Sayı 11 - TüvTürk
Transcription
Sayı 11 - TüvTürk
Gezi Eşsiz güzellikleriyle Doğu Karadeniz 07 08 09 2014 Geleceği hayalperestler kuracak Hayat Elektronik beyinden akıllı kaleme Otomobil Dostluk ve Barış için: Orient Rally English Summary of Contents Topluma duyarlı kurumsal vatandaş olmak “Dünyada bir tane dahi mutsuz çocuk olduğu sürece, büyük icatlar ve ilerlemeler yoktur,” der Albert Einstein. Bu büyük sözün altına imzasını atmayacak tek bir kişi var mıdır, bilinmez. Hayatı ve tabii dünyayı yaşanılır kılabilmek için ortaya koyulan çabanın neye hizmet etmesi gerektiği, en güzel bu biçimde özetlenebilirdi belki de. Büyük icatlar yapabilir, büyük ilerlemeler de kaydedebilirsiniz; ancak attığınız adımların geniş kitleler üzerinde etkisi yoksa, diğer bir ifadeyle tek bir kişinin bile yaşamında değişim veya dönüşüme aracılık etmiyorsa, o adımın kıymetiharbiyesinin olduğunu söylemek pek mümkün değil ne yazık ki. İster bireysel, isterse kurumsal olsun fark etmez; varlığımızı değerli kılmanın en önemli yolu, düşüncelerimizin ve icraatlarımızın sadece bizi değil, içinde yer aldığımız toplumu ve o topluma ait bireyleri de etkilemesidir kuşkusuz. Bu açıdan bakıldığında, kurumların da birer vatandaşmışçasına duyarlılık sahibi olması, topluma yönelik görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. TÜVTÜRK olarak bizler, kendimizi içinde yaşadığımız toplumun bir parçası olarak görüyor ve tüm diğer vasıflarımızın yanında kurumsal vatandaş kimliği taşıdığımızın farkındalığıyla hareket ediyoruz. Faaliyete başladığımız günden bu yana, bu topraklar üzerinde yaşayanların trafik konusuna duyarlılığını ve farkındalığını artırmak amacıyla yürüttüğümüz çalışmaların hedefine hizmet eder hale geldiğini görmek, bizler için hem mutluluk hem de gurur kaynağı. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı koordinasyonu ve TÜVTÜRK’ün desteği ile oluşturduğumuz Trafikte Sorumluluk Hareketi aracılığıyla hayata geçirdiğimiz çalışmalar, 7’den 77’ye herkesi kapsayacak nitelikteydi. Trafikte Sorumluluk Hareketi çatısı altında konumlandırdığımız Can Dostları Hareketi ve Goodyear Lastikleri işbirliğiyle oluşturulan Trafikte Gençlik Hareketi ile özellikle gençlerimizin ve çocuklarımızın dikkatini bu yöne çekmeye çalıştık. Uzun soluklu bu iki projemizle gençlerimizin ve çocuklarımızın trafikte duyarlı, sorumlu, kurallara riayet eden ve karşısındakilere saygı duyan birer vatandaş olmasına katkı sağlayabilirsek, ne mutlu bize… Bununla birlikte çevrenin ve doğanın korunmasına yönelik sosyal sorumluluk projelerinin bizler nezdindeki yeri ve önemi çok büyük. Gerek kendimizin, gerekse başka kurumların bu alanda başlattığı çalışmalara desteğimiz, bugün olduğu gibi yarın da devam edecek. Çocuklarımıza ve gençlerimize daha iyi ve daha güvenli bir gelecek sunabilmek için yeni fikirler, yeni projeler ürettik, üretmeye de devam ediyoruz. Dergimizin yeni sayısı, yollarımızdaki trafiğin daha da artacağı Ramazan Bayramı’na denk geliyor. Bu vesileyle tüm yurttaşlarımızın Ramazan Bayramı’nı canı gönülden kutlar, karayollarımızdaki yoğunluğun artacağı bayram günlerinde, trafiğe çıkacak herkesin araçlarını daha dikkat ve daha hoşgörüyle kullanmalarını temenni ederim. Saygılarımla… KEMAL ÖREN TÜVTÜRK Genel Müdürü İSTASYON 3 24 Tarihten 30 Gezi 10 Hayat 52 Otomobil İçindekiler 38 Yeme-İçme TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL 2014 06 HABERLER Dünyada ve Türkiye’de öne çıkan haberler... 10 HAYAT Bilgisayarla 1960’ta, internetle 1993’te tanışan Türkiye’nin bilişim kültürü, üretici olmaktan çok sosyalleşmeye yatkın. 16 KARİYER Görsel İletişim Tasarımı ya da Reklamcılık gibi bölümlerin alt dallarında eğitimi verilen Bilgisayar Tasarımı ve Animasyon, “geleceğin mesleği olma” unvanını taşıyor. 4 İSTASYON Bu mesleğin hakkını verebilmekse sınırsız hayalgücünden ve ‘uçuk’ fikirlerden geçiyor. 20 SÖYLEŞİ Engin bilgisi, nezaketi ve tabii yorumlarındaki üslubuyla ekranlarda farklı bir yerde duran Vedat Milor, İstanbul’un 100 lokantasıyla ilgili düşüncelerini bir kitapta topladı. 24 TARİHTEN Son yıllardaki araştırmalar, İlyada destanının tarihi yansıttığını, dolayısıyla Truva adlı bir kentin olduğunu gösteriyor. 30 GEZİ Bakanın gözünü alan bir renk cümbüşüne sahip doğası, nev-i şahsına münhasır insanları, başka hiçbir yerde aynı lezzette olmayan yemekleriyle bir başkadır Doğu Karadeniz. Hele mevsimlerden yazsa, yaylalara çıkma zamanıysa deymeyin gezginin keyfine... 38 YEMEK İyi ya da kötü günde ikram edilen şerbetler, Türk mutfağındaki eski önemine sahip değilse bile Ramazan ayı bu değeri tekrar hatırlamaya ve yaşatmaya vesile oluyor. 42 SAĞLIK Acıbadem Atakent Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Buğra Tolga Konuk, karaciğer yağlanmasıyla ilgili sorularımızı yanıtladı. 44 UZMAN GÖZÜYLE Araç kabinlerinde muayene edilen alanlarla ilgili bilinmesi gerekenler... 48 oyun Brazilya’daki Dünya Kupası heyecanı televizyonla birlikte konsollara da yansıdı. EA Sports 2014 FIFA World Cup, Xbox 360 ve PlayStation 3 konsolları için satışa çıktı. 52 OTOMOBİL 4 bin kilometresi ülkemizden geçen Orient Rally’de toplam 10 kilometre yol alındı. Organizasyonda Türkiye’yi TÜVTÜRK temsil etti. 55 SOSYAL SORUMLULUK Birçok sosyal sorumluluk projesinde yer alan TÜVTÜRK, kurumsal vatandaş anlayışıyla trafik konusuna hassasiyetini gözler önüne seriyor. 58 TÜVTÜRK TÜVTÜRK'ten haberler 62 English Summary İmtiyaz Sahibi TÜVTURK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 Maslak-Şişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan (Sorumlu Müdür) Görsel Yönetmen Erhan Teksöz Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul Tel: 0212 304 00 00 (Santral) Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzüİstanbul Tel: 0212 422 76 00 Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır, parayla satılmaz. info@tuvturk.com.tr İSTASYON 5 HABERLER Havacılık sektörünü yeşil bir gelecek bekliyor n Biliminsanları, havacılık sektörünün geleceğini değiş- Yoksa bir sır daha mı çözüldü? Dünya üzerindeki binlerce kişinin ihtişamı karşısında saygı duruşunda bulunduğu Mısır Piramitleri’nin nasıl yapıldığına dair sır çözüldü (mü?). n Dünyanın en ilgi çekici ülkelerinden biri Mısır… Yüzyıllardır birçok medeniyete beşiklik yapan bu ülke, sınırları içinde dünyanın “7 Harikası”ndan birine, piramitlere de ev sahipliği yapıyor. Tarih boyunca ilgi odağı olan, olmaya da devam eden Mısır Piramitleri, her yıl binlerce kişinin ziyaret etmek amacıyla binlerce kilometreyi göze almasına değecek denli önemli yapılar. Piramitleri bu derece ilginç kılan unsurlardan biri görünümleriyse bir diğeri de nasıl yapıldığına dair kesin bir bilgi olmayışı. Diğer bir ifadeyle günümüzde birçok soruya yanıt verebilen bilim, mevzu Mısır Piramitleri olduğunda tıkanıp kalıyor. En azından bugüne kadar durum böyleydi. Mısır Piramitleri’nin inşa edildiği zamandan günümüze dev kayaların nasıl olup da üst üste konduğu, hangi teknolojinin böylesi görkemli bir yapıtı ortaya çıkardığı tartışması hiç bitmedi. Devasa vinçlerden söz edenler de vardı söz konusu tartışmaların tarafları arasında, Antik Mısırlıların bugün bilinmeyen, çok üstün bir teknolojiye sahip olduğunu iddia edenler de. Hayalgücü sınır tanımayanlarsa daha ileri giderek, işi uzaylılara kadar götürmekte beis görmediler. Ancak hiçbir olasılık, onları savunanların dışındakileri ikna etmek için yeterli olmadı. Bugün gelinen noktadaysa yeni bir iddia söz konusu… Hem de bu iddia biliminsanlarından; Amsterdam Üniversitesi’nden bir grup araştırmacıdan geldi. Bu araştırmaya göre Eski Mısırlılar, piramitleri oluşturan taşları, “ıslatılmış kum” üzerinden sürükleyerek inşa ettiler. Amsterdam Üniversitesi ve Madde Üzerinde Temel Araştırma Vakfı’ndan (FOM) bir grup fizikçi, laboratuvar ortamında piramitlerin yapılışına ilişkin bir deney gerçekleştirdiler. Kum dolu bir kova içine eski Mısırlıların kullandığı “taş kızak” yerleştiren fizikçiler, sürtünme sonucu ortaya çıkan enerjiyi hesapladılar. Kovadaki kuma, bir miktar su eklenince kumun içinde kılcal köprüler oluştuğu ve sürtünmenin daha azaldığı belirlendi. Kılcal tüneller nedeniyle taş kızakların kum üzerinde daha sorunsuz ve hızlı hareket ettiği anlaşıldı. Yapılan deney sonunda, eski Mısırlıların piramitlerin yapımında büyük olasılıkla bu yöntemi kullandıkları belirlendi. Fizikçilerin elde ettiği bulgulara göre, Mısırlılar piramitlerin yapıldığı inşaat alanının çevresindeki kumları ıslattılar. Piramitleri oluşturan taşları, ıslak kumlar üzerinde kızaklarla taşıdılar. Kumlar ıslatıldığı için sürtünmenin en aza inmesi nedeniyle, taş kızakları sadece hafifçe itmek yeterli oldu. Kızakları çekmek için fazladan güce ihtiyaç kalmadı. Bu nedenle daha az sayıda işçi istihdam edilerek piramitlerin inşaatı tamamlandı. 6 İSTASYON tirecek, onu daha çevre dostu kılacak önemli bir gelişmeye imza attı. SOLAR-JET isimli bu projeyle uzmanlar, güneş ışığı kullanılarak karbondioksit ve suyun sentetik gaza dönüşmesinin mümkün olduğunu kanıtladılar. Bu işlem ayrıca daha sürdürülebilir bir yolla dizel, benzin ya da saf hidrojen gibi diğer yakıt türlerinin üretilmesi için de potansiyel taşıyor. 2011 yılında başlayan SOLARJET projesi, Avrupa Birliği tarafından finanse ediliyor. Söz konusu gelişme, projenin ilk ayağıydı. Sırada gerekli güneş reaktörünün optimize edilmesi ve endüstriyel çapta uygulamanın tekno-ekonomik potansiyelininin hesaplanması var. Elektromanyetik kuşları etkiliyor n Neredeyse dünyanın yarısını kat ederek her yıl bir yerden başka bir yere göç eden kuşların, bu yolculuklarında sahip olduğu en önemli unsur kanatlarının gücü değil elbette. Yön bulabilme güdüleri olmasaydı, kuşlar kendilerinden bu derece emin kanat çırpabilir miydi, bilinmez… Ancak, yapılan incelemeler, elektromanyetik alanların kuşların yön bulma kabiliyetlerini etkilediğini gösteriyor. Elektrikli aletlerin hayvanlar üzerinde ne gibi değişimlere yol açtığını öğrenebilmek amacıyla yürütülen ve sonuçları Nature dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, kuşlar, bir nevi gizli manyetik pusulaya sahipler. Güneşi ve yıldızları rehber edinerek sürdürdükleri göç yolculuklarında söz konusu pusuladan da hayli yardım alıyorlar. Fakat elektromanyetik alanlar, onların pusulalarını bozan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Almanya’da yedi yıl boyunca bu konu üzerine eğilen ve çeşitli deneyler gerçekleştiren araştırmacılar, kuşların 5 KHz ila 5 MHz frekansları arasındaki elektromanyetik ses aralığında manyetik pusulalarının işlevini yitirdiğini, dolayısıyla yön duygularını kaybettiklerini belirtiyorlar. Tasarruf bilinci küçük yaşta kazanılır Doğuş Grubu’nun sponsorluğunda yürütülen 3 Kumbara Finansal Okuryazarlık Eğitim Programı, 81 ilde 500 bin öğrenci ve veliye ulaşmayı hedefliyor. Programla bugüne kadar Türkiye çapında 70 bin çocuğa eğitim verildi. n Bireylerin gelirlerini, birikim ve yatırımlarını akıl- çocuklarda tasarruf ve birikim bilinci oluşturulması, parayla doğru ilişki kurmalarının sağlanması, onlara özgüven kazandırılması amaçlanıyor. Para Durumu sosyal girişimiyle ortaklaşa yürütülen programdaki tüm faaliyetler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteğinde ve Finansal Okuryazarlık ve Erişim Derneği’nin gözetiminde sürdürülüyor. 2012-2013 eğitim öğretim yılında pilot olarak seçilen İstanbul Levent’teki Lütfi Banat İlköğretim Okulu’nda uygulanmaya başlanan 3 Kumbara ile 2013-2014 yılında 70 bin çocuğa finansal okuryazarlık eğitimi verilmesi sağlandı. Çocukların ekonomik bilince sahip olmasına vesile olacak uygulamaları gündemine alan program, ataması gerçekleştirilmemiş öğretmenleri bünyesine katarak bu alanda belli bir istihdam da yarattı. Çocuklara, paranın hedef değil, hedefe ulaşmada sadece bir araç olduğunun öğretildiği programda, “birikim”, “harcama” ve “tasarruf” bilincinin Program kapsamında sınıf içi eğitimlerle beraber, tiyatro eğitimi de bir araç kazandırılmasına yönelik faaliyetolarak kullanılıyor. Profesyonel tiyatro oyuncularının yaratıcı drama yöntemiyle ler yapılıyor. Çalışmanın adının 3 katkıda bulunduğu eğitimlerde çocuklara hayal, hedef, para, birikim, tasarruf, Kumbara olarak belirlenmesinin bir istek, ihtiyaç gibi kavramlar derinlemesine öğretiliyor. lıca değerlendirip bütçelerini doğru yönlendirme yetisine sahip olabilmesi olarak tanımlanan finansal okuryazarlık konusunda birtakım projelere imza atan Doğuş Grubu, ilkokul dördüncü sınıf öğrencilerine yönelik bir çalışma başlattı. “3 Kumbara Finansal Okuryazarlık Programı” adı verilen bu çalışmayla, nedeni de bu zaten. Temel amacını çocuğa “istek mi, ihtiyaç mı” sorusunu sordurmak olan çalışmada süreç, çocuğun ailesinden harçlığını almasıyla başlıyor. Oyuncak, bisiklet veya bilgisayar gibi nesnelerin çocukta birikim yapma isteği uyandırdığı gerçeğinden hareketle, ailelerden çocuklarına hedef belirlemede yardımcı olmaları, fakat onların neyi hedef olarak belirleyeceklerine müdahale etmemeleri bekleniyor. Hedef belirleyen çocuklar, harçlıklarını pet şişelerden yapılan ve bir nevi kumbara işlevi gören “Kumbo”larda değerlendirmeye başlıyor. Harçlığının bir kısmını hedeflerine ulaşmasını için gereken miktarı oluşturacak “Birikim Kumbosu”na, bir kısmını ihtiyaç sahipleriyle paylaşmak üzere “Paylaşım Kumbosu”na atan çocuklar, kalan bölümü ise gündelik ihtiyaçlarını gidermek üzere “Harcama Kumbosu”na atıyor. Bununla birlikte okullarda verilen eğitimler sayesinde çocukların ekonomi hakkında bilgi sahibi olması, evlerinde paraya ilişkin konularda görüşlerini dile getirmesi de sağlanıyor. Ticari zekâyı geliştiren, kullandığı materyaller nedeniyle (pet şişeler) çevre bilinci oluşturulmasına katkıda bulunan 3 Kumbara programının, 2017 yılına kadar tüm Türkiye’de yaygınlaştırılması ve dört yıllık zaman zarfında 500 bin öğrenci ve velilerini kapsaması hedefleniyor. İSTASYON 7 HABERLER HAZIRLAYAN: Resul Buksur İlk özel uzay gemisi DRAGON V2 n SpaceX adındaki şirketiyle uzaya ilk ticari uçuşu yapan çılgın girişimci Elon Musk, bir ilke daha imza attı. Şirket dünyanın bir özel şirket tarafından üretilen ilk insanlı uzay aracını kamuoyuna tanıttı. Dragon V2 adındaki araç, Uluslararası Uzay İstasyonu’na yedi astronotu götürüp getirecek kapasitede. Kişi başına 100 milyonlarca Dolar’a insan taşıyabilen NASA, maliyetlerini Dragon V2 sayesinde 20 milyon Dolar’a kadar indirebilecek. LG G3 Google direksiyonsuz otomobil üretti Son dört yıldır kendi kendine gidebilen otomobiller üretme sevdasına kapılan ve sonunda da muradına eren Google, iki kişilik, elektrikli, pedalsız ve direksiyonsuz modelini dünyaya tanıttı. n Son yıllarda Google’ın el atmadığı neredeyse hiçbir alan kalmadı. Teknoloji devi, 2010’da ABD’de düzenlenen yarışmaya girerek, bir Toyota’yı kendi kendine giden bir otomobil haline getirmeyi başarmıştı. Bu yarışmadan sonra iştahı kabaran Google, otomotiv endüstrisine ilginç bir yerden giriş yaparak ipin ucundan tutmaya karar vermişti. Aradan geçen yıllar içinde, “kendi kendine giden otomobiller”, Google sayesinde oldukça popüler. Ancak gerçek testleri görseler bile, birçok kişi için kendi kendine giden otomobiller hâlâ bilimkurgudan ibaret. Oysa Google, otomotiv endüstrisi için dev bir adım atarak, tamamen kendi markası olan mini otomobili Google Car’ı dünyaya tanıttı, dolayısıyla olay artık bilimkurgunun sınırlarını çoktan aştı. Takip edenler bilir, şirket kendi kendine gitmeyi sağlayan sistemleri ilk önce Toyota ve Lexus marka araçlar üzerinde geliştirmişti. Bu sistem o kadar başarılı oldu ki, tüm dünyada otomotiv üreticileri kendi sistemlerini geliştirmeye başladılar. Hatta bu robot otomobillerin ABD’de 8 İSTASYON bazı eyaletlerde trafiğe çıkış izni verildiğini de hatırlatalım. Bugün karşımızdaki oyuncak görünümlü Google Car ise şirketin tümüyle kendine ait ilk otomobili olma özelliğini taşıyor. Tasarımından kullanımına kadar, yeni bir elektrikli araç konsepti diyebiliriz. Neden? Öncelikle direksiyon yok; onun yerine sadece “yürü” ve “dur” tuşu var. Gaz pedalı da yok, fren pedalı da! Ekrandan gideceğiniz yeri seçip arkanıza yaslanıyorsunuz. İki kişilik araç, saatte 40 kilometre hızla, tamamen kendi kendine, sizin hiçbir müdahaleniz olmadan gidiyor. Esnek özel bir malzemeden yapılan ön camın, ileride ekran olarak kullanılması da muhtemel. Şirketin yetkilileri, bu minik araçtan çok etkilendiklerini ve deneme amaçlı olarak 100 adet üretecekleri söylüyorlar. Google’ın şakası yok. Dünya gerçekten kendi kendine giden otomobillere hazırlanıyor. Örneğin İngiltere, trafik yasalarını robot araçlar için güncelledi. Google geliştiricileri zaten iddialı. Araçlarının kendi kendine 1 milyon kilometreye n LG, yeni akıllı telefonu G3’ü, ilk defa kendi ülkesi Kore’de gün yüzüne çıkardı ve rakiplerinin satış rekorlarını kırmayı başardı. Tüm dünyada Andorid meraklılarının heyecanla beklediği cihazın en öne çıkan özelliği, inanılmaz çözünürlükteki 5.5 inç’lik Quad HD ekranı. Bu ekran kullanıcılara 2560x1440 piksel çözünürlük sunuyor. 13.1 megapiksellik arka kameraya sahip G3’te, öne 2.1 megapiksellik kamera yerleştirilmiş. Telefon dört çekirdekli 2.5 GHz işlemci, 2GB RAM, 16GB dâhili depolama alanı sunuyor. Fiyatının ise 2 bin Lira’nın üzerinde olması bekleniyor. PARROT BEBOP DRONE n İnsansız hava araçları, yani Drone’lar, son yıllarda hızla popülerleşti. Araçların hassasiyeti artarken fiyatları da düşüyor. Bu alanda en iddialı üreticilerden Parrot, yeni aracı Bebop Drone’u duyurdu. Üzerinde full HD 1080p kamera bulunan Bebop, oldukça hafif tasarımıyla kolayca uçabiliyor. Kamerasındaki 14 megapiksellik balıkgözü lensin yanı sıra hareketli lensle sağa sola 180 derecelik açıda video ve fotoğraf çekimi yapabiliyor. 8 GB dâhili hafıza sahip Bebop Drone, tablet veya akıllı telefona yüklenen aplikasyon sayesinde yönetiliyor. NOKIA X ve XL yakın hatasız yol kat ettiğini söylüyorlar. Hatta kimi iddialara göre, insan hatalarının olmaması nedeniyle robot sürüşün trafik kazalarını ve ölümleri hızla azaltacak. Sırada ne mi var? Sıkı durun asfaltın sonu geliyor. Yeni geliştirilen bir konsepte göre cam levhalar şeklinde üretilecek yollar, güneş enerjisiyle elektrik üretecek ve bunu arabalara aktaracak. İnanmadınız değil mi? İnanın, inanın… Yakında uçacağız... n Bir zamanlar Symbian vardı, ardından Microsoft ile Windows geldi... Nokia şimdi, Android denizine de yelken açıyor. Android uygulamalarla uyumlu Nokia X ve Nokia XL modellerinden oluşan yeni seri, Nokia servislerinin yanı sıra Microsoft servislerini de kullanıcılarına sunuyor. Fiyatlarıyla ise diğer Android’li ürünlere oranla bir hayli iddialı. Kullanıcıların sevdikleri Android’li uygulamalara geçiş yapmasını sağlayan Fastlane özelliğine sahip Nokia X serisiyle hem Nokia hem de diğer Android mağazalarından uygulama indirilebiliyor. Nokia X serisi, haritalar ve dâhili sesli navigasyon içeren HERE Maps ve 13 milyon şarkılık Nokia MixRadio gibi ücretsiz Nokia servislerini sunuyor. 4 inçlik X modeli 499 TL fiyatla raflardaki yerini alırken, yakında satışa sunulacak Nokia XL ise 599 TL olacak. ALFA ROMEO GİTAR n İtalyan otomobil markası Alfa Romeo, 110’uncu yaş gününe ilginç bir hediyeyle hazırlanıyor. Kıvrımları, spor çizgileriyle dikkat çeken otomobil, şimdi gitar markası oldu. Harrison Custom Guitar Works tarafından, markaya özel ve sadece 11 adetle sınırlı gitarın üretilmesi planlanıyor. Gitarın gövdesinde akçaağaç ve kavak kullanılırken, metal parçalar karbon fiberden yapılmış. Abanoz saplı gitarın arkasındaki metal plakada, model üretim numarası ve üreticinin imzası yer alıyor. Tamamen elle yapılan gitarların üretimi sekiz ay sürerken, fiyatının da 6 bin 800 Dolar gibi yüksek bir rakamda olması yürekleri hoplatıyor. İSTASYON 9 HAYAT ELEKTRONİK BEYİNDEN AKILLI KALEME 1960 yılında adı “IBM Müdürlüğü” olan Karayolları Bilgi İşlem Merkezi’nin çalışanları, uygulama ve sistem desteği aldıkları ABD Karayolları Teşkilatı’ndan gelen ziyaretçilere verilen brifing sonrasında Türkiye’nin ilk bilgisayarı olan IBM 650 başında bir hatıra fotoğrafı çektirmişti. Soldan sağa, makinenin solunda; Cahit Başaran (Muhasebe Uygulamaları Şefi), Mr. Whitton (Yönetici), Kaya Kılan (Mühendislik Uygulamaları Şefi), Orhan Kanpulat (Bilgisayar Merkezi Müdürü), Şaban Soydaş (İşletim Şefi), makinenin sağında Mr. Paul Yeager (Yüksek Mühendis, Merkez Danışmanı), Mr. Aldrich (Mühendis), Saffettin Sile (Karayolları 4. Bölge Müdürü), Feyyaz Taner (Asfalt Fen Heyeti Müdürü). “K YAZI: Akdoğan Özkan FOTOĞRAFLAR: Baran Özdemİr Bilgisayarla 1960’ta, internetle 1993’te tanışan Türkiye’nin bilişim kültürü, üretici olmaktan çok sosyalleşmeye yatkın. 10 İSTASYON arayolları Genel Müdürlüğü Amerika’dan elektronik beyin almış. Bu beyin bilmem kaç memurun, bilmem kaç ayda yaptığını, birkaç dakikada yapıyormuş… Yalnız insanın içine bir şüphe düşüyor; biz Allah’ın verdiği beyni kullanamazken Amerika’nın verdiğini nasıl kullanacağız bakalım.” Bembeyaz bir kar örtüsüyle çevrili Polatlı–Sivrihisar karayolunda ilerlerken, Çetin Altan’ın Milliyet gazetesinde yaklaşık 50 yıl önce “Tereddüt” başlığı altında yazdığı bu satırlar düşüyor aklıma. Altan’ın, yorumunu yaptığı 5 Şubat 1961 tarihinde, Türkiye ilk bilgisayarına, o zamanki popüler ismiyle “elektronik beyin”e kavuşalı sadece birkaç ay olmuştu. Ünlü yazarın, teknolojinin toplumsal ve ekonomik hayatı dönüştüreceği vurgusunu yapacağı günlere daha zaman vardı. Altan gibi pek çok kişinin tereddütle yaklaştığı “elektronik beyin”, 1960 yılı Eylül ayının son günü ülkemize gelmiş ve Karayolları Umum Müdürlüğü’ne kurulmuştu. IBM 650 Model I adını taşıyan bu sistem, o tarihlerde sadece Türkiye’nin değil, Balkanlar ve Ortadoğu’nun da ilk bilgisayarı olma özelliğini taşıyordu. Arkasındaki kol ve fikir emeğine saygı duruşunda bulunurcasına sabit hızda ilerlediğim, 63 km uzunluğundaki Polatlı–Sivrihisar yolu, Türkiye Cumhuriyeti’nin bilgisayar destekli ilk modernizasyon uygulamasıydı. Bugün karayolunda seyredenlerin, yolun 50 yıl önceki gizli mimarının, bir zamanlar ancak üç ayda yapılabilen bir yol hesabını bir saate indiren IBM 650 bilgisayarı olduğunu bilmeleri pek mümkün değil! Polatlı–Sivrihisar yolu, bugün “bilgisayarcı” ya da “bilişimci” olarak adlandırdığımız meslek erbabının, Türkiye’deki ilk alaylı üyelerinin, güzergâh tespiti ve yarma/ dolma hesaplarını yaptığı ilk karayolu. Buna karşın elektronik beynin Türkiye’ye gelmesi ve çalıştırılması hiç de kolay olmamıştı. Günümüz bilgisayarlarıyla karşılaştırıldığında komik gelebilir ama, belleğinde sadece 2 bin sözcük saklayabiliyordu. Buna rağmen pahalı bir sistemdi. Finansmanı Türkiye’nin o dönem üyesi olduğu Merkezi Antlaşma Teşkilatı Paktı’ndan (CENTO) yapılan 200 bin Dolar’lık bağışla sağlanmıştı. Ancak ortada çok daha temel bir sorun vardı. 1960’ta Türkiye’de IBM 650’nin dilinden anlayan ne bir bilgisayar mühendisi ne de bir bilgisayar programcısı bulunuyordu. Bilgisayarın daha adının bile olmadığı dönemlerde bilişim sektörü, Türkiye’de “kendi göbeğini kendi kesecekti”. Bu öncü role soyunan kişi, Karayolları bünyesindeki Delikli Kart Makineleri Şefliği’ni bir bilgi işlem merkezine dönüştürmekle görevli mühendis Orhan Kanpulat’tı. Kanpulat, öncelikle Türkiye’nin ilk bilgi işlemci ekibini oluşturdu. Öncü ekip fizikçi, matematikçi ve inşaatçılardan oluşuyordu. Kanpulat’la birlikte, Cahit Başaran, Güngör Günalçın, Çetin Saatçioğlu, Kaya Kılan, Mehmet Şengül, Tuncay Tanboğa, Bilge Onur gibi adlardan oluşan bu ekibin öncelikle IBM 650’nin eğitimini alması gerekiyordu. Bu amaçla ABD Karayolları İdaresi’nden gelen Paul Yeager, ekibe sistem ve programlama dersleri verdi ve organizasyonun şekillendirilmesine destek oldu. İkinci eğitimleri veren kişiyse, o tarihte IBM Türk Umum Müdürü olarak görev yapan, Orhan Pamuk’un babası Gündüz Pamuk’tu. IBM 650, Karayolları’nda 1978 yılına kadar, 18 yıl boyunca hizmet verdi. Fakir bir ulustan, bir sermaye birikimi oluşturmayı hedefleyen genç Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş için, yol yapımı 1960’larda hayati bir İSTASYON 11 HAYAT 26 Kasım 1960. TC Karayolları Bilgi İşlem Merkezi’nin Mühendislik Programlama Grubu elemanları Kaya Kılan, Necdet Mutlu (arkada) ve Leman Çetinkaya, birinci kuşak radyo lamba devreli IBM 650 bilgisayar sisteminin işletim konsolu başında çalışıyorlar. Fotoğraf: Kaya Kılan arşivi önem taşıyordu. Bu tür inşaat ihalelerini yabancı müteahhitlik şirketleri alsa da, yeni serpilmekte olan yerli şirketler taşeronluk yaparak büyüyebiliyordu. Yol yapmak, hem devletin teşkilatlarına ve vatandaşın erişimini kolaylaştıran hem de iç pazarın hacmini genişleten bir araçtı. Hatta o dönem ifadesini, Halil Rıfat Paşa’nın “Gitmediğin Yol Senin Değildir” sloganında bulan modernleşme anlayışının Karayolları afiş ve tabelalarına kazındığı bir dönemdi. Buna karşın beş bölgede alt şefliklere kadar teşkilatlanmış olan Karayolları’nda lojistik sorunlar, işlerin çok yavaş ilerlemesine neden oluyordu. Maliyetlerin optimum düzeyde olabilmesi için, güzergâh tespitinin toprak kazısı (yarma) ve toprak doldurmasını (dolma) minimum düzeyde tutacak şekilde yapılması gerekiyordu. Yarma sırasında çıkarılan toprağın dolma işleminde kullanılabilmesi maliyetleri düşüren bir yöntemdi. Ancak yol, köprü ve viyadük güzergâhlarının belirlenmesi için yapılan hesaplar üç, dört ay sürüyordu. Karayolcuların imdadına yetişen IBM 650, bu süreyi bir saate kadar indirdi. Ayrıca el hesabıyla aynı anda sadece 2 yol tasarımı Sel, deprem ve olağandışı hava koşulları gibi durumlarda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Afet Koordinasyon Merkezi, bilgisayarlar yardımıyla dev ekrana yansıyan grafikler, haritalar ve görüntüler sayesinde afetin en az zararla atlatılmasını sağlamak üzere koordinasyonu yürütüyor. 12 İSTASYON teste tabi tutulabilirken, elektronik beyin aynı anda 15–20 yol tasarımını birden test edebiliyordu… Eğitimlerini tamamlayan Türkiye’nin ilk “kompütürcüleri”, bu bilgisayarı kullanarak makine ve atölyelerin işletme hesaplarını da tuttular. Planlama ve maliyet analizi yapabilen, yedek parça ve envanter işlemlerini de gerçekleştirebilen bilgisayar sayesinde hem işler hızlandı hem de maliyetler düştü. 1960’lı yıllarda Türkiye’de bilgisayar, pek çok insan için, neredeyse “dünya dışı”, çok gelişmiş bir “beyin” olarak algılanı- yordu. Sistemin işletim konsolu üzerinde yanıp sönen lambalar, 70’lerin ünlü “Uzay Yolu” dizisindeki uzay gemisi Atılgan’ın iletişim subayı Uhura’nın önündeki paneli hatırlatıyor ve bu haliyle arka planda olağanüstü hızlı çalışan bir “beyin” yattığı izlenimini veriyordu. Hal böyle olunca bu tip bir beynin işleyişinden de olsa olsa çok kıymetli “operatörler” anlayabilirdi. Karayolları Genel Müdürlüğü’nde 1990’lı yıllarda Bilgi İşlem Merkezi Müdürü olarak görev yapan Çetin Saatçioğlu, Türkiye’nin ilk bilgisayarına gösterilen yoğun ilgiden bir Türkiye’de İTÜ’nün ardından ilk bilgisayarına kavuşan üniversite 1964’te ODTÜ oldu. Programcı–Asistan Kaya Kılan, 1969 yılında üniversitenin Hesaplama Laboratuvarı’nda 40 KB belleği olan ikinci kuşak IBM 1620–Model II bilgisayar sisteminin işletim konsolu başında bir uygulama izliyor. Fotoğraf: Kaya Kılan arşivi şekilde nasibini alanlar arasında bilgisayar operatörlerinin de olduğunu vurguluyor: “O zaman lise mezunu arkadaşlarımız IBM 650’de operatör olarak çalışıyordu. Bunlardan bazıları evlerinin kapısına ‘doktor’, ‘mühendis’ yazar gibi ‘operatör’ diye yazı yazmıştı.” Elektronik beyne bu tip bir kıymet atfedilince, uzmanı olmayanların, bu sistemlerin gelişinden tedirginlik duyması da kaçınılmazdı. İlk tepkiler Karayolları personelinden geldi. Bilgisayarın işlerini ellerinden alacağını düşünenler, bordroların yanlış hesaplanabileceğini ileri sürerek dolaylı yoldan tepkilerini göstermişti. Bu endişelere karşın bilgisayar, yeni uzmanlık alanları yaratarak istihdamın gelişimine katkıda bulunmuştu. 1960’ta toplam personeli 16 bin olan Karayolları’nda bu rakam 1965 yılında 25 bine, 1969 yılında ise 29 bin personele ulaştı. İnşaat ve makine mühendisi dışındaki teknik personel sayısı ise 1960 yılında 592 iken, 1965’te 890’a, 1969’da 1040’a çıktı. Bilgisayara yönelik olumsuz tepkilerin ardında kimi kamu kurumlarındaki bazı kişi veya şefliklerin imtiyazlı olduğunu düşündükleri konum veya statülerini kaybetme endişesi de yatıyordu. Bunlardan biri de kamu kurumlarında hazırlanan bordrolara vize verme sorum- luluğu olan Sayıştay’dı. Kurum personeli, önceleri bir makinenin, bordro hesabını yapabileceğine inanmak istemedi. Karayolları uzmanları günlerce Sayıştay’a giderek dert anlatsa da, ikna edici olamadıkları için aynı bordrodan bir tane de elle hazırlamak zorunda kaldılar. Sayıştay onayını elle yapılan belgeye bakarak verdi, ardından IBM 650’den alınan çıktıyı onunla karşılaştırıp, doğruysa onayladı. Ancak “kompütürcüler” kararlıydı. Zamanla Sayıştay’daki uzmanların elle yaptığı bordro hesaplarındaki yanlışlıkları bilgisayar yardımıyla bulup gösterdiler. Yavaş yavaş bilgisayara duyulan güvensizlik son buldu ve Sayıştay, bilgisayarda hazırlanan bordrolara doğrudan onay vermeye başladı. Türkiye’nin ikinci bilgisayarı (IBM 1620), 1963 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’ne; üçüncüsü (IBM 1620) 1964 yılında ODTÜ’ye; dördüncü bilgisayarı (Univac 1005) ise yine 1964’te Devlet İstatistik Enstitüsü’ne (DİE) kuruldu. 1960’lı yıllarda kamu kurum ve kuruluşlarında, üniversitelerde ve bankalarda bilgisayarlar boy göstermeye başladı. II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda transistörlerle entegre devrelerin geliştirilmesi ve bunların içinde germanyum yerine silikon kullanıl- maya başlanması odalara sığmayan, tonlarca ağırlıktaki bilgisayarların küçülmesine yol açtı. Ayrıca artık işin yazılım boyutu da önemsenir hale gelmişti. Bu gelişmelerin verdiği ivme sayesinde 1964’te geliştirilen IBM Sistem/360 ana bilgisayarı, hem ticari hem de bilimsel alanların tartışılmaz pazar lideri olarak hızla yaygınlaştı. Artık bilgisayar demek, IBM demekti. Tarihler 1968’i gösterirken, IBM dünya genelinde 14 bin adet Sistem/360 model bilgisayar kurulumu gerçekleştirmişti. Türkiye’de ise kullanımda olan bilgisayar sayısı 1970 yılı sonunda 76’ya çıktı. 1960’lı yıllarda bilgisayar, başına sadece uzman kişilerin oturabildiği, dilinden çok özel uzmanların anlayabildiği bir cihazdı. Bugünkü bilgisayar kullanıcılarından farklı becerileri olan bu uzmanların makineyle kurduğu ilişki de özeldi… Kullanıcı sayısının artırılabilmesi için sistemin dilinden anlayacak insanlara birtakım kolaylıklar sunulması da zorunlu görülüyordu. Yeni geliştirilen orta boy bilgisayarların getirdiği yenilikler, gedikli bilgisayar uzmanlarının canını sıkmıştı. Ama deyim yerindeyse “mertliği” asıl bozacak dalga, PC adı verilen sistemlerle birlikte 80’lerin başında geldi. Bu gelişmeyi 1970’lerde öngörebilmek pek İSTASYON 13 HAYAT Türk Hava Yolları’nın eğitim merkezinde kokpit personeline, teorik eğitimlerin yanı sıra bilgisayar temelli simulatör eğitimleri de veriliyor. Bu eğitimler hava meydanlarının kritik uygulamalarıyla eşgüdüm içinde iniş ve kalkış yapması gereken personele en iyi pratik becerileri kazandırmayı amaçlıyor. mümkün değildi. O dönem Türkiye’de henüz 100–150 tane kurulu bilgisayar varken, pazarın nasıl bir hızla gelişeceği bilinmiyordu. Tabii bazı öngörüler de vardı. Türkiye Bilişim Derneği’nin (TBD), toplam bilgisayar sayısının 3 bine ulaşacağını tahmin ettiği 1995 yılında ülkemizde yaklaşık 145 bin bilgisayar satıldı. Ağustos 1981’de, Apple’dan iki yıl sonra, IBM ilk kişisel bilgisayarını (IBM 5150) geliştirdi. Bu sistem bilgisayar endüstrisinde standart haline geldikten sonra, diğer firmalar kendi sistemlerini IBM standartlarıyla uyumlu hale getirerek üzerine “IBM compatible” (IBM uyumlu) etiketi koydular. Intel 8088 işlemci kullanan 64 KB RAM belleğe sahip böyle bir sistemin başına geçenler, günümüzdeki Excel uygulamasının ilkel versiyonu olan Visicalc hesap tablosuyla şirketlerinin hesap işlerini yapabiliyor, EasyWriter 1.0 metin editörüyle yazışmalarını yürütebiliyordu. İş dünyasında güç yavaş yavaş bilgisayar uzmanlarından, masa başında oturan ve asli işi bilgisayar olmayan firma çalışanlarına geçiyordu. Kişisel bilgisayar, inanılmaz bir verimlilik artışı getiriyordu. Bunun için kullanıcının kendisini biraz eğitmesi yeterliydi. Yoksa bilgisayar artık “çocuk oyuncağı” mı olmak üzeriydi? Bu bir devrimdi! Time dergisi bu yüzden, 3 Ocak 1983 tarihli sayısında geleneğini yıktı ve bilgisayarı 1982’de “Yılın Adamı”, daha doğrusu “Machine of the Year / Yılın Makinesi” seçti. Her şeye rağmen Time’ın kapağındaki bu bilgisayar, henüz bir “çocuk oyuncağı” değildi. DOS işletim sistemiyle çalışan kişisel bilgisayarları kullanabilmek için ilk adım 160 KB kapasitede 5,25 inç’lik işletim sistemi disketini sürücüye takmaktı. Makine daha sonra belleğine DOS işletim sistemini yüklüyor, yani “boot” ediyordu. Sonrasında işletim sistemi diskini çıkarıp, metin editörü veya hesap tablosu yazılım diskini sürücüye takıp çalıştırmak gerekiyordu. O zamanlar daha ortada fare (mouse) ve grafik tabanlı bir kullanıcı arabirimi yoktu. Bilgisayarda çalışmak demek, monokrom ekranda beliren DOS komut satırına makine için bazı komutlar girmek demekti. PC, gerçekten kişisel olabilecekse, sadece iş dünyası uygulamalarına yer veren bir sistem olarak kalamazdı. Üzerinde oyun da oynanabilmeliydi. Nitekim zamanla bu bilgisayarlarla beraber bazı oyunlar da gelmeye başladı. 1982’de tüm zamanların en popüler bilgisayarlarından biri kabul edilen Commodore 64 geliştirildi… Oyun oynamak için bile “kod yazmak”, yani bir miktar uzman olmak gerekiyordu. Programlama becerisi olmayan oyunseverlerin imdadına dönemin dergileri yetişti. Dergilerin ekinde yer alan program kodlarını klavye yardımıyla bilgisayara giren kullanıcılar, bazı uygulamaları çalıştırabilir, oyun oynayabilir hale geldiler. Kişisel bilgisayarlar, 1990’lı yıllarda Türkiye’de büyük bir yaygınlığa kavuştu. 2000 yılında 594 bin PC satılırken, 2005’te IBM’in efsane sistem mühendislerinden Erkal Alyanakoğlu IBM’in Gümüşsuyu’nda bulunan eski binasındaki Bilgi Sistemleri Merkezi’nde 1970’lerin başlarında duyurulan Sistem 370’te çalışıyor. Fotoğraf: Erkal Alyanakoğlu Arşivi 14 İSTASYON Günümüzde adı Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) olan Devlet İstatistik Enstitüsü, eski sistemlerle sürdürdüğü “tasnif çalışmalarını” 1970’te sona erdirerek Univac 9400 bilgisayarıyla çağdaş bilgi işlem teknolojisine geçti. 64 KB belleğe sahip bilgisayarda işletim konsolunun dışında 7 teyp, bir kart okuyucu, bir kart delici ve yazıcı bulunuyordu. Fotoğraf: TÜİK arşivi bu rakam 1 milyona ulaştı. Apple’ın Mac sistemleri o yıllarda daha çok masa üstü yayıncılık sektörüyle sınırlı görülen bir kullanıma sahip olsa da, temsilciliğini yürüten şirket, Türkçe F–klavyenin Türkiye’ye getirilmesinde, sistem ve uygulama yazılımlarının yerelleştirilerek kullanıcılara ulaştırılmasında öncülük etmişti. 1990’lar kişisel bilgisayarların ofislerden sonra evlere de girdiği yıllar oldu. Ortada daha internet yokken son kullanıcılara yönelik modemler de yaygınlaşmaya başladı. Kullanıcıların uzaktaki bilgisayarlarda yer alan mesaj ve dosyalara ulaşmasına olanak tanıyan ilan tahtası sistemleri Batı’da hızla popüler olurken yavaş yavaş Türkiye’de de ilgi görmeye başladı. Bu sistemlerin önderliğini daha çok gençler yapıyordu. BBS’ler dünyayı küresel bir köye dönüştürmenin kapısını aralarken, o kapıyı ardına kadar açma ve dünya üzerindeki tüm bilgisayar ağlarını birbirine bağlama işi 1994’te World Wide Web’in (www) olacaktı. Artık, yaratıcı, girişimci ve “inatçı” gençlerin küresel köyün sınırlarını keşfetme zamanıydı. BBS’lerin imkân verdiği modem iletişimi son derece sınırlıydı. İmdada 1974’te geliştirilen TCP–IP adlı iletişim protokolü yetişti. Çok sayıda üniversiteyi bu sayede birbirine bağlayan ve BITNET adı verilen otomatik haberleşme listesi sistemi, özellikle akademik çevrelerde çabuk kabul gördü. İki yıl sonra da bir benzeri olan European Academic and Research Network (EARN) devreye girdi. İnternetin www dönemi öncesi deneme- leri olarak bilinen bu girişimlerin temeli aslında ABD Savunma Bakanlığı’nın 1969’da bilgisayar ağlarını geliştirmek üzere tasarladığı özel bir ağ olan ARPANET’e kadar gidiyor. 1971’de ARPANET’teki bağlantı noktası sayısı 15’e ulaşırken elektronik posta sisteminin geliştirilmesi, üniversiteler arasındaki iletişimin bu ağa taşınmasına yol açtı. ARPANET 1990’da varlığına son verirken tüm dünyada 300 bin sunucu, bin haber grubu vardı. Aynı yıl, ilk ticari internet servis sağlayıcı olan “The World”, çevirmeli internet erişim hizmetleri vererek, “herkes için internet” çağının başladığını ilan etti. Türkiye’de ise Mustafa Akgül, Kemal Oflazoğlu gibi öncü akademisyenlerin ortaya attığı “Türkiye İnternet Projesi” (TR–NET) fikri uzun tartışmalar ve çalışmaların ardından 12 Nisan 1993’te Ankara–Washington arasında kurulan 64 KB’lik bağlantıyla resmen uygulamaya geçirildi. Nisan 1993’te Türkiye’de internete bağlı bilgisayar sayısı sadece 194’tü. Kasım 1996’da 13 bin 367’ye, 2000 yılına geldiğinde de 600 bine ulaştı. Kullanıcılara, ağa dâhil bilgisayarlar üzerindeki programları çalıştırma olanağı veren hizmetler de sunduğu için 2000’li yıllar artık internet yıllarıydı. Zamanla Türkiye geniş bant internet erişimine kavuşarak sadece metin veya ses verileriyle değil, video temelli uygulamalarla da başa çıkabilir hale geldi. Doğduğunda evlerinde telefon bile olmayanlar artık internete girerek bir Skype uygulaması üzerinden dünyanın başka bir köşesiyle görüntülü olarak konuşabi- liyor, Anadolu’da yolu olmayan köylerde yaşayan büyükanneler torunlarıyla mesajlaşabiliyor ve çektikleri fotoğrafları birbirlerine gönderebiliyorlar. 1960’ta bilgisayarla, 1993’te internetle tanışan Türkiye’deki hanelerin yaklaşık yüzde 45’i bugün internet kullanıcısı. Ancak bu hanelerin yüzde 55’i hiç internet kullanmamış insanlardan oluşuyor. İnsanlık tarihinde sanayi devrimi kadar önemli bir gelişme olarak görülse de, toplumların kültürel kodlarının, alışkanlıklarının çok kısa zamanda değişmediği bir gerçek. Netscape’in kurucusu Marc Andreessen internet tarihi açısından çok ileri bir gelişme olarak görülen, ilk gelişkin internet tarayıcısını geliştirdiğinde 22; Steve Jobs, Steve Wozniak ile birlikte 1976’da Apple I bilgisayarını geliştirdiğinde 21 yaşındaydı. Mark Zuckerberg bugün milyar Dolar’lık sosyal paylaşım sitesi olan Facebook’u 2004’te geliştirdiğinde 20 yaşındaydı. Bill Gates ise arkadaşı Paul Allen ile birlikte BASIC’i geliştirdiğinde 19 yaşındaydı. Bilgisayarımız 50 yılı devirdi. İnternetimiz ise 20 yaşını geride bıraktı. Elbette yolun uzunluğuna aldırmamamız ve Çetin Altan’ın her dönem vurguladığı gibi “enseyi karartmamız” gerekiyor. Bu açıdan üretici projelere ağırlık vererek, bir zamanlar Karayolcuların afişlere taşıdığı “gitmediğin yol senin değildir” sloganını 21’nci yüzyılın fiber bağlantılar üzerinde yükselen “bilgi otoyolları” için söyler hale gelmemiz çok önemli. Tabii direksiyonu bütün bir toplum olarak “bilgi toplumu” istikametine doğru kırmayı gerçekten arzu ediyorsak! Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59 İSTASYON 15 KARİYER Geleceği hayalperestler kuracak! Görsel İletişim Tasarımı ya da Reklamcılık gibi bölümlerin alt dallarında eğitimi verilen Bilgisayar Tasarımı ve Animasyon, “geleceğin mesleği olma” unvanını taşıyor. Bu mesleğin hakkını verebilmekse sınırsız hayalgücünden ve ‘uçuk’ fikirlerden geçiyor. YAZI: Sinem Özcan S ayısal ortamın günlük alışkanlıklarımızı, sosyal iletişim ağlarımızı ve algımızı ne kadar değiştirdiğinin farkında mıyız? Artık bilgisayar ekranına baktığımızda karşımızdaki yalnızca bir metin olsa da aslında onu bir görüntü olarak algılıyoruz. Çoğu zaman da karşımızdaki metni okuyup okumama kararını metnin fontundan dizimine, onu bir bütün olarak algılamamıza neden olan görsel çekiciliğine dayanarak veriyoruz. Bilişim çağı sınırsız enformasyonun kapılarını açarken, hızlı bir şekilde kendi dinamiklerini de kuruyor. Bu dinamikler artık boyutların zorlanmasına kadar uzanıyor. Sinemaya gittiğimizde üç boyut yetmiyor, izlerken koltuğumuz da sallansın, düşecek gibi olalım istiyoruz; sergiye gittiğimizde eserle iletişim haline girebilecek yollar bulmanın peşine düşüyoruz; bir restorana gittiğimizde elimi- ze tutuşturulan tabletten yalnızca menüyü görmeyi değil, sipariş de verebilmeyi bekliyoruz. Yani kısaca artık gözün gördüğünü gönlün istemesi devrini geride bırakıyor, gönlün istediğini gözlerimizle görmenin yollarını aradığımız bir çağa adım atıyoruz. Grafiğin yine grafik, tasarımın yine tasarım, mimarinin yine mimari, reklamın yine reklam, sanayinin yine sanayi olduğu bir dünya düşünün. Şimdi bütün bunların başına “bilgisayar destekli” sıfatını ekleyin. İşte geleceğin en aranan insanları usta grafikerler, dahi tasarımcılar, mimarlar ya da reklamcılar olmayacak. Rönesans nasıl belli bir bilgi ve deneyim birikiminin ardından gelip kendinden öncekinin inşa ettiği duvarları kökleriyle ilişkisini koparmadan yıktıysa, bilgisayar destekli tasarım ve animasyon da bu devrimi köklerinden kopmayarak, ama hayal edileni gözle görülür kılarak yapacak. Geleceğin dünyasına aralanan kapı Dünyanın dört bir yanında düzenlenen, “OFFF, Let’s Feed The Future / OFFF, Haydi Geleceği Besleyelim” gibi bilgisayar destekli tasarımla sanatın masaya yatırıldığı paneller, dünya sanatının trendlerini belirleyen ve Bienal’leri besle- 16 İSTASYON İSTASYON 17 KARİYER tıpkı Picasso’nun yaptığı gibi önce klasik olanı öğrenecek, ardından tuğlaların yerini değiştirerek oyunun kurallarını yeniden yazacaksınız. Matematikle ya da fizikle aranızın olmaması da bir sorun. Çünkü minicik kablolar arasından aktarılan o veriler, adı üstünde sayılar ve kodlardan oluşuyor. Üç ile beşi toplayıp 10 bulmanın sizi sonuca götürmeyeceği bir yerde, tek çareniz çok çalışmak, ama eğitimin temellerinden biri de 3 ile 5’i topladıktan sonra ne elde edebileceğinizi bilip, inandığınız şey 10’sa ondan da vazgeçmemek. Çünkü mezuniyet zamanı geldiğinde ötekilerden farklı çalışan zekânız iş arama yolunda kullanacağınız ilk silahınız olacak. Tabii 3B Teknolojisi ve Üretim Süreçleri, Post Prodüksiyon, 3B Modelleme ve Animasyon Uzmanlığı gibi pek çok dersten başarılı olup üstüne bir de proje üretmeniz gerekiyor. USTALARDAN TAVSİYELER Uzmanlaşma önemli Rönesans nasıl belli bir bilgi ve deneyim birikiminin ardından gelip kendinden öncekinin inşa ettiği duvarları kökleriyle ilişkisini koparmadan yıktıysa, bilgisayar destekli tasarım ve animasyon da bu devrimi köklerinden kopmayarak ama hayal edileni gözle görülür kılarak yapacak. yen dOCUMENTA gibi sayısal, izleyiciyle etkileşimli eserlerin sürekli arttığı festivaller sayesinde, bilgisayar destekli tasarım ve animasyon çağımızın en rağbet gören ve önü hiç kapanmayacak olan yegâne mesleklerinden biri. Zira gücünü sağlam maddi dayanaklardan alan bu alanın bakirliği hiç bozulmayacak. İnsanlar gördükçe görmek, şaşırdıkça şaşırmak ve kendilerini özgür hissetmek isteyecekler. Bilgisayar oyunlarından, sanayi alanındaki üretim tasarımlarına, güzel sanatlardan reklama, eğlence sektörünün hemen her alt segmentinde (dünyanın en ünlü reklam fotoğrafçılarından Anton Corbijn’in Depeche Mode’un 1993 tarihli Devotional turnesinin elektronik bir düzenekle tasarlanmış sıra dışı aydınlatmasından tutun, New York’taki Gucci mağazasında gerçek ürün sergilemek yerinde LCD ekrandan ürün tanıtma yolunu seçmesine kadar) ihtiyaç duyulan bu meslek, gün geçtikçe değer kazanacak. Üniversiteye giriş sürecinde hayal gücüne güvenen, yeni fikirler ve projeler üretebileceğine inanan her gencin en az bir kez düşünmesi gereken Bilgisayar Destekli Tasarım ve Animasyon, henüz Görsel İletişim Tasarımı, Reklam gibi bölümlerin ya da çeşitli mühendislik dallarının alt dersleri 18 İSTASYON olarak alınabiliyor. Ama “geleceğin mesleği” unvanını şimdiden kapmış olması nedeniyle pek çok özel kurs ve programla da Bilgisayar Destekli Tasarım ve Animasyon eğitimi veriliyor. Rönesans örneğine geri dönerek, “kafasında uçuşan fikirlere güvenen” herkesin bu işe soyunmaması gerektiğinin altını çizmekte fayda var. Çünkü ister bir alt dal olarak, isterseniz de özel bir kursta bu eğitimi almayı kafanıza koyun, hatmetmek zorunda kalacağınız zorunlu bazı dersler var. Bunlardan ilki her sanat okulunda ilk yılda zorunlu olarak almak durumunda bulunduğunuz Temel Sanat Eğitimi. Yani "ben sayısal dünyanın Picasso’su olacağım" diyorsanız, yanılıyorsunuz. Yaptığınız her tasarım öncesinde Tüm bu dersler liseden yeni mezun olan parlak zihinlerde başta roket bilimi etkisi yaratsa da Roma’nın bir günde inşa edilmediğini hatırlamakta fayda var. İlk modellemenizi yaptığınızda yaşayacağınız heyecanı düşünün. Ya da ilk projenizi hayata geçirdiğinizde hissedeceklerinizi… Bir de bu keyfin üstüne büyük kitlelerle kuracağınız hızlı teması hayal edin. Sosyal medya hesabınızda yazdığınız bir metin ya da paylaştığınız bir fotoğrafın çok beğeni almasından daha büyük tutun hayallerinizi. Birçok kişi sizin tasarımlarınızla eğlenecek, çocuklar sizin hayal gücünüzün ürünleriyle büyüyecek, insanlar sizin sunumlarınızla bir ürünü almaya karar verecek, sanayi sizin tasarımlarınızla daha verimli, daha üretken bir şekil kazanacak. Kısacası yıllarca insanların hayallerini kurduğu ama bir türlü gerçekleştiremediği ne varsa siz, onu gerçekleştiren, onu paylaşan onu ötekilerin hayatına katan olacaksınız. Bu hazzı yaşamak için biraz ter dökmeye değmez mi? Değer elbette… Fütürist ve ekonomist Ufuk Tarhan, 2013 tarihli bir röportajında, “Gelecek, 5-10-15 senede ‘Sibernasyon, Dijital, Hologram, Nano, Genetik, Robot’ dediğimiz yeniçağların etkilerini birbirine geçmiş vaziyette yaşayacağız” derken 2014’ün en gelecek vaat eden meslekleri arasında animasyon uzmanları, 3D modelleme yapabilen tasarımcılar, holografik, augmented program yazılımcılığı gibi dalların yer alacağını kestirmiş miydi bilemiyoruz ama tıptan sahne sanatlarına, restorasyondan sosyal sorumluluk projelerine kadar, gittikçe sayısal ve bir o kadar etkileşimli sistemlere geçmiş bulunuyoruz. Robotlar tarafından yönetilmesek de onların yardımıyla üretiyor, sorun tespiti yapıyor ve sağlık sektöründe sık sık onları kullanıyoruz. Ciddiyeti ele almışken belirtmek zorundayız, alanınız ne olursa olsun uzman olmak zorundasınız. Bilgisayar destekli tasarım ve animasyon, neredeyse ışık hızında ilerleyen bir sektör ve ister işin tıp, sanayi, enerji tarafında olun, isterse reklam, sayısal çağda yıldızınızın yani Andy Warhol’un 1968’de bir televizyon programında zikrettiği şekliyle “15 dakikalık şöhret”inizin hemen yok olmaması için okumalı, araştırmalı, üretmeli ve esinlenmeye açık olmalısınız. Adını ya da eserlerini hatırladığınız sanatçılar, edebiyatçılar, biliminsanları dönemlerinde o işi icra eden tekil şahıslar değildi elbette… Onları ayrı kılan uzmanlıklarıydı. Ç ağımızda doğru mesleği seçmek ve iyi işler üretebilmek, başarılı olmanın yegâne koşulu değil ne yazık ki. Biz de geleceğin bilgisayar destekli tasarım uzmanı ve animatörleri için işin erbaplarının önerilerine bakmak istedik. Unutmayın ki James Cameron, Avatar’ı kendi ürettiği teknolojiyle çekerken pek çok deneme yanılma yöntemine başvurdu, finansal nedenlerle ödünler verdi, bazı teknolojik imkânsızlıkları bertaraf ederken bazılarını da kabul etmeyi öğrenerek hayalini gerçekleştirdi. Neil Maccormack, Henk Dawson, Carl Addy, Andrew Hickinbottom ve Joshua Davis gibi bilgisayar destekli tasarım ve animasyon ustalarının 'çömezlere' tavsiyeleri her meslek dalı için geçerli olack nitelikte. • Her şeyin zaman alacağını kabul edin. Başta size çok ters gelen şeyler yapmak zorunda kalsanız bile, kendinize dair bir şeyler katmaya çalışın. • Önünüze gelen bir projeye başlamadan önce, üniversitelerde ya da festivallerde düzenlenen forumlara gidin. Oralara çalışmalarınız takdir toplarsa, sizi tanıyan müşterileriniz de tarzınızı bilerek sizinle masaya oturur. • İşe ilk başladığınızda hızlı gelişmeler beklemeyin. Elinize aldığınız her projeyi sıkıntıdan sizi öldürecek gibi olsa da sahiplenin. İleride iş seçmek için çok şansınız olacak, ama kariyerinizin başında değil. • Bilgisayar başından saatlerce kalkmamak sizi başarıya götürmez. Öncelikle sağlıklı olmalısınız. Sosyal hayatınızdan vazgeçmemelisiniz. Sosyal hayat sizi besleyecek ki, sağlıklı bedeninizle işinize odaklanabilin. Bu dengeyi kurmadan başarılı olamazsınız. • Evden çalışmak herkese keyifli gelir. Ama tam anlamıyla dikkat dağınıklığı yaratır. Ofisiniz yoksa evinizin izole ettiğiniz bir odasında çalışın. Salonun bir köşesinde değil. • Sektörden insanlarla ilişkinizi canlı tutun. Bu size trendleri takip etme, endüstride neler olduğu, gelecekte ne gibi ihtiyaçlar doğacağı konusunda bilgi verir. Hem de başka hiçbir yerde bulamayacağınız bir bilgi. • Değişime hazır olun. Hem yaratıcı hem de teknik trendler sürekli değişir. Bir konuda uzman olabilirsiniz, ama kendinizi geliştirmeye açık olun. Eğer gelişime kapalı olursanız bir anda oyunun dışında kalabilirsiniz. • Bir proje üretip onu satmak için kapı çalmaktan çekinmeyin. Bir otomotiv firması için yaptığınız proje, bir reklam ajansının hoşuna gidebilir. Elinizde dosyanızla dolaşmaktan çekinmeyin. • Ücretinizi belirlerken yaptığınız işin inceliği, tekniği gibi faktörler tabii ki önemlidir. Ama müşterinin o işi ne amaçla, nerede ve ne süreyle kullanacağı da göz önünde bulundurulmalı. Dünyanın en iyi tasarımını yaptım diye büyük paralar kazanmayı beklemeyin. Her işi kendi doğası içinde değerlendirin. • Anlaşılması kolay iş taslakları çıkarın ve bunlar üzerinde konuşmaya açık olun. Müşteri ya da patronunuz ne istiyorsa anlayın ve onun işine yarayacak iş üzerine zaman harcayın. Bu tarzınızdan ödün verdiğiniz anlamına gelmez. İSTASYON 19 SÖYLEŞİ En iyi malzemenin ve gerçek mutfağın peşinde Mayıs ayında NTV Yayınları’ndan çıkan İstanbul 100 Lokanta kitabıyla yemek meraklılarına farklı bir mecradan seslenen Vedat Milor, gastronomiyi yaşam kalitesinin önemli bir parçası olarak gördüğünü söylüyor. Röportaj: Biray Anıl Birer FOTOĞRAFLAR: Murat Yılmaz V edat Milor’u uzun uzun tanıtmaya gerek yok; yemek konusundaki engin bilgisi, zarafeti ve yaptığı yorumlarla ekranlarımızın nev-i şahsına münhasır isimlerinden biri o. Yemek ve şaraptan ne kadar iyi anladığı, hem yazılarından hem de televizyon programından malumunuz üstelik. Milor, Mayıs ayında, NTV Yayınları’ndan çıkan İstanbul 100 Lokanta kitabındaysa, balıkçı, meyhane ve esnaf lokantaları gibi farklı kategorilerde seçtiği mekânları yazdı ve bizlere harika bir referans kitabı hediye etmiş oldu. Milor’la yemek-kültür ilişkisinden ve gastronomiden konuştuk. Kitabınızın hazırlanma sürecinden bahseder misiniz? Hazırlanma süreci uzadı, çünkü kitapta bahsettiğim yemeklerin fotoğraflarını kendimiz çekmek istedik. 20 İSTASYON Bu dünyada bile pek yapılmayan bir şey. Böyle bir işe girişildiği zaman genelde sponsorla yapılır; lokantalar kitaba girmek için bir bedel verir. Yazıları da zaten çoğunlukla onlar yazar, fotoğrafları da onlar verir. Okuyucular pek bilmez ama, sistem budur. Bu kitap için çalışırken, o sistemin aksine, lokantalar ne yazıldığını bile bilmiyordu; içeriği hiçbir lokantayla paylaşmadık. Tabii ki ben seçtiğim için hepsi belli bir seviyeyi tutturmuş, tavsiye ettiğim lokantalar. O yüzden süreç biraz uzadı. Uzaması aslında iyi oldu, çünkü ben izleyicilerimden zaman zaman geri dönüş alıyorum. O geri dönüşlere göre birkaç mekânı çıkardım; daha sonra keşfettiğim birkaç lokantayı ekledim. Hanımeli, Duble Meze ve Brosko bunlara örnektir. Yemeğe olan ilginizin kökenleri nereden geliyor? Benim için önemli olan belli bir yaşam kalitesi. İSTASYON 21 SÖYLEŞİ Gastronomi de o yaşam kalitesinin çok önemli bir parçası. Hem estetik açıdan hem de daha dolaysız şekilde bana zevk veren, hayatın önemli bir bölümünü teşkil ediyor gastronomi ve iyi yemek-içmek. Ben hiçbir zaman bu işi eğitime dökmedim, gastronomi eğitimi almadım. Ne açıdan? Bir kere, sakatat çok lezzetli bir şey... İkincisi, köylülükten şehirliliğe geçişte insanların kendilerini köy kültüründen izole etme gibi bir çabası var. Özellikle de Türkiye’de iki kuşak geriye gidince köyden gelmeyen çok az aile bulursunuz ve bazı insanlar daha bir alafranga olmak, kendilerini ayrıştırmak çabasındalar. Sakatat yemezler mesela. Sakatat çok lezzetlidir; etin her yerini kullanıp değerlendirmek anlamına gelir, özellikle lezzetli kısımları. Onları değerlendirme pahalılaşır, çünkü işin içine el emeği girer. Sakatat yemek, kültürün evrimleştiğini gösterir. Aynı şekilde kabuklu deniz hayvanlarını yemek yine daha zengin bir ufuk göstergesidir; denizden yararlandığınızı gösterir. Sebze ve ot çok önemlidir; kullanılan yağlar da öyle. Bütün bunlardan o kültür, o uygarlık konusunda çok ciddi sonuçlar çıkarabilirsiniz. Ama hayatınızın bir parçasıydı hep... Çok önemli bir parçası; güzel resimden, edebiyattan, müzikten zevk almak gibi... Bir de ben 20’li yaşlarımda, yurtdışına çıkar çıkmaz şarap konusunda iyi bir burnum olduğunu öğrendim. Birlikte şarap içtiğim gruplarda, şarabı benden çok daha iyi bilenler vardı. Ben utanarak konuştuğumda birçok kişi bana “Sen bunun eğitimini aldın mı, nasıl anladın Cabernet Sauvignon ya da Kaliforniya olduğunu?” diye sordu. Hâlbuki bana göre çok kolaydı o kokuları ayırt etmek. Yani, o konuda küçük yaştan beri teşvik edildiğimi söyleyebilirim. Gelgelelim, yemekle şarap benim için her zaman ayrılmaz bir bütün oluşturmuştur. Yani, sizce tatları ayırt etme gücü pratikten mi gelir? Şarapları ayırt edebilmeniz için en az 10 bin şişe farklı yabancı şarap içmiş olmanız lazım. Türk şarabı demiyorum, çünkü Türk şarabı dünyada ne olup bittiğini iyi temsil etmiyor. En az 10 bin şişe tatmış olmanız lazım ki, kafanızda belli bir silsile, kütüphane oluşsun. Zihninizde eşit bölümleri olan bir envanter oluşuyor. Yemek konusuna gelirsek… Dünyanın çeşitli yerlerinde iyi lokantalarda yemek yemiş olmak ve ürünleri, nerede neyin çıktığını ve malzemeyi çok iyi bilmek lazım. Malzemeyi bilmek derken, bir yemeği tadıp “Bunun içinde kimyon ya da zencefil var” gibi ayırabilmekten bahsetmiyorum. Balık hangi mevsimde yenir? Akdeniz’in veya İtalya’nın hangi bölgesinde neler yetişir? Gerçek trüf nedir? Bu gibi şeyler kitabî olmuyor hiçbir zaman. Biraz yazarlık gibi… Mesela Dostoyevski yazarlık eğitimi aldı mı? Örneğin, bazı büyük empresyonist ressamlar akademiden ayrılmış, çünkü orada dar bir kalıba sokulmak istenmişler. Siyahlar ve beyazlar şeklinde kuvvetli bir ayrıma gitmek istemiyorum ama şunu söylemeliyim: Çok önolog ya da şarap yapımcısı tanıdım, iyi burunları yok. Yemekleri ayırt edemeyen, damak tadı iyi gelişmemiş çok şef var. Demem o ki, gastronomi eğitimi almış ya da şarap kursuna gitmiş, fakat o kadar da kabiliyeti olmayan çok insan var. Bu tür eğitimleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bazen ters tepiyorlar, çünkü eğitim çok iyi verilmiyorsa dar kalıplara sokuyor sizi. Bir de, işin zevki kaçıyor, çünkü yemeiçme ve gastronomi her şeyden önce yaşama güzellik ve zevk katan unsurlar. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Yaşam zaten zor ve stres dolu; onlar bunu bir yarışmaya çevirip daha da stresli hale getiriyorlar. Bir kurs verip ne kadar üstün olduğunuzu “Şu kokuyu ayırt edemedin” diyerek kafalarına vura vura anlatırsanız, insanlar kendilerini kötü hisseder ve gastronomi zevk olmaktan çıkıp azap haline gelir. Gerek şarap gerek gastronomi, yaşamınıza ek bir boyut ve zenginlik katan alanlar. Önemli olan onlardan zevk alabilmek. Tecrübeniz arttıkça, zevk de artıyor. Tecrübe denen şey de biraz şans elbette. Ben hasbelkader yurtdışında yaşadım. Dünya Bankası’nda çalışırken devamlı Avrupa’da kalıyordum. İyi lokantalarda 22 İSTASYON “Hep söylüyorum; bizde maalesef zevk sahibi olanların, iyi yemek yiyenlerin pek çoğunun maddi gücü yok. Maddi gücü olanların pek çoğu da ambiyans peşinde.” Sakatata dönecek olursak, aslında Türkiye’de de sakatat yeme geleneği yok mu? Kesinlikle var. Bence, halk kültürünün en güzel taraflarından biri bu. İyi de pişiriliyor Türkiye’de. Tabii, eksik kalmış tarafı var; insanlar ‘şarapla iyi gider’ deyince gülüyor ama gerçekten çok iyi gider. Şarap tarafı eksik kalmış, ama halk mutfağında gelişmiş. Sorun zaten kültürlerarası geçişte yaşanıyor. Yoksa gelenek elbette var. Şu anda da İstanbul’daki bazı lüks lokantalar bu geleneği çok güzel değerlendiriyor. Mesela başında Kaan Sakarya’nın olduğu Nicole diye bir lokanta var; kitapta da bulabilirsiniz. Kaan güzel şeyler yapıyor, ama satamadığından yakınıyor. Fransa’da La’Ami Jean diye bir lokantada çalışmış; orada öğrendiği kuzu kellesinin bir versiyonunu Türkiye’de uygulamış. Bence çok lezzetliydi, ama menüye kolay kolay koyamıyor. Belki onu takdir edecek insanın Nicole’e gidip yemek yiyecek parası yok. yemek yeme şansım vardı. Belki zaten mevcut bir yetenek ve merak bu şekilde daha da gelişmiş oldu. Dolayısıyla ben “10 derste tat nasıl alınır?” gibi kurslara inanmıyorum. Bir coğrafyaya ilk kez gidildiğinde, orayı gezmeden görmeden tanımadan, sadece yemeğini yiyerek söz konusu yerle ilgili bir fikir edinilebilir mi sizce? Edinilir tabii. Genellikle, coğrafya, topografya ve kültür ne kadar zenginse mutfak da o kadar zengin oluyor. Örneğin İspanya’daki Katalan bölgesinde dağla deniz birleşir. Çok güzel sebzeler vardır; hem balık hem kabuklular olmak üzere deniz ürünleri çok gelişmiştir. Etler de çok gelişmiştir; av etleri ön plandadır. Şarküteriyle tapa, yani meze kültürü çok gelişmiştir. Yemeklere eklenen soslar önplandadır. Tüm bunlardan bölgenin çok zengin bir kültürünün olduğunu çıkarabilirsiniz. Dikkat edin, daha çok et ve patates yiyenlerin kültürü, özellikle de biftek, yani steak kültürü; kapalı ve dar bir kültürdür. Sakatat yeniyor mu, yenmiyor mu mesela? İyi bir şeydir yenmesi. Vedat Milor’un bizzat deneyimlerinden yola çıkarak kaleme aldığı İstanbul 100 Lokanta, yemeğe ilgi duyanların kütüphanesinde olması gereken bir kitap. Nerede ne yiyeceği konusunda kararsız kalanlara da rehberlik edecek nitelikte. Çok ilginç bir şey aslında, değil mi? Hep söylüyorum; bizde maalesef zevk sahibi olanların, iyi yemek yiyenlerin pek çoğunun maddi gücü yok. Maddi gücü olanların pek çoğu da ambiyans peşinde. Tabii genelliyorum; istisnalar mutlaka vardır. Dünya mutfaklarından hem uygulama hem de ortaya çıkan sonuç açısından favorileriniz hangileri? Son yıllarda, dünyada inanılmaz bir kaliteli malzeme bilinci ortaya çıktı. Giderek artan ekolojik nedenler, denizlerin kirlenmesi, hormonlar, sebzelerin ve meyvelerin aşırı nitratlı olması ve tarımda suni gübreler kullanılması gibi unsurlar ciddi sağlık sorunları yaratıyor. En çok da glikoz. İleride, glikoz içeren ürünlerin üstünde sigarada olduğu gibi “Öldürür” uyarıları yazacak. Doğal ürünleri yemeğe dönüştürürken öyle bir teknik kullanmalısınız ki, yemeği hem en güzel şekilde sunacaksınız ve basit görünecek; ama aslında basit değil, çünkü her şeye rağmen tek yemekte birkaç malzeme birleşebiliyor. Bunu iyi yapan mutfaklar öne çıkıyor. Şu anda öne çıkan, herkesin merak ettiği mutfak, Japonya. Michelin yıldızı sayısıyla Japonya şu an Fransa’yı bile geçti ya da onunla aşağı yukarı aynı düzeyde. Özellikle deniz ürünleri ve kabukluları; hatta sebzeler, tomurcuklar ve tohumlar açısından enteresan bir mutfak; ben de seviyorum. Yine de, burada doğduğum için, kullanılan yağlardan dolayı damak zevkim yakın coğrafyayı daha çok benimsiyor. Benim üç favorim Fransa, İtalya ve İspanya. Bu ülkelerde nasıl lokantalar hoşunuza gidiyor? Michelin yıldızlı lokantalardan ziyade, gerçek mutfak diye adlandırdığım, en iyi malzemeleri en iyi şekilde ve belki sevgiyle pişiren daha otantik yerlerin peşindeyim. Bunlardan bazıları Michelin yıldızlı oluyor tabii. Bu arada, Amerika da çok büyük atılımlar yapıyor. Özellikle San Francisco civarında, Bay Area (Körfez Bölgesi) denen bölümde ve New York’ta çok iyi lokantalar ortaya çıkmaya başladı çünkü ciddi boyutlarda ekolojik ve biyodinamik tarım yapılıyor artık. İtalya, Fransa ve İspanya mutfaklarının özelliği ne? İtalya mutfağı diye bir şey yok aslında. Yöresel mutfakların bir bütünü o. Fransa ve İspanya da aşağı yukarı aynı. Yöresel ve mevsimsel ürünler ilgimi çekiyor en çok. Mesela “Şu anda mayıs ayında nerede ne yemek isterim?” diye soruyorum kendime. Tabii, insan istediklerinin çok azını yapabiliyor ama bazı malzemeleri ancak o şekilde tanırsınız. Örneğin İspanyolların Bask bölgesinde, dünyanın en lezzetli bezelyesi var. Ufacık ve bonbon şeker gibi. Kokusu ve lezzetine inanamazsınız. Onu o anda bahçeden koparmak müthiş bir duygu. Tür olarak da çok iyi bir bezelye… Sadece mayıs ayında bulunuyor; haziranda bulamazsınız. Mayısta San Sebastian’a gidip o bezelyeyi yemek benim için çok önemli. Sadece orada ve o zamanda var; başka hiçbir yerde yok. Diğer yandan, siyah havyarı her zaman yiyebilirsiniz. Trüf mantarının da doğru yeri ve zamanı vardır. Herkes bilmez ama siyah trüfün en iyi zamanı ocak ayı ve şubatın başıdır. Beyaz trüfün en iyi zamanı ekim sonu ve kasımdır. O kadar çok mantar çeşidi, sebze ve deniz ürünü var ki dünyada! Bunların zamanını bilmek lazım… Hani bizde oğlağın belli zamanı vardır ya, onun gibi. İSTASYON 23 TARİHTEN Aka kahramanı Aias, Troya kahramanı Hektor’u savaşa davet ediyor (İlyada XII. Bölüm). Troya Savaşı’nın gerçek hikâyesi Troya diye bir kent gerçekten vardı, burada gerçekten bir savaş olmuştu. Hatta Truva Atı bile o devrin savaş taktiklerine uyuyordu. Son yıllardaki araştırmalar, İlyada destanının tarihi yansıttığını gösteriyor. T Çağı, Yunanistan’da iki uygarlık ortaya çıkardı. Miruva atından Aşil topuğuna, güzel Helena’dan nos ve Miken. Mikenliler bugün Yunanistan olarak trajik Hektor’a, sirenlerin şarkılarından “kabildiğimiz yere MÖ 2000’lerde gelmişlerdi. Geç Tunç natlı sözcüklere”, Troya (Truva) Savaşı’nın Çağı’nda (MÖ 1600-1100) bir dizi savaşçı krallık kuhikâyeleri antik edebiyatın klasiklerine, rarak Yunanistan’a egemen oldular. Bunların Homeros’un İlyada’sına kadar uygarlığına Miken uygarlığı deniyor, uzanır. Ama Modern Batı kültürüne ama kendilerine muhtemelen kök salan bu öyküler doğru muAkhalar (Akalar) veya Danadur? Troya ve Troya Savaşı’nda alar diyorlardı. MÖ 1450 efsane nerede bitiyor, tarih civarında, Mikenliler nerede başlıyor? Girit’i fethettiler; doğu Bu eski sorulara yakın Ege adaları ve Anadozamanda yeni cevaplar lu’daki bazı kolonilerini verildi. Son 20 yılda, de ele geçirdiler. SonraTroya Savaşı araştırmaki birkaç yüzyılda, doğu larında arkeoloji ve epigAkdeniz’in krallıklarıyla rafi de yaşanan iki devrim savaş, diplomasi, ticaret ve etkili oldu. Kilit olaylar, hanedan evlilikleri yoluyla 1988’den beri Troya’daki arilişkiye geçtiler. Troya Savaşı keolojik sitte yapılan kazılar gerçekten olduysa, Miken uyve Orta Anadolu’daki büyük Higarlığının MÖ 1100’lerde düşüşe tit Krallığı’nın belgelerinde yapıgeçmesinden önceki son olaylardan lan yeni incelemeler oldu. Sonuç şu: biriydi. Homeros’un anlattıklarının, önemli ölçüde tarihsel gerçek içerdiğini düşünmek için elimizde bugün daha fazla neden var. Troya kentinin öyküsü Troya gerçekten de Batı Anadolu’da zenHeinrich Schliemann, Çanakkale Boğazı’nın Schliemann’ın 1876’da Mycegin bir kentti; burada bir veya bir dizi savaş girişinde Hisarlıktepe’deki ilk kazısına nae’de (Miken) bulup “Agamem- 1871’de başladı. Hisarlık (Troya), dokuz ayrı olmuştu. Yunanlı savaşçılar kente saldırnon’un Maskesi” adını verdiği mıştı. Homeros’taki renkli ayrıntıların bile tabaka veya uygarlık düzeyinden oluşan, her mask. çoğu (teke tek dövüşler, bir kadın uğruna biri öbürünün üzerine inşa edilmiş, tarihleri savaş, savaş alanında tanrıların ve tanrıçaMÖ 3000’den MS 500’e kadar uzanan bir ların bulunması), Tunç Çağı kültürünün bir parçasıydı. yerdi. Schliemann, özensiz ve dürüstlükten uzak davranHatta Truva Atı bile tarihsel bir gerçek olabilirdi! Ancak dı. Ama sonraki yaklaşık 150 yılda eğitimli arkeologlaHomeros bir tarihçi değil ozandı ve kilit tarihsel olaylarrın yaptığı bir dizi kazı, araştırmayı bilimsel bir temele dan söz etmiyordu. oturttu. Schliemann, Troya kentini keşfettiğini iddia etti. Troya Savaşı, Geç Tunç Çağı’nda oldu. Geç Tunç Hisarlık sakinleri yüzyıllardır Troya’da yaşadıklarına ina- 24 İSTASYON İSTASYON 25 TARİHTEN ZAMAN AKIŞI MÖ 1210-1180 Troya Savaşı, büyük ihtimalle bu tarihler arasında, kentin Troya VIi (eski adıyla Troya VIIa) denilen katmanı zamanında oldu. 1945 Berlin, Mayıs başında Sovyet ordusunun eline geçti. Priamos’un hazinesi müzeden gizlice Moskova’ya götürüldü. Büyük İskender’in Troya’yı ziyareti, G. P. Pannini, 17’nci yüzyıl. 1991 ABD’de yayımlanan ArtNews dergisi Yaz 1991 (Cilt 90 No. 6) sayısında, hazinenin Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde ortaya çıktığını bildirdi. MÖ 700’ler Smyrna’lı (bugünki İzmir) olduğu düşünülen Homeros, İlyada ve Odysseia adlı epik şiirlerini yazdı. MÖ 334 Plutarkhos’a göre, Büyük İskender Troya’yı ziyaret edip adak adadı. MÖ 20 İlk Roma İmparatoru Augustus, Troya’yı ziyaret edip onarttı. 1461 İstanbul’un fethiyle ilgili kitabıyla tanınan tarihçi Kritovulos’a göre Fatih, Midilli seferine giderken Troya’ya uğradı ve kendisine İlyada öyküsünün anlatılması üzerine İstanbul’un fethinin Troya’nın intikamı olduğunu söyledi. 1871 Osmanlı Devleti, Troya olduğu düşünülen Hisarlık’taki arazileri istimlak etti ve Alman işadamı, define avcısı Heinrich Schliemann, bir yıl önce Troya’yı bulmak için izinsiz olarak başlattığı kazıları bu izinle daha da genişletti. Homeros Hisarlık sakinleri, yüzyıllarca Troya’da oturduklarına inandılar. Şehre İlyada’daki gibi İlion/İlium dediler. nıyorlardı. Şehirlerine İlion diyorlardı. Bu isim Homeros’ta Troya için kullanılan sözcüktü. Hisarlık’ın etrafındaki topraklar, Homeros’un anlattığı coğrafyaya uygundu. 1988’den sonraki kazılar, Homeros’un kent hakkında doğruyu anlattığını kanıtlayan bir tür arkeolojik devrim oluşturur. Tübingen Üniversitesi’nden Manfred Korfmann ve o öldükten sonra Ernst Pernicka tarafından sürdürülen yeni kazılar, bir savunma hendeğinin, aşağı kenti koruyan karmaşık bir kapının izlerinin ortaya çıkmasını sağladı. Kentin güneybatısında Troya’nın limanını buldular. Arkeologlar, Troya’nın nüfusunun 5 ila 7 bin 500 arasında olduğunu düşünüyorlar. Troya, MÖ 3000 ila 950 arasında Tunç Çağı’nın büyük kentlerinden biriydi. Demir Çağı’nın başlangıcında terke- 26 İSTASYON dildikten sonra, MÖ 750 civarında buraya kolonistler yerleşti ve kent MS 500’e kadar küçük bir Yunan şehri olarak kaldı. Tunç Çağı Troya’sında kent zaman zaman yangın, deprem ve savaşla yıkıldı ve yeniden inşa edildi. Geç Tunç Çağı’nda, Orta Anadolu ve Mezopotamya’daki kentlerin boyutunda değilse de, Ege civarındaki en büyük kentti. Yakınındaki bir limanı kontrol ediyor ve kendisini duvarlar, hendekler ve ahşap çitlerden oluşan bir sistemle koruyordu. Homeros’un kanatlı sözleri İlyada ve Odysseia, iki uzun epik şiirdir. İlyada, Troya Savaşı’nın sonundaki iki aylık çatışmaları, Odysseia ise Odysseus’un Troya’dan eve dönerken yaptığı yolculuğu anlatır; Troya Savaşı hakkında da bazı ayrıntılar verir. Bu metinler Homeros diye bir şaire Akhilleus, yendiği Hekatfedilir. Troya Savaşı Tunç tor’un ölüsünü kimseye Çağı’nda olmuştur ama İlyada vermiyor. MÖ 5. yüzyıl vazosu. 2004 Wolfgang Petersen’in yönettiği “Troy” (Truva) filmi, bütün dünyada İlyada ve Troya’ya duyulan ilgiyi yeniden uyandırdı. Dünyada 497 milyon Dolar gişe hasılatı elde edildi. Filmin en başarılı olduğu ülkelerden biri de 1 milyon 692 bin bilet satılan Türkiye’ydi. Bu, yabancı bir film için çok yüksek bir rakamdı. 1873 “Priamos hazinesi” adını verdiği altınları yurtdışına kaçıran Schliemann’ın kazı izni iptal edildi. Ancak 1878’de yeniden kazı izni aldı. 1882 Schliemann’ın Avrupa’ya kaçırdığı “Priamos hazinesi”, Berlin’de sergilendi ve “Königliche Museen zu Berlin / Berlin Kraliyet Müzesi” tarafından alındı. Troya, 1889. Hisarlık’ta arazisi olan İngiliz konsolosu Frank Calvert ve Osman Hamdi Bey yanyana bağdaş kurmuş (önde, soldan birinci ve ikinci). Heinrich Schliemann ayaktakilerin soldan beşincisi. ve Odysseia Demir Çağı’nda kaleme alınmıştır. Büyük ihtimalle, iki şiir de uzun süren bir sözlü geleneğin sonunda yazılmıştır. Yüzyıllar boyunca ozanlar, hikâyeler toplamıştır. Eski temaları kullanmış, Tunç Çağı’na dair gerçek ayrıntıları katmış, yeni yorumlar eklemişlerdir. Sonuç olarak İlyada ve Odysseia, tarih değildir, ama tarihi yansıtır. Çoktan ortadan yok olmuş yerlerden, terkedilmiş teknolojilerden bahsetmekte, eski sözcükler kullanmaktadır. İki eser, gerçekten yaşamış insanlara da atıfta bulunuyor olabilir, çünkü isimler sözlü gelenekte kuşaktan kuşağa aktarılan en kolay şeydir. Asıl önemlisi, bu şiirler arkaik bir zihniyeti ortaya koyar. MÖ 700’de artık o kadar yaygın olmayan, Geç Tunç Çağı’na ait motifleri içerir. Örneğin Homeros savaşta kahramanların rolünü vurgular. MÖ 700’e ait Yunan metinleri ise grupları öne çıkarır. Ama Mısır ve Hitit krallığından kalma Tunç Çağı metinleri kahraman kralların bireysel başarılarını abartarak Homeros’a ayna tutarlar. Mısır ve Hitit kralları Akhilleus (Aşil) veya Hektor’a yakışan terimlerle anlatılır. İki faktörü daha göz önünde tutmalıyız. Yazı Yunanistan’da yok olmuştu, ama Anadolu’da yok olmamıştı. Gelenek Homeros’un Anadolu’da yaşadığını ve yazılı tarihsel belgelere ulaşabildiğini söyler. Savaşın kurgusu Eski yazarlar, hatta Tukidides bile Troya Savaşı’nın gerçekten olduğunda birleşirler. Ayrıntıların çoğunu mit olarak dışarıda bırakırlar, ama savaşın kendisinden şüphelenmezler. Birçok modern yazarsa farklı düşüncededir. 1800’lerden bu yana Troya hakkında iki okul ortaya çıkmıştır. Pozitivistler, Troya Savaşı’nın gerçekten olduğuna inanır. Şüpheciler ise Homeros’un yazdıklarında bir masaldan başka bir şey görmezler. Schliemann pozitivistlerin öne çıkmasını sağlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra şüpheciler öne çıkmıştır. 1930’larda Troya kazıları İSTASYON 27 TARİHTEN KARŞI GÖRÜŞ Troya Savaşı’nın olduğuna dair hiçbir kanıt yok İlyada ve Odysseia tarih değildir, ama tarihi yansıtır. Çoktan yok olmuş yerlerden söz eder, eski bir zihniyeti anlatır, savaşın geçtiği Tunç Çağı’na ait motifleri içerir. küçük bir yeri ortaya çıkarmıştı, İlyada’da anlatılan büyük şehri değil. Dilbilimciler ve yazıtları okuyan öğrenciler, Homeros’un hikâyesinin gerçek olduğunu kanıtlaması beklenen eski metinlerde boşluklar bulmuşlardı. İkinci Dünya Savaşı’nın acı deneyimleri, Troya kahramanlık hikâyelerini demode hale getirmişti. Şimdi sarkaç yine öbür tarafa döndü. Pozitivistler, arkeoloji ve epigrafideki devrimler sayesinde yeniden öne çıkıyor. Onlar da birkaç kategoriye ayrılıyor. Bazıları Troya Savaşı’nı MÖ 1300 civarına, bazıları ise 1210-1180’e tarihliyor. Başkaları, Homeros’un Anadolu’da yüzyıllarca sürmüş savaşları tek bir çatışmaya dönüştürdüğünü öne sürüyor. Savaş, büyük ihtimalle 1210 ila 1180 arasında, büyük bir yangın Troya kentini mahvettiği sırada oldu. Silahlar, gömülmemiş insan kemikleri, bir yağma, yani ani saldırı olduğuna işaret ediyor. Troas’taki kentler, arkeologların yakın tarihteki bir araştırmasına göre, 1200 civarında terkedildi, bu da bir işgali gösteriyor. Troya’da, yağmalanmış eski kentlere göre daha az silah bulunduğu doğru. Ama Troya, dokunulmamış bir yer değildi, eski zamanlarda da bir turizm merkeziydi. Troya Savaşı gerçekten olduysa, nasıl olmuştu? Burada anlatacaklarımız bu savaşın varsayımsal bir kurgusudur. Kanıtlar kesinliğe değil, ama olasılıkların sınırlarını daraltmamıza izin verir. MÖ 1200’de Yunanlılar, Batı Anadolu’nun servetini zaten biliyorlardı, çünkü 200 yıldır 28 İSTASYON buradaydılar. Troya’yı alarak büyük servet ve şan şöhrete kavuşacaklardı. Ama savaşı sadece bir yağma olarak mı görüyorlardı? Homeros, Paris adındaki bir Troya prensinin Lakedemon kraliçesi Helena’yı baştan çıkarıp Troya’ya götürdüğü için Yunanlıların kente saldırdığını söyler. Bir kadın uğruna savaş, Tunç Çağı’nda bugünkü kadar gülünç görünmüyor olabilir. Amarna Mektupları, Tunç Çağı insanlarının savaşları, ilkelerin çatışmasına değil, insanlara bağladığını gösterir. İntikam, onur, imaj, erkeklik gösterisi ve aileye bağlılık, Amarna Mektupları’nda savaş nedeni olarak karşımıza çıkar. Tunç Çağı insanları kavramlarla düşünmez. Onların zihniyeti somut şeylere takılır. Herhangi bir Tunç Çağı metni, baştan çıkarılan bir prenses üzerine patlak veren bir savaştan söz etmez. Ama kraliyet evlilikleri üzerine başlayan savaşlardan bahsedilir Yunanlıların, Homeros’un dediği gibi 1186 gemiyi denize indirmeleri veya Tukidides’in iddia ettiği gibi 102 bin askeri toplamaları imkânsızdı. Ama 300 gemi ve 15 bin asker, Tunç Çağı için tutarlı bir rakam olur. Homeros’a göre, Troyalılar Batı Anadolu, Trakya ve Makedonya’daki müttefiklerinden bir koalisyon meydana getirdiler. Homeros, bu ittifakların Troyalılara en az Yunanlılar kadar asker sağladığını öne sürer. Kazılara dayanarak Troya’nın 2 binden fazla savaşçıyı toplayamayacağı açıktır, ama müttefikleri tarafından desteklenmiştir. Troya’ya girdiklerinde Yunanlılar, efsaneye göre uzun süredir savaşmaktaydı. Ancak Homeros Troya Savaşı’nın on yıl sürdüğünü söylemez. Yunanlıların Troya’da dokuz yıl mücadele edip acı çektiğini, onuncu yılda nihayet kazandıklarını belirtir. Bu ifade Yakın Doğu’nun eski bir deyişini hatırlatır; “başarana kadar tekrar tekrar” anlamına gelir. Gerçekten Truva Atı’nın en eski de Troya’nın kolay alınamayacak bir görüntülerinden biri: kalesi vardı. Aşağı kent bir savunma Mikonos’ta bulunmuş, 7. yüzyıla ait bir amfora. hendeği ve ahşap bir çitle korunuyor- Schliemann’dan sonra, Troya’daki kazıları Wilhelm Dorpfeld devraldı (1902). Bu fotoğraf onun arşivinde yer alıyor. du. Ama savunmanın kalbi yukarı kent veya hisardı; Homeros buradan Pergamos diye söz eder. Hisar, ovanın üzerinde 30,5 metre yükseliyor ve 2 bin metrekarelik bir alanı kapsıyordu. 350 metre uzanan surların yüksekliği 10, kalınlığı ise 4,8 metreydi. Surların taş zemini dışarı doğru çıkmıştı; yani saldıranların savunmacıların oklarından korunacakları bir kör nokta yoktu. Mimari, saldırganları dar bir mekâna hapsediyor, savunmacılar da onları yukarıdan yok edebiliyordu. Yunanlılar Troya’ya ulaştıklarında kıyıda bir kamp kurmaya çalıştılar. Peki, savaşın geri kalanında neler olmuştur? Homeros’taki cevap açıktır: Akınlar... Akhilleus ve Odysseus gibi liderler, şehirlere saldırmış, yağmalamış, esir almıştır. Odysseia, kentin bir aldatmacayla alındığını anlatır. Yunanlılar kamplarını toplayıp yakındaki Tenedos Adası’na yelken açarlar. Geride de büyük, tahta bir at bırakırlar. Bu at Troyalılara çekici gelir. At yetiştirmeye uygun Troya otlakları ünlüdür. Efsaneye göre, Troyalılar, atı şehir surlarının içine alır. Ne yazık ki atın içi savaşçılarla doludur. Geceleyin Troyalılar savaşın sona erişini kutlarken Yunanlılar çıkıp kapıları açarlar. Böylece Troyalıları gafil avlayıp kenti yağmalarlar. Arkeoloji, Troya’nın yağmalanmasına uygun bir resim çizer. Homeros, Troyalıların Yunanlılar terk ettikten sonra şehri yeniden yaptığını söyler, arkeoloji de bunu gösterir: Eski yapılar, sokaklar tamir edilmiş, yeni binalar yükselmiştir. Ama bu başka bir kenttir. Yıkılan Troya’nın refahına ulaşamaz. Nüfusu da farklıdır; Balkanlardan yeni göçmenler almıştır. Troya’yı yeniden inşa edenler kuşkusuz kentleriyle gurur duyuyorlardı. Belki kenti yok eden savaşı anlatan ozanları dinlemişlerdi. Ama herhalde 3 bin yıl sonra insanların hâlâ bu rüzgârlı kentte olup bitenlere bu kadar merak duyacağı akıllarından bile geçmemişti. Homeros’un sözünü ettiği Troya veya İlion’un Hisarlık tepeyle aynı olduğunu kanıtlayan ne yazılı ne arkeolojik belge var. Hisarlık’ta kazılan yer Troya değilse, Troya savaşlarının yapılıp yapılmadığı da bilinemeyecektir. Hitit metinlerine dayanarak Wilusa’yı (Vilusa) (W)ilios olarak rekonstrüksiyonu yapılan İlios veya Troya ile eşitlemek ve sadece bu teoriden hareketle Hisarlık’ta Homeros’un Troya’sının varolduğunu iddia etmek kısır döngüden ve yanıltıcı mantık oyunundan başka bir şey değildir. Bazı tesadüfi isim benzerlikleri dışında Wilusa-İlias eşitliğinin dayanacağı hiçbir destek yoktur. Wilusa ülkesi kralı Alaksandu ile II. Muwatalli arasında yapılan antlaşmada şahit tanrılar içinde Hatti ülkesinin birçok tanrıları arasında “Büyük Deniz” de sayılırken, Wilusa tanrıları arasında Deniz Tanrısı’ndan hiç ama hiç sözedilmemesi bir tesadüf müdür, yoksa Wilusa’nın denizle ilgisinin olmadığının bir kanıtı mıdır? Wilusa bize göre EskişehirBursa arasında olmalıdır. Hitit metinlerinde geçen ve Akha’larla eşitliği daha Hitit dili çözülmeden önce tartışmaya açılan, fakat bir türlü kanıtlanamayan Ahhiyawa’lara (Ahiyava), Akhalar veya Mikenler denilmekle kalınmıyor, artık “Grek/Yunanlı” deniliyordu. Son yıllarda tüm dikkatlerin konuya odaklanması ve aşırı titiz araştırmalar sonucu sadece Batı Anadolu’daki Miken seramik parçalarının sayısı biraz daha artmıştır. Ama en çok artan şey, konuyla ilgili yayınlar olmuştur. Birçoklarının ortak özelliği ise, maalesef yeni modaya ayak uydurarak, konuyu saptırmak ve Hitit metinlerinde Yunanlıları aramak oldu. Konuya olumsuz yaklaşanlar, yani Ahhiyawa-Akha ve dolayısıyla Yunan eşitlemesine kuşkuyla bakanlar artık neredeyse tutucu olmakla suçlanıyorlar. Oldubittilere örnek olarak 1995’te Troya’da VIIb1 veya ÖIIIb2 tabakasında bulunan bikonveks ve Luvi hiyeroglif yazılı bir mühür buluntusunu verebiliriz. Bu basit mühür, sırf Troya’da bulunduğu için fırtınalar estirmiş, Troya’da yerli bir Luvi’li memur tarafından kullanıldığı öne sürülmüş, Troyalıların konuştukları dilin Luvice olduğuna dair bir kanıtmış gibi yorumlanmıştır. İyi bir tesadüf eseri olarak 1997’de Boğazköy Büyükkaya’da ele geçen Troya’dakinin benzeri bir mühür, bu spekalüsyonların boş olduğunu, mührün her nasılsa Orta Anadolu’dan bir yerlerden Troya’ya götürüldüğünü kanıtlamıştır. Boğazköy-Hattusa’da kazılarda bulunan tabletlerin dili olan Hititçenin çözülmesiyle, bu metinlerin içerikleri çeşitli ilgi odaklarına konu olmuştur. E. Forrer dilin çözülmesi konusundaki değerli çalışmaları yanında konuya tek yanlı bir biçimde yaklaşmış ve Homeros destanlarında anlatılan “Grek kahramanlık çağının” şaşaalı olaylarının Hitit metinlerine mutlaka yansımış olması gerektiği ilkesinden hareket etmiştir. Burada en büyük yöntem hatası, Hitit metinlerinde Homeros’un Yunanlılarını keşfetme tutkusuyla yola çıkılmış olmasıdır. Ölü dillerin yapısı ve çok fazla bilinmeyenle dolu olması, önyargılı keşiflerde bulunmaya yeltenen herkesi ödüllendirecek niteliktedir. Forrer de istediği ses benzerliklerini fazlasıyla bulmuştur. Bunlar arasında gelişigüzel bir sıralamayla Alaksandu=Alexandros (Paris), Attarsiya=Atreus, Wilusa=Ilion, Taruisa=Troya vs. vardır. Ama bunu yaparken ne metinlerin kronolojisi ne içerikleri ne de olayların geçtiği coğrafi ortam dikkate alınmıştır. Ahhiyawalıların “Miken Grekleri” veya “Homeros Grekleri” ile eşitlenmesi henüz mümkün olmamıştır. İSTASYON 29 GEZİ Bölge, son zamanlarda yerli turistlerin de ilgisini çekiyor. Bu durumdan yola çıkarak, Türkiye’de yaşayanların da artık Doğu Karadeniz’i Temel fıkralarından ibaret görmediklerini söyleyebiliriz. Yeşili başka yeşil mavisi başka mavi Bakanın gözünü alan bir renk cümbüşüne sahip doğası, nev-i şahsına münhasır insanları, başka hiçbir yerde aynı lezzette olmayan yemekleriyle bir başkadır Doğu Karadeniz. Hele bir de mevsimlerden yazsa, yaylalara çıkılabilecek zamansa yani, değmeyin gezginin keyfine… YAZI: SEMA ULUDAĞ FOTOĞRAFLAR: MURAT YILMAZ Y az mevsimine ramak kala başlar tatil planları. Nereye gidileceği düşünülür uzun uzun. Ege mi olsun, Akdeniz mi? Tatil köyünde mi konaklamak gerek, yoksa butik otelde mi? Karayoluyla mı gidilsin, uçakla mı? Bu ve buna benzer birçok soruya yanıt bulmak için zihnini yorar da insan, alternatif yaratmayı, deniz ve kumla özdeşleşen yaz tatili anlayışına farklı bir bakış açısı getirmeyi pek düşünmez. Bu döngünün dışına çıkmayı göze alabilirse eğer, keşfedeceği birçok kültürel değerin, doğal ve tarihi zenginliğin de var ol- 30 İSTASYON duğunu; daha da önemlisi denizin olmadığı yerlere de tatile gidebileceğini görecektir oysa. Biz de öyle yaptık; yaz aylarına denk gelen bu sayımızda rotamızı gözde tatil beldelerine değil de, Trabzon’a, Rize’ye ve Artvin’e çevirerek Doğu Karadeniz’in nev-i şahsına münhasır atmosferini sayfalarımıza taşıdık... Doğu Karadeniz seyahatini bölgenin başlangıcını oluşturan kentten, Trabzon’dan başlatıyoruz. Birçok kaynak, “Karadeniz kıyılarının zümrüt kenti” olarak tanımlıyor bu şehri. Doğu Karadeniz’e hiç gitmemişseniz, bu sözü çok tumturaklı bulabi- Çay ve Rize Bezi, bölgenin karakteristik unsurlarından sadece ikisi. Çay taşımayı kolaylaştıran teleferiğin ise hayli fazla çeşidi var. Doğu Karadeniz yolculuğunuz boyunca sık sık şelale ve nehirlerle karşılaşacaksınız. Bazısı sakin sakin akarken bazılarından çıkan sesin tüm doğaya hâkim olduğuna tanıklık edeceksiniz. lir; dahası içinizden “yeşil her yerde yeşildir işte” diye geçirebilirsiniz. Doğu Karadeniz’i gördükten sonraysa ne kadar büyük bir yanılsama içinde olduğunuzu; bu bölge içinde yer alan her kentin ayrı bir zenginlik barındırdığını anlarsınız. Trabzon, tarihi ve doğal güzellikleriyle meşhur ki, Uzungöl ile Sümela Manastırı bunlara verilebilecek en iyi iki örnek bizce. Tanıtım yazılarında Alplerin güzelliğiyle kıyaslanan Uzungöl, Trabzon merkezine 99, sınırları içinde yer aldığı Çaykara ilçesineyse 19 kilometre uzaklıkta. Bu da Trabzon’un merkezindeyseniz ve Uzungöl’ü görmek istiyorsanız bir buçuk, iki saatlik yolu aşmanız gerektiği anlamına geliyor. Yol boyunca doğanın sunduğu güzelliklerin keyfini çıkarmak, asma köprülerin yanı başında mola verip çağlayarak akan derenin sesini dinlemek isterseniz, yol biraz daha uzuyor elbette. Ama yolu uzat- ma pahasına bu güzelliklerin keyfine varmanızı özellikle tavsiye ederiz. Aksi takdirde Trabzon gezisi biraz eksik, biraz yarım kalıyor. Kaynakçalar, vadinin ortasında yer alan, 1090 metre rakıma sahip bu gölün yamaçlardan düşen kayaların Haldizen deresinin önünü kapamasıyla oluştuğunu yazıyor. Yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çeken bölgenin bir yanında klasik Karadeniz mimarisini temsil eden evlerden oluşan köy var. Tam ortada yer alan camii, sınırı çizen yer gibi duruyor. Camiyi arkanıza alıp ilerlediğinizde daracık bir yolun iki yanındaki otel, motel ve restoranlarla karşılaşıyorsunuz. Buraya kadar gelmişken, restoranlardan birine İSTASYON 31 GEZİ Trabzon Trabzon seyahati mensuplarının dikkatine... Uzungöl’de uzun bir mola vermemiş, görüntüsü bile iştah kabartan mıhlamadan yememişseniz, kentin güzelliklerini yaşamamışsınız demektir! 32 İSTASYON girmemek olmaz elbette. Peki, Karadeniz’e gidilir de ne yenir? Tabii ki mıhlama, kaygana ve balık. Ancak mevsim yaz ve çiftlik alabalığı haricinde balık bulmak biraz zor. Hamsiden turşu bile kurdukları düşünülen bölge halkının, mevsimi olmayan yemeği ise tabii ki mıhlama. Trabzon’un meşhur tereyağının önce mısır unu, ardından da özel bir tel peynirle yüksek ateşte kavrulmasıyla oluşan bu yemek, damak zevkine düşkünlerin mutlaka tatması gereken lezzetler arasında. Uzungöl’ü görüp mıhlamanın tadına vardıktan sonra, sıra geliyor Sümela Manastırı’nı ziyarete. Trabzon’un Maçka ilçesinin Altındere Köyü sınırları içinde kalan ve bazılarının Meryem Ana Örenyeri olarak tanıdığı Manastır’ın, adını siyah anlamına gelen “melas” sözcüğünden aldığı söyleniyor. Kaynakçaların bazıları bu ismin manastırın kurulduğu koyu renkli Karadağlar’dan geldiğinin altını çizerken, bazıları manastırdaki siyah Meryem Ana tasvirinden kaynaklandığını belirtiyor. Yine kaynakçalardan yararlanarak manastırın tarihini incelediğimizde burasının Bizans İmparatoru Theodosius zamanında (375-395), Atina’dan gelen iki rahip tarafından inşa edildiği yazılıyor. 6’ncı yüzyılda İmparator Justinianus’un talebi üzerine manastırın genişletildiği ve onarımdan geçirildiği bilgisi de yer alıyor. Manastır yolu bir hayli dik, dar ve virajlı. Yolun hemen yanındaki uçuruma bakmamaya çalışarak dikkatle yol almak gerekiyor. Araç ancak belli bir noktaya kadar size refakat edebiliyor, sonrasında bacaklarınıza güvenmek zorundasınız. Manastır’a yaklaştıkça karşınızda yükselen dağın zirvesi göz hizasına gelmeye başlıyor. Aşağıdan bakıldığında ulaşılmazmış gibi görünen bu dağ, ne kadar yüksekte olduğunuzu da somut biçimde anlatıyor aslında. Dik merdivenleri tırmandıktan ve biraz nefes nefese kaldıktan sonra varabileceği- niz Sümela Manastırı’nın avlusuna adımınızı attığınız andan itibaren yüzyıllardır her türlü hava şartına dayanan bu yapının, çok daha iyi korunması gerektiğini düşünüyorsunuz. Tarihi mekânları dolaşmaya başlamışken Trabzon’un merkezindeki Atatürk Köşkü’nü ve Ayasofya Müzesi’ni de es geçmemek gerek tabii. 19’uncu yüzyılın başlarında kente hâkim Soğuksu sırtlarında yazlık mekân olarak inşa edilen, 1924 yılının Eylül ayında Mustafa Kemal’in ziyaret etmesi ve daha sonraki gelişlerinde de orada konaklaması nedeniyle Atatürk Köşkü olarak anılmaya başlayan müze, yakın tarihe ışık tutacak nitelikte. Giriş katında oturma, misafir, dinlenme ve yemek odalarının bulunduğu Köşk’ün ikinci katında yine benzer amaçlarla kullanılan daha küçük odalar bulunuyor. Bu katta odalardan çok, duvarda Atatürk’ün kendi eliyle işaretlediği savaş planını gösteren harita dikkat çekiyor. Tarih boyunca birçok gezginin ve araştırmacının ilgisini çeken Ayasofya Müzesi’ninse Trabzon imparatorlarından I. Manuel Komnenos zamanında yapıldığı, Fatih Sultan Mehmet dönemindeyse camiye çevrilerek vakıf eseri olduğu biliniyor. Kaynaklar, bu yapının, Geç Bizans dönemine ait özgün bir örnek olduğunu, usta bir işçilik sonucunda Hıristiyan sanatının en iyi şekilde icra edildiğini belirtiyor. Trabzon, yaylalarıyla da dikkatleri üzerinde toplayan bir kent… Lapazan, Sisdağı, Maçka Çakırköy, Çaykara Sultan Murat, Harmantepe ve Haçka Obası olarak bilinen Düzköy, adından sık sık söz ettiren yaylalar. Tatiliniz bir bölümünü buradaki yaylaların birinde ya da ikisinde geçirmenin; tertemiz havayı soluyup taptaze yiyeceklerle beslenmenin bedene ve ruha geldiğini söylemek, abartılı olmayacaktır. Trabzon’a kadar gelinir de Akçaabat’a köfte yemeye gidilmez mi? Gidilir elbette. Ünü kent sınırlarını aşan Nihat Usta’nın yeri bu lezzeti tatmak için ideal. Nihat Usta’nın, hemen denizin yanı başında konumlanan mekânındaki köfteler, tek kelimeyle anlatılabilir: Leziz. Köfteye eşlik eden mısır ekmeğinin bu lezzeti perçinlemek üzere üstlendiği rolü de unutmamak lazım tabii. Doğu Karadeniz’e gitmek için birçok neden var. Ama tek başına Sümela Manastırı bile, bu isteği uyandırmak için yeterli olabilir. Trabzon, Artvin ve Rize’nin güzelliklerini kendi gözlerinizle görmek isterseniz, en az bir hafta ayırmanız gerek. İSTASYON 33 GEZİ Rize Çayla var olmak! Trabzon’un ardından sırada Rize var. Trabzon ile Rize arası yaklaşık 80 kilometre ve yolun keyfini çıkararak ilerlediğiniz takdirde bir, en geç bir buçuk saatlik bir zaman diliminde oraya varabiliyorsunuz. Bazı kaynaklar, Rize adının Yunanca “Dağ Eteği” anlamına gelen Riza’dan, bazılarıysa Türkçeye “Düzlükler” olarak çevirebileceğimiz Lazca “İrizeni” kelimesinden geldiğini iddia ediyor. Coğrafyaya baktığınızda, her ikisinin de aslında bu kenti tam olarak ifade ettiği kanısına kapılıyorsunuz. Nüfus daha ziyade, görece düzlük olan il ve ilçe merkezlerinde yoğunlaşırken, dağlık ve tepelik alanlarda, geleneksel Karadeniz evleri göze çarpıyor. Göreni hayrete düşüren, bırakın ora- 34 İSTASYON da nasıl barınıldığına, o kadar dik yamaçlara nasıl yapıldığına dair ciddi zihinsel performans sarf ettiren bu evler, bölgenin çetin yaşam koşullarıyla ilgili de ipuçları sunuyor. Rize de Doğu Karadeniz’deki diğer iller gibi yaylalarıyla biliniyor, bunlardan en meşhuru ise Kaçkar Dağları Kültür Parkı’nın sınırları içinde kalan Ayder Yaylası kuşkusuz. İçinden geçen Fırtına Deresi nedeniyle Fırtına Vadisi olarak da bilinen bu bölge, gerek trekking, gerekse rafting tutkunlarının vazgeçilmez rotalarından biri. Rize’deki yaylalar, yaz ve sonbahar aylarında sadece Türkiye’den değil, yurtdışından da binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor, Mevsimin uygun olmadığı zamanlarda boş kaldığını söyleyemeyiz; yanlarına tulum çalan bir arkadaşlarını da alıp araçlarına binen gençler, kendilerini Ayder Yaylası’na atıyor. Beraberlerinde getirdikleri piknik tüpleri üzerinde meşhur Rize çayı, yavaş yavaş demini alırken, onlar da tulumun sesiyle büyülenmişçesine horon tepiyorlar. Seslerinin güzel olup olmadığına aldırmaksızın, hep bir ağızdan müziğe eşlik ederek şarkılarını söylüyorlar. Kaçkar Dağları Kültür Parkı, Ayder Yaylası’ndan ibaret bir yer değil. Birçok şelaleyi, yaylayı ve tarihi eseri içinde barındırıyor. Bunlardan biri de Zil Kalesi. Fırtına Deresi’nden 100, denizdense 750 metre yükseklikteki bu kaleye varmak için dar ve bozuk toprak yoldan geçmeniz lazım. Aslında bu sadece Zil Kalesi yoluna özgü bir durum değil. Trabzon, Rize ve Artvin’de nereye giderseniz gidin, dar ve virajlı bu yollarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Yapım tarihi tam olarak belli olmamakla birlikte Zil Kalesi’nin Trabzon İmparatorluğu döneminde ya bizzat Komnenoslar ya da İmparatorluğa bağlı yerli lordlar tarafından inşa edildiği varsayılıyor. Kalenin alt ucunun, tepelerin üzerinden başka kalelere ve eski kilise kalıntılarının bulunduğu Fırtına Deresi’ne kadar uzandığı rivayet ediliyor. Zil Kalesi’nden Çamlıhemşin’e doğru ilerlerken yol üzerindeki manzara görünmeye değer. Bir yanda coşkun akan Fırtına Deresi, diğer yanda yeşilin envai tonu... Yol üzerinde ku- rulan alabalık çiftliklerini ve tabii çiftliklerin hemen yanında konumlandırılan restoranları da unutmamak gerek. Fırtına Deresi’nin hemen yanı başındaki restoranlardan birinin bahçesinde kendinize yer bulmanızı tavsiye ederiz. Hemen kenarından akıp giden dereden yükselen su sesinin, tüm diğer sesleri bastıracak nitelikte olması, insana huzur verecek nitelikte. İnsan burada çok değil yarım saat geçirdiğinde, eskiden neden ruhsal tedavilerde su sesinin tercih edildiğini de daha iyi anlıyor. Karadeniz Bölgesi’nin bütününde olduğu gibi burada da mıhlama sofranın baş tacı. Bununla birlikte turşu kavurmasının, mısır ekmeğinin, laz böreğinin hakkını yememek lazım. Bilen bilir ama, bilmeyenler için hatırlatmakta yarar var; laz böreği, klasik anlamda bir börek değil, yufkaların içine muhallebi dökülerek yapılan bir tatlı. Mevzu Rize ise eğer çaydan bahsetmemek olmaz… Hemen her şeyin çay üzerine kurulduğu bölgenin tüm köylerinde çay alım depoları var. Bir dönem kivi yetiştirmek üzere çay bahçelerini bozan köylüler, kividen yeterince para kazanamayınca çaya geri dönmüşler. Kokusu, rengi ve tadıyla dünya üzerinde milyonlarca tutkunu bulunan çay, hasat zamanını beklediği bahçelerde bile, görenin gönlünü çalmakta zorlanmıyor. İSTASYON 35 GEZİ Artvin Çifte Köprüler ve İşhan Kilisesi, sadece Artvin’in değil, tüm bölgenin önemli tarihi miraslarından ikisi. 36 İSTASYON Karadeniz’in sınır kapısı Borçka, Hopa, Yusufeli, Şavşat, Arhavi… Bu topraklar üzerinde yaşayanların adını belki de hiç duymadığı bu ilçeler, Türkiye’nin en güzel illerinden Artvin’in sınırları içinde bulunuyor. Gürcistan’la sınır komşusu olan Artvin’de ağırlıklı olarak Laz’lar ve Gürcüler yaşıyor. Laz’a özellikle vurgu yapmak gerekiyor, zira Karadeniz’de yaşayan herkes Laz, kullandıkları şive de Laz’ca değil. Diğer bir ifadeyle özellikle Rize ve Artvin’de yaşayan Lazlar, kendilerine özgü kültürleri ve dilleri olan bir halk… Hopa, Karadeniz’in hırçın sularına ev sahipliği yapan bir ilçe. Plajları ve denizin hemen yanı başına konumlandırılan kafeteryalarıyla sahil kasabasını andırıyor. Hopa’dan yola çıkıp Borçka’ya doğru yol aldığınızda ise bambaşka bir tabloyla karşılaşıyorsunuz. Rakımın giderek yükseldiği ve yeşilden başka hiçbir şeyin olmadığı bu ilçenin gözde bölgesi Karagöl ve civarı elbette. Denizden neredeyse 1150 metre yükseklikte bulunan Karagöl’e ulaşmak için yürümeyi göze almanız gerekiyor. Ama karşılaşacağınız manzara, uzun yürüyüş nedeniyle sızlayan ayaklarınızın acısını unutturacak nitelikte. Karagöl’ün yanı sıra Borçka’ya kadar gitmişken Macahel Yaylaları’nı, Gorgit Tabiat Koruma Alanı’nı, Maral Şelalesi’ni, Biyosfer Rezerv Alanı’nı da görmeden geri dönmek olmaz! Kentle aynı adı taşıyan ve merkez ilçe konumunda olan Artvin ise doğayla iç içe birkaç gün geçirmek isteyen gezginlerin uğrak noktalarından biri olmaya haiz değil. Çünkü burası biraz daha kent görünümüne sahip... Dolayısıyla orada fazla zaman kaybetmeden Yusufeli’ne, oradan da kentin sayılı tarihi yapılarından İşhan Kilisesi’ne doğru yol almakta fayda var. İşhan Kilisesi, Yusufeli’ne yaklaşık 40 kilometre uzaklıkta ve oraya giden yol hayli dar ve Doğu Karadeniz’deki tüm illerinde olduğu gibi virajlı. Bu güzergâhta sizi en çok şaşırtacak olan ise yine doğa. Yeşilin her tonuna sahip Artvin’de, Yusufeli ile İşhan Ki- Tatil çok kişisel bir şey ancak Doğu Karadeniz’in gönlünüzü çalmakta zorlanmayacağını ve onun davetkârlığına kulak tıkamanızın mümkün olmayacağını garanti edebiliriz. lisesi arasındaki yol, çölü andırıyor. İrili ufaklı tepeler, bozdan koyu kahveye uzanan renk skalası sunuyor toprak yolda ilerleyen konuklarına. İşhan Kilisesi ve Manastırı’na vardığınızda ise bozuk yolda saatlerce gitmenin boşa sarf edilmiş zaman ve enerji kaybı olmadığını da görüyorsunuz. Türkiye’nin diğer illerindeki benzerlerine nazaran daha az zarar görmüş olan bu yapının yalnızlığı ise iç burkucu. Yusufeli’nin ardından istikamet Arhavi… Güzellik göreceli bir kavram ama bu satırların yazarınca Artvin’de iki güzel ilçe var: Borçka ve Arhavi. Arhavi, Borçka kadar rakımı yüksek bir ilçe olmamakla birlikte, sınırları içine Mançura başta olmak üzere birçok şelaleyi konuk ediyor. Ve bir de Çifte Köprüler’i. Rize’de olduğu gibi Artvin’de de bir yerden bir yere geçiş, gürül gürül akan derelerin üzerine kurulan köprüler vasıtasıyla sağlanıyor. Yüzlerce köprü arasında, Çifte Köprüler’in yeri ayrı, zira bu köprülerin yapım tarihi 18’inci yüzyıla dek uzanıyor. Mançura Şelalesi ise Arhavi’ye gelenlerin mutlaka uğradıkları bir yer. Şelaleyi görmek için biraz çaba harcamanız gerek, çünkü araç şelalenin yanına kadar gitmiyor, dolayısıyla bu güzelliğe çıplak gözle nail olabilmek için 15-20 dakikalık yürüyüşü göze almalısınız. Evet, yaz mevsimi geldi çattı. Özellikle büyük şehirlerde, termometreler 40 dereceye doğru tırmanışa geçtiğinde, serinlemek için klimalardan medet ummak dışında alternatifin kalmadığı günlerden geçiyoruz. Oysa Doğu Karadeniz ve bölgenin yaylaları ‘doğal klimasıyla’ mevcudiyetlerini korumaya devam ediyor. Gelin bu yıl bir değişiklik yapın. Tatil planlarınız içine Doğu Karadeniz’i; Trabzon’u, Rize’yi ve Artvin’i de ekleyin. Trabzon’da Uzungöl’ü, Rize’de Fırtına Vadisi’ni, Artvin’de Karagöl’ü görün. Yeşilin başka yeşil, mavinin başka mavi olduğu bu bölgede, temiz havayla ciğerlerinizi, lezzetli yemeklerle midenizi, güleryüzlü insanlarla ruhunuzu şenlendirin. Ege ya da Akdeniz’e gitmediğiniz için pişman olmayacaksınız… Bizden söylemesi… İSTASYON 37 YEME-İÇME E Hayatı renklendiren içecek: Şerbet vvel zaman içinde, sular temiz, meyveler kendi halinde, çiçekler mis kokulu iken, diyarın birinde insanlar o berrak sularla mis kokulu meyve ve çiçekleri kaynatarak nefis şerbet ve hoşaflar yaparmış. İsrafın günah sayıldığı, kavunun çekirdeğinden bile şerbet yapıldığı bu zamanlarda, misafir ağırlamak başlı başına bir sanatmış. Gel zaman git zaman, çaylar poşet denilen garip kâğıtların içine hapsedilerek bir iple kalın bardaklara sallanır olmuş; içeriği “sır” gibi saklanan gazlı içecekler, en geleneksel yemeklerin vazgeçilmez eşlikçisi ilan edilmiş. “Sallama mı, demleme çay mı” ya da “meyve suyu mu, kola mı” diye sorma gafletini, misafirine sunduğu çeşitlilik sanan ev sahipleri sarmış ülkenin dört bir yanını. Yine de bazı evlerde, yaşamı güzelleştirmenin, kendi emeğiyle hazırladığı tatlarla damakları şenlendirmekten geçtiğini bilen birileri, gizli gizli vişne hoşafı kaynatmaya, torunu doğduğunda loğusa şerbeti, kaybettiği yakınının ardından mevlit şerbeti, bahar geldiğinde gelincik şerbeti ikram etmeye devam etmiş. Asırlar boyu tam bir kültür skalasına dönüşen esaslı Türk mutfağının mirasçıları, yaz sıcağında içini serinleten, kış soğuğunda içini ısıtan içeceğini yapmaktan aciz miydi ki, sofralarını bir yudumuyla neredeyse ağzı eritecek kadar anlamsız gazlı içeceklere ve sallama çaylara teslim etti? Ayran ya da limonata içenlere sözümüz yok, ama geleneksel içeceklerimiz bunlardan ibaret sanıyorsanız, yaşamı güzelleştirmeye dair bildiklerinizde bir eksik var, bilesiniz. YAZI: EVREN SOYAK DOĞUMDA DA ÖLÜMDE DE ŞERBET Çoktan kaybettiğimiz mesleklerden biri şerbetçilik. Çoğu şehirde esameleri okunmuyor artık. Ama sayıları bir elin parmağını geçmese bile İstanbul’da, özellikle de Sultanahmet Meydanı’nda kendilerine rastlamak mümkün. 38 İSTASYON kokusundan damaklar da nasibini almalıydı. Gül şerbeti, iğde çiçeği şerbeti ve yasemin şerbeti gibi; yabani çiçeklerle yapılan gelincik şerbeti, mürver şerbeti ve menekşe şerbeti de modern mutfaklarda pek revaçta olan çiçeklerin, Türk mutfağında asırlardır kullanıldığının kanıtı. Tatlarını bilmesek de isimleri bile içimizi ferahlatmaya yetiyor. Ya “eski insanlar ne kadar şanslıymış” ya da “bir gün ben de yapacağım” dedirtiyor. Geleneksel içecekler sadece Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da değil, her yerde göze çarpıyor. Karadenizliler, hamsinin yanında, ekşi üzüm pekmezini sulandırarak “nardek” adını verdikleri şerbeti içerler. Güney ve Güneydoğu Anadolu’da içilen meyan şerbeti, et yemeklerinin hazmını kolaylaştırır. Egelilerse, rengine vurgun oldukları gelincik şerbetini, mürver şerbetiyle bir tutar. “Şerbet mi desek, şurup mu” sorusu aklınızı karıştırmasın; meyve, şeker ve suyun içine bazen tarçın, karanfil, çam fıstığı ve bal gibi tatlandırıcılar katarak kaynatılan koyu kıvamlı şuruplar, biraz suyla inceltilerek şerbet haline getirilir. Arapça’da içmek anlamına gelen “şariba” sözcüğünden türetilen şerbet, buzlu tatlı anlamına gelen sorbe sözcüğünün de kaynağı aslında. Şimdi sıcak yaz günlerine vişne rengi bir lezzet katmanın tam zamanı. 1 kilo kadar vişneyi yarım kilo toz şeker ve 2 litre suyla bir taşım kaynatın. Dilerseniz içine bir parça tarçın kabuğu atın ya da bırakın, vişnenin kesif tadı buram buram burnunuzu okşasın. Gerçeğini yapmak bu kadar kolay ve keyifliyken, taklitlerini içmeye gerek var mı? Aynı vişne şerbetini biraz nişasta ile muhallebi kıvamına gelene dek pişirin. Belki biraz daha şeker eklemek iyi olabilir. Kâselere döküp üzerine kavrulmuş badem ya da fındık serperek ikram edin. Bu küçücük başlangıçla, ninelerin bile unuttuğu geleneksel içeceklerin, hayatınıza nasıl renk kattığını görün. Her şey suyla başladı ve suya tat vermek içindi her şey. İçecek kulvarında gelenekselle modern arasındaki mücadele tüm hızıyla sürüp giderken şerbeti bilmeyenler, sorbeyi dillerine pelesenk ediyor. Oysa bir an için durup Türk mutfağına baksalar, o mutfakta yüzyıllardır iyi ya da kötü günlerde dostlara, misafirlere ikram edilen şerbetleri görecekler. Doğum sonrası anneye ve bebeğe iyi geldiği bilinen, ziyarete gelenlere ikram edilerek bebeğin gelişini baharatın büyüsüyle şenlendiren bir ritüeldir loğusa şerbeti. Leziz mi leziz bu şerbet, loğusa şekeri, zencefil, karanfil, tarçın ve karabiberi suyla kaynatarak yapılır. İkram edilirken içine badem ya da kavrulmuş çam fıstığı konur. Sarayda, her doğumdan sonra cariyeler tepsilerde loğusa şerbeti dağıtırmış. Bebek kızsa beyaz tüle sarılarak, erkekse kırmızı kurdeleyle bağlanarak resmi dairelere ve önemli kişilere gönderilirmiş. Karsambaç ise suyun donmuş formunun bile nasıl lezzete dönüştüğünü yüzyıllar öncesinden öğretir bize. Pekmez, gül suyu ve kar karışımıdır alt tarafı, ama yüksek tepelerden develerle aşağı indirilen kar suyu, yaz sıcağında içenlere kış serinliği verir adeta. Osmanlı’nın pek sevdiği demirhindi şerbetini bugün de birkaç restoranda tatmak mümkün. Nişan ve düğün törenlerinde şerbet ikram etmek, sahur yemeğinde pirinç pilavının yanında hoşaf içmek adettendi. Bedevi tarikatında, mürşit tarafından tarikata girene şerbet sunulurdu. Kara üzüm ve hardal tohumuyla kaynatılan hardaliye, Hz. Fatıma’nın düğününde içildiği rivayet edilen bal şerbeti, sünnet şerbeti, çilek şurubu, karadut şurubu, üzüm şırası, portakal şerbeti, lavantalı karabaş otu şerbeti, koruk şerbeti, meyan kökü şerbeti unutulmaya yüz tutmuş içeceklerimizden bazıları. Bahçeden evlere dolan gülün, menekşenin ve yaseminin İSTASYON 39 SAĞLIK Unutmak iyidir… İyi de geliyor hasta da ediyor n Günümüzün en önemli sorunlarından biri stres… Huzursuz, stresli ve agresif ruh halinin beraberinde birçok sorunu getirdiğiyse aşikâr. Aile içinde tartışmalara sebebiyet veren, kişinin çevresinin gün geçtikçe daralmasına yol açan bu durum, yaşamsal önem taşıyor. Kopenhag Üniversitesi’nden bir grup araştırmacının gerçekleştirdiği ve sonuçları geçtiğimiz aylarda Journal of Epidemiology and Community Health dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, çeşitli nedenlerle insanın çevresindekilerle münakaşa etmesi, pek çok olumsuz etkinin yanı sıra, özellikle orta yaşlarda ölüm riskini yükseltiyor. Kaygı düzeyi yüksek olan, eşi ya da çocuklarının taleplerinden bunalan, aile bireyleriyle sık sık tartışan ya da işsiz kalan kişilerin kalp krizi veya felç geçirme ihtimali, diğerlerine oranla iki-üç kat fazla. 36 ila 52 yaş arasında, 9 bin 875 kişiyle gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda elde edilen verilere göre, erkekler strese, kortizol ile karşılık veriyorlar ki, bu sağlığı bozan, kan basıncını ve şekeri artıran bir hormon. İşsizlikse de tıpkı diğer faktörler gibi, geleceğe yönelik kaygıya yol açtığı için sağlığı olumsuz yönde etkiliyor. Bununla birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan stresle ilgili bir diğer araştırmanın sonuçlarıysa durumun tam da böyle olmadığını gösteriyor. Çünkü bu araştırma, baskı altında olmanın insanı alışveriş yapmaya ya da aşırı yemek yemeğe sevk etmediğini iddia ediyor. Güney California Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ve Kişilik ve Sosyal Psikoloji dergisinde yayınlanan bu araştırmada, adı geçen üniversiteden 65 öğrenci 10 haftalık bir deneye tabi tutuldu. İnsanların stres altındayken irade gücünü ne ölçüde kullanabildiğini ölçümlemeyi amaçlayan araştırmada, öğrencilerin, yoğun ve stresli sınav döneminde bile spor yapmaktan ya da sağlıklı beslenmekten ödün vermedikleri tespit edildi. Hatta kimi öğrencilerin zaman çok kısıtlı olsa bile takip ettikleri köşe yazarlarını okuyarak dünyayla bağlarını kesmedikleri de ortaya çıktı. n Bilgileri depolamak ve gerektiği zamanlarda bu bilgilerin kullanılmasını sağlamak insan beyninin sorumluluklarından biri… Şaşırtıcı gelecek ama bir başka sorumluluğu da unutmayı sağlamak. www.sciencedaily.com sitesinde yayınlanan bir makaleye göre, hemen her bilgiyi depolayan beynin bir yandan da gereksiz olanları silerek sinir sistemi plastisitesini korumayı görev edindiği bilinen gerçekler arasındaydı. Bilinmeyense bu sürecin nasıl işlediğiydi. Yapılan araştırmalar, musashi adlı proteinin, bir nöronun diğer nörona bilgi gönderdiği boşluklar olan sinaptik bağlantı noktalarının yapısını kontrol ederek hafıza kaybının önüne geçtiğini ortaya çıkardı. Musashi proteini, öğrenme ve hatırlama için gerekli olan sinaptik bağlantıları sabitleyen moleküllerin sentezini durduruyor. Musashi proteininin karşısında ise sinapsların gelişiminden sorumlu olan addusin proteini bulunuyor: Musashi proteini, sinaptik stabilizasyonu engelleyerek hafızada kayıplara yol açarken addusin proteini sinaptik gelişimi destekleyerek hafızanın kalıcılığını sağlıyor. Unutmanın pasif bir olgu yerine aktif bir süreç olduğunu ortaya çıkaran gelişmenin aktarıldığı makalede, musashi ve addusin proteinlerinin arasındaki bu dengenin bozulması durumunda ciddi mental problemler ortaya çıkabileceğine de vurgu yapılıyor. Ölümü durduracaklar n Amerika Birleşik Devletleri’nin Pittsburgh kentindeki UPMC Presbyterian Hastanesi’nin cerrahları, deneyecekleri yeni tedavi yöntemiyle, kurşun veya bıçak yaralarıyla acil servise getirilen, ölümün eşiğindeki hastaları “dondurarak” kurtaracak. Geliştirilen yönteme göre doktorlar, aşırı kan kaybeden hastanın damarlarını soğuk ve tuzlu bir solüsyonla dolduracak. Solüsyon, hastanın vücudundaki tüm hücre faaliyetlerini ve kimyasal tepkimeleri etkileyecek, böylece hücrelerin oksijen taşıması kuralı beklemeye alınacak. Bu sayede, ölümün neredeyse kaçınılmaz olduğu yaralılarda, 40 İSTASYON tıbbi müdahale için gereken sürenin kazanılması amaçlanıyor. Doktorlar, aşırı kan kaybıyla hastaneye gelen hastaları kurtarmak için ilk önce kan kaybını durdurmak, ardından aynı nedenle duran kalbi çalıştırmak zorunda. Ancak kalp çalıştırılsa bile oksijen taşıyacak miktarda kan kalmaması, ölümü kaçınılmaz kılıyor. Geliştirilen teknik, 10 hasta üzerinde denenecek. İstatistiklere göre, hastaneye her ay aşırı kan kaybı nedeniyle kalbi duran en az bir hasta geliyor ve bu hastaların kurtarılma şansı yüzde 7 olarak belirtiliyor. Doktorlar, ölümü durduran yöntemle söz konusu oranı ciddi olarak artırabilirler. Artık kobay olmayacaklar! n Biliminsanlarının çalışmaları sonucunda elde edilen olumlu sonuçlar, birçoğumuzu mutlu kılıyor. Bu buluşların önemli bölümünün, kobaylar üzerinde, onlarca kez denendikten sonra ortaya çıkması ise tartışmalara yol açıyor. Birçok kişi, bilimsel deneylerin hayvanlar üzerinde yapılmasından şikâyetçi. Fakat artık durum değişecek gibi görünüyor. Zira laboratuvarlarda geliştirilen insan derisi sayesinde, hayvanların kobay olarak kullanılmalarının sonu gelebilir. BBC’nin haberine göre Londra’daki King’s College üniversitesindeki bir araştırma ekibi, vücudun Anne karnı o kadar da steril değilmiş Anne karnının pirüpak olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Zira Amerika’daki bir araştırma sağlıklı hamilelerin plasentalarının bile koloni halinde yaşayan birçok bakteriye ev sahipliği yaptığını ortaya çıkardı. n Birçok kişi, anne karnının son derece steril olduğunu düşünür. Ancak geçtiğimiz günlerde Anadolu Ajansı’nda yer alan bir habere göre sağlıklı hamilelerin bile plasentalarının birçok bakteriyi barındırdığı ortaya çıktı. Fetüslerin oldukça steril ortamda büyüdüğü yönündeki kanıyı alaşağı eden ve sonuçları Science Translational Medicine dergisinde yayınlanan araştırma, ABD’de, Houston’daki Baylor Tıp Fakültesi’nde gerçekleştirildi. Araştırmalarında bakterilerin büyük bölümünün hemen herkeste rastlanan “iyi mikroplar” olduğunu keşfeden Dr. Kjersti Aagaard ve ekibi, plasentada söz konusu mikrobiyal koloni yapılanmasının, erken doğum üzerinde rol oynadığını ortaya çıkardı. Bağışlanan 320 plasentayı inceleyen Kjersti Aagaard, plasentanın mikroplarla beraber hareket etmediğini, sadece düşük seviyede mikrobu barındırdığını vurgulayarak, bunlar arasında sağlıklı kişilerin bağırsaklarında yaşayan E. koli türlerinin yer aldığını söyledi. Erken doğum yapan kadınlardan alınan 89 plasentada, yararlı olduğu bilinen bazı bakterilerin seviyelerinin önemli ölçüde düşük olması gözlemlenirken, plasental mikrobiyomunun, ağızda sıkça rastlanan bakterilere benzediğinin keşfedilmesi araştırmacıları şaşkınlığa uğrattı. ana hücreleri olan kök hücrelerden insan derisi geliştirdi. Biliminsanları daha önce de kök hücrelerden insan derisi elde etmişlerdi. Tıpkı insan derisi gibi geçirgen bir dokuya sahip yeni deri sayesinde, hayvanlara zarar verilmeyeceği gibi, maliyetler de düşürülmüş olacak. İlk Avatar’lar 2016’da geliyor n Zürih’in Hallenstadion stadyumunda Ekim 2016’da gerçekleştirilecek Cybathlon Olimpiyatı, dünyanın ilk biyonik atletlerini ağırlayacak. Engelli atletler, ilk kez teknolojik donanım ve yazılımlarla boy gösterip engellerin ortadan kalktığını gözler önüne serecekler. Biyonik insan çağını başlatacak olan Cybathlon, aynı zamanda James Cameron’ın Avatar’ına uzanan bir geleceğin ilk adımı addediliyor. İsviçreli robotik firmalarının bir araya gelerek kurduğu İsviçre Ulusal Robotik Yeterlilik Araştırma Merkezi’nin (NCCR Robotics) düzenlediği Cybathlon Olimpiyatı, kol protezi, beyinbilgisayar simülasyonu, bacak protezi, dış iskelet, tekerlekli sandalye ve fonksiyonel elektrik simülasyonu bisiklet yarışını içiyor. Atletler, zorluk derecesi birbirinden farklı yarışlarda birinci gelmekten çok, protezlerinin ne kadar kullanılabilir ve etkin olduğunu sınayacak. Muhtemelen en dikkat çekici müsabaka ise beyin-insan simülasyonu olacak. Düşüncelerini gerçek zamanlı bilgisayara aktaran başlıklarla birer avatarı yönlendirecek yarışmacılar, dev ekranlarda at veya araba yarışı yapacak. Organizasyonun 8 Ekim 2016’da gerçekleşmesi bekleniyor. İSTASYON 41 SAĞLIK Karaciğerinizi korumaya alın Vücudumuzun fabrikası gibi davranıp arıtma tesisi gibi çalışırken bir yandan da depo işlevi gören karaciğer, “korunması gereken nadide bir eser” muamelesini hak ediyor. Acıbadem Atakent Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Buğra Tolga Konuk, hiçbir tedavi yönteminin alınacak bireysel önlemler kadar etkili olmadığını belirtiyor. Aşırı kilo, karaciğer yağlanmasında etken olarak gösteriyor. “Aşırı kiloya sahip kişilerde, aynı zamanda karaciğer yağlanması vardır” şeklinde genel bir şey söylemek mümkün müdür? Bu hastalıkta genetik faktörler de rol oynar mı? Genel olarak bunu söylemek mümkün, bununla birlikte aşırı kilolu olup karaciğer yağlanmasına ait belirti ve bulgular aşikâr olmayabileceği gibi, zayıf bireylerde de bazen karaciğer yağlanması tespit etmek olası. Karaciğer yağlanmasında genetik faktörler rol oynasa da bütün bu sayılan yağlı karaciğer sebeplerini bir kenara bırakıp durumu sadece genetik özelliklerle açıklamak doğru olmaz. Aşırı kilo gibi aşırı zayıflık da bu hastalığa neden olabilir mi? Aşırı zayıflık da bir beslenme bozukluğu olup kişinin alması gereken gıdaları yeterince almaması, karaciğerde yağlanmaya neden olabilir. SÖYLEŞİ: SEMA ULUDAĞ Karaciğer yağlanması nedir? Belirtileri nasıl ortaya çıkar ve görünme sıklığı nedir? Karaciğer yağlanması, karaciğer hücrelerindeki olağan yağ miktarı ve oranının üst seviyelere çıkması; rakamsal olarak ifade etmek gerekirse, hücrelerin yüzde 5’inden fazlasının yağlı olmasıdır. Karaciğer yağlanmasının alkole bağlı olan ve alkole bağlı olmayan iki ana grubu var. Hastaların büyük bir kısmında, yakınma veya belirti yoktur, yakınması olanlardaysa halsizlik, yorgunluk ve sağ kaburga altında dolgunluk hissi olabilir. Hastalar, yakınmaların varlığından ziyade başka sebeplerle yapılan batın ultrasonu, Acıbadem Atakent Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Buğra Tolga Konuk. 42 İSTASYON Eklem ve kas iskelet hastalıklarına bağlı hareketsizlik, düzenli egzersiz yapılmaması, beslenmedeki yanlışlıklar, metabolizma üzerine etki eden bazı hormon hastalıkları veya durumlar da karaciğer yağlanmasıyla birlikte sıklıkla görülen ve ilk darbeye neden olan sebeplerdir. batın tomografisi, karaciğer enzimleri gibi bazı incelemelerde bu durumu öğreniyor. Ayrıca “alkolik karaciğer hastalığı”, “hepatit C”, “Wilson”, “Lipodistrofi”, “çok uzun süre aç kalma”, “damardan beslenme”, “abetalipoproteinemi”, “bazı ilaçların kullanımı”, “Reye ve HELLP sendromu” “gebeliğin akut yağlı karaciğeri”, “doğuştan bazı metabolizma bozukluklar” da karaciğer yağlanmasına neden olan faktörler arasında. Karaciğerinde yağlanma olan bir kişinin tedavi sürecindeki evreler nelerdir? Başka birçok hastalık veya bozuklukla birlikte görüldüğü için karaciğer yağlanmasının tedavisine altta yatan sebeplerin düzeltilmesiyle başlanıyor. “Obezite”, “sistemik hipertansiyon”, “dislipidemi”, “insülin direnci ve aşikâr diyabet” altta yatan sebepler arasında bulunuyor. Diğer birtakım hastalıklar, karaciğer yağlanmasını tetikleyici bir unsur mudur? Karaciğer yağlanmasının tüm mekanizmaları, tam olarak ortaya konmuş değil. Fakat temel mesele insülin direnci olarak gözüküyor. İlk darbeyi sadece karaciğer hücrelerinde basit yağ birikimi (hepatosteatoz) olarak alan karaciğerde daha sonra oksidatif hasar, karaciğer demir birikimi, antioksidan eksiklikleri, leptin ve intestinal bakterilerin aşırı gelişmesiyle daha da artıyor ve bu durumlarda karaciğer daha şiddetli olan ikinci darbeyi alıyor. birçok kişi için üstteki fotoğrafta görülen yiyecekler hayatın tadı aynı zamanda. ama gelin görün ki, karaciğerimize en çok zararı verenler de onlar. ceği unsurları düzeltmesinin, örneğin beslenme alışkanlığını değiştirmesinin yerine konulabilecek ve herkeste işe yarayabilecek mutlak bir yöntem yok. Bununla birlikte, geçmişte tüm çabasına rağmen, yağlı karaciğer rahatsızlığına ait sorunları yaşamaya devam eden hastalar için geliştirilen birtakım yöntemler de yok değil. Alkolün karaciğer üzerinde nasıl bir etki oluşturduğuna dair bilgi alabilir miyiz? Alkolün kendisi ve alkol metabolize edildikten sonra oluşan ürünler, karaciğer hücrelerinin yanı sıra bunların bir arada düzgün ve fonksiyonel olmasını sağlayan diğer yardımcı hücrelerin çalışmasını bozuyor. Alkol kullanımıyla hepatik yağlı asitlerin oksidasyonu azalıp lipogenez artıyor. Alkol ile karaciğerdeki redox durumu, beta oksidasyon ve trikarboksilik asit siklüsü aktivitesindeki bozukluklar nedeniyle değişiyor. Her karaciğer yağlanmasının aynı zamanda sirozun habercisi olduğunu söyleyebilir miyiz? Her karaciğer yağlanması için bunu söylemek doğru olmaz, çünkü yağlanma hem geri döndürülebilir özellikler taşıyor hem de yağlanması olan bireylerin tamamında siroz gelişmiyor. Tıp dünyasındaki gelişmeler, bu hastalığın tedavi sürecini nasıl etkiliyor? Tıp dünyasındaki gelişmeler devam ediyor. Ancak bireyin kendi yaşamında düzeltebile- Günümüz yaşam koşulları ve beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler karaciğer yağlanmasını tetikleyen bir unsur. Peki, gününün önemli bölümünü iş yerlerinde geçiren kişilere nasıl bir beslenme önerirsiniz? Genel bir öneride bulunmak gerekirse imkânlar dâhilinde taze mevsim sebzeleri, çiçek ve zeytinyağlarıyla hazırlanmış yemekleri tercih etmelerini önerebilirim. Hayvansal doymuş katı gıdaları, kızartmaları, gereksiz kalori alımına neden olacak tatlı ve şekerlemeleri azaltmalarını, hatta mümkünse hiç almamalarını tavsiye ederim. Bunların yerine, yemek listelerine taze meyve ve sebzeleri dâhil edebilirler. Son olarak karaciğer yağlanmalarında, bireylerin alacağı önlemler ve ilaçla tedavinin yanı sıra cerrahi müdahalelere de gerek duyulduğu oluyor mu? Öncelikle beslenmenin düzenlenmesi, kişiye uygun egzersiz programları, yandaş metabolizma hastalıklarının düzeltilmesine yarayan uygun medikal tedavi düzenlenmesi gerekiyor. Ancak tüm bu önlemlere rağmen başarı elde edilmemesi durumunda, cerrahi tedavi yöntemleri hastayla konuşulmalı. Bu girişimler ve cerrahi yöntemler arasında endoskopiyle yapılan mide balonu uygulamaları, endobarrier uygulaması, bariatrik cerrahi yöntemleri sayılabilir. Her tedavi yönteminde olduğu gibi, endoskopik ve cerrahi tedavilerinin olumlu ve işlemler sonrası hastanın tedaviye uyumunun devam etmemesi halinde, olabilecek olumsuz durumlar hakkında da hasta bilgilendirilmeli. Karaciğer yağlanması olan hastaların karaciğer hastalıkları uzmanı, endokrinoloji uzmanı, yeme bozuklukları açısından değerlendirilmesi için psikiyatri uzmanı, diyetisyen ve bariatrik cerrahi yapan bir cerrahın da olduğu bir ekiple beraber ele alınması, başarı oranlarını artırıyor. İSTASYON 43 UZMAN GÖZÜYLE 5 Araç kabin içi kontrolleri Araçların sürücü tarafından kontrol edildiği, yolcuların konfor ve güvenliğinin sağlandığı kabinlerin barındırdığı unsurlar da muayene kapsamında bulunuyor. Bu unsurları ve muayeneyle ilgili değerlendirmeleri TÜVTÜRK Teknik Eğitmeni Mehmet Savaş Uçar anlatıyor. 6 SİNYAL KUMANDA VE UZUN FAR SELEKTÖR KUMANDA KOLU DİREKSİYON KİLİDİ UZUN FAR SELEKTÖR KUMANDA KOLU: Uyarı amacıyla yakılan uzun far (selektör), tüm lambalardan bağımsız olarak çalışmalıdır. Kol üzerinden selektör fonksiyonu kontrol edilmektedir. SİNYAL KUMANDA KOLU: Sinyallerin diğer lambalardan bağımsız olarak kumanda edilmesini sağlayan sinyal kolunun fonksiyonelliği kontrol edilmektedir. 09.10.2001 tarihinden sonra imal veya ithal edilen Otomobil ve Kamyonet sınıfı araçlarda bulunması zorunlu olan direksiyon kilidinin fonksiyonelliği kontrol edilmektedir. Kontak anahtarı çıkartılıp direksiyon 1/4 tur çevirildiğinde direksiyon kilidinin devreye girdiği, kontak anahtarı takılıp 1. kademeye alındığında ise devreden çıktığı görülmelidir. Otomobil ve Kamyonet sınıfı harici araçlarda bulunması zorunlu değildir ancak bulunuyor ise çalışması zorunludur. 7 8 EMNİYET KEMERİ VE KİLİTLERİ İÇ ve DIŞ DİKİZ AYNASI KALORİFER KUMANDA PANELİ Emniyet kemeri kaza esnasında meydana gelebilecek yaralanmaları azaltmaya yönelik pasif güvenlik ekipmanıdır. Muayene esnasında emniyet kemerleri ve kilitlerinin kullanıma hazır, hasarsız ve gerekli sayıda bulunduğu kontrol edilir. Araçlarda sürücünün ön görüş alanı dışındaki kendisini ilgilendiren bütün trafik hareketlerini açıkça görmesini sağlayacak şekilde ve boyutlarda iç ve dış dikiz aynaları bulunmalıdır. Muayene esnasında dış dikiz aynalarının ayarlanabilir olduğu ve ayarlandıktan sonra kendiliğinden bu ayarın değişmediği kontrol edilip iç ve dış dikiz aynalarının mevcudiyeti ve hasarlarına da bakılır. Araçlarda sürüş sırasında pencereler kapalı iken de, en az cam sileceğinin etki alanı kadar bir kısmın buzlanması veya buğulanması önlenmelidir. Muayene esnasında kalorifer sisteminin fonksiyonu ve kalorifer kumandası vasıtasıyla ön cam buğu gidericinin çalışıp çalışmadığı kontrol edilmektedir. Hasarlı emniyet kemeri 1 10 ABS ve HAVA YASTIGI İKAZ LAMBALARI ABS İKAZ LAMBASI: Model yılı itibarıyla ABS fren sistemi zorunlu olan araçlarda, sisteminin çalışır ve aktif durumda olduğunu sürücüye bildiren ikaz lambasıdır. Araç çalıştırıldıktan kısa bir süre sonra sönmelidir. Yanmaya devam eden lamba, ABS fren sisteminde bir sorun olduğunu bildirir. Bazı araçlarda ABS ikaz lambası araç 10 km/s hıza çıkınca, sönmektedir. HAVA YASTIĞI İKAZ LAMBASI: Hava yastığı (AirBag) bulunan araçlarda, sistemin çalışır ve aktif durumda olduğunu sürücüye bildiren ikaz lambasıdır. İkaz lambasının kontak açıldığında yanıp kısa bir süre sonra sönmesi gerekmektedir. Lambanın sürekli yanması sistemde arıza olduğunu belirtir. Ayrıca araçtaki hava yastıklarının görsel ve fiziksel hasarları da kontrol edilmektedir. 2 AYDINLATMA KONTROL KUMANDASI Park lambaları, kısa hüzmeli farlar, arka sis lambası ve ön sis farlarının sürücü tarafından kumanda edilmesini sağlayan kontrol panelidir. Muayenede bu donanımın fonsiyonelliği kontrol edilir. FAR YÜKSEKLİK AYAR KUMANDASI: Aracın yüküne ve sürüş şartlarına bağlı olarak kısa, uzun farların açılarının sürücü tarafından içeriden ayarlanmasını sağlar. Muayenede far yükseklik ayar kumandasının çalışıp çalışmadığı kontrol edilir. 44 İSTASYON 9 3 11 KOLTUKLAR KORNA Motorlu araçlarlarda bulundurulması zorunlu olan kornanın fonksiyonu ve ses ahengi kontrol edilmektedir. Hasarlı koltuk Döşemesiyle birlikte, yetişkinlerin oturması için tasarımlanmış bir yapıdır. Muayene esnasında hareketli koltukların ayarlanma imkânları, kilit mekanizmaları ve pozisyon uygunluğu kontrol edilmektedir. Ayrıca tüm koltukların hasar durumu kontrol edilir. 12 CAM YIKAMA SİSTEMİ UZUN FAR ve SİS LAMBASI İKAZ LAMBALARI UZUN FAR İKAZ LAMBASI: Uzun hüzmeli farlar yakıldığında veya selektör yapıldığında gösterge paneli üzerindeki ikaz lambası da yanmalıdır. Uzun far bulunan tüm araçlarda uyarı lambasının olması zorunludur. ÖN VE ARKA SİS İKAZ LAMBASI: Ön ve arka sis lambası yakıldığında lambanın yandığını sürücüye ikaz eden uyarı lambasıdır. Sis lambası bulunan araçlarda zorunludur. 4 Sürüş esnasında dış etkenlere karşı sürücünün görüş alanının temizlenmesi gerekir. Cam yüzeyinde bulunan (yağmur, çamur, toz vb.) maddelerin gerektiğinde cam suyu yardımıyla temizlenmesi için sürücünün kolay ulaşabileceği bir kumanda kolu ile sistem çalışır duruma getirilebilmelidir. Muayene esnasında cam yıkama sisteminin aktif olarak çalışır durumda olduğu kontrol edilir. DÖRTLÜ İKAZ KUMANDA DÜĞMESİ Aracın diğer araçlar için geçici olarak tehlike oluşturduğunu göstermek amacıyla, yön belirten lambaların tamamının aynı anda yakılmasını sağlayan dörtlü ikaz düğmesinin fonksiyonelliği kontrol edilir. Ayrıca gösterge panelinde veya kumandasına bütünleşmiş şekilde kontrol (ikaz) lambası bulunmalıdır. 13 14 GÜNEŞLİK FREN ve DEBRİYAJ PEDALI Sürüş esnasında karşıdan dik olarak gelen güneş ışığını keserek sürücüye uygun görüş imkânı sağlayan donanımdır. Muayene esnasında fonksiyonelliği ve hasar durumu kontrol edilir. Pedallar üzerindeki lastik aksamın aşınmış olması veya hiç olmaması vites geçişlerinde ve frenleme esnasında ayak tabanının kaymasına ve sürüş güvenliğinde risklere sebep olabilir. Muayene esnasında debriyaj ve fren pedallarının ve pedal lastiklerinin durumu kontrol edilmektedir. İSTASYON 45 SOSYAL MEDYA Kullanıcı deneyimi ve sosyal medya Neredeyse tüm işlerimizi dijital ortamda gerçekleştirdiğimiz günümüzde, ziyaret ettiğimiz sitenin işlevsel, rahat ve hızlı olması, kullanıcılar açısından aranan ve deneyim oluşturan bir özellik. n Sık sık duyduğumuz ancak ülkemizde önemi daha yeni anlaşılmaya başlanan “User Experience - UX / Kullanıcı Deneyimi” dijital dünyada birçok açıdan büyük önem taşıyor. Peki, nedir bu “Kullanıcı Deneyimi”? Hepimiz her gün onlarca web sitesine giriyoruz. Örneğin; bir ürün satın almak için bir e-ticaret sitesine girdiğinizi düşünün. Ürünle ilgili yeterli bilgiye hemen ulaşabiliyor musunuz? “Ya elime ulaştığında sitede gördüğümün aynısı olmazsa, nasıl iade ederim?” diye düşündüğünüzde bu koşulları kolayca bulabiliyor musunuz? Tam da satın alma işlemini gerçekleştireceğiniz anda minik yazılar dikkatinizi çekiyor ve güvenlik açısından merak edip, yazıları okumaya çalışırken sepetinizdeki ürün kayboluyor ve tüm süreç baştan mı başlıyor? İşte bunların hepsi sizin o sitedeki deneyiminizi oluşturup, satın alma ya da siteyi tekrar ziyaret etme kararınızı etkiliyor. Neredeyse tüm işlerimizi dijital ortamda gerçekleştirdiğimiz günümüzde, ziyaret ettiğimiz sitenin işlevsel, rahat ve hızlı bir kullanımının olması, kullanıcılar açısından aranan ilk özelliklerden. Kullanılan dijital ortamın kullanıcıya ne kadar fayda sağladığı, teknik özelliklerinin ne kadar yeterli olduğu, ne kadar kolay kullanılabilir olduğu ve insan beynini gerek kullanılan kelimelerle, gerek renklerle etkilediği bilimsel bir gerçek. İşte tasarım içinde “Kullanıcı Deneyimi” kavramını oluşturan ana etmenlerden bazıları bunlar. Tüm bu unsurlar değerlendirildiğinde, müşterilerine iyi hizmet sunan marka- ların başında Apple, Google, Microsoft, Sony, BMW ve Ikea geliyor (Homestead, 2012). Yapılan araştırmalara göre kullanıcı deneyimi için harcanan miktarlar, 1’e 10 olmak kaydıyla geri dönüyor. Sosyal medya, kullanıcı deneyiminin oldukça güç- lü bir parçası. Markalar için var olan ve potansiyel müşteriler için sağlam bir köprü. Kullanıcılar için bilgi sağlayıcı içerik oluşturmanın yanı sıra, ürün satın alma ya da bilgi edinme süreci öncesinde, esnasında ve sonrasında pozitif bir marka algısı oluşturmak ve bu algıyı sabitlemek açısından sosyal medya, en güçlü kanallar arasında bulunuyor. Web sitelerinde gördüğümüz sosyal medya butonları küçük olmalarına rağmen oldukça önemli bir görevi üstleniyor. Kullanıcıların sevdikleri ürünleri sosyal mecralarda paylaşmaları, sorun yaşadıkları durumları bu kanaldan markaya anlık iletebilmeleri ve nihayetinde markanın bu sorunu çözmeye yönelik attığı adımlar çok daha hızlı, rahat ve sorunsuz bir iletişimi garantiler. Marka, kullanıcıları sosyal medya üzerinde dinler, onlar hakkında bilgi edinir, alışkanlıklarını ve taleplerini gözlemleyip anlar. Bu istek ve ihtiyaçları bir süzgeçten geçirip onlara ulaştığı dijital mecralarda uyguladığındaysa teknik yeterliliği sağlayarak daha kaliteli hizmet verir. Kaliteli hizmet alan kullanıcılar için bu deneyim yüksek standartlarda olacağından, iki taraf için arada sağlam ve sağlıklı bir bağ oluşacak, uzun süre devam edebilecektir. Kullanıcılar için seçeneğin çok, sabrın ise az olduğu bu dönemde, markalar “bunu paylaş”tan öte gidip, kullanıcılar bu çağrılara kulak verdiğinde güzel bir etkileşim yakalanacak ve hayat standardımız daha kaliteli hale gelebilecek. Şebnem Kavcin, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul Facebook’tan “Herkese Açık’’ özelliğinde güncelleme n Facebook, mevcut gizlilik ayarlarıyla ilgili bazı değişiklikler yaptığını duyurdu. Geçmişte durum güncellemeleri “Herkese Açık” olarak paylaşılırken bu değişiklik sayesinde artık “Arkadaşlar” olarak otomatik bir şekilde paylaşılacak. Örneğin Facebook‘a yeni katılan ve ilk kez durum güncellemesi yapan kullanıcı, kendisi gizlilik ayarlarını değiştirmediyse paylaşımını sadece arkadaşları görebilecek. Mevcut kullanıcılarsa durum güncellemeleri paylaşırken artık bir uyarıyla karşılaşacak. Durum güncellemesini yazan kişi, tam yayınlayacakken “Gizlilik 46 İSTASYON Kontrolü” ibaresiyle karşılaşacak ve bu sayede kimlerle paylaşıp paylaşmak istemediğine en başından karar verebilecek. Gizlilik kontrolü, yine kullanıcının elinde olacak. Facebook, konuyla ilgili olarak mobilde de değişiklikler yapmış durumda. Daha önce ekranın sağ alt köşesinde fark edilmesi pek kolay olmayan paylaşım tercihi butonu, yeni tasarım sayesinde güncelleme kutusunun üst kısmına taşınıyor. Yani gizlilik tercihlerini kullanıcılar için daha görünür kılıyor. Hem web hem de mobilde sunulan bu değişiklik, Facebook’un gizlilik ayarlarına erişimi kolaylaştırıyor. Herkese Açık olan gönderiler, arkadaşınız olmayan kişiler ve Facebook dışındaki kişiler tarafından görülüyor. Bu fonksiyonun aktif olması, arkadaşınız olmayan kullanıcılar tarafından tüm içeriklerin, resimlerin kopyalanmasına davetiye çıkarabilir. Amaç direkt hedef kitleye ulaşmak n Facebook’un yeni algoritma güncelleme- sinde üçüncü parti uygulamalarının otomatik paylaşımlarının artık haber kaynağında eskisi kadar yeri olmayacağı açıklandı. Bu güncelleme, üçüncü parti uygulamalarını Facebook’a bağlayan markalar için endişe verici bir haber olsa bile aslında hayranların markaya bağlılığını sorgulamak için iyi bir fırsat. Otomatik paylaşımlara verilen olumsuz tepkiler markaların aslında bu paylaşımlarla ne elde ettiğini ortaya koyuyor. Özellikle oyun paylaşımlarının arkadaşların arasını açtığını bile gördüğümüz oluyor. Güncellemeyle daha detaylı bilgi vermek gerekirse, Facebook kullanıcıların paylaşımlara kendi yorumlarını da ekledikleri takdirde, haber kaynağında görünürlüğünün artacağını söylüyor. Facebook’un bu uygulamayla bize anlatmaya çalıştığı şey, otomatik paylaşımlarla kullanıcıları boğmak yerine, markanın gerçekten hayranı olan ve kendi isteğiyle paylaşım yapacak kitleye ulaşmaya odaklanmamız gerektiği. Bunu başarmanın en önemli yolu ise hedef kitlemize uygun bir marka stratejisi yaratmak, sosyal medyayı doğru kullanarak bir “lovemark” olmak. OS 8 ile Hayatımızda yeni bir dönem başlayacak i Apple, meraklılarının uzun süredir beklediği iOS 8’i tanıttı. Marka, kullanıcısına birçok avantaj sunan bu uygulamayla iOS pazar payını artırmayı amaçlıyor. n Haziran başında gerçekleşen Apple’ın yeni yazılım ve ürünlerini açıkladığı WWDC’14 etkinliğinde heyecanlı bir gelişme yaşandı: iOS 8 tanıtıldı. Tim Cook tarafından tüm yenilikleriyle anlatılan iOS 8 ile Apple, iOS pazar payından çalmayı planlıyor. iOS 8 ile hayatımıza girecek yeniliklerden bazıları gerçekten uzun zamandır beklediğimiz, gerekli özellikler diyebiliriz. Peki, iOS 8 ile hayatımızda neler değişecek? Öncelikle artık bildirimlere daha hızlı geri dönüş yapabileceğiz. Örneğin başka bir uygulama kullanırken Facebook’tan gelen bir bildirime yorum yapıp beğenmek mümkün olacak. Hem de Facebook uygulamasına gitmeden! Sosyal medya dinamikleri açısından incelediğimiz zaman bu özellik için geç bile kalındı diyebiliriz. Ayrıca çalışan uygulamalar görünümüne geldiğimizde uygulamaların üzerinde favori kişilerimiz görünecek ve onlarla hızlıca iletişime geçebileceğiz. Tüm iOS kullanıcılarını sevindirecek, bu zamana kadar eksikliğini çok hissettiğimiz özelliklerden biri ise tek sürüklemeyle e-postaların işaretlenip silinebilmesi. iOS 8 ile bunu yapabileceğiz. Ajandasını cebinde taşıyan, yoğun takvimi olan kullanıcılar da artık e-posta uygulamasından ayrılmadan takvime yeni bir etkinlik ekleyebilecek! iOS 8 ile hayatımıza girecek yeni mesajlaşma özellikleri de var. Mesajlaşma uygulaması içinde grup mesajlaşması mümkün olacak. Bu yenilikle birlikte gruptan ayrılma, kişi ekleme – çıkarma, grubun bildirimlerini susturmak da mümkün olacak. Ayrıca Türkçe anlamayacak olsa bile sesle mesaj gönderip yazıya dönüşmesini sağlayabileceğiz. Aynı zamanda kendini yok edecek şekilde ayarlanabilen video mesajlar da gönderebileceğiz. iOS 8 ile Apple, WhatsApp ve Snapchat’i rakip olarak belirlemiş diyebiliriz. iOS 8 Beta olarak indirilebiliyor, ama tam sürümü ile sonbaharda tanışacağız. Süzet Halki, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul Foursquare’den yeni uygulama: Swarm n 50 milyon üzerinde kullanıcısı olan ve günde 6 milyar üzerinde yer bildirimi yapılan Foursquare, yeni uygulaması Swarm’u tanıttı. Bu uygulamayla kişiler, yer bildirimi yapmamış olsalar dahi, yakındaki arkadaşlarını kolayca görebiliyorlar. Ancak arzu eden kullanıcılar, lokasyonlarını gizleyebiliyorlar. Swarm’un en önemli özelliği, kişilerin dilediklerinde planlarını paylaşarak, diğerlerinin de mesajlaşmaya katılımıyla grup aktivite planları yapabiliyor olmaları. Bunun yanı sıra, yer bildirimi yaparken arkadaşlar da etiketlenebiliyor. Foursquare’de kazanılan rozetlerin aksine, edinilen mayor’lıklar Swarm’a taşınamasa da, sadece arkadaşlar arasında mayor’lık elde edilebiliyor. Hızlı ve kolay iletişim sağlayan Swarm, şimdilik sadece iOS ve Android’de kullanıcıyla buluşuyor. Serkan Eskalen, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable İstanbul Sosyal medya sayfaları ve tarafından hazırlanmıştır. İSTASYON 47 OYUN HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR Mobİl oyunda mücadele sürüyor Konsolda Dünya Kupası heyecanı Konsol oyunlarda firmalar rakiplerini geride bırakabilmek için bir yandan mevcut ürünlerine yeni özellikler eklerken, diğer yandan da yeni oyunlar üzerine çalışıyorlar. Konsolda hal böyleyken mobil oyun üreticileri de boş durmuyor elbette. İşte mobil oyun dünyasındaki son gelişmeler… taşıyan grubun şarkılarının isimleri de oyun içi eşyalardan geliyor. Grubun üyeleri ise Pentakill Mordekaiser, Pentakill Karthus, Pentakill Yorick, Pentakill Sona ve Pentakill Olaf. Sekiz şarkıdan oluşan albümünün iTunes fiyatı 5,99 Dolar ve albüm rekor kırarak bir haftada 4 milyon sattı. ANA MODLAR Road to the FIFA World Cup Haziran ayında başlayan Brazilya’daki Dünya Kupası heyecanı televizyonla birlikte konsollara da yansıdı. EA Sports 2014 FIFA World Cup, Xbox 360 ve PlayStation 3 konsolları için satışa çıktı. n EA Sports 2014 FIFA World Cup, adından anlaşılacağı gibi, FIFA 14’ün üzerinde yapılan yenilikler ve geliştirmelerle üretilse de 100’den fazla yeni animasyonla Xbox 360 ve PlayStation 3’teki en erişilebilir, en eğlenceli ve en heyecanlı EA Sports FIFA oyunu olarak nitelendiriliyor. Bir EA Sports turnuva oyununda, bugüne kadar görülen en kapsamlı modlarda, 203 adet Milli Takım arasından tercihinizi belirledikten, dünyanın en büyük turnuvasına katılıp 7 bin 400’den fazla futbolcu arasından seçim yaptıktan sonra, otantik Brezilya statlarında maça çıkıyorsunuz. Brezilya 2014 FIFA, Dünya Kupası’nın heyecanını ekrana yansıtan yepyeni 48 İSTASYON taraftar görüntüleriyle kendinizi bu büyük organizasyonda hissetmenizi sağlıyor. Yeni oyunda yeni dripling, duran top taktikleri, penaltı atışları ve kafa vuruşları gibi pek çok konuda yenilik bulunuyor. Yeni kontrol sistemiyle oyuncuların topa adeta hükmetmesi hedefleniyor. Örneğin yeni dripling özelliğiyle, her açıda hızla dönebilecek ve topu kontrol altında tutacaksınız. Yeni top sürme sistemi sayesinde sol tetik düğmesini kullanarak yavaş hızlarda bile rakiplerinizden kurtulabileceksiniz. Ayrıca savunma oyuncularını geçmek için yepyeni hareketler, feykler ve Brezilya’dan esinlenilmiş beceri hareketleri de sizi bekliyor. Yeni oyunda top fiziği konusunda da önemli bir adım atıldı. EA Sports ve Adidas ortaklığı sayesinde, Xbox 360 ve PlayStation 3’te bugüne kadarki en gerçekçi top fiziği sistemi yer alıyor. Adidas’ın Almanya’daki İnovasyon Laboratuarı’nda toplanan fizik verilerini EA Sports 2014 FIFA World Cup Brazil’de kullanan geliştirme ekibi, Brazuca ve diğer Adidas toplarının gerçeğiyle aynı uçuş ve çim sürtünmesine sahip olmasını sağladı. EA Sports tarihindeki en kapsamlı turnuva modu... FIFA tarafından onaylanmış 203 Milli Takım arasından seçim yapın ve önce sıralama turlarında, sonra da Brezilya 2014 FIFA Dünya Kupası grup aşamalarında 32 oyuncuya kadar yerel bağlantıyla bir arada oynayın. Turnuva boyunca, EA Sports Talk Radio üzerinden turnuva bilgileri almaya devam edeceksiniz. Captain Your Country EA Sports 2014 FIFA World Cup, tüm zamanların en popüler FIFA oyun modlarından birinin geri dönüşü anlamına geliyor. Sıfırdan başlayarak kadroda kendinize yer bulun, sonra da ülkenizi eleme turlarından geçirerek FIFA Dünya Kupasına isminizi yazdırın. Yeni otomatik-pozisyonlama sistemi modu, yeni oyuncular için de son derece erişilebilir olmasını sağlayacak. n MAYA THE BEE: THE ANT’S QUEST Arı Maya’ya yeni oyun n RED BULL X-FIGHTERS FREE Motor heyecanı Arı Maya’nın yeni oyunu “Maya the Bee: The Ant’s Quest” çıktı. Birçoklarının çocukluk kahramanı olan Arı Maya, video oyunlar ve aplikasyonları alanında dünya liderleri arasında bulunan Studio 100 tarafından üretildi. 35 yıllık çizgi kahraman Arı Maya’nın, 2012 yılında 3D teknolojisiyle filmi hazırlanmıştı. Maya the Bee: The Ant’s Quest oyunu da, adeta sinema filmi gibi kurgulanan sürükleyici senaryosuyla büyük ilgi görüyor. Bu oyundaki temel hedef, her türlü zorlu koşuldaki bir motocross pistini seçmek ve motosikletle mümkün olduğunca ayakta kalarak ilerlemek. Birbirinden zorlu etaplarda diğer yarışmacıları geride bırakarak bir an evvel bitiş çizgisine ulaşmak. Red Bull X-Fighters Free’de kazandığınız yarışlardan gelen paralarla kendinize yeni motor alabiliyorsunuz. Grafikleri ve ses efektleriyle oldukça dikkat çeken oyunu denemekte fayda var. Bizden söylemesi… Road to Rio de Janeiro Oyuncular lisanslı ve otantik stadyumlarda Brezilya’nın 12 şehrinde top sürerek ilerleyecekler. 203 Milli Takım arasından seçim yaparak Çevrimiçi Aşamalara katılacak, şehirlerarasında ilerleyebilecek, aynı şehirde kalabilecek veya küme düşebileceksiniz. 12 aşamanın finalini kazanarak Rio’daki Estadio do Maracana stadında FIFA Dünya Kupası’nı havaya kaldıracaksınız. n TEMPLE RUN 1 milyar indirmeyi aştı 1 milyar indirme rakamını geçen tek oyunun Angry Birds olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Imangi Studios, mobil platformun başarılı oyunlarından Temple Run’ın da 1 milyar indirme rakamını geride bıraktığını açıkladı. iOS, Android ve Windows Phone platformlarında boy gösteren ‘sonsuz koşma’ türündeki oyunda şimdiye kadar 148 milyon altının toplandığı, 50 trilyon kez zıplandığı ve 32 milyar kez ölündüğü belirtildi. Oyunu en fazla oynayan ülke ise Çin… Bu ülkeyi sırasıyla Amerika, Hindistan, İngiltere ve Almanya takip ediyor... Temple Run’ın indirme rakamına bakıldığında yüzde 60’ının kadın olması göze çarpıyor. Geçtiğimiz yılın Mayıs ayında 300 milyon kez indirildiği açıklanan Temple Run’ın bir yıllık sürede büyük bir ivme yakaladığı görülüyor. n LEAGUE OF LEGEND Oyunun müzik albümü rekor kırıyor Sevilen oyun League of Legends’ın üreticilerinin yeni fikri, ortalığı kasıp kavuruyor. Riot Games’in içindeki hayali grubun gerçek albümü, elektronik müzik dükkânı iTunes’da listeleri altüst ediyor. Haziran’da iTunes’da yerini alan, League of Legends’ın beş karakterinden oluşan metal grubunun albümü Smite and Ignite, kendi kategorisinde popülerler listesinde bir numara oldu. Tahmin edilebileceği üzere Pentakill ismini İSTASYON 49 ÇOCUK aşık atı m r a s i l r i h e ştırır. Keçiler z Salyangoz tıraş bıçağının keskin yerinde kendine hiç zarar vermeden sürünebilir. Garip AMA , Gercek AHTAPOT AROMALI DONDURMA BULABİLİRSİN. ABD’de yaşayan bir at o kadar küçük ki uyuyor. bir köpek kulübesinde MUKUSU BİR ZAMANLAR MOR BOYA YAPIMINDA KULLANILIRDI. Hawaİİ AŞAĞIDAKİ BİLGİLER SENİ ŞAŞIRTACAK HER YIL Alaska’YA BU ÇOK DOST İR N A C LISI B ! M TE SİS AVRUPA ÜZERİNDE ÇÖL BULUNMAYAN TEK KITADIR. ZÜRAFANIN TOYNAKLARI YEMEK TABAĞI KADAR BÜYÜKTÜR. DENİZ SALYANGOZU JAPONYA’DA YAKLAŞIK 8 BİR HEYKELTIRAŞ BİR ŞARK I DAHA İSTE R MİSİN? ÇİKOLATADAN MASA, SANDALYE VE KOLTUK YAPTI. SANTİM YAKLAŞIYOR. DEVELERİN KÖKENİ A GERMAN FASHION DESIGNER KUZEY AMERİKA’DIR. FROM Bir şeker firması Amerikan futbol topu büyüklüğünde ayıcık şeker üretiyor. 50 İSTASYON BAZI ERKEK MAKES CLOTHING SUSAMURLARI UYURKEN SÜRÜKLENİP BİRBİRLERİNDEN AYRILMAMAK İÇİN PENÇELERİNİ BİRLEŞTİRİR. MILK BAZI ÇOCUKLAR YAZ AYLARINDA DAHA HIZLI BÜYÜR. Gergedanlar güneşte yanmamak için çamurda yuvarlanır. ABD’nin Seattle kentinde bir duvar binlerce çiğnenmiş sakızla kaplı. POWDER. ÇOĞU TORNADO ÖĞLEDEN SONRA 3 VE AKŞAM 9 ARASINDA OLUŞUR. FARELER DİŞİLERİ ETKİLEMEK İÇİN ŞARKI SÖYLER. Genç zürafalar bazen möö’ler. Bu konu NatIonal GeographIc KIds Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIds abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59 İSTASYON 51 OTOMOBİL sonra, Ürdünlü yetkililere teslim edildi. Satılacak araçlardan elde edilecek gelir, yardıma muhtaç çocuklar için harcanacak. Organizasyonun ruhunu daha iyi anlayabilmek amacıyla, zihnimizdeki soruları Allgaeu Orient Ralli Başkan Yardımcısı Nadir Serin’e yönelttik. Sevindiren, gurur veren, geliştiren Ralli Üç yıldır TÜVTÜRK’ün desteğiyle düzenlenen Orient Rally, Almanya’dan Ürdün’e 10 bin kilometre yol yaptı. 4 bin kilometresi Türkiye’de gerçekleşen rallide, TÜVTÜRK Takımı da yarıştı. Biz de bu vesileyle Allgaeu Orient Rally Başkan Yardımcısı Nadir Serin ile görüştük. A vrupa Birliği tarafından desteklenen, Birleşmiş Milletler’in de partner olarak yer aldığı, “Allgaeu Orient Rally Dostluk ve Barış Rallisi”nin dokuzuncusu, 3-24 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirildi. Kurallara göre sadece değeri 1111 Euro’nun altında ve 20 yaşından yaşlı araçların katılabildiği Ralli’de, araçların otoyollara çıkmasına ve GPS kullanmasına izin verilmiyor. Üç yıldır TÜVTÜRK’ün de destek verdiği Ralli’ye bu yıl, toplam 111 takım ve 333 araç katıldı. Almanya’nın Allgaeu Bölgesi’nde yer alan Oberstaufen kasabasından 3 Mayıs’ta yola çıkan araçlar, Balkanlar üzerinden 7 Mayıs’ta İstanbul Sultanahmet Meydanı’na geldi. Türkiye etabı, 8 Mayıs günü Avrupa Birliği Bakanı ve Baş müzakereci Mevlüt Çavuşoğlu ve İstanbul Valisi Hüseyin Mutlu’nun katıldığı törenle 52 İSTASYON başladı. Ankara, Çorum, Amasya, Ordu, Erzurum, Van, Şanlıurfa ve Mersin rotasında 4 bin kilometre yol yapan yarışmacılar, daha sonra TÜVTÜRK ekibi, Ürdün’deki ödül töreninde. Mersin Limanı’ndan İsrail’in Hayfa Limanı’na geçti. İsrail ve Ürdün içinde de yol yapan Ralli katılımcıları, Ürdün’deki Ölü Deniz kıyısında bitiş çizgisine ulaştı. Zaman veya sürate dayalı herhangi bir etabın bulunmadığı Ralli’de, rota üzerinde belirlenen sosyal ödevlerin yerine getirilmesinde en başarılı olan takım birinci oldu. Alman katılımcılardan oluşan takıma, Ürdün Veliaht Prensi Hüseyin bin Abdullah ödül olarak bir deve verdi. Ralli’ye katılan 333 araç daha Ralli’nin hangi özelliği Dostluk ve Barış Rallisi adıyla anılmasına vesile oluyor? Orient Rally, ülkeler, kültürler ve yaptığımız sosyal faaliyetler nedeniyle “Dostluk ve Barış Rallisi” adını alıyor. Örneğin, İsrail, Filistin, Ürdün gibi aynı zamanda komşumuz olan ülkelerde birçok problem ya da savaş var. Biz bu ülkelerden de geçiyoruz ya da o ülkelerden bizim organizasyonumuza katılan yarışmacılar da oluyor. Diğer yandan, dört yıldır, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden geçmekteyiz. Bizler, dostane duygularla oralara giderek insanlarımıza yalnız olmadıklarını hissettirmeye çalışıyoruz. Kendimizi turist değil, misafir gibi görüyoruz. Bizi destekleyen dostlarımızın ve kurumların yardımlarıyla gittiğimiz yerlerde elimizden geldiğince sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunuyoruz. Okullara, engelli eğitim merkezlerine, depremzedelere, sivil toplum örgütlerine yardım ve bağış yapıyoruz. Dostlarımızla birlikte dünyaya barış ve dostluğun gelmesi için çabalıyoruz. Organizasyonumuzun ismi de tüm bu nedenlerden ötürü “Dostluk ve Barış Rallisi”. Ve bu isim bizim formatımızla örtüşüyor. Ralli’ye ilgi, her geçen yıl artıryor, bunu neye bağlıyorsunuz? Avrupalılar, sosyal, kültürel ve hobi olarak nitelendirilebilecek etkinliklere ve organizasyonlara destek veren ve bizzat içinde yer almak isteyen insanlar. Gerçekten iyi, hedefine ulaşan ve ses getiren bir organizasyon yaparsanız, insanlar da bunun içinde yer almaktan mutluluk duyarlar. Burada önemli olan ne için ve kimin için organizasyon yaptığınızdır, insanlar ancak doğru amaç için yola çıkmışsanız sizinle birlikte hareket ederler. Bunun en güzel örneği ise TÜVTÜRK’tür bence. TÜVTÜRK, Orient Ralli’ye her sene büyük bir ilgi ve istekle katılıyor. Çünkü bu, TÜVTÜRK’ün hedeflerine uygun bir organizasyon ve verilen mesajın doğru yerlere gittiğine inanıyor. Bizler için de önemli olan doğru mesajı doğru yerlere ulaştırmaktır. Katılımcıların gerçekleştirmesi gereken sosyal sorumluluk aktiviteleri belirlenirken hangi kriterler dikkate alınıyor? Öncelikle yapacağımız yardımın gerçekten ihtiyacı olan yerlere ya da kurumlara ulaşma- Nadir Serin (arkada), Orient Rally’nin gidilen ülkeler, ulaşılan kültürler ve gerçekleştirilen sosyal faaliyetler nedeniyle Dostluk ve Barış Rallisi olarak anıldığını belirtiyor. TÜVTÜRK ekibi de Ralli’de Ralli’de Türkiye’yi, TÜVTÜRK’ün oluşturduğu üç araçlık Türk Takımı temsil etti. TÜVTÜRK çalışanlarından oluşan ekip, Oberstaufen - İstanbul rotasında direksiyona geçti. Türkiye’de araçları devralan bir başka TÜVTÜRK ekibi ise, AnkaraÇorum-Tokat etabına katıldı. TÜVTÜRK takımının kaptanlığını yapan ve İsrail - Ürdün etabına da bizzat katılan TÜVTÜRK Genel Müdürü Kemal Ören, “Bakımı, periyodik muayeneleri zamanında ve kurallara uygun yapılan otomobiller, ralli gibi mücadele oranı yüksek organizasyonlarda bile yer alabiliyor. TÜVTÜRK olarak bu organizasyonda bulunmamızın en önemli sebeplerinden biri de buydu” diyerek organizasyonun kendileri için taşıdığı önemi dile getirdi. TÜVTÜRK ekibinin Almanya’daki starttan bu yana Ralli’yi takip ettiklerini ve Ralli’nin Türkiye etabının belirli bir bölümünde de yarıştığını ifade eden Ören, “Her ne kadar dünyanın en eğlenceli rallilerinden biri olarak adlandırılsa da, otomobillerin özellikleri ve geçtiği parkurlar olarak değerlendirdiğinizde yüksek düzeyde dayanıklılık isteyen bir yarış. Biz de TÜVTÜRK olarak üç otomobille bu yarışa katılarak, yarışmacıların ülkemizi ve güzelliklerini tanımalarına katkıda bulunmak istedik” dedi. Organizasyonun Sultanahmet etabı, işte bu görüntüyle başladı. İSTASYON 53 OTOMOBİL Fotoğraflar: ERTUĞRUL BALIKÇIOĞLU Allgaeu Orient Rally, dünyanın en önemli otomobil maceralarından biri olarak kabul ediliyor. sanların Batı bölgelerde yaşayanlara nazaran bu tür yardımlara daha çok ihtiyacı var. sını hedefliyoruz. Yardım yapılacak yerleri ya bize yapılan başvurular arasından seçiyoruz ya da bir önceki sene Ralli güzergâhında ilerlerken bizzat gördüğümüz ve ihtiyacı olduğunu düşündüğümüz yerleri Organizasyon Komitesi’ne bildirerek gerçekleştiriyoruz. Bizim yapabileceklerimiz sınırlı, katkıda bulunabileceksek yardımımızı yapıyoruz ancak hiçbir zaman insanlara vaatte bulunmuyoruz. Örneğin Kars’ın Ardahan ilçesinde bulunan Karakan Köyü İlköğretim Okulu’na iki yıl üst üste teknik, materyal ve kıyafet yardımında bulunduk. Onların gerçekten ihtiyaçları vardı. Bu sene ise Ordu’daki bir ilköğretim okulu, boya malzemelerini getirmemiz için bize başvuruda bulundu, değerlendirdik ve sponsorlarımızın desteğiyle boya malzemelerini temin ettik. Van’daki okulların bazılarınaysa okul çantası, giyim, oyunca gibi eşyaları getirdik. Doğu Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki in- 54 İSTASYON Güzergâh boyunca belirlenen sosyal sorumluluk aktivitelerini en iyi şekilde icra eden Ralli’nin birincisi, diğer katılımcılarsa ikincisi ilan ediliyor. Peki, her şeyin kazanmak ve derece elde etmek üzerine kurulduğu bir dünyada, ezber bozan niteliğe sahip bu organizasyonun katılımcılara sağladığı duygusal tatmini nasıl tanımlarsınız? Bu bir sosyal sorumluluk projesi. Önce iyi bir network oluşturuyorsunuz. Dostluğu ve yardımlaşmayı burada daha iyi öğreniyorsunuz. Birinci olmak değil, ne kadar ve nasıl yardımlar yapabileceğiniz ön plana çıkıyor. Yarışmacılar da bu duygularla yarışıyor ki, bu çok önemli. Diğer taraftan yarışmacılar on binlerce Euro harcadıktan, bir sürü masraf yaptıktan sonra araçlarını hibe edip evlerine uçakla dönüyor ve bundan büyük keyif alıyor. Evine dönen yarışmacılar, eşine ya da çocuklarına bu organizasyonu anlatıyor. Orient Ralli aracılığıyla yapılan yardımları babasından dinleyen, etkinlik boyunca yaşananlara dair hikâyelerle büyüyen bir çocuğun hümanist bir insan olmama şansı var mı? Ezcümle, Dostluk ve Barış Rallisi’nde hem kendinizi geliştiriyorsunuz hem de başkalarını sevindiriyorsunuz. Ailenizin yaptıklarınızla gurur duyması da cabası… İş alanı her ne kadar araç muayenesiyse bile, trafiği bir bütün olarak gören ve “trafikte sorumluluk ve duyarlılık bilinci” oluşmadan yapılan çalışmaların yetersiz kalacağı gerçeğinden hareket eden TÜVTÜRK, kurumsal vatandaşlık anlayışıyla desteklediği ve dâhil olduğu Sosyal Sorumluluk projeleriyle herkesin dikkatinin bu konuya çekilmesini hedefliyor. İşte TÜVTÜRK’ün bu hedef doğrultusunda imzasını attığı çalışmalardan bazıları… Ortak soruna ortak çözüm BÜYÜK HAYALLER KÜÇÜK İHMALLERLE BİTER Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın koordinasyonunda, trafik ve taşıt güvenliği alanında çalışma yapan kurum ve kuruluşların işbirliğinde ve TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları’nın desteğiyle gerçekleştirilen Trafikte Sorumluluk Hareketi, trafik güvenliğinde bireysel sorumlulukların önemine dikkat çeken bir proje. Bu çalışma hayata geçmeden önce yapılan anketlerde katılımcıların yüzde 98,5’inin, diğer sürücülerden daha sorumlu olduğuna dair beyanlarının gerçeği yansıtmaması üzerine harekete geçen yetkililer, projenin odak noktasını trafik güvenliği ve bireysel sorumluluk olarak belirledi. Özel hedef gruplarına yönelik geliştirilen alt projelerde, trafik güvenliği ve bireysel sorumluluklar arasındaki ilişkinin önemi vurgulandı. Proje çerçevesinde, dört yılda, eğitim faaliyetleriyle 900 binden, iletişim faaliyetleriyle 3 milyondan fazla kişiye erişim sağlandı. Son olarak, trafik güvenliğinin insanın yaşamında ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmek amacıyla, alışılagelmiş iletişim araçlarından farklı olarak Bir Hayatın Hikâyesi isimli bir kısa öykü hazırlandı. İlk tanıtımı 17 Nisan’da İstanbul’da düzenlenen Trafik Güvenliği Medya Ödülleri töreninde yapılan öykü, proje paydaşlarının yanında, ünlü isimlerle de paylaşıldı ve trafik güvenliği konusunda gündem oluşturuldu. “Bazı büyük hikâyeler, küçük ihmaller yüzünden başlarken bitiyor” dipnotuyla yayımlanan Bir Hayatın Hikâyesi, bir bölüm ve tek bir sayfa üzerinde yer alan kısacık bir metinden oluşuyor. Hikâye şöyle: Genç kadın, o gün adını koyamadığı bir coşkuyla uyandı. Baharın en güzel günlerinden biri yaşanıyordu dışarıda. Bu coşkuya katılmak için çocuksu bir telaşla hazırlandı. Sokağa çıkıp yeni günün tüm enerjisini içine çekerken, duyduğu son şey uzun bir fren sesi oldu. Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi, 29 Nisan’da Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen bir sempozyuma ev sahipliği yaptı. İşçi Sağlığı, Güvenliği ve Trafik başlıklı etkinliğin katılımcılarından biri de TÜVTÜRK’tü. Akademisyenlerin ve özel sektör temsilcilerinin Türkiye’de işçi sağlığı, güvenliği ve trafik konusunda yürütülen kampanyalarla ilgili bilgi aktardığı sempozyumda TÜVTÜRK’ü İletişim ve Müşteri Temsilcisi Yönetmeni Mahmut Sipahi temsil etti. Sempozyumdaki oturumlarda katılımcılar, toplumun tamamını ilgilendiren bu maddelerle ilgili bilgi alışverişinde bulundu. Mahmut Sipahi ise, toplumun tüm kesimlerinde trafik güvenliği ve bireysel sorumluluk konusunda farkındalık oluşturmayı amaçlayan Trafikte Sorumluluk Hareketi’yle ilgi bilgi verdi. İSTASYON 55 Gençlerden ödüle değer duyarlılık öğrencilerine açık olan yarışmaya 80’e yakın başvuruda bulunuldu. Ön değerlendirme sonucunda, 10 lisenin öğrencileri, kampanyalarını final jürisi önünde sunma fırsatı elde etti. Jüri üyeleri, her biri özenle hazırlandığı aşikâr projeler arasından seçim yapmakta zorluk çekti. Değerlendirme sonucunda; Ankara Ayrancı Ticaret Meslek Lisesi’nden Oğuzhan Solmaz, Dicle Baydar, Yusuf Efe Temiztürk, Buket Civan ve Can Berk Çalbay’ın, öğretmenleri Selçuk Arslan danışmanlığında hazırladıkları, “Engel Sen Olma!” isimli kampanyalarıyla birinciliği elde etti. İstanbul Güngören Ergün Öner-Mehmet Öner Anadolu Lisesi’nden Arıkan Kaya, Mert Dikbıyık, Burak Topçu, Yasemin Yazıcı ve Berk Duman’ın, öğretmenleri Hasan Dinçer Ekmekçi danışmanlığında hazırladıkları, “Yaya Geçitlerinde Yol Bizim” kampanyası ikinci; Çanakkale Çan Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’nden, Mustafa Durmaz, İbrahim Türken, İsmail Can Işık, Sezgin Gödel ve Atakan Özkan’ın, öğretmenleri Burhan Öztürk danışmanlığında oluşturdukları, “Güvenli Motosiklet Kullanımı ve Kask Takma” kampanyası ise üçüncü oldu. Hem dereceye giren hem de finale kalan öğrencilere ödüllerinin verildiği törende bir konuşma yapan TÜVTÜRK İletişim ve İş Geliştirme Direktörü Koray Özcan, gençlerin bu kadar ciddi projelere imza atmasına imkân tanıdıkları için bir kez daha mutluluk duyduğunu dile getirerek, gurur verici çalışmalarından dolayı gençleri tebrik etti. TÜVTÜRK gençleri ağırladı Millî Eğitim Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları ve Goodyear Lastikleri arasında imzalanan işbirliği protokolüyle, Trafikte Sorumluluk Hareketi çatısı altında 2012 yılında hayata geçirilen Trafikte Gençlik Hareketi (TGH), liseli gençlerde trafik güvenliği ve bireysel sorumluluklar konusunda farkındalığı geliştirmeyi amaçlayan bir sosyal sorumluluk projesi. Projeyle gençlerin trafik güvenliği konusunda sorumluluk 56 İSTASYON almalarını ve yaparak, yaşayarak öğrenme süreçlerine dâhil olmalarını teşvik etmek amacıyla Trafik Olimpiyatları yarışması düzenleniyor. Bu proje çerçevesinde hayata geçirilen Trafik Olimpiyatları yarışmasının kazananları, 9 Mayıs’ta, Ankara’da yapılan toplantıyla belli oldu. Öğrencilerin, tespit ettikleri bir trafik sorununa ilişkin kampanya geliştirerek dâhil olabildiği Trafik Olimpiyatları’na ilgi büyüktü. Türkiye’nin neresinde eğitim görüyor olursa olsun bütün lise Projenin okullardaki uygulamalarını desteklemek amacıyla, Ankara Mamak’ta bulunan Abidinpaşa Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’nin öğrencileri, 8 Mayıs’ta, Trafikte Gençlik Hareketi’nin destekçilerinden Goodyear’ın yetkili bayilerinden Eurolas’ı ziyaret etti. Öğrenciler burada, güvenli bir yolculuk için doğru lastik seçiminin önemini, mevsime uygun lastik kullanımının sağlayacağı faydaları ve lastiğin yol güvenliği açısından önemini yerinde gözlemleyerek öğrenme fırsatı buldu. Bayi ziyareti sonrasında, TÜVTÜRK Kamu İşleri Direktörü Ahmet Bulut’un da katılımıyla Ankara Gölbaşı araç muayene istasyonuna giden öğrenciler, araç muayenesinde dikkat edilmesi gereken noktalar, muayenenin yol güvenliği açısından önemi gibi konularda bilgi alırken, sorularını doğrudan uzmanlara yöneltme fırsatı da buldular. Ödüllü TrafiCaps yarışması Trafikte Sorumluluk Hareketi, 5-30 Mayıs tarihlerinde, Facebook kanalıyla bir yarışma organize etti. www.facebook.com/trafik.hareketi sayfası üzerinden gerçekleştirilen TrafiCaps adlı bu yarışmada dereceye giren caps’in sahiplerine Samsung Galaxy Note 2, Apple iPad 4 ve Nokia Lumia 925 hediye edildi. Yarışmacılar, bu sayfasındaki uygulama yardımıyla yükledikleri fotoğraflara kısa bir metin yazarak caps’e çevirdiler ve böylece TrafiCaps yarışmasına katılmaya hak kazandılar. Caps’ler UDHB Düzenleme Genel Müdürlüğü Trafik Güvenliği Daire Başkanı Yılmaz Kılavuz, EGM Trafik Planlama ve Destek Dairesi Başkanlığı Şube Müdürü Hüseyin Şimşek, Drive Dentsu Kreatif Direktörü Ersel Serdarlı ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Özgür Uçkan’dan oluşan jüri tarafından değerlendirdi ve Çağlar Özkahyalar, Samet Yıldız ve Burak Kalsın’ın çalışması ödül kazandı. Pelin Balkanlı ise en beğenilen caps kategorisinde ziyaretçilerin beğenileriyle ödüle değer bulundu. Ağaç yaşken eğilir Milli Eğitim Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ve TÜVTÜRK arasında imzalanan protokolle hayata geçirilen Can Dostları Hareketi, her geçen gün biraz daha büyüyor. İlkokul dördüncü sınıf öğrencilerinde trafik güvenliği konusunda farkındalığı artırmayı hedefleyen proje kapsamında 2013-2014 eğitim öğretim yılında 89 pilot okulda uygulamalar yapıldı. Bu uygulamalar aracılığıyla 15 bin öğrenciye, 30 bin veliye ve bin servis şoförüne ulaşıldı. İstanbul, Kütahya, Mardin ve Şanlıurfa’daki çeşitli okulların mobil araç muayene istasyonuyla ziyaret edilmesi, araç muayenesinin taşıdığı öneme yönelik bilincin küçük yaşta geliştirilmesi hedefinin bir parçasıydı. Öğrendiklerini resmettiler Trafikte Sorumluluk Hareketi’nin uzun soluklu projelerinden olan Can Dostları Hareketi, aynı zamanda çocukların bilgi birikimlerini resim yoluyla kâğıda aktarmalarına, dolaylı da olsa resim sanatına daha fazla ilgi duymalarına aracılık ediyor. Projenin uygulandığı pilot okullarda eğitim gören çocukların öğrendiklerini değerlendirebilmek amacıyla düzenlenen Can Dostları Hareketi Resim Yarışması da bu savı destekliyor. Yarışmada, öğrencilerden sınıflarında trafik konusunda öğrendiklerini resim yoluyla aktarmaları istendi. Trafik güvenliği temalı serbest teknik ve malzemeyle resimler üreten ve Trafik Haftası’na özel... TÜVTÜRK iş ortakları 1-7 Mayıs tarihlerindeki Trafik Haftası vesilesiyle Rize, Mardin ve Kütahya’da bir dizi etkinliğe destek oldu. Trafik Güvenliği Platformu tarafından 6 Mayıs’ta Rize’de yapılan etkinlikte, okullar arası yarışmada başarı kazanan İşitme Engelliler Okulu’ndan üç öğrenciye tablet bilgisayar verildi. Ödüller, TÜVTÜRK Rize iş ortağı Parkur AŞ adına Rize Vali Muavini Mehmet Özer tarafından verildi. Mardin’de İl Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen etkinliğe, Trafik Haftası’na özel broşür, afiş ve poster çalışmasıyla destek olan iş ortağı Acarsan AŞ aracılığıyla katılan TÜVTÜRK, Kütahya’da ise iş ortağı Han AŞ tarafından temsil edildi. Emniyet kemeri similasyonlarının yapıldığı Kütahya’daki organizasyonda Han AŞ’nin hazırladığı broşür, poster ve afişler kullanıldı. başvurularını 29 Nisan’a kadar yapan öğrencilerin çalışmaları, MEB Temel Eğitim Genel Müdürlüğü Eğitim Uzmanı Cemal Tınkılıç, TÜVTÜRK İnsan Kaynakları Direktörü Melis Avalin Aygül ve Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Mehmet Özen tarafından değerlendirildi. Jüri, 750’ye yakın çalışma arasından Konya’nın Karatay ilçesi İzzetbey İlkokulu’ndan Ahmet Sarıoğlu’nu birinciliğe, Isparta’nın Merkez ilçesi, Hafız İbrahim Demiralay İlkokulu’ndan Işık Şahin’i ikinciliğe, Antalya’nın Döşemealtı ilçesi, Yeniköy İlkokulu’ndan Bersu Dilek’i üçüncülüğe değer buldu. Yarışmada birinciliği, ikinciliği ve üçüncülüğü kazanan (yukarıdan aşağıya) resimler. Bu maraton desteklenir! Shell Eco Maraton, katılımcıların 1 Kw enerjiyle en uzun mesafeyi yapmak için ter döktüğü bir organizasyon. Türkiye’yi Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden oluşan ve TÜVTÜRK tarafından desteklenen Hidrojen Arabası Takımı’nın temsil ettiği yarışma 18 Mayıs’ta Hollanda’nın Rotterdam kentinde gerçekleştirildi. Bu yıl, 27 ülkeden gelen, teknik lise öğrencileri ve üniversitelilerden oluşan 198 takımın katıldığı Shell Eco Marathon’da, gençlerin geleceğin yakıt alternatifleriyle çalışan araçlar geliştirmesinin teşvik edilmesi ve enerjinin verimli kullanılmasına yönelik bilincin artırılması hedefleniyor. Yarışmayı 1 Kw enerjiyle 428,5 kilometre yol giden Hollandalı Team H2Atakımı kazandı. TÜVTÜRK Fikir ve Tecrübe Paylaşım Toplantısı Nıce’de gülen yüzler Karayolu trafik sempozyumu yapıldı Büyümeye devam Bu yıl beşincisi düzenlenen Uluslararası Karayolu Trafik Sempozyumu ve Sergisi, Bakanlıklar, üniversiteler ve sektör kuruluşlarının temsilcilerinin katılımıyla 21-23 Mayıs tarihlerinde, Ankara’da yapıldı. Sempozyumda TÜVTÜRK’ü, “Araç Yaşları, Muayeneden Kalma Oranları, Kazaya Karışan Araçlar” konusunda sunum yapan COO Aykut Özgülsün ile “Araç Muayenesinde Profesyonel Yargılama Gücü, İzlenebilirlik ve Hesap Verebilirlik” başlığı altında katılımcılara hitap eden Kurumsal Gelişim Direktörü Emre Büyükkalfa temsil etti. Sergi alanındaki standında araç muayenesiyle ilgili bilgilendirme yapan TÜVTÜRK, ayrıca faaliyete geçen TÜVTÜRK Akademi’yi de tanıtma fırsatı buldu. Bununla birlikte Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH) de etkinliğin sergi alanında bir stant kurarak bilgi yarışmaları düzenledi. Kendilerine yöneltilen trafik güvenliği temalı sorulara doğru yanıt veren yarışmacılara, konuyla ilgili mesajlar ve materyaller içeren ödüller verildi. Katılımcılar ayrıca, emniyet kemeri simülatörünü deneyerek emniyet kemerinin trafik için önemini bizzat test etti. Kişinin algı ve hareketlerini alkollüymüşçesine etkileyen, alkol gözlükleriyle kaleye gol atma çabaları ise yoğun ilgi gördü. Trafikte meydana gelen kazaları en aza indirmek hedefiyle faaliyet gösteren TÜVTÜRK, müşteri memnuniyetini sağlamak ve araç sahiplerinin ihtiyaçlarını hızlı bir şekilde karşılamak amacıyla, istasyon ve kanal sayısını artırmayı sürdürüyor. Muğla’nın Milas, Fethiye ve Marmaris ilçeleri ile Tekirdağ’ın Çorlu ilçesindeki kanal sayılarını artırılması da bu yatırımlar arasında. Yapılan çalışmalar sonucunda, Milas ve Marmaris istasyonları tek kanaldan iki kanala, Fethiye istasyonu iki kanaldan üç kanala, Çorlu istasyonuysa iki kanaldan dört kanala çıktı. 58 İSTASYON Duyarlılık ödül getirdi Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Emniyet Genel Müdürlüğü, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü işbirliği ve TÜVTÜRK’ün desteğiyle düzenlenen Trafik Güvenliği Medya Ödülleri, sahiplerini buldu. Gazete ve televizyon haberleri, eğlence programları, klipler, reklam filmleri ve dizilerde emniyet kemeri, hız kontrolü, cep telefonu, kırmızı ışık, kask kullanımıyla ilgili haberler ve görüntülerde trafik güvenliği bilincinin yerleştirilmesini hedefleyen projede, tüm yapımlar bir yıl boyunca takibe alındı ve bu süre içinde trafik konusuna hassasiyet gösteren yapımlar belirlendi. 16 Nisan’da İstanbul Lütfi Kırdar ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen törende TÜVTÜRK İletişim ve İş Geliştirme Direktörü Koray Özcan, Seksenler dizisiyle Mint Yapım’a, Karadayı dizisiyle Ay Yapım’a, Digiturk’e ve TRT Müzik’e, trafik kurallarına gösterdikleri hassasiyet nedeniyle ödüllerini takdim etti. TÜVTÜRK, bu yıl altıncısını düzenlediği İş Ortakları Toplantısı için Fransa’nın Nice kentini tercih etti. “Nice’de hep beraber, TÜVTÜRK’te gülen yüzler!” mottosuyla, 10-13 Nisan’da yapılan toplantıda, geçen yıldan bu yana yapılan çalışmalar, önümüzdeki dönemde hayata geçirilmesi planlanan projeler paylaşıldı, fikir alışverişi yapıldı. Etkinlik çerçevesinde Cannes, Monaco, Monte Carlo, St. Paul de Vence şehirlerine ziyarette bulunuldu. TÜVTÜRK, Nice’deki toplantının yanı sıra Haziran ayında iş ortaklarıyla iletişimini daha da etkin hale getirmek amacıyla, 3 Haziran’da Gaziantep’te, 5 Haziran’da ise Bursa’da operasyonel gündem odaklı Fikir, Tecrübe Paylaşım Toplantıları düzenledi. TÜVTÜRK Akademi’ye BM ziyareti Birleşmiş Milletler Ulaştırma Bölümü’nde görevli François Guichard, İstanbul’un Şile ilçesindeki TÜVTÜRK Akademi’yi ve Araç Muayene İstasyonu’nu ziyaret etti. 13 Haziran’da Akademi’ye gelerek dört sınıfta, teknik atölyesinde, eğitim odasında incelemelerde bulunan Guichard, işbaşı eğitimleri, işe giriş sınavları, e-öğrenme sistemleri ve kişisel eğitimlerle ilgili bilgi aldı. TÜVTÜRK Akademi’nin hemen yanındaki Şile Araç Muayene İstasyonu’na da giden ve araç muayene prosedürlerinin uluslararası TS EN ISO 17020 standartları temelinde kurgulandığı bilgisini alan François Guichard, burada gördüğü teknik ve kalite metotlarının Avrupa’daki birçok kuruluşla önemli ölçüde benzerlikler taşıdığının altını çizdi ve TÜVTÜRK’ün operasyonel mükemmeliyete giden başarılı yolculuğunu geçmişte olduğu gibi gelecekte de yakından takip edeceğini belirtti. François Guichard’a bu ziyareti esnasında TÜVTÜRK Kurumsal Gelişim Direktörü Emre Büyükkalfa ve İnsan Kaynakları Direktörü Melis Avalin Aygül ve TÜVTÜRK Akademi Uluslararası Motorlu Araç Muayene Komitesi’nin Avrupa Bölgesi Danışma Müdür Yardımcısı Ali Bilgin eşlik etti. Grubu’nun yıllık toplantısı, 15-16 Nisan’da İstanbul’da yapıldı. Komiteye üye ülkelerin kalite ve eğitim sistemlerinin geliştirilmesiyle ilgili görüş alışverişinde bulunulduğu toplantıya, İsveç, Almanya, Hollanda, Lüksemburg, Fransa, İngiltere, İspanya, İrlanda, Sırbistan ile Litvanya’dan araç muayenesi, kalite ve eğitim alanlarında görev yapan yöneticiler, bürokratlar ve Türk Akreditasyon Kurumu yetkilileri katıldı. “Üye ülkelerdeki kuruluşlar için kalite ve eğitim sistemlerinin geliştirilmesi” ana temalı programda, CITA üyeleri TÜVTÜRK Akademi, Şile ve Tuzla Araç Muayene İstasyonları’nı da ziyaret ederek uluslararası eksende en iyi uygulamalardan biri olarak gösterilen TÜVTÜRK’ün idari ve operasyonel faaliyetlerini inceleme fırsatı buldu. CITA’nın kalite ve eğitim konulu 3 numaralı Çalışma Grubu’nda dört yılı aşkın süredir Teknik Uzman olarak görev yapan TÜVTÜRK Kurumsal Gelişim Direktörü Emre Büyükkalfa, toplantıyı değerlendirerek, “Tabi olduğumuz evrensel standartların hazırlanmasında TÜVTÜRK’ün de görüşlerine başvurulması, bir başka deyişle uluslararası mevzuatın geliştirilmesinde söyleyecek bir sözümüzün olması kurumumuz ve ülkemiz adına saygınlığımızı artırmaktadır” dedi. CITA bu kez İstanbul’da toplandı İSTASYON 59 TÜVTÜRK STK’lara özel çalışma Özellikle tarımsal üretim yapıldığı bölgelerde meydana gelen kazaların önemli bölümünün muayenesi yapılmamış traktörler ya da tarım makineleri nedeniyle meydana geldiğini gerçeğinden hareket eden TÜVTÜRK, Ziraat Odaları’na bir mektupla birlikte broşür ve posterler göndererek dikkatlerin bir kez daha bu konuya çekilmesine vesile oldu. 19 Şubat’ta yürürlüğe giren yönetmeliğe göre muayenesiz araçların ikinci el satışının yasak olduğuna dikkat çekilen mektuplarda, bu sınıfa giren araçların karayolu trafiğinde yoğun olarak kullanılmasının trafik güvenliği açısından yarattığı tehlikeli durum da dile getirildi. Araç sahiplerinin randevu alırken bazı yanlış sitelere yönlendirildiğinin de ayrıca vurgulandığı mektupta, www.tuvturk.com.tr adresinden ücretsiz olarak randevu alınabileceği belirtildi. Benzer bir çalışmayı, Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu (TŞOF) ve Türkiye Otobüsçüler Federasyonu’na (TOFED) bağlı tüm üye kurumlarla paylaşan TÜVTÜRK, hem federasyon hem de Ziraat Odası yöneticilerinden kendilerine mensup çiftçi ve esnafın bilgilendirme ve yönlendirmesi konusunda desteğini istedi. 60 İSTASYON Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra yürürlüğe giren yönetmeliğe göre, artık egzoz emisyon ölçümü yapan noktalarda en az iki sertifikalı ölçüm personeli bulunması gerekiyor. Bu personellerin teknik eğitim veren okullardan mezun olmalarının yanında, egzoz emisyon ölçümü konusunda eğitim almaları şart koşuluyor. Yönetmelikte ayrıca işi yapacak kişilerin mezun olması gereken okullar ve egzoz gazı ölçümü konusunda eğitim aldıklarına dair belgelerin olması gerektiği de belirtiliyor. Yönetmelik değişikliği nedeniyle oluşan personel ihtiyacını karşılamak isteyen TÜVTÜRK Akademi, egzoz gazı emisyonu ölçümü eğitim sertifikası verme yetkisi aldı ve 8 Haziran’a kadar 14 lokasyonda 1071 kişiye eğitim verdi. Eğitimler, yine Bakanlık ve kamu kurumları tarafından yetki verilen kurumlardan da alınabiliyor. Bu kurumların arasında TÜVTÜRK de yer alıyor. Dört yıldır kendi çalışanlarına egzoz ölçümleriyle ilgili eğitim veren TÜVTÜRK, Şile’de kurduğu TÜVTÜRK Akademi aracılığıyla diğer kurum ve kuruluşlar için de eğitim programları hazırladı. Dört saat sürecek eğitimlerde hem teorik hem de pratik bilgiler aktarılacak. Gerekli koşullar oluştuğu takdirde TÜVTÜRK bu eğitimleri firmaların kendi ölçüm noktalarında da gerçekleştirebilecek. Araç muayenesinin tarihçesi İstasyonlar artık haritada TÜVTÜRK, araç sahiplerinin istasyonları daha rahat ve daha çabuk bulabilmesi için dijital haritalandırma çalışması yaptı. Yellowmedia ile yapılan işbirliği sonucunda oluşturulan haritalandırmada istasyonlara ait tüm bilgilere kolayca ulaşmak mümkün. Tamamen etkin kullanıcı deneyimlini hedef alan bir tasarımla oluşturulan harita sistemiyle, istasyon lokasyonlarını bulmak ve yol tarifi almak mümkün. Tüm lokasyonlar, Google ve Yandex başta olmak üzere önde gelen dijital harita sitelerinde ve yellowpages.com.tr adresinde. TÜVTÜRK AKADEMİ’de Egzoz Gazı Emisyon Ölçümü eğitimi Manisa’da motosiklet projesi Manisa Valiliği İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü’nün koordinasyonu, ilgili kurum ve derneklerin işbirliğiyle “Motosiklet Kullanımının Yaygınlaştırılması, Fark Edilme, Güvenli Sürüş Teknikleri ve Trafik Kurallarına Uyulması” başlıklı proje hayata geçirildi. Projenin tanıtım toplantısında konuşma yapan Manisa Valisi Abdurrahman Savaş, geçen yıl yapılan trafik kontrollerinde 4 bin 665 kişiye kask kullanmadıkları için ceza kesildiğini belirterek konunun ne derece önem taşıdığına dikkat çekti. Projeye toplam 18 kurum, kuruluş ve derneğin destek verdiğini belirten Savaş, temel amaçlarının güvenli sürüş teknikleri ve trafik kurallarına uyulması konularında motosiklet sürücülerinin bilinçlendirilmesi, toplumsal duyarlılığın artırılarak can ve mal kaybının en aza indirilmesi ve önlenmesi olduğunu söyledi. Manisa’nın traktör ve motosiklet sayısı bakımından Türkiye’de ilk sıralarda yer aldığını belirten TÜVTÜRK iş ortağı Aktur Araç Muayene İstasyonları İşletmeciliği AŞ Genel Müdürü Mehmet İlem ise muayene yaptırmayan araçların çokluğunu, motosiklet ve traktörlerden neredeyse üçte ikisinin muayeneye gelmediğini vurguladı. Proje kapsamında, yaklaşık 200 kask dağıtıldı. Elektronik tescilde yeni dönem başladı TÜVTÜRK Denetçisi Hudai Akçura, Ahmet Necdet Sezer Üniversitesi, Teknoloji Fakültesi Otomotiv Mühendisliği Bölümü’nün yılsonu etkinliğine katılarak ülkemizdeki araç muayenesinin tarihçesini anlattı. Seminere öğrencilerin yanı sıra Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Bayrakçeken ve Yrd. Doç. Dr. F. Emre Uysal katıldı. Elektronik tescil kayıtlarının kullanılması, araç muayenelerindeki yeniliklerden biri. Araçların tescil kayıtlarına elektronik ortamda güvenli bir şekilde ulaşılmasını amaçlayan bu uygulama sayesinde, ruhsatlar üzerindeki hatalı ve yanlış bilgiler, elektronik ortamda, tescil belgesi basılmadan, düzeltilebiliyor. Araç sahipleri, muayenelerini yaptırdıktan; elektronik tescil kayıtlarındaki hatalı ve yanlış bilgiler düzeltildikten sonra, ruhsatlarını almak için tescil kuruluşuna başvurabilecekler. Aracını satacak, plakasını değiştirecek, ruhsatına logo işletecek araç sahiplerinin iki kez tescil belgesi değiştirmesine neden olan olumsuz durum da yeni uygulamayla birlikte ortadan kaldırılmış oldu. Elektronik tescil kayıtları doğru olan, ancak tescil belgesinde yıpranma, maddi hata gibi eksiklikler bulunan araçların muayeneleri, ağır kusurlu sonuçlanıyor ve araç sahipleri tescil belgelerini yenileyerek muayene tekrarına geliyordu. Yeni uygulamayla birlikte, araç muayenelerinde elektronik kayıtlar esas alınarak yapılıyor ve araç sahiplerine muayeneden sonra tescil belgelerini yenilemeleri gerektiği konusunda bilgi veriliyor. Böylece, araç sahibi iki kez muayene istasyonuna gelmek zorunda kalmıyor. İSTASYON 61 ENGLISH SUMMARY Why do you think people paid so much attention to the Rally? Europeans support social, cultural activities and organizations that can be called as hobby, and they want to participate in them in person. If you organize a really good, influential event that achieves its goal, people happily get involved in it. What is important here is for what and for whom you organize the event; people would support you only if you set out for the right goal. The best example is TÜVTÜRK, I think. TÜVTÜRK participates in Orient Rally every year eagerly because it suits TÜVTÜRK’s targets and we believe that the message reaches to the right receivers. What is important for us is to convey the right message to the right receivers. They covered 10 thousand km for Friendship and Peace Having been held with the support TÜVTÜRK for three years, Orient Rally had 333 vehicles that covered 10 thousand km from Germany to Jordan. TÜVTÜRK team represented Turkey. We took the opportunity to interview Allgaeu Orient Rally Vice President. S upported by the EU and in partnership with UN, the 9th “Allgaeu Orient Rally – Friendship and Peace Rally” was held on May 3-24. At the rally, in which only vehicles worth less than 1111 Euros and more than 20 years old can race, the vehicles can not go on highways and use GPS according to the rules. This year, 111 teams and 333 vehicles participated in the rally, which has been supported by TÜVTÜRK Vehicle Inspection Stations for three years. To understand the event’s spirit better, we asked the questions in our minds to Allgaeu Orient Rally Vice President Nadir Serin. Why is Orient Rally named as Friendship and Peace Rally? Orient Rally has the name “Friendship and Peace Rally” due to the countries, cultures and social activities we organize. For 62 İSTASYON example, there are many problems or war in countries like Israel, Philistine and Jordan, which are also our neighbors. We pass through these countries as well or there are contesters racing at our event from these countries. On the other hand, we have been passing through Eastern and South Eastern parts of Turkey, where some people hesitate to go, for 4 years. We go there with friendly feelings and try to make those people feel that they are not alone. We see ourselves as guests not tourist. With the help of our supporters and sponsors, we organize social and cultural activities as much as possible. We help and donate to the schools, handicapped training centers, earthquake victims and NGOs. With all the friends who love us, we try to bring peace and friendship to the world. That is why the name of our event is “Friendship and Peace Rally.” While defining the social responsibility activities that the participants take part in, which criteria are considered? First of all, we aim that our help would reach the places and institutions that really need that help. We pick the places to help either among the applications made to us or we notify the Organization Committee the places we saw the previous year on the Rally route and thought it needed help. What we can do is limited; of course we help as much as we can. However, we never make promises to people. How would you define the emotional satisfaction that the participants get from the event, which goes beyond the ordinary in a world that everything is based on winning? This is a social responsibility project. You first build a good network. You learn friendship and sharing better here. How much and what kind of help you can do comes into prominence here rather than ranking first. Racers also race with these feelings, which is very important. On the other hand, racers go back home by plane after spending thousands of Euros and giving away their vehicle and really enjoy it. The racers that go back home tell their spouses or children about this rally. Is there any chance that a kid who listens to the donation made via Orient Rally and grows up with the stories of the event would not be a humanist? Briefly, you both improve yourself and make others happy in Friendship and Peace Rally. That your family is proud of what you do is just icing on the cake. TÜVTÜRK team at the Rally A Turkish team of 3 vehicles represented Turkey at the rally. The team of TÜVTÜRK employees got behind the wheel on the Oberstaufen - Istanbul route. Another TÜVTÜRK team, who took over the vehicles in Turkey, joined Ankara-Çorum-Tokat lap. TÜVTÜRK General Manager Kemal Ören, who was the captain of TÜVTÜRK team and joined the Israel – Jordan lap in person, emphasized the importance of the event saying “The vehicles that are inspected periodically and fairly can even take place in such tough event like rallies. This is one of the reasons that we joined this event as TÜVTÜRK.” Stating that TÜVTÜRK team had been following the rally ever since the start in Germany and raced partly in the Turkey lap, Ören said “Even if the race is called one of the most fun rallies in the world, it requires high endurance when you consider the cars and the tracks. We, as TÜVTÜRK, wanted to contribute to the fact that racers would get to know our country by participating in the race with 3 vehicles.” İSTASYON 63 ENGLISH SUMMARY Dreamers will build the future! Imagination unlimited and ‘eccentric’ ideas are needed for Computer Design and Animation jobs to be done properly. Written by: Sinem Özcan A re we aware how much digital media changes our daily habits, social communication networks and perception? When we look at the computer screen now, we perceive it as a visual even if it’s only a text. And mostly, we make our decision to read the text or not according to its visual appeal from its font to its typesetting which causes us to perceive it as a whole. While the age of informatics opens doors to unlimited information, it is swiftly building its own dynamics. These dynamics now stretches out to push the dimensions. In short, the age of wishing for what you see is over; we take a step to a new age where we look for ways to see what we wish for. Just like renaissance came after a certain accumulation of knowledge and experience and destroyed the walls that the previous one built without destroying its connection with its roots, computer-aided design and animation will also start a revolution without losing touch with its roots but by making the imagined visible. Computer-aided design and animation is one of the most popular occupations of our age that will never fade. This field, whose strength comes from solid real resources, will never lose its virginity. Needed for almost every sub segment of entertainment business from computer games to industrial production design, from fine arts to advertising; this occupation will gain value day by day. Every teenager, who thinks he/she has a vivid imagination and believes that he/she could come up with new projects and ideas, should consider choosing the field of computer-aided design and animation during university entrance process. For now, it can only be taken as a course of departments such as Visual Communication Design and Advertising or various engineering branches. However, since it has already taken on the title “career for the future”, many private courses and programs provide Computer-Aided Design and Animation education. Either as a sub branch of a department or in a private course, there are some required courses that you need to read thoroughly. One of them is Basic Art Training, which is a required course in the freshman year of every art school. Therefore, if you say “I will be the Picasso of the digital world”, you are wrong. It is also a problem if you are not good with math or physics because the data transferred through those tiny cables consist of numbers and codes. Of course, you need to be successful in many courses such as 3B Technology and Production Process, Post Production, 3B Modeling and Animation Expertise, and moreover, you have to create a project. Computer-aided design and animation is almost a fasterthan-light sector, and whether you are in medicine, industry and energy or in advertising part of it, you need to read, do research, create and be open to be inspired in this digital age if you don’t want your “15-minute fame” to fade away as put by the star Andy Warhol on a TV show in 1986. The artists, men of letters and science people, whose names or works you remember, were not singular persons that were carrying out those jobs at the time, of course… What made them different was their expertise. İSTASYON 65 ENGLISH SUMMARY TÜVTÜRK news Smiling faces in Nice n TÜVTÜRK preferred Nice of France for the 6th Busi- ness Partners Meeting this year. In the meeting held on April 10-13 with the motto “All together in Nice, smiling faces at TÜVTÜRK!”, the activities of the last year and the projects planned to be carried out next year were discussed; ideas were exchanged. Within the framework of the organization, the cities Cannes, Monaco, Monte Carlo and St. Paul de Vence were visited. Aside from the meeting in Nice, TÜVTÜRK held Idea and Experience Sharing Meetings that focused on operational agenda on June 3rd in Gaziantep and June 5th in Bursa to make communication with business partners more efficient. CITA gathered in Istanbul this time Spain, Ireland, Serbia and Lithuania, as well as bureaucrats and Turkish Accreditation Agency officers. The participants have exchanged the ideas about the improvement of member countries’ quality and training systems at the meeting. In the program with the main theme “Improving quality and training systems for member state enterprises”, CITA members visited TÜVTÜRK Akademi, Şile and Tuzla Vehicle Inspection Stations, and had a chance to observe TÜVTÜRK’s executive and operational business, which is cited as one of the best practices internationally. Having been working as a Technical Specialist for more than four years at the Working Group Number 3 of CITA themed quality and training, Emre Büyükkalfa, TÜVTÜRK Corporate Development Director, said “The fact that they also resort to TÜVTÜRK’s opinions during the process of setting universal standards that we are dependent on, in other words, the fact that we have influence on the improvement of international regulations boosts our prestige both for our company and our country.” Keeps growing n International Motor Vehicle Inspection Committee’s Europe Advisory Group held its annual meeting on April 15-16 in Istanbul. The meeting was held with the participation of vehicle inspection, quality and training managers from Sweden, Germany, Netherlands, Luxemburg, France, England, 66 İSTASYON n Operating to reduce traffic accidents, TÜVTÜRK keeps increasing the number of its stations and channels to provide customer satisfaction and to meet the needs of vehicle owners as fast as possible. Accordingly, the number of channels has been increased in Milas, Fethiye and Marmaris districts of Muğla, and Çorlu district of Tekirdağ. Following the field work, Milas and Marmaris stations have been increased from 1 channel to 2, Fethiye stations from 2 channels to 3, and Çorlu stations from 2 channels to 4. C M Y CM MY CY CMY K