 4 yılda. Bizim için önemli olan 1 milyar Euro’luk ciroyu aştık. Unilever’in en büyük misyonlarından biri insanların kendilerine daha fazla zaman ve emek harcayarak kendilerini daha değerli hissetmelerini sağlamaktır. Biz bu çerçevede ürünler yaratıyoruz. Ama bazı tüketim alışkanlıklarında Avrupa’nın üçte biri kadarız. Bu da tabii ki debelirli bir eğitim gerektiren bir durum. Türk insanının çok daha iyi bir yaşam hak ettiğini düşünüyorum. •Sanırsam 2010’da 1,5 milyar Euro’ya ulaşmayı hedefliyorsunuz. •Unilever şirketinin Türkiye’nin AB yoluna sıcak baktığını söyleyebiliriz. Evet. Aslında 2 milyarı da aşabiliriz kurlarda çok büyük bir sapma olmazsa. Biz mevcut kapasitemizle devam etmeyi planlıyoruz. Lojistik ihtiyaçları çok artıyor ama özellikle de bizim gibi sürümden kazanma stratejisi güden şirketler için. Tonajımız üç katına çıktı diyebiliriz bu dönemde. Maliyeti azaltmak peşindeyiz. Yani genelde amacımız daha düşük gelirli vatandaşlara hitap etmek. Bunun da gelişmekte olan ülkeler için mantıklı bir strateji olduğunu düşünüyorum. Yatırımlarımız genellikle kapasite artırımı şeklinde oluyor. Yeni fabrika açılabilir ama bir şeyleri aynı çatı altında yapmak tabii ki de daha ekonomik oluyor. Biz Türkiye’de sattığımız AB ve Türkiye arasında müzakereler başlarken Hollanda dönem başkanıydı. Ben de bu sıralar elimden geleni yapmaya çalıştım. Hollanda’da işadamlarına ve sanayicilere konferanslar verdim. Unilever Dünya başkanı da Hollanda Başbakanıyla görüştü ve neden Türkiye’nin AB’ye girmesi gerektiğine dair konuştu. Ama bunu yaparken de kendimize ait olan Doğu-Batı sentezini kaybetmememiz lazım. Ayrıca evet rota AB’ye doğru olmalı ama AB’ye girip girmemeyi de çok fazla kafamıza taktığımızı düşünüyorum. 23 ROUNDTABLE Pelin OĞUZER RC’06 KORKUT KANADOĞLU İLE ANAYASA SÖYLEŞİSİ UNIRC 27 Şubat 2008 tarihinde “Yeni Anayasa Taslağı” konulu bir söyleşi düzenleyerek; güncel anayasa tartışmaları hakkında uzman bir hukukçunun görüşünü merak eden yeni ve eski mezunları buluşturdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Osman Korkut Kanadoğlu kut Kanadoğlu’nun davetimizi kabul etmesi üzerine gerçekleşen söyleşide, hem anayasaların yapılış süreçlerine ilişkin genel bilgiler verilip yeni taslağın kuşbakışı görüntüsü katılımcılara aktarılırken hem de katılımcıların soruları yanıtlandı ve konuya ilişkin farklı fikirlerin paylaşıldığı bir ortam yaratıldı. Yeni anayasa taslağında öngörülen değişikliklere değinen hocamız, “Başlangıç” kısmının anayasa metnine dahil edilmediğini, başlangıçtaki temel ilkelerin, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin, Atatürk İlke ve Devrimlerinin saf dışı bırakıldığını belirtti. Yürütme alanında yapılan düzenlemelerle yerel yönetimlere vergi alma hakkının tanındığı ve idari yargının zayıflatıldığından bahseden Kanadoğlu, yargı alanında getirilen birçok değişikliği de yargı bağımsızlığı bakımından eleştirdi. Danıştay’ın dörtte birinin Bakanlar Kurulu tarafından seçilmesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin Meclis tarafından seçilmesi gibi yargı bağımsızlığını etkileyecek düzenlemelerin yanısıraen önemli darbeyi de onyedi üyeli Anayasa Mahke mesi’nin sekiz üyesinin Meclis tarafından seçilmesini öngören düzenleme sebebiyle anayasa yargısının alacağını belirtti. Sayın Kanadoğlu söyleşinin başında, anayasa yapım sürecinden kısaca bahsederek demokratik anayasa yapıcılığını bir kurucu meclis ve bu mecliste sağlanmış bir uzlaşmaya dayandırdı. Buna örnek olarak ABD Anayasası’nı, 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş yeni devletlerin anayasaları ile Hindistan ve Güney Afrika Anayasalarını gösterdi. Taslağın yasama, yürütme, yargı gibi üç erk bakımından değerlendirilmesi sonucu varılan ortak nokta; kuvvetler ayrılığı ilkesinin zarar gördüğü, metnin birçok defosunun olduğu ve ileri sürüldüğü gibi demokratikleştirici bir özelliğinin olmadığı yönündeydi. Kanadoğlu, Anayasa’nın 175. maddesine göre parlamentoda çoğunluğu sağlayan grubun kendi başına anayasa yapamayacağını; yürürlükteki anayasanın iktidara böyle bir yetki vermediğini açıkladı. Türkiye’nin gündeminde uzun süre tartışılan türban yasağı ve buna ilişkin yapılan 24 ROUNDTABLE yapılmak istenen değişikliklerin anayasa hukuku bakımından anlamı ve Anayasa Mahkemesi’nde açılan dava sonucu verilebilecek çeşitli kararlar değerlendirildi. Mahkeme’nin davayı yetkisizlik gerekçesiyle reddetmesi, şekil denetiminden hareketle işin esasına girmesi ve yapılan değişikliği iptal etmesi veya etmemesi ya da yokluk kararı vermesi gibi farklı olasılıklar üzerinde duran Kanadoğlu, bu olasılıklar hakkında akıllarda kalan soruları da yanıtladı. son anayasa değişiklikleri de söyleşinin en çok ilgi çeken konuları arasındaydı. Üniversitelerde türbanı serbest bırakmak amacıyla, Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişikliklerin aslında bir “değişiklik” olmadığını belirten Kanadoğlu, bu düzenlemelerin üniversitelerde türbana serbestlik tanımayacağını ifade etti. “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddeye “...ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında” ibaresinin eklenmesinin bir esprisi bulunmadığını belirten Kanadoğlu, maddenin eski hali ile de bu anlama geldiğini söyledi. 42. maddede yapılan değişiklik için ise, maddenin önceki halinde de eğitim ve öğretim özgürlüğünün yasayla sınırlanabileceğinin bulunduğunu; dolayısıyla bu değişikliğin de bir yenilik getirmediğini açıkladı. UNIRC Türkiye’nin gündeminde yer bulan ve mezunlarımızın ilgilendiğini düşündüğü konularda, akademisyenler, sanatçılar ve konunun uzmanları ile mezunlarımızı buluşturmaya ve hem bilgi hem de fikir alış-verişinin sağlanmasına devam edecek. Robert Kolej mezunlar Derneği (RKMD) Yönetim Kurulu Başkanı Selim Ergin ve RKMD Genel Sekreteri Ferdin Hoyi’nin de katıldığı söyleşide, Anayasa’da yapılan ve 25 SÖYLEŞİ Tamer ASLAN RC’06 Berk ALTIN RC’07 CEM YEGÜL İLE MÜZİK MOLASI... 26 SÖYLEŞİ •Müzik endüstrisine girerken bir müziksever olarak beklentileriniz neydi? Hayal kırıklıkları yaşadınız mı? satılıyordu. Yirmi dolara sattığınız bir plağın size maliyeti belki de iki buçuk dolar. Bu durumda iyi sanatçılarla iyi anlaşmalar (adil olmayan anlaşmalar) yaptıysanız milyonlarca plak satarak hak ettiğinizin çok ötesinde paralar kazanıyorsunuz. Sanatçılar sürekli kazık yediklerini düşünüyorlar; ortamın, endüstrinin genel zihniyeti bu olmaya başlıyorlar. Sonuçta plak endüstrisine güvensiz yaklaşmaya başlıyorlar. Açıkçası bu işe başlarken işimizi müzik endüstrisi olarak algılamıyorduk. Müzik hepimizin hayatına yeni bir boyut kazandırmıştı; dolayısıyla müziğin kendimizi ve çevremizi değiştirmek, geliştirmek için kuvvetli bir araç olduğunu fark ettik. Amacımız, müziği bu doğrultuda kullanmaktı. Beklentilerimiz çok yüksek değildi, para hırsımız yoktu. Belirttiğim gibi, bir taraftan telif hakları ve fikir hürriyeti derken diğer yandan haksız kazançlar sağlamış bir endüstrinin varlığı dolayısıyla karışık düşünceler içersindeyim. Ama sonuç olarak, çabayla yaratılan bir şeyi bedavaya kullanmanın, yaratıcıya ürettiğinin karşılığı olarak herhangi bir bedel ödememenin etik olmadığını düşünüyorum. Zamanında sanatçı plak endüstrisi tarafından sömürülürken şimdi de toplu kullanım havuzları aracılığıyla bireyler tarafından sömürülüyor. •Maddi kaygılar bir yana, işin içine ticaretin girmesi ile rahatsız edici noktalar ortaya çıkmadı mı? Başlangıçta böyle bir durum söz konusu olmasa da, zamanla sorumluklar artıyor, taşıdığınız yük artıyor, dolayısıyla ticari kaygılar da artıyor. Ve evet, belki de bu süreçte müziğin tılsımı biraz kayboluyor. Fakat ticaret de yapsanız, yaptığınız işi amatör bir ruhla sürdürebilirsiniz. O açıdan fazla hayal kırıklıklarımız olmadı.Bugünkü aklım ve tecrübemle geriye dönebilsem tekrar aynı işe kalkışmayabilirim; çünkü artık ne kadar zor bir iş olduğunu biliyorum. Ayrıca o zamanki şansı da bir daha yakalayamayabilirim. Ama her şeye rağmen aynı süreçten geçmek isterdim sanırım. Peki, alternatif bir mekanizma örneği sunalım. Radiohead EMI’yle altı albümlük anlaşmasının bitmesini müteakip yeni albümünü internet üzerinden satışa sundu. Buradaki dikkat çekici nokta ise albümün belirli bir fiyatının olmaması ve dinleyicinin arzu ettiği miktarda ödeme yapabilmesi oldu. Müzik endüstrisinde Radiohead pozisyonundaki grup sayısı parmakla sayılacak kadar az. Örneğin adı duyulmamış bir grup müziğini bu yöntemle yaymaya kalksa Radiohead’in yakaladığı başarının ancak milyonda birini yakalayabilir. Radiohead, eski sistemle kendine bir isim yapmış, şimdi de sistemin tıkandığı noktada sosyal gerekçelerle yeni arayışlara girmiş bir grup. Güzel bir fikir olsa da bu deneyin sonunda gördüğümüz dinleyicilerin çoğunun yine herhangi bir ücret ödemeksizin albümü indirdiğiydi. Dinleyiciyle doğrudan, aracı bir şirket olmaksızın, ticari ortam kurma düşüncesi çok güzel, fakat bu sistemin Radiohead açısından da çok iyi çalışmadığı ortada. Ayrıca söylediğim gibi herkes Radiohead’in sahip olduğu şartlara sahip değil. Çalışma şansı düşük bir sistem. •Müziğin ticari yanına girmişken, “Bilgi Çağı” nda müziğin internet vasıtasıyla komünal paylaşımı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu konuda karışık düşüncelerim var. Bir taraftan, telif haklarının fikir hürriyetiyle fazlasıyla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Birisi bir şeyler yaratıyor, bir takım araçlar kullanarak yarattığını pazarlıyor ve bundan geçimi sağlıyor. Bu sebeple yaratıyı kullanan herkesin bedelini ödemesi çok doğru bir şey; bu fikir hürriyeti için de zaruri bir şey. Telif yasalarının iyi çalıştığı ülkelerde fikir hürriyetinin üst seviyede olması tesadüfî değil. Ama öte yandan da plak şirketleri uzun süre haksız kazançlar elde ettiler. Vasat yöneticiler, vasat fikirleri olan insanlar uzun süre sanatçıların sırtından çok şaşaalı yaşamlar sürdüler. Bu biraz da müzik sektörünün tarihsel gelişimiyle ilgili. Başlangıçta plak endüstrisi “single” mantığıyla çalışırken, daha büyük kazançlar elde etmek uğruna “filler” konsepti ortaya çıktı. Yani bir iyi parçanın yanında sekiz dokuz vasat parça bir parçanın on katı fiyata Plak endüstrisi zaman içerisinde single’lardan, longplay’lere, CD’lere geçmişken daha sonra mecburen single’lara bir dönüş oldu. Ama sanatçıların tamamen kaydettikleri malzemeden para kazanamayacağı da çok net ortada. Bunun için kendi “community”lerini yaratarak canlı etkinliklerden elde ettikleri kazancı azami 27 SÖYLEŞİ seviyede tutmaya çalışıyorlar. Örneğin iki rakip şirketten; Live Nation ve AEG’den bahsedebiliriz. Bu şirketler, sanatçıların tüm kazançlarına ortak olma yoluna gidiyorlar. Canlı müzik endüstrisini yönetenler aynı zamanda evvelden yapımcının görevi olan sanatçı geliştirmeyi de üzerlerine alıyorlar. Mesela Live Nation, bir plak şirketi olmamasına rağmen Madonna’yla yaptığı 120 milyon dolarlık anlaşmanın sanatçının her türlü gelirinden pay almaya çalışıyor. Bir anlamda müzik endüstrisinde dünya yeniden kuruluyor. •Robert’e bir dönüş gibi olacak ama 78 öncesinde Türkiye’de müziğin yeri neydi? Robert’te okumak sizin dünyadaki müziğe ulaşmanızda nasıl bir rol oynadı? Müziğe ulaşmak çok daha zordu, ama bir o kadar da keyifliydi. Çok iyi hatırlarım, o zamanlar plaklarım benim en değerli şeylerimdi. O plaklara çok iyi bakar ve aynı gün içinde defalarca dinlerdim. Şimdiki müzik dinleme yöntemlerine baktığımda, dinlemekten çok eleme üzerine bir sistem görüyorum. Tabii o zamanki sanatçılar da farklıydı. Müzik çok daha zengindi, sosyal duyarlılıklar çok farklı bir seviyedeydi. Keyifliydi ama seçenek daha azdı. Onun için bir malzemeye ulaştığınızda çok daha değerliydi. Şimdi daha farklı. Örneğin işim dolayısıyla çeşitli yerlerden o kadar çok malzeme geliyor ki dinlemek benim için 20 saniyede verilen bir karardan ibaret oldu. Evet, Dinlemek doğru bir kelime bile değil. Tabii işimin dışında, evime gittiğimde birçok şeyi keyifle dinliyorum. Ama yine de eskisinden farklı. •20 saniyede nasıl karara varıyorsunuz? Önünüze gelen kaydın iyi olup olmadığını nasıl anlıyorsunuz? Bir yerden, şu ya da bu şekilde ışığı alıyorsunuz. Aslına bakarsanız yirmi saniye çok da kötü bir süre değil. O işte bir geçmişiniz varsa, biraz tecrübeniz varsa 20 saniye belki de abartıyorumdur, öyle olup olmadığına emin değilim size ışık vermek için yeterli bir zaman olabiliyor. Ön elemenizi yaptıktan sonra o müziği tekrar değerlendirebilirsiniz, farklı zenginlikler keşfedebilirsiniz. •Işık alamayıp da sonradan beğendiniz sanatçılar oluyor mu? Kişisel olarak, çok sevdiğim sanatçılardan birçoğunu ilk dinleyişimde, belki daha zor tüketilir, daha zor sindirilebilir müzik yapmalarından dolayı sevememiştim. Oluyor tabii. Sonuçta insanın her zaman her şeyi doğru değerlendirmesi imkansız. •Bir sanatçıyı getirirken kendinizi nasıl tanıtıyorsunuz? Zorluk çekiyor musunuz diye soracaktım ama sanırım artık yurtdışında bir Babylon, Pozitif imajı oluştu. Tabii şimdi öyle bir sorun yok. Ama vakti zamanında vardı. Konuştuğunuz insanların (menajerler vs.) gözünde parlak bir kredi notunuzun olması gerek. Daha önce o sanatçıyla çalışmadıysanız menajerine veya “booking agent”ına kendinizi iyi bir şekilde tanıtmalısınız. Sonuçta hiç kimse sanatçısını vasat bir kulübün direktörüne, vasat bir organizatöre teslim etmek istemez; bu menajerin sanatçıyla olan ilişkisini zedeler Dolayısıyla hep emin ata oynamak zorunda. Siz işin başındayken, herhangi bir krediniz, tarihiniz olmadığı için insanlara dert anlatmak zorundasınız. SÖYLEŞİ şey de, mesela Rolling Stones pop mu, pop. Yani popüler kültürün bir ürünü. İyi mi, iyi. Snoop Dogg mesela, pop mu pop (yani hiphop, R’nB) İyi mi? Bazen iyi bazen kötü. Pozitif veya Babylon açısından böyle bir durum yok, rahatlıkla istediğimiz sanatçılarla çalışabiliyoruz. Ama bu işte yeniyseniz, bir şekilde kendinizi ispat etmelisiniz; herkes o bedeli şöyle ya da böyle ödemek zorunda. Tabi bizim pop anlayışımız daha çok kötü müzik diyebileceğimiz, daha mainstream, daha çok fark etmeden bilinçaltına işleyen müzikler. •Kendini tanıtana kadar geçen süre çok sancılı sanıyorum... Onu düzeltemezsiniz, çünkü iyi fikirler çok kişiye ulaşamaz. Çok yüksek, sofistike bir caz müziğini milyonlarca insana dinletemezsiniz. Öyle bir şey olmaz, doğanın çalışmasına aykırı. Bir şey mass ise, çoksa, o büyük ihtimalle çok iyi değildir. Bir fikir çok insan tarafından benimseniyorsa o çok büyük olasılıkla vasat bir fikirdir. Aynı şey burada da geçerli. Bahsettiğiniz gibi bir çaba, beyhude bir çabadır. Daha kaliteli şeyleri, makul seviyede geniş kitlelere ulaştırmaya çalışabilirsiniz, ama çok yüksek sanatı, müziği çok kitlelere de ulaştıramazsınız. Sancılı... Mesela 19 yıl önce şirketi yeni kurduğumuzda yaptığım yazışmaların bir kısmını saklıyorum.Vaka analizi, evet ama iş nasıl yapılmamalı konulu bir inceleme. Gülünç, hatta patetik bir yaklaşım. Fakat bunları da ancak yaşayarak öğreniyorsunuz. Farklı bir psikolojidesiniz, kendinizi kanıtlamaya çalışıyorsunuz. İşin başı zor. Yine de o zamanlar enerjinizin ve iştahınızın fazla olması tecrübesizliğinizi telafi ediyor. İpe sapa gelmez bir konuda belki yirmi defa yazışmaktan gocunmuyorsunuz. Bugün o acentenin yerinde olsam belki cevap bile vermem. Mesela Bob Marley aynı zamanda pop, o janrı içinde kaliteli mi, kaliteli! İyi mi iyi, geniş kitlelere ulaşıyor mu, ulaşıyor. Neden? Mesajı evrensel, müziğin basit bir düzeneği, yapısı var. Öyle istisnalar var. Çok sofistike cazlara baktığımızda görüyoruz ki bir taraftan kaliteli müzik, bir yandan da halk müziği. Aynı şey blues için de geçerli, kaliteli, evrensel, halk müziği. Bir formül yok. Hayat ne kadar karmaşıksa oradaki düzen de o kadar karmaşık. Fizik kuralları hep aynı işliyor. •Bilinen bir isim olarak şu anda çektiğiniz zorluklar nedir? Bir kere Babylon çok zor bir iş. Bir canlı müzik kulübü işletmek, Babylon tipinde bir mekan işletmek bir hayli meşakkatli. Sanatçı yiyen bir makine gibi. Devamlı yeni bir şeyler sunmalısınız, programınız tutarlı olmalı, yerli ve yabancı sanatçıları kaynaştırmalısınız, dozajı iyi ayarlamalısınız. Festival düzenlemek de güç. Örneğin bir alternatif rock festivali düzenliyorsanız “line-up”ınızı güncel gruplardan oluşturmalısınız. Ana gruplarınız, “headliner”larınız olacak, onlarla tutarlı alt programlarınız olacak. Hepsi turnelerinde bölgenizden geçiyor olacak, tarihlerini uyduracaksınız. Zorluğu burada. Programları yapmak ve süreklilikte. Bisiklete binmek gibi, duramıyorsunuz; durursanız düşersiniz. •İnsan müzikle ilgili bir şey üretirken bir şekilde bilinçaltının etkisinde kalıyor. Mesela Türk toplumu çok fazla müziğe maruz kalıyor ve hepsi de çok kaliteli müzikler değil. Bu insanların yaratıcılığını bir şekilde sınırlamıyor mu? Mutlaka, yani bizim Türk kültürümüz yaratıcılığı desteklemeyen bir kültür. Eğitim sistemi, ezberci kalıpçı bir eğitim sistemi. Kendini ifadeyi hor gören bir sistem. İnsanlar da genellikle aykırı olanı, kendi sesini ifade etmeye çalışanı gülerek karşılarlar, aşağılarlar, yargıyla yaklaşırlar. •Pop müzik insanlara cebren dayatılıyorsa, insanlar nasıl alternatif janrlara yönlendirilebilir? Daha doğrusu pop müziğin bir tüketim malı haline geldiğini düşünürsek, müziğe sanatsal bakış açısı nasıl kazandırılabilir? Ama bireye daha değer veren toplumlarda desteklenir, garip karşılanmaz. Mesela Amerika’daki bir pop müzik çok bayağı olabilir, ama herkesin bir meselesi de vardır. Yani kendini ifade ediyorsa, meselesini de ortaya koyuyor demektir. Türkiye’deki pop müziğe bakıyorum, kimsenin meselesi yok. Duke Ellington şöyle bir laf etmiş, çok doğru bir laf olduğunu düşünüyorum: İki tür müzik vardır, iyi müzik, kötü müzik. Ha pop müzik dediğiniz 29 SÖYLEŞİ •Bunda darbelerin, apolitikleştirme süreçlerinin de kesin etkisi vardır. •Bir röportajınızda caz üniversiteye girmeli demişsiniz. Mesela ikimiz de üniversiteliyiz, bu dergi de üniversitelilerin çıkarttığı ve onlara hitap eden bir dergi. Üniversiteye caz nasıl girmeli? Tabi canım darbe yani, bugün yaşanılanlara bakıyoruz, nasıl süreçlerden geçtiğimize, darbe günlükleri yayınlıyor bir dergi, dergi basılıyor, dergi kapatılıyor. Özgür, bireyci bir ülkede böyle bir şeyler olabilir mi? Olamaz. Aslında ben de çok şahit olmadım, o zamanlar çok bilinçsizdim açıkçası. O kadar politikayı çok yakından takip etmiyordum RC yıllarında. Ondan sonra da zaten Amerika’ya gittim, ortaklarımdan biri ile. Koptum yani. Dolayısıyla ben de o dönemde uyurgezer gibiydim. Sizin sonradan okuduğunuz gibi, ben de sonradan okuyarak o olayların gelişimine vakıf oldum. Ama tabi, toplum darbe toplumu, militer bir toplum. Müzik veya bu tip bizim yaptığımız işlerin öyle faydaları var. Başka dünyalar, başka hayatlar olduğuna bir ucundan köşesinden insanlara gösterebilmek ve insanların hayatını biraz değiştirebilmek, o değişimi tetikleyebilmek. Her okula nasıl giriyorsa öyle girmeli. Cazın üniversiteye girmesi, ne bileyim, Berkeley Juilliard gibi bir okul değilse ancak kıyısından köşesinden olabilir. Seminerlerle, panellerle, sağlam bir müzik arşivi ile, müzik kütüphanesi ile olabilir. Ama yine biraz önce konuştuğumuz şeye toslarız, çünkü herkese ulaşmaz sonuçta. •Herkese değil de daha büyük kitlelere ulaşabilir belki... Tabi, daha büyük kitlelere mutlaka ulaşabilir. Bir kere caz özgürlükçü bir şey; yapısı serbest salınımlara izin veren, özünde doğaçlama olan bir şey caz. Hakikaten biri cazı kavramaya başladığı zaman özgürlükçü, bireyci ama aynı zamanda kolektif bir platform olduğunu da, uyum içinde olduğunu da anlar. Dinlemeden çalamazsın mesela, ama çalan cazcılar da var. O zaman görüyorsunuz o kişinin psikolojik durumunu, grubu ile olan ilişkisini, nasıl bir ahenksizlik yarattığını. •Peki, nasıl değişiyoruz mesela? Müziksel açıdan daha sınırlamalardan uzaklaşıyoruz. Sanki bir anlamda daha büyüyoruz, daha önce bastırılan şeyler hala bastırılmaya çalışılıyor siyasal anlamda ya da başka anlamlarda; ama yine de biraz daha özgürlükçü sanki. Daha çoksesli. •Cazdan bu kadar bahsetmişken soralım, caz neden gezegenin etnik müziği? Kesinlikle doğru, daha çok sesli bir toplum. Mesela anayasal reformlar yapılıyor. Tabi ki çok eksik ve daha fazlası yapılmalı. Daha bireyci ve liberterian bir toplum, herkesin daha rahat nefes aldığı bir toplumda yaşamalıyız bence. Hepimiz ne istiyoruz, kafamızı sokacak bir yer, karnımız doysun, mutlu olalım, insanlarla mutluluğu hayatı paylaşalım. O laf bize değil de, bizim çok sevdiğimiz, benimsediğimiz, işe başlama sebebimiz olan Sun Ra’ya ait. Çok evrensel bir şey caz. Her yerde kurumsal yapısı olan şeylerle karşılaşamayabilirsiniz, ancak cazla her yerin, her bölgenin kendine has unsurlarının harmanlandığı bir sound yakalayabilirsiniz. Caz janrlarına baktığınızda da yok Kuzey Cazı, Afrika Cazı, Türk Cazı tarzı şeyler de bulabiliyorsunuz. •Bu nasıl olabilir? İnsanların daha özgür yaşadığı, kendilerini daha rahat hissettikleri yerlerde olabilir. Onun için bu reformlar tabi ki çok daha radikal bir şekilde devam etmeli ve biz de bu zincirlerimizden kurtulmalıyız. Daha bireyci olmalıyız. Birey korkulacak bir şey değil çünkü. Herkes birey sonuçta. •Türk cazı ile ilgili biraz daha bahsedebilir misiniz? Yani şimdi bir parçayı Türk cazı olarak adlandırabilmemiz için ayırt edici bir sound olması 30 SÖYLEŞİ Babylon caz kulübü değil aslında. Babylon canlı müzik mekânı ama iyi caz işleri de yapmaya çalışan bir canlı müzik mekânı. Doğru, Ghetto bunların arasında Babylon’a en yakını. Jazz Center benim tadım için biraz daha steril, ama anladığım kadarıyla programı fena değil, iyi işler yapmaya çalışıyorlar, gidenler memnun bildiğim kadarıyla. Ghetto da hafiften Babylon taklidi gibi. lazım. Mesela ben bir caz parçası dinlediğim zaman bir takım karakterler yakalayıp bunun Kuzey Avrupa cazı, New Orleans cazı, New York cazı olduğunu anlayabiliyorum. Ancak mesela Türk cazı diyebilmem için ayırt edici, kendine özgü bir sesi olması lazım. Yani Türk motifleriyle bezenmişse o zaman anlıyorum, evet bunu buradan birisi yapmış diye. Ama Türk cazı o değil, Türk cazı o olmamalı. Bir şeye Türk cazı diyebilmemiz için hakikaten kendi dilini, ritmini vesairesini yaratmış olması lazım. Dolayısı ile Türk cazı diyebileceğimiz bir dil yok. Varsa da benim bildiğim yok. •Aklınızda gelecek için ne tür programlar, düşünceler var? Yaptığımız festivalleri büyütüp, daha uluslararası ve yurtdışından daha çok festival turizmi çekebilecek platformlara dönüştürmek; Babylon’un yazlık mekânını çok farklı bir konuma getirmek; İstanbul’a orta ölçekli bir konser mekânı, kapalı bir arena yapmak. Bu arenanın merkezi bir yer olması lazım, hala yer arıyoruz. •Türkiyede caz müziği de, bu müziği yapanlar da sınırlı. Mesela İlhan Erşahin, Aydın Esen, Okan Temiz, bunlar yurtdışında yaşayan isimler. Buradaki birkaç isim hakkında ne düşünüyorsunuz, mesela Erkan Oğur, Kerem Görsev, Önder Focan, Quartet Muartet var. Bu müzisyenler hakkında ne düşünüyorsunuz? •Yurtdışından Türkiye’ye oryantalist bir bakış açısı maalesef var. Doublemoon sanatçıları da hala göbek dansı raflarında mı? Yok, baya çalıştık o konuda, baya değişti şimdi. Artık daha urban-dünya müziği olarak geçiyor. Müziğe has da değil her açıda öyle bir bakış açısı var sanki. Bu bakışa açısı var tabi, biz de sorumluyuz hatta o bakış açısından. Erkan Oğur çok iyi bir enstrümentalist, kendine has bir sesi var, dili var. Kerem Görsev’in ilgi alanı mesela benim çok ilgi alanım değil; onun alanı daha çok Bill Evansvari, trio mantığına dayanan bir alan. O bana hitap eden bir şey değil. Okay Temiz mesela Türkiye’de dünya müziği ile cazı ilk harmanlayan kişidir. Cazın en yaratıcı olduğu dönemde yaptığı çok yaratıcı işler var. Bu yüzden saydıklarınız arasında ayrı yere konulacak bir isim. Quartet Muartet evet yeni güzel sağlam. Önder, Aydın Esende aslında artık burada yaşıyorlar. Yurtdışında çok uzun yıllar yaşadılar, ama müzikal olarak da buradan besleniyorlar. Aydın Esen de mesela yüksek tekniği olan, böyle fusion tarzında işler yapıyor. Onlar bana hitap etmiyor, fusion tarzını sevmiyorum; ama kendi tarzı içinde çok iyi. Yüksek düzeyde tekniği, müziğinde sağlam bir tutarlılığı var Aydın Esen’in; ama benim tarzım değil yani. Ancak bu bakış açısı değişiyor sanırım. World music chartlarında Doublemoon sanatçılarının yükselişlerini görmeye başladık. Mercan Dede 1 numara oldu mesela, European World Broadcast sıralamasında, 1-2 hafta da kalır belki. Taksim Trio’nun da öyle bir şansı var, olur mu olmaz mı bilemeyiz ama artık yavaş yavaş giriyoruz listelere. Yalnız orada biraz da lobi de yapmak gerekiyor, o mekanizmaların da içine girmeye başladık. O sektöre yön veren insanları da tanıdıkça bize farklı davranmaya başlıyorlar. •Son olarak Rock’n Coke bu sene olmayacak, internet sitesindeki açıklamayı biliyoruz ama bir de sizden duymak istedik! •Alternatif konser mekânları olarak, özellikle caz bağlamında düşünürsek İstanbul’da Nardis var, Ortaköy’de Kerem Görsev’in İstanbul Jazz Center’ı var. Bir de Babylon’a alternatif olarak gösterilebilecek Ghetto var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? O açıklama, hedeflediğimiz isimler vardı, onları tam festival tarihlerine denk getiremedik. Kişileri söyleyemem ama büyük isimlerdi. Şimdi 2009’a çalışmaya başladık, inşallah o isimleri bağlarız. 31 BİZDEN Sena ÇERÇİ RC’07 POSt RC SENDROMU Dikkat! Bu yazı ileri derece de reklam içermektedir. Yazdığım yazıyı baştan sona okuyunca başına böyle bir not ekleme ihtiyacı hissettim. Evet, dışarıdan birisine reklamdan başka bir şey ifade etmeyebilir. Herhangi bir mezun okuduğunda ise anılara dalıp gitmesi, Robert'i anması, özlemesi kaçınılmaz... Öğrencisi iken hiç anlamamıştık oysa Robert’i sevdiğimizi. Hep şikâyetçiydik kıyafet kurallarından, kameraların burun deliklerimizi bile gözetleyebilmesinden, derslerin ağırlığından, kuralların sertliğinden. Alışır gibi olduğumuzda ise oradan oraya koşuşturmaya başladık. Dershaneydi, üniversite başvurularıydı… Kıymeti sonradan anlaşılan bir okulmuş meğer Robert. İnsanı pişman eden bir okulmuş. Her şeyin en iyisine, en güzeline alıştıran bir okulmuş. İmkanlar sunan, kapıları ardına kadar açan... Son iki yılında gelecek hayalleriyle yaşamaktan baharları çiçek açan ağaçlarını, balıkların huzurla yüzdüğü havuzunu, rüzgarlarla serinleyen Plato’sunu, Gould önü morsalkımlarını unuttuğumuz… Arnavutköy-Ulus arasında kocaman bir ormandan sesinizi, varlığınızı duyurduğunuz... Kendinizi bulduğunuz ve zaman zaman kaybettiğiniz... Peki, nedir çoğumuzun yaşadığı, taze mezunların henüz atlatamadığı post-RC sendromu? Yıllarca izole bir şekilde, dünyadan uzakta ama dünyanın her bir noktasını seyrederek yaşamışsınızdır. Olan biten her şeyin farkında, duyarlı, fakat bir o kadar da dışındasınızdır olayların. Onca yıl avcunuzun içinde türlü imkan, türlü insan, türlü bilgi vardır. Sanki Robert hiç bitmeyecek, sanki hiç üniversite, iş hayatı, geçim derdi, gelecek kaygısı, aile hayatı olmayacakmış gibi, öylece yaşarsınız. Bireysellik işler içinize. Bir ve birey olduğunuzu hissedersiniz. Herhangi birisi olmadığınızı, ama birisi olduğunuzu bilirsiniz; size o özgüven, o donanım verilir Robert'te. Bıkarsınız da zaman zaman. Çekilesi çilesi yoktur Robert'in. Ödevleri, kuralları, disiplini... Boğar insanı adeta. "Mezun olunca" diye başlayan cümleler kurarsınız çokça. Hayaller... Ve Büyük Gün gelir. Okul müdürünün elinden diplomanızı alıp kepinizin püskülüne elinizi attığınız an kafanıza dank der Robert'in bittiği gerçeği. Bitmiştir. Ertesi sene, diğer okullardan bir hafta önce açılacak olan okulunuz yoktur artık. Diğer liseliler gezerken çalışacak finalleriniz yoktur. Okunacak birikmiş kitaplar, yapılacak araştırmalar bitmiştir. Kıyafet kuralları yoktur, daha ne olsun! Bir an sevinseniz de, çok an üzülürsünüz bitti diye. Özlersiniz. Nasıl bağlamışsa bizi kendilerine o soğuk, eski, taş binalar, görkemli ağaçlar; tutturursunuz Robert diye. Mızmız, şikayetçi biri olur çıkarsınız ukala ve kendini beğenmiş damgasını yemek pahasına. Oysa... Gould önünde her öğlen sohbet ettiğiniz insanı ayda bir görmek zorunda kalırsınız. Canınız sıkıldığında Art studio’ya gidip boyayamaz, karanlık odaya gidip fotoğraf basamaz hale gelirsiniz. Forumball oynayamazsınız. Plato’da manzaraya, rüzgâra, çim kokusuna, börtü böceğe doyamazsınız. Müzik odasına kapanıp dersi kaçıramazsınız. Tiyatro oyunu yazıp yönetemezsiniz. Sizinle benzer fikirlere, ifade ediş tarzına, ilgi alanlarına sahip insanları bulamazsınız her an, her dakika. Hele ki yatılı kalmışsanız Robert'te, yediğinizin, içtiğinizin ayrı gitmediği insanlara uzak olmak canınızı daha da acıtır. Rüya gibi, gelmiştir, geçmiştir. Unutmaya bile başlarsınız. Lakin size kattıklarını, sizi büyüttüğünü, olgunlaştırdığını, öğrendiklerinizi unutamadan yaşar gidersiniz. İşte böyle bir şeydir post-RC, yani Robert Kolej mezunu sendromu. Sudan çıkmış balığa dönmek, yeni sular aramaktır delicesine... SÜPER FIRSAT RKMD’ye şimdi üye olun Bizim Tepe kombine üyeliğini ÜCRETSİZ olarak alın ! UNIRC ÜYELİĞİ Bizim Tepe ve RKMD KOMBİNE 2009 ÜCRETİ YILLIK 170 YTL KOMBİNEYE DAHİL OLANLAR ? • BİZİM TEPE HAVUZ • BİZİM TEPE SPOR SALONU • AÇIK TENİS KORTLARI • SICAK VE SOĞUK JAKUZİLER • RC KÜTÜPHANESİ • RC GYM • BİZİM TEPE OTOPARK TAMAMEN ÜCRETSİZ !!! • VE GERİ KALAN HER TÜRLÜ HİZMET’TEN DE İNDİRİMLİ YARARLANMA FIRSATI SADECE ÜNİVERSİTELİ ROBERTLİLER İÇİN! HEMEN ÜYE OLUN, BU FIRSATI KAÇIRMAYIN! 33 KARİYER Emre ÖZORAN RC’03 RC’nin DOKTOR adayları... Her şey 2007 Mayıs UNIRC balosunda aldığım plaketle başladı. Amacı üniversiteyi bitiren mezunların UNIRC'ye verdikleri hizmetten dolayı kutlamak olan bu plaketin ufak bir sorunu vardı: Ben henüz mezun olmamıştım. Masum bir hata yapılmış ve tıp eğitiminin 6 yıl olduğu unutulmuştu. Öyle ya UNIRC'de benim dışımda doktor adayı hiç yoktu. UNIRC dışında hayatın birçok alanında üniversitede seçtiğim bölümden dolayı farklı sorularla karşılaşıyorum. Tıp okuduğumu öğrendikten sonra "şuram ağrıyor" diyenler, "ne üzerine okuyorsunuz" deyip uzmanlığın da tıp okurken yapılmadığını söylesem de ısrarla ne uzmanı olduğumu soranlar derken bambaşka bir dünyanın içinde buluyorsunuz kendinizi. İsminizin önüne gelecek unvan size yeni bir kimlik yüklüyor. İşte size benimle bu durumu paylaşan arkadaşlarımı duyun diye, ama en çok da bana neredeyse her gün sorulan ama cevabından asla tam emin olamadığım soruların cevabını bir de onlardan dinlemek için bu yazıyı yazmaya karar verdim. SORULAR: 1-Neden Tıp? 2-Neden şu anda okuduğun üniversite? (Çapa, Marmara, vs.) 3-Hangi alanda uzmanlaşmak istersin? 4-Robert’teki arkadaşların mezun oldu, sense hala okuyorsun; bu konuda neler hissediyorsun? 5-Şu ana kadar diğer insanlar tarafından sorulan en ilginç soru hangisiydi? 6-____________________? (Kendin sor kendin yanıtla) 7-Boş vaktin var mı? Şu anki akademik yoğunluğunu Robert'le kıyaslar mısın? En son ne zaman sinemaya gittin? En son hangi kitabı okudun? Metot: 5 kişiyi seçtim ve onlara e-mail ve facebook yolu ile toplam 7 soru gönderdim. Onlar da bu soruları yine e-mail ve facebook yolu ile cevaplayıp bana gönderdiler. Sonuçlar p<0.05 olduğu için gayet anlamlı bulundu ve UNIQUE'de yazılmaya hak kazandı. 34 KARİYER Beyza Çiftçi Kavaklıoğlu, RC‘03, Cerrahpaşa İngilizce Tıp‘09 1- Lise 10'a (Yeni Lise'de sınıflar 1–2–3 diye değil 9–10–11–12 diye gidiyordu) kadar işletme okumak istemiştim. İş hayatının pırıltılı, bol koşuşturmalı görünümü hep çekici gelmişti. Sonra biyoloji, ileri biyoloji ve anatomi aldıktan sonra, "ya bu iş çok zevkli, tıp mı okusam" demeye başladım. Mezun olunca tek istediğim tıp fakültesine girmekti. 3- Bu soru sanıyorum kâbusum. TUS’a girmeme bir buçuk senenin kalmış olduğu şu günlerde ben halen kesin bir karar verebilmiş değilim. Cerrahi veya temel bilimler istemiyorum. Güncel kararım nükleer tıp. Neden, çünkü hem klinik branşların aşırı yoğunluğu yok, hem de hastadan temel bilimler kadar uzak değil. Ayrıca çok prospektif diyebileceğim, gelişmekte olan ve ileride de gelişme potansiyeli çok yüksek olduğunu düşündüğüm bir branş. Kullanılan teknolojileri de oldukça ilgi çekici buluyorum. Bununla birlikte 2009 sonbaharında dermatolog olduğumu duymanız da gayet mümkün : ) Birlikte göreceğiz… 2- Aslında ÖSS tercih formunda neredeyse Türkiye’deki tüm tıp fakülteleri yazılıydı. Robert mezunu olmamın getireceğine inandığım avantaj ve azmime duyduğum güvenle hangi fakülteye gidersem gideyim İstanbul’a yatay geçiş yapabileceğimi düşünüyordum. Öyle de oldu, nitekim Edirne’deki Trakya Tıp’ta başladığım tıp eğitimime 2. senenin sonunda yatay geçişle Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İngilizce Tıp Bölümünde devam ediyorum. Halen 5. sınıfta öğrenim görmekteyim. Dolayısıyla benim için neden Cerrahpaşa’dan çok, öncelikle neden İstanbul? Cevabı belki sorusunda saklı: Hayat, daha yumuşak bir ifadeyle alışkın olduğum hayat, İstanbul’da akıyor. Arkadaşlarım, sinema (Edirne’ye filmler birkaç ay sonra gelirdi : ) ) tiyatro ve tabiî ki boğaz! 4- Evet mezun olup çalışmaya başlayanlardan biri de eşim (Can Kavaklıoğlu RC'03). Yaklaşık 4 senedir ve artık profesyonel olarak, tıbbi tercüme yapıyor olmam dolayısıyla kendimi geride kalmış hissetmiyorum. Neden bitmiyor bu okul, neden çalışmaya, para kazanmaya başlamıyoruz artık demiyorum açıkçası çünkü zaten çalışıyor ve kazanıyorum. Liseden geç mezun olmamızın ve üstüne bir de altı senelik bir lisans bölümünü seçmemizin dezavantajını şu şekilde yaşadığımı söyleyebilirim: Artık eskisi gibi oturup saatlerce ders çalışmak zor gelir oldu (yaşlanıyor muyum ne?!). Tercih yapacak olanlara Cerrahpaşa İngilizce’yi kesinlikle tavsiye ediyorum. Çünkü diğer tıp fakültelerinin aksine kontenjan çok daha düşük (70 civarı) bu da hem arkadaş ortamının daha sıcak olmasını sağlıyor hem de hocaların yaklaşımlarının farklı olmasına katkıda bulunuyor. Tabii ki okulda ders aralarında kantinde oturup Cerrahpaşa ile ilgili bir dünya eleştiri yapıyoruz. Yok, hocalardan bazıları niye derse gelmiyor, yok staj hocası kongre kongre gezmekten bizimle tanışmaya bile gelmiyor, yok kimse bizimle ilgilenmiyor vs... Ama temel bilimler eğitimini Edirne’de almış olmam dolayısıyla sağlam bir karşılaştırma yapabildiğime inanıyorum ve eğitim kalitesi, çok sayıda ve çok çeşitli hasta görmek denildiğinde kesinlikle Cerrahpaşa diyorum. Aktif bir bilimsel araştırma kulü-bünün bulunması da bir avantaj ama Cerrahpaşa’da hemen her alanda geçerli olan olmazsa olmaz kural, bireysel çaba. Bu olmadan Cerrahpaşa’yı, belki de tüm tıp fakültelerini, kendinize hiçbir şey katmadan da bitirmeniz maalesef mümkün. 5- Bilmem ki, şimdiye kadar sorulan soruların hepsine büyük bir ciddiyetle yaklaştım valla, hiçbirini komik olarak niteleyemeyeceğim. (bir arkadaşımızın gayet ciddi bir cevabı) 6- Gerçekleştirmek istediğin hayallerin var mı? Aslında en büyük hayalimi eşimle birlikte gerçekleştirmek üzereyim. Tıp sektörüne, özellikle bilgisayar üzerinden hizmetler sunacak, sorunlara çözümler getirecek ve Türkiye’de tıbbı ileriye taşıyacak projeleri hayata geçirecek bir şirket kurmak en büyük hayalimdi. Kurulum aşamasında olan TBU (Tıbbi Bilgisayar Uygulamaları) 2008 Sonbaharında faaliyetlerine başlamasıyla bu hayalimi gerçekleştirmiş olacağım. 7-Boş vakit yok. Sinemaya en son kabadayı filmine gittim, epey oldu yani, ama çok iyi bir sinemacı değilim. En son okuduğum non-medical (bu tabir sağlık sektöründe olan insanlarca kullanılan 35 KARİYER paramedikal kavramıyla eşdeğer, hayatı tıp ve tıp dışı bölmenin bir ürünü aslında(!) kitap Zülfü Livaneli’den Leyla’nın Evi. Ağustos 2007’de okudum onu da. Alıp da okuyamadıklarımı sorsaydın uzun bir liste yapardım ama sana : )) Ama şunu da mutlaka eklemeliyim, benim hayatımda okul ve iş bir arada. Sonuncusunu çıkarıp da hayatında sadece okul olan sıradan bir tıp öğrencisine sorduğumuzda vereceği yanıt daha geçerli olacaktır sanırım. Aslında bu sorunun yanıtını ben de çok merak ediyorum, çünkü neredeyse tüm sınıf arkadaşlarım zamanlarının yokluğundan şikâyetçi. Burcu Yılmaz RC’03, Cerrahpaşa Tıp‘09 1) Kendimi bildim bileli hep doktor olmak iste- Cerrahpaşa’yı tercih yapana kadar hiç gidip görmemiştim aslında. Robert’teyken bu meslek günleri kapsamında Prof. Dr. Hasan Yazıcı bir seminer vermişti tıp tercih etmeyi düşünenlere. Cerrahpaşa’nın kuruluş hikâyesinden bahsetmişti hoca bize, o gün çok etkilendiğimi hatırlıyorum ve kesinlikle Cerrahpaşa istediğime karar vermiştim. ÖSS'de aldığım puan Marmara'ya da Çapa'ya da hatta Ankara'ya da yetiyordu ama ben hep Cerrahpaşa istedim. Bir de inanılmaz deniz manzarasını görünce artık kararım kesinleşti :) Tabi şu var tıp fakültesindeki ilk yılınızdan sonra fakültenin çok birşey değiştirmeyeceğini az çok görüyorsunuz. Tıp eğitimi gerçekten fakültatif bir eğitim. Yani talep ettiğiniz kadarını alabilirsiniz ancak. Talep ederseniz kimse size hayır demez, ama siz birşeylerin zorla öğretilmesi için beklerseniz eliniz boş dönüyorsunuz. Yani bireysel çabayla da çok ilgili, hem pratik eğitim hem teorik eğitim için geçerli bu söylediklerim. 2) Tıbbı Amerika’da mı yoksa burada mı okumam 3) Kardiyoloji ihtisası yapmak istiyorum. Tıpta aslında çok matematik yok ve ben her zaman matematiği çok sevmişimdir. İlk defa kardiyoloji stajında gereksiz binlerce şey ezberlemek zorunda kalmadan sadece aklını ve mantığını kullanarak bazı şeylerin yerlerine oturabildiğini ve sonrasının bu mantığın üzerine eklediğin bilgiyle pekiştiğini gördüm. Üstelik kalp vücudun nüvesi gibi gelir hep bana, hem fonksiyon dim ben. 9 yaşında ben beyin cerrahı olacağım diye gezinen bir çocuktum. Üzerine de hiçbir zaman enikonu düşünmedim. Fikrimin değiştiği durumlar oldu tabi zaman zaman, ama çok uzun sürmedi yine tıpa dönüş yaptım. Lise 1’de Erol Altuğ’dan Biyoloji–1 aldığımda kararım kesinleşmişti. Hocayı çok seviyordum, dersi çok seviyordum, insan vücudunda ve beynide bizim bilgimiz dâhilinde olmadan olup biten o kadar çok şey vardı ki bunların hepsini öğrenmek için inanılmaz heyecan duymaya başladım. Önceleri klinik hekimlik yerine sadece araştırma yapmak istiyordum, tıbbın beni çeken tarafı gizemleriydi ama tıp fakültesin kazandıktan sonra klinik hekimliğin sosyal hizmet boyutuna çok büyük saygı duymaya başladım. Şimdi fikirlerim hem ilerde istediklerim açısından hem de Türkiye’de tıp eğitimine ve işlerin yürüyüşüne bakışım açısından çok değişti tabi. Ama sanırım hala doktor olmak istiyorum o pek değişmedi :) gerektiğine karar vermekle başladı benim için. Erol Altuğ'yla (RC’nin biyoloji öğretmenlerinden) konuştuğumda Bana Amerika’da tıp okumak yerine burada okuyup sonrasında Amerika’ya üst uzmanlık için gitmenin daha mantıklı olduğunu söyledi. Çünkü ben Türkiye’de doktorluk yapmak istediğimi kesin olarak biliyordum, eğitim süreci konusunda kararsızdım sadece. 36 KARİYER olarak hem de ezelden beri üzerine yüklenmiş anlamlar açısından:) fakat 1ay önce nöroloji stajını yaptığımda ikinci bir alternatif daha düştü aklıma. Hem tıp tercih etmemdeki birincil amacı tatmin etmesi açısından beyinle ilgileniyor olması hem de matematiği belki kardiyolojiden de çok kullanması anlamında nöroloji de oldukça ilgimi çeken branşlar arasında. ÖSYM tarafından hazırlanan amacı ne bilenle bilmeyeni ayırmak, ne iyi doktorla kötü doktoru ayırmak olan sadece ve sadece kazananla kazanamayanı ayırabilen son derece kalitesiz ve özensiz hazırlanmış bir tıpta uzmanlık sınavı da var. Sokaktaki adam hekime güvenmiyor, hekim hastasına güvenmiyor. Hastalar mutsuz, hekimler mutsuz? E bu kime yarıyor? Mutsuz bir doktordan verimli hizmet beklenebilir mi? Kolundan tutulup mezun olur olmaz 'zorla' biryerlere gönderilen, son derece sağlıksız koşullarda günde 100–150 hasta bakan, emeğinin karşılığını maddi olarak alamayan mutsuz bir adamın hiç hatasız mükemmel çalışması beklenebilir mi? O zaman bu reformların adı neden sağlıkta iyileştirme, iyileşme bunun neresinde? 4) Bu konuda hiç iyi şeyler hissetmiyorum açıkçası. Okulun beni en bıktırdığı tükettiği anlarda aklıma ilk gelen şey bu oluyor. Şu anda kendi paramı kazanıyor olabilirdim, ya da bilmem nerde master yapıyor olabilirdim vs. Bütün bunları bilerek başlıyorsunuz bu yola, hepsini göze alıyorsunuz ama tıp eğitimi oldukça yıldırıcı. Ne kadar isteseniz de, doktor olacağınız fikriyle kendinizi avutsanız da hem bedenen hem ruhen kaldıramayacağınız noktalar geliyor tabi. O noktalarda da arkadaşlarınızı düşünüp isyan ediyorsunuz. 7) Açıkçası benim çok boş vaktim oluyordu bugüne kadar. Bundan sonra TUS çalışması başlayacağı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Tıp fakültesinde beş yılımı tamamlamaya yaklaştım. Tükendiğimi hissettiğim zamanlar da oldu. Ama hiçbir zaman bahsedilen asosyal, kafasını kitaptan kaldıramayan tıp öğrencisi olmadım, olmadık hiçbirimiz. Ha tabi öyleleri de var ama bu biraz da size bağlı bence. Yani doktorların da kendilerince bir sosyal hayatları oluyor muhakkak onu söylemeye çalışıyorum:) en son sinemaya iki gün önce gittim, eskisi kadar sık kitap okumadığım bir gerçek ama hala elimden geldiğince okumaya çalışıyorum. Şu anda Marcel Proust'un Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde’sini okuyorum mesela. 5) Bir arkadaşım midesi çok küçük olduğu için bir tabaktan fazla bir şey yediğinde beş gün tuvalette yaşadığını ve Çinliler gibi kokmaya başladığını iddia edip bana bunun için hangi ilacı kullanması gerektiğini sormuştu. 6) Bunun sorusunu sen uydur, ben biraz antipropaganda yapacağım:) Türkiye'de ne yazık ki hekimlere karşı inanılmaz bir karşı propaganda çalışması yürütülüyor: Hükümetin akıl almaz sağlık politikaları, insan haklarına son derece aykırı olan bir ‘mecburi hizmet’ yasasıyla ömürlerini insan hayatına adamış fakülte mezunu tıp doktorlarının diplomalarının gasp edilmesi… Zeynep Süner RC’04, Cerrahpaşa Tıp‘10 Üzerimde önlük olmazsa da kimse cevaplarıma inanmıyor zaten. Boş vakit var. Belki ben hakkını tam vermiyorum tıbbın. Okul çıkışlarında 7. sınıf bir öğrencinin derslerine yardımcı oluyorum. Robert'le en farklı yanı Robert'teyken birisi senin adına her şeyi düşünüyordu. Kendini organize etmek zorunda değildin. Ama artık tamamen kendi hayatından sorumlusun. Organizasyon ve bütün sorumluluk kendine ait. Sinemaya gitmeyi sevmiyorum evde arkadaşlarımla seyrediyorum. Gerçekten hayattaki sıralama çok önemli. Ben de sıralamamı ona göre yaptım. Ve mutluyum... Hep doktor olup yararlı olmak istedim. Birçok insan beni bu kararımdan vazgeçirmek istedi; ama gerçekten istediğim tıptı. Tekrar seçme şansım olsaydı tekrar doktor olurdum. Ben Cerrahpaşa İngilizce'yi istedim puanım tutmayınca "Bari Türkçesi olsun" dedim. Ortopedi veya FTR üzerine uzmanlaşmak isterim. Kemikler vs ilgimi çok çekiyor. Erken mezun olmak ne kadar keyifli bilmiyorum. Ben halimden gerçekten memnunum. En çok kendimi okulda bir yer sorduklarında tarif edince işe yaramış hissediyorum. 37 KARİYER Merve Kıroğlu RC‘03 Yeditepe Tıp‘10 1) Sanırım çoğu insanin aksine ben okul ve seçtiğim meslekte kendimi ömur boyu güncelleştirmem gerekecek. Onun için mezun olsam da pek tatmin olacağımı düşünmüyorum. Mezun olan arkadaşlarım adına seviniyorum tabi çünkü çoğu liseden beri hemen iş hayatına atılmak istiyorlardı. Umarım mutlu olurlar. hayatından mutlu olabilen bir insanim. Bunun için eğitimin bir hayat boyu sürebileceği bir meslek seçmek istedim. Daha ilkokuldan beri bir bilim insani olmak istiyordum. Liseyi bitirince Amerika'da Virginia Üniversitesi’nde genetik premed bölümünde okudum, bu süre içerisinde uzun süre laboratuarda çalıştım. Ama sonunda istediğim şeyin laboratuar ortamına tıkılıp kalmak değil, biraz daha insanlarla iç içe olan, çalışmalarımın karşılığını insanların üzerinde görebileceğim bir meslek olduğunu anladım ve bunun için tıp okumaya karar verdim. 5) Artık apartmandaki herkesin gelip uzman doktorlardan fikir aldıktan sonra (çok şaşırmama rağmen) bana danışmalarına alıştım :) başıma gelen en ilginç soru Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde Plastik Cerrahi Polikliniği’ndeyken 40 yaşlarında bir kadından geldi. Kendisine şikâyetinin ne olduğunu sorduğumda bana: "Yüzümdeki köylu ifadeyi sildirmek istiyorum, ne yapmalıyım?" dedi. Ne cevap vereceğimi şaşırdım, hemen asistan doktorlardan birini çağırmak zorunda kaldım :) 2) Aslında niyetim Amerika'da tıp okumaktı ama orada tıp eğitimi çok pahalı ve burs almak da Amerikan vatandaşı olmayanlar için pek mümkün değil. Onun için buraya geri geldim. Amerika'da bir tıp fakültesinden kabul aldıktan sonra ani bir karar ile Türkiye'ye geldiğim için çoğu üniversitenin yatay geçiş başvuru tarihlerini kaçırmıştım. Önümde Yeditepe seçeneği vardı. Ben de vakit kaybetmemek için okuduğum okulu seçtim ve şimdilik seçimimden memnunum. 6) Merve Hanım, seç- tiğiniz mesleğin, eğitimin tüm zorluklarına rağmen mutlumusunuz? —Evet, evet, evet. 7) Boş vaktim pek ol- muyor aslında. Yine de nöbet tutmam gerekmeyen günlerde ve hafta sonlarında sevdiğim şeyleri yapmaya çalışıyorum. Tabi ki Robert'te çok daha fazla boş vaktim vardı. Hayat o zaman çok daha kolaydı, tek derdim yetişmesi gereken bir proje ya da bir sınav oluyordu. Simdi insanların hayatlarını kurtarmaya, onlara yardım etmeye çalışıyoruz. Yani kısacası dalga geçmek için vaktimiz pek yok. Eskiden çok kitap okurdum, simdi tıp kitaplarından başka pek birşey okuyamıyorum. En son iki ay önce Albert Camus’nun Yabancı adlı kitabını okudum. 3) İsteğim kalp damar cerrahisi seçmek İlk defa bir açık kalp ameliyatına girdiğim zaman çok etkilendim. Hocamızın kalbi elinde tutarkenki yüz ifadesini hiç unutamam herhalde. Zaten cerrahi branşlara karşı bir merakım var; umarım TUS'ta istediğim bölümü tuttururum. 4) Hemen öyle mezun olayım, herkes mezun oldu diye bir kompleksim yok çünkü herşey mezun olmak değil. Zaten bir üniversite bitirdim 38 KARİYER Berke Özüçer RC‘04 Cerrahpaşa İngilizce‘10 1) Çok anlamlı bir meslek. Sermaye gerektirmi- 4) Para kazanamamak şimdi olmasa bile önü- yor, bilgin ve yeteneğinle hayatını kazanıyor olmak çok keyifli. Kazancı güzel. Toplumdaki sosyal statün iyi. İnsanları sağlıklı edebilmek ve başarılı olmak manevi olarak tatmin edici. müzdeki 5 - 10 sene içinde sıkıntılı olacak zannediyorum. Ufak bir hesapla ektiklerimi biçeceğim zaman 2020 yılı ve sonrasına denk geliyor. Bu yüzden mesleki çeviriler ve benzeri yollarla nasıl para kazanabilirim diye düşünmüyor değilim. 2) Ben tıp tıp diye tutturup Sabancı vs. seçebilecekken Edirne'ye gittim. Sonra yatay geçişle önce Marmara, daha sonra Cerrahpaşa İngilizce. Yani ilginç bir hikaye aslında. 5) Pek ilginç birşey yok. Sıklıkla sorulan soru- RC sonrası Cerrahpaşa İngilizce bölümü özellikle yurtdışına açılan bir kapı niteliğinde, Marmara da öyle. İngilizce olması itibariyle uluslararası kaynakları takip edebiliyoruz. “Tamam, tıp okuyorsun ama hangi bölüm?” (6 sene hepimiz aynı dersleri alıp sonrasında bölümlere özelleşiyoruz) şeklinde oluyor. lar, “Siz şimdi kadavraları kesiyor musunuz?”, 6) Bilimsel yayın ve çalışmalarla ilgileniyo- 3) Cerrahi olacağı kesin. Kazancıyla, disiplinli rum. Geçen sene Washington, bu sene de Fransa ve İspanya’da kongrelere katıldım, çalışmalarımı sunduğum 10’un üzerinde bildirim var. Bu yaptığım işler de sonrasında bana doçentlik ve profesörlük olarak geri dönecek. ve hızlı temposuyla bana uyan bir şey çünkü. Şimdilik ya plastik ya da kardiyovasküler cerrahi var kafamda. Plastik konusunda Türk cerrahları inanılmaz iyi. Hem akademik bilgileri hem de becerileri ile bilimsel toplantılarda ortalığı kasıp kavuruyorlar. Benim de bilimsel nosyonum var ve akademisyen olmak istiyorum. Tabi bir yandan sosyoekonomik ve entelektüel düzeyi yüksek hasta profiliyle haşır neşir olmak da var işin içinde. 39 KARİYER Bize ayrılan sayfaların sonuna gelirken biraz da kendimden bahsedeyim. Dedem telefonu “Buyrun doktorunuz konuşuyor!” diye açarmış. Kendisi bir veterinerdi. O babamın tıbba girmesine aracı olmuş, babam da benim. (Aynı şeyi ben de kendi çocuğuma yapacağım için sırlarımı yazılı olarak ifşa etmek istemememi anlayışla karşılarsınız herhalde.) Dâhili ve temel tıp branşları dışında bütün cerrahi branşlar çekici geliyor. Yakın bir gelecek Dr.’nin önüne Op. Kısaltmasını yerleştirmeyi diliyorum. Sıkça başıma gelen ve komik olarak nitelendirilebilecek durumlar polikliniklerde hocamız kadınsa meydana geliyor. İçeri giren hastalar bütün sorularını içeride buldukları en yaşlı erkeğe yönlendiriyorlar. Aslında trajikomik bir durum, insan ne kadar eğitim görse de hastaların gözünde cinsiyeti yüzünden negatif ayrımcılık yaşayabiliyor. İsteyen için her zaman boş vakit ve yapılabilecek birçok şey var. Tek sorun ise boş vakitlerinizin diğer üniversitelerde okuyan arkadaşlarınızla ya da diğer bölümlerde okuyan arkadaşlarınızla tutmaması. Millet mezun oldu daha benim elimin ekmek tutması için önümde uzun yıllar var, buna bulduğum çare şans oyunları. Şu ana kadar başarılı olamadım ama “Çıkmaz” dememek lazım. Okuduğunuz gibi doktor adaylarına bile bir konuşma imkânı verdiğinizde sazı hemen ellerine alıveriyorlar. Elimizde olsa ayrı bir dergi bile çıkartırdık (Hmmmm. Aslında fena fikir de değil!) Sağlıkla kalın diyor, gelecekte kendinizi bizlere emanet edebilmeniz temennilerimi iletiyorum. Emre Özoran RC‘03, Marmara Tıp‘09 40 UNIRC AKTİVİTELER Tamer ASLAN RC’06 Starbucks . Kahve - Çikolata Tadımı K ahvenin günlük hayatımızda çok sık tükettiğimiz bir ürün olduğuna dair hiç şüphe yok. Özellikle üniversite öğrencilerinin zorlu sınavlar öncesi sırtını en rahat dayanabileceği uyandırma servisi kahve. Ancak bu kadar çok tükettiğimiz bir ürün hakkında ne kadar bilgimiz var, daha doğrusu “kahve kültürümüz” ne kadar geniş? Starbucks’ın kahve ve çikolata tadımı sayesinde UNIRC üyeleri bu soruya artık biraz daha bilgili cevap verebilecek hale geldiler. kahve ve kahve üretimi ile ilgili bilgi verdiler. Şirketin kısa bir geçmişini açıkladıktan sonra kahve çekirdekleri çeşitlerini tanıtan baristalarımız ünlü Starbucks kahvelerinin kalitesinin nasıl yüksek tutulduğunu da açıkladılar. Kullanılan kahvenin sadece arabica cinsi olması; sadece elle toplanan ve yüksek bölgelerde yetişen çekirdeklerin kullanılması Starbucks’ın kahvesinin sırrı. Arabica cinsi kahve, özellikle daha az kafeinli ve daha az asitli olduğu için çok daha kaliteli. Ayrıca yüksek bölgelerde yetişmiş olması, ilaçlama yapılmaması ve elle toplanması sayesinde olabilecek bütün tadı bozacak etkilerden de maksimum derecede korunmuş bir kahve çeşidi. Starbucks kahve tadımını Bizimtepe’de üç baristasıyla gerçekleştirdi. Tadımın tarihinin ise 19 Nisan’a denk gelmesi ayrı bir hoş olmuştu, çünkü Shaya distribütörlüğü altında Starbucks’ın Türkiye’ye gelişi de tam 5 yıl önce 19 Nisan’a denk gelmek teydi. Baristalarımızın bize verdiği bilgiye göre 5. senesinde artık Starbucks’ın, en sonuncusu Antalya’da olmak üzere, tam 100 şubesi var. 1971’de Seattle Pike Place Market’ta açılan küçük bir kahve dükkânı olan Starbucks, 1980lerde girişimci yeni ortakları sayesinde sıcak içecek satmaya başlar. 1990’larda ise artık Amerika’da her iş günü bir Starbucks açılır hale gelmiştir. Şu an dünyada 44 ülkede 15.756 şube ile hizmet vermekte Starbucks. Merak edenler için küçük bir bilgi, Starbucks ismi Herman Merville’in Moby Dick romanındaki ikinci kaptandan gelmektedir. Genel olarak bilgi aldıktan sonra ise en sonunda tadımı gerçekleştirdik. Tadım tabi ki sadece kahve içmekten ibaret değildi; bilinçli kahve içicileri olarak tadım testlerimizi uygulayarak kahveyi tanımaya çalıştık. Kahveyi tanımak ise asıl olarak kahvenin bölgesini, içerdiği aromaları ve kalitesini anlamaktan geçiyordu. Kahve çekirdekleri, yetiştiği bölgelerdeki fındık, kül, kakao, meyve, turunçgiller gibi çeşitli farklı aromaları soğurduğu için her bölgenin kahvesi farklı aromalara sahip oluyor. Biz im de amacımız tam olarak bu aromaları yakalamaktı. İlk başta yoğun kahve kokusunu koklayarak kokudaki doğal aromaları yakalamaya çalıştık. Aynı şeyi ikinci olarak höpürdeterek içtiğimizde de denedik. Kahve tadımında ilk olarak baristalarımız bize şirket olarak Starbucks ve genel olarak 41 Kahve ile ilgili Öğütler: 4 Temel Öğe: •Su: Höpürdeterek içmek her ne kadar çok kibar karşılanmayan bir şey de olsa aslında kahveyi dili yakmadan ve aromaların kaybolmadığı sıcaklıkta içmenin tek yolu. Üçüncü basamakta ise kahvenin dil üzerinde bıraktığı asitlik, ekşilik, tatlılık, acılık gibi nitelikler üzerinden kahvenin kalitesini algılamaya çalıştık. Son adım ise en zevkli kısımdı, çünkü çikolatanın uyumunu test edecektik. Portakallı çikolatanın Kenya kahvesi ile Columbia kahvesine göre nasıl çok daha uyum içinde olduğunu fark etmek, kahvenin iç aromalarının ve yetiştiği bölgenin önemini açıklıyordu. Bu adımlardan sonra ise baristalarımız bize hangi bölgenin ne tür aromalara sahip olduğunu açıkladılar. Her zaman temiz, soğuk, taze içme suyu kullanın. Kahvenizi yapacağınız suyun sıcaklığı ise 90-96 derece arasında olmalı ki kahvenin aromasını en iyi şekilde yakalayabilsin. •Öğütülme miktarı: Kahvenizi, pişirme yöntemine göre ve mümkünse pişirmeden hemen önce öğütün. Örneğin espresso yapacaksanız kahvenin en ince şekilde öğütülmüş olmalı. French Pres kullanıyorsanız ise daha iri öğütülmüş kahve kullanmalısınız. Espresso su ile kahve çekirdeklerinin çok kısa bir süreliğine teması sonucu olduğu için çekirdekler mümkün olduğunca parçalanmış olmalı. Tam ters şekilde, French Pres yaklaşık 4 dakikalık bir demleme süresine sahip olduğu için iri çekim tercih edilmeli. Güney Amerika bölgesi kahveleri, fındık ve kakaolu ürünlerle tercih edilmesi gereken kahveler. Bunun sebebi ise bulundukları coğrafyadaki kakao ve benzeri bitkilerin aromalarını içermeleri. Baharatlı ve turunçgilli ürünlerle tercih edilecek kahveler Afrika bölgesi kahveleri. Özellikle Etiyopya bölgesi limonlu tatlılarla birebir giden kahve. Tuzlu ürünlerle tüketilmesi gereken bölge ise Asya Pasific gibi bölgeler. Bu bölgelerin yanardağlı coğrafi yapıları, kahvelerin genel olarak daha acı ve küllü bir tada sahip olmasına neden olmakta. Ayrıca Starbucks’ta farklı bölgelerden yapılan karma kahve harmanları da bulabilirsiniz. •Tazelik: Kahvenizin de bitkisel bir ürün olduğunu düşünürseniz, taze tutabilmek için onu mümkün olduğunca havasız, ışıksız ve serin bir yerde muhafaza etmeniz gerekir. Hava geçirmeyen bir kapta buzdolabında saklamak en ideal yöntem. Ancak en uygunu çekirdeklerini kahve yapmadan hemen önce öğütmek. 42 UNIRC AKTİVİTELER •Oran: Kahveniz için en önemli öğe bu. En ideali, 180 mililitre suya 10 gram çekilmiş kahve. Kahvenizi güçlendirmek veya hafifleştirmek için bu oranlarla küçük oynamalar da yapabilirsiniz. •İdeal Kahve oranları: Su miktarı Kahve miktarı 1 litre 49gr 0.5 litre 27 gr 0,25 litre 20 gr Starbucks’ta Türk Kahvesi: Unutmayın ki, Starbucks kahvenin hızlı hazırlanmasının zorunlu olduğu bir yer. Türk Kahvesi ise bakır cezvede kısık ateşte ağır pişirmeye ihtiyaç duyan bir pişirme yöntemi. Starbucks’ın Türk kahvesi, kendi kahvelerinin özel bir harmanı ile makinede yapıldığı için alıştığınız kahve tadından biraz daha farklı gelebilir. LA META REAL ESTATE CENTER - ETİLER LALE ÇAĞLAR ACG’69 Her türlü kiralama konusunda, özellikle yabancılara hitap eden lüks dairelerinizi, villalarınızı bize bildirebilirsiniz. Seher Yıldızı Sok Yeşil Apt No:39 D:1 Etiler / İstanbul İŞ Tel: (0212) 352 65 78 Gsm: (0532) 421 13 39 info@lameta.com.tr www.lameta.com.tr 43 Murat GÜNEYSU RC’04 Beyler... buyrun mutfağa! Beyler; Hazırlaması kolay, temizlemesi kolay, ölçüleri gönlümden olan yemekleri artık aşama aşama birlikte yapıyoruz. Hazır mısınız? O zaman buyrun mutfağa... B Temamız sevgi ve karşımızdaki sevgilimizse, menümüzün baş tacının çikolatadan başka birşey olması düşünülemez. u sayımızda yemek dünyasının güzelliklerini kullanarak, kalbimizi paylaştığımız güzellikleri nasıl daha mutlu edebiliriz bunu öğreneceğiz. Şimdi aynanın karşısına geçip kendimiz ile yüzleşelim; hepimiz en azından hayatımızda bir kere sevdiğimiz birinin bize aldığı veya hazırladığı bir süpriz karşısında mahcup duruma düşüp, kendimizi yetersiz ve beceriksiz hissetmişizdir. Evet şimdiden “Ha ha, sen benim hazırladığım süprizleri bilmiyorsun” dediğinizi duyar gibiyim. Beyler, gerçekle yüzleşelim; sevdiğimiz bayana hazırlayacağımız hoş bir akşam yemeğine koşulda olursak olalım hanemize büyük bir artı olarak yerleşecektir. Sevdiğimiz bayanları mutlu etmek aslında o kadar da zor değildir; onlar için içten şekilde düşünülerek ve emek harcanarak hazırlanan her süpriz dünyalara bedeldir. Bu bazen gizlice gönderilen bir çiçek, bazen yastığının altına bırakılan bir hediye olabilir, ama bu sayımızdaki süprizimiz güzel bir akşam yemeği menüsü olacak. Haydi şimdi mutfağa geçelim ve keşfedilmemiş hünerlerimizi bir bir ortaya çıkaralım! SEVGİ MENÜSÜ 44 • Eritilmiş Peynirli Mantar Dilimleri • Domates ve Balzamik Soslu Fusulli Makarna • Marine edilmiş Kuzu Pirzola • Sufle Domates ve Balzamik Soslu Fusilli Makarna •Yarım paket Fusilli Makarna •3 •2 •2 •2 •2 •1 •1 •1 tane rendelenmiş domates yemek kaşığı zeytinyağı yemek kaşığı domates püresi yemek kaşığı elma sirkesi yemek kaşığı balzamik sirke yemek kaşığı fesleğen yemek kaşığı toz şeker diş dövülmüş sarımsak Bu son derece basit bir yemek; ancak ölçüleri doğru uygularsanız şimdiye kadar tattığınız en başarılı makarnayla karşılaşabilirsiniz. Öncelikle makarna prosedürümüz; büyük bir tencere, içine yarısından çoğunu dolduracak kadar su, bir çorba kaşığının yarısı tuz. Kaynamaya başladıktan sonra içine bir kaşık zeytinyağı ve makarnalar. Makarna her 2 dakikada bir çevrilmeli. Tahmini olarak 8 dakika yeterli pişmesi için ama tadına bakmak her zaman doğru tercih. Unutmayın, makarnayı az pişirmek çok pişirmekten iyidir, çünkü altını kapayıp süzdüğümüz makarna sıcaklığını koruduğu sürece pişerek yumuşamaya devam edecektir. Sos için ayrı bir teflon tencere alıyoruz. Zeytinyağını ekliyoruz ve biraz ısındıktan sonra sarımsağı ekliyoruz. Sarımsak esmerleşince domates rendesi ve püresini ekliyoruz ve ocağın altı yarım açık şekilde 8 dakika civarında pişiriyoruz. 8 dakikanın ardından şekeri, elma sirkesini, balzamik sirkesini ve fesleğeni ekliyoruz. 2 dakika daha pişirip tuz ekliyoruz. Sonrasında sosumuzun bulunduğu tencereye pişirdiğimiz ve süzdüğümüz makarnayı ekliyoruz. Bu tarif için ideali sosun tüm malzemelerini hazır edip, makarna haşlanmaya bırakıldığında sosu pişirmeye başlamak. Makarnayı sudan çıkarıp süzerken sosumuz da nerdeyse hazır olacaktır. Erimiş Peynirli Mantar Dilimleri •1 avuç mantar •1 avuç rendelenmiş kaşar peyniri •1 yemek kaşığı zeytinyağı Bu çok basit bir yemek ama belli püf noktaları var. Mantar suyunu çok çabuk salan ve lezzeti suyundan çok etinde olan bir sebze. Ayrıca mantar çok çok pis olmadığı sürece suda yıkanmaması gereken, üstü kuru bir bezle temizlenmesi gereken bir sebze. Bu yemek için mantarları dikine ince ince dilimleyip, altını yağladığımız bir fırın kabına diziyoruz. Üzerine peyniri de serptikten sonra 200 derecede önceden ısıttığımız fırına atıp, peynirin erimesini ve mantarın renginin hafif koyulaşmasını bekliyoruz. 45 Marine edilmiş Kuzu Pirzola •6 adet kuzu pirzola •Yarım bardak elma sirkesi •Yarım bardak zeytinyağı •1 çay kaşığı kekik •2 çay kaşığı fesleğen •2 çay kaşığı biberiye Bu çok basit ve sihir gibi bir tariftir ve bütün etler için kullanılabilir. Tarifin tüm özelliği taze otların aromalarını ve kokularını henüz pişmemiş etin içine işleterek lezzetine lezzet katmaktır. Yukarıda saydığım otlar adını hiç duymadığınız otlar bile olsa pazarda veya manavda tazesini, markette baharat bölümünde kurutulmuş olanlarını rahatlıkla bulabileceğiniz cinstendir. Yapmanız gereken tek şey büyük bir kap alıp pirzola hariç tüm malzemeleri ekleyip karıştırmak. Karıştırdığınız sosa pirzolayı ekleyip iyice karıştırdıktan sonra üstünü kapayıp buzdolabında en az 3-4 saat bekletmeniz lazım. Bu et için en güzeli akşamdan marine edip sabaha kadar dolapta bekletmek. Etin yumuşaklığı ve lezzeti sizi hayrete düşürecektir. Pişirmek için teflon bir tavayı iyice ısıtın ve eti yerleştirin. Üzerine marine sosunu da ekleyerek iki tarafını da pişirin. Mükemmel..Bu eti yukarıda hazırladığımız makarna ile servis edebilirsiniz. Sufle •Bir kase en kalitelisinden siyah çikolata •Bir çay bardağı krema veya yarım çay bardağı erimiş tereyağı •3 yumurta •2 yemek kaşığı toz şeker •1 çay kaşığı sıvı vanilya ya da yarım paket toz vanilya •Pudra şekeri Öncelikle çikolatayı ufak parçalara bölüyoruz. Bir kaba sıcak su dolduruyoruz ve üzerine farklı bir kap koyarak çikolataları alttaki kabın verdiği ısıyla eritiyoruz. Çikolata eridikçe kremayı veya erittiğimiz tereyağını ekleyerek çikolatanın yoğunluğunu biraz seyreltiyoruz. Daha sonra ayrı bir kaba yumurtanın sarısını ve beyazını ayırıyoruz. Bunu yapmak için yumurtayı kırıp sağa sola sallayarak beyazını akıtabiliriz ve kabuğun içinde sadece sarısı kalınca da sarısını ayrı bir kaba alabiliriz. Ayırdığımız yumurta sarısını çırparak çikolataya ekliyoruz. Ayrı bir kapta yumurtanın beyazını toz şeker ve vanilyayla mixer yardımıyla karıştırıyoruz, kar kıvamına gelene kadar karıştırmak lazım ki bu 8 dakika civarında sürer. Kar kıvamına gelen yumurta beyazı ve şeker karışımını çikolataya ekliyoruz ve çok yavaş şekilde karıştırıyoruz. Önceden 200 derecede ısıttığımız fırında, yağladığımız güveç kalıplarına ya da basit fırın kaplarına koyduğumuz sufle karışımımızı 15 dakika pişiriyoruz. Üzeri pofuduk olduğunda fırından alıp 3 dakika soğumaya bırakıyoruz. Yanında pudra şekeri ve krema ile servis edebiliriz. 46 BİZİM TEPE’de Sağlıklı yaşamak için yoga ve jimnastik yapabilir, sauna ve jakuzi ile stres atabilirsiniz. Tenis oynayabilir, mini futbol maçı ile takım ruhunu geliştirebilirsiniz. Yüzme havuzumuzun güneşlenerek ve yüzerek keyfine varabilirsiniz. Mini Futbol Sahası 2008 Suni çim mini futbol sahamız tüm mezunlarımız ve kolej öğrencilerimizin hizmetindedir. : 44 YTL 1 saat Rezervasyon : 11 YTL Not: Rezervasyon ücreti saha kullanılmadığı takdirde alınmaktadır. Bilgi ve Rezervasyon: Bizim Tepe resepsiyon (0212) 257 88 34-35-36 Jimnastik Salonu 2008 Jimnastik günlük ücretleri : 6 YTL Üye Misafir: 12YTL 47 Havuz-2008 Haftaiçi Üye : Eş : Çocuk-18 : Çocuk+18 : Misafir : Misafir-18 : Üniv.Öğrenci : Üye Eş Çocuk-18 Çocuk+18 17 17 11 17 22 17 11 Haftasonu YTL YTL YTL YTL YTL YTL YTL 28 28 22 28 39 28 22 YTL YTL YTL YTL YTL YTL YTL Sezonluk : : : : 330 330 165 330 YTL YTL YTL YTL Tenis Kortu-2008 Sezonluk(Kişi Başı) Üye Eş Çocuk+18 Çocuk-18 : : : : 220 220 220 110 YTL YTL YTL YTL Haftaiçi Haftasonu Kapalı Kort Işık : : : : 17 22 22 14 YTL YTL YTL YTL Açık Kort (50dk) : Kapalı Kort(50dk) : 50 61 YTL YTL Kort bedeli Ders Ücreti AİLE VE KOMBİNE KARTLAR Ödeme kolaylığı ve cazibesinden yararlanın 2008 Yılı Aile Kartı ve Kombine Kartı sahiplerinin avantajları; Havuz ücreti ödemiyor, Tenis ücreti ödemiyor, Otopark ücreti ödemiyor, Jimnastik ücreti ödemiyor, Briç ücreti ödemiyor, Not: 2008 yılı dernek aidatı bu karta dahildir. 24 yaş ve üstü üye çocukları aile kapsamı dışındadır. Aile Kartı : 785 YTL Kombine Kartı : 565 YTL 48 BİZİM KÖY - BİZİM KAMP ALANLARIMIZ YENİLENDİ 7-10 yaş arası çocuklarınız için Pazartesi-Cuma 10:00-17:00 Hergün İngilizce, Drama, Yüzme, Fotoğraf, Spor etkinlikleri, Step, Yoga, Müzik, Bilgisayar, Fen oyunları, Sanatsal etkinlikler, 4-7 yaş arası çocuklarınız için Pazartesi-Cuma 10:00-17:00 Hergün İngilizce ile tanışma Yüzme, Spor etkinlikleri, Resim, Elişi, Oyun, Drama, Step 49 “Benim bir fikrim var!” “Şöyle bir önerim var!” diyorsanız, UNIQUE imkanlarımız dahilinde tüm Robert Kolej mezunlarına açıktır. Görüş, öneri, istek ve düşünceleriniz için; zarslan@rkmd.org.tr 50 1982’den beri Creperie Restaurant-Bar İç ve dış mekanlarımız, alacarte servisimize ilaveten, özel partiler, ziyafet ve kutlamalar, nişan ve düğünler, doğumgünü partileri, seminer ve eğitim toplantıları için ayrı ayrı değerlendirilebilir. Bizim Tepe - Ulus Creperie Restaurant-Bar Tel: (0212) 257 92 20 (0212) 257 92 21 Faks: (0212) 257 84 73 ® Creperie Tescilli Markadır. Creperie Cafe-Bistro Creperie Cafe-Bar-Restaurant Creperie Cafe-Bar-Bistro Türkiye’nin ilk alışveriş merkezinde, havadar konumu, mekanı çevreleyen ahşap ve bitki dekorasyonu ile alt çarşı katında yer alan tipik bir Fransız orta alan Cafe ve Bistro. İstanbul’un en itibarlı semti Etiler’in itibarlı alışveriş merkezi Akmerkez'de ferah konumu, deri oturma üniteleri ile butik bir Fransız Cafe Bistro, her türlü alkollü içki alınabilen butik bir Bar. Akmerkez - Etiler Creperie Cafe-Bar-Bistro Tel: (0212) 282 07 25 Faks: (0212) 282 07 24 Galleria - Ataköy Creperie Cafe-Bistro Tel: (0212) 559 30 55 Faks: (0212) 559 30 55 51 Bodrum’un en yeni ve prestijli alışveriş merkezi Milta Marina’da deniz kıyısında Bodrum Kalesi’ne bakan bir Fransız Cafe, Bar ve Restaurant. Teras, bahçe, kapalı alanı ile yaz kış hizmet vermektedir. Milta Marina - Bodrum Creperie Cafe-Bar-Restaurant Tel: (0252) 316 96 30 Faks: (0252) 316 96 23
Similar documents
Kırıkkalem Dergisi - Kırıkkale Üniversitesi
Üniversitemizin kültür, sanat ve edebiyat faaliyetlerine küçük de olsa bir katkı yapmak isteyen dergimizin bahar sayısından sonra şimdi de güz sayısıyla karşınızda olmaktan mutluluk duymaktayız. Va...
More information