Tam Metin - Marmara Medical Journal
Transcription
Tam Metin - Marmara Medical Journal
Marmara Medical Journal DERGİ HAKKINDA Marmara Medical Journal, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından yayınlanan multidisipliner ulusal ve uluslararası tüm tıbbi kurum ve personele ulaşmayı hedefleyen bilimsel bir dergidir. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, tıbbın her alanını içeren klinik ve deneysel çalışmaları, ilginç olgu bildirimlerini, derlemeleri, davet edilmiş derlemeleri, Editöre mektupları, toplantı, haber ve duyuruları, klinik haberleri ve ilginç araştırmaların özetlerini, ayırıcı tanı, tanınız nedir başlıklı olgu sunumlarını, soru-cevaplar, tıp gündemini belirleyen güncel konuları ve özellikle Halk Sağlığı ve Tıp Eğitimi ile ilgili çalışmaları ve tıp öğrencilerinin yaptıkları çalışmaları yayınlar. ABOUT JOURNAL The Marmara Medical Journal is a multidisciplinary, academic publication of Marmara University, School of Medicine. It is an open access, double blind peer-reviewed journal. The journal aims to publish papers of general interest relating to advances in medical practice and novel treatments that will be of interest to general practitioners, medical students, and senior practitioners and specialists. We especially welcome papers on Public Health and Medical Education. MMJ also aims to publish all types of research conducted by medical students. It includes original research papers, case reports, reviews, articles about clinical and practical applications and editorials, short reports, letters to the editor and occcasionally a photo-quiz. Periyodu: Yılda 3 sayı olarak Ocak, Mayıs ve Ekim aylarında yayınlanmaktadır. Frequency: Three times a year ( January, May, October) Yayına başlama tarihi : 1988 e-Yayına başlama tarihi: 2004 (2004 yılından 2011 yılına kadar sadece elektronik ortamda yayınlanmıştır.) Yayın Dili: Türkçe, İngilizce ISSN: 1019-1941 eISSN: 1309-9469 Temel Hedef Kitlesi: Tıp alanında tüm branşlardaki hekimler, uzman ve öğretim üyeleri, tıp öğrencileri İndekslendiği dizinler: EBSCO, SCOPUS, EMBASEExcerpta Medica, DOAJ (Directory of Open Access Journals), Cross Ref, ULRICH’s Database, Google Scholar, British Library, ULAKBİM Tıp Veri Tabanı (Türk Tıp Dizini), Türkiye Atif Dizini, Türk Medline (Ulusal Atif İndeksi), Türkiye Klinikleri Tıp Veri Tabanı, Milli Kütüphane-Türkiye Makaleler Bibliyografyası Makalelerin ortalama değerlendirme süresi: 2 haftadır Year of first print issue : 1988 Year of first online issue : 2004 (Between 2004 and 2011 the Journal was published solely in an electronic format.) Language : English and Turkish Print ISSN: 1019-1941 eISSN : 1309-9469 The articles published in the Marmara Medical Journal are indexed or abstracted in: EBSCO, SCOPUS, EMBASE / Excerpta Medica, DOAJ (Directory of Open Access Journals), Cross Ref, ULRICH’S Database, Google Scholar, The British Library, Turkish Academic Network and Information Center (ULAKBİM)-Turkish Medical Database, TURK MEDLINE - Türk Sağlık Bilimleri İndeksi (Index of Turkish Health Sciences), Türkiye Makaleler Bibliyografyası (Bibliography of Articles in Turkish Periodicals), Türkiye Klinikleri Tıp Dizini (Turkish Citation Index) We aim to reach a decision on all manuscripts within two weeks of submission. Yayın Hakları: Marmara Medical Journal’in basılı ve web ortamında yayınlanan yazı, resim, şekil, tablo ve uygulamalar yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen herhangi bir vasıtayla basılamaz. Bilimsel amaçlarla kaynak göstermek kaydıyla özetleme ve alıntı yapılabilir. Permission Request: Manuscripts, tables, graphics, figures and pictures published in the Marmara Medical Journal cannot be reproduced, archieved in a system, used in advertisement materials, without a written permision. Citations can be included only in scientific articles with referral. Makale takibi - İletişim Seza Arbay Marmara Medical Journal (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi) Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı, Temel Tıp Bilimleri Binası, 3. Kat, Başıbüyük Mahallesi, Başıbüyük, Maltepe, İstanbul, Türkiye Tel: +90 216 4144734 Faks: +90 216 4144731 E-posta: mmj@marmara.edu.tr Correspondence and communications Seza Arbay Marmara Medical Journal (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi) Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı, Temel Tıp Bilimleri Binası, 3. Kat, Başıbüyük Mahallesi, Başıbüyük, Maltepe, İstanbul, Turkey Tel: +90 216 4144734 Faks: +90 216 4144731 E-mail: mmj@marmara.edu.tr Yayınevi Marmara Üniversitesi Yayınevi Göztepe Kampüsü, Kadıköy 34722 İstanbul Tel. +90 216 348 4379, Faks +90 216 348 4379 E-posta: yayinevi@marmara.edu.tr Publisher Marmara University Press Göztepe Kampüsü, Kadıköy 34722 İstanbul, Turkey Tel. +90 216 348 4379, Faks +90 216 348 4379 E-mail: yayinevi@marmara.edu.tr ∞ Dergi asitsiz kağıda basılmaktadır. ∞ The Journal is printed on acid-free paper. Baskı Kültür Sanat Basımevi Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi ZB7-ZB11 Topkapı, Zeytinburnu, İstanbul Tel: (0212) 674 00 21 Faks: (0212) 674 00 61 Printing Press Kültür Sanat Print House Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi ZB7-ZB11 Topkapı, Zeytinburnu, İstanbul Tel: +90212 674 00 21 Faks: +90212 674 00 61 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Sahibi Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi adına / Owner, In the name of Deanship of Marmara University, School of Medicine Dekan / Dean Prof. Dr. Ömer Günal Editör / Editor-in-Chief Prof. Dr. M. Pamir Atagündüz Editör Yardımcıları / Associate Editors Prof. Dr. Arzu Denizbaşı Altınok Prof. Dr. İsmail Cinel Doç. Dr. Beste Atasoy Doç. Dr. Arzu Akşit İlki İstatistik Editörü / Statistics Editor Prof. Dr. Nural Bekiroğlu Koordinatörler / Coordinators Seza Arbay, MS Dr. Vera Bulgurlu Uluslararası Editörler Kurulu / International Editorial Board Adnan Dağçınar, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Athanasios Fassas, Arkansas, ABD / Arkansas, USA Ayşegül Atmaca, Samsun, Türkiye / Samsun, Turkey Cem Ergon, İzmir, Türkiye / Izmir, Turkey Christoph Grüber, Frankfurt, Almanya / Frankfurt, Germany Christos Mantzoros, Boston, ABD / Boston, USA Devrim Dündar, Kocaeli, Türkiye / Kocaeli, Turkey Dilek Seçkin, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Emin Kansu, Ankara, Türkiye / Ankara, Turkey Esen Akpek, Baltimore, ABD / Baltimore, USA Evren Yaşar, Ankara, Türkiye / Ankara, Turkey Feray Cinevre Soyupak, İsparta, Türkiye / Isparta, Turkey George Velmahos, Boston, ABD / Boston, USA Hakkı Arıkan, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey İbrahim Şahin, Malatya, Türkiye / Malatya, Turkey İhsan Nuri Akpınar, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Isac I Schnirer, Tel Aviv, İsrail / Tel Aviv, Israel Jan Lotvall, Gothenburg, İsveç / Gothenburg, Sweden Kaan Boztuğ, Viyana, Avusturya / Vienna, Austria Kayıhan Uluç, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Kazunori Okabe, Ube, Japonya / Ube, Japan Lydia Ioannido Mouzaka, Atina, Yunanistan / Athens, Greece Muzaffer Metintaş, Eskişehir, Türkiye / Eskisehir, Turkey Neşe Perdahlı Fiş, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Neşe Tuncer Elmacı, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Nima Rezaei, Tahran, İran / Tehran, Iran Oğuzhan Deyneli, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Olcay Yeğin, Antalya, Türkiye / Antalya, Turkey Önder Ergönül, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Özge Ecmel Onur, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Özlem Yenice, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Rainer W Guillery, Oxford, İngiltere / Oxford, England R Lucian Chirieac, Boston, ABD / Boston, USA Robert W Mahley, San Francisco, ABD / San Francisco, USA Scott J Swanson, Boston, ABD / Boston, USA Seval Güneşer, Adana, Türkiye / Adana, Turkey Todor A Popov, Sofya, Bulgaristan / Sofia, Bulgaria Toni Lerut, Leuven, Belçika / Leuven, Belgium Yoshifumi Naka, New York, ABD / New York, USA Yusuf Yazıcı, New York, ABD / New York, USA Tevfik Yoldemir, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Ziya Salihoğlu, İstanbul, Türkiye / Istanbul, Turkey Marmara Medical Journal Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Yazarlara Bilgi Marmara Medical Journal - Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisine ilginize teşekkür ederiz. Özgün araştırma makaleleri Derginin elektronik ortamdaki yayınına erişim marmaramedicaljournal.org adresinden serbesttir. (i) Özetler: Amaç (Objectives), Gereç ve Yöntem (Materials and Methods) ya da Hastalar ve Yöntemler (Patients and Methods), Bulgular (Results) ve Sonuç (Conclusion) bölümlerine ayrılmalı ve 200 sözcüğü geçmemelidir. www. Marmara Medical Journal tıbbın klinik ve deneysel alanlarında özgün araştırmalar, olgu sunumları, derlemeler, davet edilmiş derlemeler, mektuplar, ilginç, fotoğraflı soru-cevap yazıları (photo-quiz), editöre mektup, toplantı, haber ve duyuruları, klinik haberleri ve ilginç araştırmaların özetlerini yayınlamaktadır. Türkçe ve İngilizce özetler yazı başlığı ile birlikte verilmelidir. (ii) Anahtar Sözcükler İngilizce anahtar kelimeler Medical Subject Headings (MeSH)’e, Türkçe anahtar kelimeler ise Türkiye Bilim Terimleri (TBT)’ne uygun olarak seçilmelidir. Yılda 3 sayı olarak Ocak, Mayıs ve Ekim aylarında yayınlanan Marmara Medical Journal hakemli ve multidisipliner bir dergidir. Gönderilen yazılar Türkçe veya İngilizce olabilir. Yazının diğer bölümleri, (iii) Giriş, (iv) Gereç ve Yöntem / Hastalar ve Yöntemler, (v) Bulgular, (vi) Tartışma ve (vii) Kaynaklar’dır. Başlık sayfası dışında yazının hiçbir bölümünün ayrı sayfalarda başlatılması zorunluluğu yoktur. Değerlendirme süreci Maddi kaynak, çalışmayı destekleyen burslar, kuruluşlar, fonlar, metnin sonunda teşekkürler kısmında belirtilmelidir. Dergiye gönderilen yazılar, ilk olarak dergi standartları açısından incelenir. Derginin istediği forma uymayan yazılar, daha ileri bir incelemeye gerek görülmeksizin yazarlarına iade edilir. Zaman ve emek kaybına yol açılmaması için, yazarlar dergi kurallarını dikkatli incelemeleri önerilir. Dergi kurallarına uygunluğuna karar verilen yazılar Editörler Kurulu tarafından incelenir ve en az biri başka kurumdan olmak üzere iki ya da daha fazla hakeme gönderilir. Editör, Kurulu yazıyı reddetme ya da yazara(lara) ek değişiklikler için gönderme veya yazarları bilgilendirerek kısaltma yapmak hakkına sahiptir. Yazarlardan istenen değişiklik ve düzeltmeler yapılana kadar, yazılar yayın programına alınmamaktadır. Marmara Medical Journal gönderilen yazıları sadece online olarak http://marmaramedicaljournal.org/submit adresinden kabul etmektedir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlara aittir. Marmara Medical Journal yazıların bilimsel sorumluluğunu kabul etmez. Makale değerlendirmek için gönderildiği sırada Yayın Hakkı Devir Formu ve çıkar çatışması formu imzalanıp dergiye iletilmelidir. Gönderilen yazıların dergide yayınlanabilmesi için daha önce başka bir bilimsel yayın organında yayınlanmamış olması gerekir. Daha önce sözlü ya da poster olarak sunulmuş çalışmalar, yazının başlık sayfasında tarihi ve yeri ile birlikte belirtilmelidir. Yayınlanması için başvuruda bulunulan makalelerin, adı geçen tüm yazarlar tarafından onaylanmış olması ve çalışmanın başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayınlanmak üzere değerlendirmede olmaması gerekmektedir. Çalışma ile ilgili herhangi bir mali ya da diğer çıkar çatışması var ise çıkar çatışması formunda belirtilmelidir. (1, 2) Yazıların hazırlanması Olgu sunumları İngilizce ve Türkçe özetleri kısa ve tek paragraflık olmalıdır. Olgu sunumu özetleri ağırlıklı olarak mutlaka olgu hakkında bilgileri içermektedir. Anahtar sözcüklerinden sonra giriş, olgu(lar) tartışma ve kaynaklar şeklinde düzenlenmelidir. Derleme yazıları İngilizce ve Türkçe başlık, İngilizce ve Türkçe özet ve İngilizce ve Türkçe anahtar kelimeler yer almalıdır. Kaynak sayısı 50 ile sınırlanması önerilmektedir. Kaynaklar Kaynaklar yazıda kullanılış sırasına göre numaralanmalıdır. Kaynaklarda verilen makale yazarlarının sayısı 6 dan fazla ise ilk 3 yazar belirtilmeli ve İngilizce kaynaklarda ilk 3 yazar isminden sonra “et al.”, Türkçe kaynaklarda ise ilk 3 yazar isminden sonra “ ve ark. “ ibaresi kullanılmalıdır. Noktalamalara birden çok yazarlı bir çalışmayı tek yazar adıyla kısaltmamaya ve kaynak sayfalarının başlangıç ve bitimlerinin belirtilmesine dikkat edilmelidir. Kaynaklarda verilen dergi isimleri Index Medicus’a (http://www.ncbi.nim.nih.gov/sites/ entrez/query.fcgi?db=nlmcatalog) veya Ulakbim/Türk Tıp Dizini’ne uygun olarak kısaltılmalıdır. Makale: 1. Yazici D, Taş S, Emir H, Sunar H. Comparison of premeal mixed insulin three times daily and basalbolus insulin therapy started post-operatively on patients having coronary artery bypass graft surgery. Marmara Med J 2011; 25:16-9. doi: 10.5472/MMJ.2011.02134.1 Derginin yayın dili İngilizce veya Türkçe’dir. Türkçe yazılarda Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü (http://tdk.org.tr) esas alınmalıdır. Anatomik terimlerin ve diğer tıp terimlerinin adları Latince olmalıdır. Gönderilen yazılar, yazım kuralları açısından Uluslararası Tıp Editörleri Komitesi tarafından hazırlanan “Biomedikal Dergilere Gönderilen Makalelerde Bulunması Gereken Standartlar“a (Uniform Requirements For Manuscripts Submittted to Biomedical Journals) uygun olarak hazırlanmalıdır. (http://www. ulakbim.gov.tr /cabim/vt) 2. Walker M, Hull A. Preterm labor and birth. In: Taeusch HW, Ballard RA, eds. Avery’s Diseases of the Newborn. Philadelphia: WB Saunders, 1998: 144,153. Makale içinde kullanılan kısaltmalar Uluslararası kabul edilen şeklide olmalıdır (http://www.journals.tubitak.gov.tr/kitap/ maknasyaz/) kaynağına başvurulabilir. Birimler, Ağırlıklar ve Ölçüler 11. Genel Konferansı’nda kabul edildiği şekilde Uluslararası Sistem (SI) ile uyumlu olmalıdır. Kaynak web sitesi ise: Kaynak makalerdeki gibi istenilen bilgiler verildikten sonra erişim olarak web sitesi adresi ve erişim tarihi bildirilmelidir. Makaleler Word, WordPerfect, EPS, LaTeX, text, Postscript veya RTF formatında, şekil ve fotoğraflar ise ayrı dosyalar halinde TIFF, JPG, BMP, Postscript veya EPS formatında kabul edilmektedir. Yazı kategorileri Yazının gönderildiği metin dosyasının içinde sırasıyla, Türkçe başlık, özet, anahtar sözcükler, İngilizce başlık, özet, İngilizce anahtar sözcükler, makalenin metini, kaynaklar, her sayfaya bir tablo olmak üzere tablolar ve son sayfada şekillerin (varsa) alt yazıları şeklinde olmalıdır. Metin dosyanızın içinde, yazar isimleri ve kurumlara ait bilgi, makalede kullanılan şekil ve resimler olmamalıdır. Kitap: Norman IJ, Redfern SJ, (editors). Mental health care for elderly people. New York: Churchill Livingstone, 1996. Kitaptan Bölüm: Phillips SJ, Whisnant JP Hypertension and stroke. In: Laragh JH, Brenner BM, editors. Hypertension: Pathophysiology, Diagnosis, and Management. 2nd ed. New York: Raven Pres, 1995:465-78. Kaynak internet ortamında basılan bir dergi ise: Kaynak makaledeki gibi istenilen bilgiler verildikten sonra erişim olarak URL adresi ve erişim tarihi verilmelidir. Kongre Bildirileri: Bengtsson S, Solheim BG. Enforcement of data protection, privacy and security in medical informatics. In: Lun KC, Degoulet P, Piemme TE, Rienhoff O, editors. MEDINFO 92. Proceedings of the 7th World Congress on Medical Informatics; 1992 Sep 6-10; Geneva, Switzerland. Amsterdam: North-Holland; 1992:1561-5. Tablo, şekil, grafik ve fotoğraf Tablo, şekil grafik ve fotoğraflar yazının içine yerleştirilmiş halde gönderilmemeli. Tablolar, her sayfaya bir tablo olmak üzere yazının gönderildiği dosya içinde olmalı ancak yazıya ait şekil, rafik ve fotografların her biri ayrı bir imaj dosyası ( jpeg) olarak gönderilmelidir. Tablo başlıkları ve şekil altyazıları eksik bırakılmamalıdır. Şekillere ait açıklamalar yazının gönderildiği dosyanın en sonuna yazılmalıdır. Tablo, şekil ve grafiklerin numaralanarak yazı içinde yerleri belirtilmelidir. Tablolar yazı içindeki bilginin tekrarı olmamalıdır. Makale yazarlarının, makalede eğer daha önce yayınlanmış alıntı yazı, tablo, şekil, grafik, resim vb var ise yayın hakkı sahibi ve yazarlardan yazılı izin almaları ve makale üst yazısına ekleyerek dergiye ulaştırmaları gerekmektedir. Tablolar metin içinde atıfta bulunulan sıraya göre romen rakkamı ile numaralanmalıdır. Her tablo ayrı bir sayfaya ve tablonun üst kısmına kısa ancak anlaşılır bir başlık verilerek hazırlanmalıdır. Başlık ve dipnot açıklayıcı olmalıdır. Sütun başlıkları kısa ve ölçüm değerleri parantez içinde verilmelidir. Bütün kısaltmalar ve semboller dipnotta açıklanmalıdır. Dipnotlarda şu semboller: († ‡ ¶ §) ve P değerleri için ise *, **, *** kullanılmalıdır. SD veya SEM gibi istatistiksel değerler tablo veya şekilin altında not olarak belirtilmelidir. Grafik, fotoğraf ve çizimler ŞEKİL olarak adlandırılmalı, makalede geçtiği sıraya göre numaralanmalı ve açıklamaları şekil altına yazılmalıdır Şekil alt yazıları, ayrıca metinin son sayfasına da eklenmelidir. Büyütmeler, şekilde uzunluk birimi (bar çubuğu içinde) ile belirtilmelidir. Mikroskopik resimlerde büyütme oranı ve boyama tekniği açıklanmalıdır. Etik Marmara Medical Journal’a yayınlanması amacı ile gönderilen yazılar Helsinki Bildirgesi, İyi Klinik Uygulamalar Kılavuzu, İyi Laboratuar Uygulamaları Kılavuzu esaslarına uymalıdır. Gerek insanlar gerekse hayvanlar açısından etik koşullara uygun olmayan yazılar yayınlanmak üzere kabul edilemez. Marmara Medical Journal, insanlar üzerinde yapılan araştırmaların önceden Araştırma Etik Kurulu tarafından onayının alınması şartını arar. Yazarlardan, yazının detaylarını ve tarihini bildirecek şekilde imzalı bir beyan ile başvurmaları istenir. Çalışmalar deney hayvanı kullanımını içeriyorsa, hayvan bakımı ve kullanımında yapılan işlemler yazı içinde kısaca tanımlanmalıdır. Deney hayvanlarında özel derişimlerde ilaç kullanıldıysa, yazar bu derişimin kullanılma mantığını belirtmelidir. İnsanlar üzerinde yapılan deneysel çalışmaların sonuçlarını bildiren yazılarda, Kurumsal Etik Kurul onayı alındığını ve bu çalışmanın yapıldığı gönüllü ya da hastalara uygulanacak prosedürlerin özelliği tümüyle kendilerine anlatıldıktan sonra, onaylarının alındığını gösterir cümleler yer almalıdır. Yazarlar, bu tür bir çalışma söz konusu olduğunda, uluslararası alanda kabul edilen kılavuzlara ve TC. Sağlık Bakanlığı tarafından getirilen ve 28 Aralık 2008 tarih ve 27089 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Klinik araştırmaları Hakkında Yönetmelik” ve daha sonra yayınlanan 11 Mart 2010 tarihli resmi gazete ve 25518 sayılı “Klinik Araştırmalar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapıldığına Dair Yönetmelik” hükümlerine uyulduğunu belirtmeli ve kurumdan aldıkları Etik Komitesi onayını göndermelidir. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar için de gereken izin alınmalı; yazıda deneklere ağrı, acı ve rahatsızlık verilmemesi için neler yapıldığı açık bir şekilde belirtilmelidir. Hasta kimliğini tanıtacak fotoğraf kullanıldığında, hastanın yazılı onayı gönderilmelidir. Yazı takip ve sorularınız için iletişim: Seza Arbay Marmara Universitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı, Temel Tıp Bilimleri Binası, 3. Kat, Başıbüyük Mahallesi, Başıbüyük, Maltepe, İstanbul 34668, İstanbul Tel: +90 216 4144734 Faks: +90 216 4144731 e-posta: mmj@marmara.edu.tr Marmara Medical Journal Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Instructions to Authors The Marmara Medical Journal publishes original scientific research, case reports, reviews and letters. Manuscripts submitted under multiple authorship are reviewed on the assumption that all listed authors concur with the submission and that a copy of the final manuscript has been approved by all authors and tacitly or explicitly by the responsible authorities in the laboratories where the work was carried out. (3) Manuscripts are accepted for review with the understanding that no substantial portion of the study has been published or is under consideration for publication elsewhere. Regular articles should be approximately 20-25 pages doublespaced , including references, with margins of 2.5 cm. Review articles should be similar in length to a regular article with approximately 50 references. Manuscript files must be prepared in Word, WordPerfect, EPS, LaTeX, text, Postscript, or RTF format. Figures/Images should be embedded in the Manuscript file or sent as external files in TIFF, JPG, BMP, Postscript, or EPS format. The Marmara Medical Journal is in compliance with the Uniform Requirements for Manuscripts Submitted to Biomedical Journals created by International Committee for Medical Editors. 2) a statement that all participants gave informed consent. d. Results. Duplication between the text of this section and material presented in tables and figures should be avoided. Tabular presentation of masses of negative data must be avoided and replaced with a statement in the text whenever possible. The results must be presented clearly, concisely and without comment. e. Discussion. This section must relate the significance of the work to existing knowledge in the field and indicate the importance of the contribution of this study. Unsupported hypotheses and speculation should be omitted. f. References. The style of references is that of the Index Medicus. List all authors when there are six or fewer, when there are seven or more list the first three, then add “et al.”. Unpublished results or personal communications should be cited as such in the text. Please note the following examples: 1. Yazici D, Taş S, Emir H, Sunar H. Comparison of premeal mixed insulin three times daily and basal-bolus insulin therapy started post-operatively on patients having coronary artery bypass graft surgery. Marmara Med J 2011; 25:16-9. doi: 10.5472/MMJ.2011.02134.1 Preparation of Manuscript 2. Walker M, Hull A. Preterm labor and birth. In: Taeusch HW, Ballard RA, eds. Avery’s Diseases of the Newborn. Philadelphia: WB Saunders, 1998: 144,153. a. The Title page should contain the article title, authors’ names and academic or professional affiliations, and the address for manuscript correspondence (including e-mail address and telephone and fax numbers). Pages should be numbered consecutively and organized as follows: 3. Lawton J, Ahmad N, Hallowell N, Hanna L, Douglas M. Perceptions and experiences of taking oral hypoglycaemic agents among people of Pakistani and Indian origin: qualitative study. BMJ 2005;30:1247-51. doi:10.1136/bmj.38460.642789.EO (1) two structured abstracts (Turkish and English) of not more than 200 words each must be included. The abstracts should be divided into the following sections: Objective, Methods, Results and Conclusion, (2) Keywords (3-6 keywords, in Turkish and English should be taken from Medical Subject Headings (MeSH) from Index Medicus), (3) Introduction, (4) Materials and Methods, (5) Results, (6) Discussion and (7) References. 4. WONCA Ad Hoc Task Force on Tobacco Cessation. http://globalfamilydoctor.com/publications/new/ november/09.htm. b. Introduction. State why the investigation was carried out, note any relevant published work, and delineate the objective of the investigation. c. Methods. New methods or significant improvements of methods or changes in old methods must be described. Details regarding animal housing conditions should be given. All clinical studies must contain : 1) a statement that all experimental protocols have been approved by the Ethical Committee of the Institution prior to the commencement of the studies, g. Figures. Diagrams and illustrations should be given Arabic numerals. All figure legends should be grouped and written on a separate page. Each Figure should be in one of the following preferred formats: Tiff, JPEG, PDF, and EPS. h. Tables. Tables should be numbered consecutively with Roman numerals in order of appearance in the text. Type each table double-spaced on a separate page with a short descriptive title directly above and with essential footnotes below. Units will be in general accordance with the International System (SI) as adopted by the 11th General Conference on Weights and Measures. Compliance with the principles of Declaration of Helsinki is accepted as a policy by Marmara Medical Journal. Manuscripts which do not properly consider ethical issues for humans or animals will not be accepted for publication. a) Marmara Medical Journal requires that investigations performed on human subjects have the prior approval of the institutional Committee on Human Experimentation. Authors are required to submit a signed statement as to the date and details of the appropriate review. b) When studies involve the use of experimental animals, manuscripts should briefly describe the procedures employed for animal care and handling. Where drugs are used at particular concentrations in intact animal systems, the author should indicate some rationale for selection of the particular concentration. Role of the Funding Source. All sources of funding should be declared as an acknowledgment at the end of the text. Conflict of Interest: All authors are required to disclose all potential conflicts of interests, including financial interests and relationships and affiliations (other than those listed in the title page of the manuscript) relevant to the subject of the manuscript. Also editors, all participants in the peer-review and publication process must disclose all relationships that could be viewed as potential conflicts of interests. (4) Authorship: Marmara Medical Journal asks the corresponding author to attest that the authors: a) had access to all the study data b) took responsibility for the accuracy of the analysis c) had the authority over manuscript preparation and the decision to submit the manuscript for publication. All manuscripts are examined by the editorial board and efereed critically by two or more reviewers, at least one from another institution. The editor reserves the right to reject or to return the manuscript to the author(s) for additional changes. A copyright release form will be sent automatically by e-mail once your article is received by the Editor. Correspondence and communications regarding manuscripts and editorial material should be sent to: Seza Arbay Marmara Medical Journal Marmara University School of Medicine Temel Tıp Bilimleri Binası, 3. Kat, Başıbüyük Mahallesi, Başıbüyük, Maltepe, İstanbul, Turkey Phone: +90 216 4144734 Fax: +90 216 4144731 E-mail: mmj@marmara.edu.tr Marmara Medical Journal Contents / İçindekiler Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi Volume / Cilt 27 • Issue / Sayı 3 • Ekim / October 2014 Reviews / Derlemeler 159 Common physiological and behavioral problems in infants and children: What primary care physicians need to know Bebeklerde ve çocuklarda yaygın fizyolojik sıkıntılar ve davranış sorunları: Birinci basamak hekimlerinin bilmesi gerekenler Petek GENÇ KAYIRAN, Sinan Mahir KAYIRAN, Berkan GÜRAKAN 195 Splenektomi yapılan hastaların aşılanmalarının ve bu lipozomların eldesi ve antioksidan aktivitelerinin karşılaştırılması Preparation of liposomes containing vitamin C, vitamin E and polyphenol extract and comparison of their antioxidant activities Ziba Mokhberi OSKOUEI, Gökhan BİÇİM, A. Suha YALÇIN 171 Nucleus pedunculopontinus tegmenti’de özelliklerin gelişimsel olarak incelenmesi nörokimyasal Developmental investigation of neurochemical features in tegmental pedunculopontine nucleus Özlem KİRAZLI, Ümit Süleyman ŞEHİRLİ 178 Translation into Turkish of the expanded version of the “Brief Infant Sleep Questionnaire” and its application to infants Genişletilmiş “Bebek Kısa Uyku Anketi”nin Türkçe’ye çevirisi ve bebeklerde uygulanması Perran BORAN, Pınar AY, Azad AKBARZADE, Selda KÜÇÜK, Refika ERSU 184 The effect of gaming approach on learning in basic microbiology education: A pilot study Oyunlaştırmanın temel mikrobiyoloji eğitiminde öğrenmeye etkisi: Pilot çalışma Zeynep Ceren KARAHAN, Ayşen Melek AYTUĞ KOŞAN, Meral DEMİRÖREN 190 Akut pankreatitli hastalarda, hastalığın şiddetini belirlemede bilgisayarlı tomografi ve modifiye bilgisayarlı tomografi şiddet indekslerinin karşılaştırılması Comparison of CT severity index and modified CT severity index in patients with acute pancreatitis, in determining the severity of the disease İnci KIZILDAĞ YIRGIN, Elif HOCAOĞLU, Hakan YIRGIN, Arda KAYHAN, Nurten TURAN GÜNER, Serpil KALKAN GÖMEÇ, Sibel BAYRAMOĞLU, Tan CİMİLLİ An evaluation of immunization practices and their knowledge about this issue in splenectomized patients Mehmet ULUĞ, Vahap ASLAN, Namık YILMAZ, İbrahim DOLU 199 Diyabet hastalarının ruhsal sorunlarının Kaynakların Original Articles / Özgün Araştırmalar 166 C vitamini, E vitamini ve polifenol ekstresi içeren konudaki bilgilerinin değerlendirilmesi Korunması kuramı kapsamında incelenmesi An investigation of psychological distress among patients with Type 2 diabetes considered in the light of the scope of Conservation of Resources theory Ezgi GÖÇEK YORULMAZ, Gülay DİRİK Case Reports / Olgu Sunumları 207 Bilateral ovarian Krukenberg tumor at mid-gestation İkinci trimesterde bilateral ovaryen Krukenberg tumörü Tevfik YOLDEMİR 210 Endotracheal preocclusive lipoma: A rare reason of tracheal occlusion Endotrakeal preoklusif lipom: Nadir bir trakeal tıkanıklık nedeni Suha AKPINAR, Banu ALICIOGLU 213 Giant mitral valve vegetation Dev mitral kapak vejetasyonu Elif TÜKENMEZ TİGEN, Huseyin BİLGİN, Beste OZBEN, Kursat TİGEN, Buket ERTÜRK SENGEL 216 Süperior mezenterik arter sendromu: Olgu sunumu The superior mesenteric artery syndrome: A case report Ali SOLMAZ, Merve TOKOÇİN, Osman Bilgin GÜLÇİÇEK, Sinan ARICI, Aytaç BİRİCİK, Hakan YİĞİTBAŞ, Erkan YAVUZ, Candaş ERÇETİN, Fatih ÇELEBİ 220 Donuk omuzla başvuran ve meme kanseri tanısı alan bir olgu A patient presenting with frozen shoulder and diagnosed as breast cancer Feyza ÜNLÜ ÖZKAN, Işıl ÜSTÜN, Fatma Nur SOYLU BOY, Selin BOZKURT ALP, İlknur AKTAŞ 223 Author Index/Yazar Dizini 225 Subject Index/Konu Dizini Marmara Medical Journal 2014; 27: 159-165 DOI: 10.5472/MMJ.2014.03482.1 REVIEW / DERLEME Common physiological and behavioral problems in infants and children: What primary care physicians need to know Bebeklerde ve çocuklarda yaygın fizyolojik sıkıntılar ve davranış sorunları: Birinci basamak hekimlerinin bilmesi gerekenler Petek GENÇ KAYIRAN, Sinan Mahir KAYIRAN, Berkan GÜRAKAN ABSTRACT While some parents arrive at the physician’s office with concerns about their child’s behavior, others are unaware of their child’s physiological and behavioral problems until they are asked specific questions about their child’s conduct. An understanding of the child’s physiological and temperamental factors, together with an assessment of the settings in which the behaviors occur are critical for the physician to provide a successful treatment plan, as are events preceding the behavior, and consequences of the behavior. Physicians must therefore ascertain potential problems and identify contributing factors in order to recommend specific interventions, or refer the child to the appropriate specialist. This article reviews common physiological and behavioral problems of children so that primary care physicians can effectively aid families in identifying problem behaviors and promoting appropriate behaviors. Keywords: Behavioral problems, Children, Identification, Primary care ÖZET Hekim muayenehanesine getirilen bazı bebek ve çocukların ebeveynleri, bebek ve çocuklarının yaşadığı bazı fizyolojik fonksiyon sıkıntıları ve/veya davranış değişikliği konusunda endişeli iken, diğer bir kısmı, çocuklarının iletişimi konusunda spesifik sorular sorulmadıkça farkında değildirler. Bebekte ve çocukta fizyolojik sıkıntı ve davranış değişikliği yaratan faktörleri anlamak için, hangi durumlarda bu sıkıntıların ve davranış değişikliklerinin görüldüğünü, davranış öncesinde görülen olayları ve sonuçlarını doğru değerlendirmek, hekimler için kritik öneme sahiptir. Bu nedenle, birinci basamak hekimleri potansiyel problemleri kesinleştirmeli, spesifik girişim önerileri için eşlik eden faktörleri belirlemeli, ya da aileyi uygun uzmana yönlendirmelidirler. Bu makale, özellikle birinci basamak hekimlerine yol gösterici olması düşüncesi ile, bebek ve çocuklarda görülen yaygın fizyolojik fonksiyon sıkıntılarının ve davranış değişikliklerinin oluş nedenlerini ve problemlerini derleyerek, sosyal pediatri hekimlerinin etkili bir şekilde aileleri yönlendirmelerini, dolayısı ile çocuğun ve ailenin rahatlamasının sağlanması için hazırlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Davranış sorunları, Çocuklar, Belirleme, Primer bakım Introduction Petek Genç Kayıran, Sinan Mahir Kayıran ( ), Berkan Gürakan Department of Pediatrics, American Hospital, Nisantasi, Istanbul, Turkey e-mail: sinanmahir@gmail.com Submitted/Gönderilme: 10.06.2014 Accepted/Kabul: 18.09.2014 Primary health care visits during the first years of life are designed for more than physical complaints [1]. While a somatic history and physical examination are important components of each visit, many topics are discussed including nutrition, vaccinations, development, safety and behavior. Developmental or behavioral problems are identified in approximately 20% of children [2,3]. While some parents arrive at the pediatrician’s office with concerns about their child’s behavior, others are unaware of their child’s problems until they are asked specific questions about their child’s conduct. Physicians must therefore ascertain potential problems and identify contributing 159 160 Genç Kayıran et al. Common psychological and behavioral problems in infants factors in order to recommend specific interventions, or refer the child to the appropriate specialist. The current article reviews common behavioral problems of children so that physicians can effectively aid families in identifying problem behaviors and promoting appropriate behaviors. Once a behavioral problem is identified, the physician must determine the nature and cause of the behavior. Understanding these aspects of behavior is necessary to distinguish typical behaviors for the age of the child from behaviors that are more problematic. In addition, contributory internal and environmental factor must be identified. Age, developmental level, temperament and personality along with the possibility of behavioral, developmental, emotional, or physical disorders must be considered. For example, a two year-old boy who often says “no” and cries if he does not get his way may be asserting autonomy in a developmentally expected manner. However, this same behavior in a four year-old may be more problematic. When evaluating a four year-old exhibiting such behaviors, one needs to consider the possibility that the child has developmental delays. Children with language delays, intellectual disabilities, and autism spectrum disorders have an increased frequency of behavioral and emotional disorders [3]. Children vary in how they approach and respond to different situations. Some children are upset by a sudden change in plans, while others are more flexible. Some children get tired at predictable times, while others get tired at more variable times. Some children are very active, while others are more sedate. These differences in behavioral tendencies are referred to as variations in temperament. Genetic factors account for a portion of the variation in temperament [4,5]. Thus, children living in very similar environments can exhibit very different behaviors. Certain characteristics of the temperament tend to be associated with an increased likelihood of difficult behaviors. These characteristics include low adaptability, high intensity, low regularity, withdrawal in new situations, and a frequently negative mood. However, the child’s specific temperament is less important than the relationship between the temperament and environmental expectations or demands [6]. Therefore, there is interplay between temperament and environment. Prior to intervention, it is essential that a physician identifies how the parents understand and respond to aberrant behavior, and what attempts they have made to change the behavior. It is necessary for the pediatrician to consider family, community, and culture as contributing factors to the parents’ understanding of the behavior [4]. The parental response is often a primary reinforcer to a Marmara Medical Journal 2014; 28: 159-165 repetitive behavior. Any response to a behavior that maintains or increases the frequency of the behavior is referred to as a reinforcer. For example, a child who wants attention from a parent previously occupied with a phone call may engage in disruptive behavior. Often, the parent will end the phone conversation to scold the child. The scolding is meant as punishment. However, the parent has unintentionally reinforced the disruptive behavior by paying attention to the child. Positive reinforcers, increase the likelihood of a behavior by providing something desirable to the child, often adult attention or an other item. Negative reinforcers increase the likelihood of a behavior by removing something aversive to the child. A teacher who tells students that if they complete homework on Monday through Thursday they will not be given homework on Friday is using negative reinforcement to increase the likelihood that students complete homework during the week. Punishment is a response to a behavior that decreases the likelihood of the behavior reoccurring in the future [7]. The aim of behavioral change should be to encourage appropriate behavior while discouraging the adverse behavior. Behavioral intervention occurs on several levels, depending on the particular problem and situation [3]. Antecedent modification refers to a change in factors that trigger the problem in order to prevent the problem behavior from occurring. Providing the child with instructions directly communicates appropriate behavior. Finally, consequence modification refers to an alteration in the family members’ responses to both the problem and desired behaviors. We have identified and reviewed articles including a definition of these concepts by performing an extensive literature search on Medline. In addition publications in recent years were included. The current article, reviews common behavioral problems of children so that primary care physicians can effectively aid families in identifying problem behaviors and promoting appropriate behaviors. Common Physiological and Behavioral Problems Infantile Colic Colic is generally defined as intense and excessive crying (more than 3 hours a day for more than 3 days per week) in an otherwise healthy infant [5]. During a colic episode, which usually occurs during the late afternoon or evening, infants may draw the knees up to the chest or rigidly stiffen the legs, flex the elbows, clench the fists and turn red. Colic affects 10% to 20% of infants younger than three months old. There is no seasonal variation in occurrence, and formula-fed and breastfed infants are equally affected. Colic usually begins at two to three weeks of age, peaks at Marmara Medical Journal 2014; 28: 159-165 six to eight weeks, and resolves by three to four months of age [8]. It is a poorly understood, benign, and self-limiting condition. For an accurate colic diagnosis, physical conditions that can cause excessive crying must be excluded. Acute disorders that should be considered in a crying infant include infections (otitis media, urinary tract infection etc.), corneal abrasion, glaucoma, skull or longbone fracture, incarcerated hernia, supraventricular tachycardia, intussusception, midgut volvulus, and a hair tourniquet on a digit [9]. A number of chronic conditions have been proposed to cause infantile colic, including allergy to cow’s milk, lactose intolerance, constipation, and gastroesophageal reflux. While these problems are potential causes of crying in any one case, no well-designed study has suggested that these are common causes of excessive crying, and controlled studies using interventions targeting these problems have been mostly ineffective [10]. Sheldrick et al. have shown that infants exhibiting excessive crying differ in temperament from those who cry less [6]. Perhaps not surprisingly, parents tend to rate these infants as more intense and more difficult to soothe. However, the same characteristics are supported by independent observations. For example, White et al. reported that observers of infants undergoing a physical examination rated infants with colic as crying more intensely and being more difficult to console [11]. Infants who cry more persistently differ from those who cry less in that they have a higher crying-to-fussing ratio (suggesting greater intensity). In addition, according to Barr et al., infants with colic were found to be less likely to be placated by an orally administered sucrose solution than infants without colic [12]. Management of colic involves reassuring families that the infant is healthy and helping parents to understand temperament traits contributing to the increased crying. Parents often attempt to alter the environment of the crying infant by playing, feeding, or changing the infant’s diaper. However, parents are less likely to consider the possibility that the infant may need to be quietly held, participate in nonnutritive sucking, or left alone to sleep [13]. If parents rapidly change from one activity to another in futile attempts to calm the infant, they may unknowingly change activities before the infant is able to communicate what he or she desires [3]. Currently, Barr et al., showed that the best evidence-based approaches to the management of colic include a trial of dietary modifications, limited amounts of herbal teas, and minimizing the infant’s environmental stimulation level [8]. Also, prophylactic use of a probiotic in the prevention and treatment of colic is now in the current practice [14]. Genç Kayıran et al. Common psychological and behavioral problems in infants 161 Sleep Resistance The sleep cycle includes light sleep, deep sleep and rapid eye movement (REM) sleep. Most deep non-REM sleep occurs during the first third of the night, while most REM sleep occurs during the second half of the night [15]. While individuals wake briefly between sleep cycles they are generally unaware of these wakeful states. Falling asleep is facilitated by a calming and familiar environment. For toddlers or preschoolers, a special blanket, stuffed animal, pillow, or other item may help the child fall asleep. However, these items are not recommended for infants, given an increased risk of sudden infant death syndrome [16]. Items that aid in calming a child before sleep are referred to as sleep associations, and when these items are not present, initiating sleep may be difficult [17]. In most children with night waking, the problem is not actually the waking, but rather trouble falling back to sleep without parental involvement, as the parent is part of the child’s sleep associations [18]. For example, a parent and child sleeping in the same bed is typical in many cultures and does not contribute to night waking because the parent is present throughout the night. Other common problematic sleep associations include rocking or nursing an infant to sleep. In some cases, the parent is not actually part of the sleep association, but may be needed to help with a sleep association. For example, an infant may fall asleep sucking on a pacifier, but if the pacifier falls out of the child’s mouth, a parent is needed to reposition the pacifier. Night waking can be managed by decreasing sleep associations. When parents complain of children with difficulty falling asleep, pediatricians should assess whether principles of a good sleep environment are being maintained (dark, quiet, no TV, no frightening stories and no meals prior to bed time) [19]. A consistent morning wakeup time, nap length and a positive, calming bedtime routine followed by a consistent bedtime are particularly important factors in providing a healthy sleep environment. It is often helpful for parents to complete a one- to two-week sleep diary focusing on whether the expected time of sleep is consistent with the child’s physiological needs and tendencies. Attempting to put a child to sleep when they are not tired or expecting a child to sleep past the time their biological clock is waking them is not likely to be successful. However, even while maintaining an appropriate bedtime, the absence of a previously established sleep association is likely to interfere with a successful sleep routine. Mindell reported that it is often necessary for parents to let the child cry until they fall asleep [20]. While the protests on the first couple of nights can be dramatic and prolonged, most infants and toddlers will learn to fall asleep on their own 162 Genç Kayıran et al. Common psychological and behavioral problems in infants after a few nights. Ignoring night-time tantrums is often difficult for parents. However, checking on the child must be brief, and the parent must not reintroduce sleep associations (e.g., the parent must not lie down with the child), as this teaches the child that tantrums are effective in getting what he or she wants. Marmara Medical Journal 2014; 28: 159-165 Breath-Holding Spells Breath-holding spells are involuntary and reflexive and occur in response to an event that causes anger, frustration, fear, or minor injury. During a breath-holding spell, the child cries, becomes apneic at the end of exhaling, and then becomes pale or cyanotic [21]. The child may lose consciousness and have a brief convulsion. Breath-holding spells occur in about 5% of all children between the ages of six months and six years, and are most common in children between 12 and 18 months of age. Spells may occur as infrequently as several episodes per year and as frequently as multiple times per day. Breath-holding spells are rare beyond seven years of age and are thought to be caused by dysregulation of the autonomic nervous system [21,22]. Breath-holding spells have been associated with anemia and iron deficiency and therefore, hemoglobin and iron levels should be checked in children experiencing this behavior. In a child with a normal medical history, no further medical evaluation is needed. However, when the medical history is not clear, an electroencephalogram may be helpful in distinguishing breath-holding spells from seizures. In the child who turns pale and loses consciousness, an electrocardiogram is warranted to distinguish spells from conditions associated with cardiac arrhythmias, such as long QT syndrome. In infants, pediatricians should consider the possibility of gastroesophageal reflux resulting in apnea. In very rare cases, breath-holding spells have been associated with brain stem dysfunction caused by tumors or Arnold-Chiari malformations. In most cases, treatment of breath-holding spells primarily involves parental support and reassurance that in cases where a child loses consciousness, breathing will begin again without intervention. If the child is anemic, he or she should be treated with iron, as this will decrease the frequency of breath-holding spells in many anemic children. Although treatment with iron and its actions have been less well studied, Daoud et al. [21] reported that this treatment also decreases the frequency of breath-holding spells in children who are not anemic. [23]. On the other hand, Garg et al. reported a case who was treated with oral theophylline [24]. incontinence that occurs at least twice a week for at least three consecutive months after the age of five years [25]. Parents should be reassured that bed-wetting in children five years and younger is normal. After the age of five, treatment depends on the degree of child and family distress. Diurnal enuresis is more commonly associated with physical or functional abnormalities of the urinary tract, requiring urological consultation. Both diurnal and nocturnal enuresis can be associated with chronic constipation. Interventions for nocturnal enuresis include behavioral treatments or medications [7]. The most successful behavioral treatment involves a bed-wetting alarm; a small moisture detector that attaches to pajamas and sounds an alarm when the child begins to void. The alarm wakes the parents and child, so that the child can get up to use the bathroom. In the event that the alarm does not wake the child, the parents must wake the child while the alarm is sounding so that eventually the child learns to awaken to the alarm. Meritt et al [7]. reported that bed-wetting alarms have a 78% success rate when used for four to six months. Treatment tends to be more successful in cases where the child is highly motivated. Other behavioral treatments include scheduled wakenings and toileting through the night, hypnotherapy, and cognitive-behavioral approaches. These latter treatments have shown some success in limited studies but do not produce the robust results of studies investigating bed-wetting alarms [25]. Medications used for bed-wetting include desmopressin (ddAVP) tablets (intranasal formulations of ddAVP are no longer indicated for the treatment of primary nocturnal enuresis in children due to an increased risk of hyponatremia) [26]. Approximately 20% of children become consistently dry at night using either medication. However, the effects are not generally sustained when medication is discontinued. Water intoxication leading to hyponatremia is an infrequent but serious adverse side affect of ddAVP. Other identifiable and preventable risk factors contributing to hyponatremia are inappropriately high fluid intake, administration of a larger than recommended dose, a young age (< 6 years), and concomitant administration of other medications. Imipramine is rarely used due to the high risk of side effect and the life-threatening consequence of overdose [27]. Family counseling for enuresis should be the focus of all management strategies. First line treatments for enuresis include bed alarm therapy and desmopressin [28]. Enuresis Diurnal enuresis is wetting that occurs during the day. Nocturnal enuresis is defined as night-time urinary Encopresis Encopresis is the recurrent voluntary or involuntary inappropriate passage of stool [29]. Unlike enuresis, Marmara Medical Journal 2014; 28: 159-165 encopresis rarely occurs at night. The term encopresis is used to refer to all types of fecal incontinence. Encopresis is usually caused by chronic constipation with stool impaction and overflow incontinence. Severe constipation disrupts functioning of the anal sphincters, so that overflow incontinence is beyond the child’s control. The management of encopresis focuses on complete rectal evacuation, education and counseling. Regaining muscle tone of the anal canal usually requires two to six months. When a child is chronically impacted with stool, the muscle of the bowel wall is overstretched and stool evacuation is compromised, further exacerbating the problem. Due to the chronic stretching of the bowel wall, the child does not receive a signal to defecate as the stool accumulates. Some children lose the urge to defecate altogether or only get the urge to defecate when the stool is close to the external sphincter [29,30]. Dietary management is important for regular bowel movements. Children should be given a high-fiber diet with fruit juices such as a pear or peach juice, while milk intake should be decreased [31]. Treatment for encopresis requires colon disimpaction, followed by maintenance treatment. Use of a Fleet enema daily or every other day is the safest and most effective method of clearing the colon. Laxatives can also be effective. Once a child achieves consistent stool continence for several months (generally four to six) laxatives can be slowly discontinued. If the child has only been briefly constipated, laxatives can be weaned more quickly. Familial factors may enhance the treatment efficacy in encopresis [32]. Fears, Phobias and Anxiety Fear and anxiety are part of the typical human experience and can be advantageous to the species in warning individuals of potential danger. Pediatricians should consider fears within a developmental context. Many fears are part of the normal childhood experience. However, for some, the severity of the fear response, and the inability to regulate emotions once aroused, can lead to an inordinate amount of time and energy spent on upset or worry [33]. Behavioral therapy consists of gradual exposure to a fearful stimulus. Exposure starts small with the least frightening element of a stimulus or situation and increases in small increments until the entire stimulus or situation is presented. Relaxation techniques are often taught to help regulate emotional arousal. Leaf et al. reported a schedule for daily practice, and recommended rewards for successful toleration of exposure [33]. For example, if a child is afraid of cats, the child might first be shown pictures of cats, then be exposed to an actual cat, followed by petting a cat someone else is holding, and eventually holding and petting the cat. Genç Kayıran et al. Common psychological and behavioral problems in infants 163 Medications for anxiety are considered in situations where behavior therapy is not an option or is ineffective. While pharmacologic treatment of anxiety in children is not well studied, selective serotonin reuptake inhibitors are the most frequently used medications [26]. Thumb-sucking and other common habits Habits are defined as somewhat complicated, repetitive behaviors that become automatized, fixed, and are carried out easily and effortlessly [34]. Children exhibit many socially unacceptable habits, including thumb-sucking, nailbiting, skin picking, nose picking, hair-pulling (trichotillomania), tics, rocking, biting other children, and teeth grinding (bruxism). Other oral habits may involve lip sucking, lip biting, and toe sucking. Of these behaviors, thumb-sucking is most frequently addressed by physicians. Thumb-sucking is generally harmless in infants and young children, but can cause problems when it persists at a high frequency after four to six years of age. Some of the most common sequelae of thumb-sucking involve dental problems, such as an anterior open bite, decreased alveolar bone growth, mucosal trauma, and even altered growth of the facial bones. Some children suck their fingers rather than thumbs. Thumb or digit-sucking is a common cause of paronychia in children, and may also be associated with an increased incidence of accidental ingestion. Rarely, deformities of the fingers and thumb may occur. Thumbsucking is associated with a stigma among both adults and peers. Friman reported that peers view children who thumbsuck as less desirable playmates [35]. Treatment for thumb-sucking should be considered in children older than four to six years and/or if thumbsucking causes dental problems, digital malformations, or distress to the child [36]. However, if the thumb-sucking occurs infrequently (e.g., only at night) or only as a temporary response to a stressor, treatment is not generally indicated [37]. Conclusion Primary care physicians must frequently address parental concerns about child behavior. An understanding of the child’s physiological and temperamental factors, along with an assessment of the settings in which the behaviors occur, events preceding the behavior, and consequences of the behavior, are all critical for the physician to provide a successful treatment plan. In cases where assessment reveals behaviors that are severely disruptive, dangerous, pervasive, or occur in the context of multiple psychosocial stressors, referral to developmental and behavioral specialist should be considered. 164 Genç Kayıran et al. Common psychological and behavioral problems in infants References 1. Feigelman S. Growth, development and behavior. In: Kliegman RM, Stanton BF, Behrman RE, editors, Nelson Textbook of Pediatrics.19th ed. Philadelphia, PA: Saunders, Elsevier, 2011:26-55. 2. Weitzman CC, Leventhal JM. Screening for behavioral health problems in primary care. Curr Opin Pediatr 2006; 18: 641-8. doi:10.1097/MOP.0b013e3280108292 3. Boyle CA, Decoulfle P,Yeargin-Allsopp M. Prevelance and health impact of developmental disabilities in US children. Pediatrics 1994; 93: 399-403. 4. Pipan ME, Blum NJ. Basics of child behavior and primary care management of common behavioral problems. In: Voigt RG, Macias MM, Myers SM, editors, Developmental and Behavioral Pediatrics. American Academy of Pediatrics: New York, 2011:37-57. 5. Saudino KJ. Behavioral genetics and child temperament. J Dev Behav Pediatr 2005; 26: 214-23. doi: 10.1097/00004703200506000-00010. 6. Sheldrick RC, Merchant S, Perrin EC. Identification of developmental-behavioral problems in primary care: a systematic review. Pediatrics 2011; 128: 353-6. 7. Merritt KA, Thompson RJ Jr, Keith BR, Johndrow DA, Murphy LB. Screening for behavioral and emotional problems in primary care pediatrics. J Dev Behav Pediatr 1993; 14: 340-3. 8. Barr RG, Paterson JA, Macmartin LM, Lehtonen L, Young SN. Prolonged and unsoothable crying bouts in infants with and without colic. J Dev Behav Pediatr 2005; 26: 14-23. 9. Herman M, Le A. The crying infant. Emerg Med Clin North Am 2007; 25: 1137-59. doi: 10.1016/j.emc.2007.07.008 10. Wade S. Infantile colic. Clin Evid 2006; 15: 439-7. 11. White BP, Gunnar MR, Larson MC, Donzella B, Barr RG. Behavioral and physiologic responsivity, sleep, and patterns of daily cortisol production in infants with and without colic. Child Dev 2000; 71: 862-77. doi:10.1111/1467-8624.00196. 12. Barr RG, Young SN, Wright JH, Gravel R, Alkawaf R. Differential calming responses to sucrose taste in crying infants with and without colic. Pediatrics 1999; 103: e68. doi: 10.1542/peds.103.5.e68. 13. Taubman B. Parental counseling compared with elimination of cow’s milk or soy milk protein for the treatment of infant colic syndrome: a randomized trial. Pediatrics 1988; 81: 75661. 14. Indrio F, Di Mauro A, Riezzo G. Prophylactic use of a probiotic in the prevention of colic, regurgitation, and functional constipation--reply. JAMA Pediatr 2014 ; 168: 778. doi: 10.1001/jamapediatrics.2014.368. 15. Davis KF, Parker KP, Montgomery GL. Sleep in infants and young children: part one: normal sleep. J Pediatr Health Care 2004; 18: 65-71. doi: 10.1016/S0891-5245(03)00149-4 16. American Academy of Pediatrics Task Force on Sudden Infant Death Syndrome. The changing concept of sudden infant death syndrome: diagnostic coding shifts, controversies regarding the sleeping environment, and new variables to consider in reducing risk. Pediatrics 2005; 116: 1245-55. doi: 10.1542/peds.2005-1499 Marmara Medical Journal 2014; 28: 159-165 17. Shay N, Yeates KO, Walz NC, et al. Sleep problems and their relationship to cognitive and behavioral outcomes in young children with traumatic brain injury. J Neurotrauma 2014; 31:1305-12. doi: 10.1089/neu.2013.3275. 18. Meltzer LJ, Mindell JA. Sleep and sleep disorders in children and adolescents. Psychiatr Clin North Am 2006; 29: 1059-76. doi: 10.1016/j.psc.2006.08.004 19. Kayiran SM, Soyak G, Gürakan B. Electronic media use by children in families of high socioeconomic level and familial factors. Turk J Pediatr 2010; 52 :491-9. 20. Mindell JA. Empirically supported treatments in pediatric psychology: bedtime refusal and night wakings in young children. J Pediatr Psychol 1999; 24: 465-81. 10.1093/ jpepsy/24.6.465 21. DiMario FJ. Prospective study of children with cyanotic and pallid breath-holding spells. Pediatrics 2001; 107: 265-9. doi: 10.1542/peds.107.2.265 22. Kolkiran A, Tutar E, Atalay S, Deda G, Cin S. Autonomic nervous system functions in children with breath-holding spells and effects of iron deficiency. Acta Paediatr 2005; 94: 1227-31. doi: 10.1111/j.1651-2227.2005.tb02080.x 23. Daoud AS, Betieha A, AL-Sheyyab M, Abuekteish F, Hijazi S. Effectiveness of iron therapy on breath-holding spells. J Pediatr 1997; 130: 547-50. doi: 10.1016/S00223476(97)70237-3 24. Garg M, Goraya JS. Treatment of cyanotic breath-holding spells with oral theophylline in a 10-year-old boy. J Child Neurol 2014 Jul 9. pii: 0883073814540519. [Epub ahead of print] 25. Glazener CM, Evans JH. Desmopressin for nocturnal enuresis in children. Cochrane Database Syst Rev 2002; 3: CD002112. doi: 10.1002/14651858.CD002112 26. Glazener CM, Evans JH, Peto R. Tricyclic and related drugs for nocturnal enuresis in children. Cochrane Database Syst Rev 2003; 3: CD002117. doi: 10.1002/14651858.CD002117 27. Greene AS, Cromie WJ. Treatment of imipramine overdose in children. Urology 1981;18: 314-5. doi: 10.1016/00904295(81)90376-9 28. Baird DC, Seehusen DA, Bode DV. Enuresis in children: a case based approach. Am Fam Physician 2014; 90: 560-8. 29. Abi-Hanna A, Lake AM. Constipation and encopresis in childhood. Pediatr Rev 1998; 19: 23-31. doi: 10.1542/pir.191-23 30. Brown JD, Wissow LS. Screening to identify mental health problems in pediatric primary care: considerations for practice. Int J Psychiatry Med 2010; 40: 1-19. doi: 10.2190/ PM.40.1.a 31. Loenig-Baucke V. Functional fecal retention with encopresis in childhood. J Pediatr Gastroenterol Nutr 2004; 38: 79-84. doi: 10.1097/00005176-200401000-00018 32. Akdemir D, Cengel Kültür SE, Saltık Temizel IN, Zeki A, Senses Dinç G. Familial psychological factors are associated with encopresis. Pediatr Int 2014 Jun 30. doi: 10.1111/ ped.12427. [Epub ahead of print] 33. Leaf PJ, Owens PL, Leventhal JM, et al. Pediatricians’ training and identification and management of psychosocial problems. Clin Pediatr (Phila) 2004; 43: 355-5. doi: 10.1177/000992280404300407 Marmara Medical Journal 2014; 28: 159-165 34. Peterson JE, Schneider PE. Oral habits: a behavioral approach. Pediatr Clin North Am 1991; 38: 1289-307. 35. Friman PC, McPherson KM, Warzak WJ, Evans J. Influence of thumb sucking on peer social acceptance in first-grade children. Pediatrics 1993; 91:784-6. Genç Kayıran et al. Common psychological and behavioral problems in infants 165 36. Chen N, Deater-Deckard K, Bell MA. The role of temperament by family environment interactions in child maladjustment. J Abnorm Child Psychol 2014; 42: : 1251-62. doi: 10.1007/s10802-014-9872-y. 37. Isaacs D, Isaacs S. Transitional objects and thumb sucking. J Paediatr Child Health 2014; 50: 845-6. doi: 10.1111/jpc.12747 Marmara Medical Journal 2014; 27: 166-170 DOI: 10.5472/MMJ.2014.03390.1 ÖZGÜN ARAŞTIRMA / ORIGINAL ARTICLE C vitamini, E vitamini ve polifenol ekstresi içeren lipozomların eldesi ve antioksidan aktivitelerinin karşılaştırılması Preparation of liposomes containing vitamin C, vitamin E and polyphenol extract and comparison of their antioxidant activities Ziba Mokhberi OSKOUEI, Gökhan BİÇİM, A. Suha YALÇIN ÖZET Amaç: Çalışmamızda, antioksidan moleküllerin değişik lipozom hazırlama yöntemleri ile lipozomlanması ve lipozom yapısında iken aktivitelerini koruyup korumadıklarının incelenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca, lipozom elde etme yöntemleri karşılaştırılarak suda ve yağda çözünen antioksidanların lipozomlanması için en uygun yöntemin belirlenmesi hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntemler: İnce-tabaka, dondurma-çözme, ters-faz buharlaştırma ve sonikasyon yöntemleriyle lipozom eldesi yapıldıktan sonra bu yöntemler antioksidan moleküllere uygulandı ve elde edilen sonuçlar antioksidan aktivite açısından karşılaştırıldı. Hazırlanan lipozomların karakterizasyonunda ışık mikroskobu, floresan mikroskop ve parçacık boyut analizöründen yararlanıldı ve lipozomların büyüklük, dağılım ve şekilleri incelendi. Bulgular: Suda çözünür antioksidanlardan C vitamini ile polifenol ekstresi ve yağda çözünür özellikteki E vitamini değişik yöntemlerle lipozomlandı. Lipozomlanmış ve lipozomlanmamış moleküllerin ayrımı Sephadex G-25 kolon kromatografisi ile gerçekleştirildi. Elde edilen lipozomların antioksidan aktiviteleri karşılaştırıldığında aşamalı sonikasyon yöntemiyle elde edilen E vitaminli lipozomların en yüksek aktiviteye sahip olduğu bulundu. Sonuç: Çalışmamızda kullandığımız yöntemlerden sonikasyon yöntemi en uygun yöntem olarak değerlendirildi. Bu yöntemin diğer yöntemlere göre avantajları kısa sürede sonuçlanması ve organik çözücü gerektirmemesi olarak değerlendirildi. Sonikasyon yöntemi ile hem suda çözünen hem de yağda çözünen antioksidanların lipozomlanabildiği ve antioksidanların lipozom yapısında aktivitelerini korudukları gösterildi. Anahtar Kelimeler: Antioksidan lipozom, C vitamini, E vitamini, Polifenoller ABSTRACT Objective: In this study we have used different methods for the preparation of liposomes to encapsulate antioxidant molecules and have determined whether they retain their antioxidant activities. We have compared different methods and determined the most suitable method for preparation of liposomes containing watersoluble and lipid-soluble antioxidants. Materials and Methods: Different preparative techniques such as thin-film hydration, reverse-phase evaporation, freezethaw and periodic sonication were used to produce liposomes. These methods were used to encapsulate different antioxidant molecules and were compared for antioxidant activity. Light microscopy, fluorescence microscopy and particle size analyzers were used in order to characterize the prepared liposomes and to analyze their particle size, distribution and shape. Results: Liposomes containing water-soluble antioxidants such as vitamin C and polyphenols and fat-soluble antioxidant vitamin E were prepared. The separation of free molecules from those that were liposomed was performed with Sephadex G-25 gel filtration chromatography. The antioxidant activity of vitamin E liposomes was highest in comparison to the others. Conclusion: Among the methods we have used for preparing liposomes sonication is the fastest and also most advantageous because organic solvents such as methanol or chloroform are not used during preparation. Both water-soluble antioxidant molecules and lipid-soluble antioxidants could be prepared with this method and preserved their activities. Keywords: Antioxidant liposome, Vitamin C, Vitamin E, Polyphenols Giriş Ziba Mokhberi Oskouei, Gökhan Biçim, A. Suha Yalçın Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Marmara Üniversitesi, Başıbüyük, Maltepe-İstanbul, Türkiye e-mail: asyalcin@marmara.edu.tr Gönderilme/Submitted: 11.05.2014 166 Kabul/Accepted: 17.09.2014 Serbest radikaller dış yörüngelerinde eşleşmemiş elektron taşıyan, elektrik yüklü veya yüksüz olabilen, atom veya moleküllerdir. Yüksek enerjili olan eşleşmemiş elektronlar, çevrelerindeki eşleşmiş elektronları ayırıp onların yapılarını bozarlar. Bu durum serbest radikalleri hem tehlikeli hem de kullanışlı kılar. Yararlı etkileri arasında solunumsal patlamada, sinyal iletisinde ve çeşitli enzimsel reaksiyonlarda rol oynamaları sayılabilir. Serbest radikaller yaşam için gereklidirler ancak oluşumları kontrolsüz bir Marmara Medical Journal 2014; 27: 166-170 davranış gösterirse hücre hasarına neden olurlar [1-3]. Oksijenli yaşamla birlikte aerobik organizmalarda oksijen kaynaklı radikaller oluşmaya başlamış ve bununla eş zamanlı olarak da tüm aerobik canlılarda oksidatif hasara karşı antioksidan savunma sistemleri gelişmiştir [4,5]. Günümüzde antioksidanların lipitleri, proteinleri, nükleik asitleri ve diğer hedef makromolekülleri oksidatif hasara karşı korudukları bilinmektedir. Serbest radikal oluşumu ile antioksidan savunma arasındaki denge bozulduğunda oksidatif stres durumu ortaya çıkar. Lipozomlar, tek veya iç-içe birçok tabakadan oluşmuş, aralarında sulu faz içeren küresel vesiküllerdir. Başlangıçta biyolojik zarların özelliklerini aydınlatmada kullanılmış olan lipozomların günümüzde başta ilaç taşıyıcı sistemler olmak üzere birçok alanda farklı kullanımları vardır. Lipozomlar lipit tabaka ve sulu faz olmak üzere iki bölümden oluşurlar. Lipit tabakanın temel yapıtaşı fosfolipitlerdir. Tek bir tabakadan oluşan lipozomlarda sulu faz içteki bölümdür. Lipozomların yapısı farklı özellikte birçok maddeyi üzerinde taşımaya uygun olduğundan kullanımları giderek artmaktadır [6-8]. Bu çalışmada antioksidan moleküllerin değişik lipozom hazırlama yöntemleri ile lipozomlanması ve lipozom yapısında aktivitelerini koruyup korumadıklarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca değişik lipozom elde etme yöntemleri karşılaştırılarak aralarından suda ve yağda çözünür antioksidanların lipozomlanması için en uygun yöntemin seçilmesi hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntemler Cihaz ve kimyasallar Lipozom eldesi için döner buharlaştırıcı (Heidolph Laborota 4000, Almanya), ultrasonik su banyosu (AMSCO Reliance Sonic 550, ABD), derin dondurucu (UF 401 Electrolux, İsveç) ve ekstruder (LIPEX extruder, Kanada) cihazlarından yararlanıldı. Karakterizasyon işlemlerinde mikroskop ve görüntüleme sistemi (Olympus Vannox AHBS3, Japonya), soğutmalı santrifüj (Eppendorf centrifuge 5810 R), yüksek performanslı sıvı kromatografisi (Perkin Elmer Series 200, ABD), spektrofotometre (Perkin Elmer Lambda 25 UV/Vis, ABD), mikroplak okuyucu (Perkin Elmer 1420 Victor 3, ABD), parçacık boyut analizörü (Malvern Instruments Master Sizer Hydro 2000, İngiltere) ile muhtelif membran filtreler (Millipore, ABD ve Sartorius, Almanya) kullanıldı. Çalışmamızda kullanılan fosfolipitler, kolesterol, metanol, kloroform, trolox ve neocuproine Sigma-Aldrich, ABD firmasından elde edildi. Lipozom eldesi için ince-tabaka [6], dondurma-çözme [9], ters-faz buharlaştırma [10] ve aşamalı sonikasyon Mokhberi Oskouei ve ark. Antioksidan lipozom eldesi 167 Şekil 1: İnce tabaka (A) ve dondurma-çözme (B) yöntemiyle elde edilmiş lipozomlarda boyut analizi İnce tabaka yöntemiyle elde edilen lipozomların boyutu 4-30 mikrometre aralığında iken dondurma çözme yöntemiyle elde edilen lipozomların 0.05-1 mikrometre ve 4-30 mikrometre aralığında iki ayrı boyutta olduğu gözlendi. [11,12] yöntemleri suda ve yağda çözünen antioksidan moleküllere uygulandı ve elde edilen sonuçlar antioksidan aktivite açısından karş ılaş tırıldı. Li pozomların karakterizasyonunda ışık mikroskobu, floresan mikroskop ve parçacık boyut analizöründen yararlanıldı, lipozomların büyüklüğü, dağılımları ve şekilleri incelendi. İnce tabaka yöntemiyle lipozom eldesi: Fosfolipit ve kolesterol tartılıp kloroform içinde çözüldü. Daha sonra lipit çözeltisindeki kloroform 57-58 oC’ de vakum altında döner buharlaştırıcı (rotary evaporator) ile uçurularak lipit ince-tabakası elde edildi. Otuz dakika civarında süren bu işlem sonrasında elde edilen ince-tabaka bir gece buzdolabında bekletilerek kloroformun tamamen uçması sağlandı. Ertesi gün lipit ince-tabakası lipozomlanacak örnek içeren çözelti ile hidrate edildi. Balon içindeki lipit tabakasının tamamen çözülmesi için farklı işlemler denendi (elle veya vorteksle karıştırma, ultrasonik su banyosunda veya döner buharlaştırıcıda tutma). Yaklaşık 1 saat sonra, lipit tabakası tamamen çözülünce işlem sonlandırıldı. Balon bir gece buzdolabında bekletilerek hidratasyon işleminin tamamlanması sağlandı. Dondurma çözme yöntemiyle lipozom eldesi: Fosfolipit ve kolesterol tartılıp 50 ml’lik plastik tüp içerisinde lipozomlanacak örnek içeren çözelti içerisinde çözüldükten sonra - 20oC de yaklaşık 30 dakika tutularak 168 Mokhberi Oskouei ve ark. Antioksidan lipozom eldesi Şekil 2: Aşamalı sonikasyon işleminin lipozom boyutlarına etkisi: Olympus Vannox AHBS3 ışık mikroskobu görüntüsü (40x) A) Sonikasyon yok; B) 10x sonikasyon; C) 20x sonikasyon; D) 30x sonikasyon Marmara Medical Journal 2014; 27: 166-170 çözelti eklendikten sonra lipit çözeltisindeki kloroform ve metanol 40oC’de vakum altında ve döner buharlaştırıcıda yaklaşık 15 dakikada uçuruldu. Sonikasyon yöntemiyle lipozom eldesi: Fosfolipit ve kolesterol tartılıp üzerine lipozomlanması istenilen çözeltiden eklendi. Karışım 2 saat manyetik karıştırıcı ile karıştırıldı ve sonikasyon işlemi uygulanmak üzere tüplere ayrıldı. İlk tüpe sonikasyon yapılmazken, ikinci, üçüncü ve dördüncü tüplere sırasıyla 10, 20, 30 kez sonikasyon yapıldı. Her sonikasyon basamağında 30 saniye sonikasyon yapıldıktan sonra 60 saniye ara verildi. Antioksidan aktivite ölçümü: Suda ve yağda çözünen moleküllerin antioksidan aktiviteleri bakır iyonu indirgeme kapasitesine bağlı olarak oluşan açık mavi rengin ölçümüyle belirlendi [13]. Antioksidan aktivite Trolox eşdeğeri olarak ifade edildi, bunun için 1 mM stok çözeltiden sulandırılarak hazırlanan çalışma standartları (0.03-1 mM) kullanıldı. Lipozomlanmış ve lipozomlanmamış moleküllerin ayrımı: Lipozom örnekleri, 0.45 mm’lik filtreden geçirildikten sonra Sephadex G-25 kromatografi kolonuna uygulandı. Elüsyon işlemi % 0.9 NaCl ile yapıldı, akış hızı 2 ml/dakika olarak ayarlandı ve elde edilen fraksiyonların (1 ml) 280 nm’deki absorbansları ölçüldükten sonra elüsyon grafiği çizildi. Bulgular Şekil 3: Filtrasyon işleminin lipozom boyutlarına etkisi: Olympus Vannox AHBS3 ışık mikroskobu görüntüsü (40x) A) Filtrasyon yok; B) 0.45 mm filtreden süzülmüş ilk dondurma işlemi yapıldı. Sonraki aşamada, 37oC’lik etüvde 30 dakika tutularak çözme işlemi gerçekleştirildi. Bu iki işlem art arda dört kez tekrarlandı. Dondurma-çözme işlemleri sonrasında çözelti 0.45 mm filtreden geçirildi. Ters faz buharlaştırma yöntemiyle lipozom eldesi: Fosfolipit ve kolesterol tartılıp kloroform-metanol karışımı (2:1) içinde çözüldü. Üzerine lipozomlanması istenilen Çalışmamızda öncelikle ilk kez Bangham [6] tarafından tanımlanan ince tabaka yöntemiyle lipozom eldesi gerçekleştirildi. Daha sonra sırasıyla diğer yöntemler uygulandı. Hazırlanan lipozomların karakterizasyonunda ışık mikroskobu, floresan mikroskop ve parçacık boyut analizöründen yararlanıldı, lipozomların büyüklüğü, dağılımları ve şekilleri incelendi ve karşılaştırıldı. Parçacık boyut analizöründen elde edilen bulgular, lipozom boyutlarının değişken ve ağırlıklı olarak 1-10 μm aralığında olduğunu gösterdi (Şekil 1). Dondurma-çözme yöntemiyle hazırlanan lipozomlarda boyutların küçüldüğü ve iki farklı dağılımın olduğu görüldü. Tekrarlayan sonikasyon işleminde ise lipozom boyutlarının giderek küçüldüğü gözlendi (Şekil 2). Lipozom eldesi sırasında uygulanan filtrasyon işleminin de lipozom boyutlarını küçülttüğü belirlendi (Şekil 3). Çalışmamızın ikinci aşamasında, antioksidan moleküllerin lipozomlanması gerçekleştirildi. Lipozomlanacak antioksidanlar, suda çözünür (hidrofilik) özellikteki C vitamini ve polifenol ekstresi ile yağda çözünür (hidrofobik) özellikteki E vitamini olarak belirlendi. Bu çalışmalarda, lipozomlanmış ve lipozomlanmamış moleküllerin ayrımı Sephadex G-25 jel Mokhberi Oskouei ve ark. Antioksidan lipozom eldesi Marmara Medical Journal 2014; 27: 166-170 Şekil 4: C vitamini (1 mM), E vitamini (0.7 mM) ve polifenol ekstresi (%1) içeren lipozomlarda antioksidan aktivite ölçümü Aşamalı sonikasyon yöntemiyle elde edilen lipozomlarda antioksidan aktivite ölçümü CUPRAC yöntemiyle yapıldı. Sonuçlar üç ayrı deneye ait olup değerler ortalama ± standart sapma olarak verilmiştir. filtrasyon kromatografisi ile gerçekleştirildi. Elde edilen fraksiyonların absorbansları (A-280) ile antioksidan aktiviteleri karşılaştırıldı, E vitaminli lipozomların en yüksek aktiviteye sahip olduğu bulundu (Şekil 4). Tartışma ve Sonuç Antioksidan lipozom tanımı yakın zamanda ortaya çıkmış olup, yapısında suda ve/veya yağda çözünen küçük moleküllerin yanısıra antioksidan özellikteki diğer molekülleri (örn. enzim ve proteinleri) içeren lipozomlar için kullanılmaktadır [14]. Son yıllarda, antioksidan lipozomların oksidatif stres ile ilişkilendirilen bazı hastalıkların tedavisinde yararlı olabileceğine yönelik bulgular elde edilmiştir [15-17]. Lipozomlanmış antioksidan moleküllerin hardal gazının neden olduğu deri hasarlarına karşı koruyucu etkileri olduğu da ortaya konmuştur [16]. Lipozomlar, fosfolipitlerin çift tabakalı bir şekilde yerleşimiyle meydana gelen küçük (nanometre boyutunda) küresel yapılardır. Hazırlanmaları için temel olarak doğal fosfolipitler kullanılmakta olup bu moleküller hidrofilik ve lipofilik bölge içermeleriyle karakterizedir. Lipozom yapımında doğal lipitlere ek olarak sentetik lipitlerin de kullanılabilmesi stabilite açısından önemli avantajlar sağlamaktadır [18-20]. Özellikle non-iyonik surfaktanların kullanımıyla lipozomların yüksek miktarda ve çok ucuza üretilebilmeleri söz konusudur. Öte yandan, lipozomlanan maddelerin tutulmasında ve serbestleşmesinde maddenin fizikokimyasal özellikleri, kullanılan fosfolipitlerin cinsi, bileşimi, konsantrasyonu ve kullanılan hazırlama yöntemi etkili olmaktadır [21]. Lipozom stabilitesini arttırmak için yapıda bazı değişiklikler 169 yapılması (kolesterol eklenmesi, fosfolipit kompozisyonunun değiştirilmesi, yüzey özellikleri ve lipozom boyutlarının farklılığı gibi) olumlu sonuçlar verebilmektedir. Çalışmamızda lipozom eldesi için uygulanan aşamalı sonikasyon işleminin sonrasında lipozom boyutlarının küçüldüğü hem ışık mikroskobu görüntülerinde, hem de boyut analizinde belirlendi. Lipozomlarda yeterince yüksek oranda madde tutulması başlıca amaçtır. Tutulmuş olan maddeler membran bütünlüğünün bozulmasıyla veya sızma yoluyla serbestleşirler. Serbestleşme in vivo olarak daha hızlı olmakta olup bu durum parçacık büyüklüğü ve yüzey yükü ile ilişkilidir. Ayrıca, küçük moleküllerin büyük moleküllere nazaran daha kolay serbestleştikleri bilinmektedir. Örneğin, lipozomlanmış süperoksit dismütazın deriden geçişi ile ilgili olarak yapılan bir in vitro çalışmada [22] derinin alt tabakalarına etkin geçiş için lipozom boyutları ve kolesterol içeriğinin önemli olduğu gösterilmiştir. Sonuç olarak, çalışmamızda kullandığımız aşamalı sonikasyon yönteminin diğer yöntemlere göre avantajları kısa sürede sonuçlanması ve metanol, kloroform gibi organik çözücüler içermemesi olarak değerlendirildi. Ayrıca, lipozom eldesi sırasında yapılan filtrasyon işleminin de lipozom boyutlarını küçülttüğü gözlendi. Bu yöntemle hem suda çözünen hem de yağda çözünen antioksidanların lipozomlanabildiği ve antioksidanların lipozom yapısında iken aktivitelerini korudukları gösterildi. Teşekkür Bu çalışma Ziba Mokhberi Oskouei’nin “Antioksidan moleküllerin farklı yöntemler ile lipozomlanması” başlıklı yüksek lisans tezi kaynaklıdır ve Marmara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından SAG-CYLP-090512-0139 numaralı proje ile desteklenmiştir. Kaynaklar 1. Dröge W. Free radicals in the physiological control of cell function. Physiol Rev 2002; 82: 47–95. 2. Halliwell B, Gutteridge JMC. Free Radicals in Biology and Medicine. 4th ed. Oxford:Oxford University Press, 2007. 3. Li YR. Free Radical Biomedicine: Principles, Clinical Correlations, and Methodologies. Bentham Science Publishers, 2012. doi: 10.2174/97816080532231120101000i 4. Yalçın AS. Antioksidanlar. Klinik Gelişim, (Serbest Radikaller ve Antioksidanlar Özel Sayısı), 1998; 11: 342-6. 5. Carocho M, Ferreira ICFR. A review on antioxidants, prooxidants and related controversy: Natural and synthetic compounds, screening and analysis methodologies and future perspectives. Food Chem Toxicol 2013; 51: 15–25. 6. Bangham AD. Model for biological membranes. New Sci 1971; 49: 63–4. 170 Mokhberi Oskouei ve ark. Antioksidan lipozom eldesi 7. Lasic DD. Novel applications of liposomes. Trends Biotechnol 1998; 16: 307-21. 8. Uhumwangho MU, Okor RS. Current trends in the production and biomedical applications of liposomes: a review. J Med Biomed Res 2005; 4: 9-21. 9. Ohsawa T, Miura H, Harada K. Evaluation of a new liposome preparation technique, freeze-thawing method, using L-Asparaginase as a model drug. Chem Pharm Bull 1985; 33: 2916-23. 10. Cortesi R, Esposito E, Gambarin S, Telloli P, Menegatti E, Nastruzzi C. Preparation of liposomes by reverse-phase evaporation using alternative organic solvents. J Microencapsul 1999; 16: 251-6. 11. Mueller M, Mueller-Goymann CC. Influence of temperature on the manufacturing of liposomes. Arch Pharm Med Chem 2001; 334 (Suppl. 2): 79. 12. Lapinski MM, Castro-Forero A, Greiner AJ, Ofoli RY, Blanchard GJ. Comparison of liposomes formed by sonication and extrusion: Rotational and translational diffusion of an embedded chromophore. Langmuir 2007; 23: 11677-83. 13. Apak R, Güçlü K, Özyürek M, Karademir SE, Erçağ E. The cupric ion reducing antioxidant capacity and polyphenolic content of some herbal teas. Int J Food Sci Nutr 2006; 57: 292-304. 14. Stone WL, Smith M. Therapeutic uses of antioxidant liposomes. Mol Biotechnol 2004; 27: 217-30. Marmara Medical Journal 2014; 27: 166-170 15. Hoesel LM, Flierl MA, Niederbichler AD, et al. Ability of antioxidant liposomes to prevent acute and progressive pulmonary injury. Antioxid Redox Sign 2008; 10: 973-81. 16. Paromov V, Kumari S, Brannon M, et al. Protective effect of liposome-encapsulated glutathione in a human epidermal model exposed to a mustard gas analog. J Toxicol 2011; Article ID 109516, 11 pages. doi:10.1155/2011/109516 17. Sinha J, Das N, Basu MK. Liposomal antioxidants in combating ischemia-reperfusion injury in rat brain. Biomed Pharmacother 2001; 55: 264-71. 18. Torchilin VP, Weissig V. Liposomes 2. Boston:Oxford University Press, 2003. 19. Yalçın AS, Türkoğlu M. Süt serumu proteinlerinin lipozomlanması. Marmara Med J 2010; 23: 22-9. 20. Crommelin DJA , Storm G. Pharmaceutical aspects of liposomes: preparation, characterization and stability. BW Müller, ed. Controlled Drug Delivery. Stuttgart: Wissenschaftlicht Verlagsgesellschaft, 1987: 80–91. 21. Bozkır A, Koçyiğit S. Lipozomların fiziksel ve kimyasal stabilitelerinin incelenmesi. Ankara Ecz Fak Der 1995; 24: 42-52. 22. Braun E, Wagner A, Fürnschlief E, Katinger H, Vorauer-Uhl K. Experimental design for in vitro skin penetration study of liposomal superoxide dismutase. J Pharmaceut Biomed 2006; 40: 1187-97. Marmara Medical Journal 2014; 27: 171-77 DOI:10.5472/MMJ.2014.03507.1 ÖZGÜN ARAŞTIRMA / ORIGINAL ARTICLE Nucleus pedunculopontinus tegmenti’de nörokimyasal özelliklerin gelişimsel olarak incelenmesi Developmental investigation of neurochemical features in tegmental pedunculopontine nucleus Özlem KİRAZLI, Ümit Süleyman ŞEHİRLİ ÖZET Amaç: Kaudal tegmentumda yerleşimli, sınırları belirsiz bir beyin sapı nükleusu olan nucleus pedunculopontinus (PPN), lokomotor hareketlerin oluşumunda ve kontrolünde rol oynar. Bunun yanı sıra, PPN, uyku/uyanıklık, davranış, öğrenme ve dikkat ile de ilişkilendirilmiştir. PPN içinde kolinerjik glutamaterjik, dopaminerjik, nöradrenerjik ve GABAerjik nöronlar tanımlanmıştır. PPN son dönemlerde Parkinson hastalığının aksial semptomlarının tedavisi için potansiyel bir hedef haline gelmiştir. Protein sentezi ve salınımı sırasında gerek duyulan önemli bir molekül olan kalsiyum bağlayıcı protein ailesi üyesi kalbindin, nörodejeneratif hastalıklarla ilişkilendirilmektedir. Amacımız, bu çalışma ile GABAerjik ve glutamaterjik nöronlarla yakından ilişkili olan kalbindinin PPN’de gelişimsel olarak sentezlenme farklılıklarını incelemektir. Gereç ve Yöntem: PPN sınırları, içerdiği kolinerjik nöronlara göre tanımlanmıştır. Kalbindin, glutamaterjik ve GABAerjik nöronlardan sentezlenir. Wistar sıçanlar doğumlarının 7.gün, 14. gün ve 21. günlerinde alınarak % 4’lük paraformaldehit ile transkardiyak perfüze edilip, beyinleri çıkarılmıştır. 40 µm’luk kesitler mikrotom kullanılarak alınmış ve kesitlere immunohistokimyasal anti kolinasetil transferaz boyama ile kalbindin boyama uygulanmıştır. Çalışmamızda, her bir hayvan grubu için 4’er tane olmak üzere 12 sıçan kullanılmıştır. 7 gün, 14 gün ve 21 günlük sıçanların PPN nüklesuna ait kalbindin pozitif nöronlarının sayı, lokasyon ve nükleus çapları araştırılmıştır. Bulgular: Ortalama nöron sayıları 7 günlük hayvan için 30±3, 14 günlük hayvan için 11±1 ve 21 günlük hayvan için 150±50 olarak sayılmıştır. Nöron sayıları açısından 7. ve 14. günler ile 14 ile 21. günler arasında anlamlı farklılıklar gözlenmiştir (p=0,0075 ve p=0,0343 ).Nöron çapları 7. günde 13±1,4 µm ;14.günde 11±1,6 µm ve 21. günde 13,5±1,1 µm olarak ölçülmüştür. Sonuç: Bu çalışma, PPN’deki gelişimsel farklılıkların ortaya çıktığı kritik dönemin yukarıda belirtilen zaman aralığında olduğunu göstermiştir. Elde ettiğimiz sonuçlar, daha önce yapılan çalışmaların sonuçlarını destekleyip, katkı sağlamaktadır. Anahtar kelimeler: Nucleus pedunculopontinus tegmenti, Kalbindin, GABAerjik, Kolinerjik Özlem Kirazlı ( ), Ümit Süleyman Şehirli Anatomi Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Marmara Üniversitesi, Başıbüyük, Maltepe, İstanbul, Türkiye e-mail:ozlemsarioz@msn.com Gönderilme/Submitted: 25.05.2014 Kabul/Accepted: 21.08.2014 ABSTRACT Objective: Pedunculopontine nucleus (PPN) is a brainstem nucleus with an obscure border and located in the caudal tegmentum. In recent years, the numbers of studies related to PPN have been increasing due to its role in sleep/waking, in behavior, learning, and attention as well as its role in generation and control of locomotion. Besides cholinergic neurons, there are GABAergic, glutamatergic, dopaminergic and noradrenergic neurons in the PPN. Recently, the PPN has been a target for treatment of axial semptoms in Parkinson disease (PD). Calbindin, a member of the calcium binding protein family, which is an important molecule during protein synthesis has been related to neurodegenerative diseases. In our study, we investigated the developmental differences of calbindin expression which is related to GABAergic and glutamatergic neurons. Materials and Methods: The borders of the PPN were determined on the basis of the distribution of cholinergic neurons. Calbindin is expressed by GABAergic and glutamatergic neurons. Wistar rats aged 7, 14 and 21 days were perfused through the heart with a 4% paraformaldehyde solution. Brains were removed and 40 µm plane of sections were cut via microtome. Free-floating slices were stained with anti choline asetyltransferase and calbindin. In our study, we used 4 rats for each group, totally 12 rats were utilized. The number, location and diameters of calbindin positive neurons in PPN were evaluated in 7, 14 and 21 day-old rats. Results: The mean numbers of neurons were 30 ±3 at 7 days, 11 ±1 at 14 days and 150±50 at 21 days rats. There were statistically significant differences between 7 and 14 days and 14 and 21 day-old rats (p=0.0075 ve p=0.0343 respectively). The diameters of the neurons were 13 ±1.4 µm at 7 days, 11±1.6 µm at 14 days; 13.5±1.1µm at 21days. Conclusion: This study indicates that critical developmental changes in PPN occur between these intervals. These findings support and contribute to the findings of previous studies. Keywords: Tegmental pedunculopontine nucleus, Calbindin, GABAergic, Cholinergic Giriş Tegmentumun kaudal kısmında yerleşmiş olan nucleus pedunculopontinus (PPN), kolinerjik ve nonkolinerjik nöronlardan oluşmaktadır [1]. Lokomotor hareketlerin oluşumunda ve kontrolünde rol oynadığı bilinen PPN 171 172 Kirazlı ve Şehirli Nucleus pedinculopontinus’ta kalbindinin gelişimsel farklılıkları basal çekirdeklerin yanı sıra farklı beyin bölgeleri ile de yoğun bağlantılar içermektedir [2]. Son yıllardaki çalışmalar, PPN’e olan ilginin arttığını göstermektedir. Bu ilgi, PPN’in bazı motor hareketlerin oluşmasıyla ilişkili olabileceğinin öne sürülmesi ile başlamıştır [3]. Parkinson hastalığında görülen akinezi tedavisinde, derin beyin stimulasyonu uygulanan bir çekirdek olması da klinik önemini arttırmıştır [4]. PPN kama şeklinde bir nükleus olup, substantia nigra pars reticulata (SNr)’dan pedunculus cerebelli superior’a doğru dorsokaudal olarak uzanır ve rostral ucu, nucleus ruber’in hemen altında, substantia nigranın dorsalinde bulunup, kaudale doğru locus coerules seviyesine devam eder [5]. PPN’den gelen basal ganglia’nın çeşitli kısımlarını inerve eden glutamaterjik ve GABAerjik afferentleri olduğu gösterilmiştir. PPN, SNr ve globus pallidus’un iç kısmına (Gpi), substantia pars compacta (SNc) ile bağlantıları mevcuttur [6,7]. Bu nöronlar glutamat ve asetilkolin içerir [8]. Nucleus subthalamicus (STN) ve sıçanda insandaki Gpi’ye denk gelen entopedunkular çekirdekteki kolinerjik sonlanmaların PPN’den kaynaklandığı ve glutamat içerdiği düşünülmektedir [9]. Mena-Segovia ve ark. [10] PPN’den area tegmentalis ventralis (VTA)’e glutamaterjik ve GABAerjik projeksiyonların varlığını göstermişlerdir. Bunun yanısıra STN’de ve VTA’daki dopaminerjik nöronların PPN’den gelen kolinerjik terminallerden uyarı (input) aldığı gösterilmiştir [11,12]. PPN’a basal ganglia’dan (SNr, Gpi) gelen liflerin PPN’ye GABAerjik ileti sağladıkları düşünülmektedir. Nigral GABAerjik aferentler glutamaterjik olduğu sanılan nonkolinerjik ve daha az miktarda kolinerjik nöronlarla bağlantıları içerir. SNr ve Gpi ile iki yönlü bağlantılarını gösteren çalışmalar mevcuttur. STN’ye glutamaterjik bağlantıları gösterilmiştir. Basal ganglia’nın çıkış (output) çekirdeklerinin PPN nöronlarını doğrudan veya indirekt yoldan etkilediği düşünülmektedir PPN’nin korteks-basal ganglia-talamokortikal döngüdeki rolünün hala araştırılması gerektiği düşünülmektedir [2]. Kalsiyum bağlayıcı proteinlerin pek çok türünün sinir sistemi içinde var olduğu bilinmektedir [13-15]. Kalsiyum nörotransmitterlerin sentezi, membran geçirgenliği enzim aktiviteleri, aksonal taşınım, nöronal uyarım gibi fizyolojik olayların geçekleşmesinde hayati öneme sahip bir moderatördür. Kalsiyum bağlayıcı proteinler ailesi içinde parvalbumin, kalretinin, kalbindin gibi proteinlerin de bulunduğu 240 adet proteinden oluşur. Kalbindin (D-28K and D-9K) ağırlığında ve vitamin D’ye bağlı olarak sentezlenen bir proteindir [16]. Marmara Medical Journal 2014; 27: 171-77 Şekil 1. Kolinasetil transferaz boyama yapılan PPN görüntüsü Kalbindin D-28k, öncelikle uzun aksonlu nöronlar ile talamik projeksiyon nöronları, strionigral nöronlar, basal nöronlar, Meynert nöronları, beyincik Purkinje hücreleri, geniş omurilik, retinal, kohlear ve vestibular ganglion hücreleri ile ilişkilidir. Bununla birlikte kısa aksonlu hücreler ile omurilik internöronları ve serebral korteks internöronlarında da bulunur. Kalbindin D-28k içeren hücrelerin çoğu nörodegeneratif hastalıklara daha yatkın olduğu belirtilmektedir [17]. Kalsiyum bağlayıcı proteinlerin, maymun [18] ve sıçanda [19] PPN nöronları tarafından sentez edildiği gösterilmiştir. Bir başka çalışma, kalretinin ve kalbindinin sıçan PPN’indeki kolinerjik nöronların sayısına benzer nöronlarca sentez edildiklerini [20] ortaya koymuştur. Martinez-Gonzales ve arkadaşları, kolinerjik nöronlarca nadiren sentez edilseler de yaygın olarak GABAerjik ve glutamaterjik nöronlarca sentezlenmeleri, GABAerjik ve glutamaterjik nöronların alt gruplarının olabileceğini göstermişlerdir [21]. Bu çalışma ile amacımız, GABAerjik ve glutamaterjik nöronlarla yakından ilişkili olan kalbindinin, salınım farklılıklarını PPN’de gelişimsel olarak incelemektir. Gereç ve Yöntem Marmara Üniversitesi, Deney Hayvanları Araştırma ve Uygulama Merkez’inden temin edilen Wistar sıçanlar, her grupta n=4 olacak şekilde doğumlarının 7.gün, 14.gün ve 21.günlerinde çalışmaya dahil edilmişlerdir. %4’lük paraformaldehit ile transkardiyak perfüze edilip, beyinleri çıkarılmıştır. Bir gecelik postfiksasyon sonrasında %30’luk sükroz solusyonu içerisinde saklanmışlardır. 40µm’luk kesitler mikrotom kullanılarak alınmış ve kesitlere i m m u n o h i s t o k i m y a s a l b o y a m a l a r u y g u l a n m ı ş t ı r. Kirazlı ve Şehirli Nucleus pedinculopontinus’ta kalbindinin gelişimsel farklılıkları Marmara Medical Journal 2014; 27: 171-77 (a) (b) Şekil 2. 7 günlük sıçan PPN ‘inde boyanmış kolinerjik ve CB + nöronlar (a) CB + Nöronların nükleus içerisindeki rostral yönelimli dağılımları (b) (a) (b) Şekil 3: 14 günlük sıçan PPN ‘inde boyanmış kolinerjik ve CB + nöronlar (a) CB + Nöronların nükleus içerisindeki rostral yönelimli dağılımları (b) (a) (b) 173 Çalışmamızda, her bir hayvan grubu için 4’er tane olmak üzere 12 sıçan kullanılmıştır. Mikrotom vasıtasıyla alınan 40µm’luk kesitler salin fosfat (phosphate buffered saline (PBS)) tamponu içerisinde 3x10 dakika yıkanmıştır. 1/500 oranında seyreltilmiş anti kolinasetil transferaz antikoru (Milipore AB144P) ile eşek serumu içeren PBS solusyonunda oda ısısında 1 gece bekletilmiştir. Ertesi gün 3x10 dakika PBS ile yıkanmıştır. 1/400‘lik Donkey anti-goat IgG Cy3 (Milipore AP180C) sekonder antikoru ile oda ısısında 2 saat bekletilmiştir. Olympus BX51 model floresan mikroskop ile kolinerjik boyanan hücreler uygun filtre (UMWG2) ile bakılarak PPN’in sınırları belirlenmiştir (Şekil 1). Ertesi gün, kesitler yine 3x10 dakika PBS ile yıkanmıştır. Kolinerjik boyama yapılan kesitlere kalbindin monoklonal antikor ile ikincil boyama yapılmıştır. 1/500 oranında kalbindin D-28K (Santa- Cruz Biotechnology CB955) birincil antikor ile eşek serumu içeren PBS solusyonunda oda ısısında 1 gece bekletilmiştir. Ertesi gün, 3x10 dakika PBS ile yıkanmıştır. 10 mg/ml Alexa Fluor 488 Donkey anti Mouse IgG (invitrogen A21202) sekonder antikor ile oda ısısında 2 saat bekletilip, 3x10 dakika PBS ile yıkanmıştır. Kesitler, jelâtinli lamlar üzerinde fırça yardımı ile alınıp, kurumaya bırakılmıştır. Flouromount DPX ile lamlar kapatılmıştır. Olympus BX51 model floresan mikroskop ile kolinerjik boyanan hücreler uygun filtre (UMWG2) ile bakılarak PPN’in sınırları belirlenmiştir. Belirlenen bu sınırlar içindeki bölgede uygun filtre (UMWIBA3 ) kullanılarak kalbindin pozitif boyama gösteren hücreler tespit edilip, X40’lık objektifte fotoğraflanarak; nöron tipleri, nükleus içindeki boyanma alanları ve nöron çapları kaydedilmiştir. 7 günlük sıçanlarda ortalama 8 kesit, 14 günlük sıçanlarda 15 kesit, 21 günlük sıçanlarda ise 21 kesit sayılmıştır. PPN kamaya benzer bir nükleus olduğundan her kesitte sayılan alan eşit değildi. Ortalama 7 günlük bir sıçanda 0,467 mm3, 14 günlük bir sıçanda 0,672 mm3 ve 21 günlük bir sıçanda 0,848 mm3 nükleus hacmi sayıldı. Çalışmamız için Etik Kurul’un onayı alınmıştır. Veriler unpaired t - test analiz programı kullanılarak karşılaştırılmıştır. Bulgular (c) Şekil 4: 21 günlük sıçan PPN ‘inde boyanmış kolinerjik ve CB + nöronlar (a-b) CB + Nöronların nükleus içerisindeki homojen dağılımları (c) 7 günlük Sıçanda İmmunohistokimyasal Boyanmalar Kalbindin sentezleyen hücrelerin gelişimsel süreçteki değişimlerini incelediğimiz çalışmamızda gruplar arasındaki nöron çap ortalamalarına bakıldığında 7 -21. ve 14 - 21. günlerdeki sıçanların nöron çap ortalamaları arasında unpaired t-testine göre anlamlı bir farklılık gözlenmiştir (sırasıyla p=0,01 ve p=0,0001) (Şekil 5-8). 174 Kirazlı ve Şehirli Nucleus pedinculopontinus’ta kalbindinin gelişimsel farklılıkları Şekil 5. 7, 14 ve 21 günlük sıçanların nöron çaplarının karşılaştırılması Şekil 6. 7 ve 14 günlük sıçanların nöron çap ortalamaları arasında unpaired t-testine göre anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir (p=0,1262) Şekil 7. 14 ve 21. günlerdeki sıçanların nöron çap ortalamaları arasında unpaired t-testine göre anlamlı bir farklılık gözlenmiştir (p=0,0001). Marmara Medical Journal 2014; 27: 171-77 Şekil 10. 14 ve 21 günlük sıçanların PPN bölgesinde bulunan kalbindin pozitif nöron sayıları karşılaştırıldığında anlamlı bir farklılık gözlenmiştir (p=0,0343). Şekil 11. 7 ve 14 günlük sıçanların PPN bölgesinde bulunan kalbindin pozitif nöron sayıları karşılaştırıldığında anlamlı bir farklılık gözlenmiştir (p=0,0075). 7 ve 14 günlük sıçan PPN’inde boyanmış kolinerjik ve rostral yönelimli CB + nöronlar Şekil 2 ve Şekil 3’de gösterilmiştir. 21 günlük sıçan PPN’inde boyanmış kolinerjik ve homojen dağılımlı CB + nöronlar ise Şekil 4’de gösterilmiştir. Beyin kesitlerinde yapılan immunohistokimyasal boyamalar sonucunda 7 - 14 ve 14 - 21 günlük sıçanların PPN bölgesinde bulunan kalbindin pozitif nöron sayıları karşılaştırıldığında anlamlı bir farklılık gözlenmiştir (sırasıyla p=0,0075 ve p=0,0343). (Şekil 9-11) 7. - 14. günler arasında nükleus hacmi %43 artarken nöron sayısında %53 oranında düşüş gözlenmiştir. 14.- 21. günler arasında ise hacim artışı %79 iken, nöron sayısındaki artışın %90 oranında olduğu bulunmuştur. Tartışma Şekil 8. 7 ve 21 günlük sıçanların nöron çap ortalamaları arasında unpaired t-testine göre anlamlı bir farklılık gözlenmiştir (p=0,01). Şekil 9. 7, 14, ve 21 günlük sıçanların PPN bölgesinde bulunan kalbindin pozitif nöron sayıları karşılaştırılması Kolinerjik ve nonkolinerjik nöron gruplarına sahip olan PPN’de kalbindin miktarının gelişimsel olarak arttığı ilk kez bu çalışma ile ortaya konulmuştur. Nöron sayısındaki değişimlerin, gelişimsel olarak farklı özelliklerin ortaya çıktığı günlerle paralellik göstermesi anlamlıdır. Kevin ve arkadaşları postnatal 12 ve 21.günler arasında PPN nöronlarını alpha -2 adrenerjik inhibisyonu ile alt gruplara ayırıp, hızlı göz hareketi (rapid eye movement (REM)) uykusunun düşüş gösterdiği günlerdeki nöron tiplerini tanımlamaya çalışmışlardır [25]. Christen Simon ve arkadaşları ise REM uykusunun düşüş gösterdiği 9-17. günlerdeki glutamat receptör alt tiplerini ortaya Marmara Medical Journal 2014; 27: 171-77 çıkarmışlardır [26]. Glutamaterjik ve GABAerjik kökenli olduğu bilenen kalbindin pozitif nöronların gelişimsel olarak 7, 14 ve 21. günler arasındaki değişimin incelenmesi REM uykusundaki düşüşün açıklanmasında anlamlı ipuçları verebilecektir. PPN üzerinde yaptığı elektrofizyolojik REM uykusu çalışmalarında, Jouvet-Mounier sıçanlarda 10 ile 30. postnatal günler arasında REM uykusunda düşüş meydana geldiğini, bu düşüşün büyük kısmı 12 ile 21. günler arasında gerçekleştiğini bulmuştur [27]. Garcia Rill ise major değişikliğin 10 ile 15. günler arasında olduğunu savunmuştur [28]. Çalışmamızda, kalbindin boyanan hücre sayısında artış 14-21. günlük sıçanlarda görülmüştür. Bu bulgu da gelişimsel süreçte REM uykusunda düşüşün görüldüğü günlerdir. Bu nedenle, PPN’de işaretlenen kalbindin ile REM uykusu arasında bir ilişki olabileceği düşünülebilir. REM uykusunu ve uyanıklığı düzenleyen retiküler aktive edici sistemin kolinerjik parçası olan PPN’in uyarılması REM uykusunu arttırırken [29], PPN lezyonları da REM uykusunu düşürmüştür [30]. REM uykusundaki düşüşü gelişimsel farklılıklar ile açıklamaya çalışan GarciaRill ve arkadaşlarının çalışmasında PPN nöronları gelişimsel dönem boyunca GABA agonisti muskimol (GABA A reseptörüne spesifik) ve yine GABA agonisti baklofen (GABA B reseptörüne spesifik) ile module edilmiştir. Sonuçta, REM uykusunda meydana gelen gelişimsel düşüş boyunca GABAA reseptörünün aktivasyonu ile eksitasyondan inhibisyona doğru kayan bir tablo ortaya çıkmaktadır. GABAB reseptörü ise daha az göze çarpan bir inhibitördür [25]. Gelişimin erken dönemlerinde 12. ve 16. günler arasında GABAA reseptörünün aktivasyonu PPN nöronlarının depolarizasyonuna ve REM uykusundaki gelişimsel düşüş süresi olan 17-21. günlerde hiperpolarizasyona sebep olmaktadır. PPN, diğer mesopontin nükleuslardan glutamaterjik lifler almaktadır. Glutamaterjik liflerin, uyarılma durumlarının oluşumuyla yakın ilişkili olduğuna inanılmaktadır. Christen Simon ve arkadaşlarının yeni yayınladıkları çalışmada postnatal 9 ile 17. günler arasındaki glutamat reseptörlerinin alt tiplerindeki gelişimsel değişikliklerin PPN nöronlarının cevaplarına katkısı olup olmadığı araştırılmıştır. PPN hücre tiplerinin glutamaterjik eksitabilitesindeki değişiklikler REM uykusundaki gelişimsel düşüşün temelini oluşturur [26]. Ninomiya ve arkadaşlarının 2005 yılında kolinerjik nöronların gelişimini inceledikleri çalışmada 14 ve 21. günler arasında nükleusların çaplarının arttığını göstermişlerdir. Bizim çalışmamızda 14. günde nöron çapı yaklaşık 12 µm iken 21. güne gelindiğinde 15 µm olarak Kirazlı ve Şehirli Nucleus pedinculopontinus’ta kalbindinin gelişimsel farklılıkları 175 ölçülmüştür. Genel olarak 14 ve 21. günler arasında nöron çaplarında artış meydana geldiğini söyleyebiliriz. Uyanıklık ve REM uykusu ile ilişkili olduğu gösterilmiş olan PPN nöronları, uyanıklık sırasında tonik, REM uykusu sırasında tonik ve burst, yavaş dalgalı uykuda ise azalan aktivite gösterirler [31]. Kobayashi ve arkadaşları postnatal 12- 21. günlük sıçanlarda PPN nöronlarında meydana gelen nörokimyasal değişiklikleri incelemişlerdir. Bu çalışma, hücresel düzeyde uyku/ uyanıklık siklusu ve uyarılma ile ilgili gelişimsel bilgiler sunmuştur. Bu bilgiler doğrultusunda, PPN’e gelen glutamaterjik ve serotonerjik liflerdeki gelişimsel düzensizliğin REM uykusundaki düşüşe yol açtığı hipotezini ortaya koymuşlardır [32]. Temel olarak, yenidoğanda REM uykusu temel uykunun %50 seviyesindeyken (yaklaşık 8 saat ), yetişkinde temel uykunun % 15’ini oluşturmaktadır (yaklaşık 1 saat). REM uykusundaki bu ana düşüş, doğum ile ergenlik dönemi arasında olur. Sıçanda ise gelişimsel düşüş 10. ile 30. günler arasında olmaktadır. Sıçanda bu dönemdeki REM uykusu toplam uykunun %70’i oranından %15’e düşmektedir. Bilim adamlarına göre gelişimsel dönemdeki bu düzensizlik araştırılıp uyku inhibitör sürecine ilişkin tedavi uygulanabilirse REM uykusu bozukluğuna bağlı, anksiyete, sizofreni, bipolar ve unipolar depresyon gibi hastalıklar üzerinde olumlu sonuçlar elde edilebilir [33]. Kobayashi ve arkadaşları düşüşün olduğu dönemi, 12.21. günler arasındaki sıçanlara glutamat enjekte ederek açıklamaya çalışmışlardır. Glutamat, N-metil-D-aspartik asit (NMDA) ve kainik asit, glutamat reseptörlerini aktif hale geçirir. NMDA uyanıklığın sağlanmasında etkin rol oynarken, kainik asit ise REM uykusuna geçişi sağlar. Uyanıklığın sağlanmasında etkin olan NMDA başlangıçta yüksek uyarılara cevap verirken zamanla daha düşük uyarılara cevap verir, uyku durumuna geçişte etkin olan kainik asit ise başlangıçta daha düşük uyarılara cevap verirken, zamanla daha yüksek seviyede uyarana cevap vermektedir. Böylece, NMDA daha etkin olmaya başlayacağından uyanıklık durumu gerçekleşir. Bu kritik düşüşün 15 ve 16. günler arasında başladığı gözükmektedir [32]. İnsanda, REM uykusu bozukluğuna bağlı, anksiyete, sizofreni, bipolar ve unipolar depresyon gibi hastalıkların ortaya çıktığı dönemin 15- 25 yaşlar arasında olduğu ve ergenlik dönemine rastladığı göz önüne alınırsa ve bu dönemde insanda da REM uykusunun azaldığı dönem olması anlamlıdır. Beyinin, hipokampus [34], korteks [35] ve bazal ganglia [36] gibi farklı bölgelerindeki nöronlar, kalsiyum bağlayıcı proteinler sentezlemektedirler. Bu sayede aynı nörotransmitteri kullanmalarına rağmen farklı fonksiyonel özelliklere sahip olmaktadırlar ve kalsiyum bağlayıcı 176 Kirazlı ve Şehirli Nucleus pedinculopontinus’ta kalbindinin gelişimsel farklılıkları proteinler ile nöronlar çeşitli alt gruplara ayrılabilmektedirler. Kalsiyum bağlayıcı proteinlerin varlığı maymun [18,23] ve sıçan PPN’inde [19] gösterilmiştir. Aslında sıçan PPN’indeki kolinerjik nöronların sayısı ile kalbindin ve kalretinin eksprese eden nöronların sayısı hemen hemen aynıdır [20]. Kalsiyum bağlayıcı proteinler yaygın olarak GABAerjik ve glutamaterjik nöronlarda sentezlenmeleri yanında nadir olarak kolinerjik nöronlarda sentezlenebilirler. GABAerjik ve glutamaterjik nöronların fonksiyonel alt tiplerini ortaya koyarlar [21]. Bizim çalışmamızda, asetilkolin ve kalbindin koekspresyonu gözlenmedi. Seto-Ohshima, 2003 yılında Huntington hastalığından (HD) ölen kişilerin beyinlerinde yaptığı çalışmada neostriatum bölgesindeki kalbindin içeren nöronların önemli derece azaldığını bulmuş ve kalsiyum mekanizmasının HD üzerinde etkili olabileceğini savunmuştur [22]. Côté ve Parent, 2003 yılında yaptıkları çalışmada, maymunlarda PPN ve nucleus basalis’teki kolinerjik nöronların ikili immunhistokimyasal boyama yaparak kalbindin varlığını incelemişler, sonuçta PPN’deki kolinerjik nöronların kalbindinden yoksun olduğunu, nucleus basalis’teki kolinerjik nöronların ise kalbindin içerdiğini ortaya koymuşlardır [23]. Bu sonuçlar doğrultusunda ise Alzheimer hastalığı patogenezinde rolü olmayan PPN’e rağmen nucleus basalis’in hastalığın üzerinde etkisi olmasından yola çıkarak kalbindin varlığının sadece Alzheimer hastalığı değil diğer nörodejeneratif rahatsızlıklarda da etkin olabileceğini öne sürmüşlerdir. Diğer bir kalsiyum bağlayıcı protein olan kalretinin varlığının ise Parkinson hastalığı üzerinde koruyucu etkisi olduğuna dair çalışmalar yapılmıştır [24]. Çalışmamız sırasında karşılaşılan sorunlardan birisi GABA nöronlarının geleneksel immunohistokimyasal yöntemlerle boyanmasındaki zorluklardır. Belirttiğimiz kalbindin boyanan hücre sayısı GABAerjik ve glutamaterjik nöronların toplamıdır. GABAerjik ve glutamaterjik nöronların ayrı olarak sayımlarının yapılabilmesi için in situ hibridizasyon yöntemi kullanılmalıdır. Bhagvandin’in 2013 yılında yayınladığı çalışmasında, PPN ve LDT nükleusları içerisinde kalbindin pozitif nöron sayısının düşük olduğu, fakat kalbindin pozitif terminal sayısının yüksek yoğunlukta olduğu gösterilmiştir. Bu durum çalışmamızda kalbindin pozitif nöronların az miktarda sayılmış olması açısından açıklayıcı olmuştur [37]. Literatürde, postnatal gelişim sürecinde, zamana bağlı oluşan bazı fonksiyonel değişimlerin çalışmamızdaki morfolojik değişimlerle paralellik gösterdiği söylenebilir. Bu çalışmamız sonucunda, PPN’de ilk kez kalbindin miktarının gelişimsel olarak değişimi ortaya konmuştur. Bu Marmara Medical Journal 2014; 27: 171-77 çalışmanın devamı niteliğinde olacak şekilde postnatal 14 ile 21.günler arasındaki sürenin daha detaylı çalışılması, güne bağlı değişimi daha net ortaya koyabilecektir. Teşekkür Bu çalışma Marmara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu tarafından SAG-C-YLP-03110-0248 proje numarası ile desteklenmiştir. Kaynaklar 1. Garcia-Rill E. The pedunculopontine nucleus. Prog Neurobiol 1991; 36:363–89. doi:10.1016/0301-0082(91)90016-T 2. Mena-Segovia J, Ross HM, Magill PJ, Bolam JP. The pedunculopontine nucleus: towards a functional integration with the basal ganglia. In: Bolam JP, Ingham JA, Magill PJ, editors. The Basal Ganglia VIII. Advances in Behavioral Biology. Volume 56. New York: Springer Science and Business Media, 2005:533-44. 3. Pahapill PA, Lozano AM. The pedunculopontine nucleus and Parkinson’s disease. Brain 2000; 123:1767–83. doi: 10.1093/ brain/123.9.1767 4. Pereira EA, Muthusamy KA, De Pennington N, Joint CA, Aziz TZ. Deep brain stimulation of the pedunculopontine nucleus in Parkinson’s disease. Preliminary experience at Oxford. Br J Neurosurg 2008; 22 Suppl 1:S41-4. doi:10.1080/02688690802448335. 5. Mena-Segovia J, Micklem BR, Nair-Roberts RG, Ungless MA, Bolam JP. GABAergic neuron distribution in the pedunculopontine nucleus defines functional subterritories. J Comp Neuro 2009; 515:397-408. doi: 10.1002/cne.22065. 6. Semba K, Reiner PB, Fibiger HC. Single cholinergic mesopontine tegmental neurons project to both the pontine reticular formation and the thalamus in the rat. Neuroscience 1990; 38:643– 54. doi:10.1016/0306-4522(90)90058-C 7. Semba K, Reiner PB, McGeer EG, Fibiger HC. Brainstem afferents to the magnocellular basal forebrain studied by axonal transport immunohistochemistry, and electrophysiology in the rat. J Comp Neurol 1988; 267:433– 53. 8. Lavoie B, Parent A. Pedunculopontine nucleus in the squirrel monkey: distribution of cholinergic and monoaminergic neuronsin the mesopontine tegmentum with evidence for the presence of glutamate in cholinergic neurons. J Comp Neurol 1994; 344:190–209. 9. Clarke NP, Bevan MD, Cozzari C, Hartman BK, Bolam JP. Glutamate-enriched cholinergic synaptic terminals in the entopeduncular nucleus and subthalamic nucleus of the rat. Neuroscience 1997;2:371-85. doi:10.1016/S03064522(97) 00247-9 10. Mena-Segovia J, Bolam JP, Magill PJ. Pedunculopontine nucleus and basal ganglia: distant relatives or part of the same family. Trends Neurosci 2004;10:585-8. doi:10.1016/ j.tins.2004.07.009 11. Bolam JP, Francis CM, Henderson Z. Cholinergic input to dopaminergic neurons in the substantia nigra: a double immunocytochemical study. Neuroscience 1991;41:483-94. Marmara Medical Journal 2014; 27: 171-77 12. Garzon M, Vaughan RA, Uhl GR, Kuhar MJ, Pickel VM. Cholinergic axon terminals in the ventral tegmental area target a subpopulation of neurons expressing low levels of the dopamine transporter. J Comp Neurol 1999;410:197-210. 13. Celio MR, Heizmann CW. Calcium-binding protein parvalbumin as a neuronal marker. Nature 1981;293:300-2. 14. Baimbridge KG, Celio MR, Rogers JH. Calcium-binding proteins in the nervous system.Trends Neurosci 1992 ;15:3038. 15. Härtig W, Brückner G, Brauer K, Seeger G, Bigl V. Triple immunofluorescence labelling of parvalbumin, calbindinD28k and calretinin in rat and monkey brain. J Neurosci Meth 1996 ;67:89-95. 16. Lander ES, Linton LM, Birren B, NusbaumC, Zody MC, Baldwin J. Initial sequencing and analysis of the human genome. Nature 2001; 409:860–921. 17. Celio MR. Calbindin D-28k and parvalbumin in the rat nervous system. Neuroscience 1990 ;35:375-475. 18. Fortin M, Parent A. Calretinin-immunoreactive neurons in primate pedunculopontine and laterodorsal tegmental nuclei. Neuroscience 1999 ;88:535-47. 19. Dun NJ, Dun SL, Hwang LL, Förstermann U. Infrequent co-existence of nitric oxide synthase and parvalbumin, calbindin and calretinin immunoreactivity in rat pontine neurons. Neurosci Lett 1995 26;191:165-8. 20. Martinez-Gonzalez C, Micklem B R, Bolam JP, MenaSegovia J. Neurons containing calciumbinding proteins are topographically organized in the pedunculopontine nucleus. Program No. 845.17. 2009 Neuroscience Meeting Planner. Chicago, IL: Society for Neuroscience, 2009. 21. Martinez-Gonzalez C, Bolam JP, Mena-Segovia J. Topographical organization of the pedunculopontine nucleus. Front Neuroanat 2011;5:22. 22. Seto-Ohshima A, Emson PC, Lawson E, Mountjoy CQ, Carrasco LH. Loss of matrix calcium-binding proteincontaining neurons in Huntington’s disease. Lancet 1988; 1:1252-5. 23. Côté PY, Parent A. Calbindin D-28k and choline acetyltransferase are expressed by different neuronal p o p u l a t i o n s in p ed u n cu lo p o n tin e n u c le us but not in nucleus basalis in squirrel monkeys Brain Res 1992 16;593:245-52. 24. Tsuboi K, Kimber TA, Shults CW. Calretinin-containing axons and neurons are resistant to an intrastriatal 6-hydroxydopamine lesion. Brain Res 2000 ; 866:55-64. 25. Bay KD, Mamiya K, Good CH, Skinner RD, Garcia-Rill E. Alpha-2 adrenergic regulation of pedunculopontine nucleus neurons during development. Neuroscience 2006; 141: 769–79. Kirazlı ve Şehirli Nucleus pedinculopontinus’ta kalbindinin gelişimsel farklılıkları 177 26. Simon C, Hayar A, Garcia-Rill E. Responses of developing pedunculopontine neurons to glutamate receptor agonists. J Neurophysiol 2011;105:1918-31. doi: 10.1152/jn.00953.2010. 27. Jouvet-Mounier D, Astic L, Lacote D. Ontogenesis of thestates of sleep in rat, cat, and guinea pig during the first postnatal month. Dev Psychobiol 1970; 2: 216–39. 28. Garcia-Rill E, Charlesworth A, Heister D, Ye M, Hayar A. The developmental decrease in REM sleep: the role of transmitters and electrical coupling. Sleep 2008;31:673-90. 29. Thakkar M, Portas C, McCarley RW. Chronic low-amplitude electrical stimulation of the laterodorsal tegmental nucleus of freely moving cats increases REM sleep. Brain Res 1989; 723:223–27. doi:10.1016/0006-8993(96)00256-9 30. Webster HH, Jones BE. Neurotoxic lesions of the dorsolateral pontomesencephalic tegmentum-cholinergic cell area in cat. II. Effects upon sleep-waking states. Brain Res 1988; 458:285–302. doi:10.1016/0006-8993(88)90471-4 31. Steriade M, Datta S, Pare D, Oakson G, Curro Dossi R. Neuronal activities in brain-stem cholinergic nuclei related to tonic activation processes in thalamocortical systems. J Neurosci 1990; 10: 2541–59. 32. Kobayashi T, Good C, Mamiya K, Skinner RD, Garcia-Rill E. Development of REM sleep drive and clinical implications. J Appl Physiol 2004; 96: 735–46. doi: 10.1152/japplphysiol. 00908.2003 33. Kobayashi T, Good C, Biedermann J, Barnes C, Skinner RD, Garcia-Rill E. Developmental changes in pedunculopontine nucleus (PPN) neurons. J Neurophysiol 2004 ; 91:147081. doi: 10.1152/jn.01024.2003 34. Acsády L, Halasy K, Freund TF. Calretinin is present in nonpyramidal cells of the rat hippocampus--III. Their inputs from the median raphe and medial septal nuclei. Neuroscience 1993;52:829-41. doi:10.1016/0306-4522(93)90532-K 35. Staiger JF, Masanneck C, Schleicher A, Zuschratter W. Calbindin containing interneurons are a target for VIPimmunoreactive synapses in rat primary somatosensory cortex. J Comp Neurol 2004;468:179-89. doi: 10.1002/cne.10953 36. Parent M, Lévesque M, Parent A. Two types of projection neurons in the internal pallidum of primates: single-axon tracing and three-dimensional reconstruction. J Comp Neurol 2001;439:162-75. doi: 10.1002/cne.1340 37. Bhagwandin A, Gravett N, Bennett NC, Manger PR. Distribution of parvalbumin calbindin and calretinin containing neurons and terminal networks in relation to sleep associated nuclei in the brain of the giant Zambian mole-rat (Fukomys mechowii). J Chem Neuroanat 2013;52:69-79. doi: 10.1016/j.jchemneu.2013.06.002. Marmara Medical Journal 2014; 27: 178-183 DOI:10.5472/MMJ.2014.03606.2 ORIGINAL ARTICLE / ÖZGÜN ARAŞTIRMA Translation into Turkish of the expanded version of the “Brief Infant Sleep Questionnaire” and its application to infants Genişletilmiş “Bebek Kısa Uyku Anketi”nin Türkçe’ye çevirisi ve bebeklerde uygulanması Perran BORAN, Pınar AY, Azad AKBARZADE, Selda KÜÇÜK, Refika ERSU ABSTRACT Objective: Infant sleep problems are among the most common problems presented to pediatricians. The expanded version of the “Brief Infant Sleep Questionnaire” is a questionnaire developed by Sadeh for assessing sleep problems and their causes in early childhood. We have translated this questionnaire and assessed sleep problems and their causes among infants. Patients and Methods: The translation process was undertaken with the consent of the author. The final translated questionnaire was evaluated using a sample of 121 infants. Results: The parents of 11.6% of the infants considered their infants’ sleep to be a very serious problem, 22.3% had a small problem, and 66.1% had no problem at all. According to the poor sleeper criteria suggested by Sadeh, 32.2% (39) infants were considered as poor sleepers. In a logistic regression analysis sleeping in the parent’s bed was associated with sleeping poorly. The mother’s perception of the infant’s sleep as a problem correlated with infant’s sleep problem criteria suggested by Sadeh. Conclusion: Test results provide preliminary evidence that the Turkish translation is acceptable and understandable for assessing sleep problems during early childhood. ÖZET Amaç: Bebeklik dönemi uyku sorunları pediatristlerin en sık karşılaştığı sorunlardan biridir. “Bebek Kısa Uyku Anketi”nin genişletilmiş hali, erken çocukluk döneminde uyku ortamı ve uyku sorunlarını değerlendirmek için Sadeh tarafından geliştirilen bir ankettir. Bu çalışmada, bu anket Türkçe’ye çevrilmiş ve bebeklerde uyku ortamı ve uyku sorunlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: Sadeh’in onayı alındıktan sonra çeviri başladı. Anketin son hali 121 bebekte uygulanarak değerlendirildi. Bulgular: Bebeklerin %11,6’sının ebeveynleri bebeklerinin uykusunu çok ciddi bir sorun olarak algılarken, %22,3’ü küçük bir sorun olduğunu, %66,1’inin ise uyku sorunu olmadığını düşündüğü görüldü. Kötü uyku kriterine göre %32,2 (39) bebek kötü uyuyan olarak kabul edildi. Lojistik regresyon analizine göre ebeveynin yatağında uyuma kötü uyku ile ilişkili bulundu. Bebeğin uyku sorunuyla ilgili annelerin algısı Sadeh tarafından ileri sürülen uyku sorunu kriterleriyle ilişkili bulundu. Sonuç: Test sonuçları, anketin Türkçe çevirisinin erken çocukluk döneminde uyku ortamı ve uyku sorunlarını değerlendirmede kabul edilebilir ve anlaşılabilir olduğu konusunda ön kanıtlar sağlamıştır. Keywords: Sleep, Questionnaire, Infant Anahtar Kelimeler: Uyku, Anket, Bebek Introduction Perran Boran ( ), Azad Akbarzade, Selda Küçük, Refika Ersu Department of Pediatrics, Marmara University Hospital, Ust Kaynarca, Pendik, Istanbul, Turkey e-mail: drperran@yahoo.com Pınar Ay Department of Public Health, School of Medicine, Marmara University, Başıbüyük, Maltepe, Istanbul, Turkey Submitted/Gönderilme: 26.05.2014 178 Accepted/Kabul: 07.09.2014 Infant sleep problems are among the most common problems presented to physicians dealing with children. Infants go through rapid eye movement (REM) and nonREM sleep every 50 minutes, so they can wake up many times each night [1,2]. By about 4 months, many babies begin to sleep through the night and approximately 80% of infants sleep through the night by the time they are 6 to 9 months of age [1,2]. Parents often see the infant who is not sleeping through the night as having a sleep problem and search for solutions. About 20-30% of young children suffer from bedtime resistance (bedtime struggles, bedtime refusals) and frequent night awakenings [1-5]. They become dependent upon specific sleep onset associations (rocking, Marmara Medical Journal 2014; 28: 178-183 feeding, parental presence) in order to fall asleep at bedtime and to return to sleep during the night. This has been named “sleep onset association disorder” and is the most common pediatric sleep disorder in the first postnatal year. The “Brief Infant Sleep Questionnaire” (BISQ) is a tool for screening the sleep environment, including parental practices, daytime and nighttime routines, and sleep problems in early childhood, based on parental responses [3]. BISQ was validated and correlated significantly with sleep measures derived from actigraphy and sleep diaries [3,6]. Since a Turkish version of the questionnaire is not available, we translated this questionnaire and assessed the sleep environment, routines and sleep problems in a cohort of infants. We hypothesized that the Turkish version of the questionnaire will be acceptable, understandable and reliable for assessing sleep measures and sleep problems during early childhood. Patients and Methods BISQ was developed by Sadeh based on subjective and objective measures of infant sleep [3]. It has 13 items, based on actigraphy and on the parents reports of infant’s or toddler’s sleep patterns and has been used to validate data. The BISQ has been correlated with daily-logs and parental reports of sleep. Its sensitivity for documenting developmental sleep trends has been well established [3]. The variables of the questionnaire included 1) nocturnal sleep duration (between the hours of 7 pm and 7 am); 2) daytime sleep duration (between the hours of 7 am and 7 pm); 3) number of night wakenings; 4) duration of wakefulness during the night hours (10 pm to 6 am); 5) nocturnal sleep-onset time (the time when the child falls asleep for the night); 6) settling time (latency to falling asleep for the night); 7) method of falling asleep; 8) location of sleep; 9) preferred body position; 10) age of child; 11) gender of child; 12) birth order; and 13) role of the responder who completed the BISQ. We also included the demographic characteristics of the study population, the presence of infantile colic in the babies, and the scores of the mothers on the Edinburgh Postnatal Depression Scale (EPDS) obtained from the babies’ files. We used the EPDS scores administered at the routine 2 months well child visits. The translation process started after the consent of the author was obtained and involved a first translation of the BISQ into Turkish and then a translation back into English and a review of the translations. The translated BISQ was completed face to face by a mother with a researcher. For a test-retest reliability (repeatability) evaluation, 30 parents Boran et al. Sleep in infants studied by a questionnaire (BISQ) in Turkish 179 Table I. Demographic characteristics of the study population n % Gender Female Male 69 52 57 43 Birth Order Only child Youngest Child Middle or a multiple child 51 66 4 42.1 54.5 3.4 Mother’s age ≤24 25-29 30-34 ≥35 25 37 39 20 20.6 30.6 32.3 16.5 Father’s age ≤24 25-29 30-34 ≥35 4 30 49 38 3.3 24.8 40,5 31,4 Mother’s education Less than high school High school College education or postgraduate degree 76 25 20 62.8 20.7 16.5 Father’s education Less than high school High school College education or postgraduate degree 54 46 21 44.6 38 17.4 Family type Nuclear Extended 90 31 74.4 25.6 completed the BISQ twice, with a 3 week interval between the administrations. The test-retest reliability of the questionnaire measures was examined. Assuming the rate of sleep problems as 30%, and margins of error as 10%, with a 95% confidence level, a minimum sample size of 81 was estimated. From February to May 2013, all the mothers of infants who attended the well child outpatient clinics when they were 9 months were invited to participate in the study. If the child woke up more than 3 times per night, spent more than 1 hour in wakefulness during the night, or spent less than 9 hours in sleep (day and night), then they were considered as poor sleepers [3]. The research protocol was approved by the Ethics Committee of the Marmara University, School of Medicine. Informed consent was taken from each parent. Statistical Analysis Data analysis included: assessment of gender, birth order related differences, comparison of BISQ measures according to ratings of the severity of the infant sleep problem, assessing the role of sleeping location and soothing techniques. Categorical variables are presented as Boran et al. Sleep in infants studied by a questionnaire (BISQ) in Turkish 180 Table II. Sleep environment (sleep location, methods of falling asleep) Sleep Location/Position n (%) In his/her own room 29 (23.9) Room sharing with parents 80 (66.1) Other In his/her crib/own bed Bed sharing with parents On his/her back On his/her belly/side 12 (10.0) 64/38 (52.9/31.4) 19 (15.7) 39 (32.2) 26/56 (21.5/46.3) Bed time routines/Sleep onset associations Bath Massage Read books Rocked Watch TV 12 (9.9) 6 (4.9) 6 (4.9) 76 (62.8) 4 (3.3) Have a dinner or a snack 10 (8.3) Have a bottle, drink, or nurse 87 (71.9) Run around 7 (5.8) Brush teeth 3 (2.5) Play 23 (19.0) Cuddle 13 (10.7) Say prayers 5 (4.1) Sing songs 38 (31.4) Listen to music 13 (10.7) Soothing techniques at night awakenings (positive reinforcement) Pick up my child and hold, rock until asleep Bottle feed, breastfeed 27 (22.3) 24/87 (19.8/72) Give a pacifier 11 (9) Change diaper 14 (11.6) Play, watch TV 7 (5.8) Rub but do not pick up 5 (4.1) Comfort verbally 3 (2.5) Let him/her cry and fall back to sleep by himself/herself 3 (2.5) Give a few min to see if he/she falls back to sleep 8 (6.6) 6 (5) frequencies and percentages, continuous variables are presented as mean±sd, median and percentiles. Spearman correlations were calculated for the sleep measures obtained from repeated administrations of the BISQ. Continuous variables between three groups (serious problem - small problem - no problem groups) were compared with the Kruskal-Wallis test. Categorical variables were compared with the Chi-square or Fisher’s tests. Stepwise Logistic Regression analysis was carried out in order to assess the predictor variables (gender, birth rank, sleeping location and position, presence of colic, parents’ Marmara Medical Journal 2014; 28: 178-183 age and educational status, family type and maternal depression) for the presence of sleep problems. The strength of associations is presented as odds ratios (OR) and 95% confidence intervals (CI). p<0.05 was set as the level for statistical significance. Results For a test-retest reliability evaluation, 30 parents completed the BISQ twice, with a 3 week interval between the administrations. The test-retest reliability of the questionnaire measures was examined. Spearman correlations were calculated for the sleep measures obtained from repeated administrations of the BISQ. Strong correlations were found between the repeated sleep measures for nocturnal sleep duration (r=0.71), daytime sleep duration (r=0.73), number of night wakings (r=0.82), duration of nocturnal wakefulness (r=0.77), nocturnal sleeponset time (r =0.81), and settling time (r =0.63). All correlations were significant at p<0.001. Of the 130 participants invited, 93% (n=121) agreed to participate. The final questionnaire was evaluated using a sample of 121 infants and their parents who attended the well child outpatient clinics when the child was 9 months. Mean maternal age was 29.2±5.4 years (18-44) and mean paternal age was 32.5±5.2 years (18-48). Sixty three percent of mothers had less than a high school education. Our hospital mostly serves a socioeconomically disadvantaged population in a suburban area of Istanbul. Demographic characteristics are presented in Table I. Based on the recommended daily sleep amounts for their age group (13 hours), 31.4% (38) of infants had a sufficient amount of sleep, whereas 68.6% (83 infants) had less than the recommended amount. Sleep locations and methods of falling asleep are presented in Table II. Since the respondent was asked to mark all that apply for sleeping arrangements, bedtime rituals and other parental interventions (both in the sleep initiation and in response to nocturnal awakenings), we have not given the percentages in Table II. While 66.1% of the infants shared a room with the parents, bed sharing was only 15.7%. Parents were more likely to place their infants on a separate sleeping surface within the same room. When sleep onset associations were evaluated most common practices were nursing or using other feeding practices (71.9%) and rocking (62.8%). Parents also used the same practices as soothing techniques when their infants woke up at night. Mothers were breastfeeding or bottle feeding for 91.7% of the infants. Only 14% of the parents were using different approaches Boran et al. Sleep in infants studied by a questionnaire (BISQ) in Turkish Marmara Medical Journal 2014; 28: 178-183 Table III. BISQ measures Median 25th-75thpercentile Time to start the child’s bedtime routine 22:00 21:30-22:30 Time to put the child to bed at night 22:10 21:45-23:00 Measures 3 2-3.3 Nocturnal wakefulness, (min) Night wakening, no 15.0 10.0-30.0 Longest stretch of time the child is asleep during night, (min) 240.0 180.0-345.0 Nocturnal sleep duration, (min) 570.0 480.0-600.0 Naps/day, no 2 2-3 Daytime sleep duration, (min) 150.0 120.0-210.0 Total sleep duration, (min) 720.0 660.0-780.0 Table IV. Parental perception of sleep problem n % How difficult is bedtime for the child (Bedtime struggle) Very easy Somewhat easy Neither easy nor difficult Somewhat difficult Very difficult 45 15 17 27 17 37.2 12.4 14.1 22.3 14 Frequency of bedtime struggle Every night 5-6 nights/week 3-4 nights/week 1-2 nights/week 1-3 nights/month Less than once a month Never 13 6 11 22 7 12 50 10.7 5 9.1 18.2 5.8 9.9 41.3 Night wakenings frequency Every night 5-6 nights/week 3-4 nights/week 1-2 nights/week 1-3 nights/month Less than once a month Never 92 8 11 4 1 1 4 76.1 6.6 9.1 3.3 0.8 0.8 3.3 How well he sleeps at night Very well Well Fairly well Fairly poor Poorly Very poorly 26 50 26 5 12 2 21.5 41.3 21.5 4.1 9.9 1.7 Consider child’s sleep as a problem A very serious problem A small problem Not a problem at all 14 27 80 11.6 22.3 66.1 181 for night time wakening like letting the baby cry till falling asleep or soothing the baby without picking it up. Parents reported instituting a bedtime routine every night for 76 infants (62.8%) and for most nights of the week for 78.5% of the infants. BISQ measures are presented in Table III. The parents of 11.6% (n=14) of the infants considered their infants’ sleep to be a very serious problem, the parents of 22.3% (n=27) of the infants considered their sleep to be a small problem, and the sleep of 66.1% (n=80) of the infants was considered not to be a problem at all. Bedtime struggles and the latencies for falling asleep greater than 30 minutes was associated with the mother’s perception of sleep as problem (p<0.001, p=0.012). Parental perception of sleep problem is presented in Table IV and BISQ sleep measures according to sleep problem severity ratings in Table V. The parents of 88.8% of the infants, who were waking ≤3 times per night considered that their infants’ sleep was not a problem at all. Parents who did not consider their infant’s sleep as a problem had infants who were sleeping 12 hours a day, 2.75 hour during the day and 9.5 hours per night (median values are given). Infants whose sleep was considered as a problem by the parents had a greater number of night wakenings per night (p<0.001), more time spent in wakefulness during the night (p<0.001), shorter stretches of time during which the child was asleep at night (p=0.012), shorter nocturnal sleep durations (p=0.024) and shorter total sleep duration (p=0.008). Having infantile colic or higher scores on EPDS at 6 weeks postpartum were not associated with poor sleep at 9 months of age. According to the poor sleeper criteria used, 32.2% (95% CI: %24.0–%41.3) were considered as poor sleepers. In the univariate analysis, gender, birth rank, sleeping position of the baby, presence of infantile colic, parents’ age and educational status, family type (nuclear and extended) and mother’s depression were not associated with infants’ sleep problems (data not shown). Univariate anaysis revealed that babies who were sleeping in their parents’ bed were more likely to have sleep problems compared to the others (p=0.006). In the logistic regression analysis when babies sleeping in a cradle were taken as the reference category, the OR of having sleep problems was 0.94 (95%CI: 0.312.88, p=0.92) among the ones who were sleeping in their own beds and 6.78 (95%CI: 1.89-24.29, p=0.003) among the ones who were sleeping in their parents’ bed. Parental perception of sleep problems correlated with the infant’s sleep problem according to the criteria suggested by Sadeh [3] (p<0.001, Table VI). 182 Boran et al. Sleep in infants studied by a questionnaire (BISQ) in Turkish Marmara Medical Journal 2014; 28: 178-183 Table V. BISQ sleep measures according to sleep problem severity ratings Mother’s perception of sleep as a problem Measures Severe Problem Small Problem No Problem 25 th p 50 th p 75 th p 25 th p 50 th p 75 th p 25 th p 50 th p 75 th p Time to start the child’s bedtime routine 21:00 21:15 23:00 21:00 21:45 22:45 21:30 22:00 22:00 Time to put the child to bed at night 21:30 21:45 23:00 21:41 23:00 24:00 22:00 22:15 23:00 Night wakenings, no* 2.3 4.0 4.8 3.0 3.0 5.0 1.0 2.0 3.0 Nocturnal wakefulness, min* 22.5 45.0 67.5 10.0 25.0 45.0 6.0 15.0 30.0 Longest stretch of time the child is asleep during night min** 120.0 180.0 262.5 180.0 300.0 180.0 240.0 360.0 Nocturnal sleep duration, min*** 330.0 480.0 600.0 540.0 600.0 480.0 570.0 630.0 Naps/day, no 2.0 2.0 Daytime sleep duration, min 97.5 Total sleep duration, min**** 525.0 637.5 476.3 3.5 2.0 2.0 3.0 2.0 2.0 3.0 225.0 90.0 120.0 180.0 120.0 165.0 213.8 720.0 600.0 682.5 750.0 660.0 720.0 840.0 *p<0.001, **p=0.012, ***p=0.024, ****p=0.008 Table VI. Mother’s perception of the infants sleep versus sleep problem according to the criteria suggested by Sadeh [ ] Mother’s perception of the infants sleep Very serious problem Small problem Not a problem Poor sleeper (%) 9 (64.2%) 17 (62.9%) 13 (16.2%) Discussion Understanding the parents’sleep practices both in sleep initiation and in response to nocturnal waking is important both for understanding the infant’s sleep problem and for the development of interventions. It has been shown that early sleep patterns and maternal sleep-related perception during infancy are significant predictors of sleep quality of pre-school children [7]. There was a need for developing a screening tool for infant sleep problems in Turkish that can be used for problems in infants. We found that the Turkish version of the BISQ can be used for screening sleep environment, parental practices, daytime and nighttime routines, and sleep problems in early childhood. Mindell et al. studied cultural differences in sleep patterns and problems in children from birth to 36 months of age, and found a wide range (11% to 76%) in the percentage of parents who perceived their child to have a sleep problem [8, 9]. In the current study, 33.9% of the parents perceived their child as having a sleep problem. According to the criteria suggested by Sadeh [3] rate of sleep problems in our study was 32.2% (95%CI: 24.0%41.3%) and there was a significant relationship between the two criteria used in this study. Night waking has been associated with a “difficult temperament” [10,11], and previous studies suggested that it might also be associated with infantile colic. Such an association was not found in this study. Parental stress and psychopathological conditions have also been associated with sleep problems [12-14]. However, in this study, babies of mothers with higher scores on EPDS did not have sleep problems with their 9 month-old infants. This can be explained by the fact that a high EPDS score is a consequence of child sleep problem rather than being a cause. It can also be speculated that EPDS scores taken previously did not correlate with the infant sleeping problems. In this study, the percentage of parents reporting nursing or bottle feeding at night was very high, which can explain the frequent night waking. After six months of age breastfeeding spacing at night is not associated with lactation failure and daytime nursing is sufficient for the babies’ needs. In babies having sleep problems, frequent daytime nursing and spacing of breastfeeding at night can be recommended to overcome this problem. We also found that sleeping in the parent’s bed was associated with sleeping poorly, but sleeping in the parent’s room was not. Room sharing without bed sharing is recommended during the first year for prevention of sudden infant death [15] and our findings showed that this recommendation is not associated with infants’ poor sleeping patterns. The infants should sleep in the same room as the parents, but not in the same bed. Another important finding of this study is that rocking which is an undesirable parenting practice is frequently used for sleep initiation, which can explain the bedtime struggle encountered. Marmara Medical Journal 2014; 28: 178-183 Limitations of the study were: This was a hospital based study and the sample was largely from a population of low socioeconomic status, so findings may not be generalizable to the general population. We also defined the presence of a problem based on parental report and objective measures such as actigraphy were not used. Test results provide preliminary evidence that the Turkish translation is acceptable, understandable and reliable for assessing sleep environment, routines and sleep problems in infants. Bedtime struggles and night time waking seem to be associated with undesirable parenting practices. Frequent night waking leading to interrupted sleep of the parents influences parental perception of their infant’s sleep. Availability of a screening tool will facilitate regular screening by the health professionals, so early detection and intervention will be possible. Further studies are needed to examine the child’s and the parent’s variables and sleep measures on large-scales to determine the unique contribution of each factor. References 1. Owens JA. Sleep medicine. In: Kliegman RM, Behrman RE, Jenson HB, Stanton BF, editors. Nelson Textbook of Pediatrics. 19th edition. Philadelphia: Saunders, 2011: 46-55. 2. Kass JL. Sleep problems. Pediatr Rev 2006; 27: 455-62. doi: 10.1542/pir.27-12-455 3. Sadeh A. A Brief Screening Questionnaire for infant sleep problems: validation and findings for an internet sample. Pediatrics 2004; 113: e570-e7. 4. Sadeh A, Mindell JA, Luedtke K, Wiegand B. Sleep and sleep ecology in the first 3 years: a web based study. J Sleep Res 2009; 18: 60-73. doi: 10.1111/j.1365-2869.2008.00699 5. Mindell JA, Kuhn B, Lewin DS, Meltzer LJ, Sadeh A. Behavioral treatment of bedtime problems and night wakings Boran et al. Sleep in infants studied by a questionnaire (BISQ) in Turkish 183 in infants and young children – An American Academy of Sleep Medicine review. Sleep 2006; 29:1263–76. 6. Lewandowski AS, Toliver-Sokol M, Palermo TM. Evidence based review of subjective pediatric sleep measures. J Pediatr Psychol 2011; 36 : 780-93. doi: 10.1093/jpepsy/jsq119 7. Tikotzky L, Shaashua L. Infant sleep and early parental sleeprelated cognitions predict sleep in pre-school children. Sleep Med 2012; 13: 185-92. doi: 10.1016/j.sleep.2011.07.013 8. Mindell JA, Sadeh A, Wiegand B, How TH, Goh DYT. Cross-cultural differences in infant and toddler sleep. Sleep Med 2010; 11: 274-80. doi: 10.1016/j.sleep.2009.04.012 9. Sadeh A, Mindell J, Rivera L. ″My child has a sleep problem″: A cross-cultural comparison of parental definitions. Sleep Med 2011;12:478-82. doi: 10.1016/j.sleep.2010.10.008 10. Wake M, Morton-Allen E, Poulakis Z, Hiscock H, Gallagher S, Oberklaid F. Prevalence, stability, and outcomes of cryfuss and sleep problems in the first 2 years of life: prospective community based study. Pediatrics 2006; 117: 836-42. 11. Lam P, Hiscock H, Wake M. Outcomes of infant sleep problems: a longitudinal study of sleep, behavior, and maternal well-being. Pediatrics 2003; 111: e203-7. 12. Hiscock H, Wake M. Infant sleep problems and postnatal depression: a community based study. Pediatrics 2001; 107: 1317-22. 13. Bayer JK, Hiscock H, Hampton A, Wake M. Sleep problems in young infants and maternal mental and physical health. J Paediatr Child Health 2007; 43: 66-73. 14. Martin J, Hiscock H, Hardy P, Davey B, Wake M. Adverse associations of infant and child sleep problems and parent health: an Australian population study. Pediatrics 2007;119:947–55. 15. American Academy of Pediatrics, Task Force on Sudden Infant Death Syndrome: SIDS and other sleep-related infant deaths: expansion of recommendations for a safe infant sleeping environment. Pediatrics 2011; 128: e1-27. http:// pediatrics.aappublications.org/content/early/2011/10/12/ peds.2011-2285.full.pdf+html. Accessed May 7, 2014. doi: 10.1542/peds.2011-2284 Marmara Medical Journal 2014; 27: 184-9 DOI: 10.5472/MMJ.2013.03361.1 ORIGINAL ARTICLE / ÖZGÜN ARAŞTIRMA The effect of gaming approach on learning in basic microbiology education: A pilot study Oyunlaştırmanın temel mikrobiyoloji eğitiminde öğrenmeye etkisi: Pilot çalışma Zeynep Ceren KARAHAN, Ayşen Melek AYTUĞ KOŞAN, Meral DEMİRÖREN ABSTRACT Objectives: This study investigated the effect of using games instead of classroom-lectures on learning in a microbiology course and assessed the learning outcomes and the retention of knowledge, as well as analyzed students’ perceptions of their learning. Materials and Methods: The study was performed on 19 first year students of the Ankara University, Vocational School of Health, Division of Medical Laboratory Techniques. The students were randomly divided into two groups. The control group was given a lecture, and the study group was asked to construct either a gram-positive or a gram-negative bacterium by using stationary items and colored images of bacteria. Each group was evaluated by pre-, post- and retention-tests. The retention test was given two months later. Additionally, students filled a questionnaire. Kruskal Wallis H, Mann-Whitney U, and Wilcoxon Signed Ranks tests were used for statistical analyses. Results: The groups did not differ in terms of the means of post-test, and retention test scores, although both groups’ scores significantly improved after the lesson. When the questionnaires were compared, the study group gave significantly higher scores on topics about the effect of teaching method on learning and the learning process. Conclusion: As the gaming approach was regarded as more motivating, positively reinforcing and dynamic, well-constructed educational games can be used in small groups to enrich microbiology education. ÖZET Amaç: Bu çalışmanın amacı, temel mikrobiyoloji eğitiminde oyunlaştırma yönteminin öğrenme hedeflerine ulaşma ve öğrenmenin kalıcılığına etkisini araştırmak ve yöntemin öğrencilerin öğrenme algılarına etkilerini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Araştırma, Ankara Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, Tıbbi Laboratuvar Teknikleri Bölümü’nde eğitim gören 19 öğrenci üzerinde yapılmıştır. Öğrenciler rastgele olarak iki gruba ayrılmıştır. Kontrol grubuna sunum yapılmış, deney grubundan kendilerine verilen çeşitli kırtasiye malzemeleri ve renkli bakteri şablonlarını kullanarak gram pozitif veya gram negatif bir bakteri oluşturmaları istenmiştir. Gruplar ön-test, son-test ve kalıcılık testi ile değerlendirilmiş ve anket uygulanmıştır.Kalıcılık testi öğrencilere iki ay sonra uygulanmıştır. İstatistiksel analizde Kruskal Wallis H, Mann-Whitney U ve Wilcoxon Signed Ranks testleri kullanılmıştır. Bulgular: Grupların ön-test, son-test ve kalıcılık testi skorları arasında fark olmamakla birlikte her iki grubun skorları ders s o n r a s ı n d a a n l a m l ı o l a r a k y ü k s e l m i ş t i r. A n k e t l e r karşılaştırıldığında, kontrol grubunun eğitim yönteminin öğrenmeye ve öğrenme sürecine etkilerine dair maddelere daha yüksek notlar verdiği görülmüştür. Sonuç: Oyunlaştırmanın daha motive edici, destekleyici ve dinamik bulunması nedeniyle, küçük gruplarda mikrobiyoloji eğitimini zenginleştirmek amacıyla iyi yapılandırılmış oyunlardan yararlanılabilir. Keywords: Microbiology, Education, Game Anahtar Kelimeler: Mikrobiyoloji, Eğitim, Oyun Introduction Zeynep Ceren Karahan ( ) Department of Medical Microbiology, Faculty of Medicine, Ankara University, Ankara, Turkey e-mail: ckarahan@medicine.ankara.edu.tr Ayşen Melek Aytuğ Koşan, Meral Demirören Department of Medical Education and Informatics, Faculty of Medicine, Ankara University, Ankara, Turkey Gönderilme/Submitted: 28.05.2014 184 Kabul/Accepted: 28.08.2014 Educational games are instructional tools which require the student to take part actively in a competitive environment in order to fulfill a specific aim under previously defined rules. In this process, the learners perform the activities demanded by the rules of the game, during which they evaluate the activities critically, and reaches conclusions [1-3]. Educational games can be classified in four categories: Simulations, Social and collaborative games Marmara Medical Journal 2014; 27: 184-9 (card games, team games, etc), Virtual games, and Alternative reality games. In social and collaborative games, the learner collaborates with other players in a social environment to win the game [1]. Adult learning differs from childhood learning on the basis of the importance of self-motivation and the need for self-directing the learning process. Adult learners prefer to participate actively in the learning and problem-solving processes. Educational games encourage critical thinking and participation, combine amusement and excitement, simulate real life situations and produce a dynamic learning environment. Because of these properties, games are an important instructional method in adult education [1-4]. Lectures are the most frequently used teaching method for transferring considerable amount of knowledge in a limited time. However, lectures have important limitations such as inability to encourage critical thinking and lack of active participation of learners [5]. This study investigated the effect of gaming approach in basic microbiology education of health professionals by means of 1) its ability to reach learning outcomes and persistence of learning and 2) its effect on students’ perceptions of the learning environment and the learning process. A pilot study was performed on students of a health-care vocational school to compare the gaming approach with lectures in basic microbiology education and the results obtained from this study were examined in relation to data available in the literature. Materials and Methods The study was performed with first year students (n=19) of Ankara University Vocational School of Health, Division of Medical Laboratory Techniques (AUSHMLT). AUSH-MLT is a two year higher education school involved in training medical laboratory technicians, with approximately 20 students in each year. A “Basic Microbiology” course is given to the first-year students during the 16 week autumn semester. The course includes two hours of lecture given weekly, and the achievements of students are evaluated by multiple-choice and openended questions. For the application of gaming approach, a two hour session, aimed at teaching the classification of bacteria with respect to cell wall differences and Gram staining was chosen. At the end of the course, the students were expected to understand the cell morphology of bacteria, to be able to classify the bacteria as gram-positive and gram-negative according to their cell-wall characteristics, and to associate the Gram staining procedure with cell wall properties. Karahan et al. Gaming approach on learning in microbiology education 185 Figure 1. The materials prepared by the “gram negative bacteria” and “gram positive bacteria” study groups. The 19 first-year students were randomly divided into two groups. The control group (n=7) was given a standard two-hour lecture. The study group (n=12) was equally divided into two groups, and after a five-minute description of the approach, each group was given colored images of bacterial cells with descriptions of the bacteria and they were then asked to construct either a gram-positive or a gram-negative bacterium by using different items such as colored cartoons, papers, plasticine, colored pens, beads, glue, scissors, etc. in 90 minutes. The study groups were asked to present and discuss their learning materials (Figure-1) with each-other for the last 30 minutes. The faculty member played a facilitatory role to support the learning process. In order to investigate if the learning outcomes were achieved, both control and study groups were given a pre-, and post-test. The same test was given 2 months later in order to evaluate the retention of the knowledge. The test was made up of “fill in the blanks” questions. The first four questions were structured to assess the students’ knowledge on general morphological properties of the cell and bacteria, and the fifth question tested their knowledge on the cell wall differences of gram-positive and gram-negative bacteria. In order to evaluate the students’ opinions on the efficiency of the teaching method, the learning process and their perceptions about the learning environment, a questionnaire was given to each group at the end of the lesson. The questionnaire consisted of 26 statements constructed as a Likert type five point scale. The differences between the test and questionnaire scores of the control and study groups were investigated by using the Kruskal Wallis H, Mann-Whitney U, and 186 Karahan et al. Gaming approach on learning in microbiology education Wilcoxon Signed Ranks tests. p values of <0.05 were considered as statistically significant. Marmara Medical Journal 2014; 27: 184-9 Table I. Comparison of pre-, post-, and retention-test scores of control and study groups Mean TTS† (Maximum = 100) Results Comparison of Lecture and Gaming Approach in Terms of Their Ability to Produce and Sustain the Learning Outcomes The total test scores (TTSs) regarding the overall knowledge on cellular morphology and the fifth question’s score (FQS) accessing the knowledge on the classification of bacteria according to their cell wall characteristics were evaluated separately. The pre-, post- and retention-test scores of the control and study groups and their comparison are given in Table I. Pre-test TTSs were significantly lower in the control group than the study group (p=0.01), but no significant difference was observed between the groups for the means of the FQS. There was no statistically significant difference between the control and study groups’ post-test and retention-test scores. Although not significant, the retentiontest’s FQS of the study group was higher than the control group (9.33 versus 6.29). When the pre- and post-test scores were compared for the control and study groups, post-test TTSs and FQS were found to be significantly higher than pre-test scores in both groups (p<0.05). Both TTSs and FQS of the retention-tests of the control group were lower than the post-test scores. In the study group, the retention-test scores were slightly higher than the post-test scores, but the difference between the control and study groups’ retention-test scores was not statistically significant. Comparison of Lecture and Gaming Approach in Terms of Students’ Perceptions and Opinions on the Learning Environment and Learning Process The students’ opinions about the effects of the teaching method was evaluated by eight statements (total 40 points). The highest mean score was for the “I have gained new knowledge” statement in the control group; and for the “I have gained new knowledge” and “it improves reasoning skills” statements in the study group. The lowest mean score was observed for the “it improves problem-solving skills” statement in the control group; and in the “I needed to have related preliminary knowledge” statement in the study group. When the study groups were compared with the control group, the study group scored higher in the statements regarding the gaming approach as “an effective way of learning (p=0.05)”, “it improves reasoning skills Control Study Mean FQS‡ (Maximum = 20) p* Control Study p* Pre-test 25.57±5.09 32.92 ± 5.96 0.01 0.86±0.90 0.83±1.403 0.57 Post-test 58.21±8.83 60.83± 9.03 0.47 8.57±6.08 p** 0.018 0.002 0.046 0.002 Retention53.29±16.87 62.33±14.75 0.20 6.29±4.15 test p*** 0.40 0.58 9.25±2.59 0.57 9.33±4.52 0.09 0.09 0.84 † Total test score ‡ Fifth question score *p value for the comparison of control and study groups **p value for the comparison of pre-test and post-test scores in the same group *** p value for the comparison of post-test and retention-test scores in the same group Table II. Students’ opinions about the effect of the teaching method on learning Effect of Teaching Method on Learning Mean score (Maximum 5) p Control Study 1. An effective way of learning 3.86 4.83 0.05 2. It improves reasoning skills 3.57 4.92 0.02 3. It provides the application of knowledge 3.57 4.83 0.04 4. It expresses the need of learning 4.14 4.83 0.13 5. It improves problem-solving skills 3.00 4.17 0.75 6. I have gained new knowledge 4.71 4.91 0.48 7. I needed to have related preliminary knowledge 3.43 3.42 0.89 8. It eases to keep the knowledge in mind 3.43 4.67 0.13 (p=0.02), and “it provides the application of basic knowledge (p=0.04)” (Table II). Students’ opinions about the learning process were evaluated by eight statements (total 40 points). In the control group, the most frequent support was observed for the “the usage of time was appropriate” and “the process was well-organized” statements. For the study group, the highest mean scores were observed in the “the process was effectively directed” and “the lesson was supplied with suitable materials” statements. The lowest mean scores for the control group were observed in the “everybody was actively involved”, and in the “the existence of preliminary knowledge was evaluated” statements. The students in the study group scored statistically significantly higher in the Karahan et al. Gaming approach on learning in microbiology education Marmara Medical Journal 2014; 27: 184-9 (p=0.04)”, and “dynamic (p=0.00)” when compared to the control group (Table IV). Table III. Students’ opinions about the learning process Learning Process Mean score (Maximum 5) p Control Study 1. The purpose of the lesson was obvious 3.78 4.83 0.02 2. The lesson was well organized 3.86 4.83 0.41 3. The existence of preliminary knowledge was evaluated 3.46 4,.67 0.12 4. The usage of time was appropriate 3.86 4.83 0.13 5. The process was effectively directed 3.14 4.92 0.00 6. Everybody was actively involved 2.57 4.83 0.00 7. Participation in lecture/discussions was encouraged 3.43 4.75 0.08 8. The lesson was supplied with suitable materials 3.29 4.92 0.07 Table IV. Students’ perceptions about the learning environment Learning Environment Mean scores (Maximum 5) 187 p Control Study 1. Meaningful 4.00 4.83 0.16 2. Entertaining 3.71 4.92 0.07 3. Stressed 1.57 1.83 0.55 4. Monotonous 1.57 1.32 0.12 5. Productive 3.71 4.83 0.16 6. Motivating 3.29 4.92 0.01 7. Tiresome 2.71 1.83 0.23 8. Positively reinforcing 3.71 4.83 0.04 9. Dynamic 3.14 4.92 0.00 10. Inessential 1.57 1.13 0.41 “the purpose of the lesson was obvious (p=0.02)”, “the process was effectively directed (p=0.00)”, and “everybody was actively involved (p=0.00)” statements (Table III). The students were asked to qualify their learning environment by using 10 adjectives. When the perceptions of the control and study group students about the learning environment were evaluated, the highest mean score for the control group was for the “meaningful” definition, and the lowest mean scores was observed in the “stressed”, “monotonous”, and “usefulness” definitions. For the study group, the highest scores were obtained for the “entertaining”, “motivating”, and “dynamic” definitions, and the lowest scores were seen for the “usefulness” and “monotonous” definitions. The students in the study group found the process more “motivating (p=0.01)”, “reinforcing Discussion In this study, two teaching methods (a lecture and a gaming approach) were compared by means of their effect on gaining cognitive outcomes in a basic microbiology lesson aimed at teaching the cellular characteristics and classification of bacteria by cell wall morphology. The groups were compared by their pre-, post-, and retention-test scores, as well as their answers to a questionnaire. Although, the control and study groups were constructed randomly, the pre-test TTS of the study group was found to be significantly higher than that of the control group. However, the students’ knowledge on the cell wall characteristics of the bacteria (the FQS) did not differ significantly between the groups. The preliminary knowledge of the students was based on previous courses taken during their high-school education. Although the post- and retention-test scores of the study group were higher than those of the control group, the difference between the groups was not statistically significant. In similar earlier studies evaluating the use of lectures and educational games in health-care education, conflicting results were obtained. In the studies of Bays and Herman [6], Jungman [7], and Hodges [8], no significant difference was found between the test scores of the lecture and gaming groups, as in our study. Investigators such as Cessario [9], Cowen and Tesh [10], Kelly [11], Patel [12], and Fritzche [13] found that the post-test scores of the gaming group were higher, while in the study of Montpas [5], the post-test score of the control group was found to be significantly higher. These differences observed in different studies can be attributed to the diversity of the games, the nature of the study groups, and the statistical methods used to evaluate the results. The results of our study show that, both lecture and gaming approaches significantly improved the knowledge levels of students. O’Leary et al. [14] and Sealover and Handerson [15], also indicated that both approaches improve knowledge. In our country, the education system used in primary schools and high schools depends mostly on lectures, and thus our students are more accustomed to these. This may have contributed to the ability of our control students to improve their knowledge equally in the lecture section. On the other hand, as the students were more actively and dynamically involved in the learning process in the gaming approach, the study group also gained considerable knowledge during the lesson although the faculty member did not give a lecture to transfer knowledge. 188 Karahan et al. Gaming approach on learning in microbiology education When the retention of knowledge was evaluated, the level of knowledge retained was maintained in the study group, but there was a decrease in the control group. In the studies of Cessario [9] and Cowen and Tesh [10], the retention of knowledge was found to be higher in the educational game group when compared to lecture group wheras Bhoopathi et al. [16] could not find evidence that educational games improve knowledge in long term. The students in the study group indicated that gaming was a more efficient way of learning; it improved reasoning skills, and gave a chance to use preliminary knowledge. They understood the purpose of the lesson better, participated in the lesson more actively, and the educational process was more efficiently directed for them. The learning environment was more motivating, reinforcing, and dynamic for them. Previous studies show that educational games including digital games are a more effective way of teaching; they improve the understanding of students, and they are more reinforcing and satisfactory [9, 17-19]. In a similar study using gaming approach to enhance students’ interest and knowledge skills on antimicrobial mechanisms of action, more than 90% of the students found this approach interesting and an important way of improving learning skills (23). The learning strategies of students differ from each other [20, 21]. The “innovative” teaching strategies such as gaming, respond to different learning styles (visual, auditory, or kinesthetic) of students and facilitates learning by making the learning process more exciting and entertaining [5]. Many studies have considered educational gaming as more entertaining and motivating for students [3, 5, 6, 11, 14, 22, 23]. The learning process involves not only the internalization of the knowledge, but also the emotional and social satisfaction of the learner. From this point of view, when the learning process becomes fun and elegant, the interaction between cognition and emotion grows stronger and the interest in gaining knowledge increases. In contrast, negative emotions (apathy, resistance to learning, becoming passive due to the high density of knowledge or to the traditional strategies), decreases the learning potential of students and block creativity. In the long term, it leads to the development of negative attitudes to learning and decreases the academic anticipations to the level of “passing the exam” only [24, 25]. When developing or deciding to use an educational game, its consistency with several outcomes must be taken into account [1]: its consistency with the context wanted to be given, the potential to teach learning outcomes, possible advantages (ability to elicit active learning experiences, to evoke high level thinking skills such as analysis, synthesis Marmara Medical Journal 2014; 27: 184-9 and evaluation, its capacity to diminish stress and anxiety by providing exciting and entertaining learning process, etc.), its cost, and the time and effort needed for its development or implementation. Gaming can be a good alternative for lessons which are harder to learn or for complicated contents. The most important advantages of games are their ability to decrease students’ stress and anxiety, to improve the interaction of students, to increase excitement, entertainment, and motivation, and to develop a dynamic educational environment by decreasing monotony. Gaming also have some important disadvantages: Not all adults like games, and games may lead to stress and embarrassment in some individuals. Their cost is considerably higher, evaluation of individual performances may be harder, they may need a special preparation period, they can take longer to develop and perform, the management of the learning environment may become harder, and it becomes harder to use this approach in large groups [3, 5]. One important limitation of this study was the small group size of the study and control groups, and the shortage of time for the study. Although, using gaming approach in small study groups seems promising for active learning, it may be hard to apply it in larger groups and for many topics which must be covered in basic microbiology learning. As a result, when the facts are kept in minds that the students involved in the learning environments are adults in healthcare education and that they differ in their learning strategies, well-structured and directed games can be used to enrich the basic microbiology education especially in small groups. Acknowledgement This study was presented as a poster at the “18th Annual ASM Conference for Undergraduate Educators (ASMCUE)” held in Baltimore, USA between 2nd and 5th June, 2011. References 1. Akl EA, Pretorius RW, Sackett K, et al. The effect of educational games on medical students’ learning outcomes: A systematic review: BEME Guide No 14. Med Teach 2010;32:16-27. doi: 10.3109/01421590903473969 2. Allery LA. Educational games and structured experiences. Med Teach 2004;26:504-5. doi: 10.1080/01421590412331285423 3. Royse MA, Newton SE. How gaming is used as an innovative strategy for nursing education? Nurs Educ Perspect 2007;28:263-7. doi: 10.1043/1536-5026(2007)28[263: HGIUAA]2.0.CO;2 4. Struwig MC, Beylefeld AA, Joubert G. Learning medical microbiology and infectious diseases by means of a board Marmara Medical Journal 2014; 27: 184-9 game: Can it work? Innov Educ Teach Int 2014;51:389-99. doi: 10.1080/14703297.2013.774139 5. Blakeley G, Skirton H, Cooper S, Allum P, Nelmes P. Educational gaming in the health sciences: systematic review. J Adv Nurs 2009;65:259-69. doi: 10.1111/j.1365-2648.2008. 04843.x 6. Bays CL, Hermann CP. Gaming versus lecture discussion: Effects on students’ test performance. J Nurs Educ 1997;36:292-4. doi: 10.3928/0148-4834-19970902-17 7. Jungman SI. The effect of the game anatomania on achievement of nursing students. Tez çalışması 1991. Drake University, Iowa, USA. (Online erişim: http://escholarshare. drake.edu/bitstream/handle/2092/542/dt1991sij001. pdf?sequence=1&isAllowed=y. Son erişim tarihi: 03.08.2014) 8. Hodges TL. Examination of gaming in nursing education and the effects on learning and retention. Tez çalışması 2008. Auburn University, Alabama, USA (Online erişim: http:// search.proquest.com/docview/304186479. Son erişim tarihi: 03.08.2014) 9. Cessario L. Utilization of board gaming for conceptual models of nursing. J Nurs Educ 1987;26:167-9. doi: 10.3928/0148-4834-19870401-10 10. Cowen K, Tesh A. Effects of gaming on nursing students’ knowledge of paediatric cardiovascular dysfunction. J Nurs Educ 2002;41:507-9. doi: 10.3928/0148-4834-20021101-13 11. Kelly S. Research in brief. Trivia-psychotica: the development and evaluation of an educational game for the revision of psychiatric disorders in a nurse training programme. J Psychiatr Ment Hlt 1995;2:366-7. doi: 10.1111/j.1365-2850.1995.tb00108.x 12. Patel J. Instructional design and assessment. Using game format in small group classes for pharmacotherapeutics case studies. Am J Pharm Educ 2008;72:1-5. doi: 10.5688/ aj720121 13. Fritzsche DJ. Simulations, games and experiential learning techniques: The lecture vs. the game. (Online erişim: http:// sbaweb.wayne.edu/~absel/bkl/vol01/01ag.pdf; son erişim tarihi: 15.02.2014) Karahan et al. Gaming approach on learning in microbiology education 189 14. O’Leary S, Diepenhorst L, Churley-Strom R, Magrane D. Educational games in an obstetrics and gynecology core curriculum. Am J Obstet Gynecol 2005;193:1848-51. doi: 10.1016/j.ajog.2005.07.059 15. Sealover P, Henderson D. Scoring rewards in nursing education with games. Nurs Educ 2005;30:247-50. doi: 10.1097/00006223-200511000-00008 16. Bhoopathi PS, Sheoran R. Educational games for mental health professionals. Cochrane Database of Systematic Reviews 2006; 2: Art No: CD001471. doi: 10.1002/14651858. CD001471.pub2. 17. Da Rosa AC, Moreno Fde L, Mezzomo KM, Scroferneker ML. Viral hepatitis: An alternative teaching method. Educ Health (Abingdon) 2006;19:14-21. doi: 10.1080/13576280500524330 18. Fukuchi SG, Offutt LA, Sacks J, Barry D, Mann MD. Teaching a multidisciplinary approach to cancer treatment during surgical clerkship via an interactive board game. Am J Surg 2000;179:337-40. doi:10.1016/S0002-9610(00)00339-1 19. Kanthan R, Senger J-L. The impact of specially designed digital games-based learning in undergraduate pathology and medical education. Arch Pathol Lab Med 2011;135:135-42. doi: 10.1043/2009-0698-OAR1.1. 20. Boydak A. Öğrenme stilleri. İstanbul: Beyaz Yayınları, 2008. 21. Lujan HL, DiCarlo SE. First-year medical students prefer multiple learning styles. Adv Physiol Educ 2006;30:13-6. doi: 10.1152/advan.00045.2005 22. Shiroma PR, Massa AA, Alarcon RD. Using game format to teach psychopharmacology to medical students. Med Teach 2011;33:156-60. doi: 10.3109/0142159X.2010.509414 23. Valente P, Lora PS, Landell MF, et al. A game for teaching a n t i m i c r o b i a l m e c h a n i s m o f a c t i o n . M e d Te a c h 2009;31:e383-e392. doi: 10.1080/01421590802637958 24. Beylefeld AA, Struwig MC. A gaming approach to learning medical microbiology: students’ experiences of flow. Med Teach 2007;29:933-40. doi: 10.1080/01421590701601550 25. Osborne J, Simon S, Collins S. Attitudes towards science: a review of the literature and its implications. Int J Sci Educ 2003;22:1049-179. doi: 10.1080/0950069032000032199 Marmara Medical Journal 2014; 27: 190-4 DOI: 10.5472/MMJ.2014.03530.1 ÖZGÜN ARAŞTIRMA / ORIGINAL ARTICLE Akut pankreatitli hastalarda, hastalığın şiddetini belirlemede bilgisayarlı tomografi ve modifiye bilgisayarlı tomografi şiddet indekslerinin karşılaştırılması Comparison of CT severity index and modified CT severity index in patients with acute pancreatitis, in determining the severity of the disease İnci KIZILDAĞ YIRGIN, Elif HOCAOĞLU, Hakan YIRGIN, Arda KAYHAN, Nurten TURAN GÜNER, Serpil KALKAN GÖMEÇ, Sibel BAYRAMOĞLU, Tan CİMİLLİ ÖZET Amaç: Çalışmamızda, radyolojik skorlama sistemleri olan bilgisayarlı tomografi şiddet indeksi (BTŞİ) ve modifiye bilgisayarlı tomografi şiddet indeksi (MBTŞİ)‘nin pankreatitli hastalarda, hastalığın şiddet parametreleri ile korelasyonu, skorlama sistemlerinin biribirleri ile olan korelasyonu, ayrıca skorlama sistemleri ve Ranson kriterleri arasındaki korelasyon araştırılmıştır. Hastalar ve Yöntem: Çalışmamızda 50 hasta retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların, demografik, klinik ve laboratuvar verileri kayıt edilmiştir. BT görüntülemede pankreas boyutları, peripankreatik planlarda inflamasyon bulguları, pararenal fasyada kalınlaşma, nekroz oranı, abse, lenfadenopati ve intraabdominal sıvı araştırılmış ve bu verilere göre hastaların BTŞİ ve MBTŞİ değerleri hesaplanmıştır. Şiddet parametreleri, yaş, hastanede kalış süresi, abse, plevral sıvı ve ölüm olarak belirlenmiştir. Bilier ve non-bilier pankretit hastaları belirlenerek Ranson kriterleri hesaplanmıştır. Bulgular: Her iki grupta, hafif, orta ve şiddetli alt grupların arasında, yaş ortalamaları, hastanede yatış süreleri, cinsiyet ve plevral sıvı varlığı açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamış, ancak abse varlığı ve ölüm dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır. Her iki skorlama sistemindeki 3 alt grubun birbiri ile uyumunu belirlemek için ağırlıklı Kappa testi kullanılmış, ancak sonuçları uyumlu İnci Kızıldağ Yırgın ( ) Radyoloji Kliniği, Batman Bölge Devlet Hastahanesi, Batman, Türkiye e-mail: inci.kizildag@gmail.com Elif Hocaoğlu, Nurten Turan Güner, Serpil Kalkan Gömeç, Sibel Bayramoğlu, Tan Cimilli Radyoloji Kliniği, Bakırköy Dr Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, Türkiye Hakan Yırgın Genel Cerrahi Kliniği, Batman Bölge Devlet Hastahanesi, Batman, Türkiye Arda Kayhan Radyoloji Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Esenyurt Üniversitesi, İstanbul, Türkiye Gönderilme/Submitted: 30.05.2014 190 Kabul/Accepted: 17.09.2014 bulunmamıştır. Ranson skorları ile BTŞİ ve MBTŞİ skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon gözlenmemiştir. Sonuç: Çalışmamız göstermektedir ki, BTŞİ ve MBTŞİ’inde mortalite ve lokal komplikasyonlardan abse saptanma oranı ile, ve sadece MBTŞİ’inde ise, hastanede yatış süresi ile ilgili anlamlı korelasyon vardır. Her iki şiddet indeksinin biribirleri ile ve Ranson skoru ile korelasyon saptanmamıştır. Anahtar Kelimeler: Akut pankreatit, BTŞİ, MBTŞİ ABSTRACT Objective: In our study, the correlation between computed tomography severity index (CTSI) and modified computed tomography severity index (MCTSI) regarding assessment of severity parameters in acute pancreatitis, and Ranson criteria were investigated. Patients and Methods: The study was retrospective and included 50 patients. Demographic, clinical and laboratory data were recorded. The size of the pancreas, peripancreatic inflammation, pararenal fascia thickening, necrosis, abscess, lymphadenopathy and abdominal ascites were investigated by computed tomography (CT) imaging. According to the data obtained, the CTSI and MCTSI values of each patient were calculated. The severity parameters of the disease; age, duration of hospitalization, abscess, pleural effusion and death were determined. Biliary, non-biliary pancreatitis and Ranson criteria were calculated. Results: In both groups and subgroups (mild, moderate and severe), there were no significant differences regarding age, hospital stay, gender and pleural effusion. but significant differences were detected for the presence of abscess and distribution of death. To determine compliance with each three subgroups in both scoring systems, Kappa test was used but the results were not consistent. No statistically significant correlation was observed between CTSI and MCTSI and Ranson scores. Conclusion: Our study shows that the CTSI and MCTSI are significantly correlated with mortality and abscess detection rate, only MCTSI is significantly correlated with the duration of hospitalization. Both of the severity indexes are not correlated with each other and Ranson Score. Keywords: Acute pancretitis, CTSI, MCTSI Marmara Medical Journal 2014; 27: 190-4 Giriş Akut pankreatit genellikle pankreasta hücresel hasar ve inflamasyonun eşlik ettiği, hafif ve kendini sınırlayan bir hastalıktır. Hastalığa organ disfonksiyonu da eşlik edebilir. Hafif, interstisyel-ödematoz form ve şiddetli akut nekrotizan form arasında geniş bir spektrum gösterdiğinden tedavisi de hastalığın şiddetine göre belirlenir. Hastaların %80’i hafif – ödematoz pankreatit geçirirken, %10-20 hasta lokal ve sistemik komplikasyonlar ile multiorgan yetmezliği ve pankreatik nekrozun eşlik ettiği şiddetli pankreatit geçirmektedir [1]. Mortalite oranları ise hafif ödematoz formda %3 iken, akut nekrotizan formda %15 olarak belirlenmiştir [2]. Nekrozun erken tanınması hastalığın şiddetini ve prognozunu belirlemek açısından oldukça önemlidir. Şiddetli akut pankreatitin erken tanınmasında kullanılan klinik, laboratuvar ve radyolojik kriterler içeren birçok skorlama sistemi bulunmaktadır. Ranson kriterleri, APACHE II ve III skorlama sistemi ve Balthazar bilgisayarlı tomografi şiddet indeksi (BTŞİ) en sık kullanılanlar arasındadır. Balthazar ve arkadaşları tarafından 1990 yılında tanımlanan BTŞİ, sıvı koleksiyonu, pankreatik ve ekstrapankreatik inflamasyon ve nekroz oranı ile korele olup en yaygın kabul gören skorlama sistemidir [3]. Mortele ve arkadaşları tarafından 2004 yılında, modifiye bilgisayarlı tomografi şiddet indeksi (MBTŞİ) tanımlanmıştır [4]. Biz bu çalışmada, radyolojik skorlama sistemleri olan BTŞİ ve MBTŞİ‘nin, pankreatitli hastalarda, hastalığın şiddet parametreleri ile korelasyonunu, her iki skorlama sisteminin biribirleri ile olan korelasyonunu ve ek olarak skorlama sistemlerinin Ranson kriterleri arasındaki korelasyonunu araştırdık. Hastalar ve Yöntem Hastalar Çalışmaya 50 hasta (ortalama yaş: 51, yaş aralığı 19-78) retrospektif olarak dahil edildi. Hastaların 28’i erkek (ortalama yaş: 53, yaş aralığı 23-78), 22’si kadın (ortalama yaş: 52.3, yaş aralığı 19-78) idi. Akut pankreatiti olan 50 hastanın demografik, klinik ve laboratuvar verileri kayıt edildi. Çalışmamızın etik kurul onayı hastanemiz Etik Kurulu’ndan alınmıştır. Görüntüleme Tekniği Bilgisayarlı tomografi görüntüleme 40 sıralı multidedektör bilgisayarlı tomografi (MDBT) (Somatom Volume Zoom, Siemens) cihazı ile aşağıdaki parametreler kullanılarak yapıldı; kesit kalınlığı: 5 mm, 120 kv, 220 mAs. Hastaların tümüne bifazik kontrastlı BT yapılmıştır. Kızıldağ Yırgın ve ark. Akut pankreatit şiddetinin BTŞİ ve MBTŞİ ile korelasyonu 191 Tablo-I: BT şiddet indeksi (BTŞİ) ve modifiye BT şiddet indeksi (MBTŞİ). BTŞİ (0-10) MBTŞİ (0-10) Normal pankreas 0 0 Fokal veya diffüz büyüme 1 2 Pankreatik özellikler Peripankreatik inflamasyon 2 2 Tek sıvı koleksiyonu 3 4 2 veya daha fazla sıvı koleksiyonu 4 4 Yok 0 0 < %30 2 2 %30-50 4 4 >%50 6 4 Ekstrapankreatik komplikasyonlar 0 2 Pankreatik parankimal nekroz Tablo-II: BTŞİ ve klinik şiddet parametrelerinin istatistiksel değerlendirmesi. BTŞİ Hafif n:42 Orta n:5 Şiddetli n:3 53,5±13,9 41,6±14,55 61±11,79 55,5 (19-78) 49 (23-55) 64 (48-71) Ort±SS 6,8±7,66 10,2±6,26 20±18,25 Median (Min-Max) 3 (1-38) 8 (2-17) 11 (8-41) Ort±SS Yaş Yatış Süresi Median (Min-Max) BTŞİ Cinsiyet Abse Plevral Sıvı Kayıp Hafif Orta Şiddetli Erkek 22 52,40% 3 60,00% 3 100,00% Kadın 20 47,60% 2 40,00% 0 0,00% 0,00% Yok 42 100,00% 3 60,00% 0 Var 0 0,00% 2 40,00% 3 100,00% Yok 36 85,70% 3 60,00% 3 100,00% Var 6 14,30% 2 40,00% 0 0,00% Yaşıyor 41 97,60% 5 100,00% 1 33,30% Kayıp 2,40% 0 66,70% 1 0,00% 2 p 0,124 0,080 p 0,271 0,0001 0,246 0,0001 IV kontrast madde otomatik enjektör ile 3 ml/s hızında, 100 ml kullanılmıştır. Bu çalışmamızda, pankreas boyutları, peripankreatik yağlı planlarda inflamasyon bulguları, pararenal fasyada kalınlaşma, nekroz varlığı/oranı, abse, lenfadenopati varlığı ve intraabdominal sıvı araştırılmış ve bu verilere göre her hastanın BTŞİ ve MBTŞİ değerleri hesaplanmıştır (Tablo-I). Her iki skorlama sistemine göre 3 kategori bulunmaktadır; BTŞİ skorlama sistemine göre hafif (0-3), orta (4-6) ve şiddetli (7-10), MBTŞİ skorlama sistemine göre ise hafif 192 Kızıldağ Yırgın ve ark. Akut pankreatit şiddetinin BTŞİ ve MBTŞİ ile korelasyonu Tablo-III: MBTŞİ ve klinik şiddet parametrelerinin istatistiksel değerlendirmesi. Hafif n:15 MBTŞİ Ort±SS Yaş Yatış Süresi Abse Plevral Sıvı Kayıp Şiddetli n:6 0,659 55 (30-78) 55,5 (19-78) 49 (23-71) Ort±SS 5,57±9,53 7,46±6,49 14,71±12,672 3 (1-38) 5,5 (1-21) 11 (2-41) Median (Min-Max) Hafif Orta 10 66,70% 12 42,90% 6 85,70% Kadın 5 33,30% 16 57,10% 1 14,30% Yok 15 100,00% 28 100,00% 2 28,60% Var 0 71,40% Yok 15 100,00% 21 75,00% 6 85,70% Var 0 25,00% 1 14,30% Yaşıyor 15 100,00% 27 96,40% 5 71,40% Kayıp 2 28,60% 0 0,00% 0,00% 0 7 1 0,048 p Şiddetli Erkek 0,00% p 48±17,263 Median (Min-Max) MBTŞİ Cinsiyet Orta n:29 53,27±13,599 53,68±14,048 0,00% 3,60% 5 0,076 0,0001 0,102 0,023 Tablo-IV: Her iki gruptaki hasta dağılımları. Şiddet Parametreleri MBTŞİ BTŞİ Hafif (0-3) n:42 Orta (4-6) n:5 Şiddetli (7-10) n:3 Hafif (0-2) n:15 Orta (3-6) n:29 Şiddetli (8-10) n:6 20 (8-41) 5.4 (1-38) 7.4 (1-21) 14.5 (2-41) Hastanede kalış 6.7 10.2 süresi (gün) (3-38) (8-17) Abse (h.sayısı) n:0 n:2 n:3 n:0 n:0 n:4 Plevral sıvı (h. sayısı) n:6 n:2 n:0 n:0 n:7 n:1 Ölüm (h.sayısı) n:1 n:0 n:2 n:0 n:1 n:2 Tablo-V: Ranson ve görüntüleme indekslerinin korelasyonu. Ranson Skoru BTŞİ MBTŞİ r -0,034 p 0,813 r -0,049 p 0,733 (0-2), orta (4-6), şiddetli (8-10) olarak belirlenmiştir. Hastalığın şiddet parametreleri yaş, hastanede kalış süresi, abse, plevral sıvı ve ölüm olarak belirlenmiştir. Bilier ve non-bilier pankretit hastaları da belirlenerek Ranson kriterleri ayrı ayrı hesaplanmıştır. Marmara Medical Journal 2014; 27: 190-4 İstatistiksel Analiz Bu çalışmada, istatistiksel analizler NCSS (Number Cruncher Statistical System) 2007 Statistical Software (Utah, USA) paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama, standart sapma, median, sayısal aralık) yanı sıra, gruplar arası karşılaştırmalarda Kruskal Wallis testi, alt grup karşılaştırmalarında Dunn’s çoklu karşılaştırma testi, nitel verilerin karşılaştırmalarında ki-kare testi kullanılmıştır. BTŞİ ve MBTŞİ uyumunu belirlemek için ağırlıklı Kappa testi kullanılmıştır. Değişkenlerin biribirleri ile ilişilerini belirlemede Spearman korelasyon testi kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir. Bulgular Bilgisayarlı tomografi şiddet indeksine göre 50 hastanın 42 ‘si (% 84) hafif, 5’i (% 10) orta, 3 ‘ü (% 6) şiddetli grupta, MBTŞİ’ye göre ise hastaların 15 ‘i (% 30) hafif, 29 ‘u (% 58) orta , 6 ‘sı (%12) ise şiddetli grupta sınıflandı. Hastalığın klinik şiddet parametreleri ve BTŞİ skorlama sistemi arasındaki korelasyon sonuçlarına göre (Tablo-II); hafif, orta ve şiddetli grupların arasında yaş ortalamaları, yatış süreleri, cinsiyet dağılımları ve plevral sıvı varlığı açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir. BTŞİ‘ne göre bu üç grubun abse varlığı ve ölüm dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmiştir. Hafif grupta hiç abse gözlenmemiştir. Şiddetli grupta ise ölüm oranı yüksek bulunmuştur. Hastalığın klinik şiddet parametreleri ve MBTŞİ skorlama sistemi arasındaki korelasyon sonuçlarına göre (Tablo-III); hafif, orta ve şiddetli gruplarının arasında yaş ortalamaları, cinsiyet dağılımları, plevral sıvı varlığı açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir. MBTŞİ’ne göre hafif, orta ve şiddetli gruplarının yatış süresi ortalamaları incelendiğinde ise istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmiştir (p=0,048). Hafif grubunun yatış süresi orta ve şiddetli gruplarının yatış süresi ortalamalarından istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunup (p=0,044, p=0,011), diğer gruplar arasında istatistiksel olarak anlamalı farklılık gözlenmemiştir (p>0,05). MBTŞİ‘ne göre bu grupların abse ve ölüm dağılımları arasında da istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmiştir. Şiddetli grubunda abse ve ölüm oranı anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (Tablo-IV). Her iki skorlama sistemindeki 3 alt grubun birbiriyle uyumunu belirlemek için ağırlıklı Kappa testi kullanılmıştır. BTŞİ ve MBTŞİ sonuçları uyumlu bulunmamıştır (κW: 0,093 p=0,135 ). Marmara Medical Journal 2014; 27: 190-4 Hastaların, Ranson skorlama sistemine göre sınıflandırılmasında ise; 47 (%94) hasta Ranson 0-1-2 kriter, 2 (%4) hasta Ranson 3 kriter, 1 (%1) hasta ise Ranson 5 kriter olarak değerlendirilmiştir. BT skorlama sistemlerinin Ranson ile korelasyonu araştırıldığında; Ranson skorları ile BTŞİ ve MBTŞİ skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon gözlenmemiştir (r=0,034 p=0,813, r=-0,049 p=0,733) (Tablo-V). Tartışma Bilgisayarlı tomografi şiddet indeksi, akut pankreatitin erken döneminde BT görüntülemenin tanıya olan katkısını arttırmaktadır [3,5]. Bu dönemde pankreatik nekrozun gelişmesi ve nekrozun yaygınlığı hastalığın şiddetini belirlemede en önemli parametrelerden biridir [6-10]. BTŞİ arttıkça mortalite oranı artmaktadır. İndeksi 0-2 olan hastada mortalite oranı %0 iken indeksi 7-10 arasında olan hastalarda mortalite oranı %17 olarak kabul edilmektedir [3]. Biz çalışmamızda, genel olarak kabul görmüş BTŞİ ile, kullanıma sonradan girmiş olan MBTŞİ mortalite ve diğer klinik şiddet parametreleriyle korelasyonunu araştırdık. Her iki grupta da yaş, cinsiyet dağılımları ve plevral sıvı varlığı açısından hafif-orta ve şiddetli gruplarda fark saptanmaması, radyolojik skorlama sistemlerinin sistemik komplikasyonlardan ziyade lokal komplikasyonlar ile daha fazla korele olmasıyla açıklanabilir [11]. Diğer şiddet parametrelerinden hastanede yatış süresi korelasyon sonuçlarımızı daha önce yapılan çalışmalar ile karşılaştırdığımızda uyumlu sonuçlar elde ettiğimiz görülmektedir. Örneğin Mortele ve arkadaşlarının 2004 yılında yaptıkları bir çalışmada hastanede kalış süresi açısından MBTŞİ ile BTŞİ karşılaştırılmış ve bizim çalışmamızda olduğu gibi MBTŞİ ile daha iyi bir korelasyon olduğu saptanmıştır [4]. Her iki skorlama sisteminin mortalite ile olan ilişkisi literatürde tartışmalı konulardan biridir. 1990 yılında Balthazar ve arkadaşları BTŞİ‘ni mortalite ile çok iyi korelasyon gösteren bir yöntem olarak tanımlamışlardır [3]. Bu görüşü destekleyen birçok çalışma bulunmaktadır [1214]. Ancak, De Waele ve arkadaşlarının 2007 yılında yaptıkları çalışmada BTŞİ ile mortalite arasında korelasyon saptanmamıştır [15]. Bizim çalışmamız da, literatürdeki birçok çalışma ile uyumlu olarak BTŞİ ve MBTŞİ ile mortalite arasında anlamlı korelasyon bulunmuştur. Lokal komplikasyon oranlarının, BTŞİ ile şiddetli korelasyon gösterdiği birçok çalışma ile kanıtlanmıştır [14,16,17]. Yaptığımız çalışmada, lokal komplikasyonlardan biri olan abse saptanma oranı hem BTŞİ hem de MBTŞİ ile anlamlı korelasyon göstermektedir. Kızıldağ Yırgın ve ark. Akut pankreatit şiddetinin BTŞİ ve MBTŞİ ile korelasyonu 193 Çalışmamıza göre BTŞİ ve MBTŞİ‘nin hastalığın şiddet parametreleriyle ayrı ayrı incelendiğinde anlamlı korelasyon göstermesine rağmen, her iki şiddet indeksinin biribiri ile uygunluk göstermemesinin hafif, orta ve şiddetli gruptaki hasta sayılarına bağlı olduğu düşünülmüştür. Skorlama sisteminde BTŞİ’de 1 puan alan ”fokal veya diffüz büyüme gösteren pankreas’’ kriterinin, MBTŞİ’de 2 puan alması ve BTŞİ‘ne göre birçok hastamızın da bu grupta bulunuyor olmasının istatistiksel sonuçlara yansıdığını düşünmekteyiz. Bu korelasyon açısından literatür değerlendirildiğinde başta Thomas ve arkadaşları [11] olmak üzere birkaç çalışmada her iki şiddet indeksinin birbiri ile korele olduğu görüşü mevcuttur. Her iki görüntüleme şiddet indeksi ve Ranson kriterleri arasında anlamlı korelasyon bulunmaması hastaların Ranson dağılımlarındaki farklılıktan kaynaklanıyor olabilir. Çalışmamızın bazı limitasyonları mevcuttu. Bunlardan birisi hasta sayımızın yetersiz olması, diğeri ise çalışmamızın retrospektif olması idi. Sonuç olarak, çalışmamız göstermektedir ki, BTŞİ ve MBTŞİ mortalite ve lokal komplikasyonlardan abse saptanma oranı ile, sadece MBTŞİ’ine göre ise hastanede yatış süresi anlamlı korelasyon göstermektedir. Her iki şiddet indeksinin birbiri ile ve Ranson skoru ile korelasyonu saptanmamıştır. Kaynaklar 1. Forsmark CE, Baillie J. AGA Institute technical review on acute pancreatitis. Gastroenterology 2007; 132:2022–44. doi:10.1053/j.gastro.2007.03.065 2. Van Santvoort HC, Bakker OJ, Bollen TL, et al. A conservative and minimally invasive approach to necrotizing pancreatitis improves outcome. Gastroenterology 2011;141:1254–63. doi:10.1053/j.gastro.2011.06.073 3. Balthazar EJ, Robinson DL, Megibow AJ, Ranson JH. Acute pancreatitis: value of CT in establishing prognosis. Radiology1990;174:331-6. doi:10.1148/ radiology.174.2.2296641 4. Mortele KJ, Wiesner W, Intriere L, et al. A modified CT severity index for evaluating acute pancreatitis:improved correlation with patient outcome.AJR Am J Roentgenol 2004; 183:1261–5. 5. Balthazar EJ, Freeny PC, vanSonnenberg E.Imaging and intervention in acute pancreatitis. Radiology 1994; 193:297– 306. 6. Bradley EL III. A clinically based classification system for acute pancreatitis. ArchSurg 1993;128:586–90. doi:10.1001/ archsurg.1993.0142017012 2019. 7. Dervenis C, Johnson CD, Bassi C, et al. Diagnosis, objective assessment of severity, and management of acute pancreatitis. Int J Pancreatol 1999; 25:195–210. 8. Banks PA. Acute pancreatitis: medical and surgical management. Am J Gastroenterol 1994; 89:S78–S85. 194 Kızıldağ Yırgın ve ark. Akut pankreatit şiddetinin BTŞİ ve MBTŞİ ile korelasyonu 9. Banks PA. Practice guidelines in acute pancreatitis. Am J Gastroenterol 1997; 92: 377–86. 10. Beger HG, Rau B, Mayer J, Pralle U. Natural course of acute pancreatitis. World J Surg 1997; 21:130–5. 11. Bollen TL, Singh VK, Maurer R, et al. Comparative evaluation of the modified CT severity index and CT severity index in assessing severity of acute pancreatitis. AJR Am J Roentgenol 2011; 197:386–92. doi: 10.2214/AJR.09.4025 12. Leung TK, Lee CM, Lin SY, et al. Balthazar computed tomography severity index is superior to Ranson criteria and APACHE II scoring system in predicting acute pancreatitis outcome. World J Gastroenterol 2005; 11:6049–52 13. Simchuk EJ, Traverso LW, Nukui Y, Kozarek RA. Computed tomography severity index is a predictor of outcomes for severe pancreatitis. Am J Surg 2000; 179:352–5. Marmara Medical Journal 2014; 27: 190-4 14. Vriens PW, van de Linde P, Slotema ET, Warmerdam PE, Breslau PJ. Computed tomography severity index is an early prognostic tool for acute pancreatitis. J Am Coll Surg 2005; 201:497–502. doi:10.1016/i.jamcollsurg.2005.06.269 15. De Waele JJ, Delrue L, Hoste EA, et al. Extrapancreatic inflammation on abdominal computed tomography as an early predictor of disease severity in acute pancreatitis: evaluation of a new scoring system. Pancreas 2007; 34:185–90. 16. Triantopoulou C, Lytras D, Maniatis P, et al. Computed tomography versus Acute Physiology and Chronic Health Evaluation II score in predicting severity of acute pancreatitis. Pancreas 2007;35:238–2. 17. De Sanctis JT, Lee MJ, Gazelle GS, et al. Prognostic indicators in acute pancreatitis: CT vs APACHE II. Clin Radiol 1997; 52:842–8. Marmara Medical Journal 2014; 27: 195-8 DOI: 10.5472/MMJ.2014.03434.1 ÖZGÜN ARAŞTIRMA / ORIGINAL ARTICLE Splenektomi yapılan hastaların aşılanmalarının ve bu konudaki bilgilerinin değerlendirilmesi An evaluation of immunization practices and their knowledge about this issue in splenectomized patients Mehmet ULUĞ, Vahap ASLAN, Namık YILMAZ, İbrahim DOLU ÖZET Amaç: Dalak hem hümoral ve hem de hücresel bağışıklıkta görev alan bir organdır. Bu nedenle organizmayı enfeksiyonlara karşı korumada önemli fonksiyonları vardır. Bu çalışmada, splenektomi yapılmış hastaların aşılanma öyküleri ve bu konudaki bilgi düzeylerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: Bu çalışmada, Mart 2010-Ekim 2013 tarihleri arasında hastanemiz ve/veya hastanemiz dışında splenektomi yapılıp da hastanemiz Enfeksiyon Hastalıkları, Hematoloji ve Genel Cerrahi polikliniklerine başvuran 51 hastanın verileri değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastaların 26’sı (%50,9) kadın ve 25’i (%49,1) erkek olup, yaş ortalaması 53,3±12,2 yıl (yaş aralığı, 21–83 yıl) idi. Splenektomi nedenleri incelendiğinde en sık idiyopatik trombositopenik purpura (n= 23, %45), tümör metastazı (n=8, %15,7) ve otoimmün hemolitik anemi (n=7, %13,7) tespit edildi. Pnömokok aşısı, hastaların %64’üne operasyon öncesi, %23’üne operasyon sonrası uygulanmışken %13’üne (n=7) hiç uygulanmadığı saptandı. Hastanemiz dışında splenektomi yapılmış yedi hastaya aşılanma konusunda hekimlerince hiç bilgi verilmediği saptanırken, diğer yedi hasta sadece pnömokok aşısı hakkında bilgilendirilmekle birlikte bilgilerin ve uygulama süreçlerinin hatalı olduğu saptandı. Sonuç: Çalışmamızda görüldüğü gibi, splenektomi yapılmış hastalara, yalnızca değişen sıklıkta pnömokok aşısı uygulandığı ve diğer aşılar hakkında bilgilendirme yapılmadığı belirlenmiştir. Bu durum, hem konu ile ilgili sağlık çalışanlarının ve hem de hastaların bilgi düzeylerinin yeterli olmadığını, bu neden ile, erişkin aşılamada multidisipliner çalışmaların gerekliliğini ortaya koymaktadır. ABSTRACT Objectives: The spleen is an organ functional in both humoral and cellular immunity. Therefore, the spleen plays a major role in host defense against infections. In this study, we evaluated the immunization histories of splenectomized patients and their level of information on this subject. Patients and Methods: A total of 51 patients who applied to Clinics of Infectious Diseases, Hematology and General Surgery from our hospital and from others and who had undergone splenectomy between March 2010 and October 2013 were enrolled. Results: A total of 26 (50.9%) patients were women and 25 (49.1%) were men with a mean age 53.3±12.2 years (age range, 21-83 years). The most common reason for splenectomy was idiopathic thrombocytopenic purpura (n= 23, 45%), followed by tumor metastasis (n=8, 15.6%) and autoimmune hemolytic anemia (n=7, 13.7%). Pneumococcal vaccination was done in 64% (n=32) of the patients before the operation, in 23% (n=12) after the operation while 13% (n=7) of the patients were not vaccinated. None of the splenectomized seven patients from other hospitals were informed about vaccination by their doctors while information only about pneumococcal vaccination was given to the other seven patients, but there were errors in their vaccination procedures. Conclusion: Immunization of patients undergoing splenectomy is frequently a forgotten and regarded as an unimportant topic. Usage of variable pneumococcal vaccination programs without giving any information to patients supports the view that both patients and clinicians have inadequate levels of information about vaccinations and shows the need for prompt multidisciplinary medical attention for adult patients. Anahtar kelimeler: Erişkin aşılaması, Pnömokok aşısı, Splenektomi Keywords: Adult vaccination, Pneumococcal vaccine, Splenectomy Giriş Mehmet ULUĞ ( ) Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji, Özel Ümit Hastanesi, Eskişehir, Türkiye e-mail: mehmetulug21@yahoo.com Vahap ASLAN Hematoloji, Özel Ümit Hastanesi, Eskişehir, Türkiye Namık YILMAZ, İbrahim DOLU Genel Cerrahi, Özel Ümit Hastanesi, Eskişehir, Türkiye Gönderilme/Submitted: 30.05.2014 Kabul/Accepted: 03.09.2014 Erişkin bağışıklaması tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de güncel bir sorundur. Bu durum çocukluk dönemi aşı uygulamasındaki eksikliklerden ve bazı aşıların uzun süreli koruyuculuk sağlayamamasından kaynaklanmaktadır [1]. Yurtiçi ve yurtdışına yapılan seyahatler, bazı meslekler (sağlık çalışanları, veteriner hekimler, vb), yaşlılık, bağışıklık yetmezliği gibi değişik durumların getirdiği riskler belli aşıların erişkin döneminde de uygulanmasını zorunlu hale getirmektedir [2]. Bununla birlikte, aşılama ile 195 196 Uluğ ve ark. Splenektomi yapılan hastaların aşılanmaları hem ciddi komplikasyonları olan enfeksiyonlar önlenebilmekte ve hem de bu enfeksiyonların getireceği ek maliyet yükü azaltılabilmektedir [3]. Dalak hem humoral ve hem de hücresel bağışıklıkta görev alan bir organdır. Kan dolaşımındaki bakterilere karşı spesifik antikor yapılması, T ve B lenfositlerinin olgunlaştırılması, antikorla işaretli hücrelerin fagositozu, tuftsin ve properdin yapımı gibi immünolojik fonksiyonları vardır. Bununla birlikte, dalaktaki makrofaj ve histiyositler, antikor ya da opsonik proteinle işaretli bakterileri fagosite ederek ortadan kaldırırlar. Dolayısıyla dalağın, organizmayı enfeksiyonlara karşı korumada da önemli bir fonksiyonu vardır [4,5]. Bu nedenle de splenektomi yapılan hastalarda gelişebilecek enfeksiyonlar, etkin aşılanma ile önlenebilmektedir. Bu çalışmada, splenektomi yapılmış erişkin hastaların aşılanma öyküleri ve bu konudaki bilgi düzeylerinin araştırılması, aşılanma konusunda hastaların bilgilendirilmesi ve eksik olan aşılarının tamamlanması amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem Bu çalışmada, Mart 2010-Ekim 2013 tarihleri arasında hastanemiz ve/veya hastanemiz dışında splenektomi yapılıp da herhangi bir enfeksiyon nedeni ile hastanemiz Enfeksiyon Hastalıkları, Hematoloji ve Genel Cerrahi polikliniklerine başvuran 51 hastanın verileri değerlendirilmiştir. Çalışmamız tanımlayıcı nitelikte bir vaka serisi olup, veri toplama aracı olarak demografik bilgiler ile olguların aşılanma hakkındaki bilgi, tutum ve davranışlarını değerlendirme amacına uygun olarak hazırlanmış 16 soru içeren bir anket kullanılmıştır. Araştırma Helsinki Deklarasyonu’na uygun olarak yapılmış olup hastanemiz Etik Kurulu onayı alınarak planlanmıştır. Anket çalışması, Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı tarafından birebir yüz yüze görüşme tekniği ile gerçekleştirilmiştir. Çalışmaya katılan ve aşılaması eksik olan hastaların aşıları tamamlanmıştır. Araştırmamız sonucunda elde edilen veriler bilgisayar ortamına aktarılmış ve SPSS 15.0 programına girilmiştir. Tanımlayıcı analizlerde ortalama ve standart sapma ve frekans dağılımları kullanılmıştır. Bulgular Çalışma kapsamında değerlendirilen hastaların 37’sine (%72,6) hastanemizde, 14’üne (%27,4) ise dış merkezlerde (12 hasta devlet hastaneleri ve iki hasta üniversite hastanesi) splenektomi yapılmıştır. Bu hastaların 26’sı (%50,9) kadın ve 25’i (%49,1) erkek olup, yaş ortalaması 53,3±12,2 yıl (yaş aralığı, 21–83 yıl) idi. Hastaların eğitim durumları araştırıldığında bir hastanın (%2) okur-yazar olmadığı, altısının (%11,8) ilköğretim, 12’sinin (%23,5) üniversite ve 32’sinin (%62,7) ise lise mezunu olduğu saptandı. Bununla Marmara Medical Journal 2014; 27: 195-8 Tablo I: Hastaların splenektomi nedenleri n İdiyopatik trombositopenik purpura 23 (45) 8 (15,7) Otoimmün hemolitik anemi 7 (13,7) Travma 3 (5,9) Tümör metastazı (%) Herediter sferositoz 3 (5,9) Non-Hodgkin lenfoma 3 (5,9) (3,9) Dalak kisti 2 Apse 1 (2) Kist hidatik 1 (2) birlikte, hastaların splenektomi nedenleri incelendiğinde, en sık idiyopatik trombositopenik purpura (İTP) (n= 23, %45), tümör metastazı (n=8, %15,6) ve otoimmün hemolitik anemi (n=7, %13,7) olduğu tespit edildi (Tablo I). Hastaların, erişkin dönemde uygulanan aşılar hakkındaki bilgileri değerlendirildiğinde 27 hasta (%52,9) erişkin aşılarından haberdar olduğunu, 22 hasta (%43,1) erişkin aşılarının varlığından bilgisinin olduğunu ancak bu aşıların sadece hasta olanlara yapılması gerektiğini ve iki hasta (%3,8) aşıların sadece çocuklar için gerekli olduğunu belirtmiştir. Hastalar tarafından en fazla bilinen erişkin aşısının sıklık sırasına göre mevsimsel grip (n=41, %80,4), tetanoz (n=26, %50,9), hepatit B (n=16, %31,3) ve kuduz aşısı (n=9, %17,6) olduğu belirlenmiştir. Olguların erişkin aşıları konusunda bilgi edindikleri kaynaklar incelendiğinde ise sıklık sırasına göre aile hekimi/ilgili doktoru (n=32, %62,7), ailesi ve/veya arkadaşları (n=27, %52,9), televizyon/internet (n=17, %33,3) ve gazete/dergi (n=7, %13,7) olduğu görülmüştür. Hastaların, 44’ünün (%86,3) splenektomi öncesi ve sonrasında aşılanmaları gerektiği konusunda bilgilerinin olduğu tespit edilmiştir. Bu olgulara aşılama hakkındaki bilgilerin ilgili hekimleri tarafından verildiği belirlenmiştir. Pnömokok aşısının olguların %62,7’sine (n=32) operasyon öncesi, %23,5’ine (n=12) operasyon sonrası uygulanmışken %13,7’sine (n=7) hiç uygulanmadığı saptanmıştır. Diğer merkezlerden gelen 14 hastadan, yedi hastaya aşılanma konusunda hekimlerince hiç bilgi verilmediği belirlenirken, diğer yedi hasta sadece pnömokok aşısı hakkında bilgilendirilmekle birlikte, bilgilerin ve uygulama süreçlerinin hatalı olduğu tespit edilmiştir. Olguların 14’üne (%27,4) pnömokok aşısı dışındaki aşılarla (Hemophilus influenzae tip B konjuge aşısı, Neisseria meningitis, mevsimsel grip, hepatit B ve tetanoz aşıları) ilgili hiç bilgilendirme yapılmadığı ve olguların bu aşılardan herhangi birini yaptırmadığı saptanmıştır. Bununla birlikte, hiç aşılanmayan yedi olgudan ikisinin (n=2/7, %28,5) splenektomi sonrasında pnömoni nedeniyle hastanede yattıkları öğrenilmiştir. Marmara Medical Journal 2014; 27: 195-8 Tartışma Erişkinler ve özellikle splenektomili hastaların yer aldığı riskli grupların aşılanması çoğu zaman önem verilmeyen veya unutulan bir konudur. Splenektomili hastalarda gelişen septik komplikasyonların, dalak fonksiyonlarının kaybı ile gelişen çok sayıda immünolojik değişikliklerden kaynaklandığı gösterilmiştir. Bu değişiklikler arasında; immünoglobulin düzeylerinin değişmesi, komplemanın alternatif yolda aktivasyonunda azalma, serum opsonize edici proteinlerin kaybı ve hücresel immünitede ortaya çıkan değişiklikler sayılabilir [6,7]. Bu bağlamda, splenektomili hastalarda enfeksiyonlara karşı artmış bir duyarlılık olmasına rağmen aktif bağışıklanma hala istenen seviyeye ulaşamamıştır [8]. Yapılan çalışmalarda en sık splenektomi nedenleri irdelendiğinde; İTP, Girgin ve arkadaşlarının çalışmasında [5] olguların %56’sında, Görkem ve arkadaşlarının çalışmasında [9] %70,4’ünde en sık neden olarak saptanırken, Özkören ve arkadaşlarının çalışmasında [8] ise travma en sık neden olarak tespit edilmiştir. Bu çalışmada da İTP (%45) en sık neden olarak belirlenmiştir. Splenektomi sonrası enfeksiyon gelişme riski altta yatan hastalıklara göre derecelendirilmiş olup travma düşük riskli olarak kabul edilmiştir. Herediter sferositoz, İTP ve portal hipertansiyon orta riskli iken malignite, talasemi ve Hodgkin hastalığı ise yüksek riskli olarak kabul edilmiştir [10,11]. Bizim çalışmamızda da, sekiz tümör metastazı, üç Hodgkin lenfoma nedeni ile splenektomi yapılmış olan on bir yüksek riskli hasta vardır. Yirmi altı hasta ise orta risklidir. Buna rağmen aşılama oranları düşüktür. Splenektomi sonrası artan enfeksiyon gelişimi riski, 1952 yılında King ve Schumacker’ın splenektomi yapılan infantlarda görülen ve hayatı tehdit eden enfeksiyonların ele alındığı beş olguluk çalışmasına kadar üzerinde çok fazla durulmamıştır [7,11]. Splenektomi sonrası gelişen enfeksiyon, gribal bir hastalık gibi başlayıp hızlıca septik şok veya disemine intravasküler koagülasyonun eşlik ettiği sepsis veya menenjit tablosuna ilerleyebilir. Bu durum, en sık splenektomi sonrası ilk iki yılda görülebildiği gibi daha sonraki yıllarda da görülebilir. Bu klinik tablonun gerçek sıklığı bilinmemekle birlikte, yıllık %0,18–0,42, ömür boyu ise %5 olduğu tahmin edilmekte olup mortalite hızının da %38–69 arasında olduğu düşünülmektedir. Splenektomi sonrası enfeksiyon gelişimi göreceli olarak daha çok genç erişkinlerde ve bir başka sağlık probleminin eşlik ettiği hastalarda izlenmektedir [12–14]. Bununla birlikte, splenektomi yapılan hastalarda uzun süreçte hastane kaynaklı enfeksiyon gelişimi riski de artmaktadır [15]. Splenektomi sonrası gelişen septisemi, menenjit ve pnömoni gibi ciddi enfeksiyon tablolarında hastalar mutlaka Uluğ ve ark. Splenektomi yapılan hastaların aşılanmaları 197 hastaneye yatırılarak takip ve tedavi edilmelidir. Bu çalışma kapsamında değerlendirilen iki olgunun da pnömoni nedeniyle hastanede yattıkları saptanmıştır. Splenektomi sonrası gelişen ciddi enfeksiyonlarda başlıca etkenler kapsüllü bakteriler olup Streptococcus pneumoniae, H. influenzae tip B ve N. meningitis en sık izole edilen patojenlerdir [7,8,10,11]. S. pneumoniae, polisakkarit yapısındaki kapsül antijenine göre 90 serotipe ayrılmasına karşın pnömokokal enfeksiyonların %68-97’sinden 12, 14 ve 23 antijenlerini taşıyan serotipler sorumlu tutulmaktadır [16]. Bu patojenlere ek olarak, Capnocytophaga canimosus (köpek ve kedilerin ağız florasında bulunabilen Gram-negatif bir çomak olup, splenektomi sonrası gelişen sepsiste izole edilen klasik bir zoonoz etkenidir), Salmonella spp., Streptococcus suis, stafilokoklar ve diğer streptokok türleri etkenler arasında sayılabilir. Bununla birlikte, fulminan seyreden babeziyoz ile Plasmodium vivax ve Plasmodium malaria’nın etken olduğu sıtma olguları da bildirilmiştir [10,11]. Bu hasta grubunda enfeksiyonların yaşamı tehdit edici olabilmesi ve buna bağlı olarak hastanede yatış süresinin uzamasıyla birlikte kullanılan ilaçların ciddi ekonomik yük getirdiği düşünüldüğünde enfeksiyonların erken tanı ve tedavisinin yanı sıra hastaların eğitimi, aktif bağışıklanması ve kemoprofilaksisi önem kazanmaktadır. Ayrıca bu hastaların splenektomili olduğunu, bağışıklanma durumunu ve profilaktik antibiyotik kullanımını da içeren kişisel bilgilerinin bulunduğu tanımlayıcı kartlar taşımaları önerilmektedir [7–9]. Bu çalışma kapsamında da hastalar bilgilendirilmiş, eksik aşıları tamamlanmış ve tanımlayıcı aşı kartları verilerek sürekli yanlarında taşımaları önerilmiştir. Bu hastalarda profilaktik antibiyotik kullanımı, cerrahi öncesi cerrahi alan enfeksiyonlarına yönelik tek doz ya da maksimum 24 saat süreyle antibiyotik kullanımı veya splenektomize hastalar için uzun süreli kullanım şeklindedir. Bununla birlikte, splenektomi sonrası antibiyotik profilaksisi çocuk yaş grubunda önerilirken, yetişkinlerde direnç gelişimi, hasta uyumu ve yan etki sorunları nedeniyle genellikle önerilmemektedir [7,8]. Bu çalışma grubundaki hastaların hiçbirine uzun süreli profilaksi yapılmamıştır. Asplenik hasta grubuna üç temel aşı olan pnömokok, H. influenzae tip B ve meningokok aşıları mutlaka yapılması gerekmektedir. Ayrıca bu hasta grubuna mevsimsel grip, tetanoz, suçiçeği ve kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşılarını yaptırmaları tavsiye edilirken, risk durumuna göre hepatit B ve hepatit A aşıları da önerilmektedir [2]. Elektif koşullarda yapılan splenektomi ameliyatından iki hafta önce hastanın aşıları tamamlanmalıdır. Cerrahi öncesi aşı uygulanmamışsa, fonksiyonel antikor yanıtının splenektomi sonrası en erken iki hafta sonra oluşmasından dolayı aşı uygulamaları 14. gün ve sonrasında yapılmalıdır [10]. Yirmi üç valanlı pnömokok 198 Uluğ ve ark. Splenektomi yapılan hastaların aşılanmaları aşısının beş yılda bir yapılması önerilirken, 13 valanlı aşı yapıldıktan sekiz hafta sonra 23 valanlı aşının yapılması önerilmektedir [11]. Meningokok aşısının 3–5 yılda bir ve mevsimsel grip aşısının her yıl yaptırılması önerilirken, H. influenzae tip B konjuge aşısının beş yılda bir uygulanması ile ilgili detaylı çalışmalar henüz yapılmamıştır [3,10]. Polisakkarit pnömokok aşısının içerdiği serotipler invazif enfeksiyon etkenlerinin %85’ini kapsar ve aşı uygulamasından 2–3 hafta sonra serotip spesifik antikor titresinde iki kat veya daha fazla artış saptanmaktadır [16]. Bu hasta grubunda aşının etkinliği %60–91 arasında olduğu tespit edilmiştir [14]. Pnömokok aşısı, çalışma kapsamında değerlendirilen olguların %62,7’sine operasyon öncesi, %23,5’ine operasyon sonrası uygulanmışken, Görkem ve arkadaşlarının çalışmasında [9] olguların %87,1’ine operasyon öncesi %12,9’una operasyon sonrası, Özkören ve arkadaşlarının çalışmasında [8] olguların %41’ine operasyon öncesi %33,3’üne operasyon sonrası yapıldığı görülmüştür. Ayrıca pnömokok aşısı Kyaw ve arkadaşlarının çalışmasında [17] olguların %88’ine uygulanmışken, bu oran Langley ve arkadaşlarının çalışmasında [18] %16,5 olarak belirlenmiştir. Ülkemizde yapılan çalışmalarda H. influenzae tip B konjuge aşısının ve meningokok aşısının uygulama oranları hakkında veriler bulunmazken, H. influenzae tip B konjuge aşısı sunulan çalışmada olguların %72,6’sına, Kyaw ve arkadaşlarının çalışmasında [17] %70’ine ve Langley ve arkadaşlarının çalışmasında [18] ise %53,1’ine uygulanmıştır. Meningokok aşısı da bu çalışmada olguların %72,6’sına uygulanmışken, Kyaw ve arkadaşlarının çalışmasında [17] %51’ine uygulanmıştır. Aşılama oranları, çalışmalarda değişiklik göstermekle birlikte hem ülkemizde hem de yurt dışında yeterli düzeyde olmadığı görülmektedir. Tüm Avrupa ülkelerini kapsayan bağımsız bir kuruluş olan Summit of Independent European Vaccination Experts (SIEVE)’in erişkin aşılama ile ilgili raporunda; aşılama oranlarının yükseltilmesi ve halkı daha etkin koruyabilme yolunun öncelikle bu konu ile ilgili hekimlerin ve sağlık personelinin tekrar bilgilendirilmeleri ile sağlanabileceği belirtilmektedir [1,19]. Çalışmamızda da görüldüğü gibi, diğer sağlık kuruluşlarından gelen hastalara yalnızca değişen uygulama takvimleri ile pnömokok aşısı yapılmış olması ve diğer aşılar hakkında bilgilendirme yapılmaması, hem konu ile ilgili sağlık çalışanlarının ve hem de hastaların bu konudaki bilgi düzeylerinin yeterli olmadığını ve dolayısı ile erişkin aşılamada multidisipliner çalışmaların gerekliliğini ortaya koymaktadır. Kaynaklar 1. Aşık Z, Çakmak T, Bilgili P. Erişkinlerin erişkinlik dönemi aşıları hakkındaki bilgi, tutum ve davranışları. Türk Aile Hek Derg 2013; 17: 113–8. doi: 10.2399/tahud.13.55265 Marmara Medical Journal 2014; 27: 195-8 2. Öztürk R. Erişkinde bağışıklama. Klinik Gelişim Derg 2012; 25: 49–59. 3. Eren ÖO, Sain Güven G, Akova M. Güncel bilgiler ışığında erişkinlerde aşılama. Dahili Tıp Bilimleri Derg 2006; 13: 86–92. 4. Ergüven S. Dalağın enfeksiyon ve bağışıklıktaki rolü. Türk Hij Den Biyol Derg 1984; 1: 311–4. 5. Girgin S, Gedik E, Baç B, Taçyıldız Hİ. Benign hematolojik hastalıklarda splenektomi sonuçlarımız. Akademik Acil Tıp Derg 2008; 7: 42–5. 6. Akçay MN, Polat KY, Yıldırgan MI ve ark. Splenektomi sonrası gelişen infeksiyonlar. Ulus Travma Acil Cerrahi Derg 1995; 1: 67–70. 7. Arda B, Demirağ K, Işıkgöz Taşbakan M, Yamazhan T, Serter D. Splenektomiden 46 yıl sonra sepsis gelişen bir olgu nedeniyle splenektomi sonrası sepsis: Korunma ve öneriler. AKEM Derg 2004; 18: 180–3. 8. Özkören Çalık Ş, Pullukçu H, Işıkgöz Taşbakan M ve ark. Splenektomili hastaların pnömokok aşısı ile bağışıklanma oranları ve diğer aşılar konusundaki bilgi düzeyleri. İnfeksiyon Derg 2007; 21: 71–4. 9. Görkem M, Atay MH, Kelkitli E ve ark. Hematoljik hastalıklarda splenektomi; tek merkez deneyimi. J Exp Clin Med 2012; 29: 276–9. doi: 10.5835/jecm.omu.29.04.005 10. Çağatay AA, Diz Küçükkaya R. Splenektomi sonrası sepsis. ANKEM Derg 2008; 22: 217–20. 11. Lutwick LI. Infections in asplenic patients. In: Mandell GL, Bennett JE Dolin R, editors. Mandell, Douglas, and Bennett’s Principles and Practice of Infectious Diseases. 7th ed. Philadelphia: Churchil Livingstone Elsevier, 2010: 3865–73. 12. Moffett SL. Overwhelming postsplenectomy infection: managing patients at risk. JAAPA 2009; 22: 36-9. 13. Newland A, Provan D, Myint S. Preventing severe infection after splenectomy. BMJ 2005; 331: 417-8. 14. Bruni L, Bayas JM, Vilella A, Conesa A. Vaccination coverage in adults undergoing splenectomy: evaluation of hospital vaccination policies. Epidemiol Infect 2006; 134: 837-44. doi: 10.1017/S0950268805005704 15. Thomsen RW, Schoonen WM, Farkas DK, et al. Risk for hospital contact with infection in patients with splenectomy: a population-based cohort study. Ann Intern Med 2009; 151: 546–55. 16 Şengöz G, Yıldırım F, Kart Yaşar K ve ark. Splenektomili bir sistemik lupus eritematozuz hastasında aşıya rağmen gelişen pnömokok menenjiti. İnfeksiyon Derg 2007; 21: 153–6. 17. Kyaw MH, Holmes EM, Chalmers J, Jones IG, Campbell H. A survey of vaccine coverage and antibiotic prophylaxis in splenectomised patients in Scotland. J Clin Pathol 2002; 55: 472–4. 18. Langley JM, Dodds L, Fell D, Langley GR. Pneumococcal and influenza immunization in asplenic persons: a retrospective population-based cohort study 1990–2002. BMC Infect Dis 2010; 10: 219. doi: 10.1186/1471–2334–10– 219 19. Vaughn JA, Miller RA. Update on immunization in adults. Am Fam Physician 2011; 84: 1015–20. Marmara Medical Journal 2014; 27: 199-206 DOI: 10.5472/MMJ.2014.03530.1 ÖZGÜN ARAŞTIRMA / ORIGINAL ARTICLE Diyabet hastalarının ruhsal sorunlarının Kaynakların Korunması kuramı kapsamında incelenmesi An investigation of psychological distress among patients with Type 2 diabetes considered in the light of the scope of Conservation of Resources theory Ezgi GÖÇEK YORULMAZ, Gülay DİRİK ÖZET Amaç: Diyabet, her geçen gün yaygınlığı artan önemli bir hastalıktır. Diyabet hastaları fiziksel sorunlar yanında pek çok ruhsal sorunla karşılaşmakta ve bu sorunlar hastaların tedavi süreçlerini de olumsuz etkileyebilmektedir. Hastaların yaşadığı ruhsal sorunların düzeyi ve ilişkili olduğu faktörler belirlenerek tedavi edilirse fiziksel tedavileri de daha sağlıklı yürütülebilir. Bu nedenle, bu araştırmanın amacı Tip 2 diyabet hastalarının kaygı, depresyon ve genel ruhsal sorunlarıyla (kaygı+depresyon toplam puanı) ilişkili faktörlerin (baş etme yolları, algılanan sosyal destek, öz yeterlik, duygu dışa vurumu ve kaynak kaybı) Kaynakların Korunması kuramı kapsamında incelenmesidir. Hastalar ve Yöntem: Araştırmaya toplam 116 diyabet hastası katılmıştır. Sosyo-demografik ve Hastalıkla İlgili Bilgi Formu’nun yanı sıra 6 ayrı ölçek uygulanmıştır. Değişkenler arası ilişkilerin incelenmesi için bağımsız gruplar için t testi, korelasyon ve regresyon analizleri yapılmıştır. Bulgular: Diyabet hastalarının yaklaşık yarısının yüksek düzeyde kaygı ve depresyon yaşadıkları bulunmuştur. Çaresiz baş etme ve kaynak kaybının ruhsal sorunların tümüyle pozitif yönde ilişkili olduğu, iyimser baş etmenin ise tüm ruhsal sorunlarla negatif yönde ilişkili olduğu bulunmuştur. Algılanan duygu dışavurumunun, duygusal aşırı ilgilenme boyutundaki artış ise sadece genel ruhsal sorunlardaki azalmayla ilişkili bulunmuştur. Sonuç: Psikolojik müdahale ve destek programlarında araştırmada belirlenen konulara odaklanılması yararlı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Tip 2 diyabet, Depresyon, Kaygı Ezgi Göçek Yorulmaz İzmir 2 nolu F tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu, İzmir, Türkiye Gülay Dirik ( ) Psikoloji Bölümü, Edebiyat Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Tınaztepe Kampüsü, Buca, İzmir, Türkiye e-mail:gdirik@gmail.com Gönderilme/Submitted: 07.06.2014 Kabul/Accepted: 03.09.2014 ABSTRACT Objectives: Diabetes is an important disease with an every day increasing prelevance. Diabetes patients experience psychological problems as well as physical problems which may negatively influence treatment process. If the psychological distress level of patients and related factors were determined, more healthy physical treatments could be carried out. For this reason, the aim of this study was to assess anxiety, depression and psychological distress (total score of anxiety+depression) and the related factors (i.e., ways of coping, perceived social support, self efficiency in relation to diabetes, expressed emotions, and loss of resources) among patients with Type 2 diabetes in the light of the scope of Conservation of Resources theory. Patients and Methods: Sociodemographic and Illness Information form and also six different scales about psychological distress and related factors were administered to 116 diabetes patients. To investigate the relationship between the variables the independent samples t test, regression and correlation analysis were performed. Results: It was found that nearly half of the diabetes patients exprienced high levels of anxiety and depression. More importantly, it was observed that helplessness coping and resource loss were positively related to all psychological problems. However, optimistic coping was negatively associated with such psychological problems. In addition, it was indicated that increased emotional over-involvement domain of expressed emotion was only associated with decrease in general psychological distress. Conclusion: It was found that resource loss, coping strategies and expressed emotions were found to be related to psychological distress. It was suggested that psychological intervention programs should focus on issues identified in this study. Keywords: Type 2 diabetes, Depression, Anxiety Giriş Diyabet, vücutta insülin salınımının yokluğuyla veya dokuların insüline karşı duyarlılıklarının azalmasıyla ortaya çıkan ve yaşam boyu süren bir hastalıktır [1]. Diyabet hastalarının kanındaki insülin oranı dengelenemediğinde yaşamı tehdit edebilecek insulin komalarının yanı sıra retina hasarı, böbrek sorunları gibi pek çok ciddi sağlık 199 200 Göçek Yorulmaz ve Dirik Diabet hastalarının ruhsal sorunlarının incelenmesi sorunuyla karşılaşmak mümkündür [2]. Bu sorunlarla karşılaşılmaması için hastaların kontrollü yemeleri, düzenli egzersiz yapmaları, kan şekerini düzenli olarak ölçmeleri ve ilaçlarını aksatmadan almaları gerekmektedir. Aksi takdirde metabolik kontrolde dalgalanmalar olabilmekte ve bu durum diyabet hastalarının ruh sağlıklarını olumsuz yönde etkilemektedir [3]. Diyabet hastalarında başta depresyon [4] ve kaygı [5,6] olmak üzere; yeme bozuklukları, bozulmuş yeme davranışları [7], travma sonrası stres semptomları [8] gibi pek çok sorun diyabeti olmayan kişilere göre daha yaygın olarak görülmektedir. Bu nedenle, son yıllarda diyabet hastalarının yaşadığı ruhsal sorunların düzeyleri ve ruhsal sorunlar ile ilişkili faktörler üzerinde pek çok araştırma yapılmaktadır [9, 10]. Stres modellerinden biri olan ve çeşitli kronik hastalıklarda hastaların yaşadığı fiziksel ve psikolojik kayıpları değerlendiren Kaynakların Korunması Kuramı [11] diyabet hastalarının da ruhsal sorunları ve ilişkili faktörlere ışık tutacak önemli kuramlardan birisidir. Kurama göre nesne kaynakları (konut, ulaşım), kişisel kaynaklar (öz yeterlik, özgüven, baş etme yolları), durumsal kaynaklar (yaş, hastalık özellikleri) ve enerji kaynakları (para, eğitim) olmak üzere dört kategoride toplanan kaynaklardan herhangi birinde meydana gelen kayıp, kayba yönelik tehdit veya yeni kaynak kazanımının engellenmesi durumları ruhsal strese yol açmaktadır. Sosyal destek gibi sosyal kaynaklar yukarıda belirtilen kaynak kategorilerinden biri olarak tanımlanmasa da, modelde bu kaynaklara ulaşma ve korumada önemli bir faktör olarak görülmektedir [11]. Kaynakların Korunması Kuramı’nın incelenmediği pek çok çalışmada da bu kuramı destekler nitelikte sonuçlara ulaşıldığı dikkat çekmektedir. Örneğin aile tutumları ve ailelerin hastalara karşı ifade ettiği duyguların [9], sosyal desteğin [10] öz yeterliliğin [12] ve baş etme stratejileri [10] gibi pek çok faktörün diyabet hastalarında görülen ruhsal sorunlarla önemli ölçüde ilişkili olduğu belirlenmiştir. Kaynakların Korunması Kuram’ında kişisel kaynaklar arasında yer alan öz yeterlik, diyabet hastalarının hem fiziksel hem de ruh sağlığını etkileyen önemli bir faktördür. Benight ve Bandura’ya [13] göre kişilerin öz yeterlik inancı insanların zorluklara karşı nasıl direneceğini, duygusal hayatlarının kalitesini, depresyon ve strese yatkınlıklarını etkiler. Öz yeterlik, diyabet hastalarının tedaviye uyumu, öz bakımı, metabolik kontrolü [14, 15] ve ruhsal sorunları özellikle kaygı ve depresyon [15-18] düzeyleri ile ilişkili bulunmaktadır. Bu araştırmada, son yıllarda önemsenen, hastaların genel öz yeterlik düzeyleri yerine, diyabete özgü öz yeterlik düzeylerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Marmara Medical Journal 2014; 27: 199-206 Kaynakların Korunması Kuramı’nda belirtilen bir diğer kaynak ise baş etme yollarıdır. Bireyler, stresli bir durumla karşılaştıklarında duygu odaklı ve problem odaklı olmak üzere 2 grup altında sınıflandırılan baş etme yollarını kullanırlar. Yaşanılan strese göre farklı baş etme yollarının kullanılması daha iyi sonuçlar vermektedir. Örneğin kısmi olarak da olsa kontrol edilebilecek fiziksel bir hastalığın varlığında problem odaklı baş etme yollarını kullanmak, ruhsal sıkıntı yaşama olasılığını azaltmaktadır [19, 20]. Smari ve Valtysdottir [20] diyabet hastalarının duygu odaklı baş etme yollarını kullanmalarının depresyon ve kaygılarını arttırdığını, problem odaklı baş etme yollarını kullanmalarının ise depresyon ve kaygılarını azalttığını belirlemişlerdir. Algılanan sosyal destek, bireylerin yaşadıkları stresli durumu en az hasarla atlatabilmeleri ve yeni duruma uyum sağlayabilme süreçlerini etkileyen önemli bir sosyal kaynaktır. Stresli durumlarda örneğin kronik bir hastalık nedeniyle yaşanan stres durumlarında sosyal destek stres ile ruhsal sağlık arasında aracı bir rol oynamaktadır. Daha yüksek düzeyde sosyal destek algılayan hastalar daha düşük düzeyde ruhsal sorunlar yaşamaktadırlar. Fiziksel hastalığı olan bireylerde olduğu gibi, fazla sosyal destek algılayan diyabet hastalarının daha düşük düzeyde ruhsal sıkıntı yaşadıkları belirlenmiştir [16, 21,22]. Bu çalışmada incelenen ve sosyal destek gibi, sosyal kaynak kategorisi altında sınıflanabilecek bir diğer kavram da algılanan duygu dışavurumudur. Algılanan duygu dışavurumu, hasta bireylere bakım veren kişi veya kişilerin hasta olan bireye yönelik duygu, davranış ve tutumlarını içermektedir. Duygu dışavurumuna ilişkin ölçümler, bakım veren kişilerin hasta bireye karşı eleştirel, düşmanca veya aşırı duygusal ilgi gösteren tutumlarının değerlendirilmesiyle elde edilmektedir. Yüksek duygu dışavurumuna sahip akrabaların hastaların problemlerine karşı toleranslarının düşük olduğu, daha müdahaleci oldukları; duygu dışavurumu düşük olan hasta yakınlarının ise bunların aksine daha az müdahaleci, hastaların ihtiyaçlarına daha duyarlı ve daha toleranslı oldukları belirtilmektedir [23]. Diyabet hastalarına bakım veren kişilerin duygu dışavurumunun, duygusal aşırı ilgilenme boyutundan alınan puanlar arttıkça komplikasyon sayısının arttığı, olumlu yorum alt boyutundan alınan puanlar arttığında ise depresyon ve kaygı düzeylerinin azaldığı bulunmuştur [9]. Duygu dışavurumunun etkileri, şizofreni, depresyon, astım ve epilepsi hastalarında da incelenmiştir [24-27]. Duygu dışavurumu kavramı uzun yıllardır araştırılmasına rağmen, duygu dışavurumunun hasta tarafından algılanış biçiminin etkilerine yönelik az sayıda araştırma mevcuttur [28]. Bu çalışmada, diyabet hastalarının yaşadığı ruhsal sorunlar ile ilişkili faktörlerin Kaynakların Korunması Göçek Yorulmaz ve Dirik Diabet hastalarının ruhsal sorunlarının incelenmesi Marmara Medical Journal 2014; 27: 199-206 Kuramı çerçevesinde incelenmesi amaçlanmaktadır. Bu amaçla ruhsal sorunlar (kaygı, depresyon, genel ruhsal sıkıntı (kaygı ve depresyon toplam puanı) ile ilişkili olması beklenen sosyo-demografik özellikler, hastalıkla ilişkili faktörler, sosyal destek, algılanan duygu dışavurumu gibi sosyal kaynaklar ile öz yeterlik, baş etme yolları gibi kişisel kaynaklar ve kaynak kaybı Kaynakların Korunması Kuramı kapsamında incelenmiştir. Tablo I- Katılımcılara İlişkin Sosyo-Demografik Özellikler ve Hastalık Özellikleri Değişkenler Hastalar ve Yöntem Araştırmanın verileri, Bursa ve İzmir illerinde yaşayan 43-65 yaş aralığında (Ort.= 54,87) 130 Tip 2 diyabet hastasından toplanmıştır. Araştırmanın dışlama kriterleri, daha önce psikiyatrik bir tanı almış olmak, nörolojik bir rahatsızlığın olması ve psikiyatrik bir ilaç kullanıyor olmak olarak belirlenmiştir. Veri toplama sürecine başlamadan önce, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu’nun onayı ve ardından her hastanın kişisel kabul onayı alınmıştır. Araştırmanın örneklemi, Bursa ve İzmir illerinde yaşayan ve en az 1 yıldır Tip 2 diyabet tanısıyla tedavi gören çalışmanın kriterlerine uyan 74 kadın, 42 erkek toplam 116 hastadan oluşmaktadır. Katılımcıların yaşları 43 ile 65 arasında ve yaş ortalaması 54,87±5,89 dur. Katılımcılara ilişkin sosyo-demografik özellikler ve hastalık değişkenleri Tablo I’de verilmiştir. Veri Toplama Araçları Sosyo-demografik ve Hastalıkla İlgili Bilgi Formu Araştırmacılar tarafından hazırlanan yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi gibi sosyo-demografik ve tıbbi geçmiş ve hastalıkla ilgili soruları içermektedir. Hastaların yaşadıkları komplikasyon sayısı toplanarak hastalık şiddeti ve ayrıca algılanan hastalık şiddeti ölçülmüştür. Hastaların hastalıklarının şiddetine ilişkin algılarını ölçmek amacıyla hazırlanan ve 1 ile 5 arasında (1= hiç; 5= çok fazla) derecelendirilen “Sizce hastalığınız ne kadar şiddetli?” sorusunun yer aldığı madde de bu forma eklenmiştir. Kaynak Kaybı Ölçeği (Conservation of Resources Evaluation) Ölçeğin orijinali olan Conservation of ResourcesEvaluation (COR-E), (Kaynakların KorunmasıDeğerlendirme) Hobfoll ve Lilly [29] tarafından, kuramda belirtilen kaynaklardaki kayıp ve kazanımları değerlendirmek amacıyla geliştirilen 74 maddelik bir ölçektir. Bu ölçek incelenerek Türk örneklemlerde kaynak kaybını değerlendirmek amacıyla Dirik ve Karancı [30] tarafından yapılan çalışmada 23 maddelik ‘Kaynak Kaybı 201 1 Sayı Yüzde Yaşanılan Şehir İzmir Bursa 60 56 51,7 48,3 Cinsiyet Kadın Erkek 74 42 63,8 36,2 Medeni durum Evli Bekar 92 24 79,3 20,7 Ort. ±ss Yaş 54,86 5,89 Eğitim Düzeyi (yıl) 8,62 3,89 Hastalık süresi (ay) 106,7 81,7 Hastalık şiddeti1 1,47 1,51 Hastalık şiddeti, diyabetin yol açabileceği yedi farklı alandaki komplikasyon sayısının ortalamasından elde edilmiştir. Ölçeği’ oluşturulmuştur. Ölçekten alınan yüksek puanlar kaynak kaybındaki artışa işaret etmektedir (min. = 23, max. = 115). Ölçeğin diyabet hastaları için güvenirlik değeri 0,94 olarak hesaplanmıştır. Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (The Multidimensional Scale of Perceived Social Support) Algılanan sosyal desteği üç boyutta değerlendiren (arkadaşlardan, aileden, diğer insanlardan) 12 maddelik ölçek Zimet ve ark. [31] tarafından geliştirilmiştir ve ölçekten alınan yüksek puanlar sosyal destekteki artışa işaret etmektedir (min.= 12, max. = 84). Ölçeğin Türkçe’ye uyarlaması Eker ve Arkar [32] tarafından yapılmıştır. Mevcut araştırmada ölçeğin toplam puanı kullanılmıştır (α= 0,87). Algılanan Duygu Dışavurum Ölçeği (Perceived Expressed Emotion Scale) Ölçeğin 41 maddelik orijinal formu, Berksun [33] tarafından hasta yakınlarının hastaları ile olan ilişkilerindeki duygusal ifadeleri ölçmek ve tanımlamak için geliştirilmiştir. Alkar [28] tarafından hemodiyaliz hastalarıyla yapılan çalışmada algılanan duygu dışavurumunu ölçmek amacıyla uyarlanmış ve maddelerdeki ifadeler, hastaların bakım veren kişiyle ilgili değerlendirmelerini yansıtacak şekilde (Örneğin, ‘Birlikteyken sadece onunla ilgilenirim, başka şeyle ilgilenmem’ maddesi ‘Benimleyken başka şeyle ilgilenemiyor, ilgisi hep benimle oluyor’) düzenlenmiştir. Faktör yapısı orijinal ölçeğin faktör yapısıyla örtüşmektedir (eleştirellik/düşmanlık ve aşırı duygusal ilgilenme). Ölçekten alınan yüksek puanlar yüksek düzeyde algılanan duygu dışavurumu ile ilişkilidir. Diyabet hastaları ile yapılan bu çalışmada, güvenirlik katsayısı; tüm ölçek için 202 Göçek Yorulmaz ve Dirik Diabet hastalarının ruhsal sorunlarının incelenmesi α= 0,78, duygusal aşırı ilgilenme alt boyutu için α= 0,86 ve eleştirellik/düşmanlık alt boyutu için ise α= 0,80 olarak hesaplanmıştır. Baş Etme Yolları Ölçeği (Ways of Coping Inventory) Baş etme yolları ölçeğinin orijinali, Folkman ve Lazarus [34] tarafından geliştirilmiştir. Karancı ve ark. [35] yaptıkları çalışmada, bazı maddeleri çıkartmışlar ve 3’lü derecelendirmeli 61 maddelik formunu kullanmışlardır. Daha sonra, Karancı ve Erkam [36] meme kanseri olan hastalarla yaptıkları çalışmada 42 maddelik 4 faktörlü (kaderci baş etme, iyimser baş etme, problem odaklı baş etme ve çaresiz baş etme) yapıyı elde etmişlerdir. Bu çalışmada da 42 maddelik bu form ve aynı faktör yapısı kullanılmıştır. Her bir alt boyut için alınan yüksek puanlar o yöntemin daha sık kullanıldığına işaret etmektedir. Ölçeğin, mevcut örneklem için güvenirlik değerlerinin alt ölçekler için 0,68 ile 0,81 arasında olduğu belirlenmiştir. Diyabete Özgü Öz Yeterlik Ölçeği (Diabetes Management Self Efficacy Scale for Patients with Type 2 Diabetes) Bijl ve ark. [37] tarafından Tip 2 diyabet hastalarının hastalıklarına özgü öz yeterliklerini değerlendirmek amacıyla geliştirilen 20 maddelik ölçektir. Ölçeğin Türkçe’ye uyarlama, geçerlik ve güvenirlik çalışmaları Yeşilbalkan [38] tarafından yapılmıştır ve ölçekten alınacak yüksek puanlar diyabete özgü öz yeterlikteki artışa işaret etmektedir. Bu çalışmada, ölçeğin güvenirlik değeri 0,93 olarak hesaplanmıştır. Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD) (The Hospital Anxiety and Depression Scale) Psikiyatri hastası olmayan örneklemde depresyon ve kaygıyı ölçmek amacıyla Zigmond ve Snaith [39] tarafından geliştirilen 14 maddelik (7 madde depresyon, min. = 0, max. = 21; 7 madde kaygıya, min. = 0, max. = 21 yönelik) bir ölçektir ve bu maddelerden alınan yüksek puanlar kaygı ve depresif belirtilerdeki artışa işaret etmektedir. 14 madde toplanarak da toplam kaygı ve depresyon (genel ruhsal sıkıntı) puanı elde edilmektedir. Ölçeğin Türk örneklemi için geçerlik ve güvenirlik çalışmaları Aydemir [40] tarafından yapılmıştır. Ölçeğin Cronbach alfa güvenirlik değerleri mevcut çalışmada depresyon boyutu için 0,77, kaygı boyutu için ise 0,78 kaygı ve depresyon toplam puanı için ise 0,84 olarak hesaplanmıştır. İstatistiksel Analizler Verilerin analizi için sosyal bilimler için istatistik paket programı olan SPSS16.0 kullanılmıştır. Değişkenler Marmara Medical Journal 2014; 27: 199-206 arasındaki ilişkilerin ve farkların belirlenmesi amacıyla korelasyon analizi, regresyon analizi, grup farklarının incelenmesi amacıyla da bağımsız gruplar için t testi analizleri yapılmıştır. Bulgular Araştırmaya katılanlara ilişkin betimleyici istatistikler Tablo I’de gösterilmiştir. Araştırmaya katılan Tip 2 diyabet hastalarının, % 63.8’i kadın ve % 79’u evlidir. Ortalama hastalık süresi 8 yıl 8 aydır. Araştırmanın bağımlı değişkenlerinden ilki olan genel ruhsal sorunlar, HAD ölçeğinin toplam puanın hesaplanmasıyla (Ort.= 14,79, ± 6,98, Min.= 1, Maks= 35); diğer değişken olan kaygı ise aynı ölçeğin kaygı alt boyutuna ilişkin 7 maddeden alınan puanların toplanmasıyla elde edilmiştir (Ort.= 8,23 ± 3,98, Min.= 1, Maks.= 18). Araştırmaya katılan diyabet hastalarından 38’i (% 33) yüksek kaygı düzeyi için sınır kabul edilen 10 ve üzerinde puan almıştır. Depresyona ilişkin ortalama puanlar ise HAD’nin depresyonu ölçmeye yönelik 7 maddesinden alınan puanların toplanmasıyla elde edilmiştir (Ort.= 6,56 ± 4,04, Min.= 0, Maks.= 20). Araştırmaya katılan diyabet hastalarından 45’i (% 39) depresyon için kesme noktası olarak kabul edilen 8 ve üzerinde puan almıştır. Cinsiyet ve Ruhsal Sorunlar Tip 2 diyabet hastalarının yaşadıkları ruhsal sorunların cinsiyete göre farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan analiz sonucuna göre kadınlar (Ort.= 9,03 ± 4,27) ile erkeklerin (Ort.= 6,83 ± 299) kaygı düzeyleri arasında anlamlı bir fark olduğu bulunmuştur [t (114)= 2,94, p<.05]. Depresyon puanlarında anlamlı bir farka rastlanmazken, genel ruhsal sıkıntı açısından da kadınların (Ort.= 15,97 ± 7,55) erkeklere göre (Ort.= 12,71 ± 5,34) daha yüksek puan aldıkları belirlenmiştir [t (114)= 2,47, p<.05]. Değişkenler Arası İlişkiler ve Ruhsal Sorunların Yordayıcıları Yapılan korelasyon analizleri sonucunda, kaygı; bekar ve kadın olmayla, hastalık şiddeti, algılanan hastalık şiddeti, kaynak kaybı ve çaresiz baş etme yollarının kullanılmasıyla pozitif yönde ilişkiliyken; gelir, eğitim düzeyi, baş etme yollarından problem odaklı baş etme ve iyimser baş etme yolunun kullanılması ile negatif yönde ilişkili bulunmuştur. İkinci bağımlı değişken olan depresyon ise gelir düzeyi, eğitim düzeyi, iyimser ve problem odaklı baş etme yollarının kullanılması, sosyal destek, algılanan duygu dışavurumunun duygusal aşırı ilgilenme alt boyutu ve öz Göçek Yorulmaz ve Dirik Diabet hastalarının ruhsal sorunlarının incelenmesi Marmara Medical Journal 2014; 27: 199-206 203 Tablo II- Ruhsal Sorunların Yordayıcıları Bağımsız Değişkenler Kaygının Yordayıcıları Ort. (Ss) Hastalık Şiddeti Sosyal Destek β t 1,47 (1,57) .15 1,70 60,96 (15,08) .09 .98 Depresyonun Yordayıcıları β Toplam Ruhsal Sorunların Yordayıcıları t β t .05 .62 .12 1,49 -.07 -.76 .01 .14 Kadercilik 30,81 (4,38) -.01 -.12 .00 -.02 -.01 -.09 İyimser Baş Etme 20,94 (3,01) -.24 -2,01* -.32 -2,74* -.33 -3,05** Problem Odaklı 22,15 (3,35) .15 1,20 .07 .57 .12 1,13 Çaresiz Baş Etme 11,48 (2,59) .47 4,77*** .25 2,58* .41 4,73*** Duygusal Aşırı İlgilenme 12,31 (4,00) -.15 -1,77 -.13 -1,56 -.16 -2,14* Eleştirellik/Düşmanlık 4,79 (3,36) -.08 -.89 -.02 -.31 -.06 -.77 Öz Yeterlik 72,40 (14,48) .06 .71 -.03 1,05 .09 1,14 Kaynak Kaybı 36,76 (15,31) .23 2,36* .39 4,01*** .36 4,09*** R2 change F change .03 .09 .07 5,55* 16,05*** 16,74*** *p<.05, **p<.01,***p<.001 β = standart regresyon katsayıları, t = t değeri yeterlik düzeyi ile negatif yönde; bekar olmak, hastalık şiddeti, kaynak kaybı, çaresiz baş etme yolunun kullanılması ve algılanan duygu dışavurumunun eleştirellik/düşmanlık alt boyutuyla pozitif yönde ilişkilidir. Toplam ruhsal sorunlar cinsiyet (1= kadın, 2= erkek), gelir düzeyi, eğitim düzeyi, problem odaklı ve iyimser baş etme, algılanan duygu dışavurumunun duygusal aşırı ilgilenme boyutu ve öz yeterlik ile negatif yönde ilişkili iken; bekar olmak, hastalık şiddeti, algılanan hastalık şiddeti, kaynak kaybı, çaresiz baş etme, algılanan duygu dışavurumunun eleştirellik/düşmanlık boyutu ile pozitif yönde ilişkilidir. Ruhsal sorunların yordayıcılarını belirlemek amacıyla üç basamaklı hiyerarşik regresyon analizi yapılmıştır. Her üç regresyon analizinde aynı değişkenler kullanılmıştır. Regresyon analizlerinin ilk aşamasında hastalık şiddeti; ikinci aşamada baş etme yolları (problem odaklı baş etme, iyimser baş etme, kaderci baş etme, çaresiz baş etme), algılanan sosyal destek, diyabete özgü öz yeterlik ve algılanan duygu dışavurumunun her iki boyutu (duygusal aşırı ilgilenilme ve eleştirellik/düşmanlık); üçüncü ve son aşamada ise kaynak kaybı regresyon eşitliğine girilmiştir. Böylece analizin üç basamağı için toplamda her analizde on bağımsız değişken analize dahil edilmiştir. Regresyon analizlerinde ruhsal sorunlar ile ilişkili bulunan değişkenler Tablo II’de gösterilmiştir. Kaygının yordayıcıları incelendiğinde, toplamda 3 basamak varyansın %43’ünü açıklamıştır. Regresyon analizinin son aşaması değerlendirildiğinde; iyimser baş etmenin kaygıyla negatif yönde ilişkili olduğu (β=-.24), çaresiz baş etme (β=.47) ve kaynak kaybının (β=.23) ise kaygı ile pozitif yönde ilişkili olduğu belirlenmiştir. Başka bir ifadeyle çaresiz baş etme yolunun kullanımı ve kaynak kaybı arttıkça kaygının arttığı, iyimser baş etme arttıkça ise kaygının azaldığı bulunmuştur. Depresyonun yordayıcılarını belirlemek için yapılan regresyon analizinin sonuçları incelendiğinde, toplamda 3 basamak varyansın % 46’sını açıklamıştır. Analizin son aşaması değerlendirildiğinde; iyimser baş etmenin (β=-.32) depresyon ile negatif; çaresiz baş etme (β=.19) ve kaynak kaybının (β=.40) ise pozitif yönde ilişkili olduğu belirlenmiştir. Başka bir ifadeyle, çaresiz baş etme ve kaynak kaybı arttıkça depresyon düzeyinin arttığı, iyimser baş etme arttıkça ise depresyon düzeyinin azaldığı bulunmuştur. Genel ruhsal sorunların (kaygı ve depresyon birlikte) yordayıcılarını belirlemek için yapılan regresyon analizi incelendiğinde, toplamda 3 basamak varyansın % 55’ini açıklamıştır. Regresyon analizinin son aşaması değerlendirildiğinde; iyimser baş etme (β=-.33) ve duygusal aşırı ilgilenmenin (β=-.16) ruhsal sorunlarla negatif; çaresiz baş etme (β=.41) ve kaynak kaybının (β=.36) ise pozitif yönde ilişkili olduğu belirlenmiştir. Başka bir ifadeyle, çaresiz baş etme ve kaynak kaybı arttıkça ruhsal sorunların arttığı, iyimser baş etme ve duygusal aşırı ilgilenme arttıkça ise ruhsal sıkıntı düzeyinin azaldığı bulunmuştur. Tartışma Ülkemizde diyabet hastalarının yaşadığı ruhsal sorunların geniş kapsamlı ve kişilerin sahip olduğu kaynaklar 204 Göçek Yorulmaz ve Dirik Diabet hastalarının ruhsal sorunlarının incelenmesi açısından ele alındığı çalışmaların sayısı oldukça az sayıdadır. Diyabet hastalarıyla yapılan bu çalışma, bireylerin hastalık sonrası dönemde yaşamaları muhtemel ruhsal sorunları ve bunlarla ilişkili pek çok faktörü aynı çalışmada ve fiziksel hastalıklarla ilişkili bir kuram kapsamında incelemesi açısından önemlidir. Araştırmanın sonuçlarına göre katılımcıların % 33’ünün yüksek kaygı ve % 39’unun ise yüksek depresyon puanına sahip olduğu belirlenmiştir. Bu bulgular önceki literatür bulgularıyla örtüşmektedir [5, 41]. Diyabet gibi yaşamı tehdit eden, pek çok alanda kendilerini kısıtlamalarını gerektiren ve pek çok kayba yol açan bir hastalığın sonucu olarak bireylerin kaygı düzeylerinin yüksek olması beklenen bir durumdur. Bu çalışma, kadın olmanın genel ruhsal sorun ve kaygı için risk faktörü olduğunu göstermektedir. Bu bulgu, cinsiyetin ruhsal sorunlar üzerindeki etkisini inceleyen literatür bulgularıyla benzerlik göstermektedir [41]. Kaygı düzeyinin kadınlarda erkeklere göre daha yüksek olması, kadınların yaşadıkları sıkıntıları daha kolay ifade ediyor olmalarından ya da kadınların kaygı yaşamaya daha yatkın olmalarından kaynaklanıyor olabilir. Bireylerin sahip olduğu kaynaklardan biri olan baş etme yollarının ruh sağlığı üzerindeki etkisine yönelik araştırma bulguları incelendiğinde iyimser baş etmenin kaygı, depresyon ve toplam ruhsal sorunları azalttığı, çaresiz baş etmenin ise her üç ruhsal sorunu arttırdığı belirlenmiştir. Bu bulgular; önceki çalışmalardan [11] elde edilen bulgularla benzerdir. Diyabet gibi ilaç takibini, kan şekeri kontrolünü, diyet ve egzersizi içeren ve hastaların aktif olarak problem çözmelerini, hastalıklarının sorumluluklarını üstlenmelerini gerektiren bir hastalıkla yaşarken bireyin aktif rol almaktan kaçındığı çaresiz baş etme yolunun kullanımının hem hastalığın kötüleşmesine yol açabileceği hem de kişinin yetersizlik hissi ve hastalığın şiddetlenmesi sonucu psikolojik sağlığını olumsuz etkileyebileceği düşünülmektedir. Böyle bir hastalıkla yaşama sürecinde bireylerin hastalıklarıyla baş edebileceklerine inanmaları ve tanıdan sonraki süreçte karşılaşmaları muhtemel sorunlara ve hastalığın olası gidişatına yönelik iyimser bir tutum benimsemelerinin de çaresiz baş etmelerinin aksine, bireylerin sorunlardan çok çözüm yollarına yönelmelerine, sosyal destek arayışlarının artmasına ve dolayısıyla karşılaşacakları problemleri en az hasarla atlatarak ruh sağlıklarını korumalarına yardımcı olabileceği düşünülmektedir. Son dönemde üzerinde sıkça durulan algılanan duygu dışavurumu kavramının diyabet hastaları üzerindeki etkisine yönelik analiz sonuçlarına göre, duygusal aşırı ilgilenmenin genel ruhsal sorunlar ile negatif ilişkili Marmara Medical Journal 2014; 27: 199-206 olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçlar, Wearden ve arkadaşlarının [9] çalışma bulgularıyla örtüşmektedir. Hastalık takibinin ve zamanlamanın hayati olduğu diyabet hastalarına bakım verenlerin hassasiyeti ve ilgilerinin hastaların üzerlerindeki yükün azalmasına yol açtığı ve böylece duygusal aşırı ilgilenmenin aynı zamanda sosyal destek görevi de görerek koruyucu bir faktör olarak işlev gördüğü düşünülmektedir. Kaynakların Korunması Kuram’ında önemle üzerinde durulan kaynak kaybının, kaygı, depresyon ve genel ruhsal sorunların her üçünü de arttırıcı bir faktör olduğu bulunmuştur. Kaynakların Korunması Kuramı’na [11] göre bireylerin sahip oldukları kaynaklara yönelik herhangi bir tehdit, kaynağın kaybı veya yeni kaynak kazanımının yokluğu ruhsal sorunların ortaya çıkmasına yol açar. Diyabet hastalarıyla yapılan bu çalışmanın sonucunda da kaynaklarda meydana gelen kaybın ruhsal sorunlardaki artışla ilişkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Farklı fiziksel hastalığı olan bireylerle yapılan çalışmalarda da [30] bu bulguyla paralel olarak bireylerin hastalık nedeniyle kaynaklarında meydana gelen kaybın, ruhsal sorunlardaki artışı yordadığı bulunmuştur. Kişisel ve sosyal kaynakların yokluğu nedeniyle bireyler hastalığın getirdiği güçlükler ile baş edememekte ve bu durum da ruhsal sorunların yaşanmasına neden olabilmektedir. Bu araştırmada Tip 2 diyabet hastalarının ruhsal sorunlarını arttıran ve azaltan faktörler belirlenmiştir. Araştırmanın bulguları bütün olarak değerlendirildiğinde, baş etme yollarından iyimser baş etmeyi kullanma ruhsal sorunları azaltmakta, çaresiz baş etme yolunu kullanma ise ruhsal sorunları arttırmaktadır. Ayrıca hasta yakınlarının hastalar ile duygusal aşırı ilgilenmeleri ruhsal sorunları azaltmakta ancak kaynakların kaybı ruhsal sorunları arttırmaktadır. Bu çalışmada incelenen diğer değişkenler, algılanan sosyal destek ve öz yeterlik, ruhsal sorunlar ile ilişkili bulunamamıştır. Aslında pek çok çalışmada hastaların ruhsal sorunları ile ilişkili bulunan bu 2 değişkenin bu araştırmada ilişkili bulunamamasının nedeni, çok fazla değişkenin regresyon eşitliğine sokulması ve bu 2 değişkenin istatistiki olarak anlamlılıklarını diğer değişkenler nedeniyle kaybetmiş olması olabilir. Bu çalışma ile Kaynakların Korunması Kuramı’nı ilk defa diyabet hastalarından oluşan Türk örneklemde test edilerek literatüre önemli katkılar sağlanır iken bu araştırmanın bir takım sınırlılıkları da mevcuttur. Araştırmanın verilerinin sadece 2 ilden toplanmış olması, öz bildirime dayalı ölçeklerin kullanılması ve kesitsel bir çalışma yapılması nedeni ile, nedensel çıkarımlar ve genellemelerin yapılması pek mümkün değildir. Marmara Medical Journal 2014; 27: 199-206 Teşekkür Veri toplama sürecinde bu araştırmaya destek olan Ege Diyabetliler Derneği’ne teşekkür ederiz. Kaynaklar 1. Guyton AC, Hall JE. Tıbbi Fizyoloji. Çağlayan Yeğen B, Çavuşoğlu H, çeviri ed. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri, 2007, 884-98. 2. Helgeson V, Snyder PR, Escobar O, Siminerio L, Becker D. Comparison of adolescents with and without diabetes on indices of psychosocial functioning for three years. J Pediatr Psychol 2007; 32: 794-806. doi: 10.1093/jpepsy/jsm020 3. Rubin RR. Counselling and psychotherapy in diabetes mellitus. In: Snoek FJ, Skinner TC, eds. Psychology in Diabetes. West Sussex: John Wiley & Sons, Ltd, 2005, 17194. 4. Anderson RJ, Freedland KE, Clouse RE, Lustman PJ. The prevalence of comorbid depression in adults with diabetes. Diabetes Care 2001; 24:1069-78. doi:10.2337/ diacare.24.6.1069 5. Collins MM, Corcorant P, Perry IJ. Anxiety and depression symptoms in patients with diabetes. Diabet Med 2009; 26:151-61. doi: 10.1111/j.1464-5491.2008.02648.x. 6. Smith KJ, Beland M, Clyde M, et al. Association of diabetes with anxiety: A systematic review and meta-analysis. J Psychosom Res 2013; 74:89-99. doi:10.1016/j. jpsychores.2012.11.013. 7. Wilfey D, Berkowitz R, Goebel-Fabbri A, et al. Binge eating, mood, and quality of life in youth with Type 2 diabetes. Diabetes Care 2011; 34: 858-60. doi: 10.2337/dc10-1704. 8. Goodwin RD, Davidson JR. Self-reported diabetes and posttraumatic stress disorder among adults in the community. Prev Med 2005; 40:570-74. doi: 10.1016/j. ypmed.2004.07.013. 9. Wearden A, Tarrier N, Davies R. Partners’ expressed emotion and the control and management of Type 1 diabetes in adults. J Psychosom Res 2000; 49:125-30. doi: 10.1016/S00223999(00)00141-0. 10. Zhang CX, Chen YM, Chen WQ. Association of psychosocial factors with anxiety and depressive symptoms in Chinese patients with Type 2 diabetes. Diabetes Res Clin Pract 2008; 79:523-30. doi: 10.1016/j.diabres.2007.10.014 11. Hobfoll S. Conservation of resources: a new attempt at conceptualizing stress. Am Psychol 1989; 44:513-24. doi. org/10.1037/0003-066X.44.3.513. 12. Sacco W, Bykowski CA. Depression and hemoglobin A1c in Type 1 and Type 2 diabetes: The role of self-efficacy. Diabetes Res Clin Pract 2010; 90:141-46. doi: 10.1016/j. diabres.2010.06.026. 13. Benight C, Bandura A. Social cognitive theory of posttraumatic recover. The role of perceieved self efficacy. Behav Res Ther 2004; 42:1129-48. doi: 10.1016/j. brat.2003.08.008. 14. Bean D, Cundy T, Petrie KJ. Ethnic differences in illness perceptions, self efficacy and diabetes self-care. Psychol Health 2007; 22:787-811. doi: 10.1080/14768320600976240. Göçek Yorulmaz ve Dirik Diabet hastalarının ruhsal sorunlarının incelenmesi 205 15. Cherrington A, Wallston K A, Rothman RI. Exploring the relationship between diabetes, self-efficacy, depressive symtoms, and glycemic control among men and women with Type 2 diabetes. J Beh Med 2010; 33:81-89. doi: 10.1007/ s10865-009-9233-4. 16. Kanbara S, Taniguchi H, Sakaue M, et al. Social support, self efficacy and psychological stres responses among outpatients with diabetes in Yogyakarta, Indonesia. Diabet Res Clin Pract 2008; 80:56-62. doi: 10.1016/j.diabres.2007.12.015. 17. Sacco W, Wells KJ, Vaughan CA, Friedman A, Perez S, Matthew R. Depression in adults with Type 2 diabetes: The role of adherence, Body Mass Index, and self efficacy. Health Psychol 2005; 24:630-34. doi.org/10.1037/02786133.24.6.630. 18. Adam J, Folds L. Depression, self-efficacy, and adherence inpatients with Type 2 diabetes. J Nurs Pract 2014; 10:64652. doi:10.1016/j.nurpra.2014.07.033. 19. Duangdao KM, Roesch SC. Coping with diabetes in adulthood: A meta-analysis. J Behav Med 2008; 31:291-300. doi: 10.1007/s10865-008-9155-6. 20. Smari J, Valtysdottir H. Dispositional coping, psychological distress, and disease control in diabetes. Pers Individ Dif 1997; 22:151–56. doi: 10.1016/S0191-8869(96)00199-7. 21. Sacco WP, Yanover T. Diabetes and depression. The role of social support and medical symtoms. J Behav Med 2006; 29:523-31. doi: 10.1007/s10865-006-9072-5. 22. Karlsen B, Bru E. The relationship between diabetes-related distress ans clinical variables and perceived support among adults with Type 2 diabetes: A prospective study. Int J Nurs Stud 2014; 51:438-447. doi: 10.1016/j.ijnurstu.2013.06.016. 23. Barrowclough C, Hooley JM. Attributions and expressed emotion: A review. Clin Psychol Rev 2003; 23:849-80. doi: 10.1016/S0272-7358(03)00075-8. 24. King S. Is expressed emotion cause or effect in the mothers of sziophrenic young adults? Schizophr Res 2000; 45:65-78. doi: 10.1016/S0920-9964(99)00174-7. 25. Hinrichsen GA, Pollack S. Expressed emotion and the course of late-life depression. J Abnorm Psychol 1997; 106:336-40. doi.org/10.1037/0021-843X.106.2.336. 26. Bresi C, Cornaggia CM, Beghi M, Porcellana M, Iandoli II, Invernizzi G. Epilepsy and family expressed emotion: Results of a prospective study. Seizure 2007; 16:416-23. doi: 10.1016/j.seizure.2007.02.015. 27. Ölçer S, Fiş NP, Berkem M, Karadağ B. Astımlı çocukların benlik saygıları ve annelerinin duygu dışavurum düzeylerinin değerlendirilmesi. Türk Pediatri Arşivi 2010; 45:144-49. doi: 10.4274/tpa.45.144. 28. Alkar ÖY. The Relationship of expressed emotion and psychosocial variables with the quality of life of haemodialysis patients: An analysis within the conservation of resources model. Yüksek Lisans Tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, 2006. 29. Hobfoll S, Lilly RS. Resource conservation as a strategy for community intervention. Am J Community Psychol 1993; 21:128-48. doi: 10.1002/1520-6629(199304)21:23.0.CO;2-5. 30. Dirik G, Karancı AN. Psychological distress in rheumatoid arthritis patients: An evaluation within the conservation of 206 31. 32. 33. 34. 35. 36. Göçek Yorulmaz ve Dirik Diabet hastalarının ruhsal sorunlarının incelenmesi resources theory. Psychol Health 2010; 25:617-32. doi: 10.1080/08870440902721818. Zimet GD, Dahlem NW, Zimet SG, Farley GK. The Multidimensional Scale of perceived social support. J Pers Assess 1988; 52:30-41. doi: 10.1207/s15327752jpa5201_2. Eker D, Arkar H. Çok boyutlu algılanan sosyal destek ölçeğinin faktör yapısı, geçerlilik ve güvenirliği. Türk Psikoloji Derg 1995; 34:45-55. Berksun OE. Dışavurulan Duygulanım Ölçeği: Ölçek uyarlama üzerine bir pilot çalışma. Türk Psikoloji Derg 1993; 29:10-15. Folkman S, Lazarus RS. If changes it must be a process: Study of emotion and coping during three stages of a college examination. J Pers Soc Psychol 1985; 48:150-70. Karanci AN, Alkan N, Aksit B, Sucuoglu H, Balta E. Sex differences in psychological distress, coping, social support and related variables following the 1995 Dinar (Turkey) earthquake. N Am J Psychol 1999; 1:189-204. Karancı AN, Erkam A. Variables related to stress-realted Marmara Medical Journal 2014; 27: 199-206 37. 38. 39. 40. 41. growth among Turkish breast cancer patients. Stress Health 2007; 23: 315-22. doi: 10.1002/smi.1154. Bijl JVD, Poelgeest-Eeltink AV, Shortridge-Bagget L. The psychometric properties of the diabetes management Self Efficacy Scale for patient with Type 2 diabetes. J Adv Nurs 1999; 30:352-9. doi: 10.1046/j.1365-2648.1999.01077.x. Yeşilbalkan ÖU. Tip 2 diyabetli hastaların kendi kendilerine bakımlarındaki öz yeterlikleri, öz bakım güçleri ve bunları etkileyen faktörlerin incelenmesi. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Derg 2004; 20:11-29. Zigmond AS, Snaith RP. The hospital anxiety and depression scale. Acta Psychiatr Scand 1983; 67:361-70. doi: 10.1111/j.1600-0447.1983.tb09716.x. Aydemir Ö. Hastane anksiyete ve depresyon ölçeği Türkçe formunun geçerlilik ve güvenilirlik çalışması. Turk Psikiyatri Derg 1997; 8:280-87. Grigsby AB, Anderson RJ, Freedland KE, Clouse RE, Lustman PJ. Prevalence of anxiety in adults with diabetes A systematic review. J Psychosom Res 2002; 53:1053-60. doi: 10.1016/S0022-3999(02)00417-8. Marmara Medical Journal 2014; 27: 207-9 DOI: 10.5472/MMJ.2014.03283.1 CASE REPORT / OLGU SUNUMU Bilateral ovarian Krukenberg tumor at mid-gestation İkinci trimesterde bilateral ovaryen Krukenberg tumörü Tevfik YOLDEMİR ABSTRACT Even though adnexal masses are detected during pregnancy ranging from 1 to 81 to 1 in 2.500 pregnancies, only 3% of these are malignant. A Krukenberg tumor is an ovarian metastasis of a gastric tumor and accounts for 1-2% of all ovarian tumors. A 29-year-old woman, gravida 3, para 2, was referred to our unit at 20 weeks’ gestation because of epigastric pain for the last one week. Her abdominal ultrasound revealed a singleton pregnancy, with fetal measurements compatible with 20 weeks of gestation. A solid mass of 12.8 cm by 12 cm localized posterior to the uterus extending to both adnexial regions was also detected. Under general anesthesia, a midline abdominal incision was made. During abdominal inspection the gravid uterus was the size appropriate for the current gestational week. A 12 cm by 13 cm mass originating from the right ovary was excised. Then, a 17 cm by 18 cm mass originating from the left ovary was excised. The final pathology report confirmed positive washing cytology and a metastastic adenocarcinoma of both ovaries. Three weeks later, the woman had a gastroscopic biopsy and the pathology report was of an adenocarcinoma of the stomach. Unfortunately, the woman was lost to follow-up. Keywords: Ovarian tumor, Pregnancy, Metastatic tumor ÖZET Gebelikte adneksiyal kitleler 1/81 ile 1/2,500 sıklıkta görülse de bunların sadece %3’ü maligndir. Krukenberg tümörü, gastrik tümörün yumurtalıklara metastazıdır ve tüm over kanserlerinin %1-2sini oluşturur. Son bir haftada epigastrik ağrısı olan 29 yaşında 20.gestasyonel haftasında olan gravida 3, parite 2 bir kadın ünitemize refere edildi. Abdominal ultrasonografide 20 gebelik haftası ile uyumlu biyometrik ölçümleri olan bir bebek Tevfik Yoldemir, Department of Obstetrics and Gynecology, Marmara University Hospital, Ust Kaynarca, Pendik, Istanbul, Turkey e-mail: tevfik.yoldemir@gmail.com Submitted/Gönderilme: 24.03.2014 Accepted/Kabul: 20.05.2014 izlendi. Ayrıca her iki adneksiyal alana doğru uzanan rahimin arkasında yerleşimli 12,8 x 12 cm çapında solid kitle tespit edildi. Genel anestezi altında orta hat kesisi ile batına girildiğinde haftasıyla uyumlu büyüklükte gebe uterus izlendi. Sağ overden kaynaklanan 12 x 13 cm kitle eksize edildi. Sol overden kaynaklanan 17 x 18 cm kitle eksize edildi. Nihai patoloji sonucu pozitif batıniçi yıkama sıvısı ve her iki overe adenokarsinom metastazı olarak geldi. Üç hafta sonra yapılan gastroskopik biyopsinin patoloji sonucu midenin adenokarsinomu olarak geldi. Hastamız takiplere gelmedi. Anahtar kelimeler: Ovaryen tümör, Gebelik, Metastatik tümör Introduction Even though adnexal masses detected during pregnancy can range from 1 to 81 to 1 in 2.500 pregnancies, only 3% of these are malignant. A Krukenberg tumor is an ovarian metastasis of a gastric tumor and accounts for 1-2% of all ovarian tumors [1]. These tumors are even rarer during pregnancy, because the incidence of gastric cancer in women of reproductive age is only 0.4%-0.5% [2]. Krukenberg tumors are usually secondary to a cancer in the gastrointestinal tract or in the breast [3]. When associated with a pregnancy, the diagnosis of a Krukenberg tumor is seldom made before or during laparotomy [4]. The diagnosis during a pregnancy is very difficult because gastrointestinal symptoms may be attributed to hyperemesis gravidarum and abdominal distention due to the growing fetus. The symptoms may mask bilateral ovarian tumors [5]. We present a case report of a woman 20 weeks pregnant with massive bilateral Krukenberg tumors. 207 208 Yoldemir Bilateral ovarian Krukenberg tumor at mid-gestation Marmara Medical Journal 2014; 27: 207-9 Case Report A 29-year-old woman, gravida 3, para 2, was referred to our unit at 20 weeks’ gestation because of epigastric pain for the past week. Her previous medical or surgical history was uneventful. Pelvic examination displayed a solid semifixed mass in the pouch of Douglas. Her abdominal ultrasound revealed a singleton pregnancy, with fetal characteristics compatible with 20 weeks of gestation. A solid mass 12.8 cm by 12 cm localized behind the uterus and extending to both adnexial regions was also detected. Magnetic resonance imaging (MRI) showed a lobulated solid mass with smooth contours measuring 12x14x11 cm in diameter in the pouch of Douglas and a 8x6x9 cm mass in the right para-colic region. There were lymphadenopathies along the para-aorto-caval area. The serum Ca 125 level was 216.9 U/ml, Ca 19-9 was 4.55 U/ml and alphafetoprotein (AFP ) was 251 U/ml. Explorative laparotomy was planned. Under general anesthesia, a midline abdominal incision was made which extended upwards to within 2 cm of the umbilicus for a good visual exposure. Preoperative abdominal washing was done and the sample was sent for a cytological examination. During abdominal inspection the gravid uterus was the size appropriate for the current gestational week. A 12 cm by 13 cm mass originating from the right ovary was excised. Then, the 17 cm by 18 cm mass originating from the left ovary was excised and sent to the pathology laboratory (Figure 1). The peritoneal, intestinal and liver surfaces of the mass were smooth at palpation. The pre-op washing was negative for malignancy. Frozen sections showed a Sertoli Leydig cell ovarian tumor. After abdominal washing and control of the bleeding, the abdominal layers were properly approximated. The postoperative period was unremarkable. The patient was discharged on her 2nd post-operative day. The final pathological examination revealed positive washing cytology and a diffuse type of gastric adenocarcinoma with signet ring morphology, similar to ovarian tumors. Discussion Cancer of the ovary complicating a pregnancy occurs very rarely, and the incidence usually given is 1 in 10.000 to 25.000 deliveries [6]. The malignancy rate of ovarian tumors in pregnancy has been reported to be 0.3–5.5% [3,6]. Of metastatic tumors of the ovary 11% among 45 malignant ovarian tumors was reported complicating pregnancy [6]. The characteristic ultrasonographic appearance of a Krukenberg tumor in non-pregnant women Figure 1. Bilateral adnexal mass posterior to the gravid uterus has been described [7]. Krukenberg tumors had earlier been described to have distinct tumor margins, an irregular hyperechoic solid pattern and a “moth-eaten” appearance of cyst formation [7]. In our patient a solid mass with smooth contours measuring 12x14x11 cm in diameter in the pouch of Douglas and a 8x6x9 cm mass in the right para-colic region were detected by MRI. On the basis of the sonographic features three categories were identifiedfor Krukenberg tumors arising from a gastric carcinoma: solid, mixed or cystic type [8]. Ninety percent of the metastases from the colon were either cystic or mixed and eighty percent of metastases from the stomach appeared to be solid [9]. The ovarian metastases from the colon and rectum are different from those of gastric origin [10]. The cornerstone of the management of these tumors is the diagnosis of the gastrointestinal primary tumor. The prognosis worsens when the primary tumor is identified after the metastasis to the ovary is discovered [2]. The woman in our case had gastroscopy after the laparotomy, which confirmed advanced gastric cancer. There is no current standardization for the diagnosis or the treatment of Krukenberg tumors because of the rare nature of these tumors [11]. The role of debulking surgery and chemotherapy with platinum-based chemotherapy can be relatively safely administered during pregnancy. But despite the interventions, the prognosis is poor as it generally represents an advanced stage of the disease, and this was evident in our patient with the discovery of large masses. This patient was lost to follow-up even though her chemotherapy had been planned. In the postoperative period the patient could have been started on chemotherapy with 6 cycles of chemotherapy using 5-fluorouracil (2000 mg/m2) Marmara Medical Journal 2014; 27: 207-9 and oxaliplatin (50mg/m2) on a weekly schedule [12]. Later she would have undergone an elective cesarean delivery and debulking surgery including hysterectomy and omentectomy if she had not been lost to follow-up. Although the diagnosis of a Krukenberg tumor during pregnancy is challenging, possible early detection with debulking surgery, and platinum-based chemotherapy may improve the survival of the patients [11]. Persistent epigastric pain in a relatively young pregnant woman warrants a detailed evaluation with panendoscopy and color Doppler examination. Assessment of ovarian tumor vascularity with transabdominal color Doppler imaging may reveal an abnormal vascular pattern with high-velocity, low-impedance signals within the heterogeneous solid masses [8]. Declaration of Interest: The authors report no conflicts of interest References 1. Singhal SR, Nanda S, Chaudhry P, Sen P, Singhal SK. Metastatic bilateral malignant ovarian tumors associated with pregnancy. Taiwan J Obstet Gynecol 2009; 48:167–8. doi:10.1016/S1028-4559(09)60280-1 2. Tamussino K, Scholl W, Reich O, Winter R. Gastric carcinoma presenting as a Krukenberg tumor in the 24th week of gestation. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1995;62:251–2. doi: 10.1016/0301-2115(95)02179-B Yoldemir Bilateral ovarian Krukenberg tumor at mid-gestation 209 3. Stojnic J, Stefanovic A, Jeremic K, Kadija S, Jeftovic M, Jeremic J. Krukenberg tumor of gastric origin in pregnancy with dismal outcome. Eur J Gynaecol Oncol 2011;32:356-8. 4. Genç M, Genç B, Solak A, Gür E, Sezgin C. Bilateral Krukenberg tumor in a 16-week pregnant woman. Eur J Gynaecol Oncol 2014;35:95-6. 5. McGill FM, Ritter DB, Rickard CS, et al. Krukenberg tumors: can management be improved? Gynecol Obstet Invest 1999;48:61–5. 6. Antonelli NM, Dotters DJ, Katz VL, Kuller JA. Cancer in pregnancy: a review of the literature. Part I. Obstet Gynecol Surv 1996;51:125–34. 7. Shimizu H, Yamasaki M, Ohama K, Tadaharu N, Tanaka Y. Characteristic ultrasonographic appearance of the Krukenberg tumor. J Clin Ultrasound 1990;18:697–703. 8. Choi BI, Choo IW, Han MC, Kim CW. Sonographic appearance of Krukenberg tumor from gastric carcinoma. Gastrointest Radiol 1988;13:15–8. 9. Megibow AJ, Hulnick DH, Bosniak MA, Balthazar EJ. Ovarian metastases: computed tomographic appearances. Radiology 1985;156:161–4. 10. Papakonstantinou E, Liapis A, Kairi-Vassilatou E, Iavazzo C, Kleanthis CK, Kondi-Pafiti A. Virilizing ovarian Krukenberg tumor in a 27-year-old pregnant woman. A case report and literature review. Eur J Gynaecol Oncol 2011;32:331-3. 11. Sandmeier D, Lobrinus JA, Vial Y, Delaloye JF, Genton CY. Bilateral Krukenberg tumor of the ovary during pregnancy. Eur J Gynaecol Oncol 2000;21: 58–60. 12. Due˜nas-Garcia OF, Diaz-Sotomayor M, Chanana C. Bilateral ovarian Krukenberg tumor in a full-term pregnancy. ISRN Obstet Gynecol 2011;2011:620380. doi:10.5402/2011/620380 Marmara Medical Journal 2014; 27: 210-2 DOI: 10.5472/MMJ.2014.03225.1 CASE REPORT / OLGU SUNUMU Endotracheal preocclusive lipoma: A rare reason of tracheal occlusion Endotrakeal preoklusif lipom: Nadir bir trakeal tıkanıklık nedeni Suha AKPINAR, Banu ALICIOGLU ABSTRACT Benign tracheobronchial tumors are rarely found as masses and are unlike malignant lesions of the tracheobronchial system. We report a male patient who was a smoker and had been under longterm treatment for asthma. The patient came to the emergency room with a late onset of shortness of breath and tiring earlier when exercising. On a multidetector computerised tomography (MDCT) scan the patient was found to have a proximal endotracheal tumor causing a severe narrowing of the tracheal lumen and measuring -93.6 Hounsfield Unit (HU) compatible with endotracheal lipoma. Keywords: Benign tracheal tumors, Lipoma, Obstruction ÖZET Malign trakeobronşial sistem tümörlerinin aksine solunum yolları selim tümörleri nadir görülen tümörlerdir. Bu yazımızda, uzun zamandır astım tedavisi almakta olan sigara içicisi bir hastayı sunuyoruz. Hasta acil servise son zamanlarda artan nefes darlığı ve egzersizle erken yorulma şikayetleri ile başvurdu. Yapılan çok kesitli bilgisayarlı tomografi ( ÇKBT) incelemesinde proksimal trakeada hava sütununda ileri derecede daralmaya neden olan, -93.6 Hounsfield Unit (HU) ölçülen endotrakeal lipom ile uyumlu homojen düzgün konturlu lezyon saptandı. Anahtar Kelimeler: Selim trakeal tümörler, Lipom, Tıkanıklık Suha Akpinar ( ), Banu Alicioglu Department of Radiology, School of Medicine, Near East University, Lefkosa, Northern Cyprus e-mail: akpinarsuha@hotmail.com Submitted/Gönderilme: 06.05.2014 210 Accepted/Kabul: 01.09.2014 Introduction Primary tracheal tumors are very rare, with an incidence of 0.2/100.000 of the population [1]. Benign tracheal tumors are a minority of these (10-20%). Endobronchial lipomas represent 0.1-0.5% of all pulmonary tumors [2]. There are few reports of tracheal lipomas in the literature, with most of the endobronchial lipomas located in the lower tracheobronchial tree [1,3]. Lipomas are composed exclusively of mature fat and comprise 0.1 % of all benign lung tumors. Most intrathoracic lipomas are endobronchial [4]. Tracheobronchial lipomas arise from the submucosal fat of the tracheobronchial tree [4]. Lipomas can produce symptoms of airway obstruction such as a productive cough, wheezing, recurrent pneumonia, and bronchiectasis. Identification of fat on computed tomography (CT) within a lesion is suggestive of either a lipoma or hamartoma [5]. CT is highly specific and sensitive in the detection of fat and can be helpful in diagnosing tracheobronchial lipomas. Endobronchial lipomas are more common than endotracheal lipomas. Although there are publications stating that lipomas are rarely found in the endobronchial system, we could not find any published papers giving statistical data about the location and incidence of endotracheal lipomas in the literature especially for the proximal trachea. Airway lipomas have a striking male dominance of 90% and usually present in patients at late middle age. We report the case of a middle aged man with proximal preocclusive tracheal lipoma who had previously been treated for asthma. The diagnosis was only clarified after the onset of progressive dyspnea less responsive to the brochodilators when the patient applied to the emergency room. Akpinar and Alicioglu Endotracheal preocclusive lipoma Marmara Medical Journal 2014; 27: 210-2 Figure 1. MDCT axial section of proximal endotracheal lipoma with -93.6 HU 211 abnormality. His blood pressure was normal and his blood sugar level was slightly above normal. The other blood tests were within normal limits. The patient had no fever or infection on his arrival. The patient was monitored: the SPO2 level was 84%, oxygen treatment at 5 lt/min was applied but his response was slow. On a chest CT scan, the superior part of the trachea showed an endotracheal soft tissue tumor obliterating more than 80% of the area of the lumen (Figures 1,2). The tumor was well-circumscribed, homogenous and hypodense, originating from the anterior endoluminal wall; the density was between – 83 –110 HU. There was no parenchymal pathology in either lung field. Finally an endotracheal lipoma was diagnosed. The patient’s symptoms resolved after oxygen treatment, bronchodilators and steroid treatment, on follow-up. The patient was referred to surgery, but he rejected the operation. Discussion Figure 2. MDCT sagittal reformat scan of proximal preocclusive endotracheal lipoma Case Report A 62-year-old male patient applied to the emergency room with progressive shortness of breath. He had been smoking 1.5 packets of cigarettes per day for more than 20 years . His history showed a diagnosis of asthma 5 years ago but he had not been using the treatment regularly. Lately, he was suffering of dyspnea on excercise. He had no history of any recurrent pneumonia. Nine months earlier, he had the same symptoms with a cough and, on the basis of electrocardiography findings he was diagnosed as having a myocardial infarction with high troponin levels - initial troponin level at 20.7 progressively declining with his symptoms in ten days. On his latest admission, physical examination showed that he had stridor, slight peripheral cyanosis, dyspnea at rest, but auscultation showed no lung Benign tumors of the tracheobronchial system originate from the surface epithelium or the mesenchyme. Papillomas are the most frequent benign tumors in the group of benign tumors arising from the surface epithelium. Hamartomas, leiomyomas, lipomas, fibromas and neurogenic tumors are other benign tumors, and have a mesenchymal origin. Hamartomas are the most frequently seen tumors in this group and together with lipomas they are most commonly found in the left main stem bronchus of middle aged male smokers with clinical findings reported here [6] including a persistent cough, chest pain, dyspnea, recurrent fever and pneumonia, and sometimes with wheezing [7,8]. Hemoptysis is uncommon, owing to the avascular nature of lipomas, but can occur as a result of postobstructive infection [7]. In our patient the main symptom was dyspnea and previously he had been admitted to the coronary unit with high troponin and ECG findings supporting acute myocardial infarction and a history of asthma nine months earlier. In a long term smoker, clinical findings which mimic chronic obstructive pulmonary disease (COPD) or asthma, worsening of dyspnea in the supine position, short term improvement after bronchodilators and steroids can delay the diagnosis. In such cases, CT is the preferred screening modality to rule out endotrachebronchial lesions causing the symptoms. Computed tomography is extremely valuable in the accurate diagnosis of endobronchial lipomas. They manifest as a pedunculated or a broad based homogeneous lesion with attenuation around -100 HU. Multidetector CT enables 212 Akpinar and Alicioglu Endotracheal preocclusive lipoma the display of milimetric endobronchial tumors [9]. Bronchoscopic biopsies are frequently of no diagnostic value as the thick fibrous capsule could be misleading if atypical cells are found secondary to chronic inflammation. In our review of the literature, we found only a few papers from Japanese and Brasilian [4,10] publictions as case reports supporting the view that tracheal lipomas are extremely rare benign tumors. They could be mistaken and followed as obstructive lung disease. Marmara Medical Journal 2014; 27: 210-2 4. 5. 6. 7. References 1. Keshavjee S, De Perrot M, Cardoso P, Pearson FG. Upper airway tumors. In: Pearson FG, Cooper JD, Deslauriers J, et al, editors. Thoracic Surgery. 2nd ed. Philadelphia: Churchill Livingstone, 2002: 347-62. 2. Gaissert HA, Grillo HC, Shadmehr MB, et al. Uncommon primary tracheal tumors. Ann Thorac Surg 2006;82:268-73 doi: 10.1016/j.athoracsur.2006.01.065 3. Gamblin TC, Farmer LA, Dean RJ, Bradley RA, Dalton ML. Tracheal polyp. Ann Thorac Surg 2002;73:1286-7. 8. 9. 10. doi:10.1016/S0003-4975(01)03115-0 KoJM, Jung JI, Park SH, et al. Benign tumors of the tracheobronchial tree: CT-pathologic correlation. AJR Am J Roentgenol 2006; 186: 1304–13. Park CM, Goo JM, Lee HJ,Akim M, Lee CH, Kang MJ. Tumors in the tracheobronchial tree: CT and FDG PET features 1. RadioGraphics 2009;29:55-71. Stey CA, Vogt P, Russi EW. Endobronchial lipotamous hamartoma; a rare cause of bronchial occlusion. Chest 1998; 113: 254-5. Politis J, Funahashi A, Gehlsen JA, DeCock D,Stengel BF, Choi H. Intrathoracic lipomas: report of three cases and review of the literature with emphasis on endobronchial lipoma. J Thorac Cardiovasc Surg 1979; 77:550–6. Pinero A, Gimenez A, Lax FG, Parrilla P. Hemoptysis caused by an endobronchial lipoma. J Thorac Cardiovasc Surg 1996; 111:1104–5. Morton SE, Byrd RP Jr, Fields CL, Roy TM. Tracheal lipoma: a rare intrathoracic neoplasm. South Med J 2000; 93:497– 500. doi:10.1097/00007611-200093050-00011 Mota VT, Maia JGS, Barbosa ATF, Fernandez DFS. Tracheal lipoma mimicking obstructive lung disease. J Bras Pneumol 2010;36:152-5. Marmara Medical Journal 2014; 27: 213-5 DOI: 10.5472/MMJ.2014.03351.2 CASE REPORT / OLGU SUNUMU Giant mitral valve vegetation Dev mitral kapak vejetasyonu Elif TÜKENMEZ TİGEN, Huseyin BİLGİN, Beste OZBEN, Kursat TİGEN, Buket ERTÜRK SENGEL ABSTRACT We present a case of giant mitral valve vegetation in a 66-year-old woman whose clinical status deteriorated rapidly without allowing time for surgery. She died due to a septic embolism and multiorgan failure. Our aim is to stress that the risk of embolic complications is high in cases of large vegetations. The mortality rates are high and these patients should be managed immediately. Keywords: Giant vegetation, Infective endocarditis, Septic embolism ÖZET Biz burada klinik durumu cerrahi müdahaleye fırsat vermeden kötüleşen ve septik emboli ve çoklu organ yetmezliğine bağlı ölen 66 yaşında mitral kapakta dev vejetasyonu olan bayan hastayı sunuyoruz. Amacımız büyük vejetasyonları olan vakalarda embolik komplikasyon riskinin ve mortalite oranlarının yüksek olduğunu, çok hızlı müdahale edilmesi gerektiğini vurgulamaktır. Anahtar Kelimeler: Dev vejetasyon, Enfektif endokardit, Septik emboli Introduction Infective endocarditis (IE) is the infection of the inner endothelial surface of the heart (including the native heart valves as well as prosthetic valves) with an incidence of 1.9-6.2/100000 [1]. IE may present as a rapidly progressive acute infection or may manifest itself as a subacute or chronic disease. Clinical signs and symptoms include fever, malaise, chills, anorexia and weight loss. A cardiac murmur is present in 85% of patients. The diagnosis is based on physical and echocardiographic examinations. Transthoracic echocardiography has a sensitivity of 40-63% while transoesophageal echocardiography has a sensitivity of 90-100% [2]. The Duke criteria which rely on the clinical, echocardiographic and microbiological findings are useful to establish a diagnosis of IE with a high sensitivity and specificity (generally about 80%) [3]. Some recent changes [4] have been made to these criteria taking into consideration Q-fever (a zoonoses occurring all over the world and caused by Coxiella burnetii), and also due to an increase in the prevalence of staphylococcal infections and the widespread use of transoesophageal echocardiography. Currently, the modified Duke criteria [5] have been used for the diagnosis. In this article, we present an example of giant mitral valve vegetation complicated by a cerebrovascular embolism. Case Report Elif Tükenmez Tigen ( ), Hüseyin Bilgin, Buket Ertürk Sengel Department of Infectious Diseases and Clinical Microbiology, Marmara University Hospital, Pendik, Istanbul, Turkey e-mail: fetukenmez @yahoo.com Beste Ozben, Kurşat Tigen Department of Cardiology, Marmara University Hospital, Pendik, Istanbul, Turkey Submitted/Gönderilme: 11.04.2014 Accepted/Kabul: 27.07.2014 A 66-year-old diabetic female patient was admitted to the emergency department with complaints of fever, fatigue, dizziness, and a speech disorder. She had been symptomatic for 10 days and was at first admitted to another hospital with these complaints. The patient’s general condition deteriorated despite antibiotic treatment and she was transferred to our hospital. At the emergency unit her blood 213 214 Tükenmez Tigen et al. Giant vegetation pressure was 90/65 mmHg, her pulse was 100/min and her body temperature was 38.3 ˚C. She had blurred consciousness. Physical examination revealed normal heart sounds with a systolic murmur of recent onset. The laboratory tests were within normal limits except for the presence of an elevated white blood cell count (24100/ mm3), as well as increases in the levels of C-reactive protein (84 mg/dL), and amino-terminal pro-B-type natriuretic peptide (8855 pg/ml). There was no history of a prosthetic valve or pacemaker implantation. Relying on the presence of the fever, the cardiac murmur, and the central nervous system signs, infective endocarditis was suspected. Three blood culture sets were obtained from different sites but all were negative. The patient underwent an echocardiographic examination which revealed a large (2.9x4cm) hyperechoic mobile mass on the mitral valve (Figure 1). Two and three dimensional transoesophageal echocardiography better clarified the mass as a giant vegetation (3.2x4.4 cm) on the posterior leaflet of the mitral valve (Figures 2 and 3). The vegetation was causing severe mitral regurgitation. A cranial diffusion magnetic resonance image showed an acute ischemic lesion in the left cerebellar hemisphere which was associated with embolic complication of endocarditis. With these findings, diagnosis was considered as definite IE according to the Duke criteria ([1 major (echocardiographic finding), 3 minor criteria-(fever, vascular phenomenon and serological infection marker)]. Intravenous piperacillin-tazobactam and gentamicin was initiated as antibiotic therapy because of possible sepsis. After that she was transferred to cardiovascular surgeons for early surgery. However, on hemodynamic deterioration she was intubated. The patient’s urine output declined and, kidney and liver function tests deteriorated (BUN: 95 mg/ dl, creatinine: 7.85 mg/dL, AST: 4785 U/L, ALT: 939U/L). Despite inotropic support, the blood pressure was 70/50 mmHg. The patient was lost due to multi-system organ failure. Discussion The prognosis of IE depends on four main factors: 1) the patient’s characteristics (age above 65, insulin-dependent diabetes mellitus, prosthetic valve endocarditis, concomitant congestive heart failure, chronic renal failure); 2) presence of endocarditis related complications (heart failure, renal failure, stroke, septic shock); 3) associated microorganisms (S. aureus, fungi, gram-negative bacilli); 4) and echocardiographic findings (periannular complications, severe mitral or aortic regurgitation, large Marmara Medical Journal 2014; 27: 213-5 Figure 1. Apical four and two chamber images of transthoracic echocardiography showing a giant (2.9x4.0 cm) hyperechoic mobile mass on the mitral valve. Figure 2 . Transoesophageal echocardiography (midoesophageal twochamber views) showing the giant vegetation (3.2x4.4 cm) on the posterior mitral leaflet. The mobility and the fibrillary appearance of the mass are predictors of embolization and indication for early surgical approach. Figure 3. Three dimensional transoesophageal echocardiography (surgeons view from left atrial side) showing the vegetation on the mitral valve. A giant vegetation obstructing mitral valve orifice must have interferred with the flow dynamics mimicking mitral stenosis. Fibrillary appearance of the mass is an important predictor of embolic phenomenon in patients with endocarditis vegetation, pulmonary hypertension, severe prosthetic dysfunction) [6]. The patients with heart failure, periannular complications or S. aureus endocarditis have the highest risk of mortality and need surgical treatment during the active phase of the disease [6]. The risk reaches to 79% when all these three factors are present in the same patient [6]. We could not calculate our patient’s risk factors Tükenmez Tigen et al. Giant vegetation Marmara Medical Journal 2014; 27: 213-5 because we did not have positive culture result. But our patient’s age, presence of heart failure, septic shock and large vegetation were negative predictive factors for prognosis of IE for our patient. In patients who need surgery urgently, the presence of resistant strains and renal failure are the major risk factors for mortality [7]. The prognosis of the patients who require surgery, but cannot be operated is extremely poor. The main indications for early surgery are heart failure, uncontrolled infection and prevention of embolic events. In-hospital mortality rates range from 9.6% to 26% [8]. Several factors play role in the prognosis of IE. Whether the echocardiographic characteristics of vegetation may predict embolic complications is under debate. While some authors have not found any association between embolic episodes and vegetation size or mobility, others point out that larger vegetations are associated with increased risk of mortality and embolisms [9,10]. Some authors suggest that the causative microorganism is associated with embolic complications rather than the size of the vegetation [11]. The presence of a perivalvular abscess or fistula are also poor prognostic risk factors [12]. Dunne et al. demonstrated that preoperative risk factors associated with mortality that occur at ages over 65 include inotropic requirements, uncontrolled sepsis and cerebral emboli [13]. Costa et al. demonstrated that summation of clinical and echocardiographic scores as the predictors of mortality included: age over 40 years (4 points), New York Heart Association (NYHA) class-IV heart failure or cardiovascular shock (5 points), uncontrolled sepsis (6 points), conduction disorder (5 points), arrhythmia (8 points), a valve with extensive damage or abscess, or a prosthesis (5 points), large and mobile vegetation (4 points) [14]. Mortality rates for scores below 10 were 5.26% and for scores over 20 were and 78.9%. According this study our patient was in a group with a mortality rate of 78.9%. Conclusion We have presented a case of infective endocarditis with a giant vegetation on the mitral valve complicated by a cerebrovascular embolism and multi-organ failure. This case stresses that urgent management including removal of a large vegetation must be considered because of the increased risk of mortality or a catastrophic embolism. References 215 1. Van der Meer JT, Thompson J, Valkenburg HA, et al. Epidemiology of bacterial endocarditis in The Netherlands. I. Patient characteristics. Arch Intern Med 1992;152:1863-8. doi:10.1001/archinte.1992. 00400210087014. 2. Evangelista A, Gonzalez-Alujas MT. Echocardiography in infective endocarditis. Heart 2004;90:614–7. doi: 10.1136/ hrt.2003.029868 3. Durack DT, Lukes AS, Bright DK. New criteria for diagnosis of infective endocarditis: utilization of specific echocardiographic findings. Duke Endocarditis Service. Am J Med 1994; 96:200-9. 4. Fournier PE, Casalta JP, Habib G, Messana T, Raoult D. Modification of the diagnostic criteria proposed by the Duke Endocarditis Service to permit improved diagnosis of Q fever endocarditis. Am J Med 1996;100:629-33. 5. Li JS, Sexton DJ, Mick N, et al. Proposed modifications to the Duke criteria for the diagnosis of infective endocarditis. Clin Infect Dis 2000;30:633-38. 6. San Roman JA, Lopez J, Vilacosta I, et al. Prognostic stratification of patients with left-sided endocarditis determined at admission. Am J Med 2007;120:369.e1–e7. http://dx.doi.org/10.1016/j.amjmed.2006.05.071 7. Revilla A, Lopez J, Vilacosta I, et al. Clinical and prognostic profile of patients with infective endocarditis who need urgent surgery. Eur Heart J 2007;28:65–71. doi:10.1093/ eurheartj/ehl315 8. Hoen B, Alla F, Selton-Suty C, et al. Changing profile of infective endocarditis: results of a 1-year survey in France. JAMA 2002;288:75–81. doi:10.1001/jama.288.1.75. 9. De Castro S, Magni G, Beni S, et al. Role of transthoracic and transesophageal echocardiography in predicting embolic events in patients with active infective endocarditis involving native cardiac valves. Am J Cardiol 1997;80:1030–4 http:// dx.doi.org/10.1016/S0002-9149(97)00598-5 10. Tischler MD, Vaitkus PT. The ability of vegetation size on echocardiography to predict clinical complications: a metaanalysis. J Am Soc Echocardiogr 1997;10:562–8. doi: 10.1016/S0894-7317(97)70011-7 11. Cunha BA, Gill MV, Lazar JM. Acute infectious endocarditis: diagnostic and therapeutic approach. Infect Dis Clin North Am 1996;10:811–34 doi:10.1016/S0891-5520(05)70328-7 12. Mugge A, Daniel WG. Echocardiographic assessment of vegetations in patients with infective endocarditis: prognostic implications. Echocardiography. 1995;12:651–61 13. Dunne B, Marr T, Kim D et al. Infective endocarditis. Heart Lung Circ 2014 ;23:628-35. doi: 10.1016/j.hlc.2014.02.010. 14. Costa MA, Wollmann DR Jr, Campos AC, et al. Risk index for death by infective endocarditis: a multivariate logistic model. Braz J Cardiovasc Surg 2007; 22: 192-200. doi:10.1590/S0102-76382007000200007 Marmara Medical Journal 2014; 27: 216-9 DOI:10.5472/MMJ.2014.03425.1 OLGU SUNUMU / CASE REPORT Süperior mezenterik arter sendromu: Olgu sunumu The superior mesenteric artery syndrome: A case report Ali SOLMAZ, Merve TOKOÇİN, Osman Bilgin GÜLÇİÇEK, Sinan ARICI, Aytaç BİRİCİK, Hakan YİĞİTBAŞ, Erkan YAVUZ, Candaş ERÇETİN, Fatih ÇELEBİ ÖZET Süperior mezenterik arter (SMA) sendromu, diğer adıyla Wilkie sendromu, duodenum üçüncü kıtanın süperior mezenterik arter proksimali ve aorta arasında sıkışmasına bağlı oluşan nadir bir mekanik intestinal obstrüksiyon sebebidir. İlk kez 1861 yılında Carl Freiherr von Rokitansky tarafından tanımlanmıştır. Bu sendrom, abdominal aorta ile SMA arasındaki açı 6°-25° (normal değer 38°-56°) olduğunda görülür. Üst gastrointestinal sistem çalışmalarında yaklaşık %0,3 oranında rastlanmaktadır. Klinik olarak belirgin semptomlara sebep olanları %0,01–0,08 civarındadır. Belirgin kilo kaybı ile birlikte bulantı, kusma, anoreksiya, epigastrik ağrı ve şişkinlik gibi semptomlara sebep olur. Tedavide konservatif ve cerrahi yöntemler kullanılır ve cerrahi yöntem olarak en sık duodenojejunostomi ameliyatı yapılır. Bu yazıda, nadir görülen ve tanısı genellikle güç konan cerrahi tedavinin başarı ile uygulandığı SMAS’lu bir hastamızı sunacağız. Anahtar Kelimeler: Süperior mezenterik arter sendromu, İntestinal obstrüksiyon, Duodenum ABSTRACT The superior mesenteric artery (SMA) syndrome, Wilkie’s syndrome, is produced by a mechanical obstruction of the duodenum when the third part of the duodenum is trapped between the aorta and the proximal part of SMA. It was first described by Carl Freiherr von Rokitansky in 1861. It is seen when the angle between the abdominal aorta and the SMA is 6°-25° (normal value:38°-56°). It is estimated to be seen in about 0.3 % of upper gastrointestinal investigations, but only approximately 0.01-0.08 % are symptomatic. Symptoms are anorexia, bloating, nausea, vomiting, epigastric pain and weight Ali Solmaz ( ), Merve Tokoçin, Osman Bilgin Gülçiçek, Sinan Arıcı, Aytaç Biricik, Hakan Yiğitbaş, Erkan Yavuz, Candaş Erçetin, Fatih Çelebi Genel Cerrahi Kliniği, Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, Türkiye e-mail:solmazali@hotmail.com Gönderilme/Submitted: 12.04.2014 216 Kabul/Accepted: 13.07.2014 loss. Treatment is either conservative follow-up or surgery. Surgical treatment involves duodenojejunostomy. In this article, we present a case of SMA syndrome treated by a surgical approach. Keywords: Superior mesenteric artery syndrome, Intestinal obstruction, Duodenum Giriş Süperior mezenterik arter (SMA) sendromu, aorta ile süperior mezenterik arter (SMA) arasında akut açılanma oluşması sonucu, duodenumun bu iki arter arasında sıkışması nedeniyle oluşan nadir bir edinsel hastalıktır [1]. İlk kez 1861 yılında Carl Freiherr von Rokitansky tarafından tanımlanmıştır [2]. Abdominal aorta ile SMA arasında bulunan açının 6°-25° (normal değer:38°-56°) olduğu vakalarda görülür. Kilo kaybının farklı bir sonucu olan yağ dokusunun kaybı ve SMA’in akut açılanması etiyolojik faktör olarak kabul edilmektedir [3,4]. Klinik olarak çoğunlukla kusma, istahsızlık, erken doyma ve üst karın ağrısı ile karşımıza çıkar [5]. Tedavi olarak konservatif ya da cerrahi müdahale uygulanabilir. Konservatif tedavide hastanın beslenmesi, kilo alması ve böylece akut açılanmayı önleyecek şekilde yağ doku artışını sağlamak amaçlanır [5-7]. Cerrahi tedaviyi ise jejenuma pasaj geçişini sağlayacak by-pass ya da anastomoz teknikleri oluşturur [4,5]. Olgu Sunumu On sekiz yaşında erkek hasta acil servise bulantı, kusma ve epigastrik bölgede ağrı ile başvurdu. Başvuru öncesindeki hafta boyunca aralıklı olarak yaygın karın ağrısı, kusma ve iştahsızlık şikayetinin olduğu öğrenildi. Hasta mental Marmara Medical Journal 2014; 27: 216-9 retarde olup, ebeveyinleri tarafından uzun zamandır beslenme problemleri olduğu, son bir ayda yaklaşık 5 kg kilo kaybı olduğu belirtildi. Hastanın laboratuvar bulgularında özellik tespit edilmedi. Yapılan abdominal ultrasonografide mide ve duodenumun birinci ve ikinci kıtasında belirgin dilatasyon gözlendi. Kontrastlı batın bilgisayarlı tomografi (BT)’sinde, gastrik dilatasyon ve duodenum üçüncü kıtada darlık izlendi (Şekil 1). Çekilen kontrastlı üst batın magnetik rezonans görüntüleme (MRG)’sinde duodenum üçüncü kıtadaki bası bulgusu desteklendi (Şekil 2). Mide duodenum pasaj grafisinde de duodenumdan jejenuma geçişin ileri derece sınırlı olduğu gorüldü (Şekil 3). Yapılan üst gastrointestinal sistem endoskopisi normal olarak değerlendirildi. Özgeçmişinde geçirilmiş batın ameliyatı öyküsü olmayan hasta mevcut bulgular eşliğinde primer üst gastrointestinal seviyede mekanik intestinal obstrüksiyona sebep olan SMAS ön tanısı ile operasyona alındı. Göbek üstü orta hat insizyonu ile yapılan eksplorasyonda duodenum dördüncü kıtanın aorta ile SMA arasında sıkıştığı, bu bölgenin proksimalinde kalan mide ve duodenumun dilate olduğu gözlendi. Bu bulgularla SMA sendromu tanısı kesinleştirildi (Şekil 4). Batın içindeki diğer organlarda herhangi bir patolojiye rastlanmadı. Treitz bağı tespit edilip proksimal jejenumda gerginlik olmayacak şekilde darlığın proksimal ve distali arasinda yan-yana duodenojejenostomi ameliyatı yapıldı. Enteral beslenmeyi tolere eden hasta postoperatif 4. gün taburcu edildi. Ameliyat sonrası 1. ay kontrolünde hastanın hiçbir şikayeti yoktu. Tartışma İlk olarak Rokitanski tarafından 1861 yılında tanımlanmış olan Wilkie sendromu olarak da bilinen SMA sendromu, aort ile SMA arasındaki yağ pediküllerinin kaybı ile iki arter arasındaki açının daralması sonucu (6°-25° ) duodenum üçüncü kıtanın sıkışmasıyla oluşan bir tablodur [1]. Normal olarak, SMA aortu ortalama 45 derecelik (38°-56°) açı ile terk edip duodenum üçüncü kıtayı aortomesenterik vaskuler açı ile geçer. SMA etrafında bulunan yağ ve lenfatik doku normalde eksentrik doudenal sıkışmayı önleyen yeterli bir yastık görevi sağlar [1,2]. Kilo kaybı, yanık, anoreksiya nevroza, travma ve / veya uzamış yatak istirahati gibi nedenlerle bu yastıkçıkların kaybının SMA sendromu etyolojisinde yer aldığı düşünülmektedir [3]. Süperior mesenterik arter sendromu, tanısı zor olan sendromlardan biridir. Hastanın hikayesi ve muayenesinde patogonomik bulgular mevcut değildir. Hastamızda kliniğimize nonspesifik bulgular olan karın ağrısı, bulantı Solmaz ve ark. Süperior mezenterik arter sendromu 217 Şekil 1: Aksiyel kesitli batın tomografisinde obstrüksiyon proksimalindeki dilate duodenum segmentleri görülmektedir. Şekil 2: Sagittal kesitte batın MRG’de SMA ile aort arasındaki açının daraldığı görülmektedir. Şekil 3: Pasaj grafisinde duodenum üçüncü kıta düzeyi distaline kontrast geçişinin olmadığı görülmektedir. 218 Solmaz ve ark. Süperior mezenterik arter sendromu Marmara Medical Journal 2014; 27: 216-9 Şekil 4: SMA’nın sebep olduğu duodenal obstrüksiyona sekonder dilate olmuş duodenumun diğer segmentleri görülmektedir. ve kusma gibi şikayetlerle başvurmuştur. Akut mekanik intestinal obstrüksiyon vakalarında; akut gastrik dilatasyon veya safralı kusma olması proksimal ince barsak tıkanıklığının bir bulgusu olarak karşımıza çıkabilir. Olguların çoğunda kusma, istahsızlık, erken doyma ve üst karın ağrısı gibi semptomlar mevcuttur [8]. Hastamızın özgeçmişinde de bu klinik bulguları saptanmıştır. Genellikle SMA ile aort arasındaki açıyı arttırmaya yönelik sol dekübit, diz-göğüs pozisyonu ya da yüzü koyun yatma gibi postural değişiklikler ile hastaların ağrısı hafifler [1]. Bizim hastamız da sol dekubit pozisyonda rahatlama göstermekteydi. Yüksek şüphe varlığında erken tanı, masif gastrik dilatasyon, nekroz ve perforasyon gibi komplikasyonları önlemek için önemlidir. Direkt grafilerde dilate mide görülebilmekle birlikte spesifik değildir. Endoskopi, ancak obstruksiyonun intralüminal olduğu vakalarda tanıya yardımcıdır [9]. BT yardımlı duodenografi ve SMA arteriografi teknikleri günümüzde terk edilmiştir [5]. Dinamik BT, SMA ile aort arasında daralmış açıya bağlı duodenum sıkışmasını göstermede güvenli, hızlı, noninvaziv bir tanı aracıdır [5,6,10]. Bizim olgumuzda da kontrastlı üst batın BT’sinde, dilate mide ve duodenum üçüncü kıtada bası ile uyumlu bulgular izlendi. (Resim 1). Tedavideki amaç, basının ortadan kaldırılması olup, konservatif yöntem olarak nazogastrik dekompresyon ve gastrointestinal hareketi arttırmaya yönelik ajanlar yer alır (7). Beslenme, sol lateral veya diz-göğüs pozisyonda veya nazojejunal veya total parenteral beslenme ile az, sık öğünler şeklinde ve yüksek kalorili olmalıdır. Amaç mezenterik yağı arttırmak ve aortomesenterik açıyı genişletmektir. 6-8 haftalık tedavi neticesinde olumlu sonuç alınamazsa konservatif tedavinin başarısız olduğu düşünülerek cerrahi tedavi kararı verilir [5]. Literatürde değişik cerrahi teknikler tanımlanmıştır. Strong’un 1958 yılında tarif ettiği teknikte Treitz ligamanı disseke edilerek duodenum mobilize edilirdi [11]. Bu teknik anastomoz gerektirmemesine rağmen yüksek başarısızlık oranına sahip olduğu için günümüzde terk edilmiştir. Gastrojejenostomi yetersiz duodenum dekompresyonu ve ülser riskinin yüksek olması nedeniyle günümüzde uygulanmamaktadır. Duvie kalıcı tıkanıklığı aşmak için, duodenum üçüncü kıtanın superior mezenterik damarların anterioruna transpozisyonunu tanımlamıştır [12]. Her ne kadar kendisi tarafından ideal cerrahi yöntem olarak tarif edilse de günümüzde pek kullanılmamaktadır. İlk kez Staveley tarafından 1910 yılında tanımlanan duodenojejunostomi tekniği günümüzde kabul gören bir yöntemdir [13]. Biz de hastamızda duodenojejunostomi tekniğini uyguladık. Sonuç olarak, sebebi bilinmeyen bulantı, kusma ve kilo kaybı şikayetleri ile gelen ve üst gastrointestinal sistem düzeyinde tıkanıklık düşünülen hastalarda SMA sendromu ayırıcı tanıda dikkate alınmalıdır. Görüntüleme yöntemlerinden kontrastlı üst batın BT’sinde duodenumda dıştan bası şeklinde darlık ve pasaj grafisinde duodenum üçüncü kıta düzeyinde kısmi veya tam tıkanıklık tanı koydurucudur. Medikal tedavinin başarılı olmadığı durumlarda duodenojejunostomi en yaygın kullanılan cerrahi yöntemdir. Çıkar çatışması: Yazımızın tarafsızlığı ile ilgili bilinmesi gereken herhangi bir mali katkı veya diğer çıkar çatışma ihtimali (potansiyeli) yoktur. Kaynaklar 1. Gniftiths GJ, Whitehouse GH, Wilkie DP. Chronic duodenal ileus. Br J Surg 1921;9:204. 2. Palanivelu C, Rangarajan M, Senthilkumar R, Parthasarathi R, Jani K. Laparoscopic duodenojejunostomy for superior mesenteric artery syndrome. JSLS 2006;10:531–4. 3. Laffont I, Bensmail D, Rech C, Prigent G, Loubert G, Dizien O. Late superior mesenteric artery syndrome in paraplegia: Case report and review. Spinal Cord 2002;40:88-91. . 4. Kothari TH, Machnicki S, Kurtz L. Superior mesenteric artery syndrome. Can J Gastroenterol 2011;25:599–600. 5. Singaporewalla RM, Lomato D, Ki TK. Laparoscopic duodenojejunostomy for superior mesenteric artery syndrome. JSLS 2009;13: 450–4. 6. Wu MC, Wu IC, Wu JY, Wu DC, Wang WM. Superior mesenteric artery syndrome in a diabetic patient with acute weight loss. World J Gastroenterol 2009;15:6004-6. 7. Wilson-Storey D, MacKinlay GA. The superior mesenteric artery syndrome. J R Coll Surg Edinb 1986;31:175-8. Marmara Medical Journal 2014; 27: 216-9 8. Beltrán ODG, Martínez AV, Manrique MCP, Rodríguez JS, Febres EL, Peña SR. Superior mesenteric artery syndrome in a patient with Charcot Marie Tooth disease. World J Gastrointest Surg 2011; 3:197-200. 9. Bauer S, Karplus R, Belsky V, Amital H. Superior mesenteric artery syndrome: A forgotten entity. Isr Med Assoc J 2013;15:189-91. 10. Bermas H, Fenoglio ME. Laparoscopic management of superior mesenteric artery syndrome. JSLS 2003;7:151-3. Solmaz ve ark. Süperior mezenterik arter sendromu 219 11. Strong EK. Mechanics of aortomesenteric duodenal obstruction and direct surgical attack upon etiology. Ann Surg 1958;148:725-30. doi: 10.1097/00000658-19581100000001. 12. Duvie SO. Anterior transposition of the third part of the duodenum in the management of chronic duodenal compression by the superior artery. Int Surg. 1988 ;73:140-3. 13. Jones PA, Wastell C. Superior mesenteric artery syndrome. Postgrad Medical J 1983;59:376-9. Marmara Medical Journal 2014; 27: 220-2 DOI:10.5472/MMJ.2014.03353.1 OLGU SUNUMU / CASE REPORT Donuk omuzla başvuran ve meme kanseri tanısı alan bir olgu A patient presenting with frozen shoulder and diagnosed as breast cancer Feyza ÜNLÜ ÖZKAN, Işıl ÜSTÜN, Fatma Nur SOYLU BOY, Selin BOZKURT ALP, İlknur AKTAŞ ÖZET Adeziv kapsülit (donuk omuz) şiddetli ağrı ile omuz ekleminin aktif ve pasif hareketlerinde kısıtlılığa neden olan bir sendromdur. Genellikle olay kendini sınırlar ve altta yatan bir neden yoksa aylar içinde spontan olarak geriler. Adeziv kapsülit bir neden olmaksızın idiyopatik olarak ortaya çıkabileceği gibi daha sıklıkla omuz lezyonları sonucu ikincil olarak gelişir. Travma, diyabet, Parkinson, kardiyovasküler, tiroid, akciğer hastalıkları ve malignitelerle birlikte gözlenebilir. Yazımızda, donuk omuzla başvuran ve meme kanseri tanısı alan bir olguyu sunuyoruz. Elli dört yaşında kadın hasta her iki omuzda ağrı ve hareket kısıtlılığı şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Ağrısı 8 ay önce başlamıştı, travma öyküsü yoktu. İki ay önce omuzun sıkışma sendromu tanısıyla fizik tedavi programına alınmıştı, tedaviden sonra ağrısının azalmadığını, hareket kısıtlılığının arttığını belirtti. Subakromial enjeksiyon testi negatif bulundu. Omuz grafisi normal sınırlardaydı, omuz manyetik resonans görüntüleme (MRG) incelemesinde solda bisipital tendinit saptandı. Hemogram, akut faz reaktanları ve biyokimyasal testler normal sınırlarda bulundu. Hasta sistemik açıdan sorgulandığında fibrokistik meme hastalığı olduğu, kollarını kaldıramadığı için son mammografi kontrolünü yaptıramadığı öğrenildi. Bunun üzerine hastadan meme MRG’si istendi, sağ memesinde saptanan kitleden yapılan biyopside invaziv duktal meme karsinomu saptandı. Adeziv kapsülitin ayırıcı tanısında maligniteler mutlaka yer almalıdır. Ayrıntılı bir anamnez ve sistemik muayene altta yatan primer patolojinin aydınlatılmasını sağlar. Anahtar Kelimeler: Adeziv kapsülit, Donuk omuz, Malignite, meme kanseri Feyza Ünlü Özkan ( ), Selin Bozkurt Alp, İlknur Aktaş Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniği, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, Türkiye e-mail: feyzamd@yahoo.com Işıl Üstün Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniği, Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, Türkiye Fatma Nur Soylu Boy Radyoloji Kliniği, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, Türkiye Gönderilme/Submitted: 14.04.2014 220 Kabul/Accepted: 06.05.2014 ABSTRACT Adhesive capsulitis (frozen shoulder) is characterized by limitation of active and passive shoulder motions and severe pain. It is selflimiting and resolves in months when there is no underlying pathology. Adhesive capsulitis may be idiopathic but usually secondary to shoulder lesions. Diabetes, Parkinsonism, cardiac, thyroid, respiratory diseases and malignancy may coexist. We report a patient presenting with adhesive capsulitis and diagnosed as breast cancer. A 54–year-old female admitted with bilateral shoulder pain and limitation of motion. The pain began 8 months ago, and the patient had physical therapy which worsened the symptoms. On physical examination, the shoulder range of motions were limited at all planes. Subacromial injection test was negative. Roentgenograms were normal, shoulder magnetic resonance imaging (MRI) revealed bicipital tendinitis on the left. Complete blood count, acute phase reactants and biochemical analyses were normal. Her detailed medical history revealed that she had fibrocystic breast disease and was unable to have the last mammography because of the limitation of the shoulders. Therefore, MRI examination of the breasts was performed and a mass lesion was detected on the right. Biopsy of the lesion revealed invasive ductal carsinoma. Malignancy should always be considered in the differential diagnosis of adhesive capsulitis. Detailed history and systemic evaluation helps to clarif the underlying pathology. Keywords: Adhesive capsulitis, Breast cancer, Frozen shoulder, Malignacy Giriş Omuz ağrısı, bel ve diz ağrısından sonra en sık görülen kas iskelet sistemi patolojisidir [1]. Omuz ağrısının sık görülmesinin en önemli nedenlerinden biri omuz ekleminin insan vücudunun en hareketli ve en karmaşık eklemi olmasıdır. Adeziv kapsülit, şiddetli ağrı ile birlikte tüm planlarda omuz ekleminin aktif ve pasif hareketlerinde kısıtlılığa neden olan bir sendromdur ve donuk omuz olarak da adlandırılır. Prevalansı %2-5’tir, 40-60 yaş arasında ve Marmara Medical Journal 2014; 27: 220-2 kadınlarda daha sık görülür [2]. İlk evrede, ağrı belirgindir, gece ağrısı vardır ve hareketlerde kısıtlanma başlar. İkinci evrede, ağrı azalırken hareket kısıtlılığı artar, omuzun donduğu dönemdir, üçüncü evrede ise, eklem hareketi yavaş ve kademeli bir şekilde düzelir. Olay genellikle kendini sınırlar ve altta yatan bir neden yoksa aylar içinde spontan olarak geriler. Adeziv kapsülit, bir neden olmaksızın idiyopatik (primer) olarak ortaya çıkabileceği gibi omuz lezyonları sonucunda da gelişebilir. Adeziv kapsülitin etiyolojisinde, travmaya ve dejenerasyona bağlı rotator kılıf lezyonları, suprasinatus tendiniti, subakromial bursit, akromionun morfolojik anormallikleri, bisipital tendinit, gut hastalığı, enfeksiyonlar, humerus başı kırık ve dislokasyonları, omuz el sendromu, diabetes mellitus, tiroid bezi fonksiyon bozuklukları, hemipleji, Parkinson hastalığı, akciğer hastalıkları, maligniteler ve mastektomi sayılabilir [2,3]. Yazımızda, donuk omuz ile başvuran ve invaziv duktal meme karsinomu tanısı alan bir hastamızı sunmayı ve literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık. Olgu Sunumu Elli dört yaşında kadın hasta her iki omuzda ağrı ve hareket kısıtlılığı şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Ağrısı 8 ay önce başlamıştı. Özellikle son 5 aydır ağrısının şiddetlendiğini ifade etti. 2 ay önce omuz sıkışma sendromu tanısıyla bir merkezde fizik tedavi programına alınmıştı, tedaviye yanıt alınmaması üzerine algoloji kliniğinde radyofrekans uygulaması yapıldığı öğrenildi. Tedaviden sonra ağrısının azalmadığını ve hareket kısıtlılığının belirgin olarak arttığını belirtti. Hastanın özgeçmişinde fibrokistik meme hastalığı dışında özellik yoktu, soygeçmişinde özellik saptanmadı. 30 yıldır 1 paket/ gün sigara öyküsü mevcuttu. Yakın geçmişte veya önceden geçirilmiş omuz travması veya operasyonu öyküsü yoktu. Hastanın fizik muayenesinde, servikal eklem hareketleri açık ve ağrısızdı. Her iki omuz eklem hareketleri kısıtlı ve ağrılıydı. Her iki omuz aktif ve pasif eklem hareket açıklıkları aynı bulundu. Gonyometre ile sağ omuz fleksiyonu 110º, ekstansiyonu 20º, internal rotasyonu 20º, eksternal rotasyonu 40º, abduksiyonu 100º; adduksiyonu 10º; sol omuz fleksiyonu 110º, ekstansiyonu 30º, internal rotasyonu 10º, eksternal rotasyonu 30º, abduksiyonu 100 derece adduksiyonu 15º olarak ölçüldü. Neer ve Hawkins sıkışma testleri negatif bulundu. Subakromiyal enjeksiyon testi yapıldı ve negatif bulundu. Nörolojik muayenede her iki üst ve alt ekstremite kas gücü ve duyu muayenesi normal bulundu. Derin tendon refleksleri normoaktifti, patolojik refleks saptanmadı. Her iki omuz ön-arka grafisi normal Ünlü Özkan ve ark. Donuk omuzla başvuran ve meme kanseri tanısı alan bir olgu 221 sınırlardaydı. Daha önce çekilmiş olan omuz manyetik rezonans görüntüleme (MRG) incelemesinde sol omuzda bisipital tendinit mevcuttu. Servikal MRG’de intervertebral disklerde evre 2-3 dejeneratif disk hastalığı bulguları ve C4-5 düzeyinde minimal santral posterior protrüzyon mevcuttu. Laboratuvar tetkikleri istendi; hemogram, sedimentasyon, crp, serum elektrolitleri, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri normal sınırlardaydı. Sigara öyküsü olması nedeniyle istenen akciğer grafisinde lezyon saptanmadı. Hastanın öyküsü derinleştirildiğinde fibrokistik meme hastalığı için düzenli olarak kontrole gittiği ve mamografi çektirildiği ancak son kontrolünde kollarını kaldıramadığı için mamografinin çekilemediği öğrenildi. Hastadan meme MRG ve ultasonografi (USG) istendi. Meme MRG’de sol memede büyüklüğü 9 mm’ye, sağ memede büyüklüğü 7 mm’ye varan çok sayıda kistler izlendi. Difüzyon serilerde sağ meme üst orta kadranda 15x23 mm’lik alanda, hafif kısıtlılık oluşturan, solid patolojiyi düşündüren bir alan saptandı. USG’de sağ memede aynı alanda saptanan hipoekoik lezyondan yapılan biyopside infiltratif/invaziv duktal karsinom saptanan hasta genel cerrahi tarafından opere edildi ve kemoterapi başlandı. Tartışma Zuckermann, adeziv kapsüliti primer (idiyopatik) ve sekonder olarak ayırmıştır; sekonder nedenleri de intrensek, ekstrensek ve sistemik nedenler olmak üzere üç grupta inceler [4]. Primer ya da diğer adıyla idiyopatik adeziv kapsülit herhangi bir başlatıcı durum olmadan glenohumeral eklemin ağrılı kontraktürü ile ortaya çıkar. Sekonder adeziv kapsülitin intrensek nedenleri arasında rotator manşon sorunları, dejeneratif ya da inflamatuar eklem hasarı, instabilite, eklem travması sayılabilir. Sekonder adeziv kapsülitin ekstrensek nedenleri arasında ise servikal radikülopati, göğüs duvarı tümörü, önceden geçirilmiş meme cerrahisi, humerus şaft kırığı, skapulotorasik anomaliler sayılabilir. Adeziv kapsülitte en önemli faktör immobilitedir. Sistemik nedenlere bağlı adeziv kapsülit ise diyabetes mellitus, hipertiroidi, hipotiroidi, hipoadrenalizm, akciğer malignitesi ve kalp hastalıkları gibi sistemik hastalıklarla birlikte görülebilir. Omuz ağrısı ve hareket kısıtlılığı nedeniyle başvuran ve adeziv kapsülit tanısı alan bir hastanın değerlendirmesinde iyi bir anamnez ve dikkatli bir fizik muayene son derece önemlidir. Omuz ağrısı eklem kaynaklı patolojilerin yanı sıra servikal, torakal ve abdominal bölgeden de köken alabilir. Bu nedenle omuz muayenesinin yanında servikal ve torakal bölge ile abdomen de değerlendirilmelidir [5]. 222 Ünlü Özkan ve ark. Donuk omuzla başvuran ve meme kanseri tanısı alan bir olgu Meme kanseri kadınlarda en sık görülen malignitedir [6]. Gelişen tanı yöntemleri, tedavi modaliteleri ve farkındalıkla birlikte bu kansere bağlı mortalite her geçen gün düşmesine rağmen meme kanseri ne yazık ki halen kırklı yaşlardaki kadınlardaki ölüm nedenlerinin başında gelmektedir. Olgumuz fibrokistik meme hastalığı nedeniyle meme kontrollerini rutin olarak yaptıran bir kişi olmasına rağmen son mamografisini kollarını kaldıramaması nedeniyle çektirememiştir. Tarama testi olarak kullanılan mamografinin teknik olarak yapılamadığı olgularda meme kontrollerinin USG ve MRG gibi başka inceleme yöntemleriyle mutlaka yapılması sağlanmalı ve bu konuda hastalar bilgilendirilmelidir. Literatürde bazı omuz tümörlerinin yanlışlıkla donuk omuz olarak tanı aldığı bildirilmiştir [7]. Donuk omuz tanısıyla tedavi alıp, tedavi sonrasında tedaviye yanıtsızlık nedeniyle yeniden değerlendirilen hastalar içinde skapulada Ewing sarkomu, humerus ve skapula malign fibröz histiyositomu, glenoid kondrosarkomu, trapez ve supraspinatusta metastatik skuamoz hücreli karsinom tanısı alan bir olgu serisi mevcuttur [8]. Omuz ağrısı ve omuzda hareket kısıtlılığı nadiren de olsa omuz kuşağı tümörlerinden kaynaklanabilir. Bu tür hastalarda fizik muayenede saptanan yumuşak doku kitlesi ve bu kitlenin karakteristik radyografik değişiklikleriyle tanı konabilir. Fakat omuz kuşağı neoplazilerinin %10’unda direkt grafi bulgusu yoktur ve bu hastaları idiyopatik donuk omuz hastalarından ayırdetmek zordur [9]. Literatürde sol omuzda ağrı ve hareket kısıtlılığı nedeniyle başvuran ve metastatik meme kanseri tanısı alan 46 yaşında bir kadın hasta bildirilmiştir [10]. 6 yıl önce meme kanseri nedeniyle opere olan, düzenli takiplerini yaptıran ve metastatik hastalık saptanmayan bu olguda ilk olarak omuz ağrısı rotator manşon patolojisi olarak değerlendirilerek medikal tedavi verilmiş. Konservatif tedaviye yanıt alınamaması üzerine omuz enjeksiyonu yapılmış, ancak bizim olgumuzda olduğu gibi enjeksiyon sonrasında da hastanın ağrısında azalma olmamış. Tedavilere yanıt vermemesi nedeniyle ileri tetkike gidilen hastada çekilen tüm vücut kemik sintigrafisinde humerus başında metastatik lezyon saptanmış. Omuz ağrısı ile başvuran kadınlarda primer ve metastatik meme kanseri mutlaka akılda bulundurulmalıdır. Adeziv kapsülitli hastaların ayırıcı tanısında mutlaka akılda bulundurulması gereken diğer bir patoloji de pankoast tümörüdür. Pankoast tümörleri akciğer apeksinde görülen tümörler olup omuz ağrısı ile prezente olabilir. Marmara Medical Journal 2014; 27: 220-2 Brakial pleksus lezyonu, horner sendromu, radiküler ağrı, parestezi ve duyu kaybı görülebilir [11]. Omuz ağrısı ve donuk omuz nedeniyle başvuran hastalarda ayırıcı tanıda maligniteler mutlaka akılda b u l u n d u r u l m a l ı d ı r. H a s t a b i r b ü t ü n o l a r a k değerlendirilmediğinde malignite ya da yansıyan omuz ağrısı nedenleri atlanabilir ve hasta gereksiz girişimsel işlemlere ve cerrahi tedavilere yönlendirilebilir. Sonuç olarak konservatif tedaviye yanıt vermeyen donuk omuzlu hastalarda muayene dikkatle tekrarlanmalı, gerekirse ek radyolojik incelemeler yapılarak altta yatan patoloji aydınlatılmaya çalışılmalıdır. Kaynaklar 1. Badley EM, Tennant A. Changing profile of joint disorders with age: findings from a postal survey of the population of Calderdale, West Yorkshire, United Kingdom. Ann Rheum Dis 1992;51:366–71. 2. Hsu JE, Anakwenze OA, Warrender WJ, Abboud JA. Current review of adhesive capsulitis. J Shoulder Elbow Surg 2011;20:502-14. 3. Ewald A. Adhesive capsulitis: a review. Am Fam Physician 2011;83:417-22. 4. Zuckerman JD, Rokito A. Frozen shoulder: a consensus definition. J Shoulder Elbow Surg 2011;20:322-5. doi: 10.1016/j.jse.2010.07.008. 5. Sarpel T. Omuz ağrısı. Beyazova M, Kutsal Y, editör. Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon. Ankara: Güneş Kitabevi, 2000:1437-47. 6. Iglehart DJ, Kaelin KM. Disease of the breast. In: Countney M, Townsend JR, editors. Sabiston Textbook of Surgery. 17th ed. Philadelphia: Saunders, 2004:867–928. 7. Sano H, Hatori M, Mineta M, Hosaka M, Itoi E. Tumors masked as frozen shoulders: a retrospective analysis. J Shoulder Elbow Surg 2010;19:262-6. doi: 10.1016/j. jse.2009.05.010. 8. Quan GM, Carr D, Schlicht S, Powell G, Choong PF. Lessons learnt from the painful shoulder; a case series of malignant shoulder girdle tumours misdiagnosed as frozen shoulder. Int Semin Surg Oncol 2005;2:2. 9. Robinson D, Halperin N, Agar G, Alk D, Rami K. Shoulder girdle neoplasms mimicking frozen shoulder syndrome. J Shoulder Elbow Surg 2003;12:451–5. doi: 10.1016/S10582746(03)00092-2 10. Kim SY, Jung MW, Kim JM. The shoulder pain due to metastatik breast cancer-A case report. Korean J Pain 2011;24:119–22. doi: 10.3344/kjp.2011.24.2.119 PMCID: PMC3111561 11. Foroulis CN, Zarogoulidis P, Darwiche K, et al. Superior sulcus (Pancoast) tumors: current evidence on diagnosis and radical treatment. J Thorac Dis 2013;5(Suppl 4):S342-S358. 2014 Yazar Dizini-Cilt 27 / 2014 Author Index-Volume 27 ABALI O, 36 ADIGÜZEL T, 78 AKBARZADE A, 178 AKPINAR P, 112 AKPINAR S, 58, 138, 210 AKSU Ç, 78 AKTAN AÖ, 1 AKTAŞ İ, 112, 220 ALICIOĞLU B, 138, 210 ALP SB, 220 ALTINBİLEK T, 107 ALTUN H, 32 ARAS O, 32 ARI H, 62 ARICI S, 216 ARMAGAN ME, 144 ARRUDA ZCJ, 149 ASLAN A, 21 ASLAN V, 195 ATASAYAN K, 132 ATASOY BM, 129 ATTAALLAH W, 1 AY P, 178 AYDIN HA, 21 AYDOĞDU İ, 36 AYTEKİN A, 7 BABACAN M, 102 BAKAR N, 134 BALTACIOĞLU F, 141 BAŞAR B, 116 BAŞAR H, 116 BAŞCI O, 116 BATI AH, 121 BAYRAMOĞLU S, 190 BİÇİM G, 166 BİLGİN H, 213 BILGIN S, 13 BİLİCİ M, 36 BİRİCİK A, 216 BORAN P, 178 BOY FNS 112, 220 BOZKURT SU, 47 BUĞDAYCI O, 21 CANSÜ E, 102 CENGİÇ İ, 21 CİMİLLİ T, ÇAKAN H, ÇAVUN SS, ÇAVUŞOĞLU M, ÇELEBİ F, ÇELİK AD, ÇELİK Ö, ÇİL O, ÇOLAK TK, DANE F, DEDE F, DEMİRÇEKEN F, DEMİRÖREN M, DERELİ EE, DİRİK G, DOLU İ, DURAN S, DURMUŞ E, ELVERİCİ E, ERASLAN A, ERÇETİN C, ERDEM S, ERDEN DD, ERDIL F, ERDOĞAN F, ERDOLU B, ERİŞ C, ERSU R, ERZIK C, ESMER AÇ, GEBRIM DG, GHALENOEI H, GOĞÜS FY, GÖKÇE S, GÖMEÇ SK, GÖRKEY Ş, GULSAYAR G, GÜLÇİÇEK OB, GÜMÜŞTAŞ F, GÜNER NT, GÜRAKAN B, GÜRSOY T, HAS R, HİM NB HOCAOĞLU E, 190 89 107 66 216 102 47 69 107 129 21, 129 54 184 107 199 195 66 141 66 132 216 112 96 76 102 62 62 178 13, 144 134 149 153 42 27 190 69 144 216 27 190 159 42 134 78 190 İLKİ AA, 85 İNANMAZ ME, 116 KALELİOĞLU İ, 134 KAPLAN T, 116 KARA Ö, 42 KARADAYI B, 89 KARADAYI Ş, 89 KARAHAN ZC, 184 KARAOGLANOGLU M, 76 KARİP AB, 32 KAYA A, 89 KAYHAN A, 190 KAYIRAN PG, 159 KAYIRAN SM, 159 KEÇECİ SD, 51 KEFELİ AÜ, 129 KELLECI Y, 144 KILINÇASLAN H, 36 KİRAZLI Ö, 171 KOÇ A, 78 KODALLI MN, 21 KOŞAN AMA 184 KÜÇÜK S, 178 KÜLCÜ DG 112 KURU P, 13, 144 MAHMOODIAN R, 153 MEMİŞOĞLU K, 32 MENTESE ST, 13 MIDIK Ö, 121 OKUR HK, 32 OSKOUEI ZM, 166 ÖZ V, 89 OZBEN B, 213 ÖZDEMİR G, 112 ÖZDEMİR H, 151 ÖZDEMIR ZN, 13 ÖZDEMİR ZÜ, 151 ÖZEN A, 47 ÖZGEN Z, 129 ÖZKAN FÜ, 112, 220 ÖZKÖK G, 51 ÖZSÜRMELİ M, 134 ÖZYAZICIOĞLU A, 62 PEHLİVAN Y,107 POSTACI H, RECKZIEGEL DA, SANTOS VM, SARAÇOĞLU KT, SARI İ, SARI M, SAYIT AT, SAYIT E, SENGEL BE, SENOL M, SILVA FHO, SIRVANCI S, SOLMAZ A, SUNBUL M, ŞAHİNER İT, ŞEHİRLİ ÜS, 51 149 149 42 141 129 76 76 213 151 149 13 216 141 151 171 ŞEKER A, 47 TALEBI-TAHER M, 153 TAŞDELEN İ, 32 TAŞLI F, 51 TAZEGUL G, 13, 75 TİGEN ET, 213 TİGEN K, 141, 213 TOKOÇİN M, 216 TOSUN O, 76 TÜRELİ D, 21 UÇAR Ş, 54 ULUĞ M, 195 UMUROGLU T, 42 ÜSTÜN I, 220 YALÇIN AS 1, 166 YARALI N, 54 Düzeltme (Erratum): Marmara Medical Journal Masco 2013 Eki (Cilt 26 Ek 1 Mayıs 2013) içinde 46.sayfada, P17 numaralı “KNOWLEDGE OF EMU STUDENTS ABOUT CYPRUS HISTORY” isimli posterin danışman öğretim üyesi Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Ayşe Ülgen’dir. YAVUZ E, 216 YAVUZ Ş, 62 YEGEN CB, 13 YENER İH, 96 YİĞİTBAŞ H, 216 YILMAZ AM, 1 YILMAZ H, 7 YILMAZ N, 195 YIRGIN H, 190 YIRGIN İK, 190 YOLDEMİR T, 47, 132, 207 YORULMAZ EG, 199 YULAF Y, 27 YÜKSEL A, 134 ZİYAL Mİ, 47 ZORLU P, 54 2014 Konu Dizini-Cilt 27 / 2014 Subject Index-Volume 27 1,25-dihydoxyvitamin D (1,25-dihydoxyvitamin D) 85 Acil servis (Emergency units) 89 Adeziv kapsülit (Adhesive capsulitis) 220 Adli olgu (Forensic case) 89 Adneksial tümör (Adnexial tumor) 132 Akciğer tümörleri (Lung neoplasms) 21 Aktif yaşlanma (Active aging) Akut pankreatit (Acute pancretitis) 190 Albumin (Albumin) 42 Ameliyathanede ekim (Intraoperative culture) 102 Anket (Questionnaire) 178 Anksiyete (Anxiety) 13 Antenatal tanı (Antenatal diagnosis) 134 Antioksidan ajanlar (Antioxidants) 42 Antioksidan lipozom (Antioxidant liposome) 166 Artroplasti gevşemesi (Arthroplasty loosening) 102 Artroskopi (Arthroscopic treatment) 116 Bağışık yanıt (Immune response) 85 Bebek (Infant) 178 Bel ağrısı okulu (Back pain-school) 107 Belirleme (Identification) 159 Beyin ölümü (Brain death) 69 BTŞİ (CTSI) 190 C vitamini (Vitamin C) 166 Çift odacıklı sağ ventrikül (Double-chambered right ventricle) 62 Cobb metodu (Cobb method) 112 Çocuk (Child) 27 Çocuklar (Children) 159 D Vitamini (Vitamin D) 85 Dalak (Spleen) 51 Davranış sorunları (Behavioral problems) 159 Defensin (Defensin) 85 Depresyon (Depression) 144 Depresyon (Depression) 199 Dermatit (Dermatitis) 7 Dev vejetasyon (Giant vegetation) 213 Difüzyon manyetik rezonans görüntüleme (Diffusion magnetic resonance imaging) 21 Direkt grafi (Direct graphy) 112 Disekan anevrizma (Dissecting aneurysm) 138 Diz (Knee) 66 Donuk omuz (Frozen shoulder) 220 Duodenum (Duodenum) 216 E vitamini (Vitamin E) 166 Efektif servical lordoz (Effective cervical lordosis) 112 Eğitim (Education) 184 Egzersiz (Exercise) 144 Embolizasyon (Embolisation) 58 Enfekte gevşeme (Infected loosening) 102 Enfektif endokardit (Infective endocarditis) 213 Ergen (Adolescent) 27 Erişkin aşılaması (Adult vaccination) 195 Erişkin çağ (Adulthood) 62 Fenomenolojik çalışma (Phenomenological study) 121 Fibrom (Fibroma) 132 Fizik tedavi (Physical therapy) 107 Fonksiyonel kabızlık (Functional constipation) 36 Foramen magnum (Foramen magnum) 47 GABAerjik (GABAergic) 171 Gebelik (Pregnancy) 47, 207 Genotip-fenotip korelasyonu (Genotype-to-phenotype correlations) 96 Gıda zehirlenmesi (Food poisoning) 89 Glutatyon (Glutathione) 13 Hekim nitelikleri (Medical qualification) 121 Hepatik arter psödoanevrizması (Hepatic artery pseudoaneurysm)58 İntestinal obstrüksiyon (Intestinal obstruction) 216 Kadavra (Cadaver) 69 Kalbindin (Calbindin) 171 Karaciğer travması (Hepatic trauma) 58 Katalaz (Catalase) 13 Katelisidin (Cathelicidin) 85 Kavernöz hemanjiyom (Cavernous hemangioma) 134 Kaygı (Anxiety) 199 Kemoterapi (Chemotherapy) 129 Kolinerjik (Cholinergic) 171 Kolorektal kanser (Colorectal cancer) 1 Koroner anomali (Coronary anomalous) 141 Kronik bel ağrısı (Chronic back pain) 107 Leiomyom (Leiomyoma) 132 Lenf nodları (Lymph nodes) 21 Lipid depo hastalığı (Lipid storage disease) 54 Lipom (Lipoma) 210 Littoral hücreli anjiom (Littoral cell angioma) 51 Malignite (Malignacy) 220 Mastoid bölge nüksü (Mastoid region recurrence) 129 MBTŞİ (MCTSI) 190 Mediasten (Mediastinum) 21 Meme kanseri (Breast cancer) 220 Meningiom (Meningioma) 47 Meslek hastalıkları (Occupational diseases) 7 Metastatik tümör (Metastatic tumor)207 Mikrobiyoloji (Microbiology) 184 Mikrobiyolojik tanı (Microbiological diagnosis) 102 Miyeloperoksidaz (Myeloperoxidase) 13 Modifiye edici genler (Modifier genes) 96 MR (MR) 66 Nazofarenks kanseri (Nasopharyngeal carcinoma) 129 Niemann-Pick hastalığı (Niemann-Pick disease) 54 Nikel (Nickel) 7 Nucleus pedunculopontinus tegmenti (Tegmental pedunculopontine nucleus)171 Obezite (Obesity) 32 Obezite cerrahisi (Obesity surgery) 32 Oksijen radikalleri (Oxygen radicals) 42 Okul öncesi çocuklar (Preschool children) 36 Okul reddi davranışı (School refusal behavior) 27 Organ bağışı (Organ donation) 69 Organ transplantasyonu (Organ transplantation) 69 Ovaryen kitle (Ovarian mass) 132 Ovaryen tümör (Ovarian tumor)207 Oyun (Game) 184 Patojen bakteriler (Pathogenic bacteria) 89 Pnömokok aşısı (Pneumococcal vaccine) 195 Polifenoller (Polyphenols) 166 Pozitron-emisyon tomografi/Bilgisayarlı tomografi (Positronemission tomography/ Computed tomography) 21 Primer bakım (Primary care) 159 Progesteron reseptörü (Progesterone receptor) 47 Pulmoner fonksiyon (Respiratory functions) 32 Pulmoner hipertansiyon (Pulmonary hypertension) 62 Radyoterapi (Radiotherapy) 129 Rotator manşon yırtığı (Rotator cuff tear) 116 Sağ koroner sinüs (Right coronary sinus) 141 Selim trakeal tümörler (Benign tracheal tumors) 210 Sepsis (Sepsis) 42 Septik emboli (Septic embolism) 213 Serbest radikaller (Free radicals) 1 Servikal lordoz (Cervical lordosis) 112 Sfingomyelinaz (Sphingomyelinase) 54 Siyanoakrilat (Cyanoacrylate) 58 Sleeve gastrektomi (Sleeve gastrectomy) 32 Spirometrik test (Spirometry test) 32 Splenektomi (Splenectomy)195 Splenik arter anevrizması (Splenic artery aneurysm) 138 Splenik arter diseksiyonu (Splenic artery dissection) 138 Subakromiyal sıkışma sendromu (Subacromial impingement syndrome) 116 Süperior mezenterik arter sendromu (Superior mesenteric artery syndrome) 216 Superoksit dismutaz (Superoxide dismutase) 13 Süt serumu proteinleri (Whey proteins) 1 Synovial hemanjiom (Synovial hemangioma) 66 Tanjant metodu (Tangent method) 112 Tedavi (Treatment) 36 Tek gen hastalıkları (Monogenic disorders) 96 Tek koroner ostium (Single coronary ostium) 141 Tip 2 diyabet (Type 2 diabetes)199 Tıbbi profesyonalizm (Medical professionalism) 121 Tıkanıklık (Obstruction) 210 Tıp eğitimi (Medical education) 121 Tüberküloz (Tuberculosis) 85 Türkiye (Turkey) 69 Ulseratif kolit (Ulcerative colitis) 13 Ultrasonografi (Ultrasonography) 134 Uterus (Uterus) 134 Uyku (Sleep) 178 Vasküler tümör (Vascular tumor) 51 Vücut kitle indeksi (Body mass index) 32 Yaşam kalitesi (Quality of life) 36 Yaşlı sağlığı (Elderly health) 144 Marmara Medical Journal (1) Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi ÖZGÜNLÜK BEYANI VE YAYIN HAKLARI DEVİR FORMU başlıklı makaleyi Marmara Medical Journal’da (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi’nde) yayınlanması amacı ile değerlendirilmek üzere gönderiyor ve aşağıdaki şartları kabul ediyoruz. • Makaleninhertürlüyayınhakkı,MarmaraMedicalJournal(MarmaraÜniversitesiTıpFakültesiDergisi’ne)aittir. • Makalenin;bilimsel,etikvehukukisorumluluğuyazarlaraaittir. • Makale orijinaldir. Daha önce yurtiçinde/yurtdısında, Türkçe/yabancı dilde yayınlanmamıstır veya yayınlanmak üzere değerlendirme aşamasında değildir. • Makale;değerlendirilmeküzeredergiyegönderildiktensonra,hiçbiraşamada,yayınhaklarıdevirformundabelirtilen yazarisimlerivesıralamasıdısında,makaleyeyazarismieklenemez,silinemezvesıralamadadeğisiklikyapılamaz • Makale;dergininbelirttiğiyazımveyayınkurallarınauygunolarakhazırlanmıstır • Gerekgördüğütakdirdeeditör,makeleiçindedeğişiklikyapılmasınıyazarlardantalepedebilir. Yazarlar Tüm yazarlar, makalede belirtilen sıraya göre formu imzalamalıdır. Ad,Soyad Tarih İmza 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. Makale dergiye gönderildiği sırada Yayın Hakları Devir Formu doldurulup, imzalanmalı ve Marmara Medical Journal sekreterliğine iletilmelidir. Faks:2164144731•E-posta:mmj@marmara.edu.tr www.marmaramedicaljournal.org e-dergi.marmara.edu.tr Marmara Medical Journal (2) Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi ÇIKAR ÇATIŞMASI BİLDİRİMİ 1. Buçalışmayapılıriken,yapılanaraştırmakonusuileilgilidirektbağlantısıbulunanherhangibirilaçfirmasından,tibbi alet,gereçvemalzemesağlayanve/veyaüretenbirfirmaveyaherhangibirticarifirmadan,çalışmanındeğerlendirme sürecinde,çalışmaileilgiliverilecekkararıolumsuzetkileyebilecekmaddive/veyamaneviherhangibirdestekalınıp/ alınmadığı, 2. Ayrıca, bu çalışma ile ilgili olarak herhangi bir aile bireyinin veya yazarların çıkar çatışması potansiyeli olabilecek, bilimselvetıbbikomiteüyeliğiveyaüyeleriileilişkisi,danışmanlık,bilirkişilik,herhangibirfirmadaçalışmadurumu, hissedarlıkvebunabenzerdurumlarınınolup/olmadığı, 3. Ayrıca,makalehazırlanırken;veritoplanmasında,sonuçlarınyorumlanmasında,makaleninyazılmasındaherhangibir çakışmaalanıbulunup/bulunmadığınınaçıkbirşekildebelirtilipbütünyazarlartarafındanimzalanmasışarttır. Makale başlığı: Yazımızıntarafsızlığıileilgilibilinmesigerekenherhangibirmalikatkıveyadiğerçıkarçatışmaihtimali(potansiyeli)ve ilişkialanıYOKTUR. Ad,Soyad Tarih İmza 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. Yazımızıntarafsızlığıileilgilibilinmesigerekenherhangibirmalikatkıveyadiğerçıkarçatışmaihtimali(potansiyeli)ve ilişkialanıVARDIR Ne tip bir irtibat olduğu, Yapılan mali antlaşma şekli, Kişi ve/veya iş ilişkisinin veya amaçın detaylı açıklması yapılmalıdır. Tarih İsim e-dergi.marmara.edu.tr www.marmaramedicaljournal.org İmza Marmara Medical Journal Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi COPYRIGHT TRANSFER AGREEMENT FORM (3) Statement for Authors Submitting Original Research, Review or Case Report: “Theenclosedmanuscript(Title)hasbeenapprovedbymeaswellasbytheresponsibleauthoritiesattheinstitutewherethework hasbeencarriedout.Icertifythatnoneofthematerialinthismanuscripthasbeenpublishedpreviouslyinanyformandthatnone ofthismaterialiscurrentlyunderconsiderationforpublicationelsewhere.Thisincludessymposiaandproceedingsofmeetingsand preliminarypublicationsofanykind,exceptanabstractof400wordsorless.” Title of the Manuscript: Author’sName Signature Date (4) Statement for Conflict of Interest: Please clearly state below whether or not there are any conflicts of interests regarding the submission and publication of the manuscript and its potential implications. Title of the Manuscript: Author’sName Signature e-dergi.marmara.edu.tr www.marmaramedicaljournal.org Date
Similar documents
Tam Metin - Marmara Medical Journal
Bildirgesi, İyi Klinik Uygulamalar Kılavuzu,İyi Laboratuar Uygulamaları Kılavuzu esaslarına uymalıdır. Gerek insanlar gerekse hayvanlar açısından etik koşullara uygun olmayan yazılar yayınlanmak üz...
More informationAripiprazol Tedavisinden Fayda Gören Bir Tardiv Diskinezi Olgusu
Alp Üçok Medaim Yanık Kazım Yazıcı Nevzat Yüksel Murat Atmaca YAYIN BİLGİSİ: RCHP, Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi / Reviews, Cases and Hypotheses in Psychiatry’nin (ISSN 13...
More informationBOPI nr. 4/2001
délivrés conformément a la Loi no.64/91 ...................... 9 Demandes de brevets d'invention publieés selon la Loi no.64/91, ordonnés selon le numéro de la demande ...................... 43 Dem...
More information