Ansiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim

Transcription

Ansiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim
B
Baal, Baalet, Baalim : Eski Fenike ve Kartaca’da en yüce Tanrı. Bu sözcükler, aynı zamanda, ‘Yalancı Tanrı’
olarak kayıtlara geçer ki, bundan çıkabilecek yanlı anlamları açıklamak isterim. Bu en yüce Tanrının, suretleri
ode vardı: ‘Kenanlı Baalimler’ denirdi onlara; bunlar, büyük törenlerde, rahipler tarafından ta ınan tahtırevan
üzerine yerle tirilir, beraberlerinde ‘kutsal emanetler’i ta ıyan sandıkları götürürlerdi. Bu sandıkların
kö elerinden tüylü, büyük sorguçlar sallanır; billur, altın, gümü , bakır kürelerle son bulan sivri çatılardan
ı ıklar saçılırdı. Bir asra, BAAL’in önüne gelirler, onun gücü kar ısında dize gelerek, görkem kar ısısında
yokolmak için özlerine gelmi olmayı teyit ediyorlardı.. BAAL’in adını verdi i di er küçük tanrılar ise; ‘Göksel
bo lukların tanrısı’: Baal-Samin, ‘Kutsal da ların tanrısı: Baal-Peor; ‘Fesatlık-Kom u ülkeler, aynı türden
ırklar tanrısı’: Baal-Zebub idi Bunlara Libya’dan Jarbal, Kalde’den Adrammelek ve Suriye’den Kijun e lik
ederdi; Sahte Tanrı
“...Dipte, Sarkaç’ın <Foucault> ötesinde, koridorda, Asur, Kalde, Kartaca putları, bir zamanlar karınları
ate ten kıpkırmızı Baal’leri, yürekleri çivilerle dolu Nürnberg bakireleri; bir zamanların uçak motorları, imdi
Sarkaç’ın çevresinde saygıyla e ilerek, anlatılmaz bir ayla <hale> olu turan imgeler; Us’un ve Aydınlanma’nın
çocukları; Gelenek’in ve Bilgelik’in simgesine sonsuza dek bekçilik etmeye hüküm giymi gibi.”
(U. Eco, “Foucault Sarkacı”, sa:19)
“ÇOCUK KIYIMLARI”: Kartacalılar, MATHO’nun liderli indeki Barbar’lara ve ayrıca Roma’ya da
u radıkları bozgunun nedeninleri üzerinde kafa yorarak, Tyros’taki Tanrı MELKART’a borçlu oldukları yıllık
sungu’nun Fenike’ye gönderilmi oldu unu anımsadılar. Yok edici Tanrı MOLOCK’un kar ısında hepsi acizdi.
nsanların canları, hatta etleri, onun malıydı. Bu nedenle, Kartacalılar, canlarını kurtarmak için ona, öfkesini
yatı tıran bir parça insan eti sunmayı adet edinmi lerdi. <Ç o c u k l a r , et vermek için seçilmi lerdi!> Yünden
fitillerle, alınlarından ya da enselerinden yakalanıyorlardı. BAAL’ı bu biçimde yatı tırmak rakiplerine çok para
getirdi inden, onlar da daha kolay ve ho oldu unu söyleyerek bunu ö ütlemekten geri durmuyorlardı. Herkes,
ate yoluyla verilecek kurbanların, Kartaca’yı arıtaca ına inanmaktaydı. Halkın haddarlık duyguları harekete
geçmi ti bile. Kurbanlar, büyük ailelerden seçilecekti. htiyarlar Meclisi toplandı. Tanrı MOLOCK’un ba rahibi
orada bulunanlara çocuklarını vermeye razı olup olmadıklarını sordu. Herkes pe pe e ba ını sallayarak
HANNON’u onayladıklarını belirtti. Böylece, kara cüppeli adamlar, evlerin kapılarını çaldılar ve bu ansızın
çıkagelen MOLOCK’un hizmetkarlarına çocuklarını kendi elleriyle teslim ettiler.” ..... “Bu arada heykelin
bacakları arasında bir sarısabır, sedir, defne ate i yanmaktaydı. Heykelin uzun kanatlarının uçları alevin içine
giriyordu. Üzerine sürülmü olan merhemler, tunçtan organlardan ter gibi akmaktaydı. Ayaklarını dayamı
oldu u yuvarlak ta ın çevresinde, kara örtülere sarılmı çocuklar halka olmu lar, kımıldamadan duruyorlardı.
Heykelin upuzun kolları, sanki bu halkayı yakalayıp götüreceklermi gibi avuçları çocuklara dek uzanmaktaydı.”
..... “Hamilkar <Kartaca Orduları Ba komutanı> da MOLOKH rahipleri gibi kırmızı harmani giymi ti. BAAL’ın
yanında, sa aya ının ba parma ının önünde duruyordu. On dördüncü çocuk getirildi inde, herkes, korkuyla
irkildi ini görebildi. Ama hemen eski tavrını takınarak, kollarını kavu turdu, yere bakmaya ba ladı.” ..... “Tunç
kollar daha hızlı hareket etmeye ba lamı tı. Kollarının arasına bir çocuk yerle tirildi inde, Molokh rahipleri
halkın suçlarını onun üzerine yüklemek için ellerini kaldırarak, ‘Bunlar insan de il, öküz!’ diye ba ırıyor,
kalabalık da, ‘Öküz! Öküz!’ diyerek tekrarlıyordu. Sofular, ‘Ye, efendimiz! Ye!’ diye haykırıyor, Tanrıça
Proserpina’nın rahipleri ise, korkudan Kartaca’nın iste ine uyarak, ‘Ya mur ya dır! Bet bereket ver!’ diye dua
okuyorlardı. Kurbanlar daha deli in kenarına gelir gelmez, kızgın demire dü en bir su damlası gibi
kayboluveriyor, kocaman kızıl rengin içinden ak bir duman yükseliyordu. Bununla birlikte, tanrının i tahı bir
türlü azalmıyordu. Boyuna yeni kurbanlar istiyordu....... Ak am oldu. BAAL’in üzerinde bulutlar toplandı. Artık
alevleri sönmü olan odun yı ını, heykelin dizlerine dek yükselen, kömürden bir ehram <piramit> gibiydi.
Kanlar içinde bir dev gibi kıpkızıl olan heykel, devrilen ba ıyla, sarho lu unun altında sendelemekteydi sanki...”
(G. Flaubert, “Salambo”, 319-335)
Baba; Babacı ım : Evin erke i; çocuklu e in kocası ve çocukların babası; Papa; Papaz; Tanrı; Evliya; Ya lı
insan; skelelerde, rıhtım kenarlarında yuvarlak ba lı, a aç, beton ya da demirden yapılı, üzerina halat
ilmiklenen dikit
“... iskelenin üstünde belediye doktorunun genç, ık karısıyla konu urken babanın üstüne oturur, saçını
parma ı ile tarar, di ini kibrit çöpü ile karı tırır, ık hanımların vapur bekledi i salonda sonbaharda, inci gibi
di leriyle ayva ısırırken bo azında kalırsa çımacıya sırtını yumruklatırdı.”
(S.F. Abasıyanık, “Kayıp Aranıyor”, sa:14)
“BABAMA
------------Ah Babacı ım, burası adaletsizlik mahpushanesi.
Da ları a latıyor hakkaniyetsizli i.
Suç i lemedim, suçlu de ilim.
Kıvrık pençeleri var benim,
Ama semirmi bir koyun gibi satıldım.”
(Abdullah Sani Faris el-Enezi, “Guantamano’dan iirler”, sa:42)
“Yüz yıllık demir baba, boynuna sımsıkı sarılan kalın, nemli kolların birinden kurtuldu. Gecenin
lo lu unda upuzun, ilmekli bir halat, mehtabı parçalayarak sulara gömüldü..... Beli iki kat olmu ya lı bir baba
geldi, oflayarak babanın üzerine çöme ti..... Aradan yıllar geçti; Baba, terfi ederek Galata Rıhtımı’na çakıldı ı
zaman sırmalı elbiseliyi bu kez ba ka bir kadınla gördü. Yerinden fırlayıp adamın ba ına dü mek istedi ama ne
çare. Baba, ‘e er dünyaya bir kez daha gelmek kısmet olursa, acaba ne olarak gelmek isterdim? diye kendi
kendine dü ündü. Herhalde lime lime olmu elbiseleriyle, yükünü ta ıdı ı ihtiyar olmak istemezdi.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Baba”, sa:67-8)
“I
(Giderken biraz gölge dü tü mü gözlerine?
4 eylül 1844)
Eski zaman tepelerinde
Hep birlikte oldu umuz anlarda,
Su ko ar, çalılar titrerdi.
Ormana sınır yuvamız vardı.
---------------------------Kaderimi aydın edendi,
imi kolay, gö ümü mavi.
Baba deyince, kalbim,
Tanrım! Diye inlerdi.”
(Victor Hugo<1802-1885>-Galip Baldıran, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 07.08.03)
“ nan olsun ki sana rfancı ım, nah i te tekrar yemin ediyorum sana, e erleyim <e er> yalan
söylüyorsam, uracıkta yatan men ur <me hur> evliya Etem baba beni çarpsın! Senin hasretinden ben neredeyse
ince hastalı a yakalanaca ım!”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:273)
“Vasili gittikçe heyecanlanıyor, motor da gittikçe hızlanıyordu. Bir göz açıp kapayıncaya kadar iskeleye
geldi, motoru durdurdu. Kıyıya kadar kürekle geldi. Balıkları livardan <balıkçı kayıklarında, yakalanan balıkları canlı
tutmak için ah ap ya da camdan yapılı, su sızdırmaz bölge> çıkardı. Livarın suyu de i medi i için balıklar yarı canlıydı.
Kayıktan iskeleye atladı, ipi babaya ba ladı, de irmene ko tu, ikinci kata çıktı, oh dedi, derin bir soluk aldı.
Ba örtü, orada, oldu u yerde duruyor, pembe kocaman bir çiçek gibi açmı , de irmenin ta duvarlarını ipiltiye
bo uyordu.”
(Y. Kemal, “Bir Ada hikayesi 1- Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana”, Cilt:1, sa:109)
“Motorları iskeledeki babaya ba layan, denizden a ırla mı kalın urganın kokusunu içine çektim, tekne
hareket ettikçe gıcırdayan sesini dinledim. Halat gerildikçe su damlacıkları fı kırıyordu.”
(Ö.Z. Livaneli, “Leyla’nın Evi”, sa:5)
“Saçları bembeyaz, yüzü soylu ve temizdi. Saygıyla kendisini selamladım. Selamımı aldı ve beni biraz
süzdükten sonra yakla tı; yanıma oturdu. Bana güvenini gösteren bu davranı ı duygularıma dokundu:
‘Baba,’ dedim, ‘bu kulübelerin vaktiyle sahibi kimmi , biliyor musunuz?’ Ya lı adam yanıtladı:
‘O lum, yıkıntılarını gördü ün bu kulübelerle u sahipsiz kalmı yerleri a a ı yukarı yirmi yıl önce
burada mutlulu a kavu an iki aile enlendirirdi.”
(B. de Saint-Pierre, “Paul ve Virginie”, sa:4-5)
“Eve, sevimli sevimli güldü. Mösyö Darbédat sigarasını yaktı, birkaç nefes çekti.
-Yavrucu um, diye konu maya ba ladı, uzun lafın kısası, ikimiz eskiden oldu u gibi gel yine
gevezelik edelim. Haydi gel, otur, akıllı uslu beni dinle. u ya lı babacı ına kulak vermen gerek.”
(J.-P. Sartre, “Duvar-Oda”, sa:53-4)
“ONU TANIK GÖSTEREB L R M Y M
Yurdumda nasıl anlatayım onlara
Sizinle kar ıla tı ımı, Grenoble’da
Dorukları karlı Alpler’in yamaçları dibinde
Baba Nelson Mandela.”
(Sydney Sipho Sepamla- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.01.08)
“Paketimi cebime soktum:
‘Anlat bana baba,’ dedim. ‘Yalnız Efe kim? Nasıl sır oldu?’
Ya lı avcı torbasının yanına ba da kurdu. Çiftesini kuca ına uzattı. ri ela gözüyle dik yarın keskin
kenarına, kar ıdaki ya murla ıslanarak koyu kan rengine giren derin granit uçurumlara baktı, baktı.”
(Ö. Seyfeddin, “Yalnız Efe”, sa:23)
Baba adam : Babacan tavırlı, olgun, anlayı lı, güngörmü bir adam
“‘Vilayet candarma kumandanı geliyor mu?’
‘Yarın ö leden evvel burada.’
‘Konu onunla, her eyi anlat.’
‘Anlatırım. O eski bir adam, baba adam. Belki derdimizi anlar.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:III, sa:181)
Babacan (eda, tavır) : Olgunluk ve anlayı , ho görü, iyi niyet (O tür davranı )
“Adama yol vermek için çekilip merakla baktı; onda sanat adamlarının babacanlı ını ya da sanatsever
kimselerin iyilik etmekten mutluluk duyan özyapısını bulaca ını umuyordu.”
(H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt”, sa:13)
“Gobseck sözümü keserek:
-Hayır, dedi. Niçin, ben size kar ı, sizin bana olan güveninizden daha fazlasını besleyeyim?
Sesimi çıkarmadım. O, babacan edasıyla konu masını sürdürerek..”
(H. de Balzac, “Tefeci Gobseck & Üç Öykü”, sa:40)
“Kısa boylu, bodur yapılı, yapı bakımından inme inmesine elveri li, a a ı yukarı altmı ya larında olan
papaz Birotteuau, zaten birçok kez ye in nikris nöbetlerine tutulmu tu. Babacan rahibi, ya amın birçok küçük
çilesi arasında en çok yıldıran ey, iri gümü kancalı pabuçlarının ansızın ıslanıp, tabanlarının sular içinde
kalıvermesiydi.”
(H. de Balzac, “Tours Papazı”, sa:30
“Nasıl reddedece imi bilemiyordum. spanyolca bir metin hazırlayabilnek için çok az zamanım
kalıyordu. Don Thomas deri koltu una kuruldu, siyah gözleriyle memnun mesut beni süzüyordu. Babacan
tavırlarıyla sunıfı için bir deneme sınavı hazırlayan iyi bir ilk okul ö retmenine benziyordu.”
(J.M.G. Le Clezio, “Ourania”, sa.49)
“Ana binanın yanından geçerken ansızın kafasına dank etti Baird’in. Sahil duvarı beyaz badanalı küçük
bir balkonla asma çarda ına uzanıyordu. Ba papaz da eski bir ezlong’a uzanmı , saygın sakalı gö sünde,
kısacık tırnaklı güne ten kararmı ellerini karnında kavu turmu , ekerleme yapıyordu. Soba borusunu andıran
apkası hemen yanı ba ında, yerdeydi, ayaklarını uzatmı tı, her bir aya ının dibinde kalın pençeli a ır postal
duruyordu. Baird usulca sokularak duvarın üstüne oturdu, adama do ru dönüp babacan, masum yüzünü seyre
koyuldu.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:192)
“Maskeli Be ler yerinden seyirtip paketten bir tane cıgara çekti; duda ının kenarına ili tirdi. Ate için
de etrafına bakınırken Kargaburun’un uzattı ı çakmakla onu afillice bir tutu turdu, derin derin içe nefes
çektikten sonra çakma ı iade ederken babacan bir tavırla ‘eyvallah’ dedi, sonra da eski yerine oturdu.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Velet”, sa:52)
“ te onlarla böyle ciddi ve babacan konu uyordu. Verecek örnek bulamadı ında kendisi kıssadan hisse
çıkartacak hikayeler uyduruyordu. Dosdo ru amaca yönelen sınırlı, ama imajı çok cümlelerle yapıyordu bunu;
sa’nın konu ma sanatı da buydu: inanmı ve inandırıcı.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:28)
“Sırtı duvara dayalı, babacan müdürümüz bir süre kırçıl sivri sakalanı sıvazladı, bakı ları annemden
bana, benden anneme gitti, sonra, gözlerini yere indirerek, kendi kendine söylenir gibi,
‘Yazık!..’ dedi.”
(P. Istrati, “Hayat Yollarında”, sa:9)
“Yanıtı yabancı adama ilettim. Adam hırslanmı göründü, dudaklarını ısırdı, di lerini gıcırdattı; bu
arada yüzünün kasları i iyor, kendisine çok çirkin bir ifade veriyordu. Ama hemen sonra de i ti, ayni yüzde
babacan bir celladın iyimser gülü ü belirdi ve kısık bir sesle:
-Bekle sana bah i ini vereyim, dedi.”
(P. Istrati, “Kodin”, sa:15)
“Dün ak am, Reha Bey bana oturdu umuz birahanede muharrir <yazar> Ahmet Rasim Beyi de tanıttı;
kö ede bir arkada ı ile a ır a ır, vakur, fakat pek babacan bir tavırla demlenmekte olan, burnundan takma
gözlüklü, kırçıl saçlı, kırçıl ve pos bıyıklı, tıknaz ve çok sevimli bir adamı göstererek:
- te, dedi, bu, muharrir Ahmet Rasim Beydir. Kendisi ile bir henüz muarefemiz <görü me, arkada lık,
temas> yok... Yok ama, dikkat ediyorum, ikide bir, yan gözle bizim masayı süzüyor. ster misin yarınki ‘ ehir
Mektupları’nda bizim masa da aynen çıksın.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:158)
“Yata ımda do ruldum, hırsla dinliyordum. Bu vapur ambarı, bana yine ça da toplandı ı ve dünyayı bir
daha uçurmak için komplo kurdukları yeni bir yeraltı gömütlü üymü <mezarlık> gibi geldi. Korktum. Tanrı’nın
bilinen tatlı, babacan, çok çekmi , ölüm sonrasına ait ümitlerle dolu yüzüne tapmaya gidiyorduk; kadınca ızlar ona
arma anlar, mumlar, gümü ten adaklar, gözya ları ve ibadetler götürüyordu; yukarıda, birinci mevkideki dinsizler
oralı de ildi, politikadan söz ediyor, ya da uyuyorlardı ve a a ıda, alçakta olan ambarda biz, henüz yeni,
örgütlenmemi bir kozmogoni’nin tohumlarını korkunç bir arma an olarak ta ıyorduk.”
(N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:236)
“Ben anlattıklarına gülmeyince, her eyi çok ciddiye aldı ım görü ünde oldu unu açıklamaktan
çekinmedi. Bunun üzerine suratına bir tokat indirdim. ‘Demek,’ dedim, babacan bir sesle, ‘kentin ba kalarının
eline geçerken, ülken i gal edilirken, yöneticileri sürgüne gönderilir ya da öldürülürken, onların yerini dünyanın
bir ucundan gelen ki iler alırken, sen bana her eyi ciddiye aldı ım için sitem ediyorsun?’ ”
(A. Maalouf, “Afrikalı Leo”, sa:280)
“Türkçe ö retmen sözlerini bitirip gene o a ırtıcı gülümseyi le, ho görülü babacan gülümseyi le
yüzünü aydınlatınca, Muhittin içinden suçsuz, günahsız, temiz gözükme iste inin geldi ini anladı.”
(O. Pamuk, “Cevdet Bey ve O ulları”, sa:301)
“Bu yanıt, Kültür ve E itim Bakanı tarafından imzalanmı tı. Albay, bunu Yüzba ı Trotta’ya uzatırken
babacan bir tavırla, ‘Bırakın tarihi kendi haline,’ dedi.”
(Joseph Roth, “Kadetzky Mar ı”, sa:21)
“-Peki, benim portremi yapar mısınız?
-Sizin mi?
-Neden olmasın?
Bu ‘neden olmasın’ sözü öyle babacanca söylenmi ti ki, artık ona budala gözüyle bakmamaya
ba ladım.”
(G. Sand, “Thérese ile Laurent”, Cilt:I, sa:16)
“Yakı ıklı ihtiyar imdi genç arkada ının elini babacan bir tavırla avuçlarına almı tı. Sonra yana ını
ok ayarak ayrıldı.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:139)
“Bacaklarını oynattıkça aklım da beraber oynuyordu. Sırtımda duydu um hafif bir so uk ba ımı
birdenbire arkaya çevirtti. Kapının ardına kadar açık oldu unu ve biletçinin de küçük mavi gözlerini genç kızın
bacaklarından ayırmadı ını görünce gülümsemekten kendimi alamadım. Babacan bir adam olan biletçi,
tebessümü pi kin bir göz kırpı la iade etti.”
(C.S. Tarancı, “Gün Eksilmesin Penceremden-Tramvaydaki Adamlar”, sa:77)
Babacık : Çocukların yahut yakın aile efradının baba ya da dedelerine sevgi dolu hitap ekli
“IV
(Giderken biraz gölge dü tü mü gözlerine? kasım 1846)
------------------------------------------Çocuk ça larında nerdeyse her sabah,
Alı ıktı odama gelmeye.
I ı ı bekler gibi beklerdim onu.
Girince ‘günaydın babacık’ der, ba lardı söze,
Divitimi alır, kitaplarımı kapar,
Yata ıma kurulup, ka ıtlarımı savurur,
Gülücükler da ıtıp, bir ku gibi uçar giderdi.
Yorgun ba ım ellerimin arasında kalır,
ime sekte vurur ve notlarımın arasında,
Sık sık çılgın arabesk çizgileriyle çıkardı kar ıma.
---------------------------------------------------En sevinçli balolarda bile üzgünüm yine
Giderken, biraz gölge dü tü mü gözlerine?”
(Victor Hugo<1802-1884>-Galip Baldıran, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 07.08.03)
Babadan do ma : ‘Anneden do ma’ya kar ıt ortaya koyulmu soyut bir kavram
“‘Peki benim gerçek annem kim?’ diyor.
‘Sen babadan do masın. Senin annen yok. Senin duydu un acı yoksun olmanın acısı, yitirmi olmanın
de il. Benim ki ili imde yeniden elde etmeye çalı tı ın eye, gerçekte sen hiç sahip olmadın.’
‘Babadan do ma,’ diyor. ‘Bu daha önce hiç duymadı ım bir sözcük.’ Ba ını sallıyor.”
(J.M. Coetzee, “Dü man”, sa:73)
Baba evi : Çekirdek aile, bir insanın do up büyüdü ü ev
Bk.: Baba oca ı
“Parçalar bir a acın tepesine saçılınca beyaz çiçeklerden yumu ak bir ya mur çayırın üzerine bo andı.
kinci arapnel Baeumer’in evive do ru, babaevinin hemen hemen tam kar ısına dü mü olacaktı.”
(H. Böll, “Ademo lu Nerdeydin”, sa:163)
“Gene de o anda, yeni, bilinmedik özlemin etkisi altında oldu u halde içini kemiren ba ka bir ey vardı.
‘Baba evine kar ı duydu um nefret olmasın bu?’ diye dü ündü.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:II, sa:176)
“Zamanla iyi bir evlat ve yararlı bir vatanda mı olaca ım, yoksa yaradılı ımın gere i ba ka yollara mı
sapaca ım sorusu hala güncelli ini koruyordu. Baba evinin ve bu evde esen havanın gölgesinde mutlulu a
kavu mak için giri ti im son deneme uzun sürmü ve zaman zaman ba arıya ula ır gibi görünmü se de, tam bir
fiyaskoyla sonuçlanmı tı.”
(H. Hesse, “Demian”, sa:90)
“Aklıma geçmi seneler geldi: Çiçe i burnunda bir delikanlıyken baba evimdeki hayatı esirlikten
farksız bulur, haince ve bir serüven dü künü gibi kendi kafamın dikine, geceleri evden sıvı ır, gidip geç saatlere
kadar açık bir meyhanede bir i e bira içerdim.”
(H. Hesse, “Gençlik Güzel ey”, sa:55)
“Sert bir adam olan Dimi Dayı, ona hakaretle kar ılık vermi ti; a abeyisi kendisini tokatlamı ve küçük
karde , büyü ünün kafasına bir sopa indirmek suçunu i lemi ti. Angel Dayı:
-Herkesin önünde çizmemin tabanını öpmedikçe bir daha buraya gelmeyece im, sen de benim evime
ayak basmayacaksın! diyerek baba evinden çıkıp gitmi ti.”
(P. Istrati, “Angel Dayı”, sa:16)
“Son zamanlarda hepsini me gul eden zıbın dikimi, kundak örtüsü i inden ba ka bugün burada Agafya
Mihaylovna için yeni bir usulle, su katmadan reçel yapıyorlardı. Baba evinden bildi i bu metodu buraya Kiti
getirmi ti.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:226)
“ ‘Ada, dört bir yanı denizle çevrili kara parçasıdır. te, ilerdeki o adada do dun sen,’ diyordu bana.
Benim bir türlü göremedi im adayı o rahatça görebiliyordu. Az sonra anladım ki, ufka bakarak sözle anlatmaya
çalı tı ı baba evimdi, do du um yerdi.’ ”
(D. Tomazani, “Konu mayan Su”, sa:17)
Babafingo : Penis (Argo)
“Da Vinci sol taraftaki kır planını daha a a ıda tutarak, Mona Lisa’nın sa arafta oldu undan daha
büyük görünmesini sa lamaktı. Resmin içindeki küçük bir Da Vinci akası. Tarihte erkeklere ve di ilere
atfedilmi yönler vardır, sol di i, sa erkektir. Da Vinci di i ilkelerin büyük bir hayranı oldu undan, Mona
Lisa’yı sol tarafta, sa dan daha büyük görünecek ekilde çizmi ti.’
Keçisakallı ufak bir adam, ‘Ben onun o biçim oldu unu duymu tum,’ demi ti. Langdon yüzünü
buru turmu tu. ‘Tarihçiler genellikle böyle demezler ama evet, Da Vinci bir homoseksüeldi.’
‘Bu yüzden mi di ilere kafayı bu kadar
takmı tı?’
‘Aslına bakılırsa Da Vinci, erkekle di i arasındaki dengeyi vurgulardı. nsanruhunun, erkek ve di i
unsurlar bir arada olmadan aydınlanamayaca ına
inanırdı.’
Birisi, ‘Yani piliçlerle babafingolar gibi,’ diye
seslenmi ti.”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:136)
“Kadın canlandı. ‘Hatırladı ım kadarıyla ha metli bir babafingon vardı,’ dedi. ‘Neler yapıyor?’
Kendimi kıl payı kurtardım: ‘Görü medi imizden beri de i en tek ey, ara sıra kıçımın yanması.’ Tanıyı hemen
yapı tırdı: ‘Kullanılmamaktandır.’ ”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:27)
Babahindi : Allahın kazı, aptalı, a kını; Kolay aldanan kimse (Argo)
“Kalyakin gücenerek söze karı tı:
-Müsaade buyurun. Dosiyef Petroviç! Size gelen iblis de il, bendim. Söylediklerinizde biraz dikkatli
olun. Çok rica edece im!
-Ben sizi kastetmedim. Gelmek istiyorsanız her gün gelin bana, ba ımın üstünde yeriniz var. Ancak bir
noktayı anlamı de ilim: Hukuku bitirmi , kültürlü bir adam nasıl oluyor da bu babahindiye ö üt verecek yerde
onunla el ele verip bana kar ı çıkıyor?”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:69-70)
Babalanmak : Sinirlenmek, kızmak, ukalalı ı tutmak
(Argo)
“Gene biraz babalanarak Asriel’lere Frankfurt lehçesiyle yazan ozan Friedrich Stoltze’ı tanıyıp
tanımadıklarını sordum. Onlara hayli asıldım, bir türlü bırakmıyordum, sonunda öylesine utandırdım ki, birden
Karl Kraus’un verdi i konferansların hiçbirini kaçırmayan ık hanımlardan söz etmeye ba ladılar.”
(E. Canetti, “Kulaktaki Me ale”, sa:69)
Babaları tutmak, üstünde olmak : Son derece sinirlenmek, asabı bozulmak
Bk.: Babalanmak
“Ama Pere Gaucher’nin kimseyi gördü ü ve dinledi i yoktu. Güçlü kuvvetli iki ke i kendisini
yakalayıp kilisenin bir kapısından dı arıya zor attılar. Adamca ız, babaları tutmu gibi çırpınıyor ve sesi
çıktı ınca ‘Aman bu i , canım bu i ’lerini sürdürüyordu.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:80)
“Sabah ayinlerine getirdikleri zaman, kiliseyi olanca sesleriyle gürültüye bo ar, köpek gibi havlarlardı.
Kutsal Ekmekle arabın kar ısında kadınlardaki ‘babaları tutma’ hali kaybolur, hastalar bir süre için yatı ırdı.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:64)
“LEONARDO - Peki, peki. Ba ka bir eye gerek yok. (Sessizce mektubu okur)
U AK (Kendi kendine.) - Bu sinyor pek kızgın. Fakat hanımın öfkesi de bununkinden a a ı de il.
Yazlı a ne eli ne eli gittiler, babaları üstünde geri döndüler. (Çıkar.) ”
(C. Goldoni, “Yazlık Dönü ü”, sa:41)
Babalık; Babalık etmek : Ya lı ve a a ı ekonomik düzeylerdeki halk düzeyindeki adamlara, bir az kalender
ama a a ılayıcı bir tür hitap; Üvey baba; Gerçek biyolojik babası olmadı ı halde sanki öyleymi gibi çocuk
yeti tirmek; Gününü geçirdi i ortamda çevresindeki gençlerden daha ya lı, olgun, abi’den öte koruyucu, sakin
insan
“uzun kızıl saçlı bir genç kızdı konu an. rüzgarda saçlarını düzeltiyordu, rüzgarda uçu uyor gibiydi,
ayak parmakları kumlara gömülmü tü.
‘Ne dersin babalık? Ne yaparsın? Ha? ne yaparsın kızlardan biri altına yatsa?’ ”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:89)
“Boynuzlu br ifrit, beni yabasıyla dürterek:
-Hey, babalık! dedi, giriyor musun, yoksa gitmiyor musun? Anlayalım.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:I, sa:86)
“Yandan geçen birine titrek bir sesle sordu:
-Evlat, ate in var mı?
-Var babalık.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Baba”, sa:71)
“Oturdular. Protos cebinden bir defter çıkardı, bo bir sayfanın üstüne Amédée’nin a kın bakı ları
altında, mektubunu yazmaya ba ladı:
‘Babalık...’ Sonra, ötekinin a kınlı ına bakıp keyiflenerek sakin sakin güldü.
-Size kalsa kardinale yazardınız demek?”
(A. Gide, “Vatikan’ın Zindanları”, sa:109)
“MARLOW - Niçin, imdi görmeyeyim, mele im? Böyle bir güzellik insana dayanılamayacak bir ate
veriyor. Allah kahretsin i te bizim babalık geliyor.. bizim kötü talih yine kendini gösterdi! (Soldan çıkar.)
(O. Goldsmith, “Yanlı lıklar Gecesi”, sa:74)
“... ‘Deliye bak!’ diye ba ırarak bir kahkaha attı, oradan ta lara çarpa çarpa, çıkınını toz içinde
sürükleyerek Çelka ’ın sekisine (arkalıksız, alçak iskemle) yakla tı. Serserinin paçasını çeki tirerek:
-Babalık, keyfin yerinde galiba!.. dedi.”
(M. Gorki, “Yol Arkada ım”, sa:66)
“Onu uyanık tutmak için aklıma her geleni denemeye koyuldum:
-‘Hey babalık’ diye konu maya ba ladım, ‘neredeyse öbür dünyayı boyluyordun. Ama biz seni
kurtardık.’ ”
(O. Henry, “viski soda”, sa:62)
“Bu kurumun tüysüz üyeleri arasında arkada larından daha ya lı bir ö renci, otuz ya larında, çok uzun
boylu, çok zayıf, bıyıklı, gülünç tavırlı ve peygamber yüzlü, Haralambo adında bir ‘babalık’ vardı. Kenarda
durur, güre leri devamlı bir dikkatle seyreder, habire sigara içerdi. Bizim Perulu <spor hocası> ona tahammül
edemez, hayli içerler ve ‘ö renme’ sırası ona gelince, melez, adamca ızın kemiklerini kırardı.”
(P. Istrati, “sünger avcısı”, sa:92)
“Dersin sonunda Guigard ona yakla tı, pek solgundu. ‘Su koyverirse kafasını kırarım,’ diye dü ündü.
Lucien, öfkeyle. Bir zaman yan yana kaldılar, ikisi de ayakkabılarının ucuna bakıyordu. Sonunda Guigard alçak
bir sesle: ‘Özür dilerim, babalık, sana öyle davranmamalıydım,’ dedi.”
(J.-P. Sartre, “Duvar-Bir Yöneticinin Çocuklu u”, sa:224)
“-... ‘Ho ça kalın!’ demi . ‘Lütfü Bey’e saygılarımı lütfen söyleyin! Bana imdiye kadar harcadıklarını
bir i e girer girmez ödemeye ba layaca ımı da söyleyin lütfen!’ demi . Babalı ına Allahaısmarladık demez mi
diye sormu lar. ‘Burda Allaha ısmarlanacak, bir bu kırmızı balıklar var!’ diye cam havuzu gösterip yürümü ...”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:352)
“-Bizim gerçek babamızdı, dedi karde ine, bir gün olsun gözünün üstünde ka ın var dememi tir.
-Öyle, diye atıldı Rosa, hiçbir iste imize engel olmadı.
-O da biliyordu ki Rosa, ba ımızda olması yetiyordu bize. Babalık etti bize, bizi yeti tirdi. Ve öylesine
temiz, duru ya amının pürüzsüzlü ü yeterliydi bunun için.”
(M. de Unamuno, “Tula Teyze”, sa:38)
“Dorcelino, cebinden kocaman bir saat çıkardı. Bu saat çok önemliydi onun için, babasından kalmı tı
ona.
‘Dokuz,’ dedi Dorcelino, ho nutsuz.
‘Öyleyse bugün giremeyiz artık içeriye!’
‘Ya ne bekliyordun?’
‘Bizim babalık birazdan toplatır yelkenleri. Bahse girer misin?’ ”
(J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar Karde im Deniz”, sa:8)
“HIDOUX -... on be dakikada be frank kazanmak do ru mu yani? Böyle eyler olmalı mıydı yani?
Bir yanda u arkada lar, benim gibi i çiler... unu da söyleyeyim ki ben...
THERESE - Bana baksana babalık! Dün bana da be frank verdiler.”
(Ch.Vildrac, “Sonsuz Yolculuk”, sa:9)
----‘Babam’---- : Sürekli olarak (Esne b. Esne; Çalı b. Çalı ; Kaç b. Kaç; U ra b. U ra ; Uyu b. Uyu!),
alabildi ine, durmadan
“Oyunun en heyecanlı anı, evden uzaktaki bir kom unun pencere camını kırdı ımız zamanlardı. Ondan
sonra kaç babam kaç, ardımızdan Hızır baba yeti emezdi valla.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Prova”, sa:107)
“Yataklar samanların üzerine yapılmı tı. Cabbar yata ın ba ında durmu , gözleri kapalı esne babam
esne yapıyordu.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:243)
“TARLADA
<Bulutların Gölgeleri Pe inde’den>
--------------sis çekilip, güne göründü ü an
biraz olsun dur,
çok derin bir ah
hal ahval budur;
Dah...
Dah öküzüm, dah!
*
Muzır otlarla bir ömür
u ra babam, hep sür, sür, sür...”
(Peyo K. Yavorov<1878-1914>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan; Cumhuriyet Kitap,
17.08.06)
Babana rahmet : Allah ölmü babana rahmet eylesin; Çok do ru söylüyorsun
“Attı:
-Yeni parti’denim tabii. Olmıyan mı var?
-Babana rahmet. Olmıyan çok amma, olmak lazım. stanbul’da mı kayıtlısın?”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:221)
Baba nasihati, ö üdü : Bir babanın (ya da o konumda birinin) o luna (ya da o konumda birine) do ru yolu
göstermek niyetiyle verdi i ö üt
“Oysaki imdi oldu u gibi, mahkeme etmek hakkı do rudan do ruya kilisede bulunmadıkça ve
yetkisinde ancak suçluya birtakım manevi cezalar vermek varken, kilise kendi ceza vermeye yana mamaktadır.
Suçlunun yanındaki konumunu korumakta, ondan baba ö üdünü esirgememektedir.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:92)
Baban mı sandın : Kim babandan ba ka bedavaya i yapar (ya da yardım eder)
“ ‘Kırılacak zinciri çeker mi herifler?’
‘Çözdürmü tür öyleyse.’
‘Kime?’
‘Zincir bekçisine para yedirmi tir.’
‘Zincir bekçisini baban mı sandın?’
‘Para ile açılmayacak kapı var mı o lum?’ ”
(O. Hançerlio lu, “Büyük Balıklar”, sa:35)
Baba oca ı : Baba evi
“ ‘U ak beni tanımı tı. Birkaç gün sonra babamın katibi odama gelerek, baba evini terk etmem
gerekti ini bana bildirdi. Buna kar ı ne söyledimse para etmedi. ehrin uzak semtlerinden birinde bana küçük bir
oda kiraladılar. Böylece baba oca ından sürgün edilmi tim.’ ”
(F. Grillparzer, “Fakir Çalgıcı”, sa:51)
“Ev sahibiyle epey konu tuk. Bizim köydeki papazla karısının da onlar gibi, çok iyi yürekli insanlar
olduklarını, hatta bana çok iyi okuma yazma ö rettiklerini, baba oca ından kovuldu umu, bütün girdisi
çıktısıyla anlattım.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:247)
Babasının evi gibi; Babasının evindeymi çesine : Teklifsiz tekellüfsüz, oldukça serbest ve laübali bir ekilde
“Dubrovski bir gün küçük yurtlu unu gezerken kayın korulu una yakla tı ı bir sırada, balta sesleri, az
sonra da devrilen bir a acın çatırdısını i itti. Hızla korulu a yöneldi ve babalarının evindeymi çesine ormandan
a aç a ırmakta olan Pokrovskoye köylüleriyle burun buruna geldi.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:17)
Babasının o lu : Her davranı ı babasına benzeyen o ul, hık demi burnundan dü mü (Fr.: ‘Tel pere, tel
fils’=Öyle babanın öyle o lu)
“MARLOW - Can ve gönülden, efendim. Zaten böyle eyler için bana ricaya da gerek yok. Nereye
gidecek olsa babamın o lunu iyi kabul ettirmek huyumdur.”
(O. Goldsmith, “Yanlı lıklar Gecesi”, sa:79)
Babası tutmu : Babalanmı , ayranı kabarmı , çok hiddetlenmi
Bk.: Babaları tutmu
“Gerçi, ilk günler evde hayli müthi sahneler oldu. Zeynep Kadın, babası tutmu bir zenci karısı gibi,
kaç kere çocu un üstüne saldırdı. Fakat, kar etmedi. smail taze bir kuvvetle canlanmı görünüyor.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:78)
Babası tutmu Rufai dervi i gibi : (Rufailik: XII. Y.y.’da Irak’ta Seyyit Ahmet Rifai tarafından kurulan ve
prensip olarak Sünni’li i savunan bir mezhep; mamafih, Sabbahi’lere benzer bir ekilde, ha ha kullanılıp
kullanmadıkları bilinmemekle beraber, a ırı hiddet ve grandiozite’likleriyle ünlüdürler.) Ba ırıp ça ıran, etrafa
hükmeden, emirler veren atak kimse
“Ondokuzuncu Yüzyılda, dinsel ve ba kaca duygulardan ötürü Osmanlı mparatorlu u hor görülürdü.
Batıda romantizm de hayli geli mi ti. Bunun sonucu Shelley, Keats, Byron, Victor Hugo, Goethe, Heine,
D’Annunzio vb ozanlar Yunanistan denince babası tutmu Rufai dervi i gibi hayranlık saralarına tutuluyorlardı.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Anadolu’nun Sesi”, sa:23)
Baba topra ı : Bir kimsenin babasının do du u yer
“‘Tam yirmi yıl oldu ordan geleli,
yirmi yıl oldu ayrılalı baba topra ından,
duymadım senden bir kötü söz, hiç azarlamadın beni,
sarayda biri çıkı acak olsa bana.’ ”
(Homeros, “ lyada”, sa:534)
Babayani(lik) : Özenti ve gösteri i olmama, ya ından daha fazla olgunluk gösterme, alçakgönüllülük
“Zaten, Murat Bey’in halinde, bakı larında, gülü lerinde öyle bir saffet, öyle bir babayanilik vardı ki,
bu i man adam, genç kadına adeta kendisinin de kırk yıllık ahbabı imi gibi yakın geliyordu.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:37-8)
“Hakkı Celis, Beyo lu’nda e lenmenin ne demek oldu unu hep ba kalarının öykülerinden biliyordu.
Belki de bir kaç kez kendisinin de bu hayata bir kenarından baktı ı olmu tu.
‘Bu kıyafetle nereye gidebilirim?’. Faik Bey babayani bir tavırla omuzlarını silkerek yanıt verdi:
‘Adam sen de, o kadar subay var, her yere girip çıkıyorlar, yapmadıklarını bırakmıyorlar.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:184)
Babayi it : Kahraman ki i
“Tanrım, ne biçim bir dünya bu? Ben kime güvenebilirim? Beni babamınki gibi kuvvetli kollarında
sıkarak ve gözlerimin içine bakarak, ‘Helene, seni seviyorum!’ diyecek diyecek bir babayi it yok mu bu
dünyada?”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Prova”, sa:105)
“Delikanlılar atlarından ineli çok olmamı tı. Okulu yeni bitiren papaz yama ı utangaçlı ıyla kızarıp
bozarıyorlar, babalarının yüzüne bakamıyorlardı. kisi de babayi it delikanlı oldukları halde yüzlerine ustura
de memi ti daha, sıksan kan damlar yanaklarında çocuklu un ayva tüyleri vardı.”
(N. Gogol, “Taras Bulba”, Cilt:I, sa:15)
“Çünkü, mürekkep yalayan bir insanın kendini kurtarması için neye gereksinimi varsa, hepsi onda
vardı; uzaktaki besinini ok gibi yakalayan o ilkel avcı görü ü; rüzgar, deniz, ate , kadın ve ekmek gibi, her
günün yüzyıllık ö elerine bir bakirlik vermek ve ölümsüzlü e her zaman ilk kez bakmak konusunda gösterdi i o
her sabah yenilenen yaratıcı yalınlı ı, elinin sa lamlı ı, yüre inin tazeli i, içinde ruhtan daha kuvvetli bir güç
varmı gibi, kendi ruhuyla alay etme yolunda babayi itli i…”
(N. Kazancakis, “ Zorba”, sa:7)
“-Bir eri vardı zavallının, senin kadar babayi it de ildi de seni andırırdı azbuçuk. Motora meraklıydı,
motorsiklete. Bir gün buraya geliyor, çar ı içindeki büyük içkili lokantayı bilir misin? Orda kafayı çek ha çek
ediyor. Geç vakit zil zurna çıkıyor lokantadan...”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:55)
“Muharebeden önce Tu in’in sala ından dı arı dırlamı olan babayi it piyade subayı, karnındaki
kur unla, Matveyevna’nın kunda ı üstüne yerle tirilmi ti.”
(L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:I, sa:454)
“Martin Petroviç tipinde babayi itler, ço u zaman so ukkanlı olurlar. O ise tam tersine, pek kolay
öfkelenirdi. Onu en çok çileden çıkaran da rahmetli karısının karde i Biçkov’du. Biçkov, küçük ya ından beri
Suvenir takma adını ta ırdı; herkes, hizmetçiler bile onu bu adla ça ırırdı.”
(I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:20)
Babil kulesi gibi devrilip yatmak : Yı ın halinde birbiri üstünde birikmek
“LICHT - Ben de hep öyle derim!
ADAM - Hadi öyleyse sa dıç! Biraz kaleme gidelim. Dosya yı ınlarını öyle bir istif edelim. Babil
kulesi gibi devrilmi yatıyorlar.”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:10)
Babu ka-bebe i : Slav (Rus, Bulgar, Sırp) kültüründe anne-anne figürü
“A KA KAR I
------------------Aldatmıyor dimdik gö üslerin beni, yine de
ku anıyorsun zırhını.
Mecazlar askerler oluyor, mimikler sedyeler
derken sen de sonu gelmez Napolyonların
babu ka-bebe i oluyorsun, biri
di erinden küçük.”
(Charl-Pierre Naude<d.1958>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 21.09.06)
Bacak arası : Cinsel organların bulundu u yere yapılan gönderme (Genellikle kadınlar için kullanılır)
Bk.: Apı arası
“ SKENDER N ASKERLER
<Sapanca iir Ak amlarında Be Yunan airi-1>
----------------------------------Yabancı kokularla dolu bir kent adının mührünü
basacak zevkle bacaklarının arasına sonsuza dek
erkeklerin gözleri yüzünün sönmeyen
aynaları oluyor: skenderi unutmuyorlar”
(Yorgos Çuliaras-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.06.04)
“3 - nsanlar ve Ölüm
Onların her zaman duraca ı yerdir kadının bacak arası
Sanılan kayıp dudaklar gibi
... Bununla insanlar, i imizde, yemek
Hamilenin ipi sütün yo urdu
Yılları keser tükenenle ve ölümle - üstlerindeki mecnun
gibi dola an.”
(Ebu Davud El Yadi-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 09.09.04)
Bacak kadar (bücür, çocuk) : Çok kısa boylu kimse; çocuk
“Bacak kadar bir softa bozuntusunda böylesine kurnaz bir hazırcevaplık, bir o kadar da sa duyu
bulunca Anthime eni te a ırdı, ne diyece ini bilmiyor imdi. Ama dokuz ya ında bir kız çocu uyla metafizik
bir tartı maya da giri emez ya! Gülümsüyor. Çocuk hemen dört elle sarılıyor üstünlü üne, kutsal sikkelerini
gösteriyor.”
(A. Gide, “Vatikan’ın Zindanları”, sa:15)
“ELLIE -... çok soyluca bir harekette bulundu. stedi i kadar sermaye verdi. Ödünç filan de il, düpedüz
ba ı ladı. Ne eliaçıklık de il mi?
Mrs. HUSHABYE - Seni almak artıyle mi?
ELLIE - Yo, yo! Ben daha bacak kadar çocuktum. Yüzümü bile görmemi ti.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:22)
“Ama, sen ona bakma! Gönlünü ederiz. Do rusu kabahat bizdeydi. Senin gibi bir kızı bacak kadar
bücüre vermek uygunsuzdu.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:348)
Bacaklara kuvvet : Hayati bir tehlikeden ko arak kaçmak
Bk.: Tabana kuvvet
“ ‘Çölde do dum ben; bedevi granitinden yapılmı ımdır. Hepiniz de yaltaklandınız ona, yeminler,
öpücükler: Ha, bacaklara kuvvet! Bütün derdiniz postunuzu kurtarmak. Ama ben, -o vah i, o eytan, o
bo azkesen ben- onu terketmeyece im.’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:325)
Bacakları feldirdemek : Bacakları fersiz, kuvvetsiz kalmak, kesilmek
“Bir kuzeye do ru kayalı ın ucunda ba tan ba a yürüyor, sonra kayalı ın ucunda geriye dönüyordu.
Gün ı ıyıncaya kadar, bacakları feldirdeyinceye kadar gitti geldi.”
(Y. Kemal, “Yılanı Öldürseler”, sa:105)
Bacaklarını ayırmak : Bacaklarını ayırarak kaz ya da tavuk gibi yolmak, öldürmek
“Kızca ıza öfkelenir. A zını bozar. ‘Bire kahpe! Bir daha buraya gelirsen, senin bacaklarını ayırırım’
der. Kız korkmaz.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:II, sa:247)
Bacaklarını cendereye kastırmak : Eski devirlerde, Avrupa’da, bazı ufak suç i leyenler için uygulanan
i kence cezası
“FALSTAFF - Bana mı söylüyorsun karardı, morardı diye? Ben kendim yedi im dayaktan,
gökku a ının ne kadar rengi varsa hepsini sıraladım. Az kalsın Bradford cadısı diye yapı ıyorlardı yakama.
Aklımı ba ıma toplayıp, zararsız bir ihtiyar kadın taklidini mükemmel becerdim de kurtuldum bereket. Yoksa
güvenlik görevlisi olacak herif büyücü diye deli e tıktı ı gibi, kastıracaktı bacaklarımı cendereye.”
(W. Shakespeare, “Windsor’un en Kadınları”, sa:123)
Bacakları tahtadan olmak : Güçlükle yürümek
“SOR N (Ü ümü ellerini o u turarak.) - Biz de gidelim artık dostlar, hava nemlendi. Bacaklarım
sızlıyor.
ARKAD NA - Zaten bacakların tahtadan sanki, güçlükle sürüklüyorsun! Ne yapalım, gidelim bari
zavallı ihtiyarcık... (Koluna girer.)”
(A. Çehov, “Martı”, sa:42)
Bacaksız : Kısa boylu, bodur kimse; çocuk (Argo)
“Tam kapıyı kapataca ı sırada Murks yanına geldi ve omzunu sıvazladı. ‘Hakkını teslim etmeliyim
Nashe,’ dedi. ‘Sende eytan tüyü var. Bizim bacaksız, hiç kimseye bugün sana gösterdi i yakınlı ı
göstermemi tir.”
(P. Auster, “ ans Müzi i”, sa:179)
“Klinikte kaldıkları altı haftalık süre boyunca fazla ya mur ya mı sayılmazdı. Otobüsün açık
pencerelerine abanmı durumdaki bacaksızların hepsi de sa lıklı ve hayatlarından memnundular.”
(A.J. Cronin, “Garip Bir A k”, sa:5)
“ ki çocuk a layarak yürümeye ba ladılar. Bu arada bir bulut geldi. Ya mur ya maya ba lamı tı.
Küçük Gavroche, çocukların arkasından se irtti, yanlarına sokulup sordu;
-Neyiniz var sizin, bacaksızlar?’ Büyü ü:
-Nerede yataca ımızı bilmiyoruz,’ diye kar ılık verdi.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Vol.:IV, sa:215)
“-Sen kapa çeneni; tek konu tu un konu hamamböcekleri ve fareler ama bir tane bile arkada ın yok!
-Mariana karde ine böyle eyler...
-Senden daha çok arkada ım var. te, kediyi de kaybettin. Okulda herkes sana orospu diyor.
-Tanrı’nın belası bacaksız!”
(S. Roncagliolo, “Dokunu lar”, sa:164)
“Gülmesi birden kesildi, ne eli denebilecek bir tavırla sordu:
-Peki ama, kim öldürdü beni?
-Bir dakika, lütfen...
Elindeki gözlü üyle kediyi defterin üzerinden kovdu:
-Çekil Regulus, tam katilin isminin üzerinde duruyorsun.
Sonra defterin üzerindeki i areti çözerek:
- te! Sizi Lucien Derjeu öldürmü .
-Vay! Bacaksız kerata! Demek isabet ettirebilmi .”
(J.-P. Sartre, “
ten Geçti”, sa:28)
“-Abartmayın eni te, dedi Guelin. Paris’te kadından bol ne var?
-Ah, bacaksız! Peki sen niye hiçbirini tavlamıyorsun?
Guelin küçümseyici bir tavırla omuzlarını silkti.”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:II, sa:20)
“Anneni daha ilk gününde, bir hanımefendiymi gibi saygıyla selamlıyordu. Hatta ben bacaksıza da
yakınlık gösteriyor ve a ır ba lı davranıyordu.”
(S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:182)
Baca temizlemek : (Fig.) Yıllardır içine atarak semptom yaratmaya neden olmu olumsuz dü ünceleri, hisleri
birine samimice konu arak (terapi) bo altmak, temizlemek
“ ‘Bu çok iyi! Bana ilham veriyorsun. Bu konuda mükemmelsin Sig! (Freud)’. Breuer bir iki dakika
dü ündüü. ‘Hastam erkek de olsa ve her ne kadar isterik olmasa da, sanırım Bertha’la yaptı ımın aynısını onunla
da yapardım.’
‘Baca temizleme mi?’
‘Evet, bana her eyi açıkça anlatması gerek. Anlatınca açılabilece ine, konu arak bazı yüklerin
atılabilece ine inanıyorum. Katoliklere bir bak. Papazlar yüzyıllardır günah çıkararak insanları
rahatlatabiliyorlar.’
‘Acaba,’ dedi Freud, ‘bu rahatlama o yükün a ırlı ından kurtulmaktan mı, yoksa ilahi ba ı lamaya
inanmaktan mı geliyor?’ ”
(Irvin D. Yalom, “Nietzsche a ladı ında”, sa:172-3)
Bacı : Küçük ya da büyük kız karde ; toplumda, daha ziyada halk düzeyinde ‘karde gibi’ duygusunu iletmek
için kar ıt (bazen de aynı) cinse yapılan hitap; çocuklu umuzda, Osmanlı devrinden kalma siyahi ev
yardımcıları: temizlikçi ya da çama ır yıkayıcılar
“... kapı kapalı oldu undan, sokakta top anıp hocanın dı arı çıkması için seslendiler.
‘Magdalena bacım,’ dedi sa, ‘dinle bak, halk beni almaya geldi.’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:404)
“Poyraz:
‘Söyle bacım,’ dedi, ‘bak, bu kadar insan senin a zına bakıyor. Söyle de…’
‘Sonra yedinci günün sabahı bir adam geldi, bu böyle olmaz dedi, cami avlusunda daha ne kadar
kalabilirsiniz, dedi, size kom ular ne kadar bakarlar, gelin, dedi, bizi iskeleye götürdü. Camiden iskeleye kadar
yürüyebildik. Bir hafta önce, kom ular bizi doyurmadan, hiçbirimiz iki adım atamıyorduk…’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2-Karıncanın Su çti i”, Cilt:2, sa:503)
“Bir kadın ses verdi.
‘Bacı! Bacı!’ dedim. ‘Bacı hele! Kocanı uyandırsana. Ormanlar tüm yanıyor. Bizim ormanlarımız
bacım. Uyandırsana bacı!’
Bacıdan uzun zaman ses gelmedi.
‘Ortalı ı ate alev aldı bacım. Uyandırıver. imiz var bacım.’ ”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:9)
“Dursun, Döne’nin serdi i dö e e a ır, temkinli oturduktan sonra:
‘Bana bak bacı,’ dedi. ‘Benim yüre im öyle hükmediyor ki o lun ölmedi. Bana öyle geliyor ki ba ını
aldı gitti bir yere. Ben, onu bulurum.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:38)
“ANNE - sterdim ki, ne anasını, ne kızını kimse tanımı olmasın. Adı bile anılmayan. ama sırasında,
dikenini bir yerinize batıran iki deve dikeni gibi kalsınlar.
KOM U KADIN - Haklısın bacım. Çok do ru. Senin o lun a ırlı ınca altın eder.”
(G. Lorca, “Kanlı Dü ün”, sa:9)
“KIZ KARDE M N TÜRKÜSÜ
--------------------------------------Gök imdi yaralı bir martı,
süzüldü denize.
Sana karga alı ın üzerindeki
köprüyü kurmaya çalı an bu el
kırıldı.
Bak bana:
ne kadar çıplak ve suçsuz
duruyorum önünde.
ü üyorum bacım.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-kız karde imin türküsü”, sa:27-8)
“Buteau, köylü kadına sordu:
-Ey, söyle bakalım analık! ne i kaça veriyorsunuz?
Kadın, deminki fiskosu görmü tü, fütursuzca yanıt verdi:
-Kırk pistol.
Buteau, önce i i alaya aldı, takıldı, hep geride, sessiz sedasız duran erke e döndü:
-Söyle bakalım, ihtiyar! Bu fiyata, senin bacıyı da beraber mi veriyorsun?”
(E. Zola, “Toprak”, Cilt:I, sa:233)
Baccio di bocca spesso cuor non tocca : ( TA.,KOLL.) <Ba’çiyo di bo’ka spe’so ku’or non to’ka> :
Dudakların üzerinde bir öpücük pek sıkcana kalbe eri mez = A kiss on the lips often does not reach the heart
( NG.)
backgammon (COLL.) <bek’gamın> : Tavla oyunu
Bacon, Francis : (FEL.) : NG L Z EMPR ZM ’nin ünlü öncüsü
n g i l i z Fi l o z o f u (1561-1626)
“Dü üncesi genelde ileriye dönük olup, insanın geleneksel teorilerinin ve yöntemlerin
yanılsamalarından kurtuldu u takdirde, büyük bir hızla ilerleyece ine olan inancından ivme kazanmaktadır.
Prensip itibariyle, AR STOTELESÇ ve s k o l a s t i k mantı a kar ı çıkar.
Bacon, insani bilgiyi, bilimsel ara tırma için vazgeçilmez bir önemi haiz bir metadolojisi ile ün
kazanmı tır. Bilimsel ilerlemeyi t o p l u m s a l b i r e t k i n l i k olarak görür. Dolayısıyla,kurumsaldır.
Modern insanın do a’ya, onu yeni teknolojisinin icadına götürecek deneysel kontrol yoluyla müdahale etmesi,
onu dönü türmesi ve insani amaçların hizmetine ko ması gerekti ini savunmu tur.
T e o l o j i konusunda, Bacon, ciddiyetle ‘vahiy’ ve ‘akıl’ın birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılması
gerekti ini savunmu tur.
Francis Bacon’a göre, b i l i m bir ilerleme, g e l i m e sürecidir. Bu görü te b i l g i, g ü c’e
e itlenmi tir. Ona göre bilim, sözcüklerle oynamak yerine, Do a’nın kendi öz’ünü korumaya yönelmelidir.
Bilim’in yasalarını kavramanın tek yönü de, zihindeki önyargıları temizleyip, t ü m e v a r ı m yöntemini
uygulamaktır. M e t a f i z i e gelince, o, maddi dünyanın form’larına, ilke ya da yasalarına ili kin olan
ara tırmadır. Her ey, mekanik nedenlerin bir sonucu olarak ve yasak bir biçimde ortaya çıktı ına inanıp,
p o z i t i v i s t bir yakla ım arzeder. Özet olarak, Francis Bacon, m a d d i ve m e k a n i s t bir bakı
açısının savunuculu unu yapmı tır.”
(A. Cevizo lu, “Felsefe Sözlü ü”, sa:106-7)
Baç almak : Haraç almak
“Bu yolların en önemli geçit yeri orasıdır. Buralara gelen her kervan yalnız veyalnız oradan geçer.
Ba ka geçit yok. Sen i te bu geçidi tutacaksın. Baç alacaksın. Ta ki Bolu Beyi’nin askerinden çok askerin ola.”
“Çamlıbeli herkes bilir. Çamlıbel kalesinde kim oturur, Çamlıbel yolunda bir baç alır.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köro lu’nun Meydana Çıkı ı”, sa:53;78)
Bad; badbedest, badbiz; Bad-ı saba : (FAR.) Rüzgar, yel; Yelpaze; Sabah yeli, rüzgarı
“Katip çok uzatma harfi, imlayı
Hemen yaz, derdime iste devayı
Kerem et bekletme bad-ı sabayı
Azmeylesin o diyara tez elden”
“Bad-ı saba selam söyle o yara
Ya gelsin, ya gidek o diyara biz”
(Sözcükler: Yazı; Bad: Rüzgar, meltem; Saba: Sabah;
Azmetmek: Kesin kararlı olmak; Bizzat var olmak; Kerem et: Lütfet)
(Bayburdlu Zihni-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri III”, xıx.-xx. yy., sa:471)
Badi badi (gelmek, yürümek) : Salına salına, iki yanına yalpalıyarak, ördek gibi
“Çamura bulanmı bacaklarına, ıslak ete ine bir süre dalgın dalgın baktı. Rengini biraz daha kaybetmi
gülkurusu dudaklarında bir soru dola tı, durdu, sonra ‘adam sende!’ der gibi omuzlarını silkerek badi badi
yürümeye ba ladı.” ..... “Tüm bunların ötesinde kendisi, özellikle, paçalı tavu u andıran tulumlarıyla badi badi
yürüyen, henüz konu maya ba layan küçük lo ile de yakından ilgilenir ve ona candan bir sa dıçlık gösterirdi.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Çe meba ı; Kürt Hasan”, sa:21;164)
“Birkaç dakika sonra Ördek badi badi gelerek, ‘Su faresini nasıl buluyorsunuz?’ dedi, ‘Birçok iyi
tarafları var, fakat benim duygum bir ana duygusudur, yıllanmı bir bekara da acıyıp gözlerim ya armadan
bakamam.”
(O. Wilde, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:57)
“SHANNON -... (Hepsi de yakı ık alır olmaktan uzak kılıklar giymi lerdir, barok döneminin boy boy
a k ilahları gibidirler, pespembe ve sarı ın-Rubens’vari, kusursuz yapılı. Kızları, Hilda, deli bir gülü ü, kocaman
pırıltılı gözleri olan i irilmi bir ata binmi tir. Kız atın sırtında badi badi yürürken, ‘Atçı ım, atçı ım, haydi,
deh!’ diye ba ırır.)
(T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:19)
“ ki yana sallanarak dostlarımızı selamlamak için birkaç sözcük edip programlarımızı açarak kayalara
yayılmı denizaygırları gibi yerle iyoruz; badi badi denize yürüme yetene i olmayan, dalgaların kendini
kaldırmasını uman a ır bedenler gibi, oysa, çok a ırız, denizle araamızda pek çok kuru çakıl var. Yemekle tıka
basa doldurulmu , sıcaktan uyu mu uzanıyoruz. Sonra i mi , ama kaygan saten içine kapanmı deniz ye ili
kadın geliyor, bizi kurtarmaya.”
(V. Woolf, “dalgalar”, sa:123)
backgammon :
baculine :
(COLL.) <bek’gemın> : Tavla oyunu
(COLL.) <bekulin> : Deynek, deynekle dövmek
Badik burunlu : Tombul, basık burunlu kimse (Argo)
“Ulan bu çiviyi de kim koymu tu cebine? O piç Abdullah yok mu? O canım çocuk. O çilli, esmer yüzlü,
badik burunlu, Karakaplan kulübü santrhafı canım o lan Abdullah.”
(S.F. Abasıyanık, “Alemda ’da Var Bir Yılan”, sa:11)
baignoire :
(FR.,COLL.) <ben(y)uar> : Banyo teknesi; Tiyatroda alt kat loca
bailliff : (FR., HÜK.) <bey’lif> :
Konak- ato kahyası; cra memuru
Ba bozumu : Güz mevsiminde son kez üzüm ürününü toplama, ıra yapma merasimi
“ ‘Ellerinde büyük sepetler beni bekleyecekler. Bu tamam. Bundan sonra ba bozumuna gelenlerin…’
‘Hastası sayrısı (bedensel rahatsız> da içinde, eksiksiz, hepimiz birden taze taze yemek; pestil,
pekmez yapmak için ba bozumuna katılaca ız.’
‘ imdiye kadar ba bozumlarında kimsecikler ba larımın yanından bile geçirmediler.’
‘Ba bozumunu bize dı ardan bile seyrettirmediler.’
‘ imdi biz de kendi ba bozumumuza onları sokmayaca ız. Onlar bu ba ı dı ardan bile
seyredemeyecekler.’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:382)
“ SMENE
----------Belki siz de onların arasındaydınız. Bana izin yoktu.
Bu yüzden özel olarak ö rendim ata binmeyi; çitle çevrili,
ısırganlar, kuru otlar ve ebegümeci dolu bir tarlada,
Güzel günlerdi.
En çok da ba bozumlarını severdim. Her ey taze
arap kokardı ev, hava, su, giysiler, pencereleri. Üzümleri
çi neyenlerin kırmızı, kıpkırmızı ayaklarına bakardım;
sanki yalancı, ama kendine göre çekici bir vah eti olan
bir sava ta kana bulanmı tı bu ayaklar.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin”, sa:190)
“Dün de bugün gibi, mevsim güz. ’10 Kasım’ diye yazar Stendhal, ‘a açlar hala görkemli kızıl ve tunç
renkle yapraklarını koruyorlar. Asmalar kızarmaya ba layan meyvelerin a ırlı ı altında e ilen dallarıyla
birbirlerine kenetleniyorlar.’ Ba bozumu bitti. Cenderenin altında mayalanmaya ba layan lambrusco <Ita.: ıra>
üzüm kokusuyla arap kokusu arasında duraksıyor. Ben bu yaylayı ezbere bilirim, bizimkilerden o kadar de i ik
olan üzünçlü mısır tarlalarını, dutluklarını, akkavaklarını avucumun içi gibi bilirim. Burada, Parma’nın en ünlü
ailelerinden birinin malı Soragna atosunda konuk oldum. Bugün bu yöre artık Don Camillo’nun ülkesinden
ba ka bir ey de il.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:13)
Ba çubu u kadar kuru kalmak : Hastalıktan ya da ya lılıktan kilo kaybetmek, ileri derecede zayıflamak
“Atölyenin yolu hiçbir zaman böylesine uzun gelmemi ti ona. Ya lanıyordu, bu da vardı. Kırk ya ında,
hem de bir ba çubu u kadar kuru kalmı olmasına kar ın, kasları o denli çabuk ısınmıyordu.”
(A. Camus, “Sürgün ve Krallık”, sa:47)
Ba da kurmak : Dua eder gibi, dizlerini bükerek iki aya ı önünde çaprazlayarak basen kısmınlaa yere kıç
üstü oturmak (Klasik eski Anadolu yemek tarzı): ‘Ya satarım, bal satarım; ustam öldü ben satarım’ çocuk
oyununda da yerde daire eklinde oturma biçimi; tek zorlu u ebe olundu unda yerden fırlamakta zorlanma
“Kapıdaki nöbetçi asker ba da kurmu , tüfe ine sarılmı , derin bir uyku çekiyor. Hamalın evinin
kapısı kapalı, el arabası dı arıda duruyor. Yanından geçiyorum.”
(J.M. Coetzee, “Barbarlar Gelirken”, sa:6-7)
Ba ıra ba ıra; Ba ıra ça ıra; Ba ırıp ça ırmak; Ba ırtı ça ırtı; Ba rı ça rı : Bangır bangır ba ırarak,
yüksek sesle haykırarak
“Ba ıra ça ıra konu an iki talyan i çisi sırt torbalarını indirip bir süre dizleri üstünde tutuyorlar; u
anda hiç bo yer kalmadı kompartımanda. Sözlerine pek dikkat etmedi iniz, Fransızca ve talyanca konu malar
birbirine karı ırken bir üçüncüsü ekleniyor, pek anla ılmayan hoparlörün sesi, öbürlerini bastırıyor ve hareket
etmek üzere oldu unuzu bildiriyor.”
(M. Butor, “De i me”, sa:138)
“Kapıcı ba ıra ça ıra ve yaptı ı akadan duydu u sevinçle kıpkırmızı, çakıp gitti. Demek ki o i renç
gölgeyle çirkin çizgiler, apartman kapısının parmaklıklarına aitti.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:432)
“Odasına girdiklerinde, Don Quijote’un yataktan fırladı ını, ba ırıp ça ırdı ını, kılıcıyla her yere
saldırdı ını gördüler; hiçbir ey olmamı gibi canlıydı. Sa ından solundan tuttular, zorla yata ına yatırdılar.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:43-4)
“Ertesi sabah John kendisini ba ka bir edebi tartı ma içinde bulur. Otelin spor salonunda, jüri ba kanı
Gordon Wheatley’e rastlar. Egzersiz bisikletlerinde, yan yana pedal çevirirken, bir yandan da ba ıra ça ıra
tartı ırlar.”
(J.M. Coetzee, “Romancının Romanı”, sa:16-7)
“Rahip masalardan birine yakla tı, yazıcılara durumu kısaca anlattı. Birkaç ki i çantayı elinden kaptı,
aralarında ba ırıp ça ırmaya ba ladılar, amirlerinin gelmesi için birini gönderdiler. Koca bıyıklı, iri kıyım bir
polis geldi az sonra. Kısa bir sorgulamadan sonra koca bıyık çantayı onlardan alıp odasına kapandı.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:39)
“Ba ırıp ça ıranlar mı ararsın, a kınlıktan donakalanlar mı ararsın? Tartarin de kaldırıyor ba ını, bir
de bakıyor ki: deve! Deve efendim, deve, trenin ardından var gücüyle ko up duran, trenle atba ı giden ba a
çıkılmaz deve! Tartarin’in birdenbire keyfi kaçtı. Gözlerini kapayarak kö eye büzüldü.”
(A. Daudet, “Taraskonlu Tartarin”, sa:136)
“Bir kapı, birçok kapılar açılıyor sanki a a ıda, kom u evlerde. Bir kadın sesi, dadım mı, soruyor:
‘Hayrola, bekçi baba?’ Sonradan ö reniyorum ki, bekçi babaya yangının nerde oldu unu sormak olmaz, yakı ık
almaz. ‘Hayrola bekçi baba?’ diyeceksin. O da sopasını vurarak, hiçbir soru duymamı gibi, uzakla acak ba ıra
ba ıra: ‘Yangın var...Üsküdar’da, emsipa a Mahallesi’nde...’ ”
(A. Erhat, Gülleyla’ya Anılar, sa:13)
“Ha arı sokak kedileri arasında kalmı bir ev Minno ’u gibi bu masum yavrucak, sa dan soldan gelen
darbelere, ba ırı ça rı lara aldırı etmeden i ini görmekte.”..... “Okuldan çıktık, sekiz on mahalleli, yoku tan
ba ıra ça ıra çıkıyoruz. Biraz sonra çelik çomak oynayaca ımız cami avlusuna bir göz attık: O! Müthi bir
kalabalık var, ben diyeyim elli, siz deyin yüz.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Çe meba ı; Mahallede Bir Ölü Var”, sa:19-20;31)
“Bir an olsun so ukkkanlılı ını kaybetmemi bulunan rahip, suratını buru turdu, ba ını çevirdi ve
kendini korumak ister gibi sa eliyle kaldırdı ı bastonunu, sarho herifin kafasına hafifçe yerle tirdi. Martin, bir
feryat kopardı, kendini yere attı ve bir solucan gibi kıvrım kıvrım kıvrandı, rahip beni ölesiye dövdü, diye
ba ırdı ça ırdı.”
(E. Eschenbach, “Köyün Çocu u”, sa:5)
“Geçenlerde Charles’ın konsültasyon yaptı ı Yvetot’lu bir doktor, hastanın yata ı ba ında, oraya
toplanmı yakınlarının ve akrabalarının önünde Charles’a neredeyse hakaret bile etmi ti. Ak am Charles bu olayı
anlatınca, Emma o meslekta ı hakkında a zına geleni ba ıra ça ıra söyledi. Charles bu yüzden çok duygulandı.
Gözleri ya ardı, karısını alnından öptü.”
(G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:70)
“Çekti i üzgüye kar ılık hiçbir ey dilemiyordu. Yolculardan bazıları heybelerinden çıkardıkları
yiyecek kırıntılarını ya da artık giymek istemedikleri eski püskü giysilerini ona veriyorlardı. Kaba olanlar ise
ba ırıp ça ırıyorlar, tatlılıkla azarlanınca da, onu a a ılamaya ba lıyorlardı. Öyleyken, onları kutsamaktan
kıvanç duyuyordu.”
(G. Flaubert, “Konuksever Ermi Julien’in Efsanesi”, sa:81)
“ ‘Nasıl olur,’ dedi Angele, ‘onu durduramayız.’
‘Bir de bu çıktı,’ diye ba ırdım; ‘öyleyse çok yüksek sesle konu alım, sevgili dostum. imdi de ne
oluyor! A lıyor musunuz yoksa?’
‘Hiç de de il,’ dedi çok canlı bir ekilde.
‘Pekala!’ Bu cırcır öten gevezenin çıkardı ı gürültüyü bastırmak için, içim co kuyla dolu, ba ırıp
ça ırmaya ba ladım: ‘Angele! Angele! Tam zamanıdır! Bu çekilmez yerden uzakla alım!’ ”
(A. Gide, “Batak”, sa:78)
“... utanç verici bir dava bir kez daha cinsel sapıklık gibi irkiltici bir konuyu ortaya çıkardı. Sekiz gün
süreyle salonlarda, kahvelerde ba ka bir ey konu ulmadı. Bilgisizlerin, dikkafalıların ve ahmakların bu konuda
geli igüzel ba ırıp ça ırmalarını ya da öne sürdükleri kuramları dinlemekten bezmi tim.”
(A. Gide, “Sapık Sevgi”-Corydon- , sa:11)
“LUNARDO - Gitti sonunda. yilikle bir eyi elde etmenin olana ı yok ki.. lle ba ırıp ça ırmak
gerek.”
(C. Goldoni, “Yabanlar”, sa:27)
“Sava meydanına bir yı ın çarıkla gelirlerdi; bazen silahlarımızı gizledi imiz yeri ke fedip bir kısım
cephanemizi çaldıkları da oluyordu. Buna kar ı biz de:
‘Böyle oyun olmaz!’ onları protesto ederdik. O zaman çarıkları yarı yarıya bölü ür, oyuna yeniden
ba lardık. Tatarlar açık bir yerde sıralanırlardı. Biz de ba ıra ça ıra etraflarında ko u ur, çarıkları üzerine
fırlatırdık.”
(M. Gorki, “Çocuklu um”, sa:244)
“Hatice Hanım’a:
-Her zaman böyle ba ıra ça ıra mı çalı ırlar? Buna dayanılır mı? diye sordum.
O, biraz hayretle yüzüme baktı.
-Elbette kızım! Okul bu. Keser vurmadan a aç yontulur mu? Ne kadar ses çıkarılırsa, ders o kadar
zihinlerinde yer eder, diye yanıt verdi.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:183)
“Zavallı adam o ak am:
-Artık rakılar sidi e döndü. Renk, koku tıpkı o... Meretten imdiye kadar hiç tattı ımı bilmiyorum ama
galiba tadı da böyle olmalıdır, ikayetleriyle ba ıra ça ıra gıdasını aldı. Fakat bu bo suçlamaları dinleyen asıl
suçlu, bir kö ede kıs kıs gülüyordu.”
(H.R. Gürpınar, “Utanmaz Adam”, sa:25)
“Bir de adalara baktım. Bilirsiniz ya, orada kimsecikler yoktur. Oysa adalar, bir donanma varmı gibi
ı ıldıyorlardı. Adalarda elli-altmı koca deniz feneri yanıyordu. nin-cinin top attı ı yerde bu cümbü ne oluyor
dememe kalmadı, provamızdan bir gomina ötede bir kayık gördüm. Yelkenleri sarmı , silyonları söndürmü ,
yalnız direkte gardiyaprova feneri çakıyordu. Ba ırdık ça ırdık, ses veren yok.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:144)
“Ön sıralarda, kendi ya ındaki o lanlar ba ırıp ça ırmaya, birbirlerinin enselerine vurarak sigaralarını
tellendirmeye ba lamı lardı. Hamdi onlara hasretle baktı. Aralarında olmayı o kadar istiyordu.”
(O. Hançerlio lu, “Büyük Balıklar”, sa:78)
“ ri yarı, ba ırıp ça ırıp sayıp söven biriyle kendi halinde, çekildi i kö ede sessizce oturan açık mavi
gözlü yabancının arasındaki seçimi bırakın ben yapayım, hangisine daha büyük zevkle saldıraca ıma karar
vereyim.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:265)
“En iyisi içlerinden birinin onunla kar ıla tı ında hiç duraksamadan onu vurmasıydı, çünkü sonuç
olarak cepte yüz sikke olması dü sel bin sikkeden daha iyiydi. Söylenenlere hepsi ba ıra ça ıra katılıyor, sanki
o anda gerçekle mi çesine yapacaklarının tadını çıkarıyor, ku avının özelliklerini tartı ıyordu.”
(H. Hesse, “Masallar”, sa:248)
“Hiç adetim de ilken ba ıra ça ıra böbürlenmeye ba ladım, Sennalpstock’un o sarp kayalı ına nasıl
pervasızca tırmandı ımı ve Rözi Girtanner için Alp güllerini koparıp döndü ümü anlatmaya koyuldum.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:41)
“Kadına te ekkür edip yürüdüler, artık yolu sormaları pek gerekmedi, çünkü Gotama’ya ba lı olup
Jetevana’ya giden az buz denemeyecek sayıda hacı ve ke i e rastladılar. Gece vakti vardılar korulu a, gelenlerin
ardı arkası kesilmiyor, ba ırıp ça ırmalar, konu malar i itiliyor, gece için barınacak yer isteyenlere yer
gösteriliyordu.”
(H. Hesse, “Sidarta”, sa:35)
“Çünkü ben de, Ay e Müdir’anım çocuklara beni tanıtıp sınıftan çıktı ı andan itibaren, tıpkı onun gibi
dizginleri ele aldım. Ba ırıp ça ırıyorum. Sınıf üzerinde küçümen hükümdarlı ımı ilan ediverdim. Astı ım
astık, kesti im kestikti. Hakimiyet ve otoritemden çıldırtıcı hazlar duyuyordum.”
(S. leri, “Hayal ve Istırap”, sa:179)
“Bir süre lambalı motorlardan ba ırtılar ça ırtılar geliyor. Sonra birden kesiliyor ve bizimkiler
sevinçle geriye dönüyorlar. Bir de bakıyoruz sandalları uskumru dolu. Lambacılar onlara sandallar dolusu balık
vermi ler, sus payı. Biz kıyıdaki birkaç arkada la bozuluyoruz.”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:152)
“Onu dizleri üzerinde tutan da yatı tırmaya çalı ıyordu. Maruja derin bir soluk alarak havayı a ır a ır
a zından çıkardı; kendine gelmeye ba lamı tı. Birkaç blok gittikten sonra durum de i ti, çünkü zorlu bir yokulta
araba kendini bir trafik sık ıklı ının içinde bulmu tu. Telsiz telefonlu adam, ba ırıp ça ırarak, öteki arabadaki
oförün bir türlü yerine getiremedi i birtakım olanaksız emirler vermeye ba lamı tı.”
(G.G. Marquez, “Bir Kaçırılma Öyküsü”, sa:11)
“Müzikten anlayanlar için çalmaktan keyif almı tım hep, oysa bunlar olanca güçleriyle ba ırıp
ça ırmaktan ba ka bir ey yapmıyorlardı. Eve dönerken yine gitar çalıyordum, biri de arkı söylüyordu..... Böyle
ya amaktan bıkmı tım.”
(C. Pavese, “Yolda ”, sa:5)
“Böylesine tatsız ko ullar altında olduklarından, gelene in aksine, iki guruba ayrıldı erkekler, bunlardan
biri kadınlarla çocukların önünden, biri de kadınlarla çocukların arkasından yürüyordu, niyetleri bu zavallıları
hakaretlerden, küfürlerden, ve kim bilir, belki de olası daha büyük kötülüklerden korumaktı. Ama Samiriye
sakinleri ehlile mi olacak ki, Celile kafilesinin yol boyunca tüm kar ıla tı ı birkaç tehditkar bakı , biraz da
ba ırı ça rı tan ibaret kaldı, çevre tepelerde yolculara ta larla saldırmak için pusuya yatmı hırsızlar yoktu her
nedense.”
(J. Saramago, “ ncil’deki kinci sa”, sa:53-4)
“ACHILLES (Hemen Pothinus’tan sonra, bir tehdit edasıyla.) - Dört bin ki iyle ne yapabilirsiniz?
THEODOTUS (Hemen Achilles’in ardından cırlayarak.) Hem de on parasız. Gidin i inize.
SARAYLILAR (Ba ırıp ça ırarak Sezar’ın çevresine ü ü ürler.) Gidin i inize. Mısır, Mısırlılarındır.
Defolun buradan!
RUFIO (Konu amayacak kadar öfkeli, sakalını ısırır.) SEZAR (sanki kahvaltı sofrasında imi de, kedi
bir parça morina balı ı kapmak için yaygarayı basıyormu gibi rahatça oturur.)”
(G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:63-4)
“Hele bir seferinde kapı birden ardına kadar açıldı, zıngır zıngır sallandı bütün dükkan, içeri Argenson
kontunun u a ı girip yalnız u akların ba ıraca ı gibi ba ıra ba ıra yeni kokudan be i e istedi.”
(Patrick Süskind, “Koku”, sa:92)
“Bütün bu mektupla malar sonucunda anladım ki müthi bir dialog ve yüzle tirme gereksinmesi var,
ama bunu yapacak yer pek kıt. Pek çok ki i ba ırıp ça ırıyor ama konu an yok.”
(S. Tamaro, “Sevgili Mathilda”, sa:10)
“Levin sonra ne eli bir tavırla, bütün gece uyumamı , sırtında yarım kürküyle Aleksey
Aleksandroviç’in kompartmanına nasıl daldı ını anlattı.
-Konduktör, atasözünün tersine, giyimime ku amıma bakıp dı arı atmak istedi beni. Ben de ba ırıp
ça ırmaya ba ladım. Siz de...”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:731)
“Gök mavisi küçük, ama tepeden bakan iki gözü; yüzüyle bir renkte, e ri, çatlamı , küçük bir a zı
vardı. Bu a ızdan bo uk da olsa çınlayan bir ses çıkardı..... Harlov, her zaman rüzgarlı bir havada, geni bir
yarın öte yanındaki bir adamla konu uyor gibi ba ıra ça ıra konu urdu. Yüzünden neler okundu unu anlatmak
oldukça zordu..... ho a gitmeyen bir yüz de sayılmazdı; onda bir büyüklük de göze çarpmaktaydı, ama ne de olsa
görülmemi , a ırtıcı bir yüz.”
(I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:12)
“Kocası hep bir adım önde oldu u ve tam o anda görü alanına giren eyler hakkında durmadan bilgi
verdi i halde, Margot’nun yalnız Doktor Hanım yani Ellen’i dü ündü ünü fark edecekmi . Ve fark etti i zaman
da, onlar kestirme yolun daha yarısına gelmeden çıngar çıkacakmı . Ve açık havada kavga etmek, birbirine
ba ırıp ça ırmak, evdeki kavgadan çok çok daha kötüymü .”
(M. Walser, “Birbirimiz Olmadan”, sa:7-8)
“Bizzat ıstırabının gerçekli i, artık onu gerçekdı ı gibi gösteriyordu. Kaçınılmaz olan bir ey için
ba ırıp ça ıracak kadar kadar nasıl aptallık etti ine a tı.”
(O. Wilde, “Lord Arthur Savile’in Suçu”, sa:28)
“Fransızlardan biri, ba ıra ça ıra, bu sefil kaçakla fazla u ra ılmamasını, ya çalı masını ya da geri
gönderilmesini istedi; iki kadın, bu adamın ba ına gelenlerin kendi suçu olmadı ını, insanların yurtlarından
çıkarılarak yabancı bir ülkeye gönderilmelerinin bir suç oldu unu söyleyerek kar ı çıktılar.”
(S. Zweig, “Amok Ko ucusu-Leman Gölü Kıyısındaki Olay”, sa:184)
“Yerdeki bir karınca kadar yararsızdım... Ah o bakı , benden hala bir eyler uman o budalaca, o a ırı
inanmı bakı ... Öylesine tedirginle iyordum ki, herifi ba ıra ça ıra aya ımın altına alasım geliyordu.”
(S. Zweig, “Hikayeler” Cilt:I, sa:58)
Ba ı lamak; Ba ı lanmak, Ba ı latmak : Affetmek; Lütfetmek; Kar ılıksız hibe-hediye etmek; Affedilmek,
izin verilmek, izin istemek (Özellikle kilise mensupları tarafından, küçük bir ihmal olu umunda, nezaketle af
dileme durumu)
“Luisa Porto’nun Kaybolu u
1.
-----------------------------------Anasının bütün istedi i çocu u,
geçmi te bir ö leden sonra, ta Cachoeiro’da
do ar do maz, ana sütüyle, sancıyla ve
gözya ıyla tanı an.
Ba ka açıklama gerekmez,
bir de -ba ı layın- u foto raf:
canlı bir varlı ın silik izlerini ta ıyan,
bunun da bir anlamı yok sizin için.”
(Carlos Drummond de Andrade<1902-1987>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 04.08.05)
“Rebecca, ‘babam altı gün önce vefat etti’ deyince öyle sarsıldım, bu sözdeki kesinli i kabullenmeyi
öylesine istemedim ki, birden ba ım döndü ve oturmak için izin istedim. Rebecca beni oturma odasındaki bir
koltu a oturttuktan sonra su getirmek için mutfa a gitti. Odaya geldi inde aptallı ını ba ı lamamı istedi, oysa
özeür dilenecek bir ey de yoktu, kadın da hiç aptal de ildi.”
(P. Auster, “Görünmeyen”, sa:124)
“Dokuz gün önceki faksına cevap vermekte gecikti im için beni ba ı la. in do rusu, 70’lerin sonu ya
da 80’lerin ba ından bu yana, sanatın içsel ya amamızdaki rolünün önemini yitirdi i görü üne cevap olarak
tutarlı, uygun bir ey söylemeye çalı tı ım için geciktim. Dü üncelerimi belirtti im ve öfkeyle verip
veri tirdi im birkaç sayfa yazdım, ama be enmedim. Yazdıklarımı sı ve sıkıcı buldum, o yüzden de sana
göndermekte çekimser kaldım. <Paul, 23 Ekim 2009>”
(P. Auster-J.M. Coetzee, “Burada ve imdi, Mektuplar 2008-2011”, sa:112)
“Ressam, kızın önünde diz çökerek:
-Ba ı la beni Gillette’im, dedi. Ünlü bir adam olmaktansa, sevilen bir adam olayım, daha iyi, bin kat
daha iyi. Benim için zenginlikten de, ünden de güzelsin. Hadi, at fırçalarını, yak u resimlerini. Yanılmı ım ben.
Benim dünyada asıl görece im i , seni sevmek. Ressam de ilim ben; a ı ım. Sanat da, bütün gizler de yok
olsun!”
(H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt”, sa:36)
“dönü
-------çatıların koruyucuları
gece böcekleriyle uyumlu
anı a açları gibi çatlamı
onlarla birlikte aç bir ruh
onlarla birlikte tiran baba
ba ı la beni, susuzluk içinde
bırakıldı ını söylüyor bir adaya”
(Robert Berold<d.1948>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 22.12.05)
“BEN BA I LA
Beni ba ı la, doyumsuzlu umu ba ına saldı ım içn
Onca ilaçtan sonra, ey Besine sana doyumsuzum!
Ey dostum Besime sana güvenim sonsuz, ama
Kin beslemeden, vurdukça bu a k kalbime!
nsanların dedikleri ilaçtır bana,
Sen ve tanrı benim ilacım olacaksınız.”
(Cemil Besine<Cemil Bin Abdullah Bin Mamur el Azri el Kdaki><d.701M. 82H>-Metin Fındıkçı;
” iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 04.06.09)
“MEND L MDE KAN SESLER
Her yere yeti ilir
Hiçbir eye geç kalınmaz ama
Çocu um beni ba ı la
Ahmet abi sen de ba ı la.
Boynu bükük duruyorsan e er
çimden geldi i için de il
Ama hiç de il
Ah güzel Ahmet abim benim
nsan ya adı ı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin topra ına benzer”
(Edip Cansever<1928-1986>-“Cezaevi iirleri”, Refik Durba , sa:85)
“Athena’nın ölümünden uzun bir süre sonra, eski ö retmeni kendisiyle birlikte skoçya’nın Prestonpans
kasabasına gitmemi istedi. Kasaba yönetimi, ertesi ay kaldırılacak olan bazı eski feodal ayrıcalıklardan
yararlanarak, on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda büyücülük yaptıkları gerekçesiyle idam edilmi seksen bir
ki iyi -ve kendilerini- ba ı lamaya karar vermi ti.”
(P. Coelho, “Portbello Cadısı”, sa:14)
“KUZEY
---------Sanırım öldürecekler bizi yarın,
Kül vardı bu ak am
Sa kanadımızda. lerdeki
Tepelerin arasında sava maka
stemedikleri için mi?
Da lar ülkemizdir bizim:
Pusulardan korkar onlar, haklılar.
Ba ı lamak yok aramızda:
Dü manlar o kadar çok ki”
(Patrick Cullinan<d.1932>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet kitap, 27.06.06)
“ET K B R
R
-------------------Ne canı gönülden
Ba ı la gençli in ate li saatlerini,
Ne de aykırı ya a,
Kandırarak sa görüyü.
(J.V. Cunningham<1911-1985>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.02.04)
“Kaputunun dü melerini bile emir eri iliklerdi. Beni ba ı layın, bu tiride dönmü adamın tek bir dü ü
vardı, o da general olmak. Ya lı, çökmü , bir aya ı çukurda ama gönlünde ne aslanlar yatıyor.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:45)
“‘Sizin kalbiniz büyüktür. Beni çoktan ba ı lamı oldu unuzu biliyorum. Ama a zınızdan duymak
istiyorum ki uzak yerlere gitti im zaman sesiniz, sözleriniz kulaklarımda çınlasın.’ ”
(Ch. Dickens, “Büyük Umutlar”, sa:327)
“ÇÖLLER
Sevmek ve sevilmek
için do mu tum.
Gel gör ki ya amım
sevgisiz geçti neredeyse.
te bundan
bu kadar ba ı layıcıyım”
(Blaga Dimitrova<1922-2003>-Hüseyin Mevsim; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
19.12.02)
“ULUORTA
-------------giysi dolabının önünde,
sessizce havada bekleyen
bir uzay gemisi gibi, çevirdi
a armı ba ını bir tavuk benzeri:
yalvardı, ‘lütfen, maboi,’
gözya ları bo uyordu
o tüylü yüzü,
‘ba ı la beni, ba ı la beni maboi.’
asla yanlı yapmamı tım bu adama
ne de kin beslem tim ona”
(Angifi Proctor Dladla<d.1950>- lyas Tunç”, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.03.08)
“... öyle ki, sonunda ruhsal bunalım içinde olan bey dayanamadı; hem heyecanını bastırmak, hem de
kendi yarattı ı bu ho a gitmeyen sahneye incelikle son vermek istedi:
-Beni ba ı layın, aklım ba ımda de il; siz elbette beni tanımıyorsunuz. Sizi rahatsız etti imden dolayı
özür dilerim; vazgeçtim.”
(F. Dostoyevski, “Ba kasının Karısı”, sa:12)
“... a a ıdaki karanlık avludan onların erkeklerinin daha derin, daha karanlık homurtusu duyuluyordu;
erkekler birbirlerinin ellerine dokunuyor, birbirlerini avundurmak için ‘Ma-a-le ! Ba ı la Yarabbim! Hiçbir ey
acımızı hafifletemez!’ diyorlardı.”
(L. Durrell, “Mountolive- skenderiye Dörtlüsü”, sa:345)
“ ‘Hastaydınız, evet, sonra anlatırım. Ama artık biliciniz yerine geldi. Ha gayret. Ben Doktor Gratarolo.
Ba ı layın, ama size bir kaç soru sormam gerek. Kaç parma ımı gösteriyorum size?’ ”
(U. Eco, “Kraliçe Leona’nın Gizemli Alevi”, sa:11)
“Hüdavendigar’ın son günlerinde elli iki direm tutarında borcu vardı. Kendisi alacaklıya birkaç altın
kırıntısı verilmesini ve ondan helallik istemelerini emretti. Alacaklı bunu kabul etmeyip Mevlana’ya ba ı ladı.
Bunun üzerine Mevlana: ‘Alemlerin Rabbine hamdolsun, bu korkunç beladan kurtuldum’ dedi.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:3-4)
“Papaz: ‘Ah bu haylazlar ah! Hiç adam olamayacklar!’ diye söylendi. O sırada, paramparça bir din
bilgisi kitabına aya ı takıldı. E ilip yerden alarak: ‘Hiçbir eye saygı gösterdikleri yok bunların!’ diye
homurdandı. Sonra, Bayan Bovary’yi görür görmez: ‘Ba ı layın, birden tanıyamadım da…’ dedi.”
(G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:124-5)
“Ölürken yapılan ayin boyunca üç ya lı kadın yöresini çevirmi lerdi. Félicité, Fabu ile konu mak
istedi ini bildirmi ti. Fabu pazar kıyafetiyle gelmi , bu acıklı hava içinde sıkılmı tı. Félicité kolunu uzatmak için
çabalayarak:
‘-Ba ı layın beni!’ diye özür dilemi ti. ‘Loulou’yu sizin öldürdü ünüzü sanıyordum!’ ”
(G. Flaubert, “Üç Hikaye-Saf Bir Kalp”, sa:45)
“Bu sırada, Hubert içeriye girdi. Bizleri saçı ba ı da ınık görünce: ‘Ba ı layın! Sizi rahatsız ediyorum,’
dedi, tekrar çıkarmı gibi yaparak. Bu kibarca davranı beni çok etkiledi.”
(A. Gide, “Batak”, sa:117)
“ROSAURA - sminizi de ba ı lamaz mısınız efendim?
LELIO - Emredersiniz. Altın ato markilerinden Don Astrubale.”
(C. Goldoni, “Yalancı”, sa:21)
“BA I LA BEN
Ba ı la beni kapını sessizce açtı ım için,
yazgına girdi im için kapını çalmadan,
ate i yakıp ardından so udum için,
aradım, ama bulamadı ım için.
Ba ı la beni güvendi im, utanma bilmedi im,
gözüpekli imle seni büyüledi im için.”
(Nigar Hasanzade<d.1975>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 15.05.03)
“Yüzba ı Sagner, ‘Bu i te bir tuhaflık var,’ dedi, ‘Neden Kunert’i öne itip duruyorsun?’
‘Komutanım, her ey rapor edilmeli. Bu adam o kadar fena dayak yemi ki, aptal olmu . Te men
Dub’dan defalarca yumruk yedi i için, kendi ba ına gelip ikayette bulunacak halde de il. Komutanım,
ba ı layın ama, adamca ıza öyle bir bakarsanız bacaklarının nasıl titredi ini göreceksiniz.’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:146)
“Oh, Kutsal Tatlı Bakire, onu köprüden kurtar, bana geri ver. Her dedi ini yapaca ım. Çünkü u anda
burada de ilim. Ben diye bir ey yok. Onunla birlikteyim. Ona benim adıma göz kulak ol, o zaman ben olaca ım
ve o zaman senin için her eyi yaparım. Bu Cumhuriyet’e kar ı çıkmak olnaz. Yalvarırım beni ba ı la. Kafam
çok karı ık.”
(E. Hemingway, “Çanlar Kimin çin Çalıyor”, sa:501)
“Jim çevresine merakla baktı. Sonunda aptalla mı gibi:
-Saçımı kestim mi dedin, diye yanıt verdi. Della:
-Evet, kesip sattım, diyorum, diye açıkladı. Yavrucu um, bu ak am Noel! Beni anla, ba ı la. Senin
u runa gitti...”
(O. Henry, “New York’u Neden Sevdi?”, sa:25)
“Bunun üzerine ya lı amcam, ..... gittikçe artan bir iddetle duvarın tırmıklanmakta oldu u yerin tam
önünde kımıltısız durdu ve hiç i itmedi im kadar güçlü ve görkemli bir sesle: ‘Daniel, Daniel, bu saatte burada
i in ne?’ dedi. Bunun üzerine korkunç, tüyler ürpertici bir çı lık koptu..... ‘Varlıkların en yükse inin tahtı
önünde ba ı lanma ve acıma dile! Senin yerin orasıdır. Bir daha dönmeyece in bu ya amdan defol git!’ ”
(E.T.A. Hoffmann, “U ursuz Miras”, sa:34)
“SÖZ SÖZDEN YORULDU
10
<15 Mart 1997>
Ba ı lamanı rica ediyorum
Divanın üstünde oturdu umda
Cesaretimi kırma
Dikkatimi da ıtma
Ba ı lamanı rica ediyorum”
(Allan Kolski Horwitz- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 04.09.08)
“Ko uyor, dostunun buhar çıkaran vücuduna atılıyor ve yüzünü öpücüklere bo uyor:
-Ba ı la beni, Adrien! Ba ı la beni! Böylesine bir dostlu a layık de ilim ben!
-Layıksın! diyor öteki, ba ıyla.”
(P. Istrati, “Mihail”, sa:180)
“Sereth Irma ının yata ı, doymak bilmez Tuna’ya ya amını ba ı ladı ı yere varmadan biraz önce,
brail’le Galatz arasında uzanan geni ve verimli bir ovaya dönü ür. ‘Irmaka ızlar’ denen yöre halkının burayı
bir ba tan bir ba a geçmek için, arabayla iki saat yol alması gerekir, öylesine geni tir i te.”
(P. Istrati, “Minka Abla”, sa:5)
“... o benim kalbimi çok kırdı ama o lum tabii, ne yaparsa ho görece im ne yaparsa ba ı layaca ım,
onu gene eskisi gibi sevece im, hiç yapmasa i lemese daha iyi olur tabii, ama hangi o ul anasının kalbini
kırmaz...”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:80)
“ DEAL NT HARLAR
----------------------------Hayatları bir trajediymi , öyle diyorlar
Tanrım! nsanların o ürkütücü kahkahaları
ve gözya ları, alın teri, gökyüzü
özlemi, manzaranın kimsesizli i.
Artık her ey bitti. te bırakılan not
gerekti ince kısa, anlamlı ve yalın,
aldırı sız ve ba ı layıcı
okuyup a layacaklar için.”
(Konstantinos Karyotakis<1896-1928>-Cevat Çapan, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
08.08.02)
“Kar ımızdaki kösele yüzlü, sırım gibi herif, iri fakfon tabakasını bize uzatırken arkada a beni sordu:
-Bu beya a da sizin gibi meraklı olmalı cümbü e!
-Biraz öyledir!
-Ba ı layın göreyim, bu beya anın adını bana!
-Hayri!”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:22-3)
“Bunu söyler söylemez de son kurtulu zamanının gelece i, cehennem ate lerinin sönece i ve
Kurtulu u Olmayan O ul’un, yani eytanın gö e çıkaca ı, Peder’in elini öpece i ve gözlerinden ya lar akaca ı
eklindeki, belki de suçlu olan üçlü dü ünce, kafamda im ek gibi çaktı. eytan: ‘Günahkarım!’ diye ba ıracak,
Peder de kuca ını açıp ona:
-Ho geldin! diyecek; ho geldin o lum! Sana bu kadar i kence etti im için beni ba ı la!
Fakat dü üncelerimi dile getirmeye cesaret edemedim.”
(N. Kazancakis, “El Grego’ya Mektuplar”, sa:215)
“Emir’in gözleri çakmak çakmaktı. Üçünün gözlerinin içine, hiç konu madan, teker teker, uzun uzun
baktı. Ötekiler dayanamadılar, ba taki en uzunu, ‘kusurumuzu ba ı la sultanım. Bizden çok ki i öldürdü de,
yoksa sultanımız, biz böyle bir hata i ler miydik, gelir de senden, senden evine sı ınmı bir ki iyi ister miydik.
Bizi ba ı la.’ Ba ları önlerinde, utanmı , yerin dibine geçmi , oradan ayrıldılar.”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 1- Fırat Suyu Kan akıyor Baksana”, sa:254)
“Karanlık duvar gibiydi. Gecenin üstüne ya mur ya ıyordu.
‘Adını ba ı la.’
‘Adım Kara Mıstık!’
‘Hah hah! nce Memed Kara Mıstık mı?’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:II, sa:68)
“YOLCU - Demek Lisette de onu buldu? Ve benim dikkatsizli im bütün bu karı ıklı ın nedeni, bütün
suç benim dikkatsizli imde! (Christoph’a.) Size de çok ettim! Ba ı layın beni!”
(G.E. Lessing, “Yahudiler”, sa:61)
“DL
Ba ı la beni Tanrım, seni bolluk
ve morlar içindeki günlerinde aramıyorsam.
Ba ı la beni ı ık ve günlük kokulu
törenlerine katılmıyorsam.
Ba ı la beni herkese açık alanlarda
seni alkı layanların kalabalı ına
karı mıyorsam.”
(Henriqueta Lisboa<1903-1985>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
12.08.04)
“ADAM
--------daha ölçülü istekleri vardı arkada ımın
ba ı lanmasını diliyordu tanrının ona
görkemli huzurunu bahçedeki okaliptüslerin,
bütün yoksulların gözya larını silmeyi bir de
o zaman alçakgönüllü olacak
yıldızların kızıl mumu damlamayacaktı üzerine”
(Seitlhamo Motsapi<d.1966>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.10.06)
“Hire’de toplanan köleler
Umutları için çalı tırdın bütün bu insanları
umutlarına inanarak
Dünyanın zincirlerini kırmak için hırsla
çalı tılar ve sen
-------------------------------Bu balın zenginli ini payla tırmak istersen
Üstlerinde yıpranan giysileri atıp gölde
azalan balıkların balıyla ört onları
Onlara nasıl yetecek bu bolluk diye sorma
Bendeki zenginli i görmeden, hatta bana
geri dönmeden bu zenginli i ba ı la.”
(El Mütenebbi<915-965>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.03.09)
“Tanrılardan Tek Dile im
Tanrılardan tek dile im
Onlardan bir ey istememeyi
ba ı lamalarıdır bana.
Mutluluk bir yüktür. Talih bir boyunduruk.
kisi de fazla rahat bir durumun göstergesi.
Ne tela lı, ne tela sız, ya arım ben
Aldırmadan acılara, sevinçlere.”
(Fernando Pessoa<1888-1935>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 22.05.08)
“LUCA - Fark mı? Sizin ya amınızla, bütün bu soytarılıklarınızla bir ilgisi kalmamı olan Pulino gibi,
benim gibi biri için ne fark olsun istersin? Seni, bir ba kasını ya da yoldan ilk geçeni öldürmek bir bizim için.
PARONI - Ba ı la ama, hiç de aynı ey de il. En yararsızı, en budalacası olurdu o zaman suçların!”
(L. Pirandello, “Üç Kısa Oyun-Aptal”, sa:71)
“Salonda onları Marya Kirilovna kar ıladı ve kızın güzelli i ya lı kurdun ba ını döndürdü. Troyekurov,
konu unu genç kızın yanına otuurttu. Onun varlı ı Prens’i canlandırmı , ne elendirmi ti. Anlattı ı meraklı
hikayelerle de birkaç kez kızın ilgisini çekebildi. Yemekten sonra atlı bir gezinti önerdi Kirila Petroviç. Fakat
Prens, kadife çizmelerini öne sürerek ve damla hastalı ından aka yollu yakınarak ba ı lanmasını diledi.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:87)
“OZANIN ODASI
--------------------Ba ının gerisinden, pencereden vuran ı ık
Ona bir ba ı lama ve kutsallık tacı giydirirken
O kurnaz, aç, ehvetli, en suçsuz insan,
Evet’le Hayır, istekle pi manlık arasında,
Tanrı’nın elinde bir kantar gibi kılı kılına dengede.
‘E er iir ba ı lanma de ilse,’ diyor kendi kendine
‘o zaman ba ka hiçbir yerden medet ummamalı.’ ”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-kavafis için on iki iir”, sa:139)
“Bir dilenci Kabe’nin kapısında
Co mu , a lıyordu yana yıkıla!
Diyordu ki: ‘Sana layık ey Rabbim
Ne bir kullu um var, ne ibadetim!
Kullu umu kabul et, demiyorum,
Günahımı ba ı la, sil, diyorum!’ ”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:88)
“Yakındı ım yok
Bir dü de ildi
Esin Perilerinin
bana ba ı ladıkları zenginlik:
ben ölsem de,
adım hiç unutulmayacak”
(Sappho< .Ö.610-580>, “nedir gene deli gönlünü çelen”, sa:126)
“Ba langıçta, burada henüz bir avuç kör varken, birbirine yabancı insanların aralarında iki-üç laf
etmesinin kader yolda ı olmalarına yetti i, iki-üç laf daha edince yaptıkları tüm hataları -bazıları çok büyük de
olsa- kar ılıklı ba ı ladıkları, hatalar o kadar ba ı lanmasa bile, birkaç gün sabırla beklemenin bunun için
yeterli oldu u dönemde, alı ıldı ı üzere bizim do al gerekseme dedi imiz eyi ivedi kar ılamak, böylelikle de
bedenlerini rahatlatmak için bu zavallı insanların her defasında neler çektiklerini izliyorduk.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:121)
“Tatlı hırsız, yine de ba ı larım suçunu
Sen varımı yo umu a ırsan bile benden;
Oysa daha acıdır, sevenler bilir bunu,
Sevginin haksızlı ı nefretin sillesinden.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:40, sa:121)
“SEZAR - Roma’nın en ünlü hazinelerini unutuyorsunuz, dostum. Onları skenderiye’den satın
alamazsınız.
APOLLODORUS - Bunlar nedir, Sezar?
SEZAR - O ulları. Gel, Kleopatra, beni ba ı la, hayırlı yolculuklar dile. Sana bir adam
yollayaca ım, tepeden tırna a Romalı, en soylu romalılardan... Bir bıçak darbesiyle koparılacak kadar olgun
de il; kolları cılız, yüre i soluk de il; kel ba ını bir fatihin me e yapraklarıyla örtmüyor.”
(G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:158)
“Kurul üyesine elini uzatarak:
‘Öp elimi,’ dedi. ‘Ve aya a kalk. ( unu bilmek gerekir ki, talya’da senli benli konu mak daha tatlı
bir duygunun oldu u kadar içten ve candan bir dostlu un da belirtisidir.) Senden ye enim Fabrice’în
ba ı lanmasını istemeye geldim. te eski ve bir dosta söylendi i gibi, eksiksiz ve dobra dobra aslı u: Fabrice
on altı buçuk ya ında akıl almaz, önemli bir çılgınlık yaptı...’ ”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:109)
“Genç kız, kararsız gözlerle ona bir kez daha baktı, sonunda duraksayarak: ‘Sakın siz Ya mur Perisi
Trude olmayasınız?’ dedi.
‘Ya ba ka kim olacaktım?’
‘Ama ba ı layın! imdi o kadar güzel ve ne elisiniz ki!...’ ”
(Th. Storm, “Fıçıdan Öyküler”, sa:44)
“... Çünkü kaytarıcılıktan suçlulu a, suçluluktan da kin tutmaya geçti yava yava ... Kine sı ındı
sonunda...
Murat istemeden konu tu:
-Sanmam! Ba ı layın... Kamil Bey’de, ben hiçbir zaman... Kine benzer bir ey görmedim.”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:349)
“Kendi kendine ‘evet, Kiti’nin iniltisiydi bu,’ diye geçirdi içinden, ba ını ellerinin arasına alıp ko arak
indi merdiveni. Hiç beklenmedik bir biçimde dilinin ucuna gelen sözcükler döküldü a zından:
-Tanrım! Sen acı bize! Ba ı la, yardım et!”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:527)
“ ngiltere’de Örülen Filistin Kaza ının Kolları
<A. Gascoigene’e>
I
-: Yün yuma ı kesilir
ve bizi ba layan sis diye adlandırırlar
nerelisin? spanyalı?
-: Hepiniz mi?
Ben... Ürdün’den
-: Ba ı layın Ürdünden mi? Anlamadım
-: Benim aslım Kudüs’ten
vatanım ise di ve güne
-: Ya, ya, anladım, madem Yahudi’sin...”
(Fetva Tukan<d.1914>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.11.02)
“Evlampiya, son kez, ‘Beybaba!’ diye yalvardı.
-Sus!
Suvenir, kekeleyerek:
-Martin Petroviç! Karde ... beni ba ı layın! dedi.
-Beybaba, canım babacı ım.
Harlov:
-Sus kancık köpek, diye ba ırdı. Suvenir’e bakmadı bile. Yalnızca onun oldu u yana tükürdü.”
(I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:95)
“-Evet, mektubu gördüm.
-Ne? Gördün demek? Beni mi izliyordun?
-Görmeyecek miydim ya? Kimseyi izlemem, bunu sen de bilirsin, a zından çıkanı kula ın duysun.
-Haklısın Tula, ba ı la beni.
(M. de Unamuno, “Tula Teyze”, sa:17)
“PASCAL’IN VAS YET
<Sapanca iir Ak amlarında Be Yunan airi-1>
II
Tam gözlerini yummadan
kızkarde inden
(hiç bakmadan)
ceketinin astarını dikmesini istedi.
‘Tanrı’nın varlı ının tartı ılmaz
kanıtını içeren notu açtı ında
O’nun ba ı layan
ve her eye kadir yüzünü
görece i inancını
peki tiriyordu.”
(Harris Vlavianos-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.06.04)
“Mrs Neal güldü; Mrs. Manresa kahkaha attı, Giles de gülümsedi, <kanlı> pabuçlarına baktı.
Mrs Manresa, onu ambarın öte ucuna sürükledi. urada burada duralayarak, bir una bir buna
rastlayarak. Herkesi tanıyordu. Bu insanların hepsi candan pırıl pırıldılar. Hayır, yoo bir an bile ba ı layamazdı Pincent’in sakat baca ını. ‘Yoo asla.’ ”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:96)
“Ayrılmak üzere aya a kalktık ve ona elimi, iki elimi birden uzattım.
‘Ah hayır! Hayır, kucakla madan olmaz! Kendinizi ba ı latmanın tek yolu bu.’
Kucakla tı ımız zaman onu kollarımda tamamen sarabildi imi fark ederek a ırdım.”
(I.D. Yalom, “A kın Celladı”, sa:136)
“ ‘Gerçekler için bu denli ihtiraslı olmak! Ba ı layın beni, Profesör Nietzsche, amacım size meydan
okumak de il, fakat birbirimize kar ı dürüst olmak için söz verdik. ‘Gerçek’ derken kutsal bir eyden söz eder
gibi konu uyorsunuz, adeta bir dinin yerine ba ka bir din koyuyorsunuz. zin verirseniz ben de eytanın
avukatlı ını yapayım. zin verirseniz, size bir soru soraca ım: ‘Gerçek’ adına duydu unuz bu ihtirasın sebebi
nedir?’ ”
(I.D. Yalom, “Nietzsche a ladı ında”, sa:80-1)
“‘Ne istiyorsun Boris?’ diye sordu müdür efkatle.
‘Ba ı layın,’ diye kekeledi kaçak, ‘evime dönebilir miyim diye soracaktım.’
‘Elbette Boris, evine dönebilirsin,’ diye gülümsedi müdür.
‘Yarın mı?’
‘Hayır Boris, henüz de il. Sava bitince.’ ”
(S. Zweig, “Amok Ko ucusu-Leman Gölü Kıyısındaki Olay”, sa:187)
Ba naz, (Kör) Ba nazlık : A ırı muhafazakar, bir inanç ya da dü ünceye hiç bir muhakeme bir yürütmeksizin
a ırı taraftar olan
“Basının gösterdi i ola anüstü ilgiyi burada belirtmemiz gerekiyor. Çünkü yalnız GAZETE de il, onun
yanı sıra ba ka gazeteler de bir muhabirin öldürülmesini inanılmayacak kadar korkunç bir olay, sanki ortada kör
ba nazlık yüzünden bir insanın kurban edilmesi olayı varmı gibi ele almı lardı.”
(H. Böll, “Katharina Blum’un Çi nenen Onuru”, sa:15)
“Baird sıkılmaya ba lamı tı. ‘Schwabe, ngilizlerin ne edebiyatı ne de penislerini hak ettiklerini söyler ikisine de pek önem vermezler,’ diye so uk bir espri yapmaya kalktı. Campion gözlerini kocaman açmı ona
bakıyordu, bakı larından aynı anda hem küstahlık, hem de dobralık okunuyordu. ‘ ngiliz tarzı yeti tirilmenin
kurbanı olarak galiba kendimi savunmam gerekiyor,’ diye ekledi Baird. Campion artık ona kulak vermiyordu.
Sandaletin içinde ayaklarını gerdi. ‘Bir ba nazlar ve ap allar dünyası,’ dedi usulca.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:61)
“ nsan, Tarquin ile birlikteyken nasıl da kolayca çok eski ça lara, geleneklere, debdebelere, renklere,
törenlere dönüveriyordu, onların yanında kendi ça ı nasıl da sefil, ba naz ve a a ılık görünüyordu. Tarquin
ilginç biriydi çünkü ola anüstü iyi bir aracıydı: Onun aracılı ıyla tarihe dönebilirdiniz. Hayır, bundan daha
fazlası söz konusuydu çünkü Tarquin tarihin kendisiydi.”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:268)
“Uzun ve onurlu askerlik hizmetim süresince yoksulla zengin, Calabria’lıyla Venedik’li, kısa boyluyla
uzun boylu arasında asla bir ayrım gözetmedim. Ta eskiden, 2482 yılında, ba naz ve gizliden gizliye ırkçı
baskılara nasıl kararlılıkla kar ı çıkıp devriye görevini Prens Joseph’in Ülkesinden alıp Eskimo Zıpkıncılara
verdi im hatırımda.”
(U. Eco, “Somon Balı ıyla Yolculuk”, sa:76)
“Ve sen, kötü niyetli, ba naz, dikkafalı dervi ; kendi yüzüne bakıp bakıp ona secde ediyor, kendine
benzedi i için ona tapıyorsun.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:16)
“Bu kitabı ba tan sona satır aralarında kat eden dü ünce öyle toparlanabilir: e er bir ülkeden, her
durumda, her inançta insanlar bu kadar kolayca kıyıcı katillere dönü ebiliyorsa, her çe itten ba naz çıkıp
kendisini bu kadar kolayca kimlik savunucusu olarak kabul ettirebiliyorsa, bunun nedeni, kimlik konusunda
bütün dünyada hala a ır basan ‘kabile’ kavramının böyle bir sapmayı desteklemesidir.”
(A. Maalouf, “Ölümcül Kimlikler”, sa:29)
“Burası tam eski Huguenot ülkesi, parlak bir sanatı olmayan, Rouen’a o kadar büyüklük vermi yetkin
anıtlardan birine bile sahip bulunmayan, bununla birlikte ba tan ba a ciddi görünü üyle göze çarpan a ırba lı,
kapalı, biraz da içinden pazarlıklı bir ülke, ba nazlıklar kayna ı..... bir kentti.”
(G. de Maupassant, “Tombalak-Döküntü Gemi”, sa:86)
“MUSHI
---------karınları gazlı vazilerin dillerinde
köpürüyor bir yandan koka-kola
ok uyor kasırgalar sendeleyen saltanatlarını,
ba ırsaklarında istiflenen dolarları, ölümü
avlıyor ba nazlar, ibneler seni
demek ki çalı ıyor Çark
yoksullara ra men”
(Seitlhamo Motsapi<d.1966>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.10.06)
“Bir Parti üyesinin yalnız do ru dü ünmesi yetmez, do ru içgüdülerinin de olması gerekir. Kendisinden
beklenen inanç ve tutumların ço u hiçbir zaman açıkça belirtilmez, e er belirtilecek olsa, ngsos’taki çeli kiler
ortaya çıkar. E er Parti üyesi bir ba nazsa, Yeni konu ta iyi dü ünense, her durumda do ru olan inançları ve
kendisinden beklenen duyguları dü ünmeksizin bilir.”
(G. Orwell, “Bin Sekiz Yüz Seksen Dört”, sa:172)
“Markizi hemen hemen aynı derecede a ırtan safça bir özellik de u oldu: Cizvitlerin kendisine
ö rettikleri bütün dinsel bilgileri Fabrice ciddiye almı tı. Bizzat kendisi çok dindar olmasına kar ın, çocu unun
ba nazlı ı markizi iliklerine kadar ürpertti.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:30)
“SHANNON -... Çinli a çısı var buranın, listeyi görünce a ıracaksınız. A çı anghay’lı, oranın seçkin
bir kulübünün mutfa ına bakıyordu. Onu buraya ben getirdim. Avrupa mutfa ına -üüff- a ırı meraklı, tam bir
ba nazdır.”
(T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:18)
“Sirk Hayvanlarının Kaçı ı
II
-----------------------------------
Ben ki onun masalsı ni anlısının pe ine dü mü ken?
Derken tam tersi bir gerçek çıktı ortaya,
Prenses Cathleen adını verdim ona;
O da merhametle çılgın, ruhunu feda etti,
Neyse ki Gökler araya girdi onu kurtarmak için.
Sandım ki sevdi im kadın yok edecekti ruhunu,
Öyle köle etmi ti kendini onu ba nazlıkla kin
Ve bu dü canlanır canlanmaz içimde, dü ün
Kendisiydi aklımı ba ımdan alan, gönlümü çelen.”
(William Butler Yeats<1865-1939>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cumhuriyet Kitap, 24&31.12.09)
“Gizli ne varsa, sa lam eller ister, acımasız ba nazlık ister: çtenlik olmadan bilgi olmaz, karanlık
olamadan içtenlik olmaz, ‘dü ünce vicdanlı ı’ olmaz.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Nietzsche’, Cilt:I, sa:102)
Ba rına (ta ) basmak : Kucaklayarak acısını gidermek, korumasına almak, kabullenmek
“Bize o kadar iyi davrandılar ve yabancı oldu umuz halde ba ırlarına basmak için o kadar büyük bir
istek gösterdiler ki, neredeyse hepimiz yurdumuzda bıraktı ımız sevdiklerimizi unutacaktık.”
(F. Bacon, “Yeni Atlantis”, sa:56)
“GECE YARISININ SINAVI
---------------------------------Çattık, biz ta yürekliyiz,
Haksız yere hor bakılana;
Alkı ladık Bönlü ü, dana
Suratlı koca Bönlü ü biz;
Öptük saçmasapan Nesne’yi
Ba rımıza basarcasına
Ve kutsadık taparcasına
Çürüyerek koku an eyi.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:273)
“Böylece, hiç içime sinmese de, gün içinde yava yava onu daireden dı arı çıkmak için alı tırmaya
karar verdim. Gündüzleri i e gitti imde onu artık dairede bırakmayacak, bahçeye salacaktım. ‘Ba rına ta
basmak buna denir,’ diye dü ündüm.”
(James Bowen, “Sokak Kedisi Bob”, sa:44)
“Yeniden yukarıya döndü ü zaman, evde birkaç ki i daha vardı, koridorun ucuna ula abilmek için
kendisini yeniden gördüklerine çok sevinmi olan konukların sevgisi ve ailenin sorularıyla cebelle mek zorunda
kaldı. Bu sırada karısı mutfaktan çıkıyordu. Jonas, merdiveni bırakarak, onu sıkı sıkı ba rına bastı.”
(A. Camus, “Sürgün ve Krallık”, sa:103)
“Tanrı onlara çocuk vermedi, bir yavruları oldu ama ya amadı. Grigori görünü e göre çocuk severdi,
hatta bunu saklamazdı, açıkça söylerdi. Adelaida vanovna kaçınca, Dmitri Fedoroviç’i üç ya ındayken ba rına
basmı , le ende yıkamı tı.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:143)
“O, ben dahil, mahallede her çocu u sevgiyle ba rına basar, özellikle okuldan gelip de annelerini evde
bulamayanlara ak amüstü tereya ı ve reçelli ekme i sunmaktan zevk duyardı. Biz çocuklar da ço u kez onun
evinin önünde oyun oynardık; bizler için sanki koruyucu bir melek vardı orada.”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:22)
“SONRALARI
-----------------
lakin benim so uk bedenimi artık
alıkoymu tur toprak, basmı tır ba rına
sensiz, kalbinin atı larından uzakta
kalbim çürür orada, topra ın altında”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-isyan”, sa:49)
“Bahtlıdır, bu geni dünya önünde
Sevgiyle içine kapanan ki i;
Ba rına bastı ı bir dost eliyle
Tadınca o dünya denen yemi i.”
(J.W. von Goethe<1749-1832>, “Seçme iirler”, ‘Ay’a’, sa:94)
“Katip yanına geldi, ne oldu unu sordu. Cevap verecek durumda de ildi. Herif korkunç bir demagogtu
ama, ne yapabilirdi? Hiç istemedi i halde üye de olmu , i in kötüsü, yönetim kurulu arkada ları herifi
ba ırlarına basıvermi lerdi bile.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:195)
“GLUMOV - Sizi budala yerine koydu umu itiraf edeyim, Madam T. Ama bundan utanmıyorum.
Ma enka’ya acıyorum sadece. Siz Tanrının günü budala yerine konulmaya te nesiniz. Aslında zevk alıyorsunuz
bundan.....Madam Manyefa kimi tanır, size kimi salık verebilir? Avucuna en fazla para sıkı tıranı tabii. Bir
buluttan inerken gördü ü iyi ki bendim de, bir hapishane kaçkını de il. Yoksa onu da ba rınıza basardınız.”
(A.N. Ostroski, “Bu Hesapta Yoktu”, sa:125-6)
“YUNANLILARIN ÖYKÜSÜ I
--------------------------------------Sessizlik gibi katı bu toprak
korla an ta ları basar ba rına,
güne te yetim kalmı zeytinliklerle ba ları kucaklar”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin”, sa:33)
“Zaman, mücevher kutum gibi basar ba rına
Ya da giysi dolabım gibi saklar da seni,
E siz kutsallık versin diye e siz bir ana
Gözler önüne serer tutuklu görkemini.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:52, sa:145)
Ba rına ta basmak : Yıllar yılı ıstırap çekti i halde hiç sesini çıkarmamak
“MEDE A
----------Dü ündü bir an, versin ason’a bütün büyüleri,
tılsım yapsın diye bo alara; sonra vazgeçti birden,
en iyisi, kendi ölsündü; yeniden dü ündü,
ne ölecek, ne büyüleri verecekti; katlanacaktı
yazgısına, ta basıp ba rına...”
(Apollonius, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:19)
“Bu odada, hepsinin içinde yabancılı ımı, onlardan olmayı ımı duya duya, yabancılıklarına,
dü manlıklarına katlana katlana, hepsinden uzakta, yıllarca ba rıma ta bastım. Anlıyor musun? Onun için, onun
için bütün bunlar.”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:69)
“Adam;
‘Ben otuz yıldır sürerim bu tarlayı. Her karı ında bir okka terim var bu tarlanın. Böyle gider diyordum.
Böyle hep yarıcııı kalırız A a’ylan sanıyordum. Öyle sanıyordum da, ba rıma ta basıyordum. Asılıp ölmeden
ba ka çare yok. Zulüm...’ ”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:25)
Ba rını bit yemek :
çin içini kemirmek, acı çekmek
“Çerçi Halil i in farkında idi; ikide bir karısına dert yanıyordu:
-Hele u kancı a bak! Aya ına mıh batasıca! Öz babasına garaz ba lamı . Ben nideyim? Yeldim
yeldim yol verdim, emeklerimi sele verdim. Dünyadır bu. Ba ımıza geldi i te bir kelli. Malımı it yedi i
yetmiyormu gibi imdi de ba rımı bit yiyor.”
(R.H. Karay, “Memleket Hikayeleri-Garaz”, sa:183)
Ba rını delmek : Çok dokunmak, içine i lemek, dertlendirmek
“TRANIO, gene yava ça. - Öyle ise acele edip büsbütün ba rını delme; evi sizin satın aldı ınızı hiç
açma.
“THEUROPIDES - Peki, anladım; bu söyledi ini ben de be endim. Do rusu sen duygulu bir
insanmı sın, gözüme girdin. (Simo’ya.) Ne duruyoruz?”
(Terentius, “Hortlak”, sa:55)
Ba rı (ma) ça rı (ma) : Bir sosyal karga alık, hengame, arbede ve benzeri olay
Bk.: Ba ırma ça ırma
“Ülen Süleyman, biz geldik, aç kapıyı; diye ünledi. Hep birden içeriye daldılar. Ben de daldım. Odada
bir ba rı ma ça rı ma oldu. Aha, o vakit, elimden testi dü üverdi.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:58)
“Flaxman otuz sterlinden karısına söz etmeyi gerekli görmedi. Elbet o Paris gezisinde hayatının en
güzel günlerini geçirdi. imdi, döneli üç ay olmasına kar ın o günlerden söz ederken a zının suları akıyordu. O
günleri Gordon’a tatlı tatlı anlatmaktan vazgeçmemi ti. Hatunun varlı ından habersiz oldu u otuz papelle
Paris’te on gün. Ne ala, ne ala! Ama ne yazık ki yerin kula ı vardı, Flaxman eve döndü ünde kendisini azar,
ba rı ça rı bekliyordu.”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:34)
Ba rı yanık : A k hastası, aldatılmı kimse
“BRANDER “Döndü dola tı, kendini dı arı attı,
Her su birikintisinden br yudum tattı,
Çok geçmeden halsizlik onu yere vurdu,
Tıpkı ba rı yanık bir sevdazede gibi.”
(J.W. von Goethe<1749-1832>, “Faust”, Cilt:I, sa:102)
Baha biçilmez : Çok de erli, e i menendi yok
“Yapamaz, beceremez o, kolay de il ki bu… ten anlamaz. Baha biçilmez adam, eline senetsiz sepetsiz
yirmi binimi emanet ederim. Gel gelelim i e hiç aklı ermiyor, kargalar bile dolandırır.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:II, sa:196)
Bahadır; Bahadırlık : Sava kahramanı, yi it; Yi itlik, kahramanlık
“Ve yine co ar ta arım
Saldıran askerlerin ba ında bir baron varsa,
Dimdik atının üstünde, silahlı ve yürekli
Adamlarına güç veren
Yi itli i ve bahadırlı ıyla.”
(P. Auster, “Görünmeyen”, sa:24)
“Ah, kör yazgı! Alnımızın kara yazgısı! Biz insanlar yeryüzünde yapayalnızız, i te en büyük felaket
burada! Rus bahadırı sava alanında ‘Sa kalan varsa çıksın kar ıma!’ diye ba ırmı bir zamanlar. Bahadır
de ilim, ama ben de haykırıyorum, ancak sesimi kimseler i itmiyor.”
(F. Dostoyevski, “Beyaz Geceler-Uysal Kız”, sa:144)
Bahane bulmak, uydurmak :
Bk.: Nedenler bulmak, uydurmak
Bahasına : Bk.: Pahasına
Bahrisefid : Osmanlılar devrinde “Akdeniz” e verilen ad: ‘bahr=deniz, sefid=beyaz
“Hilmi sarardı:
-Kadıköy’üne geçerken bile beni deniz tutar, o kırık tekne ile Bahrisefid’i nasıl geçersin? Annem o
kırık tekne ile sonbaharda denize çıkaca ımı duyarsa yüre ine iner.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:218)
Bahse girerim ki, Bahse girmek : ddiaya girerim ki, iddia ederim ki; Herhangi bir fikir ya da görü için
iddiaya girmek; At yarı ları ya da spor yarı malarında para yatırarark kumar oynamak
“DEL - Üzgün oldu unuzu da ilave edebiliriz. Sayın müdür... siz öylesine duygusal bir insansınız ki...
MÜDÜR - Evet, beni biraz kederlendirmi ti... üzülmü tüm.
DEL - Mükemmel! Bahse girerim ki, gidip elinizi adamın omuzuna koymadan yapamadınız...”
(D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:45)
“Tanı malarından kısa bir süre sonra bürodan iki meslekda ıyla Club de la Union’a gitmi ler, birkaç
kadeh atı tırıp sohbet ederken aralarında bir bahse giri mi lerdi: en ukalaca tümceyi kim söyleyecek? Fito
Cebolla’nın tümcesi ‘Avustralya’da Port Douglas’tan her geçi imde mideye bir krokodil bifte i indiririm ve bir
yerli kadına atlarım.’ oybirli i ile birincili i kazanmı tı.”
(M.V. Llosa, “Don Rigoberto’nun Not Defterleri”, sa:75)
Bah etmek : Ba ı lamak, hediye etmek, sunmak
“I <Giderken biraz gölge dü tü mü gözlerine? 4 eylül 1844>
---------------------------Melekler onda yansırdı,
Tanrı bah etmi gözlerine,
O yalansız bakı ı.
Selamı ne ba kaydı!
(Victor Hugo<1802-1885>-Galip Baldıran, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 07.08.03)
Bah i ; bah i bırakmak, vermek; Bah i tepsileri; Bah i fırlatmak : Servis verilen alı veri berber, otel,
lokanta, market ta ımaları, lastik de i tirme, otopark, gibi yerlerde küçük küçük servisler yapılırken ekstradan
verilen para
“Cesur kılavuzumdan bugün ayrıldık; bize dikkat etti i hizmetler iyi bir bah i le ödüllendirildi. Bize ve
Messina’nın görmeye de er yerlerini gösterebilecek bir u ak bulduktan sonra, kendisiyle vedala tık. Hancı bizi
bir an evvel ba ından savmayı istedi i için, e yalarımızın daha iyi bir otele ta ınmasına canla ba la yardım etti.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:II, sa:189)
“Sonunda geç vakit gitmeye hazırlanırken gök gürlemeye, çınar a açlarının yaprakları arasındn hafif bir
rüzgar esmeye ba ladı. Parayı ödedim; kıza da on fenik bah i verdim. Yava yava yola koyuldum.”
(H. Hesse, “Knulp”, sa:76)
“Yanıtı yabancı adama ilettim. Adam hırslanmı göründü, dudaklarını ısırdı, di lerini gıcırdattı; bu
arada yüzünün kasları i iyor, kendisine çok çirkin bir ifade veriyordu. Ama hemen sonra de i ti, ayni yüzde
babacan bir celladın iyimser gülü ü belirdi ve kısık bir sesle:
-Bekle sana bah i ini vereyim, dedi.”
(P. Istrati, “Kodin”, sa:15)
“Bu gece, yatsıdan sonra buradaki berber masasının önünde güvey ile arkada ları tıra olacaklar... Onun
için kahvenin bir kenarındaki berber masası ile aynası ve takımları pırıl pırıl yanıyor. Kahvenin önünde yüz elli
mumluk koskoca bir lüks lambası... çinde ayrıca büyük çapta dört be petrol lambası... Her masanın üstünde
rengarenk fanuslu ba ka lambalar ve rengarenk mumlar.
Kahvenin bir kö esinde sekiz ki ilik bir incesaz takımı durmadan çalıyor. Bu gibi büyük dü ünlerde
güveyi tıra eden, Balat’ın en me hur berberlerinden berber Tayyar ile kalfaları hep tertemiz, bembeyaz
giyinmi ler, boyuna ellerindeki yepyeni usturaları kıla lıyorlar <Kılavlamak: kesici alet ve araçları, daha keskin
bir hale getirmek>. Bir tarafta saçı <bah i , hediye> tepsileri...... Güvey, tıra sandalyesine oturunca, berber
Tayyar, berberlerin piri Selman Pak’ın ruhuna bir fatiha okuyup, ba lıyor güveyin saçlarında makası
akırdatmaya... Kalfalar da güveyin arkada larını tıra a koyuluyor. Ötede saz, durmadan en ho havaları çalıyor.
Böylece tıra biter bitmez, güvey hemen kalkıp o bah i tepsilerinin içine avuçlar dolusu bah i lerini
atıyor. Tabii, arkasından bütün arkada ları, ki bunlar en a a ı yirmi yirmi be ki idir; onlar da tıra tan sonra
güveyi taklit ederek her iki tepsiye iki er, üçer hatta dörder, be er mecidiye bah i fırlatıyorlar..... Tayyar, bir
aralık Reha Beyin kula ına e ilip diyor ki:
-Ah, bey babacı ım, nerede o eski dü ünler; gecede elli, altmı lira toplardık. imdi ise görüyorsun,
topu topu, on be oski’nin <lira, papel> içindeyiz.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:203-5)
“Arabaya binmeden önce kapıyı tutan Süleyman’a bah i verdi ini gördüm. Biraz para iyi geldi
Süleyman’a. ki büklüm te ekkür etti.”
(Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:45)
“Alberto istemeye istemeye içiyordu, gaz midesine dokunuyordu. Konu maktan kaçınıyordu, adamın
yine dert yanmaya ba lamasından korkuyordu; çevresine bakındı. Lama ortalarda görünmüyordu, stadda
olmalıydı. Ö renciler serbest oldu u zaman, hayvanca ız Kolejin öbür ucuna kaçardı. Dersler sırasında, a ır,
uyumlu adımlarla çimenlerde gezerdi. Arana’nın babası hesabı ödeyip, Paulino’ya bir bah i bıraktı. Derslik
binası seçilemiyordu, yolun ı ıkları hemüz yanmamı tı; sis yere kadar inmi ti.”
(M.V. Llosa, “Kent ve Köpekler”, sa:260)
Bahtı açık olmak; Bahtın açık olsun : Talihli olmak, ansı yaver gitmek; Bu yolda iyi dilek temennisi
“Kılavuz da durdu. spanyollar yüksek duyguları kolayca sezerler; adam bu durumdan duygulanmı
göründü; Magriplinin yeniden eski yurdunu gördü ünü tahmin etti. Sonunda bni Sirac söze ba ladı:
‘Kılavuz,’ dedi. ‘Bahtın açık olsun!’ Benden gerçe i gizleme; çünkü sen do du un gün, deniz
dalgasızdı ve ay, hilal biçimini alıyordu.”
(F.R. de Chateaubriand, “Son bni Sirac’ın Serüvenleri”, sa:23)
Bahtı kara olmak : Talihsiz olmak, i i hiç rast gitmemek
“Nice defterlerden ismim sildirdim
Gelmedi hiç senden ses, kara bahtım
Bahtın gemisinde yelken yok bildin
Durma, lodos gibi es, kara bahtım”
(Seyrani-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri III”, xıx.-xx. yy., sa:474)
“TRANIO - Bir yere gitti im yok, buradayım ben; yerimden kımıldamadım. (Kendi kendine.) Ne
kara bahtım varmı benim! talihsizlik bu kadar olur i te! ne kötü yıldız altında do mu um! imdi o herif gelecek,
ihtiyarın yanında bana a zını açacak!”
(Terentius, “Hortlak”, sa:40)
baignoire :
(FR.,COLL.) <ben(y)uar> : Banyo teknesi; Tiyatroda alt kat loca
bailliff : (FR., HÜK.) <bey’lif> :
Konak- ato kahyası; cra memuru
Bakakalmak : Afallamı , donmu bir halde; a kın a kın bakmak
“Ama görkemli Lesbos’tan
gelen kız burun kıvırıyor
kar dü mü saçlarıma
bakakalıyor a zı açık
ba ka bir kızın ardından”
(Anakreon, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:85)
“BEATR S
-----------Baktım iniyor ba ıma ö len üzeri
ç karartan bir fırtına bulutu, iri,
Acımasız, meraklı cücelere benzer,
Bir sürü eytan ta ıyan, kötücül, beter.
Ba ladılar beni so uk so uk süzmeye,
Ve bakakalan yolcular gibi bir deliye,
Fısılda tıklarını duydum gülü erek,
Durmadan birbirlerine ka -göz ederek.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:221)
“Katherine fazla hızlı bir ekilde, ‘Evhamlanmıyorum,’ dedi.
Doktor, ona gülümsedi. ‘ nsanların ne zaman evhamlandıklarını bilmek benim i im.’
‘Anlayamadım?’
‘Ben pratisyen psikiyatrım Bayan Solomon. Mesle im bu. A abeyiniz bir yıldır bana geliyor.
Terapistiyim.’
Katherine bakakalmı tı. ‘A abeyim terapiye mi geliyor?’ ”
(Dan Brown, “Kayıp Sembol”, sa:109)
“Van Ana onun arkasından bakakaldı. Sonra, çaydanlı ı elledi; sıcaktı. Ezra’nın içti i fincanı
doldurdu, iki eliyle tutarak gidip pencerenin içine oturdu. Güne çok tatlı ısıtıyordu. Van Ana orada uzun bir
süre oturdu. Bir yandan yudum yudum çayını içiyor, bir yandan da güne içindeki avluyu dalgın dalgın
seyrediyordu.”
(P.S. Buck, “ akayık”, sa:42)
“ a kın, bakakaldım. Daha otuzundaydı. Gözümün önünde canlandı: Küçük bir kız, mavi kısacık
giysisi, sarı hasır apkasıyla çamların altında kozalak toplayan... Ne kadar severi Ada’yı çocuklu unda.”
(P. Celal, “Melahat Hanımın Düzenli Ya amı”, sa:59)
“AYAKLAR
Ölmü o, ayrı dü mü sürüden,
Ayakları dı arda örtüden.
Ölmü herkes gibi ölen insan,
Yalnız ayaklar kalmı ya ayan.
Ardından ölüme dü en ba ın,
ki karde bakakalmı a kın.”
(A. Muhip Dranas<1909-1980>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1,
sa:275)
“Çok yi idin kanını kuruttu bu Radda, o-hoo, pek çok yi idin. Moravya’da, saçları perçem perçem ya lı
bir derebey ta kesildi onu görünce. Atının üzerinde, sıtma tutmu gibi titreye titreye baka kaldı.”
(M. Gorki, “Yol Arkada ım”, sa:26)
“Stanley topuklarının üzerinde dönüp kasaya do ru ilerledi. Uzakla ırken arkada ına göz ucuyla öyle
bir bakınca, Julia’nın kısa bir tereddütten sonra telefonu eline aldı ını gördü...... Fi i cebine yerle tirdikten sonra
telefonu yeni kapatan Julia’ya döndü.
‘Eee? Geliyor mu? diye sordu sabırsızlıkla.
Julia boynunu büktü.
‘Bu kez ne bahane öne sürdü?’
Julia derin bir nefes alıp Stanley’e baktı.
‘Ölmü !’
ki arkada bir süre birbirlerine öylece bakakaldılar.”
(M. Levy, “Birbirimize Söyleyemedi imiz Onca ey”, sa:17)
“Bu karabasandan korkan Pelayo, çocu un bedenine ıslak bezler koyan karısı Elisande’ye ko tu, onu
avlunun arka tarafına götürdü. kisi de yerde yatan adama aptallar gibi bakakaldılar. Adam dilenci gibi
giyinmi ti. Di leri dökülmü , dazlak ba ında sadece birkaç beyaz tel kalmı tı.”
(G.G. Marquez, “Yaprak Fırtınası”, sa:104)
“ ‘... Yani, kırık bacaklar ömür boyu süren hastalıklara benzemez, bu yüzden Bayan Snow’unki gibi
sonsuza kadar sürmeyecektir. Sonra yine Bayan Snow’a götürürüm.’
‘O mu? O da kim? Kırık bacak mı? Pollyanna, sen neden söz ediyorsun?’
Pollyanna bakakaldı. Sonra yüzünde bir rahatlama görüldü.”
(E.H. Porter, “Pollyanna”, sa:141)
“Sergio omuz silkti, kızın gitmesi umurunda de ildi. Daha iyiydi. Jasmin apartmanın içinde gözden
kayboldu. Sergio 4-B’nin penceresine bakakaldı. Kapalıydı, perdeler de çekiliydi.”
(S. Roncagliolo, “Dokunu lar”, sa:91)
“Ardına bir kez baktıktan sonra Yusuf in aat alanına do ru yoluna devam ediyordu ki durup kar ı
bayırdaki ehre de bir kez bakmak istedi, kat kat in a edilmi bir ehir, ekmek rengi alana kadar güne te pi en
ta lar. Artık ustaba ı i areti vermi olmalıydı, lakin Yusuf’un hiç mi hiç acelesi yoktu, öylece ehre bakakalmı tı,
kim bilir neyin beklentisi içindeydi.”
(J. Saramago, “ ncil’deki kinci sa”, sa:87)
“ ri cüsseli adam sırtını döndü, hızla kapının dı ındaki tokma ı çekip aldı, sonra içeri giridi ve kapıyı
çarparak kapadı. Koca Louis bakakalmı tı.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:42)
“Bu söz öylesine akıllıca ve öylesine a ırtıcı bir bakı la birlikte söylenmi ti ki, savallı papaz, gözleri
falta ı gibi açılmı , Lamiel’e dikilmi olarak bakakaldı; içinden, ‘Söyledi i eyin önemini biliyor mu acaba?’
diyordu.”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:I, sa:101)
Bakar kör : Baktı ı halde görmeyen, dikkatsiz
“Gözlerime inanamıyordum:
-Acaba bunlar hürriyet bayrakları mı? dedim. Mülazim ta tı; ta madı, adeta fı kırdı:
-Körsünüz azizim, bakar körsünüz. Nafile zahmet edip bakmayınız. Hakikatler görmek istidadı sizde
yok.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:I, sa:239)
Bak(ın) hele, bakındı : ‘Ya öyle mi olmu ’ ba lamında bir az sürpriz ve a kınlık içeren bir ünlem
Bk.: Bak sen
“DEL - Bak hele. Ben monar iyi de il, eskileri anmak ho unuza gider sanmı tım... Pekala, ne bu mes
hikayesi ne de üç ayaklı hikaye i inize gelmedi... (Telefon çalar, hepsi kaskatı kesilir, komiser telefonu açar.)”
(D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:60)
“MARGHERITA -... bir iki kez cambazlara gitti imiz de olurdu. Evde kalsak, hep bir gelenimiz
gidenimiz bulunurdu. Akrabadan, dosttan bir iki genç de gelirdi, ama, bakın hele, hiç bir tehlike yoktu.”
(C. Goldoni, “Yabanlar”, sa:16)
“Gavroche, azametle döndü:
‘Sen, benden önce ölecek olursan, seninkini ben alırım!’ Enjolras:
‘ una bak hele!’ dedi, ‘küçük kabadayı!’
‘Sen de büyük acemi çaylak!’ diye yanıtladı Gavroche.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:IV, sa:454)
“Yeni ev sahibemizin adını söyledi imde, o elini otlara vurdu ve ne eli bir kahkaha atarak:
-Olur ey de il, diye haykırdı. Bak hele, ayol biz kom u sayılırız. Ben de sol tarafınızdaki evde
oturuyorum. Adım Codine. Benden söz edildi ini hiç duymadın mı? te o Codine benim!..”
(P. Istrati, “Kodin”, sa:15)
“ imdi de bu ıssız gecede bakın hele içindeki bö üren arslan dı arı çıkmı , kar ısında duruyordu. Ona
sürtünüyor, gözden kayboluyor, derken yeniden ortaya çıkıyor, sanki içine bir girip bir çıkıyor, ikide birde
kuyru unu ona hafifçe vurarak e leniyordu...”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:299)
“LICHT - Evet ama imdi evinde ne varsa hepsi mühürlü, kilit altında. Sanki adamca ızın cenazesi
çıkmı gibi... Yargıçlı a bile bir mirasçı konmu .
ADAM - Hay ipe gelesi, bak hele! Çapkın köpe in biriydi ya. Allah canını alsın.”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:8)
“ ‘ lginç,’ dedi avukat, ‘projeniz ne hakkında?’
‘Edebiyatta sansür,’ dedi Firmino.
‘Bakın hele,’ diye haykırdı avukat, ‘tebrik ederim, ne zaman yola çıkmayı dü ünüyorsunuz?’ ”
(A. Tabucchi, “Damasceno Monteiro’nun Kayıp Ba ı”, sa:207)
“GRUMIO - Bakındı u ehir u a ına….. imdi meydanı bo bulmu sun, keyfini sürüyorsun
Tranio!…Nene gerek senin? Efendinin malını harca harcayabildi in kadar, altından gir üstünden çık!”
(Terentius, “Hortlak”, sa:7)
“Nata a kızardı - Ben hiç kimseye varmak istemiyorum. Görür görmez kendim söyleyece im bunu ona.
Rostof:
- Bak hele! dedi.”
(L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:III, sa:17-8)
Bakı ları çivili kalmak : Bakı ları sabitle mek; manyetize olmu , büyülenmi gibi odakla mak
“Egor gözlerini kapamaya çalı tı; gözkapakları onu dinlemiyordu, bakı ları Christina’nın vücuduna
çivili kalmı tı. Genç kız soyunmaya ba ladı.”
(M. Eliade, “Matmazel Christina”, sa:118)
Bakir, Bakire : Elde memi (Kimse, toprak); Evlenmemi genç kız
“HAGES KHORA <Bakire Türküsü>
Ey koro efi, bakire olarak ben
do rusu, bir bayku gibi
bo una öterim çatıda!
En çok Aotis’i
sevindirmek isterim.
Çünkü odur
acılarımızı dindiren;
istedikleri huzuru
buldularsa bakireler
bu, Hageikhora’nın lütfundan.”
(Alkman, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:113)
“IRMAK
Yüzüme gümü serinlik kabarcıkları
üfürme sarho u
ne ba ı ne de sonu olmayan canlı ve
heyecanlı ırmak.
Sazlıklar arasında çın çın bir gülü ! Ve tatlı
dokunu u
can evime bir bakire kız elinin titreyerek
çırılçıplak...”
(Voymir Asenov<d.1939>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
01.12.05)
“Kızlı ını mı esirgiyorsun? Neye yarar!
Boyladı ın zaman Hades’i, ne a ık
bulacaksın orada, ne ma uk! Ya am denen
u toprakta yatıyor A k’ın sundu u
bütün sevinç. Ama Akheron’da, sevgili bakire,
yataca ız tozlar, küllerle koyun koyuna.”
(Asklepiades, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:57)
“ ‘Güzel olmadı ımı biliyorum ama yüzüne bakılmayacak kadar da çirkin sayılmam, öyle de il mi?’
‘Çok ho bir yüzün var Cécile. Çok güzel, zeki bakı lı gözleri olan zarif bir yüz.’
‘Öyleyse neden bana hiç dokunmuyorsun ya da öpmeye kalkmıyorsun?’
‘Ne?’
‘Ne dedi imi duydun.’
‘Neden mi? Nedenini bilmiyorum. Senin zaafından yararlanmak istemedim herhalde.’
‘Bakire oldu umu sanıyorsun, de il mi?’
‘Do rusunu istersen, bakire olup olmadı ın aklımın ucundan geçmedi.’
‘De ilim. Sen de bil. Artık bakire de ilim ve bir daha da olmayaca ım.’
‘Tebrikler.’ ”
(P. Auster, “Görünmeyen”, sa:178)
“Chicago’ya geldi imde bakir de ildim, ne var ki Bingo’nun yanına girene ve aklıma gelen her külotun
içine girecek parayı bulana kadar bir kamı -adamı olarak pek parlak bir meslek ya amım olmamı tı. Bakirli imi
Batı Pennsylvania’nın bir yerlerinde, Velma Childe adındaki bir köylü kızında bozmu tum, ama bu oldukça basit
kalan bir çaba olmu tu: so uk bir ahırda, giysilerimizi çıkarmadan birbirimizi mıncıklamı tık.”
(P. Auster, “Yükseklik Korkusu <Vertigo>”, sa:202-3)
“Dinlen,
suyu günahlardan koruyan Ganj’ın kıyısında,
ya da memeleri arasında bir bakirenin,
kolyesi akıl çelen.”
(Bhartrihari<5.y.y.>-Asena Özseyhan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 09.04.09)
“POLLY PEACHUM’UN A KI VE EVL L
Bir zamanlar, henüz bakireyken, inanırdım ki
-ve ben de bakireydim bir zamanlar senin gibiBelki bir gün bana da biri gelir
O zaman bilmeliyim ne yapaca ımı.”
(B. Brecht<1898-1956>, “Üç Kuru luk Roman”, sa:13)
“Langdon, ‘Bildi iniz gibi bu Rotunda, Roma’nın en çok itibar gören tapınaklarından birine ithafen
yapılmı tı: Vesta Tapına ı,’ dedi.
‘Vesta Bakireleri gibi mi?’ Sato, Roma’nın ate koruyucularının, ABD Kongre Binası’yla ne gibi bir
ilgisi olabilece ini anlamamı görünüyordu.
Langdon, ‘Roma’daki Vesta Tapına ı yuvarlaktı ve yerde, kutsal aydınlanma ate inin yandı ı geni bir
delik vardı. Bakire kızlar bu ate in hiç sönmemesini sa lamakla görevliydiler,’ dedi.”
(Dan Brown, “Kayıp Sembol”, sa:99)
“ ‘Korkuyor musun? Neden?’
‘Ondan! Nedir o?’
‘Bir çocuk. Kötülü e u ramı bir çocuk.
‘Hepsi bu de il.’
Tenar’a kara bir öfke basmı tı ve, ‘Yani bir cadı çıra ının bakire mi olması gerekiyor?’ dedi.”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:155)
“AGBOR DANSÇISI (*)
-------------------------Yüre inde dokunaklı, ürkek ritimler
Körüklüyor parmak uçlarına, ayaklarına do ru
Tatlı tatlı ürperten bir yayılmayı
Can atıyor bakirelik alı kanlıkları
Kalem ve dil u runa körelmi .”
(*) Agbor dansı: Nijerya’nın Agbor yöresinin bir dansı
(John Pepper Clark<d.1935>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 25.03.10)
“ÖNGÖRÜ
Öyle duru bir kaynak fı kıracak ki Paris’te bir alandan
Donuk kalacak yanında
Bakire kanları da buzul ırmakları da
Yıldızlar çıkacak sürülerle uzak kovanlarından
Toplanacaklar yansımalarını görmek için sularda
Saint-Jacques kulesinin oralarda.”
(R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:181)
“... frasketa ormanlarında gezdiimde hemde burnunun ucunu göremedi in bir sis olduunda ve eyler
aniden kar ına çıktında ben hayal görürüm bir seferinde bir unikorn gördüm bir seferindede Aziz Baudolinoyu
benimle konu uyordu ve bana orospu çocu u diyordu cehenneme gideceksin çünki ünikorn hikayesi vardı
Unikorn yakalamak için aacın altına bekareti bozulmamı bir kız koymak lazımdır ve hayvan bakire kokusunu
duyar ve gelir ba ını karnına dayar...” ..... “Bir baba geldi ve o lunun acı veren yaralarla kaplı oldu unu söyledi.
Baudolino ona öyle yanıt verdi: ‘Günde üç kez onu suyla ve tuzla yıka, ve her seferinde öyle söyle: Bakire
Hipatia, o lunu iyile tir.’ ”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:12;531)
“... belinde altından iki kafalı yılan kemer olacak, ellerini gö süne kavu turmu dururken erdi i
hatlarına, mürver a acının fidan özü gibi beyaz tenine, öpülesi dudaklarla o a zına, tam çenesinin altındaki o
mavi kurdeleye bakıp çıldıraca ım, insafsız bir minyatürcü yüzünden çılgın bakire gibi giyinmi ayin
kitaplarının mele i, düz gö sü üzerinde küçük, ama kusursuz memeleri, zarıf ve dik duracaklar, beli kalçalara
do ru hafifçe geni leyecek...”
(U. Eco, “Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi”, sa:432)
“GÜZEL STANBUL <Amerika dönü ü, 10.01.91>
Gölgelerine sı ınan minareler
bakire bulutları delen ezan sesleri
gövdelerine hayran hayran bakan iri butlu
Yeni Cami güvercinleri
kamyonlu sebzecilerin paslanmı sesi
duvar dibinde unutulmu ölü kertenkele
‘çatal matal kaç çatal?’
‘çift girsin kule yapalım,
tek girsin gene alalım!’
ba rı an çocukların ekosu
Kızkulesiyle cebelle en
meraklı uçurtmalar
Galatasaray Hamamının
ihtiyar, a ı tellakı
daha neler, neler der
Zamanın eskitemedi i güzel stanbul
ho geldim sana!”
( smail Ersevim -henüz yayımlanmamı - 1990 Amerika dönü ü, Türkiye’ye dönü te yazdı ım ilk iir olarak 1993’de,
Yahya Kemal’in ‘ stanbul’unu Anma’ günü için, Prof.Dr. Nevzat Atlı ’ın misafiri olarak gitti im Pera Palas’ta yapılan törende okunmu tur.)
“CAZ DANSI
---------------ama biz siyahlar, sihirbazlar var içimizde
futbol dansı yapanların en iyileri bizde
harikalar yaratıyor büyülü gücümüz Pele
dans yaptı ımız için kilise törenlerimizde
dans yaptı ımız için Dokuzuncu Senfoni’yle
dans yaptı ımız için yumruklarımızla
dans yaptı ımız için bakirelerimizle”
(Mafika Pascal Gwala<d.1946>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 27.11.08)
“M DAS’IN MEZARI (Epigrammaları’ndan)
Tunçtan bir bakireyim, duruyordum Midas’ın mezarında;
aktıkça sular, çiçek açtıkça ulu a açlar
ı ıyıp durdukça güne ve pırıl pırıl ay
ça ladıkça ırmaklar, deniz kabardıkça
durup nice gözya larının mezarında”
(Homeros,“antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:99)
“NEFRET B LD R S
-------------------------kiyüzlü bakireler gibi, afakları ve çıplak
çocuklar gibi dakikaları olan koca kent,
yoldan çıkmı ve gösteri li ya lı gacolarının
arsız davranı ları, mutluluk katillerinin
sonunda serilip öldükleri ara sokakları
ve acımasız tuzaklarıyla.”
(Efrain Huerta<1914-1982>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 07.10.04)
“A k, kadınla erke in içinde eridi i bir kaptır! nsanın üçlü varlı ı buradan çıkar. ki ruhun bir tek
olarak do ması, karanlıklar için bir heyecan kayna ıdır; a ık bir rahiptir; kendinden geçmi bakire korkudan
donmu tur. Bu sevincin bir parçası Tanrı’ya gider. Gerçekten evlilik olan yerde, yani a k olan yerde, hayal de
vardır. Bir gerdek yata ı karanlıklarda bir afak yaratır.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:V, sa:324-5)
“AYNI HAVAYLA
----------------------Kasvetli odamda bu sene, Tanrı’nın izniyle
lk günahunda masum bir kadın olursun belki
Asla do mayacak olanların ölümsüzlü ünü
Ba ından fırlatıp atıverdin çünkü.
Çaldı ı müzikten daha gerçek de ildir keman.
Böyle dediler, rahipler – ama yoruldum
A ık olaca ım diye soneler aramaktan;
lhamı Tanrı’dan de il nsan’dan isterim.
Bu yıl bana geleceksin, Ey bulanık yüzlü bakire,
Zaman’a ve Mekan’a dair bir eymi çesine.”
(Patrick Kavanagh<1904-1967>-Suat Ba ar Ça lan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
11.02.10)
“Çünkü, mürekkep yalayan bir insanın kendini kurtarması için neye gereksinimi varsa, hepsi onda
vardı; uzaktaki besinini ok gibi yakalayan o ilkel avcı görü ü; rüzgar, deniz, ate , kadın ve ekmek gibi, her
günün yüzyıllık ö elerine bir bakirlik vermek ve ölümsüzlü e her zaman ilk kez bakmak konusunda gösterdi i o
her sabah yenilenen yaratıcı yalınlı ı, elinin sa lamlı ı, yüre inin tazeli i, içinde ruhtan daha kuvvetli bir güç
varmı gibi, kendi ruhuyla alay etmek yolundaki babayi tli i…”
(N. Kazancakis, “Zorba”, sa:7)
“Ama onlar türkü söylerken, sa arkada larıyla birlikte geldi. Bakireler döndüler. Magdalena’yı görür
görmez, kızlar birden sustu, öfkeli bakı larla geri geri gittiler. Bu orospunun ne i i vardı bakireler arasında?”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:247)
“Bir-iki hafta içinde iyi para kazanır hale geldi; çünkü salona gelen erkekler, seks salonundaki adıyla
‘Tamara’yı be eniyor, onu seyretmeye doyamıyorlardı. ‘Die exotische Schönheit, die blutjunge Tamara aus
der Turkei!’ (Egzotik güzellik, Türkiye’den bakire Tamara). Bu anonslar duyuluyordu seks salonunda. O da
haftada iki gün okulu kırıyor ve dönen yuvarlak yata ın üstüne çırılçıplak uzanmak için Düsseldorf’a gidiyordu.”
(Ö.Z. Livaneli, “Leyla’nın Evi”, sa:83)
“Trujillo elini bırakmadan barın daha aydınlık olan bir kö esine götürdü. Floresan bir tüp mavimsi bir
aydınlık yayıyordu çevresine. ki ki ilik bir kanepeye oturması için i aret etti. Urania’yı ba ından ayaklarına
kadar inceledi. Sanki ‘Fundacion Çiftli i’ne satın aldı ı cins bir sı ırı, bir atı inceliyordu. Urania bu koyu renk
gözlerde istek heyecan görmemi ti, sanki sadece bedeninin bir envanterini çıkarıyordu........ ‘Hayal kırıklı ına
u radı. imdi artık nedenini biliyorum. Ben ince uzundum, Trujillo’ysa dolgun, gö üsleri ve kalçaları belirgin
kadınlardan ho lanıyordu. Tipik tropikli bir erke in estetik anlayı ı... Belki de ‘bu iskeleti’ gerisin geriye Trujillo
Kenti’ne göndermeyi bile dü ünmü tür. Bunu neden yapmadı ını biliyor musunuz? Çünkü bir bakirenin kızlık
zarını delmek erkeklere haz, heyecan verir...... Hiçbir zaman bakireli imi Generalisimo’nun yanında, Casa de
Cabao’da kaybedece im gelmemi ti aklıma. E er kendimi balkondn a a ı atarsam babam korkunç vicdan azabı
çeker diye dü ünüyordum.’ ”
(M.V. Llosa, “Teke enli i”, sa:475)
“VENÜS
Seni böyle gördüm
Ölü bakire
sedef yatak üstünde,
çiçe in ve meltemin çıplaklı ı
yelken açmı tükenmeyen ı ıkta.”
(F. Garcia Lorca<1898-1936>-Adnan özer, “a k iirleri”, sa:127)
“Onurlu bir çıkı arayarak öyle dedim: ‘Biz ikimiz boyunduru a ko ulmu iyi bir çift olurmu uz.’
‘Bunu bana imdi söylemeniz ne kötü,’ dedi, ‘çünkü bu artık bana bir teselli bile olamaz.’ Sonra evden çıkarken
daha do al bir tavırla öyle dedi: ‘Bana inanmayacaksınız, ama Allaha ükür ben hala bakireyim.’ ”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:43)
“Britanya mparatorlu u hakkında aka yapmak öyle kolaydır ki... Beyaz Adamın Yükü, ‘Göreve,
Britanya!’ ve Kipling’in romanları ve Hindistan ngilizleri konusundaki tıra lar, bütün bunlardan söz edip de kıs
kıs gülmeyen var mı? Acaba kültürlü tek bir ki i var mıdır ki, ngilizler Hindistan’dan çıkarsa Pe aver ile Delhi
arasında tek rupi (rupee: 100 paise: Hindistan’ın para birimi), tek bakire kalmaz, diyen ya lı ‘havildar’ı
( mparatorluk zamanında ordunun yerli çavu u) anı tırır bir aka yapmamı olsun?”
(G. Orwell, “Wigan skelesi Yolu”, sa:219)
“ ntihar fikrini Batman’dan Kars’a getiren bu kadını bir ay sonra teyzesinin on altı ya ındaki kızı taklit
etmi ti ilk. Ka’nın gözü ya lı anne babaya olayı gazeteye bütün ayrıntılarıyla yazmaya söz verdi i bu intiharın
nedeni kızın bir ö retmeninin sınıfta onun bakire olmadı ını söylemesiydi..... ntihar eden kızının bakire
oldu unun otopside anla ılması üzerine babası dedikoduyu yayan ö retmen kadar Batman’dan gelip intihar eden
akraba kızını da suçlamı tı.”
(O. Pamuk, “Kar”, sa:21)
“KASTOR - ... Uysal ve boynu bükük bir kadınla ne yapaca ını bilemezler. So uk ve katil gözlerle,
yere e ilmeyen gözlerle kar ıla maya gereksinimleri var. Mazgalları andıran gözlerle. Hippodameia’nınki gibi
gözlerle.
POLYDEUKES - Kızkarde imizde var bu bakı ...
KASTOR - Acımasız bakireye gereksinimleri var. Da larda yürüyen bakireye. Evlendikler her kadın
budur, onlar için. O kadınlara o ullarını sunuyorlardı ziyafetlerde, o kadınlar için kızlarını katlediyorlardı.”
(C. Pavese, “Leuko le Söyle iler”, sa:153)
“Ki neyen atlar yok mu, ırma ın kıyısında düzgün ve parlak
büyük ta lar arasında,
durgun suda, yaprakların ye il ı ı ı ve afakta yıkanan kadın
ve erkeklerin ba rı maları altında?
Tanrılar nerede, tahıl tanrısı, çiçek tanrısı, kan tanrısı,
Bakire
hepsi de öldü mü”
(O. Paz, “Kartal Mı, Güne Mi?”, sa:21)
“Sonra, kimsenin beni göremeyece ine kanaat getirip artık yerimi de i tirmemeye karar verdim;
mucize gerçekle ecek olursa, bekleyi ini uzun zamandır sürdüren bakireye ta uzaklardan, elçi olarak gönderilen
böce in, umulması neredeyse imkansız, (mesafe, aksilikler, tehlikeler gibi sayısız engeli a arak) geli ini
kaçırmak istemiyordum.”
(M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:9)
“Bunlar gündelik sözler gibi geliyor kula a, pek yaratıcı olmayan insanların kurdu u acınacak
tümceler, ya amın küçük olaylarını sıfatlarla süslemeyi hiç ö renmemi insanların. Romeo’nun Julia’ya ya da
Julia’nın Romeo’ya odanın balkonunda, bakire kız kadın olurken söyledi i sözler çok farklıydı herhalde, mavi
gözlü Alman’ın öteki kıza söyledikleri de, o da bakireydi, ama daha alt tabakadandı ve e reltiotların arasında
kadın olmaya zorlanmı tı.”
(J. Saramago, “Umut Tarlaları”, sa:172)
“Bu insanlar, tehlike içindeki genç kız, general, ormanda tuza a dü ürülmü hain ve bir barut fıçısına
ba lanmı hald alevin fitil boyunca ilerleyi ine üzgün üzgün bakan arkada tarafından bekleniyorlardı. Bu alevin
ilerleyi i, kahramanların çölde dörtnala at sürmeleri, bakire kızın kendisine saldırana kar ı umutsuz mücadelesi,
bütün bu imgelerin ve hızların iç içe geçmesi ve bütün bunların altında, ‘Damnation de Faust’dan alınmı ve
piyanoya uygulanmı ‘Uçuruma Ko u ’ adlı orkestra parçasının cehennemi hareketi; evet, bütün bunların hepsi,
bir tek eydi ve bu bir alınyazısıydı.”
(J.-P. Sartre, “Sözcükler”, sa:92)
“Bu adaklı kızların en güzeli, bir ordu
Kadar çok yürek yakmı olan kızgın kamayı:
te bir bakirenin eli, silahsız kodu
Uykuda, isteklerle yanıp duran pa ayı.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:154, sa:349)
“ ST YORUM
----------------ya amın su kaba ı var senin kusursuz
kalçalarında
arzulu erkeklerin doyumsuz bo azının
yutmadı ı
ama korunmu bakire gülücüklerinin
gökkubbesinde.”
(E. Egya Sule<d.1976>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 09.07.09)
“Teknik elemanlara gereksinen binalar bu mahallededir; kimi zaman tepe, bu çirkin kakmalardan
silkinmek istercesine çöker, o zaman ivedi önlemler alınır, ola anüstü krediler çıkarılır..... Merkezdeyse, aksine,
bakir can çeki me yayılır, sürüngen bir cüzam, sinsi ve acımasız çürüklükteki duvar ve evleri istila eder.”
(A. Tabucchi, “Ufuk Çizgisi”, sa:13)
“Gülümseyerek delikanlının bile ini tuttu dostça.
-Evdeki herkes iyi, yalnız Tarimaru üzgün. Bir hasırın üstünde ilgisizce yatan bakire kızı gösterdi.
Bedeni sararmı bir örtüye sarılmı tı ama esmer, dolgun memeleri açıktaydı.
-Sürekli ırma a bakıp iç geçiriyor. Bir Inan’ın <Bir Brezilya Kızılderili kabilesi> çıkıp gelmesini ve
onu almasını bekliyor. Bu adam sen olabilirsin Kanau. Çünkü sen yakı ıklısın, o da güzel ve sa lam.”
(J.M. de Vasconcelos, “Kırmızı Papa an”, sa:37)
“Sunak kanatlarından birinin üzerinde açık renklerde bir resim vardı; karanlıkta renk tonları daha da
yumu ak ve hafif görünüyordu ve ressamın bakı ını anında esir almı tı. Bu, kalbine kılıç saplanmı bir Meryem
Ana tasviriydi; acısına ve hüznüne ra men son derece sakin ve huzur dolu bir resimdi. Meryem’in yüzünde garip
bir sevimlilik vardı; sa’nın annesi gibi de il de, oyunbaz tasasızlı ının güleryüzlü çekicili ini acı verici sessiz
bir dü üncenin alıp götürdü ü, hayalperest ve cıvıl cıvıl bir bakire gibiydi daha çok.”
(S. Zweig, “Hayatın Mucizeleri”, sa:13)
Bakire Ana : Hz. Meryem
“-Ey bütün öteki yaratıklardan daha anlı ve alçak gönüllü, ezeli fermanın mukadder kıldı ı, kendi
O lunun kızı olan bakire Ana. Sen insan yaradılı ını öyle asille tiren bir kadınsın ki, Yaratıcısı yaratı ı olmayı
kendisi için küçüklük saymamı tır. Sinemde tutu an a kın sıcaklı ı ile ebedi sükun içinde bu çiçek (Göksel gülü
meydana getiren cennetlikler) böylece gonca verdi.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:III, ‘Cennet’, sa:243)
Baklayı a zından çıkarmak : Ötedenberi saklanmakta olan gizemi en sonunda söylemek
“ sterse u yeryüzünde Tanrı’nın en zavallı yaratı ı olsun, onu övgülere bo uyorsun. Hastan tam kili i yalnızca adaletsiz bir rastlantı sonucu tek ba ına yönetmekten yoksun kaldı ı klini i- seninle birlikte yönetti ine
inanmaya ba ladı ı an, baklayı a zından çıkarıyorsun.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:482)
“ u halde, adamda (o anda bile) güç, irade, so ukkanlılık ve ileri görü lülük olmalıydı ki… vs., v.s…
Savcı memnundu: ‘Sinirli adamı ayrıntılarla kızdırdım, baklayı a zından çıkardı…’ ”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:III, sa:193)
“ ki üç haftadır ate li oldu unu, Almora yakınında bir Bhutanlı’nın evinde ölüm dö e inde yatmı , ama
en ufak derecede korkmamı oldu unu söyledi. Öylesine sorum, onu Hindistan’a getirenin ne oldu unu. Hafifçe
kızardı ve sonra birden baklayı a zından çıkardı: ‘Mutlak’ı bulmak istiyorum!’ ”
(M. Eliade, “Bengal Geceleri”, sa:192)
“KOM SER - Anladım, bu küçük fabrikada i çinin i ba ında gösterilmeyi i F AT’ın bir
organizasyonu. Peki sizce kaza hangisinde oldu?
ROSA - Bana mı soruyorsunuz? FIAT yönetimine gidin, baklayı a zından çıkarttırın... Angelli’ye
gidin (Kuklaya yakla ır).”
(D. Fo, “klakson borazanlar ve bırtlar”, sa:25)
“ANTONIO - Ne demek baya ı? O piç kurusu sürekli sakat oldu unu söylersek benim bütün kıdem
tazminatımı, sigorta paramı ve evimi alacak. Dolandırıcı! Yo, hayır, üzgünüm ama ben bu baklayı a zımdan
çıkaraca ım.”
(D. Fo, “Yüzsüz”, sa:43-4)
“ daho’nun beni bu biçimde atlatmaya kalkı ına kızarak:
-Yalan söylüyorsun, dedim. Böyle imza olmaz. Herifin soyadı ne? Kitap yazsın da soyadı koymasın,
olur mu hiç. Do ruyu söylesene! Buza ı gibi geveleyip duraca ına çıkar baklayı a zından.”
(O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:63)
“ ‘Allah’ın emri, peygamberin kavli <sözü, rızası>…’ sözleri bile tekrarlandı. ‘Eh, çocuklar birbirlerini
be enmi lerse, eh Allah da yazmı sa…’ gibi zorunluluklar yerine getirildikten sonra babam baklayı çıkardı
a zından. Me er asıl müjdeyi sona saklamı : Ayazpa a’da oturdu um kiralık dairenin sahibiyle konu tu unu ve
o daireyi bizim için satın alaca ını söylemez mi!”
(Ö.Z. Livaneli, “Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm”, sa:105)
“... Birkaç dakilalık ikircikli bir suskunluktan sonra, <Cumhurba kanı> kısa, pek açık olmayan bir dille,
kekeleyerek Generalısimo’ya yapılan suikast kar ısında Silahlı Kuvvetler’in tek yürek olarak harekete geçmeye
hazır olması gerekti ini söyledi. Astlarındaki hayal kırıklı ını hissedebiliyor, neredeyse dokunabiliyordu. Onlara
güven vermek yerine, kendi güvensizli ini onlara da bula tırıyordu...... -diline zor hakim olabiliyordu, sarho
gibiydi- bu büyük katliam nedeniyle birliklerini kı lalarında hazır beklemelerini, izin almadan harekete
geçmemelerini söyledi. Telefon konu malarını bitirdikten sonra baklayı a zından çıkardı ve inisiyatifi ele aldı.
‘Gitmeyin,’ dedi aya a kalkarak. ‘Hemen yüksek düzey konseyi toplayaca ım.’ ”
(M.V. Llosa, “Teke enli i”, sa:386-7)
“Anlatmaya, farklı bir yerden ba laması gerekiyordu. ‘Majesteleri,’ dedi, ‘izzetli, letafetli ehriyarım,
Dünyanın Sı ına ı. Zat-ı alinize bildirmekten onur duyarım ki, ben...’ Sözcükler dudaklarından çıkarken
duyulmaz oldu ve tanrıların lanetiyle sa ır ve dilsiz kalıvermi bir adam gibi hükümdarın önünde kalakaldı.
Ekber ah sinirlenmi ti. ‘Durmasana be adam!’ dedi. ‘Bir seferde çıkar u a zındaki baklayı.’ ”
(S. Rushdie, “Floransa Büyücüsü”, sa:115)
“ELLIE - Benim aka etti imi kim söyledi?
MANGAN - Ben çok ciddiyim, çok..... Ama, inanın bana, arkada ıonız Mrs. Hushabye’a yakın
olmak istiyorum, çünkü onu seviyorum. Haydi bakalım, baklayı çıkardık a zımızdan.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:64)
“ çimden: ‘Sonunda baklayı a zından çıkaracak’ diye dü ündüm, fakat hiç belli etmedim ve ister
hemen imdi, isterse sonra, diledi i anda kendisine hizmet etmekten ancak onur duyaca ımı temin ettim.”
(S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:23)
Bakmak : Geçindirmek, geçimini sa lamak; Dü ünmek, farketmek, görmek
“O, her Allahın günü, okuldan sonra karanlık çökünceye dek dilenirdi ve tüm topladıklarını hiç
harcamadan eve, babasına götürürdü. Yeterli para toplayamadı ız zamanlar babasından bir de temiz kötek yerdi
ki. Fakat garipti, Muharrem hiç a lamazdı. Ve belki de benden daha mutlu bir çocuk görünümü veriyordu, çünlü
‘ailesine bakıyordu!’ ”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Aysel Hanım”, sa:142)
“Lucrecia’ya kararlılıkla yakla ıyor, girmeye çabalıyor, ama bozguna u rayıp soluk solu a geri
çekiliyordu. (Sonra baktım Lucrecia bu olayı belle inden silip atamıyor, Atlas’ın kellesini vurdurum.)”
(M.V. Llosa, “Üveyanneye Övgü”, sa:18-9)
Bak sen : Ya öyle mi, bak hele
“ ‘Bak sen!’ dedi Robert tersler gibi. ‘ imdi böyle konu uyorsun de il mi? Ama geçen gün seni de
yanımıza almı geziyorduk hani, nasıl beyaz giysilerin ka la göz arasında kiraz lekeleriyle, ot lekeleriyle doldu.’
”
(H. Hesse, “Rosshalde”, sa:21)
“-Yabancısı de il! Baldızıdır ükran Hanım, Celadet Bey’in...
-Bak sen!”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:185)
Baktı olacak gibi de il : Olmayaca ını anlayınca
“Profesör Lombardo a ırmı tı, ölmü ve apele yerle tirilmi kızı nasıl olurdu da ‘Baba, aç, aç, kapıyı
aç!’ diye sesini buralara ula tırabilirdi? ‘Bilincim beni rahatsız ediyor’ diyerek profesör bir sa ına bir soluna
döndü, baktı olacak gibi de il, yata ından kalkarak görebildi i kadar pencereden dı arı gözlemeye çalı tı.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Ya mur Fırtınası”, sa:97)
Baküs rahibesi : (ROMA & GREK MYTH.): Bacchus=Dionysus: Ba ve arap tanrısı’ndan gelir. Baküs
rahibeleri ellerinde ucu cam topuzlu, çevresinde sarma ık ve asma dalları sarılı bir de nek ta ırlardı
“Çekmecenin ardında duran bir kız sanki bir dans Tanrıçasıydı, bir Baküs rahibesiydi. Va ak derisi
kadar yumu ak teninden soyunmu , elinden de ne ini atmı , sarma ık tacını çıkarmı , a kın büyülü gücüyle
Chandin’in tablosundaki bir ev kadınının dı görünümüne gizlenmi ti.”
(A. France, “Tanrılar Susamı lardı”, sa:37)
“Benim tanrım Bacchus’tür,
Herkes ne eyi arar,
Dünyada ba ka Tanrı
Aramak niye yarar?
Doldurun, hop, içelim
Unutun gelece i,
Doldurun, hop, içelim
Bacchus genç kılar bizi.”
(1789 Fransız Devrimi arkıları”, Félix Nogaret, sa:71)
Bala : (AZER.) : Yavru; Küçük çocuk; Canım, ekerim
“Gökgöl’de Ceylanlar
Yirmi ceylan iner Gökgöl’e balam
Biri uzaklarda
Durmu o mudur
Yirmi ceylan iner Gökgöl’e balam
çin serinler mi
Dalgalanır mı”
(F.H. Da larca<1914-2008>, “Ötekinde Olmak-Oralarda”, sa:14)
Balaam : (D N) <Bellım> : Mezopotamyalı dervi -aziz, bindi i e ek tarafından azarlanan epygamber
(Sayılar Kitabı; 22: 8-34)
Balad : (MUS.) Orijinal olarak ‘balad’, bir dans’a refakat eden, o havanın bir ‘ arkısı’ idi. Modern
zamanlarda ‘balad’, basitçe, kısaltılmıu , arkı halinde söylenen bir iir oldu. Müzik bakımından, yine orijinal
olarak, bir ya da iki kıta uzunlu unda, sade bir sazın refakat etti i basit bir ses melodisi idi. imdilerde, benzer
karakter-öge’lerin sazsal melodilerini; ve, bir fıkra ya da öyküye yönelik bir ya da daha fazla aletlerin
orkestrasyonunu da içeriyor.
“Dün Alibert, ‘Chopin’in bir tek baladı için, bütün Beethoven senfonilerini verirdim, söyledi imi
anlıyor musun? Bütün senfonilerini,’ derken ne kadar sevimliydi.”
(A. Gide, “Chopin Üzerine Notlar”, sa:52)
balalaika (RUS.MUS.) <balalayka> : Rusya’dan ba layıp Batı Avrupaya yayılan, ud’dan küçük ve üç kö eli,
mandolin’e benzer telli bir çalgı. 1937-40’larda Türkiye’ye gelen ‘Balalayka’ adlı bir filmde görd ümüz ve tüm
gençleri inleten:
‘Ah o balalayka,
bahçesindeki güzel sevgimiz
mesut oluyorduk ikimiz;
o geced !’
na mesini bugün bile hatırlarım (Nelson Eddie- lona Massey?) < .E.>
Balayı : Evlenen çiftin, nikah ya da dü ünü izleyen günlerdeki ilk seyahatleri
“Bunlar sadece sevi en bir çift de il, aynı zamanda yeni evliler, ikisinin de parma ında pırıl pırıl
yüzükleri var, belki de balayına çıkmı lardır; ba larının üzerindeki filede, üstüste konmu , kocaman ve birbirinin
e i, domuz derisinden, saplarına incecik kayı larla dörkö e me inden birer etiketlik ba lanmı , yepyeni iki valiz,
cömert bir amcanın arma anı de ilse bile dü ün vesilesiyle alınmı tır herhalde.”
(M. Butor, “De i me”, sa:15)
“Robert, yöntece i bir edebi gazete kurmak için sermaye toplamakla u ra ıyor. Gazete Tunus
dönü ümüzden, yani önümüzdeki ilkbahardan sonra çıkmaya ba layacak. Ama balayı hazırlıklarına hemen
ba lamak gerek.”
(A. Gide, “Kadınlar Okulu”, sa:55)
Balçık gibi yapı mak : Sımsıkı sarılmak, yapı mak
“Napoléon’un en son dakikaya kadar yalnızca mevkiine de il, hatta mparatorluk unvanı tuza ına da
sımsıkı sarılması gibi, Fouché çok daha küçük hesaplarla bu son ve pek önemsiz elçilik makamına tutunuyor.
Ömrü boyunca ba kalarına hizmet etmi olan Fouché, iktidarın en küçü üne bile balçık gibi yapı mı tır.”
(S. Zweig, “Fouché”, sa:214)
balderdash :
(COLLO.) <baldırde > :
Saçma sapan, bo lakırdı
Baldırı çıplak : Genç, pervasız, bacaklarına ‘dolak’ çorap giymeyen, fakir; siz güçsüz, serseri güruhu (Argo)
“Çünkü talya’da ne kadar ehir varsa hepsi de zalimlerle dolu ve bir partiye yazılan her baldırıçıplak
bir Marcellus (Pompeus taraftarı me hur Rolalı senatör) kesiliyor.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:II, ‘Araf’, sa:49)
“Halkı aydınlatarak yorulmasını, bir ukala gibi kutsal kitabı açıklamasını, ba ka bir i i olmayan bir
adam gibi dua etmesini, bir kadın yahut bir zavallı gibi a lamak zafını, bir baldırı çıplak gibi sefalet içinde
ya amak a a ılılı ını göstermesini mi isterdiniz?”
(D. Erasmus, “Delili e Methiye”, sa:128)
“Her ne idiyse, mahallenin yeni yeti en baldırıçıplaklarının bizler kadar çe itli ve zevkli mahalle
oyunları oynamadıklarını hissetm tim.” ..... “Çe meba ı... te bu ba lıba ına bir alem. Kız-erkek, sekiz on
baldırıçıplak, sıvanmı etek ve paçalarla, bir iti ip kakı ma halinde yıkanıyor de il, adeta güre iyorlar.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Makineci Baba; Çe meba ı”, sa:10;19)
“Mahallenin en haylaz, -hatta vah i diyebilirim- bıçkın, küfürbaz, kavgacı çocu u Hulusi. Sürekli
Sırpça küfürler okuyor, bereket ki anlamıyorum. Bu baldırı çıplak, her Allahın günü, elinde ince bir sopa ya da
kamı ,kelebek avında. Bizim evin kar ısındaki çıkıntıda oturuyorlar ama, ailece görü müyoruz. Arada sırada
kapıda boy gösteren cılız, rengarenk basmalara bürünmü annesinin kuca ında ve karnında birer bebek daha var.
Baba ortalıkta yok.”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:77)
“ ‘Gerçekten de size söyeleyece im gibi, benim de bir felsefem ve filozoflarım var. Zırvalıklarla
uyutulmama izin vermem. Ama yine de a a ıdakilere, baldırıçıplaklara, az kazananlara, sefillere bir eyler
gerek.’ ”
(V. Hugo, “Sefiller”, sa:61)
“BUCAK MÜDÜRÜ -… Biliyor musunuz, bu delikanlı ne yaptı? Kederden yarı çılgın bir hale geldi ve
bir Çingene kızı ile evlendi; ve soyu sopu ile, bu serseri, dinsiz, baldırı çıplak alayını ço alttıktan sonra ölüp
gitti.”
(H. Ibsen, “Brand”, sa:138)
“ ‘Yavrum,’ diye cevap verdi sa. ‘Senin gitti in yerden ben henüz geldim. Senin gibi delikanlıyken,
hatırlıyorum, ben de dünyayı kurtarmaya çıkmı tım. Genç olmak, bu demek de il mi, dünyayı kurtarmak
istemek? Baldırıçıplak, paçavralar içinde, eski peygamberler gibi çivi kakmalı kayı ile dola ır dururdum.’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:542)
“Bir kız için. Ben ölseydim sizin haliniz neye varırdı? Bir dü ünün hele! Bir dü ünün benim
yoklu umu... Bir kız bana gelin olacakken, gitsin bir baldırıçıplakla kaçsın. Bu hangi kitapta yazar?”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:141)
“Haydi ulan baldırı çıplak. Bir kız deve de ildir ki iki yerinden bo azlana. Haydi oradan utanmaz.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köro lu’nun Meydana Çıkı ı”, sa:71)
“Müslüman mezarlı ının yakınında oturan birkaç aile sahildeki bo evlere yerle mi . Soranlara,
‘Gidenlerin bize borçları vardı’ diyorlarmı . Babam, ‘Bre Allah’tan korkmazlar. Kim inanır dönümlerle ba
bahçe, çift çubuk sahibi olanların bu baldırı çıplaklara borcu olaca ına. Ama gör hele. A layanın malı gülene
yaramaz’ diyor.”
(Hasan Faruk Levent, “Mübadele Öyküleri”<Ayrılık>, sa:174)
“Gemi suvarisi, bol evikler yüzünden çok dertliydi. Bir suvari ile bir miçonun nasıl olup da e it
ya ayabileceklerine akıl erdiremiyor, hele dine saldırılmasının nedenini gerçekten anlayamıyordu. ‘Zenginlikler
baldırı çıplaklarla payla ılacakmı ... Zengin olmak imkanı kalmazsa kim çalı ır? Nereden bulmalı böyle
alıkları?’ ”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:18)
“-Vay! Dümbük nedir bilemedin öyleyse... Yazıklar olsun senin doktorlu una, hemi de Farmason
doktorlu una... O lum Doktor Farmason, dümbük demek, resmen pezevenk demektir. Ama, ükür Allaha,
pezevengin baldırı çıplak soyu de il! Yazhıhane sahibi, yüksek okullardan diplomalı, toplumda büyük saygılı
yeri olan pezevenklere ‘Dümbük’ denir.”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:99)
balefire : (COLLO.) <beyl’fayr> : Açık havada, gösteri ya da alarm için yakılan büyük ate
Bal(ı) akmak :
Balı dı arı vurmak, sızmak
“Ba ım alıp gitmem nereye varsam
Varsam da bir zaman e lenüp kalsam
Gülgun dudakların a zıma alsam
Akar leblerinden balı yosmanın”
(Sözcükler: Gülgun: Gül renkli; Leb: Dudak)
(Erzurumlu Emrah-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri III”, xıx.-xx. yy., sa:606)
Bal(ı) dök yala : Bir evin ya da ehrin temizlik derecesini simgeleyen sözler
“Bir ehir var, Adana ehri. Safi sırçadan, tiril tiril yanar gece gündüz. Aynen güne gibi. Onun içinde
gezersin. Evlerin araları, onlar sokak derler adına, cam gibidir. Balı dök yala.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, sa:31)
“Doktorun karısı, o gün her eye kar ın, bakanlıktan ve hastaneden gelecek telefonları kocasıyla birlikte
beklerken, sa duyulu ve ince dü ünceli insanları, öldükten sonra arkasında bırakaca ı kimseleri sıkıca temizlzi e
giri mek zorunda bırakmamak için ya arken düzenli olmaya iten bir öngörüyle, bula ıkları yıkamı , yata ı
yapmı , banyoyu düzene sokmu tu, hani söylendi i gibi her yer bal dök yala olmamı tı ama elleri titreyen,
gözlerinden ya lar bo anan bir kadından da bundan fazlası beklenmezdi do rusu.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:239)
“ ‘... Dedim ya, ev-ocak da ılmı , bizde burnunu öpecek kedi bile kalmamı . Mübarek ahır, yıllar yılı,
sözüm burdan dı arı, e ek yüzü görmedi inden ayna gibi... u brahim Efendi bal döksün yalasın..’ ”
(K. Tahir, “Rahmet Yolları Kapadı”, sa:88)
Bal gelmek; Bal istemek : Bal gibi tatlı hissetmek; Sevgi, ilgi a k istemek
“Birisinin adı nci
Severler güzeli genci
Koynunda çifte turuncu
Verdi a zıma bal geldi” <Turunç: Gö üs, meme>
(Gevheri-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri II”, xv.-xvı. yy., sa:181)
“A kın arısına dü ürme tela
ster isen benden bal, kara gözlüm
Mahabbet istersen semtime dola ,
stemezsen gamda kal, kara gözlüm”
(Seyrani-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri III”, xıx.-xx. yy., sa:478)
Bal gibi; ballı, baldan tatlı : Pek ala, gere i gibi, adamakıllı, hiç üphesiz; Çok tatlı, bal gibi tatlı
“-Ha, u bizim küçük gavur. Herif için din de i tirmekten kolay ne var? Zaten kilise kaçkını!
-Seni hasetçi cüce, seni. Sana bir daha Amca dersem iki olsun.
-De, Rabia. Her vakit Amca, de. Sevindim. aka ediyorum. Söz aramızda, sen çok kartla tın. Yirmi
biri geçiyorsun, de il mi? Bal gibi evde kalmı kız.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:317)
“-Bırak Allaha kına, bu insanları o denli saf görme, Katoliklerin bu kentte vicdan huzuruna
kavu malarından kolay ne var, ‘Toties Quotis’ dedikleri, tüm günahlarından arınılan kiliselerdene birine gidip
bir iki dua mırıldanmaları yeter, örne in bir adım ötemizde Le Gesu Kilisesi var. Sen gerçeketen inanıyor musun
bu morukların keskin gözlerinden kaçıyor durumumuz? Bal gibi biliyorlar, kutsayıp geçip gidiyorlar.”
(M. Butor, “De i me”, sa:149-150)
“ ‘Do rusun, yapamam. Paraları nereye sakladı ını biliyorum. Ba ucunda, çekmede. Uykusu a ırdır,
çekmeden paraları kolayca alırım. Hemen o gece tüyüp vapura binmeliyiz.’
‘Bal gibi hırsızlık be!.. Uyanır, polise haber verirse?’ ”
(P. Celal, “Melahat Hanımın Düzenli Ya amı”, sa:86)
“ ‘Filmler, sonradan olup bitenleri anlatmaz hiç,’ diyordu Maria içinden, kendini avutmak için. Evlilik,
ev i i, çocuklar; sevi meler giderek seyrekle ir, kadın birinci metresten bal gibi tatlı bir notu ele geçirir ve
ortalı ı birbirine katmaya karar verir, koca bunun bir daha tekrarlanmayaca ına söz verir.”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:234)
“Batıda Ren Nehri kıyılarını hiç görmemi oldu um halde büyük bir özenle beklemi tim. Kıyılarundaki
ba lar dahil ho uma gitmedi. Ren’i nehre de benzetemedim, bende bir kanal izlenimi bıraktı. Oysa bal gibi
biliyordum Avrupa’nın sayılı büyük ırmaklarından biri oldu unu. Ama nedense benim içimde Sakarya,
Kızılırmak ya da Seyhan ırma ı ve görkemli Dicle, Fırat türünden bir ey görmek iste i geçiyordu.”
(Füruzan, “Ev sahipleri”, sa:48)
“-Aaa! Bir burun!
van Yakovleviç’in kolları yanına dü tü; gözlerini o u turdu, parma ıyla bir daha dokundu. Burundu
i te; bal gibi burundu. Üstelik tanıdık bir buruna benziyordu.”
(N. Gogol, “Üç Öykü-Burun”, sa:18)
“-Hele hele! Bir de Mi ka’yı tanımadı ını söylüyordun, bal gibi tanıyormu sun i te! Bugün niye bu
kadar öfkelisin Semyonıç?
-Benimle çene yarı tıraca ına voltayı alsan daha iyi olur!”
(M. Gorki, “Yol Arkada ım”, sa:63-4)
“Doktorun uzattı ı bardaktan süzgün süzgün iki damla aldı. Barda ı elinden dü ürecek bir halsizlikle
geri verdi. Yine yumruk gözlerle bir zaman dalar gibi yaptıktan sonra:
-Ah, dedi, ah doktor, bana etti i iltifatları i itseniz i rençten titrersiniz. Beni yutacak gibi nefesini
içeriye çeke çeke: Ah benim ekerli, ballı, sütlü, kaymaklı karıcı ım. Ver bana gerdanının kremalarından… çir
bana Kevser’ini yudum yudum…”
(H.R. Gürpınar, “Gulyabani-Gönül Ticareti”, sa:176-7)
“ ‘Hakları yok, ama oluyor i te,’ dedi vayk.....’Bu dünyada yapılmaması gerekti i halde yapılan o
kadar çok ey var ki. Asıl mesele nerede, biliyor musunuz? Herkesin yapılmaması gereken bir eyin yapılabilip
yapılamayaca ını denemeye kalkı masında.... Pisek’teki imparatorluk manevraları sırasında, yürüyü halindeki
askerlerin ellerinin ba lanmaması gerekti ini bildiren bir emir gelmi ti. Bizim yüzba ı ise bunun bal gibi
mümkün oldu u kanısındaydı, çünkü böyle bir emir korkunç saçmaydı.’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:149)
“ çelim! Ba lar belki araptan sonra
yeni, soylu, baldan tatlı bir sohbet.
Küplere batırın beni Khios arabıyla dolu
ve deyin: ‘Keyfine bak Hedylos!’
Tiksinirim çünkü ya amaktan, esrimeden arapla!”
(Hedylos, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:58)
“ ‘Pekala,’ diye kar ılık verdi dedektif. ‘Senin New York’u bilmedi in bal gibi ortada.. Ama madem bu
planı gözün tutmadı, o zaman biz de di erini deneriz.’ ”
(O. Henry, “viski soda”, sa:23)
“... ve fırsat bu fırsattır deyip ortaya çıkmanın tam zamanı oldu una karar vererek, Rydal Keener’in
karısını öldürdü ünü, Rydal Keener’in Yunanca konu madı ının do ru olmadı ını çünkü bülbül gibi
konu tu unu, fırsatını bulur bulmaz Rydal Keener’î ele vermek için hemen bir telefona ko mayı dü ündü ünü
söylemi olabilirdi bal gibi.”
(P. Highsmith, “Ocak Ayının ki Yüzü”, sa:199)
“Çok çekmi tanrısal Odysseus da yedi içti.
O sıra seslendi u a a Alkinoos’un gücü:
‘Sa rakta arabı kar, Pontonoos,
hepimize urda da ıt, sunu sunalım Zeus’a,
odur yalvarıcılara yolda lık eden.’
Böyle dedi, Pontonoos da bal gibi arabı kardı,
Sonra döktü herkesin tasına o araptan.”
(Homeros, “Odysseia”, sa:130)
“Kızılsakal bakındı, sesini alçaltarak.
‘Filipus,’ dedi, ‘Öldürebilir misin?’
‘ nsan mı?’
‘Elbette. Ne o, koyun mu sandındı?’
‘ imdiye dek insan öldürmü de ilim, ama öldürürüm, bal gibi de öldürürüm.’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:133)
“Allah vere de candarmalar komutanlarına durumu açık etmi lerdi. arapçıdan arap içebilmek için bu
numarayı yapmı , herife de bal gibi yutturmu lardı ama, ne olursa olsun, i in içinde gerçek payı vardı.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:19)
“Justiniana, ‘Dona Lucrecia’dan söz etti imi bal gibi biliyorsun, seni küçük eytan, salak numarası
yapma bana,’ dedi. ‘Kadının ba ına ne çoraplar ördün. Hiç üzülmüyor musun?’ ”
(M.V. Llosa, “Üveyanneye Övgü”, sa:130)
“ ‘Bazılarımız ona hiçbir zaman bu adı vermek istemese de bu bal gibi bir sava tı, ‘bizim’ sava ımızdı,
tarih kitaplarında bizim adımızı ta ıyacaktı. Dünyanın geri kalanı için bilmem kaçıncı bir yerel çatı madan
ibaretti, bizim için ise tufandı.”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:32)
“GLUMOV - Ya siz amca? Bu yüksek çevreye layık bir ki i olmadı ıma ne zaman karar verdiniz?
Bay Krutitski’yi nasıl pohpohlayaca ımı bana ö retirken mi? Yoksa ba ka hayranları uzakla tırmak için
karınızla nasıl sevi ece imi gösterirken mi? Kızardım, bozardım, kekeledim, böyle i lerden habersiz oldu umu
söyledim. Rol yaptı ımı bal gibi biliyordunuz.”
(A.N. Ostroski, “Bu Hesapta Yoktu”, sa:125)
“ ‘Durmadan izin, izin. O kadar i iniyordunuz ki karılar kızlar biraz emsin, sömürsün de aklınız ba ına
gelsin diye herhalde boyna izne yolluyorlardı sizi. Biz 1914’te iznin lafını edemedik yıllarca. Biz...’ ‘Evet, siz de
izinli çıkıyordunuz 1914’te, bal gibi çıkıyordunuz.’ ”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:268)
“Toprakta bö ürtlen çalılıklarıyla kaktüsten ba ka yeti en tek yararlı ey kavun, ta lık topra ın kuma
dönü tü ü yerlerde, sarımtrak bir kumda adalılar kavun yeti tiriyorlar, yalnızca kavun, greypfrut gibi ufak ve bal
gibi tatlı kavunlar.”
(A. Tabucchi, “Gittikçe Geç Olmakta”, sa:27)
“A ıklar cefayı çeker
Güzeller belini büker
Dili tatlı, sözü eker
O yanakları bal gibi”
(A ık Talibi-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri III”, xıx.-xx. yy., sa:734)
“Gökler. Uçaklarla gidilir ancak oralara. nsan göklerde dola abilse. Bir ak amüstü, arkada larıyla.
Belki oradan uçaklarla da gidilemez. Çünkü uçaklar çok yakından geçiyor. Gidilemez olur mu, bal gibi gidilir.”
(A. Timuçin, “Gece Gelen Eski Dost”, sa:15)
“Bir duraklamadan sonra Lord Henry cep saatini çıkardı.
‘Üzgünüm ama gitmem gerek, Basil,’ diye mırıldandı. ‘Ama gitmeden önce bir kar ılık vermen için
üsteleyece im. Bir süre önce de sormu tum.’
Ressam gözlerini yerden kaldırmaksızın, ‘Nedir?’ diye sordu.
‘Bal gibi biliyorsun.’ ”
(O. Wilde, “Dorian Gray’in Portresi”, sa:13)
“FELLOWES - Bu gruptaki bütün kızlar dizanteriye yakalandı!
SHANNON - Bunun için beni suçlayamazsınız.
FELLOWES - Bal gibi suçlarım.”
(T. Williams, “ guananınn Gecesi”, sa:32)
Balı a çıkmak : Birlikte balık avlamaya, balık tutmaya gitmek
“Bu esnada yanımızdan -çıplak ayaklı- bir balıkçı geçiyordu. Bir gün kendimi Marika diye tanıttı ım
ihtiyar balıkçı. Ba ı yine bir kırmızı mendille sarılı. Bana a inalık etti:
-Çoktan görünmüyorsun, Marika, dedi.
-Bir gün sizinle balı a çıkmaya hazırlanıyorum, dedim.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:77)
“ ‘Artık birlikte çıkarız balı a.’
‘Olmaz. Talihim yok benim. Talihim döndü artık.’
‘Allah belasını versin talihin,’ dedi çocuk. ‘Ben talihimi birlikte getiririm.’ ”
(E. Hemingway, “ htiyar Balıkçı”, sa:100)
“-Baba sen alsana balıkları.
-Olmaz, hep bana aldırıyorsun. Ö ren artık ı i i. Yatır çapariyi. Olmaz. Ha öyle. Tamam. imdi
ayıkla birer birer. Dikkat et, eline i ne batacak. O lum, elini kurtarsana. Dikkat et batmasın diyorum, sen gene
bildi ini okuyorsun. Bildi imi okusam ne olacak. mi sanki. Balı a e lenmek için çıkmadık mı?”
(A. Timuçin, “Gece Gelen Eski Dost”, sa:14)
Balık ekmek : Denize sahili olan ülkelerde, stanbulumuzda da, kıyıda taze taze balık tutup, yarım ya da
çeyrek ekmek arasına konan kızartılmı balık sandviçi
“H ÇB R EY DE
MED
----------------------------------Yolun altındaki,
i çi lokantasında
balık ekmek satılıyor.
Al götür, ye
üzerinde plastik bir masanın,
sil parmaklarını pantolonuna,
tükür, lanetler ya dır:
yoksullu unu duyumsa.”
(Tatamkhulu Afrika<1920-2002>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 04.05.06)
Balık eti : Vücudu dolgunca olan kadın
“Aynı anda birdenbire bir kadına do ru e ilen ayakkabıcı onun çenesini sıkarak yüksek sesle ‘Gugu’
dedi ve balık etindeki gövdesinin çizgilerini ehvetten a zının suyu akarak bakı larıyla yokladı.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:69)
“ imdi bakıyorum da, ona azıcık aksi bir kadın havası veren büyün o iddialı hali da ıtıp gitmi
üzerinden; azıcık zorlamayla neredeyse, hanım hanımcık diyebilece im bir kadın olmu . Gerçi, bunu onun için
söyleyebilmek, en ba ta ‘fizik’ engeline takılır. O, her ne kadar kabul etmese de, Joan Crawford’a çok benzer.
Tabii, daha çok Joan Crawford’un, balık eti tabir edilen dolgunca bir Anadolu ‘versiyonu’ sayılabilir.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:149)
Balık istifi (gibi dizilmek, olmak) : Bir ta ıtta (tren ya da otobüs) birbirine yapı acak derecede dolu (olmak)
“Üstadım, bunun üzerine:
-Zaten ben de bunu dü ünüyordum, diye yanıt verdi ve anlatmaya ba ladı: Evladım, bu kayaların
içinde, geride bıraktı ın dairelere benzer derece derece daralan üç küçük daire daha vardır. Hepsi de
cehennemliklerle doludur. Fakat sonradan kendi gözünle görüp anlayabilmen için, onların neden ve nasıl böyle
balık istifi edildiklerini ö renmen iyi olur.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:I, ‘Cehennem’, sa:157-8)
“Biraz soluk alıp devam etti:
‘Vagonlar balık istifi gibiydi, ya am artları çok kötüydü. Kapılara dı arıdan tahtalar çakılmı tı.
Havasızlıktan, hastalıktan ölenler oluyordu ama onlar bile dı arı çıkarılmıyordu. Türk askerlerine kapıları açması
için günlerce yalvardılar. Ama onlar, gözlerinden ya lar akarak, emir aldıklarını söylediler.’ ”
(Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:150)
“Bu kı lada da aynı ke meke . Askerler, i çiler, ulusal koruyucular, denizciler, karacılar balık istifi gibi
üst üste.”
(A. Rimbaud, “Dizeler”, sa:26)
“... artık dayanamaz olmu tuk ve buradan bir an önce ayrılabilmek için istasyona gittik ve öngörülen
kırk ki i yerine yetmi ki iyi trene sı dırmak için bir zahire vagonunu bo alttık. Yan yana balık istifi dizildik,
kımıldıyamıyorduk.”
(S. Zweig, “De i im Rüzgarı”, sa:180)
Balık kava a çıktı ı zaman : Asla gelmeyecek, olu mayacak bir zamana gönderme yapmak
“MA A - Budalalık hepsi. Umutsuz a k romanlarda olur. Saçma bütün bunlar. nsanın kendini
bırakmaması, balı ın kava a çıkmasını bekler gibi bo umutlara kapılmaması gerek...”
(A. Çehov, “Martı”, sa:79)
“Arabacı ustası:
‘Burası küçük bir yer,’ dedi. Ve ekledi:
‘ urada, arabalıkta, eski dört tekerlekli, körüklü bir arabam var. ehrin burjuvalarından birine ait. Muhafaza
edeyim diye vermi ti. Balık kava a çıktı ı zamanlar kullanır. Onu size kiralayabilirim, ne zararı olur ki?’ ”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:394)
Balıklama(sına) atlamak, dalmak, yuvarlanmak : Bir eyleme sonunu dü ünmeksizin hemen dalmak,
heyecanla atılmak; kolay görünüyor diye hemen hiç dü ünmeksizin bir i in sorumlulu unu yüklenmek
“Tombul beyaz kadınların yıkandı ı sahilde bir gün soyunurken gördüm. Suya, idmancı gençlerin
yaptı ı gibi balıklama atlamadı. Küpe teden bırakılan bir kalas gibi yönsüz ve biçimsiz dü tü. Suyun yüzüne
çıktı ı zaman gülümsüyordu.”
(S.F. Abasıyanık, “Semaver-Bir Kıyının Dört Hikayesi”, sa:28)
“Birkaç ak am sonra, Broadway ile 114. Sokak’ın kö esindeki ö renc. Barı olan West End’de bir
tanıdıkla kar ıla tım. Porno kitaplar çıkartan bir yayınevinde çalı maya ba ladı ını ve açık saçık kitap yazmayı
denemek istersem, roman ba ına bin be yüz dolar vereceklerini söyledi. stemek ne kelime, balıklama daldım
i e; ama yirmi-otuz sayfa yazdıktan sonra tıkandım.”
(P. Auster, “Cebi Delik”, sa:50)
“Ablan i buldu bile..... New York’a gelir gelmez ehir merkezindeki büyük bir ticari yayınevinde
editör yardımcısı olarak i e ba layacak. Oysa sen her zamanki da ınık, sallapati tavrınla i aramayı son dakikaya
bıraktın, kravat takıp haftada kırk saat bir ofiste pineklemek istemedi in için de önüne çıkan ilk fırsata balıklama
atladın.”
(P. Auster, “Görünmeyen”, sa:78)
“Aya ım tökezlendi inde tam doruktaydım, sonum tam bir maskaralık oldu, unutulmanın sularına
balıklama dalıverdim. Ama pi man olmak yok. Paramın kar ılı ını hakkıyla aldım, almadım demeyece im.
Kulübüm Chicago’nun en tutulan yeri oldu, kendi çapımda ben de oraya gelen kodamanlar kadar ün sahibi
oldum sayılır.”
(P. Auster, “Yükseklik Korkusu <Vertigo>”, sa:215)
“Jonas sanat dünyasından on büyük isim seçmi ve her birine kapak için kısa bir onay yazısı
yazmalarını rica etti i mektupla birlikte Langdon’ın çalı malarının tüm bölümlerini göndermi ti. Faukman
tecrübelerinden ö rendi i kadarıyla, kitapta isimlerinin görünmesi için bu fırsata balıklama atlayacaktı.”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:319)
“Benim görevim kulları hak yoluna sokmaktır. Sizleri, balıklama yuvarlanmakta oldu unuz uçurumdan
kurtarmak istiyorum. Yarından tezi yok, paçaları sıvayaca ım.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:I, sa:88)
“ htiyar alt yataklarından birine balıklama atladı ama ranzadan gelen bir çı lık ve mideye yedi i bir
tekmeyle kendini yerde buldu.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:245)
“Bir kapının önünde durmu a a ıdaki yazıyı okurken buldum onu: ‘Bütün Kızlar Sizin! Deli e 1 Mark
Atın’. Bu ho genç öne do ru fırladı, zıpladı ve para atılan deli e balıklama daldı, kapının öbür yanında
kayboldu”
(H. Hesse, “Bozkırkurdu”, sa:177)
“John Kurtz Wild Oaks’tan kurtulma fırsatına balıklama atladı. Atlı polis arabasının merdivenin
indirmekte olan yeni oförüne, o genç ve yakı ıklı devriye polisine do ru vakarla yürüdü.”
(M. Pearl, “Dante Kulübü”, sa:17)
“ ‘... Sonuçta hayvanlar bizim hatunun bahçesine girmi ler, yeni dikti i sebzelerin hepsini ezmi ler. Bir
hengamedir kopmu . Bizim hanım durur mu, tavukları sopayla kovalayıp bir güzel pataklamı ; ben eve
vardı ımda i çı rından çıkmı tı. Ben de balıklama daldım kavgaya. Sonunda karakola dü tük.’ ”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:108)
Balık oltaya vurmaya ba lıyor : Av tuza a dü mek üzere
“ ‘Kolet. Çok iyi bir referansla geliyor.’
‘Güzel kız!’
‘Öyle mi buluyorsun?’
‘Bir oda hizmetçisi için fazla bile.’
‘Ho uma gitti bu konu ma: Balık imdiden oltaya vurmaya ba lıyordu demek!’ ”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:104)
Balıksırtı : Osmanlı devrinde, stanbul’da, yangına giden mahalle tulumbacı takımının, yolda, bazen gösteri
olsun diye, sa a yahut sola yalpalanmı gibi dalgalanarak ko maları
“Tulumba sandı ı yangına yolda takım de i tire de i tire gider gelirdi. Birinci Reis, aska de i mez,
arttır, yangına mutlaka at üstünde, üniforması ile giyinik olarak ve elinde kırbacı, takımların sa tarafında
giderdi. kinci Reis ise, di er bütün u aklar gibi, soyunuk ve yalınayak ve yaya, takımların sol tarafında ko ardı.
Her takımın -ki genellikle 22 u aktan olu urdu- dört u a ından ikisi orta veya kısaca boylu olması arttı. Normal
olarak kısa ve orta boylular da arka kollarını omuzlarlardı. Sandık ön tarafa do ru hafif meyilli olarak giderdi.
Fakat kinci Reis bazan kısa ve orta boyluları sandı ın bir tarafına öncü ve ardcı olarak alır, öbür tarafa da uzun
boylular geçerdi; böyle te kil edilen bir takımla, tulumba sandı ı sa veya sol yatıp yalpalamı bir gemi gibi
giderdi ki buna ‘Balıksırtı’ denilirdi. Bazan da dört orta veya kısa boylu u aktan küçük bir takım yapılırdı; böyle
takımlara da, tulumbacı a zı ile, Yavrumküçük denilirdi.”
(R.E. Koçu, “ stanbul Tulumbacıları”, sa:77)
Balık suratlı, yüzlü : Koca düz suratlı, pırtlak gözlü, i dudaklı görünümlü kimse
“Bir gün, dostum elektrik dire inden daha konu kan birini bulmak için büyük bir özlem çekerken,
kahvehanede oturan biri bana:
‘Güzel bir gün’ demesin mi.
Balık suratlı, içten pazarlıklı, sinsi birine benziyordu ama ben yerimden fırladı ım gibi adamın
boynuna sarıldım.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:55-6)
Balıktan susuz ya amasını istemek gibi : Mümkün olmayanı ister gibi, imkansızı sormak
“SEVEN B R KADIN -... Affedersin, evet, öyle, daima fakat seninle, senin için.... Mart’ın düzenli bir
hayatı var.... Bu seninki, tıpkı bir balıktan susuz ya amasını ister gibi bir ey oluyor.... Tekrar ediyorum, beim
kimseye gereksinim yok.”
(J. Cocteau, “ nsan Sesi”, sa:25)
Balina : Gömleklerin yakalarına, korse gibi giysilerin kemerlerine, dik kalabilmeleri için yerle tirilen esnek,
yassı, sert, düz plastik çubuk
“ELMASLAR
---------------Bir tan vakti fısıltılar e li inde, i neleri
arı gibi hızlı hızlı i liyordu, ipek, balinalı
korselerini yırtıp açtılar,
diki yerlerine elmaslarını sakladılar.”
(Rosito Boland-Sevcan Yılmaz; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.06.04)
baliyhoo (EDE.,S Y.)
<belihu> :
Heyecanla yazılan yazı ya da propoganda
Balkon : Kadın’ın gö sü (Argo)
“Biri: ‘Tüü, karılara bak!’ diyor. ‘Amma suratsız eyler be!’ ‘Eh, ne bulursan eyvallah burada
karde im!’ diyor arkada ı. ‘Bak u siyah saçlının balkonlara, hiç de fena de il.’ ”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:339)
Balla, kaymakla : (KOLL.) A ız tadıyla, sevgi ve mutlulukla, ‘sözünü balla kaymakla kesiyorum.......’,
eskilerde toplumsal bir zerafetti (idu!....)
“ ‘... Ben de o güzel ahini evimize ça ırdım, a ırladım balla kaymakla... imödi de koçlar kurban
edece im onun yoluna.’
‘Ana sizin dilinizin altında bir ey var. Hepiniz sevinç içindesiniz. Ana, bunca yıldır, babam
öldü ünden bu yana ben seni hiç böyle enlik adımanlık içinde görmedim.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:IV, sa:66)
Ballandıra ballandıra; Ballandırmak; Ya landıra ballandıra anlatmak :
fazlasını belirli bir hazla anlatmak
mrendirerek, oldu undan
“Zaten herkese karısının hakaretine u ramı gülünç bir koca olarak görünüp, bunu ballandıra
ballandıra anlatıyor, adeta haz duyuyor, böbürleniyordu.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:6)
“Ben yatmakta devam ediyorum; tüm piyesi iyice dü ündüm ve tasarladım. E er muzip Kniep bana
arasıra arap ve ekmek getirdikçe ö le yemeklerinin lezzetini, genç kaptanın sevimlili ini ve ne esini, benim
yemek yiyemedi ime ne kadar üzüldü ünü ya landıra ballandıra anlatmasaydı, saatlerin nasıl geçti inin
farkında olmayacaktım.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:II, sa:76)
“O zaman, aklı hayatın yasalarından ba ka eye ermeyen insana sözcüklerle de il, olgularla kar ı
çıkmak gerekti ini anlayınca susuyordum. Ben susunca akro daha da co uyor; vah i bir güzellikle, ate le,
canlılılkla dolu Kafkas hayatını ballandıra ballandıra anlatmaya koyuluyordu.”
(M. Gorki, “Yol Arkada ım”, sa:109)
“Erkek akrabalar ve konu kom u tarafından ikide birde ballandırılan yetileri fena halde kanıma
dokunuyordu.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:28)
“ vayk, en masum bakı ı ve en sevecen gülümseyi iyle, kedilerin nasıl öldürülece ini öylesine
ballandıra ballandıra anlattı ki te mene, hayvanları koruma derne i üyeleri duysalar mutlaka keçileri
kaçırırlardı. Üstelik, bu anlattıkları o denli uzmanca bilgiler içeriyordu ki, Te men Luka öfkesini unutarak
sordu:
‘Sen hayvanları anlıyorsun galiba. Sever misin hayvanları?’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:I, sa:191)
“Bu kovulu hikayesini, hele eytanın oyununa gelen Havva’nın elmayı Adem’e yedirdikten sonraki
safhaları ballandıra ballandıra anlatır. Habil ile Kabil meseline sıçrar; etrafına dizilmi ya lısı, genci, kadınları,
kızları kendinden geçirir...”
(S. leri, “Hayal ve Istırap”, sa:206-7)
“Bu ölenlerde içki içilmezdi. Belki ba ka adalarda, kıyı köylerde içilirdi, kim bilir, yalnız Karınca
Adası ölen gelene inde kesinlikle içki yoktu. Bu ölenlere kimi zaman dost Türkler de katılırlar, bu ölenleri
ömürleri boyunca anımsarlar, yeri gelince de, nerede olurlarsa olsunlar, ballandıra ballandıra anlatırlardı….. Bu
ak amki ölen bütün ölenlerden daha görkemli geçti. Hiç kimse, ne gitmekten, ne kalmaktan söz etti. Bir
kapkara dü ten bile uyandıklarını unutmu gibilerdi.”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 1-Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana”, Cilt:1, sa:82)
“Anlattıkça dü lemler kuruyor, sözcüklerle sanki bir tablo çiziyordu. Küçüklü ünde amcasının
çiftli inde havuzda yüzen ku uya benzetiyordu Markiz’i. Ku uyla olan serüvenleri ballandıra ballandıra
anlatmaya koyuldu.. Birinde ku uya nasıl çamur fırlattı ını, hayvanın sessizce suya dalıp temizlenerek tekrar
yüzeye çıktı ını da ekledi öyküsüne. Ku unun adı Thinka idi. Bütün bu anlattıklarıyla aileyi ve genç Markiz’i
etkilemek istiyordu genç adam.”
(H. von Kleist, “Locarno Dilencisi-O... Markizi”, sa:28-9)
“MÜZ K
Sen duyuyor muydun? Yel nefes kesti.
Hüzünlüydü terk edilmi kadınlar.
Ölmezlik dü leyen airler hepsi
uyduruk suçları ballandırdılar.”
(Pavel Matev <1924-2006>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
27.04.06)
“Kadının arkada ları, (mütevazı devlet memurlarınının karılarından bazılarını tanıyordu) seyrettikleri
piyesleri ona her zaman ballandıra ballandıra haber veriyor ve hatta ilk temsilleri bile övmekten geri
kalmıyorlardı.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:136)
“Amcamın apartmanda bizi durdurup sordu u bilmecelerle matematik problemlerinin ya da her katta
bir ba ka futbol takımı tutuldu u için yarı aka yarı ciddi süren çeki melerin, Osmanli-Türk askeri zaferlerinin
ballandırılarak anlatıldı ı okul kitaplarının ya da Ke ifler ve catlar Ansiklopedisi gibi hediyelerin yava yava
kurdu u bir kültürün gölgeleri vardı bu rekabette.”
(O. Pamuk, “ stanbul”, sa:277-8)
“Kendisine rumca hitap eden bu askerin bir tercüman oldu u anla ıldı. Papazın söylediklerini,
Rumlar’ın nasıl dört gözle ngiliz ordusunu beklediklerini ballandıra ballandıra anlattı. htiyar ngiliz
gülümsüyordu.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:I, sa:163)
“Kontun bakı ı alaycı bütün kurnazlı ına kavu tu...
‘O sevimli ba savcı Rassi, Avrupa’da onurumuzu yaralayan bütün kararlar için efendisinden para
alıyor ama, efendisinin gizlerine ihanet etmek için benden para almayı reddedecek adam de ildir. O hayvanın bir
metresi, bir de günahçıkarıcı papazı var. Ne var ki, metresi benim konu amayaca ım kadar a a ılık bir türden,
daha ertesi gün görü meyi dolaydaki bütün meyveci kadınlara anlatır ballandıra ballandıra.’ ”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:332)
“TRANIO, kendi kendine - Kalkıp Büyük skender’i, Agathokles’i överler, yaptıklarını ballandıra
ballandıra anlatırlar; onların arkasında askerleri vardı, ben ne yaparsam bir ba ıma yapıyorum, benimkiler anılıp
övülmeye layık de il mi sanki?”
(Terentius, “Hortlak”, sa:53)
“Bunun hiç gerçe i yokken ‘O lum, lakırdı lazım ya!’ diye, sözde önemli bir ey söylüyormu gibi
ba ından geçenleri ballandıra ballandıra anlatmaya ba lamasından anlamı tım.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:356)
balmoral : (G YS , SKOÇ) <belmorıl> :
skoç iç etekli i, iskoç kasketi, bir tür ba lı ayakkabı
Balmumu gibi sararmak : Heyecan ya da korkudan beti benzi atmak, yüzünden kan çekilmek
“Nessim yeniden telefona gitti. Balmumu gibi sararmı tı, iki yana ında verem kızartısına benzeyen
birer pembelik vardı, annesinin yüksek, tatlı ve isterili sesiyle konu tu. Clea, Karm Abu Girg’e gelmek üzere
yola çıkmı tı, ama galiba bir toprak setin çökmesi sonucu yolun bir bölümünü su alıp götürmü tü. Clea’nın o
ak am sala kadar gelip gelemeyece inden ku kuluydu Selim.”
(L. Durrell, “Mountolive- skenderiye Dörtlüsü 3”, sa:342)
Balmumundan kuklalar gibi : Ses çıkarmayan, itaatkar emir kulları, inisiyatifi olmayan
“... sofradaki di er konukların derin bir sessizlik içinde ve yalnızca lokmalarını a ızlarına götürebilecek
kadar küçük devinimlerle yemeklerini sürdürdüklerini görüyordum. Yemek bitip de kahveler da ıtıldıktan sonra,
konuklar sofradan kalkarak, balmumundan kuklalar gibi, duvar kenarlarına dizildiler.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:II, sa:198)
balneal :
(COLL.) <bel’nil) : Banyoya ait
Balta : Kısa saplı, üçgen a ızlı, odun kesmeye yarayan kesici alet; Osmanlılar’da, Yeniçeri Te kilatı sahnede
iken, himayeleri altına aldıkları gönül kimselerine -kadın ya da erkek- verdikleri hediye
Bk.: Balta olmak
“Baltalar elimizde,
Uzun ip belimizde,
arkı söyler gideriz
Ormana, hop ormana...
(1930’larda, stanbul, Tophane, 37. ilkokula giderken bizlere ö retilen bir arkı.. .E. ?Anonim)
E im Alageyik Ye im, yıllar sonra, 1950’nin sonlarında gitti i Kadıköy, Gazi Mustafa Kemal Pa a
lkokulunda söyledikleri aynı arkının gerisini anımsadı:
“A acın yanında dur,
Baltayı sa dan savur,
Bir de sol taraftan vur,
Kuvvetle vur!
Ya lı kütük seçeriz,
Kar ılıklı geçeriz.
Testereyle biçeriz,
Hep biçeriz.”
(? Anonim)
“Yeniçeri zorbaları himayeleri altına aldıkları civeleklerine <te kilata yeni girenler>, yosma nigarlarına
<sevgililer>, bir kö esine, mensup <ait> oldukları orta’nın <Yeniçeri taburu> ni anı i lenmi bir çevre <sırma
i lemeli mendil ya da oyalı yazma>, bir yelek, camedan <camadan; yelek> , yelpaze veya herhangi bir hediye
verirlerdi ki ona balta denilirdi. Baltalı bir delikanlıya, bir kıza, kadına, aynı yollarda benlik davası güdenler
bile, kanlı bir dövü ü göze almadan yan bakamazlardı.”
(R.E. Koçu, “ stanbul Tulumbacıları”, sa:48)
Balta girmemi ; Balta görmemi (orman) : Ormanlıklarla dolu yerle im alanı (Kesilmemi orman); Issız, el
dokunmamı arazi; henüz el de memi , ya anmamı macera, ya antı (mecazi)
“ çlerinde, patates rakısıyla o koyu beyaz i eler arasında, iki i e hakiki Fransız konya ı bulunuyordu;
o zamana kadar içti imiz en nefis konyaklardı bunlar. Gerçekten gizemsel bir biçimde, ba kasının malına el
koymaların, rü vetin ve yiyicili in balta girmemi ormanlarından geçerek belli zaman aralarıyla gerçek
Hennessy siperlerimize, bizim çirkef, bit ve umutsuzlu a kar ı sava ıp durdu umuz çukurlara kadar sızıp
gelebiliyordu.”
(H. Böll, “Cüce ile Bebek”, sa120-1)
“ ‘Dertsiz tasasız kim var? nsanın ‘bu konu da çok canımı sıkıyor’ demedi i gün olur mu? Benim de
kendime göre derdim oldu unu bilirsiniz; sizinkine benzemez ama, sizinkinden kolay da de il. Dünyadan el etek
çekip balta girmemi ormanlarda dola mak ya da beyaz karıncaların yuvalarında gecelemek deliliktir’ ”
(Th. Fontane, “Effi Briest”, Cilt:III, sa:133)
“O da benim gibi büyük bir avcıydı, balta girmemi ormanlarda kaplan avlıyordu. Kendini be enmi in
biriydi de üstelik, avladı ı kaplanların birinin postundan, sıcak günlerde bile sırtından çıkarmadı ı, pek zevksiz,
kürklü bir palto yaptırmı tı kendine…”
(A. Gide, “Batak”, sa:90)
“Balta girmemi orman annemsi bir karanlı a bürünmü tü; ilkel dünyanın bata ından yokolu an ve
yaradılı ın kokusu yükseliyordu. Yılanlar ve timsahlar yerlerde sürünüyor, yaratıklar ırma ı kıyısız bir haznenin
içine habire akıp dökülüyordu.
‘Yine resim yapaca ım!’ dedi Klingsor. ‘Yarından tezi yok kolları sıvayaca ım. Ama artık bu evlerin,
bu insanların ve a açların de il, timsahların ve deniz yıldızlarının, canavarların ve erguvan rengi yılanların
resmini yapaca ım..... yıldız olma özlemiyle yanıp tutu an ne varsa, do umla, çürüyüp koku mayla, Tanrıyla ve
ölümle ne dolup ta an varsa.’ ”
(H. Hesse, “Klingsor’un Son Yazı”, sa:177-8)
“On yıl kadar önce Johann Veraguth’un satın aldı ı ve içine girip yerle ti i Rosshalde, bahçesinde otlar
bürümü yolları, yosun tutmu sıraları, kırık dökük basamaklardan merdivenleri, balta girmemi bir ormana
dönü en parkıyla bakımsızlıktan harap eski bir malikaneydi.”
(H. Hesse, “Rosshalde”, sa:5)
“Çukurovada, Anavarza ovasında yüzlerce dönümlük karaçalı ormanları vardır. Balta girmemi , ku
uçmaz, kervan geçmez alanlardır.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:II, sa:15)
“Ev sahibi gittikten sonra, annem bahçeye çıkar ve hep aynı eyi söylerdi: ‘Burası balta girmemi bir
ormana dönmü !’ Babam da hep aynı cevabı verirdi: ‘Daha iyi! Naim tüm çalı çırpıyı ayıklar. Kas yapar
böylece.’ ”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:383)
“Ellinci Gün
-------------Ey Kutsal Ruh! Görkemli sunaklarının
önünde diz çökmü ;
balta girmemi ormanlarda yalnızız,
uçsuz bucaksız denizlerde ba ıbo ,
so uk And’lardan Lübnan’a,
Erina’dan dik yamaçlı Haiti’ye dek,
sa a sola savrulmu uz;
ne ki bir bütün olduk senin yolunda.”
(Alessandro Manzoni <1785-1973>-Necdet Adaba ; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
12.02.09)
“Aynı zamanda güne ı ımalarının en körle tirici, karanlı ın ise en yo un oldu u bir çeli kiler
diyarıydı. Tüm meydanların ve çiftli e ait olan uçsuz bucaksız pamuk tarlalarının üzerinde sıcak sıcak ve ne e
veren bir güne gülümsüyordu. Sınırlarında güneyin balta girmemi serin ve karanlık ormanları yer alıyordu.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:18)
“Evcille tirilmeleri gereken bir tür nadir vah i hayvan sayılabilecek dizgin tutmaz erkeklere ancak ve
ancak kendilerinin boyuın e direbileceklerine olan inançlarını do rulayacak zor ve güçlü örneklere kanca
takarak, yüksek kadınlık imtihanı verirler. Onların zaferini taçlandıracak olanlar, iki naz bir azarla yola gelecek
‘muhallebi çocukları’ de il, ancak böyle içi ‘balta görmemi orman’ canlılarıdır.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:106)
“BALTA G RMEM
ORMANDAK F LLER
Kolay de ildir saymak balta girmemi
ormandaki filleri,
Balta girmemi ormandaki filler
sayılamaz öyle durup dururken
Balta girmemi ormandaki filler
kesinlikle sayılmak istemezler
Kendileri saymak isterler kaç tane
olduklarını.”
(Peter Poulsen<d.1940>-Murat Alpar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 11.03.04)
“Sebze bahçesi balta girmemi bir ormanı andırıyordu, son ya murlar otların ve rüzgarın ekti i yabani
bitkilerin bolla ıp büyümesine yol açmı tı; bahçede zıplayıp duran tav anlar taze ottan yoksun kalmayacaktı;
tavuklara gelince, onlar kurak mevsimde de ba larının çaresine bakabilirdi. Yere oturmu lardı, soluk solu a
kalmı lar, tükenmi lerdi.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:266)
“Balta görmemi e benzeyen vah i bir çam ormanının arasından seçilen bir manastırın kuleleri ve da ın
kar ısında, uzakta, Enns’in öbür tarafında dü man devriyeleri görünüyordu.”
(L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:I, sa:319)
“Ve i te böylece, Macau gitmeye karar verdi. Bu yolculu un onun için bir ölüm kalım sorunu oldu unu
biliyordu. Yürüyerek Macau’ya bir ayda ancak ula abilirdi. Bunu ba arabilece ini umuyordu. Daha önceki
yolculuklardan yolları iyi tanıyordu. Serio Vadisi’ni enleme a malı, daha da iyisi, Baixa Verde’nin balta
girmemi ormanlarını geçip Epitocia trenine binmeliydi. Oradan sonrası artık uzak sayılmazdı.”
(J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar Karde im Deniz”, sa:106)
“ ‘Hindistan’a ili kin o zamana kadar gördü üm her eyden çok bu bakir topraklar etkiledi beni.
Palmiyeler ve cennet ku ları, pirinç tarlaları ve zengin kıyı kentlerindeki tapınaklar, alçak kesimlerde yer alan,
buram buram bereket tüten ovalar; bütün bunlar, balta girmemi ormanlar güzel ve büyüleyiciydi...’ ”
(B. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:88)
“Bu yüzden de onların hakikate kar ı ba larında biraz evcil, biraz idareli bir ey vardır hep ve gerçekten
onlardan her biri ev ocak sahibi olmu tur. Kesin bir sistem yani. Ve bu kendi bölgesini, kaosun dünya kadar eski
balta girmemi ormanından insanlık için elde ettikleri dü üncenin fethedilmi tarlasını tırmık ve sabanla ustaca
i lemi lerdir.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, Cilt:I, sa:91)
“Talleyrand ile Fouché, 14 Aralık ak amı bir gece toplantısında bulu uyorlar. Yemekler yeniyor,
havadan sudan konu uluyor; hele Talleyrand pek keyifli görünüyor..... Çok eski günleri, Convention’un
tutuklama buyru undan az önce Amerika’ya kaçı ını anlatıyor ve o büyük ülkeyi heyecanla övüyor. Ah, oraları
ne ho tu! Balta girmemi ormanlar, Kızılderili kabileler, bilinmezlerle dolu büyük nehirler.”
(S. Zweig, “Fouché”, sa:213)
Baltalamak; Baltalanmak : Birinin gayretlerini, ba arısını, öhret ve ki ili ini karalamak, önüne set çekmek;
Kanıya ters dü mek; Ba kası tarafından beklentilerin, ba arıların gerçekle memesi için gayret göstermek
“ u ya adı ımız günlerde, bir ehirli, zamanının güzellik perilerinden biriyle tanı tı. Onun emsalsiz
güzelli i kar ısında kendinden geçti. Dü ündü ki, bu mele in kızı onun olsaydı, onu ba ının tacı yapardı. Ne
yazık ki, iyi niyetle -zaten hayatta ‘kötü niyet’ diye bir ey yoktur, her ey olaca ı gibi tasarlanır ve öyle olurilersi için dü ündü ü olanaklar, daha ilk anda baltalanıyordu.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Rüyalarımın Kraliçesi”, sa:35)
“Oyunu o kesintiden sonra sokakta ilk selamladı ım gün elimden kaçırdım. Bu i i ne denli umut içinde,
düzen içinde yaptımsa da, bir yerde ipin elimden kaçaca ını bilmeliydim. Ondan nefret etmek, onu baltalamak
kaldı imdi elimde.”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:112)
“Hemen yakalanan Moiron, üzerindeki ku kulardan öyle a ırmı ve tiksinmi göründü ki az kalsın
salıverilecekti. Bununla birlikte suçlu oldu unu gösteren kanıtlar ortada duruyor ve bunlar kafamda onun iyi
ünü, bütün ya amı, olayın akla sı ar gibi olmaması ve böyle bir cinayeti açıklayacak hiçbir neden bulunmaması
üzerine dayanan ilk kanımı baltalıyordu.”
(G. de Maupassant, “Amcam Jules”, sa:61-2)
“ ‘Birinci Dünya Sava ı’nı izleyen yıllarda bütün Almanya’nın el birli iyle kendi cumhuriyetini
baltaladı ını ve geçmi olaylardan en küçük ders almadı ını gördükten sonra sviçre uyru una geçmek benim
için kolayla tı; oysa sava sırasında, Almanya’nın güç politikasını yerden yere vurmama kar ın böyle bir eyi
yapamazdım.’ ”
(B. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:126)
Balta olmak : Asılmak, birine rahatsız edecek derecede ısrarda bulunmak, yanından ayrılmamak (Argo)
“ ‘... Karıyı kandırıp, davasından vazgeçirece im. Ondan sonra da Kudret kuyru u kurtaracak.!’ Dese,
Deve’nin balta olaca ını gayet iyi biliyordu.
-Henüz erken sayılır..
Deve’ydi bu, kül yutar mı hiç?”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:118)
“Mathieu so uk gözlü, iri, güzel kıza gizlice baktı.
-Nasıl buldunuz?
-Güzel.
-Geçen gün tanı tık, bir asılı asıldı, bütün gece dans edelim diye balta oldu.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:189)
“- imdi, kocaman pa ao lu bir Kamil Bey yalan mı söylüyor?
-Vızır vızır.
-Neden sana kara çalsın?
-Bilmem. Ne bileyim. Biz stanbul kopu uyuz.. Vaktiyle bin tarakta bezimiz vardı. Belki gacosuna
balta olmu durum, belkim, bunun bir yerde fiyakasını bozmu durum. Vardır bir vazgeçtimiz...”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:235)
Baltayı ta a vurmak : Büyük bir gaf yapmak, istemli olmayarak kar ısındakini incitecek bir söz etmek
“ u son birkaç günde ne tuhaf olaylar geçmi ti ba ından!
‘Baltayı ta a vurmanın daniskası!’ diye mırıldandı. imdi stanbul’da kalmı ‘Melanet arkada ları’nı
dü ündü.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:35)
Bal tutan parma ını yalama : Bir yerden menfaatı, çıkarı olan payını alır ama, sen yapma
“ADAM - Ö leye mi? Pekala sa dıç! imdi dostluk zamanı geldi. Bilirsiniz, el eli yunar, iki el yüzü!
Siz de köy yargıcı olmayı pek istersiniz, bilirim! Bu da, Allah bilir ya, ba kaları kadar hakkınızdır. Ama bugün
zamanı de il. Bugünlük bırakın, bal çana ı siz tutmadan geçiversin, parmak yalamayıverin!”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:9)
baluster : ( N .) <be’lastır> : Köprü, teras, merdiven yanlarını çevreleyen korkuluk küçük direklerden her
biri; balustrade <belast’reyd> : parmaklık
Bamba ka : Tümüyle, pek çok de i ik; hiç de benzemeyecek bir ekilde
“Oydu, ama belle imdeki Kaete’den ba ka, bamba kaydı imdi. Pe inden giderken, soka a saparken,
karım, tüm geceyi beraber geçirdi im, on be yıldır nikahlım olan karım, bana hem yabancı, hem de çok tanıdık
biri gibi geliyordu hala. ‘Belki de gerçekten kaçırıyorum,’ diye dü ündüm.’ ”
(H. Böll, “Ve O Hiçbir ey Demedi”, sa:162)
“ te bu nedenle onu yakınınıza ta ımak için tekba ınıza u ra tı ınız bu ça , daha ilk adımlarınızda
darmada ınık bir görünüm alıverdi, öyle ki bamba ka bir gö ün aydınlattı ı Cécile, Paris’e ayak basar basmaz,
daha lo bir ı ı ın altında, herhangi bir kadın olup çıkıyor.”
(M. Butor, “De i me”, sa:270-1)
“... Akdeniz kromozomlarından gelen bir melankoli ta ıyan, yetenekli bir delikanlıydım. Kar ıla tı ım
genç kızlar beni yapayalnız gecelerinin dünyevi acılarına götürerek, yeni tomurcuklanan döl yataklarının bütün
iddetiyle arzu ederlerdi. Kendim de bamba ka bir tutkunun korkunç pençesinde oldu um için, pek anımsama o
kızları; gözlerim, batan günün e ik ı ı ında, ipek gibi, belli belirsiz ayva tüyleriyle pırıl pırıl yanaklarını ok ayıp
geçerdi yalnızca.”
(U. Eco, “Yanlı Okumalar”, sa:17)
“Bu ev, adadaki di er evler gibi bir-iki basit e yayla dö enmemi , neredeyse bir ehir evi gibi ‘dekore’
edilmi ti. Çiçekli koltuklar, cilalı sehpalar, abajurlar, tablolar eve bamba ka bir hava vermi ti.”
(Ö.Z. Livaneli, “Son Ada”, sa:99)
bambino (HUM.,ITA.) <bem’bino> Çocuk; San’at eserlerinde Hz. Lsa’yı tasvir eden bebek
Bam teline basmak : Duyarlık gösterilmesi gereken bir konuda dikkatsiz olmak; Tam konuyu gündeme
getirmek
“Langdon tünelde yürürken aniden durdu. ‘Bekle. Piramidin... bir harita oldu unu mu söylüyorsun?
Yerinden sıçrayarak duran Bellamy’nin yüzünde hem a kınlık, hem de deh et ifadesi vardı. Arayan
ki inin, bamteline bastı ı belli oluyordu. <Piramit bir harita.>”
(Dan Brown, “Kayıp Sembol”, sa:194)
“Ya lı Goethe’nin bu ho ve mutlu görüntüsü ölümcül uyumsuzlu umun bam teline bastı ve bana böyle
bir yerde i im olmadı ını anımsattı.”
(H. Hesse, “Bozkırkurdu”, sa:77)
“Bunlar hep padi ahımıza kar ı oyunlar... ngiliz padi ahaya kar ıysa ngilizle bo u an Mustafa
Kemal’in padi ahla çeki mesi ne demek?
- Tamam! te geldim meselenin bam teline... Bo una soluk tüketmekteyiz binba ım... Bizimkilerin i i
danı ıklı dö ü .”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:83)
Bana adıyla sanıyla : Kabadayıların, sarho ların, kendini br ey sananların zora geldiklerinde kendilerini
sunu ekli
“A zını biraz daha çarpıttı, korkunç olmaya çalı an bir sesle:
-Ben adamı bir lokma yapar yutarım, bana adıyla sanıyla... diye ba ladı. Fakat bitiremedi, Rabia
fırlamı üstüne geliyordu.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:136)
Bana göre, Benim için hava ho : Öylede ya da böylede olsa bence farketmez
“ Sorgu yargıcı sinirli bir halle,
-Bize göre hava ho , dedi. Kendi kendinize kötülük etmi olursunuz.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:III, sa:196)
“ROSA - Hı.. Hı.. Tabii.. Yalnız bu kadarı da fazla. Bana göre hava ho . Hastanenin önünde oturup
beklerim.”
(D. Fo, “Yüzsüz”, sa:24)
“‘Ya antımın bana verdi i heyecan, i te söylemek istedi im bu: Sıkıntı, hiçlik, tekdüzelik. Batak’ı ben
yazdı ım için, bana göre hava ho , ne var ki Tityre’in duyguları öyle de il; inanın bana Angele, bizim
görü lerimiz çok daha sıkı ve sıradan.’ ”
(A. Gide, “Batak”, sa:27)
“-... olsa çalı ırım tabii. ster senin yanında çalı ayım, ister ba kasının; bana göre hava ho . Hani...
çalı an adama pek benzemiyorsun da... Üstün ba ın... Fakat, dü mez kalkmaz bir Allah...”
(M. Gorki, “Yol Arkada ım”, sa:71)
“MADELEINE - Ben de i imden ayrılamam. Görüyorsun i te. Göze alamam kovulmayı. Ba ka bir
çözüm yolu bul. Benim ho uma mı gidiyor sanki bu? Açlıktan ölmemizi istiyorsan benim için hava ho !
AMEDEE - Benim için de hava ho . Böylesine bir ya am!”
(Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - I”, ‘Amédée ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:54)
“Ko u safi kulak kesilmi ti. Vay anasını, herif mahkum muydu, müfetti falan mı? Mahkuma benzer
yeri yoktu. Ne olursa olsun, onlara göre hava ho tu ama, gene de tetikte bulunmalı, saygıda kusur
etmemeliydiler.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:65)
“MARTHE - Bana bak! Burada münasebetsizli in lüzumu yok, anlıyor musun? ..... Kısa kes. Kimdi?
ADAM - Pekala, bana göre hava ho ! Pekala Bayan Marthe Rull!”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:54)
“-Siz pek az rastlanan kötü ruhlu adamlardan birisiniz! diye ba ırdı. Bana ortadan kaybolan bu erzakın
parasını ödeyeceksiniz. Onların aylık erzaklarını siz almayacaksınız. Böyle yaparsam beni artık kandıramazsınız.
-Bundan sonra... Öyle mi? Bana göre hava ho . Artık burada olmayaca ım.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:II, sa:1006)
“‘ çersiniz Luis’ci im, içersiniz. Beni kırmayın ne olur... yalnız içince insanın gönlü kararıyor, buyrun.’
Barda ı doldurup kadına uzattı. Kadın bir an duraksadıktan sonra barda ı aldı. ‘Pekala, bana göre hava ho , ama
burada kalmayacaksınız de il mi?’ ”
(E.M. Remarque, “ nsanları Sevmelisin”, sa:77-8)
“... babası yanıt vermedi; yalnızca dü ünceli dü ünceli tütün yuma ını bir yana ından öbür yana ına
kaydırmakla yetindi. Sonra da:
‘Sen de orada hesaba katılabilece ini mi sanıyorsun?’ dedi.
‘Evet baba, pek de iyi olur,’ diye yanıtladı ve dudakları titredi.
Ya lı adam kafasını sallayarak; ‘Bana göre hava ho , talihini bir dene bakalım!’ dedi.”
(Th. Storm, “Kır Atlı”, sa:41-2)
“Bana göre hava ho . Aradı ınız kadının bulundu u yeri haber verece im.
-Artık oca ına dü tük diye bizden istedi in kadar para mı koparacaksın?”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:201)
“Evet, biliyorum, böyle insanlar söz konusu oludu unda iyi bir vericisindir. Bana göre hava ho ,
onunla görü meye devam edebilirsin, bunu sana yasaklayacak de ilim.”
(S. Zweig, “De i im Rüzgarı”, sa:192)
Bana kalırsa : Benim görü üme göre, benim fikrimce
“SETH (Kızgınlıkla.) - Senin gibi bir aya ı çukurda olan budala ihtiyarlar kendi i lerine bakarlar.
Ba kalarının i ine burunlarını sokmazlar. Asıl acayip olan bu senin yaptı ın.
MACKEL (Kızgınlık sırası ona gelmi tir.) - Ya! Ama bana kalırsa, e er bunlar kasaba halkının el
etek öptü ü Mannon’lar olmasalardı, ortaya kim bilir ne acayip i ler çıkardı! Benim ihtiyar bir budala olmama
gelince, sen benden daha beter budalasın. Senin iki aya ın çukurda.”
(Eu. O’Neill, “Elektra’ya Yas Yara ır”, sa:240)
Banal : Baya ı, sıradan, herkesçe bilinen ve anla ılan
“Mesele ilgimi çekti ve hemen ertesi gün, yani dün ak am hiç oyalanmadan, dosdo ru, Sachsen’deki en
çirkin ta ra kentlerinden birine gittim; küçük tren istasyonundan ana caddeye do ru yürürken, ta raya özgü ıvır
zıvırlarıyla bu banal, zevksiz evlerin içinde, bu kulübelerden herhangi birinde, Dürer’in ve Mantegna’nın
gravürlerinin yanı sıra Rembrandt’ın en müthi resimlerine hiç eksiksiz sahip olan bir insanın oturması bana
neredeyse imkansız geliyordu.”
(S. Zweig, “Hayatın Mucizeleri”, sa:190)
Bana mısın dememek : Her türlü baskıya, eza ve cefaya ldırmamak, son derece dayanıklı olmak.
“Poçeçuyev:
-Me er adam dokuz canlıymı , dedi. Çekti i i kenceleri gördükçe beni hafakanlar bastı, ama adam
bana mısın demedi i gibi, Fedya iblisine te ekkür üstüne te ekkür ediyor, üstelik Moskova’ya, yanında
götürmeye kalkıyor. Böylesi bir ey görülmü de il!”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:131)
“Hamamda iyice terledikten sonra bal, tuzla karı tırılarak sürülüyor. Sadece bunun için kalktım
hamama gittim, bulandım o nesneye yukardan a a ıya… Bana mısın demedi, be paralık faydasını görmedim!”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:232)
“Aslında Hans en azından Lützeler Hof’a, ya da Krokus çayırına kadar uzanan uzun bir gezinti yapmayı
dü ünmü tü. Oysa imdi yosunlar üstünde uzanmı yatıyor, yabanmersinleri yiyor, a ırmı gözlerle tembel
tembel gökyüzüne bakıp duruyordu. Bu kadar yorgun dü mesine kendisi de hayret etmi ti. Eskiden üç dört saat
yürür de bana mısın demezdi.”
(H. Hesse, “Çarklar Arasında”, sa:48)
“Hasan, ustura gibi kayalıkta uçurumun kıyıcı ında, bir aya ı kayıverse, a a ıda, paramparça..
Paramparça, diye dü ünüyor Hasan, hiç bana mısın demiyor.”
(Y. Kemal, “Yılanı Öldürseler”, sa:117)
“ nce bir rüzgar sandalı yava yava açı a atıyor, Can ara ara kıyıya do ru kürek çekiyor.
-Bu rüzgar bize rahat vermeyecek, dedi Sedat.
-Vermezse vermesin, dedi Can. Demiri atsaydık...
-Aman ne olacak! Bana mısın demez.”
(A. Timuçin, “Gece Gelen Eski Dost”, sa:147)
“Her bir sarho narası, samanlara yatırılmı ya da ba ka çileler çeken zavallı bir kadının her bir feryadı
giri ti i i te ba arısızlı a u rayaca ını haber veriyormu çasına yüre ini derinden yaralıyordu. Yine de a a için
korkmuyordu. Onun cesareti bu serüvene bana mısın demezdi. Yalnız gelecekti, pelerini ve pantolonuyla, bir
erkek gibi çizmeli.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:46)
“ ‘Yanında getirdi i dostlarıyla birkaç gün bizim köyde kaldı ve her gün gelip birkaç saatini benimle
geçirdi; ufak tefek, sa lam yapılı, dimdik bir ihtiyar; saatlerce yürüyor ve bana mısın demiyor, saatlerce konu up
sohbet ediyordu.’ ”
(B. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:155)
banc, banco, in banco : (HUK.) <benk, benko, in benko> : Mahkemede hakimin oturdu u sıra; mahkeme
heyeti içtima <toplantı> halinde
bandeau :
(FR., G YS ) <bando> : Saç ba ı, eridi; file
Bangır bangır : Olanca hızıyla, avazı çıktı ı kadar, yüksek tonda
Bk.: Bar bar
“27. Ç MEKAN. GECE. CELIA’NIN APARTMANI. CELIA’ya yakın çekim yapılır; yüzünde tam
bir deh et ifadesi vardır.. Bo azı yırtılıncaya kadar ba ırmaktadır. Ona do ru yakla makta olan bir adamı
arkadan görürüz; adam onu kö eye sıkı tırır. Arkadan bangır bangır bir müzik gelir. CELIA’nın kolu havaya
kalkar, adamın elinde bir kasap bıça ı parlar.”
(P. Auster, “Lulu Köprüde”, sa:66)
“Bir parkta mola verip insanları seyretmeye koyulduk. Çocuklu kadınlar, bir yerlere yeti mek için
ko u turan erkekler, bir kö ede, bangır bangır müzik çalan bir radyonun ba ında münaka a eden o lanlar. Tam
kar ı kö ede, büyük ihtimalle incir çekirde ini doldurmayacak bir konu hakkında hararetle tartı an kızlar...”
(P. Coelho, “Elif”, sa:85)
“ ‘Deliyim ben, buna yapmama izin ver. Nefret edebilirim. Piyanoyu bangır bangır çalabilirim.’ ”
(P. Coelho, “Veronika Ölmek stiyor”, sa:74)
“ ‘ kapısı diyerek ne demek istiyorsun?’ diye sordum a kınlıkla.
Athenaios bu sorum üzerine gülümsedi. ‘Buraya gelen yabancılar. Öyle çok yabancı geliyor ki,
göreceksin. Her Pazar kasabadan evi görmek için pek çok kayık geliyor.Ço u mgiliz, çok iyi insanlar. Her
birinin küçük bir radyosu var, bangır bangır radyo çalıyorlar. Harika.’ ”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:372)
“Gramofon bangır bangır çalmaya ba ladı. Dükler, papazlar, çobanlar, hacılar ve sahne yardımcıları el
ele tutu up dans etmeye ba ladılar. Deli, ortalıkta ko u turuyordu. El ele tutu arak, ba larını toku turarak sabun
sandı ının üstünde dikilip olanca görkemiyle Elizabeth dönemini canlandıran tütün-ruhsatlı Mrs. Clark’ın
çevresinde dört dönüyorlardı.”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:84)
banian :
(SOS.,H NT) <benyan> : Hindistan’ın kast sisteminde, ‘et’ yemeyen tüccar sınıfı; Hint gömle i
Bankınot, banknot : (MAL.) Ka ıt para, lira
Bk.: Kayma, Kayme; Panganot, Pangnot
“SAVA A G TMEM Z BUYURULDU
-Bir Asker Türküsü, 1917----------------------------------------------Sava a gitmemiz buyuruldu
‘Bizden’ dendi ‘yardım bekliyor ba la ık uluslar’
Ama en önemli ey unutuldu:
Kimin cebine inecek banknotlar?”
(Demyan Bednıy<1883-1945>, “ça da rus iiri antolojisi”, A. Behramo lu, sa:52)
“... usulca güldü, kızların önünde, sonra iki garsonun önünde e ildi, yeniden do ruldu, cebinden
cüzdanını çıkardı ve her birine bah i olarak birer banknot verdi. ‘Lütfen,’ dedi sakin bir sesle, ‘Bayan Kroner’e
içten te ekkürlerimi iletin ve ne yazık ki önemli olayların beni kahvaltımdan vazgeçmeye zorladı ını söyleyin,
önemli olaylar, yarından itibaren kahvaltı istemiyorum.’ ”
(H. Böll, “Dokuz Buçukta Bilardo”, sa:259)
“ ‘Kaputu dört banknot sayıyor, ancak dört, daha fazla vermiyor. Yüzü e de Allaha ükür altı banknot,
bin üç yüz ediyor. Daha ba ka bir eyin yok mu? Çabuk...’ diye fısıldıyor. ‘Sabrı tükenir de yukarı çıkarsa
mahvolduk demektir.’ ”
(H. Böll, “Trenin Tam Saatiydi”, sa:107)
“Adam tek eliyle Kien’i silkelemeye ba ladı. Kendisine kimse korkak diyemezdi. Öteki eliyle
Therese’yi tuttu. Çekilsindi onun yolundan, hah öyle. imdi ona ne mal oldu unu gösterecekti. Bildi i gibi
de ildi o! Öyle de il, böyleydi. Banknotlar yerlere da ıldı. Therese hıçkırarak a lıyordu.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:327)
“ ‘Be yüz frank sayın ba kan.’
‘Alın i te.’
M. Madeleine, masanın üstüne banknotları koyup, dı arı çıktı ve bu defa dönmedi.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:354)
“-Benim bir evim var emme, viran; dedi.
-Tamir edilmez mi?
-Edilir, edilir emme, çok para lazım.
-Ne kadar? diye sordum. ‘Otuz kırk bankonot’ dedi. Gittik, birlikte evi gördük.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:93)
“Irak çin Yirmi Be A ıt
Ayak tırnaklarındaki kırmızı boya
Nerdeyse silinmi ,
Bu pazaryerinin çocu u
Verdi im banknotu yuvarlayıp boru yapıyor
Ve bu ka ıt teleskoptan
Babil’in yıkıntılarını seyrediyor.”
(Robert Minhinnick<d.1952>-Cevat Çapan, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.09.03)
“Yanıma aldı ım küçücük bir bavulum vardı ve e yalarımı indirmek için arabadan inmesine gerek
yoktu. Adama yüz rupilik bir banknot uzattım ve Marine Drive’ın geni kaldırımına indim.”
(A. Tabucchi, “Hint Gece Müzi i”, sa:16)
“ ‘Mektup yazmı Nermin. Tuhaf!.. Hiç yazmaz oysa... Dört aydan beri hiç yazmadıydı. Eskiden de
yazmazdı. Çok garip.’ Sevinmeye hazırlanırken Eleni’nin çantasından para çıkardı ını görünce gülümsedi.
Yarım a ızla te ekkür edip banknotları, ceketinin dı cebine soktu.”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, 116)
“Sürekçi Kürt Bedir A a, bankınotları tutan elini alnına götürerek Çerçi’nin yüzünü bir vakit gözden
geçirdi. Böyle bir hali sahiden ömründe hiç görmemi e benziyordu.”
(K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:106)
“-... Zanaate leke sürmü olur! Deli Celadet’in dümbüklü e soyundu u nereden bilinecek?.. Üç ki iyle
gündüz gözü Bahçekapı’dan ve Eminönü’nden ve yeni köprüden geçip Galata’ya i porta dolusu banknot
ta ıdı ımız duyulmayınca... Biz bu mübarek dümbük namını, dünyaya nasıl yayabilece iz aziz meslekta larım..”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:195)
“Evler, aileler, meslekler kurulur, bütün bir dü ünceler sistemi olu turulur, evlatlar için miras
biriktirilir. Bütün bu çekiç ve greyder gürültüsü, bütün bu banknot hı ırtısı innsana güvenç verir, bo lu un
algılanması hissini yok eder.”
(S. Tamaro, “Anima Mundi”, sa:194)
bankrupt, bankruptcy : (MAL ) <benk’rapt, benk’raptsi) : Müflis, iflas etmi ; iflas etmek, mahvolmak
banksia : (BOT.) <benksiya> : Avustralyada yeti en ve oradan Avrupaya getirilmi çiçekli bir tür çalı;
banksiya
Banmak : Elindeki ekmek ya da peskimet, bisküi parçasını, çay, kahve, süt, çorba, sulu yemek veya herhangi
tür sıvının içine kabaca daldırmak
“Tiridine tiridine tiridine bandım
Bedava mı sandın? Para virdüm aldım!”
(Bir Halk söyle isi. Anonim)
“O arada, Balon çaktırmadan oca a yana tı, cebinden çıkardı ı ekmek parçasını kocaman tavada domuz
rostosunun içinde yüzdü ü sosa banmaya yeltendi. Bunu gören Yurayda, Balon’a acımaktan o saat vazgeçip
bizimkinin eline vuruverdi; Balon’un elinden fırlayan ekmek parçası tramplenden suya atlayan bir yüzücü gibi
sosun içine dü tü.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:263-4)
“Bütün ya lılar ve ço u dü ünürler gibi o da az uyuyordu. Bu kısa ama derinbir uykuydu. Sabahları bir
saat süreyle kendi içine kapanır, sonra katedralde ya da kendi evinde duasını okurdu. Duasını okuduktan sonra
kendi ineklerinin sütüne bandı ı çavdar ekme iyle kahvaltı eder, daha sonra da çalı ırdı.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:40)
“Özenle incelemeye ba ladı parlak toprak dolu kaseyi, yüz ifadesi i neleyici ve üpheciydi, ama
üstünlük taslamaya çalı ıyorsa bilmeli ki bo çabası çünkü Meryem’in bakı ları yere çevrilmi , dü ünceleri ise
ba ka diyarlarda. Küçük bir sopayla Yusuf topra ı karı tırdı ve hayretle gördü ki karı tırılan toprak özelli ini
yitirmekte, lakin sonra yeniden canlanıyor, donuk yüzey her yana ı ık saçmakta. Ben çözemedim, bu i te bir i
var, ya da dilenci ba ka bir yerden getirdi topra ı ve sen buradan aldı ını söyledin ya da bu bir büyü, kim
görmü Nasıra’da parlayan toprak. Meryem sessiz kaldı. Ya a bandı ı ekme iyle kalan yeme i yiyordu.”
(J. Saramago, “ ncil’deki kinci sa”, sa:26-7.)
banner :
(HÜK.) <ben’ır> : Bayrak, sancak, alem
banneret :
(ASK., NG.) <beneret> : Geçmi yüzyıllarda, nhiltere’de‘silah ör’e e it verilen bir rütbe, lakab
bannerol :
(ASK.) <benerol> : Me hur devlet, hükümet büyüklerinin cenaze merasimlerinde ta ınan bayrak
bannok :
(Y Y.) <be’nek> :
skoçya ve Kuzey ngiltere’ye özge yulaf veya arpa ekme i, pide
bantam :
(SPOR) <bentım> : Ufak cinsten tavuk, Çin tavu u; b. Weight <Bentım a ırlık> : Filiz siklet
(Yeni Redhouse Lügati)
Baphomet : (D N) Pagan bereket tanrısı, Tapınakçıların kutsal saydı ı bir ta büst
“Langdon dönerek, ‘Leigh,’ dedi. ‘Engizisyon sırasında kilise Tapınak övalyeleri’ni her türlü günah
i lemekle suçlamı tı, öyle de il mi?’
‘Do ru. Her türlü suçlamada bulunmu lardı. ehvet dü künlü ü, haça i emek, eytana tapmak,
kabarık bir liste.’
‘Ve bu listede sahte putlara tapmak da vardı öyle de il mi? Kilise, Tapınakçılar’ı özellikle bir ta büste
ibadet ettikleri gizli ayinler yapmakla suçlamı tı... pagan tanrısı...’
Teabing, ‘Baphomet!’ diye bir çı lık attı. ‘Tanrım, Robert, haklısın! Tapınakçılar’ın kutsal saydı ı bir
ta büst!’ ” Langdon çabucak Sophie’ye, Baphomet’in yaratıcı üreme gücüyle ba lantılı bir pagan bereket tanrısı
oldu unu açıkladı. Baphomet’in ba ı, yaratı ve üreme sembolü olan bir koç ya da keçi ba ıyla temsil ediliyordu.
Tapınakçılar, ta tan bir kopyasını yaptıkları Baphomet’in ba ının etrafında çember olu turarak ilahiler
söylüyorlardı.”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:348)
barata (G YS ) : Osmanlılar döneminde, sarayda önemli ödevleri bulunan görevlilerin: Bostancı, baltacı,
kapıcı vb., ba larına giydikleri kırmızı çuha’dan veya keçeden yapılmı , uzunca, yukarları kıvrık, geni apkaları
Barba : (Yun.) Amca, dayı
“Paskalya horası, salkım sö ütlerin altında alevlenmi ti. Yirmi ya larında, daha ustura de memi
yanakları tüylü, esmer, bo a gibi bir delikanlı, kendini horaya vermi ti; açık gö sü orman gibi kıvırcık kıllarla
simsiyahtı; ba ını arkaya devirmi , ayakları kanatlar gibi topra ı dövüyordu; gözlerini ara sıra kızlardan birine
çeviriyor, suratının karanlı ı içinde gözlerinin vah i akı parlıyordu….. Barba Anagnosti’nin yanına yakla tım,
yanındaki kanepeye oturdum. Kula ına,
‘Oynayan delikanlı kim?’ dedim.
Barba Anagnosti güldü. Hayran hayran bakarak,
‘Canalıcı Ba melek gibidir hınzır!’ dedi. ‘Çoban Sifakas’tır bu….. Yalnız Paskalya’da insan görüp
oynamak için iner.’ çini çekti:
‘Ah, ulan!’ diye mırıldandı, ‘onun gençli i bende olsa! Onun gençli i bende olsa, dinim hakkı için,
kasabaları basardım be!
Delikanlı ba ını salladı; azgın koç gibi, meleyerek, biçimsiz bir nara attı:
‘Çal Fanurios!’ diye ba ırdı. ‘Çal! Ölümü kahredene kadar çal!.’
Ölüm her an ölüyor, her an hayat gibi yeniden do uyordu.”
(N. Kazancakis, “Zorba”, sa:233)
Barbar; Barbarca, Barbarlık: Vah i, saldırgan, kaba davranı lı; Uygarla mamı , uygar toplumlara saldırıp
çapulculukla geçinen kavimler ve toplumlar (Orta Ça larda Vizigot’lar, Ostrogot’lar ve özellikle Almanya’dan
gelen di er bir sürü yerle memi kavimler) Romalı’larla Yunanlı’ların, kendilerinden olamayan yabancılara
verdikleri isim; Barbarların yaptı ı i : barbarlık
“... ve yüz yıl sonra onun ardından gelenler de tüm Hintlileri yok etti. Üç yüz yıl sonra Zenci ırkı da yok
edildi. Be yüz yıl sürer, ama sonuçta tüm güçlü sava makineleri yeryüzünden Do ulu ırkların tümünü silmeyi
ba arır. Tarih kitapları barbarlara kar ı yapılan uzaklardaki sava lardan bahseder, ama kimse okumaz, çünkü
önemi yoktur.”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:54)
“Tanrı yılı 1204’ün ya da Bizans’ta hesaplandı ı gibi, dünyanın ba langıcından itibaren geçen altı bin
yedi yüz on iki yılın, 14 nisan Çar amba sabahı, barbarların Konstantinopolis’i tamamen ellerine geçiri inin
ikinci günüydü. Geçit töreninde zırhları, kalkan ve mi ferleriyle göz kama tıran Bizans ordusu ve iki a ızlı
korkunç baltalarla donanmı ngiliz ve Danimarkalı paralı askerlerden olu an imparatorluk muhafız alayı,
cesurca sava arak daha Cuma günü dü mana kafa tutmu ken, Pazartesi günü dü man surları a ıp kente girince
sonunda teslim olmu tu..... O barbarlardan merhamet beklemek ne büyük delilikti..... dünyanın en büyük, en
kalabalık, en zengin, en soylu kentini yakıp yıkıp ganimetlerini bölü mek için dü manın teslim olmasına
gereksinimleri yoktu ki onların. A layan insanlardan olu an koca tören alayı hiddetle bakan, kılıçlarından hala
kan damlayan, atları yerinde duramayan inançsızların kar ısısnda durmu tu. Ama sanki alay kar ılarına aman
dilemeye hiç gelmemi çesine ya malamaya ba ladı..... Bu Deccal öncü gruplar, öfkeyle sunaklara saldırıyordu,
Niketas kudas dolabını açtıklarını, kudas kaselerini alıp, kutsal e yaları yere attıklarını, hançerleriyle kudas
kaselerini süsleyen de erli ta ları söküp giysilerinin altına sakladıklarını ve kaseleri süprüntü gibi ortadaki bir
yı ının içine attıklarını gördü.”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:22-3-4)
“Dante, ‘De Vulgari elequantia’sında, do du um yer olan Alessandria hakkında pek de ho eyler
söylemez; talyan yarımadasındaki lehçeleri kaydederken, halkımın a zından çıkan ‘hırıltılı’ eylerin talya’ya
özgü lehçeler olmadı ını ve bunların pek de dil sayılamayaca ını söyler. N’apalım, barbarsak barbarız.”
(U. Eco, “Somon Balı ıyla Yolculuk”, sa:193)
“Bir çocuk, kula ını yırttı. Bir genç kız, yeninin içinde sakladı ı bir bizle yana ını yardı. Ba ından
tutam tutam saç, vücudundan lokma lokma et koparılıyordu. Ba kaları, sırıkların uçlarına insan pisli ine
batırılmı süngerler takmı , yüzüne sürüyorlardı. Bo azının sa yanından oluk gibi kan fı kırdı. Bunun üzerine
halk kendinden geçti. Barbarların sonuncusu olan bu adam onlar için tüm Barbarları, tüm orduyu temsil
ediyordu.”
(G. Flaubert, “Salambo”, sa:390)
“Victor’un ailesi Félicité’ye oldum olası barbarca davranmı lardı. Bu yüzden onları hiç görmemeyi
yerinde buluyordu. Do rusu istenirse, yürekleri o kadar katıla mı tı ki çocu u unutmak için uzun zaman
beklemeye gerek duymamı lardı.”
(G. Flaubert, “Üç Hikaye-Saf Bir Kalp”, sa:27)
“Artık uyumsuzlu a <consonance> ve armoniye önem vermiyorsa e er, müzik nereye gidiyor? Bir tür
barbarlı a. Sesin kendisi öylesine usulca ve zarafetle uzakla tı ı gürültüye geri dönüyor. Sahnede ilkin sadece
soyluların, unvan sahiplerinin görünmesine izin veriyorlar, ardından kentsoyluların, daha sonra da halkın. Sahne
dolup ta ıyor ve sokaktan ayırt edilemiyor. Ama ne yapılabilir ki?”
(A. Gide, “Chopin Üzerine Notlar”, sa:53)
“F L ST NL LER
---------------------Filistinliler barbardır
Ancak bu dünyada varlar çaresiz
Sahnede dost bilirler
Biletleri keserker
evvalin gölgesinde
Çakırkeyif”
(Musa Havamdeh <d.1959>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 22.06.06>
“Birinci sınıfta ihtiyar, kısa boylu, kötü bakı lı, sarkık bıyıklı, elinde daima de nek bulunan Pateropulos
bizi kovalar, toplayıp ördekmi iz de satmak için pazara götürüyormu gibi sıraya sokardı. Her baba ona, yaban
keçisi çocu unu verirken; ‘Eti senin, kemi i benim, ö retmen’ derdi, ‘döv onu, adam oluncaya kadar döv.’ O da
bizi acımadan döverdi ve hepimiz, ö retmen de, ö renciler de, fazla sopa ile adam olaca ımız zamanı beklerdik.
Büyüyüp de, insancıl teoriler kafamda olu maya ba layınca, bu ilk ö retmenimin yöntemini barbarlıkla
nitelendirdim; ama, insan tabiatını <do asını> daha iyi ö renince, Pateropulos’un o mübarek de ne ini
kutsamaya ba ladım; acının, hayvandan insana çıkan yoku ta en büyük rehber oldu unu o ö retmi ti.”
(N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:47)
“Profesör devam etti:
‘Barbar’, eski Yunancada yabancılar için kullanılan bir kelimeydi. ‘Yabancı’ anlamına gelirdi.
Yunanlı olmayan herkes, özellikle de Persler ve Asya halkları barbardı. Bu kelime Avrupa tarafından
benimsendi ve Avrupalı olmayanlar için de kullanılmaya ba landı..... ‘Benim tezim, bütün halkların, bütün
kültürlerin birbiri hakkında önyargılara sahip oldu udur. E er bir gün bu önyargı kelimeleri, yani Avrupa
dillerindeki barbar, Japon dilindeki ‘gaijin’, Müslümanlardaki ‘kafir’, Almanlardaki ‘Ari olmayan’ gibi
önyargı sıfatlarını kaldırabilirsek, amacımıza ula abiliriz...... nsann de erinin sadece insan olu undan geldi i;
din, milliyet, cinsiyet, renk, cinsel tercih, siyaset gibi birtakım ön sıfatlarla ayrımcılı a u ratılmadı ı bir
hümanizm anlayı ı.’ ”
(Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:56-7)
“Tecrübesiz genç bir ö retmen bir gezi düzenledi ini duyurduktan sonra tedbiri elden kaçırıp
ö rencilere kürsünün üzerine koydu u ka ıda isimlerini yazmalarını ve sadece ilk on ki iyi götürebilece ini
söylemi ti. Sınıftaki herkes aynı anda ko u turmu , bu da derhal büyük bir karga aya, iti melere, tartı malara,
haykırı lara yol açmı tı. Ben yerimde kalmı tım, arkamdan birinin öyle mırıldandı ını açık seçik duydum:
‘Barbarlar!’ Geri döndüm, bakı larımız kesi ti, gülümsedik. Dostlu umuz o anda do du.”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:78-9)
“Kavafis’e Mektup
ey genç ruhlu ihtiyar
iskenderiyeli konstantin
gitmeleri beklenen yere gitmeyen
barbarlar
hiç kimsenin ummadı ı kente
saraybosna’ya geldiler”
(Yosip Osti<d.1945>-Suat Engüllü; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 10.03.05)
“Pistir Verwoerd
--------------------Bu iir sizin için
çok ırklı Model C okullarında
anadilinin tadını yitiren
erkek ve kız karde lerim.
Bu iir sizin için
siyah varolu unun dozunu ayarlayan siyah anne
çünkü, barbarlara özgüdür siyahlık.
Bu iir öfkesidir açlı ın.
Bu iir i siz seçmenler içindir,
içkide, sekste, suçta teselli bulan.
Tanıklık ediyor bu iir,
Bilmiyor musunuz?
Pistir Verwoerd.”
(Mpho Ramaano <d.1981>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.02.09)
“ RANLI - (Dizleri üstünde do rularak.) Kara haber getirmek bu kadar onurlu i mi?
BELZANOR - Ey barbar ranlı, sözüme kulak ver. Mısır’da iyi haberler getiren, tanrılara ükran için
kurban edilir. Ama hiçbir tanrı kara habercinin kanını istemez. yi haberler oldu mu bunu en de ersiz kölenin
a zından iletiriz. Kara haberleri kendini göstermeye meraklı genç soylular getirir.”
(G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:26)
“DEN ZDE YEN LG
-------------------------Ve korkunç bir köpük çıkardı
kusarken derinlerden gelen
tuzlu suyunu denizin.
Geri çekiliyordu hızla
barbar Pers ordusu.”
(Timotheos, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:43)
“... Ama Marcus gitmeyi reddediyor, gözya larına bo ulup ‘Emilia! Emilia! diye inliyor. Böylece
oyunumuz da mahvoluyor. te tüm bunlar sabrımı zorluyor. Hiçbir zaman çocukları sevmeyi beceremedim.
Hepsi de barbar maymunlar. nsanların ya amaya çalı mak için koydukları kuralları ö renmek için en küçük bir
çaba dahi harcamıyorlar.”
(R. Tremain, “Müzik ve Sessizlik”, sa:325)
“ ezlongunu katlayan Giles de saptı, ama ters yöne. Ambara tarlaların arasından giden kestirme yolu
seçti. Bu kurak yazda patika, tu ladan yapılmı gibi kaskatı uzanıyordu tarlaların arasında. Bu kurak yazda,
ufalanmı ta larla kaplıydı. Önüne çıkan sivri, sarı bir ta parçasını tekmeledi; bir vah inin ok yapmak üzere
sivriltti i bir ta tı sanki. Barbar bir ta ; tarih-öncesinin ta ı. Ta tekmelemece, çocukların gözde oyunuydu. ....
Oyunun kurallarına göre hep aynı ta , bir tek ta tekmeleniyordu kaleye. Diyelim hedef, bir bahçe kapısı olsun,
tekme sayısı da on. Bu durumda ilk patlatı Manresa’ydı < ehvet>. kinci, Dodge’du <sapıklık>. Üçüncü de
kendi <ödle in teki>. Dördüncü, be inci ve geri kalanların birbirinden farkları yoktu.”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:88-89)
Bar bar ba ırmak : Avazı çıktı ı kadar ba ırmak; lan etmek
Bk.: Bas bas ba ırmak
“KOM SER - (Taklidini yaparak Okyay’a.) - Deli de ilim... Ulan bu de ilim deyi in bile ben deliyim
diye bar bar ba ırıyor. Susss, yine jik’<tik>lerine ba lama, patlatırım. 43 ya ında adam böyle di i ile erkek arası
giyinip üstelik de koku da sürerse ona deli derler...”
(C.F. Ba kut, “Harput’ta Bir Amerikalı”, sa:106-7)
“Gru enka kendinden geçmi , barbar ba ırıyordu:
-Ne budalaymı ım, ah ne budalaymı ım!… Tam be yıl kendime etmedi imi bırakmadım. Ho bunu
onun yüzünden yapmadım, hırsımdan yiyip bitirdim kendimi.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:III, sa:116)
“Gidi o gidi ti. Ne ertesi günü, ne daha ertesi günü ve gece hiç görünmedi. Üçüncü gün, köprünün
Bo aziçi iskelesinin üstünde kendisi ile kar ıla tık. Koltu unda keman kutusu vardı..... Uzaktan beni gördü,
görmemezli e geldi. Anladım, kızgınlı ı daha geçmemi ti. Yanımdan geçerken seslenecek oldum için bundan
caydım..... Belki de benim kendisine seslenmem ile köprünün ortasında herkese kar ı bar bar ba ırarak koskoca
bir pot kırar, hem kendini, hem beni oracıkta maskara eder, bırakırdı.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:45-6)
“Evde, soka a çıkıp ‘Açııımmmm!’ diye bar bar ba ırırdım. Tabii, tüm kom ular beni i itirdi. Annem
için bu ne utanç verici olmalıydı!”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:12)
“‘Daha dün’, diyor, ‘biriyle kavga ettim. Almanların bizi Almanya’ya götüreceklerini söyledim, herif
deli oldu, üstüme yürüdü, ‘Sen be inci kolsun!’ diye bar bar ba ırdı bana.’ ”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:344)
“Kiti ablasına döndü:
-Gidip ilgilileniver onlarla canım. stasyonda Stiva’yı görmü ler, iyiymi . Ben de Mitya’ya gidip
bakayım bir. Aksi gibi, çaydan beri emzirmedim onu. Demin uyandı. Allah bilir ya bar bar ba ırıyordur
imdi...”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:671)
“Ço u geceler dü en sandalye gürültüleri ve tabak angırtılarıyla uyanırdık. Bir defasında, dayaktan
kanlar içinde, saçları yolunmu kadın, merdivene saldırdı. Kocası arkasından bar bar ba ırıyordu.”
(S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:181)
Barbut; Barbut atmak : Ortaya para konup, zar atılarak oynanan kumar -sokakta, okullarda, hapishanede
oynanan en basit kumar“-Bıçak, afyon, esrar satı ları, hastahane, di çi dümenleriyle kapı ka ıtları alıp çıkmalar, gece
yarılarına, hatta ertesi gün sabahlara kadar dı arlarda kalmalar... dahası var, önceki Müdür, kafayı çeker çeker
gelir, ko u larda hükümlülerle barbut atarmı !”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:304)
barcarolle : (MUS:, TA.) <barkarol> : Venedik kayıkçılarından alıntı: ‘bark’: kayık ve ‘Karol’: Ne ’e
arkısı, ilahisi (Not.: Ben birkaç kez, hem de e imle o kayı a bindim, gençtik de, kimse arkı söylemedi.
Herhalde filmlerde yapıyorlar, o.k., ama itiraf edeyim ki o ahane manzarada, do a ve suların apırtısı yeterli
müzik yapıyor . Be ikte sallanan bebe e ninni gibi söylenen müzi e esas ‘barkarol’ diyorlar.( .E.)
Barda ı kafalarına dikmek :
çki (Bira, arap vb.) barda ını, kafalarını geriye e ip, a ızlarına dikmek
“ ‘... dünyasının benim gibi güçlü adamlara gereksinmesi var. Ba kaları kaderin ellerine verdi i
kuru tan kar elde edemiyorlar. Birli imizin görevini yapaca ına inanıyorum. Bir ey çok açık: fiyatlar u sırade
ne kadar dü ük olursa olsun, böyle kalmayacaklardır. u sözlerle bitirmek istiyorum: Hep ileriye (-per aspera ad
astra.) Ve: Asla geriye bakmayaca ız!’
Macheath’in bu sözleri üzerine herkes birden ciddile mi ti. Temel sorunlardan birine parmak bastı ını
anladılar. Dü ünceli dü ünceli bardaklarını kafalarına diktiler.”
(B. Brecht, “Üç Kuru luk Roman”, sa:259)
Barda ı ta ıran (son) damla : Birikip birikip sabrı yitiren ve her eyi ortaya sergilemeye zorlayan (son) olay
“.....ayrılmalarından iki-üç yıl önce evin mutfak alı veri ini babam üstlendi i zaman iplerin kesin olarak
koptu una inanıyorum. O olay annemle babamın para yüzünden ettikleri son kavgaydı ve benim kafamda
hep barda ı ta ıran son damla olarak yer etti.
(P. Auster, “Cebi Delik”, sa:21)
“Tartı ma bitmi ti. in tuhafı, o kadar ne elenen Fedor Pavloviç sonunda birdenbire somurtunca bir
konyak daha devirdi, bu da barda ı ta ıran damla oldu.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:202)
“Hakikaten, açlık cambazının gerçi bu çok iyi bildi i, ama her seferinde onu kahreden çarpıtılması hali,
barda ı ta ıran son damla olurdu.”
(F. Kafka, “Ceza Sömüegsi”, sa:83)
Bardaktan bo anırcasına (ya mur ya mak) : Sa nak halinde ya mur ya mak, seller götürmek
“Sokaklarda dola an, bilgisayar ifrelerinin hiçbir ekilde (her eye gücü yeten NSAAA tarafından bile)
kırılamadı ı sözleri sayesinde sırlar bardaktan bo anırcasına ya ıyordu.”
(D. Brown, “Dijital Kale”, sa:24)
“Kısa bir süre sonra büyük bir fırtına koptu. Rüzgar esip savuruyor, ya mur bardaktan bo anırcasına
sa nak halinde ya ıyordu. Rüzgarın en iddetli esti i anların birinde kulübenin çatısının bir bölümü uçtu ve o
çok dikkatle korudu umuz ate söndü.”
(J.M. Coetzee, “Dü man”, sa:25)
“Kendini Melanie’nin evinde görüyor David, onun yatak odasında; dı arda bardaktan bo anırcasına
ya mur ya arken, kö edeki ısıtıcıdan parafin kokusu yayılırken, kızın üstüne e iliyor, giysilerini çıkarıyor, kızın
kolları cansızmı gibi iki yana sarkıyor.”
(J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:105)
“O gün, yolda kitap okumanın olana ı yoktu. Bardaktan bo anırcasına ya mur ya ıyor ve karayel,
ya muru kovayla insanın yüzüne çarpıyordu.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:24)
“Savcı ile sorgu yargıcı iyice yorgun görünüyordu. Hava bozuktu, etrafı kaplayan bulutlardan gök
görünmüyor, bardaktan bo anırcasına ya mur ya ıyordu.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:III, sa:226)
“ ‘Ah, onu bir saat sonra da yazabilirsiniz. Zaten bu gece gidecek de il ya. Görüyorsunuz, sizinle
birazcık konu abildim diye ne kadar sevindim. E er bu ak am bardaktan bo anır gibi ya mur ya mazsa, güzel
bir gezinti yapabiliriz. Ne olur razı olun. Benden herhalde korkmazsınız.’ ”
(H. Hesse, “Knulp”, sa:45)
“BAHÇEDEK OLAY <1932>
Gidip havaya baktı ında için ezilir,
biteviye yazmanın içine çekilirsin,
Canın sıkılır - kapıya gidersin. Kapının dı ında
ya mur ya ar
bardaktan bo anırcasına.”
(Paolo a vili-Kemal Özüdo ru; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.04.03)
“ u Samuel, bardaktan bo anırcasına ya an ya murun da destekledi i bütün yo un direni lere kar ın,
yine de trenin Münih’te kaldı ı yarım saatten yararlanarak bir otomobil gezisi yapmaya kandırdı bizi. Kendisi bir
araba alıp gelmeye gitti inde, kız, gar binasının holünde kolumdan tutarak: ‘N’olur bu araba gezisini önleyin!’
dedi.”
(F. Kafka, “Hikayeler- lk Uzun Tren Yolculu u”, sa:211)
“Yemekten sonra, masanın sa ındaki bir sedirin üstüne ayak yaptı, yattım; o da kar ımda, öteki sedire
uzandı. Dı arıda bardaktan bo anırcasına ya mur ya ıyordu; bir süre damda suların akırtısını dinledim; yatar
yatmaz rahatlayan ihtiyar kadının sakin solu unu dinliyordum; herhalde yorgundu, uyuya kaldı; ya murla,
ihtiyarın ahenkli solu u ile yava yava ben de uyudum; uyandı ımda gün ı ı ı kapının aralıklarından içeri
giriyordu.”
(N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:173)
“Octave hemen Bonnivet Markizi’nin salonundan kaçtı. Toplum tiksinti uyandırıyordu onda. Ailenin
kullandı ı arabayı dayısına bıraktı, kendisi eve yayan döndü. Bardaktan bo anırcasına ya mur ya ıyordu. Bu
ya mur onun ho una gidiyordu. Çok geçmeden, Paris’i sele bo an fırtınanın farkına varmaz oldu.”
(Stendhal, “Armance”, sa:35)
“O hafta gö ün bütün ya murları Normandiya’nın üzerine toplanmı tı sanki; üç gün süresince
bardaktan bo anırcasına ya mur ya dı.”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:II, sa:56)
“Fabrice iyiliksever koruyucusunun yanından ayrılalı henüz bir saat bile geçmemi ti ki öyle iddetli bir
ya mur ba ladı ki yeni süvari eri hiç de ayaklarına uymayan kaba saba çizmelerle tökezliyordu..... O gün, Ligny
sava ını kazanmı olan ordu tam yolla Brüksel üzerine yürüyordu; Waterloo sava ının arifesinde bulunuyorlardı.
Ö le vakti hala bardaklardan bo anırcasına ya mur ya ıyordu.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:51)
“Rossella yeni giysisisni otomobilin içinde iki büklüm olarak denedi. Fermuar giysinin yan tarafındaydı
ve bunu çekti inde kuma ın sökülmeye ba ladı ını hissetti. Aynı anda dı arıda ya mur ya maya ba ladı.
Torpide gözünden bir diki takımı çıkartan Maria, ‘Korkacak bir ey yok,’ diye yatı tırdı onu. Yaz
ya muru bardaktan bo anırcasına ya maya ba lamı tı; gökyüzü kur un gibi kararmı tı.”
(S. Tamaro, “Rüzgar Ne Diyor”, sa:106-7)
“Geçen gün, güne batmadan az önce arkada ım Nando u radı. Sanırım onu anımsarsın, çünkü buraya
son geli inde kar ıla mı tınız. O gün bardaktan bo anırcasına ya mur ya ıyordu, bana postayı teslim etmek için
arabadan iniverdi. Nando, biliyorsun, köyün postacısı.”
(S. Tamaro, “Sevgili Mathilda”, sa:198)
“Öyle iddetli bir ya mur ki, anlatamam. Bir yandan im ekler çakıyor, bir yandan bardaktan
bo anırcasına ya mur ya ıyordu.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:322)
baresak : ( SKAND. MYTH.) :
Zırhsız, korumasız eski skandinav askeri
Barınacak delik bulamamak : Herkes tarafından öyle aranılıyor ki, artık saklanacak delik bulamamak
“BERNARDINO - Çok kötü durumda mı? Sakın arabadan dü mü olmasın? Yoksa arabanın üç çift atı
gemi azıya alıp parladı mı?
FULGENZIO - Siz gülüyorsunuz, ama gülecek bir ey yok. Ye eninizin o kadar çok borcu var ki,
barınacak delik bulamıyor.”
(C. Goldoni, “Yazlık Dönü ü”, sa:56)
Bari : Hiç olmazsa; öyle ise
“Muhtar istemeye istemeye güldü:
‘Bende? Bende para ne gezer ula? Evet var benim param emme, ba ıma azim belalar geldi. O lanı
dutup götürdüler...... Bizim gafamız evvelinden i lemiyor, bari elimiz i lesin. Bir guru veremem imdi sana.
Güzün gel, güzün al...’ ”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:115)
“Ya murlu bir gün... Babıali’den indim, Sirkeci’de bekledim. Maçka’ya tramvay nedense pek seyrek
geliyor. Otobüsler de tıklım tıklım dolu, bari bir dolmu a bineyim dedim. Tiz bir ses ortalı ı inletmekte:
‘Ni anta ı, Osmanbey, i li... Haydi, dolmu a bir. Gidiyor bayım, beklemeden gidiyor!..’ ”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Velet”, sa:55)
“Sabahın Basamaklarında
--------------------------------Ak amları üç ayaklı olan o eskimi bilmece
sen usandın ve bir ba kası yanıtlayıp kazandı
daha sonra yitirmek için gözlerini, seçiyorsun
kendi mutsuzlu unu, madem çürümek var sonunda
bari bu hınç duymadan olsun bedene.”
(Claude Estaban<1935-2006>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 25.05.06)
“Sütnine hemen ko up yakayı sildi.
‘Leke yapmaz, merak etmeyin,’ diyordu.
‘Bana daha neler yapıyor bilseniz!’ diye ekledi. ‘ im gücüm onu yıkayıp temizlemek! Bari bakkal
Camus’ye tembih edin de, gerektikçe biraz sabun versin bana. Böylesi daha rahat olur, ben de sizi rahatsız
etmem.’
Emma: ‘Peki peki, hadi ho ça kal Rollet Ana,’ dedi:
(G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:104)
“Öfkeyle soka a fırladı. ki saat sonra eve bulut gibi olgun döndü. Rakıdan kan çana ına dönmü iri
hain gözlerini açtı, Dilpesent’i tekmeledi, tekmeledi. Kadın, kom ulara kepaze olmamak için, dı ardan i itilmez
ufak iniltilerle bu dayaklara dayanıyordu. Sonunda sarho öfkesini alamadı, dolu bir rovelveri cebinden çıkardı.
-Senin gibi kokmu gudubet bir karıya bedava ekmek yediremem, bari geberteyim de kurtulayım,
hakaretiyle üzerine dört el ate etti.”
(H.R. Gürpınar, “Gulyabani-Melek Sanmı tım eytanı”, sa:354)
“ALTINCI M MOS
----------------------METRO
Peki, nerden biliyor senin evi, sevgili Koritto?
Ölümü öp, do ruyu söyle.
KOR TTO
Sepici Kandas’ın karısı Artemis yolladı bana.
Evi o göstermi .
METRO
Nerde yenilik, orda Artemis!
Pezevengin arabını bile içer o!
kisini birden alamadın, bari,
kim ısmarlamı u kamı ı, onu ö reneydin.”
(Herodas, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:36)
“-Floriçika! Sen erke in arzusunu yutan uçurumsun! Bari vefayı bilir misin? Birazdan, ay ı ı ında yola
çıkaca ız ve bu sabah afakla beraber konak yerimize varaca ız. Orada otuz yi it sabırsızlıkla bekliyor! Bunlar
hep kanun dı ı ve ölümden korkmayan adamlardır. Kanun namına yalnız unu bilirler: hayatın en büyük gayesi
olan arzularını tatmin etmeyi! Bu gayeye kar ı koyan her kanuna canları pahasına meydan okurlar. Onun için
onlara kahraman diyorum.”
(P. Istrati, “angel dayı”, sa:104)
“Bu konuda bir eyler bilen ana, postacıya ‘Sorar mısın!’ gibilerden bir göz attı ve:
-Bari ö ütlerimi dinlese... dedi. Ama her zaman kafasının do rultusunda gider; sonra yine surat asar.”
(P. Istrati, “mihail”, sa:6)
“Sonra yarı Franszıca, yarı Türkçe öyle devam etti:
‘Mümkün de il, babamdan isteyemem; zaten istesem de vermez. Bazı dostlarımızdan ödünç istemek
ise pek a rıma gidiyor... Asla; neyim var, neyim yok hepsini mezada götürür satarım, daha iyi! Allah belasını
versin, borçlandı ım kimseler, bari tanıdı ım kimseler olsaydı, neyse!..’ ”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:92)
“-Bir de yatakta ü ümeyelim diye yorganın kenarlarını dö e in altına kıstıraca ını söyleseydin bari!
-Bu kadın senin teyzen gibi bir ey oluyor, de il mi? diye sordu omzuma vurarak. Do rusu, güzel
kadın, çok etkilendim. Ya lı, zengin ve de dul bir metres. Yirmi üzerinden yirmi!”
(M.V. Llosa, “Julia Teyze”, sa:121)
“ANGELIQUE - Aman Cléante, artık öyle eylerden söz etmeyelim. Bundan sonra evlenmeyi kim
dü ünür?..... Ömrümde evlenmem! Ah babacı ım, demin senin kararlarına kar ı gelmi tim ama imdi bari bu
son sözünü yerine getireyim de, sana kar ı yaptı ım kusuru biraz onarmaya çalı ayım.”
(Moliere, “Hastalık Hastası”, sa:106)
“Asıl u an kendisinin nasıl göründü ünü merak ediyor Meltem. Az önce yüzünü yıkarken aynada
baktı ı halini hatırlamaya çalı ıyor. Kötü görünüyor olmasa bari! Böyle hissetti i, bunları dü ümdü ü için, bir
yandan neye oldu unu bilmedi i bir kızgınlık duyarken, öte yandan hemen yerinden kalkıp kendisine çeki-düzen
vermek, bu kez üstünkörü de il de alıcı gözlerle aynaya bakmak, görünü ünden emin olmak isitiyor.”
(M. Mungan, “Kadından Kentler”, sa:142-3)
“Ak am, bizi köprünün kiri lerine oturmu olarak buldu. Pale susuyor ve suya tükürüyordu.
-Gidip balkonda oturalım bari, dedim Pale’ye. Köyün tüm kadınlarının birbirlerine seslenmeye
ba ladıkları saat gelmi ti, ama henüz ortalı a ola anüstü bir sessizlik ve dinginlik egemendi; sadece bir iki
a ustosböce inin sesi i itiliyordu.”
(C. Pavese, “A ustosta Tatil-Ad”, sa:13)
“LENI (So ukça gülümseyerek.) - Do rusu ödüm kopardı. Ama içimden sürekli: Bir gün tüm
yaptıklarının bedelini ödeyecek! derdim.
JOHANNA (Alaylı.) - Ödedi mi bari?
LENI (Gülümseyerek ama sertçe.) - Ödüyor.”
(J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:13-4)
“Derdim ki - sana akıl vermek gelse elimden -
Beni sevmesen bile, seviyorum de bari,
Nasıl ki hırçın hasta, ecelle bo u urken
Hekimden duymak ister yalnız sa lık haberi.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:140, sa:321)
“ NG L Z <1956>
-----------Ayakta duran kadınlar olur ya
Meryem bunlardan
Üç türlü ayakta duru u var
Birini yalnız bana kullanıyor
-Güzel mi bari
-Hem de nasıl”
(C. Süreya<1931-1990>, “Üvercinka”<1957>-50 ya ında-, sa:24)
“Vronski:
-Bir insan olarak iyi tek yanım, hayatımın benim için hiçbir de eri olmamasıdır, dedi. Dü man
saflarına yalın kılıç dalacak, ölmek ya da öldürmek için yeterince enerjimin oldu unu biliyorum, o kadar.
Üstelik, hiç gereksinmem olmadı ı gibi, bana tiksinti de veren hayatımı u runa verebilece im bir eyin
bulunması sevinç veriyor bana. Birinin i ine yarasın bari.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:666)
“Yakla tıkça Banana Brava’dan gelen haberler ço alıyordu.
‘Orada ya am güç Her ey ate pahası.’
‘Tütün ucuz olsa bari, gerisi beni ilgilendirmiyor.’ ”
(J.M. de Vasconcelos, “Yaban Muzu”, sa:62)
baritone :
(MUS. TA.) <bariton) : Erkeklerde, (en tiz) tenor sesi ile (en kaba) bas-baso arasındaki ses
bar-line : (MUS.) <bar-layn> : Musiki notasında, ‘ölçü’ çizgisi ( ki ölçü çizgisi arasındaki notaların
zaman bakımından toplam olarak de erleri hep aynıdır; örn. ¾ demek, iki ölçü arasındaki notlatın toplamı (3)
tane ‘dörtlük’ demektir ki ‘vals’ olur.) ( .E.)
Barmecide : (TAR H,) <Barmesayd> : Ünlü Selçuk Sultanı Harun Re id’in çok zengin veziri Bermeki.
Barmecide feast : <Barmesayd fist> : Zengin olma hayali - bayramı
Barok : (SAN.,MUS..) Avrupa’da, Rönesans’ın büyük alevi tüm Avrupayı yalazlayıp sanatı, en önemlisi de
günlük ya amı hemen her alanda bir düzeyde sabitledikten sonra; xvı. ve xvııı. yüzyıllarda özellikle müzik
(Handel, Bach) ve mimari alanlarında (kar ılarında hu u olu turan katedraller) epik yapmı , atafatlı ve
heybetli üslup
“... bir ba ka deyi le önemli metafizik kavgalarda usta olan bu kadının (Joana Carda) üç üphelinin
dü tü ü tuza a dü mesini engelledi, imdiden suçlu olduklarına karar verilmemi se tabii. Yazılı olanları daha az
barok bir dile çeviren ve daha dolaysız bir sentaks kullanan Joana Carda yolun yukarısındaki, Chiado’nun tam
merkezindeki Borges Oteli’ne yerle ti...”
(J. Saramago, “Yitik Adanın Öyküsü”, sa:127)
baron, barones : Avrupada, eskiden kalma kral, kraliçe; dük-dü es gibi asalet unvanı. Babadan o ula geçen ve
hükümet tarafından takdir edilen bir asillik payesi idi. XX. y.Y.’danberi de, genel literatürde, piyasanın yasa dı ı
‘baron’ları geli ti: Uuyu urucu kralları ya da yearaltı soyguncuba ıları.
barn : (YAPI) : Ahır, büyük ahır, ambar; barn dance : bugün bile <ben U.S.A.de iken, Boston’dan kalkar,
kuzeye, New Hampshire’in eski devirlerden kalma ahırlarına gider, grup halinde, kaval ve davullarla çalınan
a ır tempolu dansler ederdik 1970-1990. .E.> barn-owl : peçeli bayku ; barn stormer : ta rada oynayan aktör)
barouche (FR.) : <Ba’ru >: XIX. y.y.’dan beri Avrupa krallıklarında kullanılmı , üstü açık, dört ki ilik lüks
atlı payton
barracan : Orta-Do u’da ve Güney Asya’da ( ran, Hindistan) i lenen (ipek-yünlü?) kuma ; boyun atkısı
barracks : (YAPI) : Askeri birliklerin ya adı ı barakalar, kı la binası; (kinaye) alay etmek, ta atmak;
tezahüratta bulunmak
barracud(t)a : (ZOO.) : Güney Okyanus sularında: Afrika, Hindistan, Avustralya ve New Zelanda, snoek
denilen, dar, uzun, eti yenebilen, maalesef hala küçük kayıkçıları korkutan bir balık (Thyrstises atun grubu) ;
Yeni Zelanda’da bir ekmek tipi (650 gr.)
barrister :
(HUKUK) <ba’rister> : Mahkemede dava vekili olabilecek avukat
(Yeni Redhouse Lügati)
Bartholomew, Aziz : (HIR ST.) <Aziz Bartolo’miyu> :Hz. sa’nın on iki havarisinden biri. Massacre of St.
Bartholomew vak’ası: Annesi Catherine de Medicis’in kı kırtmasıyla, 1572 yılında, IX. Charles’ın, Aziz
Bartolomew yortusunda, el altından tüm Fransa’da ba lattı ı Protestan katliamı.
Barut fıçısı; Barut fıçısı üzerinde tütün içmek : Her an sava çıkabilecek bölge; ans almak, hayatıyla
oynamak, ate le oynamak
“ imdi herkes kolayca anlayabilir Carlos’un Nucingen Baronu’nun tutuldu u sevdayı ö renince niçin
acı bir sevinç duydu unu. Kendisi gibi acar bir kimsenin u zavallı Esther’den neler elde edebilece ini bir tek
dü ünce içinde kavrayıvermi ti.
‘Hadi, hadi!’ dedi, ‘ eytan koruyor papazını.’
‘Barut fıçısı üzerinde tütün içiyorsun.’
Carlos, gülümseyerek, ‘Icendo per ignesis!’ <Ate in üzerinden yürürüm ben! Lat.> diye kar ılık
verdi.”
(H. de Balzac, “Süslü Hayatlar”, sa:116)
“Jacques alayla gülerek:
-Ha, öyle mi ? dedi. Ya, tabii, tabii, çok do ru dü ünüyorsun. Sava bittikten sonra ngilizlerin bu
barut fıçısını yeniden canlandıracaklarına ku ku yok!”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman” sa:114)
Barut gibi patlamak : Birdenbire çok yüksek tonlu sesle araya girmek
“Yakup o ana kadar tırnaklarını yiyerek dinlemi , a zını açmamı tı. Ama artık dayanamıyordu.
‘Durun hele çocuklar,’ dedi; ‘barut gibi patlamayın. Durun mantı ımızla tartı laım. Bir kere, ba ı
kesilmeden önce, Vaftizci baba bu sözleri söyledi mi? Bana, söylemi gibi gelmiyor pek.’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:328)
Barut kesilmek : Son derece hiddetlenmek; patlamaya hazır olmak, ramak kalmak
“Kolya heyecanlanarak,
-Barut kesilip bir bir patakladım yumurcakları. Daya ı yedikleri halde hepsi gözümün içine bakar.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:36)
“ vayk’ı beklerlerken, cinleri ba ına toplanan general ana avrat düz gitti. Barut kesilmi ti, en çok da
kendine kızıyor, ‘Ke ke soru turmayı kısa kesip bütün sorumlulu u üstüme alsaydım da, o saat assaydım herifi!’
diye homurdanıyordu.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:244-5)
Barutunu bo a harcamak : Sözünü, gayretini, parasını sonu gelmeyen bir maceraya yatırmak
“Prens Andrey alaylı fakat efkatli bir edayla:
-Ama karde im, korkarım ki rahiple sen barutunuzu bo a harcıyorsunuz, dedi.”
(L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:I, sa:248)
Bas(s) : (MUS.) En kalın, pes erkek sesi; baso; bass clef <zbas kle> : (fa) anahtarı; bus drum :Kalın ses
veren büyük davul; bass viol : viyolonsel
“SEÇ M KOROSU
-----------------------Bas:
Söz veriyorum kolu uzun hırsızlar
Koruyacak servetinizi;
Ta yürekli ırz dü manları
Ninniler söyleyecek size
Uyuyunca
Kanlı di leriyle kahkahalar atan
Katiller
Titreyecek üzerinize
Ba kanınız olunca ben”
(Mzi Mahola<d.1949>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.01.06)
Bas bakayım; Bas(ıp) git(mek) : Çek git; Çekip gitmek, hemen uzakla mak, kaçmak; Defol (Argo)
“Mangalın ba ında kabukları yarılmı , kızarmı kestaneler diziliydi. Bir kıvılcım sıçradı. Canı pek
istemiyordu ama kabuklarını soydurup biraz alsa belki... Kestaneci ba ırdı:
-Ne dikildin orda ulan; yol üstünde ma atlık ta ı gibi. Bas git hadi!”
(Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:106)
“Muhtar, atına atlayıp geri döndü.
‘Eh!..’ kendi kendine. ‘Alaca ın olsun Irazca! Gabahat senin de il, benim. Önden gev ek davrandık.
Yılanın ba ını güççükken ezmedik. Emme ne bilelim böyle olaca ını?..... Heç insan her gelen ikata gulak asar
mı? Adın ne senin? Irazca. Kimden ikatçısın? Muhtardan. Heç bir zaman bir Irazca, bir Muhtardam ikatçı
olamaz. Bas bakayım! Bas! Bir dara da seni buralarda görmiyeyim!...’ ”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:127)
“AMER KALI ER - No! No! (Sonra kendisinden daha güçlü biri tarfından itilir, bedeninin hemen
hepsi dı arıda kalır; yalnız bir aya ı içeride kalmı tır ve kapının tümüyle kapanmasını önlemektedir.) I am not
drunk! I want some brandy! Konyak brandy!
PATRONUN SES - (Barın içinden) Bas git dedik ulan sana, anlamadın mı?”
(Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Amédée ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:120-1)
“Zebedi’nin beyni atmı tı.
‘Bas git buradan Filipus, cehennem ol!’ diye uludu, kan beynine çıkmı tı. ‘Görmüyor musun i imiz
var. Biz balıkçıyız, sen de çobansın. Bırak çiftçiler yakınsın dursun, ne halleri varsa görsünler, bize ne?”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:129)
“Ok yaydan fırlamı tı. Katip de salıverdi keçenin dört ucunu:
-Ma allah! Bakıyorum mahkumlarla konu ur gibi konu uyorsun?
Elleri arkasında, üstüne yürüdü:
-Fazla konu ma, bas git vazifenin ba ına, bir daha da girme hapisane içine, mar !”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:63)
“-Seni gidi kızıl eytan, dedi. Sen küçük beyi dövmeye nasıl cesaret edersin bakayım...
Sa a sıçrayıp do ruldu:
-Hile yaptın, dedi. Yoksa ölsen yıkamazdın beni! Hemen ver yüzü ü, bas git hadi.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:100)
“Koca Louis:
-Eyvallah ahbap, dedi. Çok kalacak de iliz, uradan iki kadeh bir ey ver bana.
-Sana bas git, dedik!”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:41)
“Birbirlerine bakmaktan korkuyorlar sanki. Brunet, Schneider’e bakıyor, gülümsüyor. Yerde küçük ses
patlamaları: Sarı, kıvırcık çocukla tartı an çavu un sesleri bunlar. Sarı, kıvırcık çocuk: ‘Hepsi’, diyor, ‘hepsi!
Otomobil, kamyon, motosiklet, ne buldularsa basıp gittiler, yüz üstü bıraktılar bizi, piç gibi bıraktılar .’ ”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:267)
“-Anlarız bakalım! Fayrap ulan!
-Buyur A a!
-Bunu bizim Zekeriya Hoca’ya teslim et. Kısmın zagonunu, A a Odasının raconunu iyi belletsin.
Seringel’e de söyle, Mahallebi Yakub’a bir papel verecek. Haydi, bas!..”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:35)
“Fakat direksiyonu yine de bırakmıyordu... Sımsıkı yapı mı ‘You remain here’ diye kekeliyordu.
Tabancam yanımda de ildi, bereket. Yoksa bir kur unda yere sererdim. Herife: ‘Bas git ulan!’ demekle
yetindim.”
(S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:36)
Bas bas ba ırmak : Bar bar ba ırmak, yüksek sesle tekrar tekrar söylemek, ısrarla diretmek
Bk.: Bar bar ba ırmak
“Bir ba ka memur gövdenin üst kısmını bırakınca, Kien yine iki büklüm olup bir üçüncünün kollarına
yı ıldı. Therese: ‘ imdi de ölüyor! Alçaklık bu!’ dedi. Kien’e verilecek cezayı dü ünüp sevinmi ti çünkü.
‘Aman Profesör!’ diye bas bas ba ırdı kapıcı, ‘sakın yapayım demeyin böyle ey!’ ”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:338)
“Üstüne dayanmak için bir kamı kopardı, kemerli köprünün üstüne çıktı, ortasında durdu ve a a ılara
baktı. Her yanda ırma ın çamurlu akıntısına batmı , yüzleri güne ten kararmı mutlu mutlu parıldayan hacılar
vardı. Kar ılarında, kıyıda, dövünerek günahlarını bas bas ba ıran, kutsal suya girmek için Vaftizci’nin alevli
gözlerinde i aret bekleyenler vardı.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:280)
“Akıllarının ermedi i, hatta bir ço unun analarının karnında bile olmadıkları devirlerde insanlar neden
böylesine aç, böylesine sefil, hastalıklar bu biçim insafsız de ildi? Kudret be gezip dola tı ı yerlerde bunun
nedenini bas bas ba ırıyordu ki yerden gö e kadar haklıydı.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:243)
“Anthony bas bas ba ırarak ‘I will Survive’ı söylemeye ba ladı. Julia ciddiyetini korumak için çok
çaba harcıyordu, ama Anthony sesini yükselttikçe, o da gülümsemeye ba ladı. Berlin’in banliyösüne girdikleri
zaman ikisi de gülüyordu.”
(Marc Levy, “Birbirimize Söyleyemedi imiz Onca ey”, sa:184)
“A ZI Ç ÇEKL ADAM - Aman ne ho ! Ben olsaydım ne yapardım, biliyor musunuz? Arabada
bırakırdım onları.
SESS Z MÜ TER - Ya karım? Ya bütün o arkada ları, ahbapları?
A ZI Ç ÇEKL ADAM - Bas bas ba ırırlardı! Çok e lenirdim do rusu!”
(L. Pirandello, “Üç Kısa Oyun-A zı Çiçekli Adam”, sa:82)
“Elli yıla yakındır ve ‘Encyclopédie’yle Voltaire Fransa’da parıldadıkça, papazlar iyi yürekli saf Milano
halkına okumanın ya da dünyada herhangi bir eyi ö renmenin son derece yararsız bir u ra oldu unu ve
rahibine vergisini hiç kusur etmeden, eksiksiz ona anlatmakla cennette güzel bir yer elde edeceklerine kesinlikle
güvenmeleri gerekti ini bas bas ba ırıyorlardı.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:18)
“Ayaklarında, kollarında, akaklarında yorgunluk zerrecikleri. Hiçbir ey dü ünmüyorlar imdi.
Yorgun. Dü ünceleri ka ıt gibi, deniz gibi. Bahçe kapısına vardıklarında bas bas ba ırdı Can:
-Anne! Anne! Anne! Anne!”
(A. Timuçin, “Gece Gelen Eski Dost”, sa:19)
“Gel gelelim, kocası olacak adam, namusuyla çalı acak biri de ildi ki! u güne in altında ya amı en
büyük serseriydi o herif. Günün bitinde polis, yakasına yapı tı. Ardından da so uk bir kı la, so uk rutubetli bir
zindan, onun defterini dürmeye yetti. Burada, Margarida kısa bir ara verip, dinleyicilerin kulaklarına bas bas
ba ırırdı: ‘Zebaniler cehennemin dibinde kızartsınlar o serseri herifi!’ ”
(J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar, Karde im Deniz”, sa:32)
“MAR NA TSVETAEVA’NIN
ANISINA
-----------nsanlar gider... ça ıramayız geri.
Gizli dünyalarını yaratmak zor.
mkansız oldu u için dönmeleri
çimden bas bas ba ırmak geliyor.”
(Yevgeniy Yevtu enko<d.1933>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan,
Cumhuriyet Kitap, 28.10.04)
Basbaya ı : Bilindi i gibi, basitçe
“HAMZA SÜ T
<1953>
Sürahinin en yamru yumru yerinde
Hamza’nın karısı bir, Hamza iki.
Sürahi, basbaya ı sürahi, masanın üsütünde
Sıfırıncı katta Cihangir’deki
ehrin altında, arkıların altında, ayranların.”
(C. Süreya<1931-1990>, “Üvercinka” <1957> -50 ya ında-, sa:37)
Bas bleu : (FR:,G YS ;KOLL.) <Bas blö> : Mavi çoraplar = Blue stocking ( NG.)
“Often a slighting reference to the preoccupation of women in matters intellectual. The meeting of a
London literary club of the eighteenth century were attended by a gentleman who wore blue stockings. His
comments so pleased the ladies that the group came to be known as the ‘Blue Stocking Club’ ”.
(Yeni Redhouse Lügati)
Basireti ba lanmak : Gerçe i görememek, en uygun çözüm yolunu bulamamak ya da önlemi alamamak;
Ersemini kullanamamak
“Bizi hep bilirler. Kahvecilikten aldı ımız bizi geçindirmedi. Bir efkarlı zamanımda gavur o lu zihnimi
çeldi. ‘Üç seferde, bir e ek yükü para kazanırız, aptal Türk!’ dedi. Bu dalgada kandisine yardım edece im.
Basiretim ba lanmı . ‘Peki’ dedim. Bizde erkeklik var. Bir kere ‘Peki’ dedik mi, bitmi tir.”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:336)
Basis virtutum constantia : (LAT.) <Ba’sis virtu’tum konstan’tia> : Erdem’in temeli istikrar-de i mezlik’tir
= The foundation of virtue is constancy ( NG.)
Baskın çıkmak; Baskın olmak : Üstün çıkmak, üstün olmak
“Büyük teyzesi,
-Size söyledim, diyordu; önlemek istedim sizi… Çok heyecanlısınız… Yapılır i miydi bu! Bunları
bilmezsiniz; hele bu, dediklerine göre hepsinden baskınmı … Do rusu bu kadar kafasının dikine hareket
edilmez.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:236)
Basmak : Vermek (para), Tüm a ırlı ıyla yapmak (Dayak, kur un, küfür, tokat vb.); Baskın yapmak (Ev,
banka, polis karakolu); Tedavüle yeni ‘para basmak’,Yeni ya a girmek; Yayın yapmak (Dergi, kitap)
“ ‘... Kuru Zeynel alt ba ta pusuda, Katır Adil üst ba ta pusuda... Adil’i bıraktı ım yerden görünen
düzlü e toplamaktayım esirleri... Adil kollayacak, kıpırdayan olsa kur unu basacak...’ ”
(K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:89)
Basmakalıp : Beylik, sıradan (Sözler)
“Sinopsisi, Hollywood filmlerinin en abartılı, a dalı diliyle yazdım. Madem baya ılık istiyorlardı,
baya ılı ın dik alasını yazacaktım. O filmlerde kullanılan üslubu kavrayacak kadar çok fragman seyretmi tim.
Aklıma gelen her türlü basmakalıp sözü abartarak sıralayıp öyküyü yedi sayfalık bir vurdulu kırdılı, kan deryası,
teknikolor özet haline getirdim.”
(P. Auster, “Cebi Delik”, sa:79)
“CEL LE - Mükemmel bir gösteri efendici im, fakat hiçbir ey kanıtlamıyor.
OKYAY - Basma kalıp kötü edebiyat, kanıt namına sıfır. Bir Amerikalı bu bo sözlere metelik
vermez mon er.”
(C.F. Ba kut, “Harput’ta Bir Amerikalı”, sa:40)
“Çocukları ayırt etmenin bir yolu, onları etiketlemek ya da onlara özel isimler takmaktır. Ancak,
etiketler ve takma isimler toplum-kültür tarafından aynı kalıba sokulup basmakalıpla tırılırlar ve bu, çocukların
kendilerine olan inançlarını ve ba ımsızlıklarını olumsuz biçimde etkiler.”
(L. Carroll & J. Tober, “indigo çocuklar”, sa:88)
“Ya amla barı ık bir adam gibi görünüyordu, yaptı ı i le gurur duyuyordu; Esther’in, hepimizin
ruhlarında büyük bir üzüntü barındırdı ımızı içeren basmakalıp fikrine hiç uymuyordu.”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:123)
“Ara sıra ‘Evet’ diye mırıldanıyor, o bakı içinde görmesiyle hiç ilgisi olmayan gözlerden do an, her
ekle girebilen duygu yayılmasının hazzı içinde kaybolup, onu izlemeye devam ediyordum. Basmakalıp
güzelli e kar ı bundan daha ate li sava an bir yüz görmedim hiç. Maitreyi’nin üç foto rafını saklamı tım,
hiçbirinde onu tanıyamıyorum.”
(M. Eliade, “Bengal Geceleri”, sa:56)
“Onun gözünde ahlak ve ahlak için sakınılacak eyler, bilinen cümleler, ünlü ‘son sözler’,
‘basmakalıp’lar; bunu hissediyor. Onun, bunları görmezlikten gelmeyi becerme konusundaki yetene ine
hayranım.”
(A. Gide, “Kadınlar Okulu”, sa:90)
“Bu, güney iklimlerinde beyazların ba ına sık sık gelen bir durumdu aslında. Yeniden bildi imiz dilde
konu mak, buharlı gemilerin bacasından tüten dumanı görmek ve basmakalıp gazetelerde satılık emlak ve erkek
giyim e yası ilanları okumak istiyorduk artık.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:227)
“Hiç sevmedi i kimselerden biri de Naim Efendi’ydi; zira, bu vekarlı (ciddi, kontrollü), dürüst ve kibar
adam, onun taban tabana zıddı bir ki iydi. Bununla beraber, ikisi de dostça selamla tılar:
‘Vallahi efendim, mü erref olduk, mü erref olduk, ne iyi ettiniz de te rif buyurdunuz...’ eklinde
basmakalıp birtakım lakırdılar söylüyordu.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:103)
“Kendisini ilk kıran, ilk umut kırıklı ına u ratan, daha sonra da kendisine ömrünün en büyük dersini
veren adamdı. Oysa o ke i
Oysa o ke i hangi basmakılıplı ın ötesinde
Oysa o ke i hep berisinde, hep berisinde kalmı oldu u kalıpların”
(B. Karasu, “Uzun Sürmü Bir Günün Ak amı”, sa:60)
“ ‘Efendim, size Evrensel Okul’un kurucusu sıfatımla ve bu bölgede ya ayan çok sayıda insanın adına
sesleniyorum...’
Bu formül daha gururlu, dedem bu ifadenin üzerini çizmiyor. Ardından, basmakalıp birkaç kar ılama
ve övgü tümcesi.”
(A. Maalouf, “Yolların Ba langıcı”, sa:325)
“... <Nerval> yüz yıl sonra Yahya Kemal ve Tanpınar gibi stanbul yazarlarının kulaklarına küpe olacak
ve Batılı gezginlerin a zında basmakalıp bir lafa dönü ecek bir ey söyler: ‘Dı görünü ü dünyanın en güzel
manzaralarını veren stanbul’un bazı mahallelerinin sefaleti, bazılarının pisli i’ ehri ‘kulislerine girilmeden’
salondan seyredilmesi gereken bir tiyatro dekoruna benzetir.”
(O. Pamuk, “ stanbul”, sa:209)
“Uykuya dalar dalmaz dünyanın yarısı zihninde gevezelik etmeye, harikulade yolculuk hikayeleri
anlatmaya ba ladı. Bu yarı ke fedilmi dünyada, her yeni gün, taptaze büyüleyici haberler getiriyordu. Günlük
hayatın dü sel, esinleyici rüya- iiri, basmakalıp okunaksız hakikat tarafından paramparça edilmemi ti henüz.
Kendisi de hikaye anlatıcısı olan yolcuyu kapısından buralara kadar getiren de ola anüstü hikayelerdi, özellikle
içlerinden biri; bir servet kazanmasına ya da canından olmasına yol açabilecek bir hikaye.”
(S. Rushdie, “Floransa Büyücüsü”, sa:21)
“Yazdıklarım benziyor birbirine tıpatıp,
Bütün iirlerimde niçin urbalar aynı?
Basmakalıp sözlerim beni ortaya atıp
Ele verir adımı, sanatımın aslını.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:76, sa:193)
“O zamanlarda ünlü bir romancı, piyes yazarı, tenkitçi, rejisör ve Flarmoni Derne i Drama Okulu’nda
sahne ö retmeni bulunan, ayrıca amatör bir toplulu un idarecisi olan Nemirovç - Dançenko, ‘ kimiz de,’ diyor,
‘ u tek dü ünceye a ıktık: uydurma tabiat dı ı, tiyatromsu, a ınmı , basmakalıp ne varsa hepsine kar ı idik...
Eski tiyatroda amansız tenkit süzgecinden geçirmedi imiz hiçbir ey yoktu. Zehirli oklarımızla hepsini delik
de ik ettik.’ ”
(K.S. Stanislavsky, “Bir Aktör Hazırlanıyor”, sa:6-7)
“Bugün hala akademilerin basmakalıp edebiyatı tarafından övülen birçok tarihçi, 1550 yılına do ru,
yüksek karakterli nice insanlar yeti tirmi olan bu durumu gizlemeye çalı mı lardır. Onların ya adıkları ça da, o
ölçülü yalanları, Floransa’lı Medici’lerin, Ferrara’lı Este’lerin, Napoli’deki kral vekillerinin vb. ellerinde
bulunan her türlü an ve onurla ödüllendirildi.”
(Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:II, sa:20-1)
“Gelgelelim, ‘Bu yaptı ınız ölüme meydan okumak derler,’ aslında babam için hiç de tipik olmayan bir
sözdü. Daha hiç kimseye ‘Bu yaptı ınız ölüme meydan okumak derler,’ dedi ini duymamı tım. Herhangi bir
yerde ‘ölüme meydan okumak’ sözünü duysa, ya da okusa, ‘Bu basmakalıp bir ifadedir,’ derdi.”
(P. Süskind, “Bay Sommer’in Öyküsü”, sa:32-3)
“Kamil Bey, sofradaki sohbetlerin iki yönden de dı ında kalıyordu. Kimi geceler a ırı, uydurma sinire
dokunur, gürültülü kahkahalarla gittikçe sulanan ne elere durgun mizacı yüzünden istese de katılamamakta,
kimi geceler batı sanatı üzerinde yapılan a ılacak kadar yüzeyde, önü sonunu tuttmaz, basma kalıp, u ak
be enisi, u ak yılı ıklı ı övgüleriyle sürdürülen bilgiçlik numaralarından bunalmaktaydı.”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:34)
“Halbuki, bir hektar topra ı ıslah etmek için yüz frangı gözden çıkaramazlar! Güvenleri kalmamı ;
babalar, ayakları tutuk beygirler gibi, basmakalıp i ler içinde dönüp duruyorlar; kızlarla o lanlar, inekleri bırakıp
gitmekten, tarlanın topra ından silkinip ehre savu maktan ba ka bir ey dü ünmüyorlar...”
(E. Zola, “Toprak, Cilt:I, sa:201-2)
“Balzac’ın sezgiye dayanan bu keskin-görü lülü ü kendisi için bile anla ılmaz bir eydir ve o ço u
zaman kendi eserine, akıl almaz bir eye bakar gibi korku ve a kınlıkla bakmaktadır. Bu yüzden, sonsuza
yönelmi bir dünya felsefesini ve Maistre gibi bir adamın basmakalıp katolikli ini a an bir tasavvuf doktrinini
benimsemek zorunda kalmı tır.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Balzac’, Cilt:II, sa:35)
Basso buffo : ( TA.,MUS.) <bas’o buf’o> : Komik Operalarda ‘bas’ sesli sanatkar = A bass singer of
comic opera roles ( NG.)
Bastı bacak : Kısa boylu, bücür (Sıfattan yapılmı özel isim olarak da kullanılabilir.)
“LOMOF - Amma benim Ugaday daha iyi de il mi? Elinizi vicdanınıza koyarak söyleyiniz!
ÇUBUKOF - Sinirlenmeyiniz, kıymetli dostum... Müsaade buyurun... Sizin Ugaday’ın özellikle,
birakım güzel nitelikleri var... Cinstir, bacakları kuvvetlidir, gergin kalçalıdır, falan filan. Fakat bu köpe in,
do rusunu isterseniz yavruca ım, iki kusuru var: ihtiyarlı ı ile bastıbacaklı ı.”
(A. Çehov, “Teklif”, sa:32)
“Ömer’in söylediklerini derhal yaptım. Elimdekiler topra a dü er dü mez, o iki küçük bastıbacak yine
o yöne bir yaylım ate i açtı. Aynı anda, ı ıkta kendilerini belli eden bu nesnelere Ömer’in otomatik tüfe i, bir
koro dizisinin na meleri gibi, gereken cevabı verdi.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Pork chop Hill Sava ı”, sa:131)
“Ku meraklısı Bastıbacak Bibb bana:
-‘Tropikal bölgelerdeki karga alıkta iklimler, mevsimler, aylar, haftalar, hafta sonları, bayramlar,
köpek günleri, pazarları ve “dün”ler öylesine karı ır ki bir sonrası yılın ortasına varmadan yılın geçti inin
farkına varamazsın.’ diyordu.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:223)
“Kafaları buldukları sırada asılmı tı kıza yarı aka:
-Bana varır mısın kız?
Kırıtmı tı:
-Neden varmıyayım?
dris’e dönmü tü:
-Duydun mu bastıbacak?”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:278)
“Ortalarından, kara sakallı, bastı bacak, i man bir fakih, bir adım ilerledi. Bu hem en alimleri, hem en
cesurlarıydı.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:I, sa:55)
Bastırmak : Birdenbire olagelmek,çıkagelmek; para koymak (kumarda); ata a geçmek; Psikaniliz’de,
insanların yüzleyeyemeyecekleri problemleri bilinçaltı (unconscious) mekanizmalarla ‘bastırma’ları
(repression); mamafih o takdirde hemen hemen daima, ilerde nörotik bir ruhsal bozukluk sergilenmeye
mahkumdur.
“Bugün talya’da kurtulu sava ının trajik bir bölünme devri oldu unu ve artık ulusal bir uzla maya
gereksinim duydu umuzu söyleyenler var. O korkunç yılların anılarının bastırılması gerekiyormu . Ne var ki,
bastırma nevroza yol açar. Uzla ma, iyi niyetle kendi sava ımlarını veren herkese anlayı ve saygı göstermek
anlamına geliyorsa, ba ı lamak, unutmak anlamına gelmez.”
(U. Eco, “Be Ahlak Yazısı”, sa:31)
“O yıl sonbaharda so uklar birden bastırmı tı. Amcao lum Karl, beni gündo umunda bataklıkta ördek
avına ça ırdı.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:81)
“Ak am hızla bastırıyordu. Lamiel’le sevgilisi kasabaya dönmek üzere ayrıldılar ormandan.”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:II, sa:54)
“Ufak tefek borçları vardı. So uklar bastırmadan, bir ya murluk uydurmayı dü ünüyordu. Kalın
paltoyla terliyor, sonra da ü üyor. Bron itin sürmesi bundan...”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:253)
Bastille Zindanı saldırısı : (FR. MYTH.) : Belki insanlık tarihinin seyrini kökten de i tiren Büyük Fransız
Devriminin ilk aktif gösterisi, 12 temmuz 1789 tarihinde, avukat ve gazeteci Camille Desmoulins <1760-1794>
‘in Krallık Sarayının bahçesinde toplanarak halkı provoke atmesi ve ba a geçmesi ile ünlü Bastille zindanına
saldırı düzenlemesi idi. Bara ve Viala, iki masum genç kadın, ba ta bayra ı çektiler. Bu sürede, devrimi,
gazetesiyle sürekli destekledi. 1793’de, Danton ile birlikte, süregelen terör < üphelilerin devamlı hırpalanması
ve giyotin katline son verilmesi> hususunda sesini yükseltince, beraberce giyotine yollandılar. Karısı, bu iddeti
protesto eden bir mektubu Robespierre’e iletince, o da aynı akıbete u radı
“Hainler, yabancı ajanlar Protée <Kendisine sorulan çetin soruları yanıtlamamak için sürekli ekil
de i tiren, konu mayı sevmeyen Deniz Tanrısı> gibi kılıktan kılı a bürünüp devrimci, kral dü manı görünüyor,
yüreklerinin özgürlük a kıyla çarptı ını söylüyor, Cumhuriyet dü manlarını titretiyorlar. te Danton. iddet
gösterisi yapmak, aslında u ursuz ılımlının teki oldu unu gizleyebildi! Erdemsizin, sütsüzün biri oldu u
sonunda çıktı ortaya. Devrim fiyongunu apkasına ilk kez takan o kekemeye, alaycı ce zalim bir yurtseverli e
bürünüp, kendine ‘fener savcısı’ adını takan Camille Desmoulins’e ne buyrulur? Hain generalleri savunup, hiç
de zamanı olmadı ı halde, suçlulara kar ı daha anlayı lı olalım diye bazı ölçüler koymaya kalkınca ne mal
oldu u ortaya çıktı.”
(A. France, “Tanrılar Susamı lardı”, sa:252-3)
bastinado : (COLL.) Osmanlılardaki cezalandırıcı f a l a k a (ITA: bastonare, bastonata : sopayla dövme)
Baston yutmu gibi dimdik yürümek, oturmak : Dimdik, baston yutmu çasına yürümek, oturmak; Sessiz,
dilsiz-lal, hareketsiz, cansız gibi dikilmek
“La Haye’da. Bir pansiyonda ya ayan adam oranın bir genelev oldu unu bilmiyor. Yemek salonunda
hiçbir zaman hiç kimse yok. Robdö ambrıyla iniyor. Kuyruklu ceket giymi , silindir apkalı bir bey giriyor.
Adam baston yutmu gibi, dikkatli bir zenci. yi bir yemek isitiyor.”
(A. Camus, “Defterler 1”, sa:162)
“SANIK - (Histerik.) Çek ellerini yoksa ısırırım!
KOM SER - Kimi ısırıyorsun sen?
SANIK - Seni! Boynundan ve gırtla ından ısırırım! Hırrr!... Kar ı joyarsan 122. maddeye girer:
‘Korumasız ruh ve akıl hastalarına kar ı kı kırtıcı davranmak veya zor kullanmak, altı yıldan dokuz yıla kadar
hapis ve emeklilikten men!
KOM SER - Otur yoksa sabrım ta mak üzere. (Polise.) Baston yutmu gibi ne duruyorsun öyle?
Oturtsana unu?”
(D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:13)
“... ciddi adamlar, avukatlar, devlet memurları, rahipler, ö retmenler, müdürler ve müfetti ler.
Yanlarında da biraz ürkek, biraz da ezik karıları. Koltuklarda baston yutmu çasına otururlar; girerken, çıkarken,
otururken, soru sorarken ve yanıt verirken onları hep zorlamak ve yardım etmek gerekirdi.”
(H. Hesse, “Masallar”, sa:212)
“<Bölge Valisi von Trotta> masada, kemikli elinde dizginleri tutan bir arabacı gibi dimdik oturuyordu.
Yemek yerken sanki ayaktaymı hissini veriyordu. Aya a kalktı ında da baston yutmu gibi duruyordu.”
(Joseph Roth, “Radetzky Mar ı”, sa:40)
“Annenin, her gün yollarda, otobüslerde kar ıla tı ın iyi giyimli, ık tayyörlü, baston yutmu gibi
dimdik yürüyen o sıradan kalabalı ın içindeki sıradan kadınlardan birini oldu unu ö renmek belki seni dü
kırıklı ına u ratacak.”
(S. Tamaro, “Tek Ses çin”, sa:68)
“Ferdinand bunun gülümsenmesi gereken bir espri oldu unu seziyor, içinde bir deh etle gerçekten de
kendi dudaklarının nazikçe kıvrıldı ını hissediyordu. ‘Bir ey söylemeliyim, u anda bir ey söylemeliyim,’ diye
geçiriyordu içinden, ‘burada böyle baston yutmu gibi durmamalıyım.’ Ve en sonunda a zından güç bela u
sözler çıktı: ‘Yani görev emri yetiyor.’ ”
(S. Zweig, “Hayatın Mucizeleri-Mecburiyet”, sa:166)
Ba a bela almak : Yetersiz, hain ya da dü man ki ilerin etkisinde kalmak; Beceremeyece i, ba aramayaca ı
bir i i üstlenmek
Bk.: Ba ına bela almak
“Her sabah her sabah çıkar salınur
Do an aylar gibi do ar dolunur
Siyah zülfün mah yüzüne bölünür
Sevdi im bu benler ba a beladır.”
(Salınmak: Sallanarak yürümek; Zülf: Saç; Mah: Ay)
(Öksüz Dede-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri II”, xv.-xvı. yy., sa:27)
“Söyle -ve bunun cevabını verene kadar hala benim o lum ol!- arka odada, sadakatten yoksun, ba a
bela personel beni kollayıp dururken, yapabilece im ne kaldı ki?”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:106)
Ba a çıkamamak; Ba a çıkılmaz : U ra amamak, gücü yetmemek
“-Beyazıt avlusunda tesbih satan kadın hem genç, hem benden beyaz.
Sabiha Hanım atıldı:
-Aman Pa a... Rabia’nın ba a çıkamayaca ı ipsizin sapsızın ben alnını karı larım.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:140)
“Öykü anlatan bir kadının sesi çocuk do urma gücüne sahipse, bir çocu un öykülere ya am veme gücü
oldu u da do ru sayılır. nsanın gece dü görmezse delirece i söylenir. Aynı biçimde, bir çocu a dü dünyasına
girmesi için izin verilmezse, o çocuk gerçekle asla ba a çıkamaz. Bir çocu un öykülere kar ı duydu u
gereksinme, beslenme gereksinmesi kadar temel bir gereksinmedir, kendini aynı açlık gibi belli eder.”
(P. Auster, “Yalnızlı ın Ke fi”, sa:185)
“Yazık ki insan..... bu çözülmez karma anın içinden yalnızca en güzel görüntüleri seçip alamıyor.
Kendisini en güçlü sandı ı anlarda bile hiç umursamadı ı insanların sözleriyle, tanımadı ı birilerinin
yargılarıyla, en yakındakilerin anlayı sızlı ıyla ba a çıkamıyor.”
(K. Ba ar, “Ba ucumda Müzik”, sa:355)
“O günden sonra üçü de, içinde ancak bir yataklık yer bulunan bölmede yatıp kalkmaya ba ladılar;
büyük oda ise mutfak, yemek odası, dayak odası ve bol yeme e kar ın, bu evden bir türlü ho lanmayan i
arkada larının ender ziyaretlerinde a ırlandıkları yer olarak kullanılmaya ba ladı. Bu de i iklikten hemen sonra
Pfaff’ın karısı yorgunlu a dayanamayıp ölüp gitti. Yeni mutfa ın i iyle ba a çıkamamı tı.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:414)
“Ba ırıp ça ıranlar mı arasın, a kınlıktan donakalanlar mı arasın? Tartarin de kaldırıyor ba ını, bir de
bakıyor ki: deve! Deve efendim, deve, trenin ardından var gücüyle ko up duran, trenle atba ı giden ba a çıkılmaz
deve! Tartarin’in birdenbire keyfi kaçtı. Gözlerini kapayarak kö eye büzüldü.”
(A. Daudet, “Taraskonlu Tartarin”, sa:136)
“Bu, kötü bir topluluktu. ngiliz kızlar, ressam olma çabasındaki Polzinli kızla u ra ır durur, ama i in
garibi, onunla bir türlü ba a çıkamazlardı. Bu kar ılıklı böbürlenmeler hiç de ho olmuyordu...”
(Th. Fontane, “Effi Briest”, Cilt:III, sa:95)
“Teyzem pencereden:
-Aman Kamran, çocukluk etme. O canavarla ba a çıkamazsın, bir yerini kırar, diye ba ırıyordu.
Çocuklar, e lenceli bir ey seyredeceklerini anlayarak geri çekildiler. Biz salınca ın yanında yalnız kaldık.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:84)
“Yahuda ba ta, inleyerek yuvarlanıp gidiyordu. çinde bir yer sarsıntısı vardı: Her ey yıkılıyordu.....
Mesih’in kendisi de aron’la olan sava ında nasıl ba a çıkabilirdi ki?.. Hayır, hayır, Yahuda ölüme bir yol
olarak bakamıyordu.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:444)
“ smail Remzi Bey tela lıydı:
‘Sarayın muhafızları Anadolu’ya geçmek için buraya geliyorlar. Bunlarla ba a çıkacak kuvvet yok
bizde. Sen bu yanları iyi tanırsın Rü tü Bey, bir çare dü ün. unları Anadolu’ya geçirmeyelim.’ ”
(Y. Kemal, “Çakırcalı Efe”, sa:145)
“Cabbar:
‘Arkamızda az boz candarma yok. Candarmalara köylüleri, bize dü man e kıyaları da kat A a...
Onlarla ba a çıkamayız.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:152)
“Kerem’i yolladıktan sonra Tarık’ı aradım. Olup biteni, gazetenin tutumunu anlattım. Bir avukata
ihtiyacım oldu unu söyledim. Bu i lerle yalnız ba a çıkamazdım.
Sakin olmamı, pami e kapılmamamı söyledi. Avukat bulacaktı, hem o gazetede de arkada ları vardı.
Haberi düzeltmelerini rica edecekti.
‘Biraz di ini sık’ dedi. ‘Burası öyle bir ülke ki, en büyük skandallar bile bir haftada unutulup gidiyor.
Emin ol, kimse hatırlamayacak bile.’ ”
(Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:372)
Ba a çıkmak : Ba arabilmek, üstesinden gelebilmek, a abilmek, yenmek
“A abeyim beni vazgeçirmek için alay ederek ba a çıkamayınca bu sefer ba ka bir yol buldu. ‘Hiç
de ilse bir iki defa görü sünler, bir yemek yesinler, huyları uyar mı, konu tuklarını anlarlar mı görsünler, bu ne
biçim eydir, hiçbirinizin sesi çıkmıyor, sanki bulunmaz hint kuma ı, hepi topu hariciye memuru, nedir bu
aceleniz, hadi bunun aklı havada, sizinkine ne oldu...’ diye bütün gün annemin ba ının etini yiyordu.”
(Kür at Ba ar, “Ba ucumda Müzik”, sa:36)
“ ‘Kızım di lerini sıkarak bana, ‘Buna sakın cüret etme,’ dedi. Ben de güldüm ve öyle dü ündüm: Ben
onun anneannesiyim ve o benden bunu istedi. Kızım bu meseleyle u ya da bu biçimde ba a çıkmak zorunda
kalacak. Böylece kentten ayrılırken torunuma bir nintendo seti satın alıp bıraktım ve gittim.’ ”
(L. Carroll & J. Tober, “indigo çocuklar”, sa:34)
“Lucy konu maya ba lıyor: ‘Bu böyle süremez David. Ben Petrus’la ve ‘annhanger’leriyle ba a
çıkabilirim. Seninle ba a çıkabilirim, ama hepinizle birden ba a çıkamam.’
‘Pencereden seni dikizliyordu. Bunu biliyor muydun?’
‘Dengesiz o. Dengesiz bir çocuk.’ ”
(J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:239)
“Bu kez, ö le yeme ine elleri kirli gelince, Bouvard onu alaya aldı, yakı ıklı süvari, süslü piyade, sarı
eldivenli dedi. Victor ba ı yerde dinliyordu, birden sarardı, taba ı Bouvard’ın kafasına fırlattı, sonra,
tutturamamanın öfkesiyle, üzerine atıldı. Üç adam zor ba a çıktı.”
(G. Flaubert, “Bilirbilmezler-Bouvard ile Pécuchet”, sa:282)
“Elini pantolonuna silerek do ruldu. ‘Tamam,’ dedi. ‘ pi bırakabilirsin el, bu saçmalı ın sona erinceye
kadar sa kolumla ba a çıkabilirim.’ Sol eliyle tuttu u a ır ipin üstüne sol aya ını bastı, a ırlı ı sırtına vermek
için geriye yaslandı.”
(E.Hemingway, “ htiyar Balıkçı”, sa:48-9)
“Bu durum, ılık geçen sonbahar boyunca sürüp gitti. Güne li günlerle kapalı havalar birbirini izliyordu.
Sonunda, köylüler, memnun ayrılan salgın hastalıklarla ba a çıktılar. O zaman, köpeklerle kedilerin parçalamı
oldukları le ler toplandı ve gömüldü.”
(P. Istrati, “Minka Abla”, sa:122)
“KIZ KARDE M N TÜRKÜSÜ
--------------------------------------Ruhunun çılgınlı ına e iliyorum korkuyla,
gözlerinin dibinde yıldızlar çarpı ıyor.
Tanrıların sava ları
içini kanatıyor.
Sen bir heykelin duyarsızlı ındayken
nasıl ba a çıkaca ım içindeki yangınla?”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-kız karde imin türküsü”, sa:27)
Ba a kakmak :
Bk.: Ba ına kakmak
Ba (ın)a kan hücum etmek : Çok sinirlenmek, asabı bozulmak
Bk.: Beynine kan hücum etmek
“Zebedi’nin koca ba ına kan hücum etmi ti. O da büyük o lunu hazmedemiyordu, öylesine
benze iyorlardı.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:192)
Ba alamamak : Ba ına musallat olan dertten bir türlü kurtulamamak, vazgeçememek; Yapmamazlık
edememek
“Ama unu iyi hissediyorum ki, Tanrı babamızın bana bir çift sözü var söylemek istedi i. Agi bir çocuk
nihayet, hastalıktan da ba alamadı hiç; ama Tanrı biliyor ya, öteki çocuklarımın hepsinden daha çok sevdim
kendisini.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:129)
“-Mezin’i neden yakalamı lar? O da çini mi satmı ?
-Hayır. Mezin saza söze dü kün... Çalgıdan, türküden ba alamayan bir gavur mezin... Cemile adında
bir dostu var.”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:107)
Ba ba a; Ba ba a bırakmak, kalmak; Ba ba a olmak : Birlikte, beraber olmak
“Uçsuz bucaksız Amerika kırsalının bir beyaz gecesinde daha, dünyayı kafamın içinde döndürerek yeni
bir uykusuzluk nöbetiyle bo u urken karanlıkta tek ba ınayım. Üst katta kızımla torunum da kendi odalarına tek
ba larına yatyıyorlar, tek çocu um, kırk yedi ya ındaki Miriam son be yıldır yalnız yatıyor, Miriam’ın tek
çocu u yirmi üç ya ındaki Katya da eskiden Titus öldü ü için artık kırık kalbiyle ba ba a uyuyor.”
(P. Auster, “Karanlıktaki Adam”, sa:9)
“1. Karde e arkı
... Bu kederden kim a kına dönmez
Dost için, durulmayan bu kederde
Ba ba a yürür yanında ba ka kimse yürümeden
Ne bir izi ne de gözleri uyandırı kimseyi
Son gibi kavmin nefislerini dost bildikten sonra
Giydi iyle, kötülü ün önünde parlar”
(A’ a Bahil-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 23.09.04)
“Ahmet i esini çıkarıp verdi. Boz Ömer aldı i eyi.
‘Eyi bak mallara.’ diye diye gittiler. Ahmet arkalarından baktı. Ba ba a vermi ler, hızlı hızlı
gidiyorlardı. Aklına kötülükler gelip gidiyordu. Dereden çok korkuyordu.”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:28)
“KRAL ÇE MAR E ANTOINETTE’ N
YAKARI LARI
-------------------Fele in kahrına hazır u ruhum,
Ama... nereye sürükleniyorum?
Korkunç seslerle ba ımın üstünde
leyen bu makas, cellatlar niye?
Kara bir örtü koyuyor alnıma,
Alıyorsunuz ba ımdaki tacı,
Nasıl ta ıyayım ben bu utancı?
Ba ba a mı bırakaca ım kendimle?
Adı ya amaksa ya anmaz böyle.”
(1789 Fransız Devrimi arkıları”, sa:56)
“Ama o, kapıyı asansörle yukarı çıktıktan sonra çalmı tı. Korkmu tum. Ne berbat bir herif oldu unu
derhal anladım. Aynı zamanda yakı ıklı oldu unu da hemen fark etmi tim. Foto raflarından siz de biliyorsunuz.
Bana, ‘Ee, söyle bakalım yavrum, imdi ikimiz ba ba a ne yapaca ız?’ diye sordu. Tek kelime söylemeksizin
oturma odasına do ru geriledim.”
(H. Böll, “Katharina Blum’un Çi nenen Onuru”, sa:124)
“Geceleri ba ba a güzel kitaplar okurdunuzi sen zaten seversin okumayı. Çocuklar zarif karyolalarda
uyurlardı; duvarda Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin küçük bir büstü olurdu. Sonra Van Gogh’un ayçiçekleri, temiz
bir baskı tabii; karyolanızın üstünde Beuron stili bir Madonna yanında asılı dururdu. Sonra kırmızı, sa lam, ama
irin bir kutu içinde bir eski zaman flütü… ne dersin? Ah by fasarya eyler!”
(H. Böll, “Ve O Hiçbir ey Demedi”, sa: 113)
“GECE BULUTUNUN TÜRKÜSÜ
------------------------------------------Vah idir kalbim gece bulutuna benzer
Ve hasrettir kudurmu çasına, sen ah!
Uçsuz bucaksız gök olma ister
Ve bilmiyor niçin.
Gece bulutu rüzgarla ba ba a kalmı .”
(Bertolt Brecht<1898-1956>-Ertu rul Pamuk; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 07.11.02)
“ÇANLAR
V
-----------Kalakaldım ba ba a
Evlerin ı ıklarıyla
Dalıp gittim imrenerek.”
(Rosalia de Castro<1837-1885>-Nihal Akbulut; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
30.09.04)
“Lokantaya varırlar. Ya mur çiselemektedir. Teresa onları kapıya bırakır ve arabayı park etmeye gider.
Bir an kaldırımda ba ba a kalırlar. ‘Hala kaçabiliriz,’ der o ul. ‘Çok geç de il daha, bir taksi ça ırır otele
gideriz, e yalarımızı alıp devam edersek sekiz buçuk gibi havaalanında oluruz, ilk uça a atlar döneriz.”
(J.M. Coetzee, “Romancının Romanı”, sa:15)
“David bir ba ka yol deniyor. Yazdı ı notaların oldu u sayfaları bir kenara bırakıyor, o ımarık,
zamanından önce geli mi yeni gelini kendisine tutkun ngiliz soylusuyla ba ba a bırakıp Teresa’nın dönemini
ele almaya çalı ıyor.”
(J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:209)
“Konyaklı çayımız bitince annelerimiz ile babalarımız bizi ba ba a bıraktılar. Babam ayrılırken:
-Hadi, o lum, göreyim seni! dedi.
-Ben de arkasından öyle fısıldadım:
-Onu sevmedi im halde sevdi imi nasıl söyleyebilirim?”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:48)
“Sonumu beklerken tüm cesaretimi ve erkekçe direnme güücümü yitirdi imi itiraf edebilirim. Hiçbir
avuntum, umudum, dostum veya insanca duygum kalmadı. Karım içinde bulundu um berbat durumu
anlayabilecek halde de il, çünkü bilinçsiz bir durumda hasta yatıyor. Bu ta zindanda eytani ruhumla
ba ba ayım ve yarın ölece im!”
(Ch. Dickens, “Gizemli Öyküler-Bir Hapishanede Bulunan tiraflar”, sa:80)
“ nsanlar bazen övgüleriyle bana yapılan bu haksızlı ın öcünü alırdı, ama bu övgüleri ailemle ba ba a
kaldı ımızda bana o kadar pahalıya mal olurdu ki, insanların benimle ilgilenmemelerini, hatta hakaret etmelerini
isteyecek hale gelirdim.”
(D. Diderot, “Rahibe”, sa:20)
“Theo ile ben ve bizimle birlikte 5-6 ba ka de erli insan imdi tencere kaynatma sava ında ba ba a
yarı ıyoruz. Bu arada resmi budalalıklar diz boyu. ngiliz propogandası insanın yüre ini sızlatmaya yeter de
artar; ‘Times’ diliyle yazılmı o koca koca kılavuzlar, aç ama cahil halk için sindirilmesi olanaksız deve
hamurundan farksız...”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu-Akdeniz Yazıları”, sa:75)
“SOKRATES - Hepshaistos ile ba ba a dövü en Troia ili nehrinden söz ederken:
‘Onu tanrılar Ksanthos adiyle anıyorlar, insanlar da Skamandros.’ Dedi ini bilmiyor musun?
HERMOGENRS - Bilmez olur muyum?”
(Eflatun, “Kratylos”, sa:27)
“REILLY :
Bana geldi iniz durumda e er
Sa lık yurduna yollamı olaydım sizi
Korkunç bir ey olacaktı bu.
Yanınızda götürece iniz o isteklerin
steklerinin gölgesiyle
Ba ba a kalacaktınız orda.
eytanlar olanca güçleriyle
Avuçlarına alacaktı sizi.”
(T.S. Eliot, “kokteyl parti”, sa:121)
“Böyle bir suikasttan sonra yapılacak misillemeler korkunç olacaktı. Onun için, Kartaca öç almaya
kalkı madan harekete geçmek gerekiyordu. Ba ba a konu maların, söylevlerin arkası gelmiyordu. Her kafadan
bir ses çıkıyor, kimse kimseyi dinlemiyordu; pek konu kan olan Spendius bile yapılan her öneriye ba ını
sallayarak kar ılık veriyordu.”
(G. Flaubert, “Salambo”, sa:86)
“BEN SENDEN ÖLÜRDÜM
---------------------------------soka ımıza lambalarınla gelirdin sen
lambalarınla gelirdin
çocuklar gitti inde
akasya salkımları uykuya daldı ında
ve ben aynalarla ba ba a kaldı ımda
ı ı ınla gelirdin”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-yeniden do u ”, sa:55)
“... Bir haz bahçesiydi burası; yünlüler giymi erkekler, çizgi çizgi hayıklar giymi kadınlar, ıslaklı ın
içlerine i lemesini bekliyorlardı. Kanapelerin üstünde duruyorlardı eskisi gibi, ama bütün sesler kesilmi ti.
Sa na ın damlalarını dinliyordu herkes, yaz ortasının geçici suyunu, kuma ları ıslatması, sunulmu etleri
yıkamasıyla ba ba a bırakıyorlardı.”
(A. Gide, “Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler”, sa:113)
“Salkımlar kırıldıkça ihtiyarın vücudu kızı ıyor; beline, gö süne do ru rahatlatıcı bir ılıklık yayılıyordu.
Terleyece i zaman durdu. Ahırın kapısını itti. çeri girdi. Yerde, topra a serpilmi kuru ot yı ınlarının üstünde
iki inekle bir e ek, ba ba a yatıyorlardı.”
(O. Hançerlio lu, “Ekilmemi Topraklar”, sa:6-7)
“HAK KAT
***
Do u’nun üstünden kalkınca bulut,
Yüzü gülüyor dünyanın.
Bo ucu keder da ılıyor,
Allah’la ba ba a kalıyor dü ünceleri.”
( mad Abdullah Hasan, “Guantanamo’dan iirler”, sa:65)
“Bir saat süreyle ça rıyla ba ba a, evde yapayalnız oturdum; kimseyi görmek istemiyordum. te
gelmi ti sonunda ve nedense bence ortada tela lanılacak bir durum yoktu. Son üç-be gün içinde aldı ım
mektuplara göz gezdirmeye ba lamı tım.”
(L. Hellman, “ arlatanlar Dönemi”,sa:50-1)
“Anla ıldı ına göre, o da benim gibi meteliksizdi. Ba ba a vererek dertle tik. Bill usta bir ev hırsızının
niçin bazen furgonlarda yolculuk etmeye gerek duydu unu açıkladı. Little Rock’da bir hizmetçi kızın ihanetine
u radı ından alealecele sıvı mak zorunda kalmı tı. ”
(O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:105)
“Rektör, profesörü kar ılamak için binanın giri inde bekliyordu. Almanya’da e itim görmü oldu u için
profesörle Almanca konu tu. Ben ne dediklerini anlamıyordum. Büyük odaya kadar e lik ettikten sonra, onları
ba ba a bırakıp ayrıldım.”
(Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:49)
“ ‘Kızca ız hala uyuyor,’ dedi..... Aklım karı mı tı: ‘Sence ne yapmalıyım?’ diye sordum. ‘Sen
bilirsin,’ dedi yersiz bir sükunetle, ‘sana bo una bilgiç dememi ler.’ Sonra gerisin geriye dönerek beni korkumla
ba ba a bıraktı.”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:28-9)
“Dü ün ki, her ak am dükkandan el ayak çekilince ba ba a kalıyordum onunla! ster iyi havalarda
limana kadar uzanalım; ister kötü havalarda eve kapanıp çene çalalım, mutlaka ba ba a kalıyorduk.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:115)
“Kadınlar ansızın kapıda bir insan ba ı belirdi ini görme korkusuyla titreyerek camların arkasındaki
karanlık geceye bakıyorlardı. Kötü raslantıların korkunç öyküleri, bir hızlı trende delilerle ba ba a kalı lar,
ku kulu bir adamın kar ısısında geçirilen saatler anlatılmaya giri ilmi ti.”
(G. de Maupassant, “Tombalak-Yolculukta”, sa:77)
“Gelelim delikanlılara... Burada kural tamamen de i iktir. Onlara bakarak belli belirsiz gülebilirsiniz.
Delikanlılar neden güldü ünüzü anlamak için yanınıza sokulurlar. Siz bir açıklama yapmak zorunda olmadı ınız
gibi, bu sefer kahkaha atarak gülmekte de serbestsiniz. Gözlerinizle onlara birçok vaatte bulunursunuz. Bu da
onları sizinle ba ba a kalmak için çare aramaya tahrik eder.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, sa:234)
“Ö le tatili sularıydı, ya bir-iki mü teri gelirdi, ya da hiç. Yedi bin kitapla ba ba aydı. Toz ve eski
ka ıt kokan ve büroya açılan küçük karanlık bölüm, tepeleme kitap doluydu, ço u eskiydi, satılacak durumda
de ildi. Tavana yakın üst raflarda toplu mezarlarda sıra sıra dizilmi tabutlar gibi yan yatmı uyuklamakta olan
nesli tükenmi A3 boyutunda ansiklopediler bulunuyordu.”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:10)
“Daha kapıda i letmeye ba ladı beni. Buradan ilk çıkı ım olmadı ını, bir de onun gibi birinin bunu da
ya aması gerekti ini söyleyince, anlamlı anlamlı gülmeye ba lıyor, çayırda ba ba a bir kadınla bir erkekmi iz
gibi ve çıkınını koltu unun altına sıkı tırıp, ‘Babam olmayacaktı ki...’ diyor.”
(C. Pavese, “Senin Köylerin”, sa:7)
“Dı arı çıkıp yarın ba ında durmak iyi geldi. Arkamdan hafif hafif duyulan müzik ve gürültü beni
ovanın bo lu uyla ba ba a bırakmı tı. Yıldızların arasında yüzmek gibiydi.”
(C. Pavese, “Tepelerdeki eytan”, sa:160)
“ nsano lunun kendini arayıp bulması, yalnızlı ının bilincine varması; kendisiyle dünya arasındaki
algılanamayacak kadar saydam bilinç perdesini çekip kaldırmasıyla gerçekle ir. Daha do ar do maz
yalnızlı ımızla ba ba a kaldı ımız do rudur.”
(O. Paz, “Yalnızlık Dolambacı”, sa:11)
“
YLE BA BA A
Bütün gece, çılgın gibi, acımadan mahmuzlayarak
sa rısını
dörtnala sürdü atını. Bekliyorlar, diyordu; ku kusuz
i i aceleydi. Gün do arken vardı ında,
kimseler beklemiyordu, bekleyen kimse yoktu.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-tanıklıklar”, sa:130)
“Sergio, süt ve bisküvi yemek üzere eve hep arkada getiriyordu. Bu Alfredo’nun ho una gidiyor, evde
çocuklarıyla ya da karısıyla ba ba a zaman geçirmekten zevk alıyordu. Sergio onlardan uluorta öpü memelerini
istemek zorunda kalıyordu sık sık. Pek ho bir ey de ildi bu.”
(S. Roncagliolo, “Dokunu lar”, sa:175)
“ te, yeryüzünde yalnızım; kendimle ba ba ayım; artık ne karde im var, ne benzerim, ne de dostum.
nsanların en seveceni, en cana yakını, bu insanlar arasından söz birli iyle çıkarıldı.”
(J.J. Rousseau, “Yalnız Gezerin Dü lemleri”, sa:11)
“Arabalı ın bir kö esine açtılar ilteyle kilimi, iltenin ayak ucuna, bir sandık, sandı ın arkasına da bir
bank koydular, yeni evin sınırlarını i aretlemek için hayali bir hat çizer gibiler, sonra da buldukları uyduruk
çaputlara telleri destek edip istedikleri aman ba ba a kalabilecekleri gerçek bir ev izlenimi verebilmek için
kapattılar meskenlerini.”
(J. Saramago, “Baltasar ve Blimunda”, sa:94)
“Hazinesi benimdir diye tam sevinirken
Ya hırsız ça , çalarda diye irkiliyorum;
En iyisi seninle ba ba a kalmak derken,
Dünya zevkimi görsün daha iyi, diyorum.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:75, sa:191)
“SLENDER - Sayın bay Shallow. Bıraksanız da kendi a ziyle söylese sevdi ini.
SHALLOW - Ya, eksik olmayın. Bu nazik teklifinize te ekkür ederim. Sizi istiyor amcao lu. Ben
sizi ba ba a bırakayım.”
(W. Shakespeare, “Windsor’un en Kadınları”, sa:89)
“Amherst’e Davet <Martin Espada’ya>
1.
---------------------Yolun hemen altında
hurda demirlerden yapılmı incecik bir heykel
Bobby Frost’la ba ba a gösteriyor
Emily’i.
Budur sanat. Önemli de il elbette
onların hiç kar ıla maması.”
(Kelwyn Sole<d.1951>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Vevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.11.05)
“ ‘-Birbirinize bir adım daha yakla ırsanız tabancaları alır gider, u aklarınızla ba ba a bırakırız sizi!’
dediler. B. de Creveroche’un talihi gene yaver gitti. Uzun zaman ni an aldıktan sonra Octave’ı sa kolundan a ır
yaraladı.”
(Stendhal, “Armance”, sa:183)
“Ayaktakımı, Kardinal Montalto’nun, prensin bu kadar yakınında bulunup onunla ba ba a konu tu u
takdirde, duygularını mutlaka az çok belli edece i kanısındaydı.”
(Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:1, sa:29)
“Sansfin, Lamiel’le ba ba a kalmak üzere yine de elde etti i kısa süren anlardan birinde, dü esin bu
kitaba hayran olu undaki gülünçlü ü belirtti ona; Papaz Clément’in adını pek sık almıyordu a zına; ama, attı ı
bütün ta ları onun ba ına ya acak yolda ayarlıyordu.”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:I, sa:99)
“Dü es hayretten bir türlü kurtulamıyordu, sokakta geçerken görse Fabrice’i dünyada tanıyamazdı. Onu
gerçekte ne ise öyle görüyordu: talya’nın en güzel erke i. Özellikle pek sevimli bir yüzü vardı. Dü es onu
Napoli’ye gözünü daldan budaktan sakınmaz bir atılgan olarak göndermi ti. O zamanlar elinden hiç bırakmadı ı
kamçı, varlı ının adeta bir parçasıymı gibiydi. imdi daha soylu, yabancılar kar ısında daha ölçülü bir hali
vardı, ba ba a kaldıkları zaman da da dü es onda ilk gençli inin bütün ate ini buluyordu. Perdahlanmakla hiçbir
ey yitirmeyen bir elmastı o.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:156)
“Yazma eylemi, kuzey ya da kı iklimlerine daha uygun dü üyor sanki. Dı arının so u u ve günün
kısalı ı i leri kolayla tırıyor. nsanın kendi kendiyle derin bir biçimde ba ba a kalabilmesi için uzun bir sessizlik
ve karanlık saatler gerekir.”
(S. Tamaro, “Sevgili Mathilda”, sa:7)
“Bu endi elerin sonu gelmiyordu. Çok seyrek de olsa arada bir, kısa süre huzur içinde hissetti i
oluyordu kendini. Ama Darya Aleksandrovna için bu endi eler, bu huzursuzluk tadabilece i tek mutluluktu. Bu
olmasaydı, onu sevmeyen kocası üzerine dü ünceleriyle ba ba a kalırdı.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:502)
“Yalnızlı a çekilerek dü üncelerimle, duygularımla ba ba a kaldı ım bir yıl içinde, insanın dünyadaki
görevlerini, soyut eyleri, ruhun sonsuz olu unu, öbür dünyayı dü lerdim. nsan dü üncelerinin en yüksek
a amalarını olu turan, ama kimsenin çözemedi i sorunları, ben çocuk aklımla, deneyimsizli in verdi i güçle
çözmeye çalı ıyordum.”
(L. Tolstoy, “Yeniyetmelik”, sa:96)
“Odada zavallı adamın cesediyle ba ba a kalınca öyle bir a ıt tutturdu ki kimse inanamzdı. ‘Böylesine
sevdi imi hiç bilmezdim,’ dedi kendi kendine, ‘iyi bir adamdı. Akıl kuyusu oldu uma inandırmı tı beni. Ne
kadar da temiz yürekliydi!’ ”
(M. de Unamuno, “Tula Teyze”, sa:38)
“Hiç de ilse ruhunda birazcık huzur do abilsin ya da huzura yeniden kavu abilsin diye Tanrı’yla
konu mayı deneyecekti. Böylece, gerçekten dua etmesini ba aramadı ı için dua ediyormu gibi yapınca, insanlar
onu yalnızlı ıyla ba ba a bırakacaklardı.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:158)
“Ve ak am da Krems’e ya da St. Pölten ya da Viyana’ya gideriz. yi bir oda tutacak kadar param var,
birlikte ak am yeme i yeriz ve son bir kere daha ba ba a olur, istedi imiz gibi ya arız.”
(S. Zweig, “De i im Rüzgarı”, sa:242)
“Sonra trene biniyor ve üçüncü mevki bir kompartımanın pis bir sırasına oturuyor, mantosuna sarılmı
bir halde, doktoruyla birlikte, Leon Tolstoy, Tanrıyla ba ba a kalabilmek için i te böyle kaçıyor.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Tolstoy’, Cilt:III, sa:286)
Ba belası : Bir kimseye takıntı olup sıkıntı veren ama bir türlü giderilemeyen ey ya da kimse
“Yeti kinler, zaman zaman, çocukların kendilerini istenmeyen biriymi gibi, gerçekten kötüymü gibi,
bir yük ya da ba belasıymı gibi hissetmelerine yol açan bir biçimde davranır ve konu urlar.”
(L. Carroll & J. Tober, “indigo çocuklar’, sa:81)
“Çok sayıda maymunu öldürdükten sonra, geri kalanlar Cruso’nun Kuzey Uçurum dedi i kayalıklara
çekilmi ler. Yürüyü lerim sırasında bazen onların çı lıklarını duyar, kayadan kayaya atlayı larını seyrederdim.
Kedi ile tilki arasında bir büyüklükteydiler. Yüzleri ve pençeleri siyahtı. Ben onlardan bir zarar gelmeyece ine
inanıyordum, ama Cruso onları bir ba belası gibi görüyordu.”
(J.M. Coetzee, “Dü man”, sa:19)
“‘Alan ve Ella Thomas’a, Kıbrıs <1953> Sevgili Alan ve Ella; ...Bu arada u ba belası evle
u ra ıyorum, bazı günler sıkıntı ve umutsuzluk içindeyim, evi satma noktasına geliyorum, bazı günler iyimser.
Bin be yüz ngiliz lirası harcarsam irin bir eve sahip olaca ımı dü ünüyorum – içi çok güzel ve göze
batmayacak ekilde yenilenmi bir Türk evi. Ula ılması biraz zorca ama görkemli bir manzarası var.’ ”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:144)
“KALABALI IN MIRILTISI - Yeni bir soytarı.... Bir ba belası daha.... Bu da nereden geldi?... Nasıl
da içeri girdi?... Öteki yuvarlandı gitti.... O kendisini heba etti.... Eskisi bir fıçıydı.... imdiki de bir çöp parçası.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:6)
“BRAND - Ben artık yolu görmüyorum.
KÖYLÜ - Dur, ba belası adam! Tanrı yardımcımız olsun! Dikkat et! Burada buz tabakası bir ka ıt
gibi ince! Kımıldama!”
(H. Ibsen, “Brand”, sa:7)
“MADELEINE -... Edebiyat bu. Sen edebiyat yapıyorsun, ya amda. Amma da tuhaf güzellik...
AMEDEE - Ben tuhaf demedim.
MADELEINE - Olmaz olsun onun o ba belası güzelli i. (Soldaki odadan gelen hafif çatırdılar
duyulur) Duyuyor musun?”
(Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Amédée ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:53)
“Bıyı ı yeni terlemi delikanlı, ekinlerine sı ırlarını salıvermi kapı kom uları Pehlivanı vurmu tu.
Pehlivan köyün ba belası biriydi. Köyde herkese söver, herkesi döver, a a ılardı.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:III, sa:161)
“Patron fena bozuldu bu kez. Fransuva’yı ça ırdı, öfkesinden titreyerek:
‘Bana bak herif!’ diye ba ırdı, ‘ya bu ba belası köpe i yarın sabah nehre atarsın, ya da tası tara ı
toplayıp buradan defolursun, anla ıldı mı?”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:82)
“Neresinden bakarsanız bakalım, bu aylak u ak sürülerinin (u ak asker) memlekete bir yarar
getirebilece ini sanmıyorum. Sava ta bile i e yaramazlar. Kaldı ki sava ı önlemek de her zaman elinizdedir.
Üstelik bu sürüler barı zamanında da ba belasıdır.”
(Th. More, “Utopia”, sa:27)
“BUTLER -… Hiçbiri metelik etmez. Onlar gene orada sevinç içinde ba rı ıyorlar, birbirlerinin
srtlarına vuruyorlardı. Kaptan olacak ba belası bana. ‘Defol oradan… Pis bir ahçı parçasına pay ayıracak
de iliz’ diye haykırdı.”
(Eu. O’Neill, “Altın”, sa:9)
“Karısının do um yapmasından önceki aylarda iyiden iyiye ne esi kaçan Ramiro’nun, Gertrudis’i
kaygıya dü üren can sıkıntısı imdi daha da büyümü tü.
-Bu da ne can sıkıcı, ne ba belası imi , diyordu.”
(M. de Unamuno, “Tula Teyze”, sa:42)
“Önceleri kimse beni dövmezdi. Ama sonra her eyi ö rendiler ve zamanlarını, benim bir eytan, bir
ba belası, lanet olasıca bir sokak kedisi oldu umu söyleyerek geçirmeye koyuldular. Buna aldırdı ım yoktu.
Sokakta olmasam arkı bile söylemeye ba lardım.”
(J.M. de Vasconcelos, “ eker Portakalı”, sa:13)
“Sava ilan ediliyor. Genç Henri Beyle rahat bir nefes alıyor: çok ükür Tanrıya! Ba belası Daru genel
karargaha gidecektir, u . renç. mektup yazma angaryasından kurtulmu tur. “
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Stendhal’, Cilt:III, sa:138)
Ba beyin kalmamak : Kafası i mek, ba ı a rımak
“Yuvalardaki civcivler o kadar fazla ses çıkarıyorlardı ki, Ademde ba beyin kalmadı. Gülümseyerek
dallara baktı, yüzlerce ba , kocaman açılmı sapsarı a ızlarla basıyorlardı amatayı.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:II, sa:273)
Ba döndürücü bir hızla : Çok süratle, yeti ilemez derecede, çok süratlibir ekilde
“Daha ilk ak amdan büyük bir damacana ‘Nuit Napolitaine’ <Napoli Gecesi> karı tırması söylenmi ti
Grenouille’a, bundan seksen flakon satıldı ertesi gün. Kokunun ünü ba döndürücü bir hızla yayılıyordu.
Chénier’nin para saymaktan gözleri sulanıyor, mü terilerin önünde yerlere kadar e ilmekten sırtı a rıyordu.”
(Patrick Süskind, “Koku”, sa:92)
Ba edememek; Ba edilemez (hale gelmek) : Üstesinden gelinemeyecek, çözülemeyecek (hale gelmek)
“Ziyaretine gelen arkada ı makamını terk eder etmez, zavallı Akakiy Akakiyeviç’i dü ünmeye ba ladı
ve o andan itibaren neredeyse her gün zavallı Akakiy Akakiyeviç’in beti benzi atmı görüntüsü gözlerinin
önünde canlandı. Biçare Akakiy Akakiyeviç hakkındaki endi eleri öyle ba edilemez hale geldi ki...”
(N.V. Gogol, “Palto”, sa:66)
“Ellinci Gün
-------------Gökler yeni özgürlükler
mu tular, yeni halklar,
yeni fetihler ve ün,
birçok güzel
sava a bedel;
dünya küçümsedi, ama ba edemedi
o deh et ve yanılsamalarla;
oysa barı
yıkılmadı ayakta
onlara kar ı.”
(Alessandro Manzoni <1785-1973>-Necdet Adaba ; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
12.02.09)
Ba efendi : Herhangi bir kurumda, son sözü söyleyecek otorite, müdür ya da sorumlu resmi kimse
“- stemez. hsan Bey’de hepsi vardır. Kalsın. (Öfkeli kanun çavu una gülümsedi:) Hadi ba efendi,
buyurun. (Durakladı.) Eve bir iki satır yazabilir miyim?
- stemez. Arayan olursa yukarıdan ö renir! Haydi!..”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:10-11)
Ba etmek, edememek : Üstesinden gelmek, yenmek, problemi çözebilmek; Ba edememek, çözememek
“ ‘Burada bir yaralı var!’
‘Biraz daha su gerek bize! Alevlerle ba edemiyoruz!’
‘Yardım edin bana! Kocam içerde kaldı.’ ”
(P. Coelho, “Be inci Da ”, sa:164)
“ ‘Biz bir isyanın içinde do duk. Tüm hevesimizi onun içine bo altıyoruz, ya amlarımızı ve
gençli imizi riske atıyoruz ve birden korku duyuyoruz; ilk anda duydu umuz keyif, yerini yorgunluk,
monotonluk, kendi yeteneklerimizden ku kulanmak gibi ba etmemiz gereken gerçek zorluklara bırakıyor: Bazı
arkada larımızın çoktan vazgeçti ini fark ediyoruz.’”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:254)
“Deborah’ın gözleri a ırla maya ba lamı tı. Çok yorulmu tu.
‘Yoruldun,’ dedi Furi, ‘Ama o kadar korkmuyorsun artık, de il mi?’
‘Evet’
‘Öfke gene ortaya çıkabilir. Olu turdu un bu hastalık da gene ortaya çıkabilir ve belki seninle
u ra abilir; ama ben hastalı ınla yeterince ba edip gereksindi in yardım ve denetimi elde edece ine
inanıyorum. Korkun, kısmen, seni durduramayacakları korkusu ve ba kalarının anlayabilece i biçimde
konu manı olanaksız kılan da i te bu korku.’ ”
(J. Greenberg, “Sana Gül Bahçesi Vadetmedim”, sa:194)
“Avusturyalı yazar Stefan Zweig (1881-1942), ‘Baumeister der Welt’ adlı eserinde bir bölümü, üç
Alman yazarına ayırır: Kleist, Nietzsche ve Hölderlin. Bunların hayat öykülerinde ortak bir yan vardır: Üçü de
içlerindeki bir güçle ba etmek zorunda kalmı lardır.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, Cilt:I, Önsöz, G.A.,VII)
Ba göz etmek; Ba göz olmak : Evermek, evlendirmek; evlenmek
“Bu yaz da böyle geçti... Ne yalan söyleyeyim? Annem, Nazlı’dan daha çok Çakır Emine’den ho landı.
Nazlı’yı hiç sevmemi ti, fakat Emine’yi oldukça sevdi. Sözü, sohbeti yerinde, en, akrak, kılı ı kıyafeti düzgün,
eli i e yatkın; adetleri, tabiatleri oldukça bize yakın diye onu daha ziyade be endi... E er bu günlerde annemi bir
zorlayacak olursam, Emine ile ba göz olmama izin verecek gibi...”
(O.C. Kaygılı, “Çingeneler”, sa:255)
“Ba göz etmek konusu, kızları büyümü bütün evleri durmadan u ra tırır ve her biçime, her kılı a, her
vesileye bürünür.”
(G. de Maupassant, “Jules Amcam”, sa:142)
“PAGE - Eee, küçük hanım. Nasıl oldu da bay Slender ile gitmediniz?
PAGE’ N KARISI - Niye bay Doktorla birlikte gitmediniz ha?
FENTON - Onu a kına çeviriyorsunuz. in içyüzünü dinleyin. Pek yüz kızartacak ekilde ba göz
edecektiniz kendisini..... Onun i ledi i suç kutsaldır. Bu hile fettanlık, dikba lılık, saygısızlık olmaktan ne kadar
uzak. Zoraki bir evlenme ile ister istemez katlanaca ı o binlerce u ursuz üzüntü ve sıkıntı saatlerinden böylece
yakasını kurtarmı oluyor çünkü.”
(W. Shakespeare, “Windsor’un en Kadınları”, sa:142-3)
“Kont içten içe isyan etti. Temsil bitince, dü es bütün Sarayın önünde prense:
‘Altesleri çok güzel oynuyorlar,’ dedi. ‘Sizin otuz sekiz ya ındaki bir kadına a ık oldu unuzu
sanacaklar, bu da benim kontla ba göz olmama engel olacak. Onun için, bir daha Altesleriyle oynamam yahut
da benimle orta ya lı bir kadınla, sözgelimi Raversi markiziyle yapaca ınız gibi konu aca ınıza yemin edersiniz
bana.’ ”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:477)
“ ki hırsızın yaptıkları bunun yanında hiç sayılır. Hele Bayan Margot’u benimle ba göz etme e
kalkı an köylüleri imdi mumla arıyorum.” ..... “ yisi, imdilik bir ses çıkarmaz, bir hafta sabrederdim. Baktım ki
Mikaella bir yabancı ile ba göz oluyor, o zaman ben de tası tara ı toplar, savu urdum.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati ”, sa:56;138)
Ba ı a rımak : Üzerine problem almak, bir i ten üstüne sorumluluk kalmak, hesap verme konumunda olmak
“... aslında hemen çekip gitmek ve yolculu umu ba ım a rımadan bitirmemi istiyordu; geçerli bir
mazaret sürebilseydim, hiçbir ey demeyecekti. Ama böyle bir mazaret bulamıyordum ve aramak da
istemiyordum; i te böylece beni kimsenin beklemedi inden emin oldu um Dijon’a kadar kafa kafaya verip
konu acaktık.”
(J.-P. Sartre, “Sözcükler”, sa:186)
Ba ı ba lı olmak : Evli olmak
“Ferguson:
‘Hiç de gülünç de il,’ dedi. ‘Böyle ba ı ba lı olan dünya kadar herif var.’
Catherine:
‘Evleniriz, Fergy,’ dedi. ‘Senin gönlün olsun diye evleniriz.’ ”
(E. Hemingway, “Silahlara Veda”, sa:222)
Ba ı belada olmak : Zaten bir problemi, çözülmemi bir derdi olmak
“CELIA - Öyle mi?Ne hakkında?
BILLY - Senin hakkında (Duraksar) Mevzu u ki insanlar senin erkeklerle ba ının belada oldu unu
söylüyorlar.
CELIA - Bunu kim söylüyormu ?
(P. Auster, “Lulu Köprüde”, sa:112)
“Brinnkerhoff bakı larını a a ı indirdi.
‘Chad, sana söylüyorum, Kripto’da bir eyler oluyor - büyük bir eyler. Fontaine’in niçin budala rolü
oynadı ını bilmiyorum ama TRANSLTR’ın ba ı belada. Bu gece orada bir eyler yanlı gidiyor!’ ”
(D. Brown, “Dijital Kale”, sa:337)
“Langdon kendini kafese tıkılmı bir hayvan gibi hissediyordu. ‘Bana tüm bunları neden
anlatıyorsunuz?’
‘Çünkü Bay Langdon, sizin masum oldu unuza inanıyorum.’ Sophie bir süre uzaklara, daha sonra
tekrar onun gözlerine baktı. ‘Hem ayrıca, ba ınızın belada olması bir bakıma benim suçum.’ ”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi’, sa:82)
“-Sevgili kuzenim, bakıyorum, bugün keyfiniz yerinde. Ne eli olmak iyidir, dedi Lidiya Yegorovna.
- yidir, iyidir... Ha, ne diyordum? Güzel perimiz sabah sefası yapıyor, demek ki. Profesör ile ben de
banyomuzu aldık, kahvaltımızı yaptık, dostları ziyarete çıktık. Bizim profesörle ba ım belada, kuzenim, size
biraz dert yanayım.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:43)
“Ondan bir e-posta almı tım. Rahat gitti ini, geçen haftayı hiç unutamayaca ını yazıyor ve benim nasıl
oldu umu soruyordu. ‘Ba ım senin yüzünden belada’ diyemeyece im için kısaca ‘ yiyim’ diye cevap
vermi tim.”
(Ö. Zülfü Livaneli, “Serenad”, sa:383)
“Çavu sakin bir sesle: ‘Fransa’nın ba ı belada diye saatimin ayarını bozacak de ilim herhalde,’ diyor.
‘Saat ayarı kaldı mı ulan Fransa’da, salak! Marsilya’dan Strasbourg’a kadar bütün saatleri Alman saatine göre
ayarttılar zorla.’ ”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:325)
Ba ı belaya girmek : Sıkıntıya, derde dü mek, problemi olmak
Bk.: Ba ı derde girmek
“ ‘Ya. Demek sen de benim gibi dü ünüyormu sun.
‘Bana neden söylemedin?’
‘Galiba fazlasıyla korkuyordum. Devam edersek ba ımız gerçekten belaya girer diye korkuyordum.’
”
(P. Auster, “Görünmeyen”, sa:99)
“Haceli:
‘Bayram!’ diye ba ırdı ka nının ardından. ‘ kimizin de ba ı belaya girmesin, Bayram! Bir etek para
verdim ben bu yere. Hakkın yendiyse gider ikat edersin. Böyle aykırı aykırı soluma Bayram bana kar ı.’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:57)
“ ‘12 numaraya bakmamda bir sakınca var mı?’
‘kimse yok orda efendim. size söyledim.’
‘a ı ım moruk. kusura bakma. bir göz atayım, lütfen!’
4.sınıf salaklara nasıl bakılırsa, öyle baktı bana. kapı anahtarını önüme bıraktı.
‘be dakika sonra burda ol, yoksa ba ın belaya girer.’ ”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:100)
“Mendilini çıkardı ve alnında biriken ter damlacıklarını sildi.
‘Her iki yönde de “tehlike” iletisi göndersem buna bir neden gösteremem. Ba ım belaya girer ve
hiçbir i e yaramaz.’ Acuçlarını silerek konu masını sürdürdü. ‘Delirdi ime inanırlar.’ ”
(Ch. Dickens, “Gizemli Öyküler-Sinyalci”, sa:51)
“Luigi’nin ba ı belaya girmi tir artık. Komiser Calabresi cinayetini düzenlemekten sanıktır. Henüz
tutuklanmadı ı için evine gider.”
(D. Fo, “Marino Serbest! Marino Masum!”, sa:61)
“FULGENZIO (Leonardo’ya.) - Evinizi yine bir sürü alacaklılarla dolu mu görmek istiyorsunuz?
LEONARDO (Kendi kendine.) - Hay kör eytan! Yine ba ım belaya girdi!”
(C. Goldoni, “Yazlık Dönü ü”, sa:48)
“Yüzba ı Sagner’den Vanyek’e: ‘...Sana ancak u kadarını söyleyebilirim ki, Marek denilen bu adam
sakıncalı..... Kazara olmadık laflar etmeye kalkarsa hemen tepesine bin, susturmaya bak. Ba ımız belaya girsin
istemiyorum. Çenesini tutmasını söyle, mesele kalmaz. Hemen ko up bana gelme sakın. Dostça halletmeye
çalı .’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:104)
“ ‘Pedro Johnson’a ate etti ini gördüm ve elindeki oyunca ı çekip aldım. O sırada sa ka ının üstünde
üç dört tana yanyana yara izi gözüme ili ti. Daha önce de ba ın belaya girdi galiba, ha?’ ”
(O. Henry, “viski soda”, sa:208)
“ ‘Kahramanca konu mak ho ey, diye dü ünüyordu. Bir dostla oturup yemek yemek, içmek ve önemli
tartı malarda bulunmak, ‘yapaca ım’, ‘edece im’ demek ho ey. Ama dikkat et Filipus, ileri gitme, yoksa ba ın
belaya girer.’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:134)
“Büyük Sam ile üç zenci sıradan ayrlıp yolun kenarına gelince, kalabalık önce yava ladı, sonra durdu.
Onlara subay öfkeyle ba ırdı:
-Sıralarınıza girin ulan! Yoksa... Aaa uraya bakın! Bu Mrs. Hamilton. Gününüz aydın olsun Mrs.
Hamilton, sizin de Mister. Ama siz benim askerlerimi disiplinsizli e yöneltiyorsunuz. Serke li i himaye etmek
istemezsiniz de il mi? Bu köpeklerle u ra maksızın ba ım belaya giriyordu.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:403)
“KEENEY, sabırsızlıkla. - Ne söyleyecekseniz deyiverin, bay Slocum.
YARDIMCI KAPTAN, farkında olmadan sesini alçaltarak. - ler nafile... tayfalarla ba ımızın belaya
girmesinden korkuyorum. Geri dönmezseniz bu herifler i i azıtaca a benziyor. ki yıl için bu i e ba lanmı lardı.
O müddet de bugün bitiyor.”
(Eu. O’Neill, “Ya ”, sa:15)
“Fields ba ıyla evetledi. ‘Hımm. Whitman’ın Çimen Yaprakları’nı niye basmamı tık biliyorr musun
Osgood?’ Yanıt beklemeden devam etti. ‘Çünkü Bill Ticknor kitaptaki cinsel içerikli pasajlar yüzünden
ba ımızın belaya girmesinden çekinmi ti.’ ”
(M. Pearl, Dante Kulübü”, sa:31)
“Kararlı bir sesle:
-Zaten sizi o Rus kadına yollayamam., dedi. Hala ameliyat yapıyor, ama bugünlerde çok içiyormu .
Güvenemem. ki yıl önce az kalsın ba ı belaya giriyordu.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:49)
“Di lerinin arasından: ‘Bir komünistin Nazilerin eline geçmesi ne demektir bilir misin?’ diyor.
Schneider yanıt vermeden gülümsüyor. Brunet devam ediyor: ‘Bo bo azlarla ba ım belaya girecek.’ ”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:289)
Ba ı bo (bırakılmak, bırakmak, dola mak, gezmek, kalmak, olmak) : Denetimsiz, serazad, kendi ba ına (
bırakılmak); Mevsimlik, el eme i ile geçinen (Fındık, Pamuk, üzüm toplama), hiçbir mesle i olmayan niteliksiz
i çi
“ÜÇÜNCÜ ACILI SONE
Hayır, güzellikten de aydınlıktan da yoksun onlar
Geçerlerken yarı uykuda, belle imden
O ba ıbo , üzüntülü dakikalar
Usul bir ate te yanıp kömürle en”
( nnokenti Annenski <1856-1909>, “ça da rus iiri antolojisi”, Ataol Behramo lu, sa:24)
“BÜYÜKLENMEN N SONU
----------------------------------Tutmu sessizlikle gece ba tan ba a
Anahtarı yitik bir zindan yerine.
Dönmü ba ıbo sokak köpeklerine,
Ve, karı tırarak yazları kı larla,
Geçti mi kırlardan bombo bakı larla,
Yıpranmı bir nesne gibi çirkin, murdar,
Ardından alayla gülermi çocuklar.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:51)
“VARVARA -... gerçekler ortada. Bir subayı düelloda a ır yaraladı ı için rütbesi alındı mı, alınmadı
mı?
STEPAN - Bir suç de il ki bu. Onu bu i e kendi soylu kanının ate i sürüklemi . Bütün bunların hepsi
çok övalyece.
VARVARA - Ku kusuz. Ama, St. Petersburg’da adı kötüye çıkmı yerlerde dola mak, kendini
ba ıbo , sarho sürüsü içinde e lendirmek hiç de o kadar övalyece de il.”
(A. Camus, “Ecinniler”, sa:24-5)
“Oran sert bir gökyüzüne sahip, yuvarlak ve sarı renkli büyük bir duvardır. Önce insan labirentte gezer,
denizi bulmaya çalı ır..... Buna sıkıntı denir; uzun süredir Oranlılar ba ıbo gezmiyorlar. Ma lubiyeti
kabullendiler.”
(A. Camus, “Yaz”, sa:13)
“Ana-babalar çocukların okul koridorlarında ne kadar çok zaman geçirdiklerini bilseler herhalde
deh ete dü erlerdi. Bu çocuklar sınıf dı ına okul ödevleriyle birlikte çıkartılabilirler, ama onlar orada ba ıbo
bırakıldıklarından komik suratlar yaparak ya da benzeri eylerle arkada larının dikkatini çekmekle me gul
olurlar.”
(L. Carroll & J. Tober, “indigo çocuklar”, sa:107)
“ ‘ imdi komik olmaya ba ladın i te,’ diyor günlerdir tra olmamı gibi görünen, uzun saçlı iriyarı
adam. ‘Bu kadar kötü bir ortamda oldu unu dü ünüyorsan, neden gitmiyorsun?’
Ben de içiyorum ve bu bana cesaret veriyor.
‘Sen de kimsin? Bu nasıl bir ya am biçimi? Sa lıklısınız, çalı abilirsiniz, ama onun yerine siz hiçbir
ey yapmıyorsunuz, ba ıbo gezmeyi tercih ediyorsunuz?’ ”
-
(P. Coelho, “Zahir”, sa:185)
“BEYA K
-----------Yapra ı ve ak ta ı saymak acı yazgı
Kötülük mayısın birinci günü ba ıbo dola ırken
Selamladı dingin bir yürekle ba ta silindir apka elde
ak eldiven”
(R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:92)
“Pisa ku atması babamın tüm dikkatini askeri kaygılara çekti. Ben de, bundan yararlanarak, Tosca’nın
kentlerinde dola tım. Ama annemle babam, bu disiplinsiz, ba ıbo ya amın, kendini dü ünce ya amına adamı
bir yeniyetme için uygun olmadı ını dü ünüyorlardı.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:33)
“GECEDE GÖRÜ ME
ve a kınlık içindeki yüz
pencerenin ötesinden bana
‘hak görenledir
ben kaybolmu luk duygusu kadar korkuncum
ama Tanrım
nasıl korkulabilir benden
ben, ben ki hiçbir zaman
gökyüzünün sisli çatılarında
ba ıbo ve hafif bir uçurtmadan ba ka
bir ey de ildim’ ”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-yeniden do u ”, sa:63)
“Dere otların üzerinde ba ıbo kıvrımlar olu turuyordu. Yapraksız kavakların arasından geçen ak am
bu usu, bunların gövdelerini mora boyayarak belirsizle tiriyordu. Bu morluk, a açların dallarına gerilmi ince
bir tülden daha solgun, daha saydamdı. Uzaklarda hayvanlar yürüyordu ama, ne ayak sesleri, ne de bö ürtüleri
duyuluyordu; kilisenin çanı ise sürekli çalarak, sakin iniltilerini havaya yaymayı sürdürüyordu.”
(G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:123)
“Gece oldu. Kartacalılar da, Barbarlar da ortadan kaybolmu lardı. Filler kaçı mı , ate e verilen
kuleleriyle ufukta ba ıbo dola ıyorlardı. Kuleler, orada burada, sisler içinde yarı kaybolmu fenerler gibi,
karanlıklar içinde yanıyordu. Ovada ise denize sürükledi i ölüler yüzünden suları kabaran ırma ın
dalgalanmalarından ba ka kımıltı görülmüyordu.”
(G. Flaubert, “Salambo”, sa:200-1)
“Fı kırmalar, yayılmalarla dolu, topra ı delen ba ıbo tohumları a kınlıkla, hüzünle izliyordum.
Annem Perran Hanımefendinin üstüne titredi i ngiliz gülleri azmanla mı , geni yaprakları gonca olma
dönemini a madan çatlayıveriyordu. Bahçeyi anlatılmaz, çekici bir ba ıbo luk almı tı.”
(Füruzan, “Gül Mevsimidir”, sa:114)
“Kimileyin bu odada, anne ve babalar, karı-kocalar, o korkunç ve i renç hastalık gerçe ini nefretle yadsıma
<inkar etme> yoluna gidiyorlardı. Kimi zaman da, garip bakı lı yakınlarını alıp geri götürüyorlardı. Korku ya da iyi
niyet yüzünden varılan bir yargı -gözleriyle anne ve babayı yeniden ölçüp biçti- ya da uzun bir acı ve mutsuzluk
sürecinin kendinden sonraki ku akta sona ermesini bekleyen ba ıbo bir kıskançlık ve öfke tohumuydu bunun
kayna ı.”
(S. Greenberg, “Sana Gül Bahçesi Vadetmedim”, sa:15)
“Su yedi yüz kulaç derinle iverdi i için büyük kuyu denirdi buraya, akıntılar okyanusun dibindeki dik
duvarlara çarparak girdaba dönü tü ü için, her çe it balık bulunurdu. Burada yem balıkları ve karides yatakları
vardı, derin çukurlarda mürekkep balıkları da olurdu bazen, geceleri yukarıya, su yüzüne yakın yerlere çıkarlar,
ba ıbo balıklara yakalanırlardı.”
(E. Hemingway, “ htiyar Balıkçı”, sa:24-5)
“Üstlerine palanka çekilmi hantal toprak tabyalarının ve kalın direklerle tutturulmu nöbetçi
kulelerinin gölgesi, ba ıbo bozkırı gırtlaklayıp yatırmı biçimsiz bir yumru u, yahut da, içine GüneyMacaristan soylarının özgürlü ü yatırılmı kara bir tabutu andırıyor.”
(F. Herczeg, “Paganlar”, sa:11)
“Ne eli gençlik yıllarındaydı. Knulp da daha sa dı. Birlikte yolculuk ediyorduk..... Gündüzleri sarı ekin
tarlalarında ba ıbo dola ıyor ya da orman kıyısındaki bir ceviz a acının serin gölgesine uzanıyorduk.”
(H. Hesse, “Knulp”, sa:57)
“Eh, böylesi görü ve dü üncelerin sonucu da özgür ve ba ıbo bir ya am sürmek oluyor. Hiç de öyle
ahlaksızca de il hani, ben kendi yurdumdaki kadar bir ahlak temizli ine dola ıp gezdi im yerlerde asla
rastlamadım; ama bir ya am ki, imdiki yasalardan hiç birine ba lı olmayıp, eski ça lardan bize ula mı buyruk
ve uyarılara önem veriyor yalnız.”
(F. Kafka, “Hikayeler- arkıcı Josephine ya da Fare Ulusu-Çin Seddinin n asında”, sa:142-3)
“AÇSAM RÜZGARA
Ne ho , ey güzel Tanrım, ne ho ,
Maviliklerde sefer etmek
Bir sahilden çözülüp gitmek
Dü ünceler gibi ba ıbo ,
------------------------Ne ho , ey güzel Tanrım, ne ho !
ller, göller, kıtalar a mak.
Ne ho deniz deniz dola mak
Dü ünceler gibi ba ıbo .”
(O. Veli Kanık<1914-1950>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1, sa:358)
“ ‘Kaptan?’ dedi yine Lukas. ‘Sana söylüyorum, her yeri ate e verecek. Onu böyle ba ıbo
bırakamazsın!’ Sonra sırıtarak ekledi: ‘Tabii içinde acıma duygusu uyandırmıyorsa.’
Kaptan’ın kanı kaynamaya ba ladı. Bütün yolda lar, gözleri üzerinde dikili, bekliyorlardı.”
(N. Kazancakis, “Karde Kavgası”, sa:254)
“Bindikleri kayık yeni boyanmı mavi bir kayıktı. Kerim kürekleri içeri almı tı. Kayık ba ıbo kalmı
sa a sola sallanıyordu. Onlar sallandıklarının farkında bile de illerdi. Küpe teye yapı mı lar, dalmı
gitmi lerdi.”
(Y. Kemal, “Bir Ada hikayesi-Çıplak Deniz Çıplak Ada”, Cilt:4, sa:8)
“AYI
2
----Ve o gözden kayboldu unda
Çıkarım ayıların yolu üstüne,
ba ıbo gezinerek çevrede
varana dek ilk, belirsiz, koyu
kan izlerine topra ın üstünde”
(Galway Kinnell<d.1927>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 22.07.04)
“BEN
Gecede ı ıldayan
Yıldızım ben
Karın üstüne atılıvermi
Sönmü közüm ben
Damlanın üstünde ko turan
Rüzgarım ben
Ormanların tepesinde
Ba ıbo gezinen bulutum ben”
(Yandam Kolani-Eray Canberk; “ iir Atlası, “Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.09.09)
“ ‘Güzel! Bu durum beni dü ünceye sevk etti….. bu adada imdiye kadar bir yönetim kurulu olmamı .
Her ey ba ıbo bir biçimde sürüp gitmi . Do ru mu ?’
‘Do ru !’
Bu ‘Do ru’lar artık içimize fenalık getirmeye ba lamı tı.”
(Ö.Z. Livaneli, “Son Ada”, sa :41)
“Kıza kar ı duydu u, donuk ve acılı bir huzursuzluk biçiminde aklını karı tıran özlemin bilincindeydi.
Kızın ayak bastı ı dünyada ya amayı elde edebilme iste inin dürtüsünü duyarak ve kafasında tekrar tekrar ona
nasıl ula aca ının belirsiz planları ve spekülasyonları <kurgu, tasavvur> içinde ba ıbo dola ıyordu.”
(J. London, “Martin Eden”, sa:21)
“Ah! Ne gecelerdi onlar, bu ak am yaptı ım gibi ba ıbo dola ırdım sokaklarda, ama hep yeni bir
serüven pe inde ko ardım, her adımda, karanlıkta tanıdı ım her eyde o gecelerin anıları nasıl da çıkıyor
kar ıma!”
(P. Loti, “Do udaki Hayalet”, sa:91)
“Ellinci Gün
-------------Yumu at, genç delikanlılarımızın
özgüvene dayalı hırçınlıklarını;
yönlendir o a maz hedefe
erkeklerimizin beklentilerini;
süsle, ak saçlıların ba larını
en ve kutsal dileklerle;
ı ık ver, ba ıbo dola an bakı ına,
destek bekleyerek ölen insanın.”
(Alessandro Manzoni <1785-1873>-Necdet Adaba ; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
12.02.09)
“Bir keresinde bu yatak öykülerinin ba ıbo hayatımın sefil yanlarını anlatacak bir kitap için iyi bir
malzeme olaca ı gelmi ti aklıma, kitabın adı da gökten inivermi ti sanki: Benim Hüzünlü Orospularım.”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:18)
“Ama bu kazazedelerden biri, bir hafta sonra, Kuzey Kolombiya’da ıssız bir kumsalda can çeki ir bir
durumda bulundu. Luis Alejandro Velasco adlı bir denizci on gün yemeden, içmeden ba ıbo bir salda kalmı tı.”
(G.G. Marquez, “Bir Kayıp Denizci”, sa:9)
“Bu sene geldi imiz u diyarda, yine böyle ba ı bo bir ekilde dola ırken, bir ak am üzeri, Yport ile
Etretat arasında Falez üstündeki küçük Benouille kasabasına vardım.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:187)
“Bir kez daha donukluk geri geldi -zihni ba ıbo gezindi- ama toparlanarak yeniden anlatmaya ba ladı.
‘Ama, i te bu Babo’ya, Tanrı tanık, yalnızca bana baktı ı için de il, ona her eyden önce, ara sıra
homurdanarak meydan okuyan daha cahil karde lerini yatı tırma erdeminden dolayı çok ey borçluyum.’ ”
(H. Melville, “Benito Cereno”, sa:32)
“Bir gün, Cachena Ovası’nın yüksek bölgesinde ba ıbo dola ıyordum. Yorgunluktan bitkin,
susuzluktan ölgün durumdaydım. Kur un gibi inen güne te yanıyordum.
-Sezar’ın da, Pompeius’un o ullarının da canları cehenneme!’ diye dü ünüyordum.”
(P. Mérimée, “Carmen”, sa:40)
“Do al meseleler
<Las trincheras, 1996>san
Ba ıbo yıldızlar bir hiç için yanıp duruyor;
bo lu u yarıp geçiyor ölü ay’lar;
gökyüzü bizim uykusuzlu umuzu gözetliyor,
burada a a ıda, dünyanın kirli derisi
ve onun en berbat konu u, ya am.”
(Julio Martinez Mesanza<d.1955>-Olcay Öztunalı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
11.12.08)
“Scarlett bu saldırıyı kar ılarken:
-Ben mi? Pamuk toplamak mı? diye cevap vererek, ihtiyar kadın tarafından suçlanmı gibi davrandı.
Bir tarla eseri gibi, öyle mi? Ya da u beyaz ba ıbo lardan biri gibi... Slattery’ler gibi mi?
-Ba ıbo lar! Çok do ru söylüyorsunuz! Ku kusuz bu Slattery’ler tam bir gev eklik içindeydiler.
Kadınlar onlardan daha çok i yaparlardı.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:586)
“Orada her gördükleri ey deh ete dü ürüyormu onları. Ba ıbo topraklarda tek ya ayanlar en vah i
hayvanlar en korkunç sürüngenler ve o hayvanlardan da vah i insanlarmı yalnız. Ekvatordan uzakla ınca do a
yumu uyormu biraz.”
(Th. More, “Utopia”, sa:17)
“Bu enkaz arasında ne oldu unu bilmedi i bir ey aranır gibi, bulabilece i herhangi bir ey,
ya ananların gerçe ini de i tirebilirmi gibi amaçsız, ba ıbo bir halde sokak arasında yürümeye ba ladı.”
(M. Mungan, “Çador”, sa:69)
“KOCAMA KAS DE OLARAK
YAZILMI
R (TAOS)
---------------------gene de tutunuruz birbirimize
sanki birimiz için öteki bir salmı
o sularda ba ıbo tek ba ına, i te bu toprak
evde oldu u gibi,
yeterince büyük de il, duvarlar toz-toprak
çevremizde
ince bir toz ya muru
temiz iyi havayı bozup da ıtır, doldururken
genzimizi
asarız çe itli dünyalardan resimlerimizi”
(Diane di Prima-Nazan Büyüm; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 10.04.03)
“BA IBO
D ZELER
1
Bırak kanatlarıyla uçsun ku lar
yarına yolculuklarında
ve bırak rüzgar
da ıtsın saçlarını.
4
yanıtı alınmamı bir soru
asılı kaldı ortada:
Kim durdurabilir seni, ey Zaman!”
(Ali Püsküllüo lu<1935-2008>, “zamansız”, sa:13-4)
“ÖZLEM
---------Ne bir söz, ne dü ünce, yalnız bitmeyen bir dü
Ve yüre inde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu,
Çekip gidece im, çingene gibi, ba ıbo
Do ada -bir kadınla birlikte gibi mutlu.”
(A. Rimbaud<1854-1891>, “Dizeler”, sa:71)
“Pusula Dolabı 2 <Lingüistica general - 1979>
ba ıbo dola mak
durmadan kürek çekmek
ba ıbo hiç durmadan
gizemli yelkenlerinde
bedenin senin
kuma ı uçsuz bucaksız
Kutsal kalıntılar mahfazası.”
(Cristina Peri Rossi<d.1941>-Ay e Nihal Akbulut; “ iir Atlası”, Cevat Çapan; Cumhuriyet Kitap,
01.02.07)
“Ah! Ey genç sevdalılar! Talihsiz analar! Ey sevgili aile!..... Sizden sonra hiç kimse bu bakımsız
toprakları bellemeye ya da u yıkık kulübeleri onarmaya kendinde cesaret bulamadı. Keçileriniz ba ıbo kaldı,
yabanılla tı. Yemi bahçeleriniz bozuldu. Ku larınız uçup gitti. imdi bu kayalıkların üstünde dola ıp uçan
atmacaların çı lıklarından ba ka bir ey i itilmiyor.”
(B. de Saint-Pierre, “Paul ve Virginie”, sa:140)
“.... José Calmedo, bu tarafa bakarlarsa onu görmelerini sa layacak o bir-iki adımı atmıyor. Birkaç
yüksek çalılı ın arkasına siniyor, orada durup Joao Mau-Tempo’nun o yoksul ö len yeme ini ne kadar zamanda
yiyece ini hesaplıyor, gökyüzünde ba ıbo bulutlar dola ıyor, o kadar az bulut var ki, neredeyse hiç gölge
yapmıyorlar.”
(J. Saramago, “Umut Tarlaları”, sa:197)
“Eve onu artık hiç bir eyin zaptedemeyece ini biliyordu, fakat yine ısrar etti:
-Pierre, onlar sana sövdüler, seni öldürmek istediler, artık onlara hiçbir ey borçlu de ilsin.
Önüne diz çöktü ve yalvardı:
-Pierre, artık senin bana görevlerin var…
Pierre sokaktan gelen gürültüye kulak veriyordu. Dalgın dalgın cevap verdi:
-Evet… Kısa bir sessizlikten sonra kararını verdi:
-Oraya gitmem gerekiyor….. Onları ba ıbo bırakamam.”
(J.-P. Sartre, “i i ten geçti”, sa:126)
“EPIFANIA - Hepsini üç hafta içinde yitirdi. Bu para ile bir sirk satın almı tı. Dokundu u her
nesnenin altın olaca ını sanıyordu. Bir ay sonra o sirki tasfiye etmek zorunda kaldım. Ben araya girdi im zaman
vah i hayvanları ba ı bo bırakarak kaçacak duruma gelmi ti. Alı veri te dört yüz otuz sterlin, on altı ilin, yedi
peni açık verdim.”
(G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:38)
“ORTAÇA DAN M NYATÜR
<Jackstraws-Mikado’nun
Çöpleri’nden>
-------------------------------------Molozlar arasında ba ıbo bir köpek
En gaddar kalbi üzebilir.
Bakı larından genç ve meraklı oldu u
anla ılıyor.
Onu öylece bırakıyoruz.”
(Charles Simic<d.1938>-Nazmi A ıl; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.02.05)
“Madame Hautemare’ın kendisine hanımefendi edası vermesi kanlarına dokundu çama ırcı kızların;
kasabanın bütün küçük kızları gibi onu da ba ıbo bırakacak yerde böyle ellerinden tutup götürmek de ne
oluyordu?”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:I, sa:44-5)
“Sahilde dinsel bir tören ya da bir panayır vardı, dev bir kalabalık ne oldu unu çıkaramadı ım bir eye
do ru akıyordu. Ortalık, deniz kıyısında korkuluk duvarı üzerine uzanmı ba ıbo lar, ıvır zıvır satan veletler,
dilencilerle kaynıyordu. Ayrıca bir sıra da motorlu bisikletliler vardı.”
(A. Tabucchi, “Hint Gece Müzi i”, sa:16)
“Adem-Havva’dan Habil ve Kabil do du. Ve bir süre sonra Kabil, Habil’i öldürdü, çünkü Habil’in
i leri daha yolunda gidiyordu: Habil’in tüylerini fırçaladı ı bembeyaz kuzuları vardı ve Kabil buna
katlanamıyordu..... ‘Karde in nerede?’ diye sordu Tanrı az sonra. Kabil, bunu yanıtlayamadı. Heyecanlanmı ,
gözlerini yere dikmi ti. Geni çöllerde ba ı bo dola ırken kendin zavallı bir mutsuz gibi hissediyordu.”
(S. Tamaro, “Anima Mundi”, sa:31)
“Sevgili Mathilda,
Havanın kararsız oldu u günlerden birini ya ıyoruz, kırların otları hala kuru ama artık ak amları yaz
sıca ı yok.... günbatımıyla birlikte topraktan bamba ka bir koku yükseliyor; bu, sonbahara özgü, a ır bir koku.
Aslına bakarsan, bundan ho nutum Yaz aylarında hep bir ba ıbozukluk duygusuna kapılıyorum.”
(S. Tamaro, “Sevgili Mathilda”, sa:7)
“Horul horul uyuyor. Gece vakti hayvanların ba ı bo bırakılır mı? Dikkatsizlik!”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:16)
“... ama konu ması öyle dokunaylıydı, sarı ve çirkin yüzü kimi zaman öyle açık bir üzünçle doluyordu
ki, onu dinlerken acıma, deh et ve üzüntü duymamak olanaksızdı. Bu, ba ıbo gezen deli Gri a idi.”
(L. Tolstoy, “Çocukluk”, sa:37)
“Ricardo, gülümseyerek baktı adama. Bütün yol boyunca hiç susmayanlardandı. Adam, yanında
okumakta olan seçkin beyefindiye yöneldi:
-Bu yeri bulamasaydım, herhalde yorgunluktan bayılacaktım. Dün neredeyse kalkılacak saatte yattım.
Evde kıyametler koptu. Kom unun bir sürü tavu u var, ama onları ba ıbo bırakıyor.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:108)
“ nsan ak, ak, kayalara çarpan suların, pıt pıt dü en damlaların sesini i itiyordu; ba ıbo , durup
dinlenmeden atlayan, taklak atan, e lenip oynayan..... durup durup kayalara çarpan dalgaların çıkardı ı ıslı a
benzer birtakım sesler, hı ırtılar insanın kulaklarına kadar geliyordu.”
(V. Woolf, “Deniz Feneri”, sa:332)
“PRELÜD : Dü üncelerimin
üstünde bir gölge asılıydı.
Ki ben, uzun süre mutsuz bir konuk
Olarak eriyip tükendi im koca ehirden
Kaçtım-özgürüm bundan böyle.
-----------Koca bir dünya önümde: Co kulu
Ve özgürlü ünden korkmayan bir yürekle
Bakınıyorum çevreme; seçti im kılavuz
Altı üstü ba ıbo bir bulut olsa bile
Kaybetmem mümkün de il yolumu.”
(William Wordsworth<1770-1850>-Nazmi A ıl; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
26.11.09)
“... ve bu hazin enkaz yı ınının, tam bir derbederli e dü meden önce hangi kirli yollardan geçti ini
kimse bilmiyor; yalnızca eski maceralarının son bir defa olmak üzere Avrupa’da ba ıbo dola tı ını, soylulara
yaranmaya çalı tı ını, zenginleri pohpohladı ını, eski hilelerine ba vurdu unu biliyoruz.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Casanova’, Cilt:III, sa:90-1)
Ba ıbozuk; Ba ıbozukluk : Serseri avanesi, yeniçeri (yani disiplinli) olmayan derleme asker, çete; Sivil,
resmi devlet memuru olmayan; Bu nitelikleri yapma hali
“ te, Hasan’la bu uzun kır gezintilerinden birinden döndü üm bir ak amdı ki, köyün içini ve dı ını
dü man askerleriyle tıklım tıklım dolmu buldum. Hem bu asker kalabalı ı geçen seferki gibi muntazam bir kıta
manzarasını göstermiyor, ba ıbozuk bir insan yı ınını andırıyordu.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:171)
“Meteli e kur un atıp sinekten ya çıkmıyor. Ru en her gün iki ekme ini alıp eve dönerken o ba ı
bozuklardan biri önünü keser, ekme in birini elinden haraç olarak alırdı.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köro lu’nun Meydana Çıkı ı”, sa:25)
“Asker açlıktan, yorgunluktan, uykusuzluktan ölmek üzereydi. Kemikleri çıkmı atlar, insana korku
salıyordu. Gelenler bozguna u ramı ba ıbozuk bir kalabalık de ildi. Paçavra haline gelmi üniformalarını
üstlerinde ta ıyorlar, yırtık bayraklarını ya mur altında ellerinde tutuyorlar, düzenli biçimde yürüyorlardı.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:425)
“Ne canlarına ne mallarına dokunulmu tu. Hatta esir bile alınmamı tı. Yerlinin hakimden hiç farkı
yoktu. O kadar ki...bir yortu günü pazar meydanında gürültü eden bir sarho Hıristiyanı dövdükleri için, iki
ba ıbozu un boynu vurulmu tu.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:I, sa:44)
“HEK M - Benim de ta ıyacak param yok. Arabanız nerede ise döner. öförünüzden ödünç
alabilirsiniz.
EPIFANIA - Su katılmamı su aygırısınız. Ba ıbozuksunuz... Bunu gülünç fesinizden anlamam
gerekirdi. Benim yanımda iken onu çıkarmalıydınız.”
(G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:56)
“ ‘Bu durumda istedi in gibi davranmakta özgürsün!’ diye haykırdı. ‘ u bozguna u rayıp kaçan
ordunun arasından paçanı kurtarıp sıyrıl. Yana atıl, urada sa kolda görece in az buçuk açılmı ilk yola sap.
Hep ordudan uzakla acak biçimde, atını sıkıca sür. Önüne çıkacak ilk fırsatta kendine ba ıbozuk giysileri satın
al. Sekiz on fersah uzakla ıp da, artık askerlerin hiç görünmez oldu u zaman da posta arabasına atla, iyi, sakin
bir kente gidip bir hafta dinlen ve bol bol biftek ye. Orduda bulundu unu sakın hiç kimseye söyleme. Yoksa
jandarmalar seni kaçak diye yaka paça yakalarlar.’ ”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:80-1)
“...olur rezalet de il bir güvercine ate etmek...olur rezalet de il bir güvercine ate etmek, yasaktır,
hizmet silahının geri alınmasına varır ucu.... hapse girersin bir güvercine ate edersen, hayır, öldüremezsin, ama
ya amak, onunla ya amak, onunla ya aman da olur ey de il, asla, bir güvercinle oturamazsın, ba ıbozuklu un ta
kendisidir güvercin, hiç belli olmaz ne taraftan gelip ne tarafa uçaca ı, pençeleriyle yapı ıp gözünü gagalar
insanın, güvercin dur durak bilmeden pisleyen, ortalı a korkunç bakteriler, sonra menenjit virusları saçan bir
eydir..ba ka güvercinleri de çeker, cinsel ili kide bulunur ve ço alır, yıldırım hızıyla, bir güvercin ordusu
ku atacak çevreni, odandan çıkamaz olacaksın, açlıktan öleceksin, kendi dı kında bo ulacaksın, tek çaren
pencereden atlamak olacak, külçe gibi kaldırıma yı ılacaksın, hayır, onu da gözün yemeyecek...”
(Patrick Süskind, “Güvercin”, sa:17)
“-Mustafa Kemal Pa a söz dinlemiyormu . Sava makmı niyeti... Venizelos demi ki... ‘Sultan
hakkından gelemezse benim ordum gelir’ demi .
-Yürüyecek miymi içerlere?
-Ba ı bozuk çeteler rahat vermediklerinden, ister istemez yürüyecekmi ... Sava olsa katılır mısınız?”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:23)
“Vatmanın yanı, tramvay zagonunca, sivil-resmi polis takımına, belki ümeradan emekli takımına, bir de
pasolulara mahsus olmakla, akılsız vatman marhabayı almakla kalmayıp, Dadal Efendi’yi katı hasır apkalı
ba ıbozuk sanıp ba kaca tramvay zagonunu da yürütürüm umup birkaç kez, ‘ çeri girelim’ dediyse de, Dadal
Efendi ‘Selbest rezilli idir bu, böyle olur’ diyerek umursamadı.”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:54)
Ba ı çatlamak : Ba ı son derece a rımak
“MANGAN, kendini koltu a atar. - Ba ım çatlıyor! Beynim duracak. Yardım et bana. Aklımı ba ıma
toplayayım. Ne olur ba ımı tut da ovuver azıcık. Ba ım kazan gibi.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:65)
Ba ı çekmek : Ba ında, en önde gelmek; Deve kervanını çeken merkep; Bir ba kaldırının veya muzipli in
liderli ini, önderli ini yapmak
“ imdilik Mısır üzerinde duracak olursak: Görünü e göre barı çı ayaklanma laik bir yapıdaydı, iyi
e itim görmü ama yıllardır yapılan yolsuzluklar ve diktatörlük rejimi yüzünden i siz kalan … yirmili otuzlu
ya lardaki genç insanlar ba ı çekiyordu, eylemin destekçileri de kadınlar, memurlar, yoksulla mı i çiler hatta
askerlerdi. Herkes isyancıların ola anüstü co kusuna ve adanmı lı ına övgüler ya dırdı, ama aradan sadece
birkaç hafta geçtikten sonra imdiden çatlaklar olu maya, iddetli çatı malar -en son olay Hıristiyanlarla
Müslümanlar arasında oldu- yaygınla maya ba ladı….. Gerçek bir siyasal ya am olmadan, örgütlenmi siyasi
partiler olmadan, tutarlı bir siyasal muhalefet yapma olana ı olmadan geçen onlarca yıl, toplumsal e itime aç bir
kitle yarattı, ama bu de i imi gerçekle tirecek siyasal enstrümanlar yoktu - öyle olunca da, en azından imdilik,
ordu yönetime el koydu. <Paul, 10 Mart 2011>”
(P. Auster-J.M. Coetzee, “ imdi ve Burada, Mektuplar 2008-2011)
“Ertesi sabah tuvaletin kapısı ba tan a a ı ta lama yazılarıyla dolmu tu; önceki ta lamalara cevaplar
<yanıtlar> dö enilmi , kimileri onaylanmı , arada yeni ta lamalara yer verilmi ti. Ne var ki, bu muziplikle ba ı
çeken kimse yeniden aynı i e kalkı mak gibi bir aptallı a dü medi. Amacına eri mi , samanlı ı ate e vermi ti;
imdi ate in kar ısına geçmi , büyük bir hazla ellerini ovu turuyordu.”
(H. Hesse, “Çarklar Arasında”, sa:116)
“Toplulu un ba ını hukuk mezunu olmasına ra men deli dolu, kavgacı, yirmi be ya ında bir genç
çekiyordu. Hafızam beni yanıltmıyorsa, adı amil’di, kendisine ‘Jaguar’dedirtiyordu.”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:157)
“.....cümlenin havada kaldı ını gören ve lafı yarım bırakmak istemeyen çavu , aklına söyleyecek daha
iyi bir ey gelmeyen komutan, ‘Kendi ba larının çaresine bakmanın bir yolunu bulacaklar’, dedi evrensel olarak
her derde deva kabul edilen cümlelerden birine ba vurmu tu; bu tür cümleler arasında, sadaka vermeyi
reddetti i zavallıya sabırlı olmasını tavsiye edeni ki isel ve toplumsal ikiyüzlülü ün kusursuz bir örne i olarak
ba ı çeker.”
(J. Saramago, “Filin Yolculu u”, sa:89)
Ba ı Çin kuklaları gibi hep a ır çekmek : Konfüçyüs ö retisine göre aklın (onu ta ıyan ba ın) önde gelmesi
gerekti ini simgeleyen, dolayısıyla Çin kuklalarında sergilenen dü ünce; Akıllı, dü ünen ama tek ba ına hareket
eden kimse
“Pigasov, onun için bir seferinde bo yere dememi ti, ‘Ba ı Çin kuklaları gibi hep a ır çekiyor.’ Ama
bir tek ba la, ne denli güçlü olursa olsun, insan için kendi içinde olup bitenleri bile anlaması zordur.”
(I. Turgenyev, “Rudin”, Cilt:II, sa:35)
Ba ı dara dü mek, darda kalmak : Ba ı derde girmek, problemi olmak
“-... Hiç kimse mutlulu unu bir ba kasının hayatıyla satın alma hakkına sahip de ildir.
-Ya!.. Öyle mi dersin... Bunlar kitap laflarıdır o lum; kitaplarda yazar. Bu saçmaları ilk olarak
yumurtlayan efendi, ba ı darda kalsa; gözünü kırpmadan canını alırdı bir ba kasınınn. Hiç ku kum yok bundan.”
(M. Gorki, “Yol Arkada ım”, sa:46)
“ ‘...... Ah, Narziss, senden çaresiz ayrılmam gerekiyor! Seni seviyorum, bugün uykundan birazını
benim u rumda feda etti in için te ekkür ederim. Seni bırakıp gitmem kolay olmayacak. Beni unutmayacaksın,
de il mi?
‘Ne diye hem kendi yüre ini, hem benimkini sızlatıyorsun bilmem. Seni hiç unutur muyum! Yine
geleceksin buraya. Bunu rica ediyor, bunu bekliyorum senden. Baktın ki günün birinde dara dü tü ba ın, çık gel
bana ya da beni ça ır! imdi güle güle, Goldmund, sevgili dostum, Tanrı yardımcın olsun!’ ”
(H. Hesse, “Narziss ve Goldmund”, sa:97)
“Ne dü ünebilir, ne de önceden tasarlayabilir; onu kurtaracak eytanca ve ço u zaman dahice fikirler,
ancak ba ı darda kaldı ı zaman gelir aklına.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Casanova’, Cilt:III, sa:50)
Ba ı derde girmek, dertte olmak; Ba ı dertten kurtulmamak: Problem sahibi olmak, olumsuz bir eylere
bula mak; u ya da bu nedenlerle sürekli problem sahibi olmak
Bk.: Ba ı belaya girmek; Ba ı darda kalmak
“Yazar dostu ve avukatı ona bu kadından vazgeçmesini, ba ının derde girebilece ini, deli koca
tarafından öldürülebilece ini ve kadının bütün bunlara de meyece ini söylüyorlardı.”
(A. Altan, “ çimizde Bir Yer”, sa:38)
“Ama baharla birlikte daha huzursuz oldular. Terhis oldukları zamanki paraları tükenmi ti. Kasabada
senet imzalamı lar ve ba ları derde girmi ti. Bu durum annemi üzüyor, babamın da yava yava hayallerini
yıkıyordu. Ilık bir ak amüstü tav anları beslerken onların konu malarını dinledim.
‘Buradan cehennem olup gitmeliyiz,’ dedi Eugene sinirle, ‘bu ta ra kasabası beni öldürüyor!’ En
gençleri olmasına ra men lider hep oydu.”
(Rudolfo Anaya, “Kutsa Beni, Ultima”, sa:87)
“Aklı fikri bu olaydaydı ve benden kendisine yardım etmemi istiyordu. Onu iyice dinledikten sonra,
Quinn’e kar ı bu denli kayıtsız kalmı olmasına çok kızdım. Olaylarda daha etkin bir rol oynayamadı ı, ba ı
dertte oldu u belli birine yardım etmek için hiçbir ey yapmadı ı için onu azarladım.”
(P. Auster, “Cam Kent” -New York Üçlemesi 1-, sa:142)
“Ba ıma bela almamak için kim oldu umu saklayacak ya da oldu umdan farklı görünecek de ildim.
Gemide geçirdi im süre içinde de, yalnızca bir kez ba ım derde girdi. Tayfalardan biri, beni ne zaman görse
Yahudili imi ima ederek bana Sammy demeye ba lamı tı. Bunun komik oldu unu sanıyordu; ama bunda
gülünecek bir yan görmedi im için, böyle dememesini söyledim.”
(P. Auster, “Cebi Delik”, sa:56)
“MADRIGAL, hakime. - lginizi göstermeyin. Bu onun için iyi olmaz.
Mrs. St. MAUGHAM - Laurel a lamaz da hep böyle çılgınca sözler söyler. (Olivia’ya.) Seni görürse
ba ının derde girece ini biliyordum!”
(E. Bagnold, “Kireçli Bahçe”, sa:93)
“ rlandalı bir yazar için kızacak pek çok ey vardır herhalde bu ülkede, ama ben rlandalı de ilim,
hakkında yazı yazdı ım ve dilini kullandı ım ülkeyle zaten ba ım dertte, üstelik dilini yazıda kullandı ım ülkede
o kadar çok eye öfkeleniyorum ki, bu da bana yetiyor.”
(H. Böll, “ rlanda Güncesi”, sa:146)
“E itme yurdundan salıverildikten sonra, birkaç yıl boyunca, zaman zaman Mark’ın ba ı derde girdi.
Bunlar hep onun niyetlendi i eylemlerin sonuçlarını görememesinden kaynaklanıyordu.”
(L. Carroll & J. Tober, “indigo çocuklar”, sa:184)
“‘ te imdi ba ımız dertte!’ diyor solundan bir ses, irkiliyor. çi kasketi takmı , ya lı, kır sakallı bir
adam eliyle i aret ediyor. eytan gibi bir surat! ‘Bana kalırsa bu buzun üzerine daha bir hafta basılamaz.”
(J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:239)
“ROSA - Kim bilir, hangi itin tekidir! Tanrı boyunu devirsin onun. (Yata ın ucuna yakla mı tır.) Ah,
Antonio! Benim tatlı, küçük Tony’im.. E er hala benimle olsaydın, belki ba ın derde girmezdi.”
(D. Fo, “Yüzsüz”, sa:17)
“Belki iki saat sonra, tekrar uyumaya hazırlandı ım sırada Hacı Kalfa, hafifçe kapıma vurdu: ‘Bak
bakasın, hocanım, otelde ba ka kadın yok. Fakir hatunca ız bayılıp duruyor. Salt gülmek olmaz. Gel dinini
seversen una biraz bak. Adımız erke e çıkmı diye yanına giremiyorum. Sonra ölür, mölür de ba ımız derde
girer he!’ dedi.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:168)
“Gene bir teranedir tutturdu: ‘Kocam, o kadar temkinli bir insan olmasına ra men hala içerde. Yok yere
zindanlarda çürüyor zavallıcık. Sizin gibi asker kaçakları ise ellerini kollarını sallaya sallaya ortalıkta
dola ıyorlar. Daha geçen hafta buraya gelip sizi sordular gene. Sizden daha çok dikkatli oldu umuz halde,
ba ımız dertten kurtulmuyor. Kedi gibi dört ayak üstüne dü üyorsunuz hep.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:144)
“ ‘Neden <pasaport> alabilece ime o kadar emindin? Ben kendi adıma hiç ummuyordum.’
‘Çünkü,’ dedi Ruth, ‘sözünü geçirebilecek mevkideki bir Püriten hanımefendi, ba ı derde girmi bir
Püriten hanımefendinin derdinden anlar. Püriten hanımefendiler, öbür Püriten hanımefendilerin yalan
söylemedi ine inanmak zorundadırlar.’ ”
(L. Hellman, “ arlatanlar Dönemi”, sa:79)
“... doktor elini Veraguth’un dizine koyarak öyle dedi: ‘Pekala, esirinizim. Bana ihtiyacı olan öbür
hastalarımı bekletece imin farkındasınız sanırım. Söyleyin imdi, kimin ba ı dertte? Karınız mı hasta olan?’ ”
(H. Hesse, “Rosshalde”, sa:126)
“B R ADAM - Julie... Kalk da gel bak! (ADAM’ın yanında bir KADIN’ın ba ı belirir.)
B R KADIN - Ne oluyor? Polislik ne var?
B R ADAM - Bay Amédée’nin ba ı dertte! Amma da matrak i ha! yi dalga!
MADO - (AMER KALI ER’e.) Gel, seyret!
MADELE NE - Ya la tabanlarını!”
(Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Amédée ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:143)
“(Bayan G.) hemen kocasına dönüp Kont’un pe inden giderek onu uyarmasını istedi. Ancak
Komutanın o lu bu hareketin ters etki yapaca ını, onu daha da kamçılayaca ını anımsattı. Markiz de, erkek
karde inin dü üncesini payla ıyordu. Onu mutsuz da olsa Napoli’ye zorla göndermenin bir yolunu bulmak
gerekiyordu. Yoksa ba ı derde girecekti. Bütün bunlar ailenin kafasını karı tırmı tı.”
(H. von Kleist, “Locarno Dilencisi-K... Markizi”, sa:27)
“Bir çocu un ba ı derde girdi inde babasını arayamamak ne garip bir ey diye dü ündüm. Oysa önce
babasını aranmalıydı, hatta sadece babası, dayısı de il. Ama Ahmet’i tanıyanlar onu niye aramadı ımı anlardı
hemen..... ki ili inin yüzüne yansıması olan korkak, ku kulu ifade bütün çekicili ini yok etmeye yetiyordu.
Güvensiz birisiydi, belki de a ırı kuvvetli bir adam olan babasından ileri geliyordu, bu.”
(Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:127)
“ ‘O kadar çok adam döven biri, nasıl olur da erkek sever hiç anlamıyorum,’ diye ekliyorum.
‘Ee, erkek dedi in döver de, sever de,’ diyor Gönül.
Daha yüksek sesle gülü üyoruz.
‘Bu sefer kendi i i de il, arkada larının ba ı dertteymi , sesi çok kaygılıydı, bir cinayet davası,
gazeteler günlerce yazdı, görmedin mi?’ ”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:255)
“JONES (Alaylı alaylı burun çeker) - Ben senin gibi ödlek de ilim... A açlarla dostum... Hem ay da
bedir halinde olacak... beni aydınlatır..... U ra acakları adamın Vaftizciler Mezhebinin seçkin üyelerinden birini
oldu unu bilmiyor musun? Yataklı vagonlarda hammal iken ba ım derde girmeden önce öyle idim ya.. Putatapar
dalaverelerini bir denesinler bakalım...”
(Eu. O’Neill, “ mparator Jones”, sa:31)
“Sen bu dü üncelerden çekiniyorsun! Niye? Çünkü bunlar anla ılmaz, korkunç eyler! Çünkü bunların
faydasını göremiyorsun! Çünkü jurnalcilerden ba ının derde girmesinden endi eleniyorsun!”
(O. Pamuk, “Cevdet Bey ve O ulları”, sa:43)
“.....mutfa a bir saman çuvalı koymasını söylerlerdi Maria da Conceiçao’ya, bir Hıristiyan’ın shaipsiz
bir köpek gibi sokakta yatmasına göz yumamazsın, ama hapishaneden geliyor, çok bildik bir hapishaneden ve
çok bildik nedenlerle oradaydı, burada kalmasına izin verselerdi bile, sonradan kız karde inin ba ı derde girerdi,
zavallıcık evlenmemi ti bile.”
(J. Saramago, “Umut Tarlaları”, sa:223)
“... polisten korkmam ben. Korkacak hiç bir eyim yok. E er canım çekiyor da odamda sabaha kadar
ı ık yakıyorsam, buna kimse karı amaz. Hem, e er polistenseniz, önce belgelerinizi gösterin.
-Polis falan de ilim, dedi Mathieu. Ba ım dertte. Arkada lar sizin bana yardım edebilece inizi
söylediler.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:22)
“Alayla gülerek:
-Hadi hadi, seni, gösteri yapmayalım lütfen! Ölecek olursam ba ı derde girecek olan siz de ilsiniz,
biliyorsunuz.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:226)
“IAGO - Canım, bunlar ahbap kimseler. Yalnız bir kadeh. Sizin yerinize ben içerim.
CASSIO - Bu gece tek bir kadeh içtim, hem ona da gizlice su katmı tım. Yine de bak halimde ne
de i iklik yapıyor. Bundan zaten ba ım dertte, daha ileri gidip derdimi iki kat artırmaya cesaretim yok.
IAGO - Ne olur a canım! Bu gece enlik gecesi: Yi itler istiyorlar.”
(W. Shakespeare, “Othello”, sa:41)
“Ian Fleming gerçi kadınlar konusunda epeyce ba arılıydı, ama yalnızca yüzeysel bir düzeyde. Okuldan
ayrılmadan önce kızlarla ba ı derde girmeye ba lamı tı; Sandhurst’te aynı durum yinelendi.”
(A. Storr, “Yaratma Dürtüsü”, sa:33)
“ ‘Zezé, bana yardım etmelisin.’
‘Ne yaptın?’
‘Bié’yi hatırlıyor musun?’
‘Baron de Capanema’da oturan u bo a mı?’
‘Evet. Çıkı ta beni dövecek. Onunla benim yerime dövü ür müsün?’
‘Ama beni öldürür.’
‘Hiç bile, sen kavgacısın ve yüreklisin.’
‘Tamam. Çıkı ta mı?’
‘Çıkı ta.’
Totoca böyleydi, hep ba ı derde girerdi, bunların sıkıntısını ben çekerdim.’”
(J.M. de Vasconcelos, “ eker Portakal”, sa:59)
“ ‘Yok, sahiden söylüyorum, ba ı derde girecek olan benim... Evi gördünüz: yüksek bir kentsoylu
ahlakına sahip, hatta aramızda kalsın, biraz fazla saygın bir havası var. Gördü ünüz gibi, ne bir ses, ne bir
gürültü. Bir ey olur da Mösyö Gourd mal sahibi Mösyö Vabre’a ikayet ederse ikimizin de ba ı belaya girer.’
”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:I, sa:20)
Ba ı dik (gezmek, ya amak, yürümek) : Kendinden emin, güvenceli, kimseye borcu olmayan, dürüst
Bk.: Ba ını dik tutmak
“Aringarosa, Gandolfo’nun Astronomi Kütüphanesi’nden içeri ba ı dik girmi ti. Amerika’da Katolikli i
temsil ederken çıkardı ı üstün i ten ötürü sırtını sıvazlamak için sabırsızlanan bir kalabalık tarafından
kar ılanaca ını ve övülece ini dü ünüyordu.”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:453)
“Bu kez Madam Josserand karde ine do rudan sordu:
-Ye eninin ba ı dik gezebilmesi için elli bin frankı veriyor musun, vermiyor musun?”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:III, sa:116-7)
Ba ı dinç olmak : Sıkıntısız, özgür, problemsiz ya amak
“Hep birden üstüme varıp pusulayı a ırtmayın. Ellie ile evlenece im. Ne isterseniz yapaca ım. Yeter
ki ba ım dinç olsun. Nasıl, gönlünüz oldu mu?”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:128)
Ba ı dumanlanmak : Neredeyse sarho olmaya ba lamak -özellikle aç karnına içilmi se“Korney bir i e açtırarak önce Kuzma’nın barda ını doldurdu. Sabahtan beri a zına bir lokma
koymamı bulunan arabacının ba ı hemen dumanlandı. Kafayı bulunca da, Korney’e sokulup sesini alçaltarak,
köyde duyduklarını tüccara aktarmaya ba ladı.”
(L. Tolstoy, “Korney Vasilyev”, sa:106)
Ba ı gö e de mek : Çok mutlu, ba arılı ve tepelerde hissetmek (insan); Yükseklerde olmak (bina, da , uçak)
“Gördüm anıtlarını nice görkemli ça ın
Zamanın zalim eli yıkıp etmi yerle bir,
Ba ları gö e de en kuleler darmada ın
Ve sonsuz tunç ölümün gazabına köledir.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:64, sa:169)
Ba ı havada : Burnu büyük; her eyi bildi ini, kendini allame sanan; kendinden son derece emin
Bk.: Burnu havada
“Bir zaman gençli inin doruk noktasında, Govinda’dan ayrıldıktan, Gotama’nın vaazını dinledikten
sonraki günlerde ya adı ı o yüce, o yaman uyanı , o gerilimli bekleyi , ö retisiz ve ö retmensiz geçen o ba ı
havada yalnızlık, gönlündeki tanrısal sesi i itmeye kar ı duydu u o yumu ak e ilim giderek bir anıya dönü mü ,
geçmi se karı mı tı.”
(H. Hesse, “Sidarta”, sa:90-1)
Ba ı ho olmamak : Ho lanmamak, sevmemek, iyi geçinememek
“Polisleri iyi tanır, onların suyuna gitmeyi bilirmi . Sonra, polisin attı ı tokada kar ılık vermesini
bekleyip beklemedi imi sordu. ‘Hiçbir ey beklemiyordum. Hem polislerle de ba ım pek ho de ildir,’ diye
kar ılık verdim.”
(A. Camus, “Yabancı”, sa:42)
“... zıplaya zıplaya Kien’in yata ına yakla tı, büyük bir co kuyla, uyanmak için elinden geleni
yapmasını söyledi ve kitapları toplaması gerekip gerekmedi ini sordu. Huyu gere i yanıt beklemedi; becerikli
hareketlerle eline gelen yı ını kaldırdı, henüz yatakta uzanmı duran Kien’in ba ına uzattı. ‘Haydi içeri!’ dedi.
Kien, yıkanıp giyinirken, yıkanmakla pek ba ı ho olmayan ufaklık, durmadan çalı tı.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:249)
“MEPHISTOPHELES - Hele siz bir bilim dalı seçiniz!
Ö RENC - Hukuk bilimini seçsem, onunla ba ım ho de il!”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:92)
“Arası kesilmeyen sesler ‘general üçüncü bölü e’ ekline girerek hedefine ula ınca istenilen subay
bölü ün arkasından göründü, ya lı olmasına, ko makla ba ı ho olmamasına kar ın tela la ayakları biribirine
takılarak ko ar adım generale do ru ilerledi.”
(L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:I, sa:266)
Ba ı için : Yüzü suyu hürmetine, hayatı için; Birisinden bir istek ricasında bulunurken, sevdi ine emin oldu u
kimseyi öne çıkarıp onun üzerinden iste ini gerçekle tirme antla ması
“Tanrım! Tanrım, Angele u anda içeri girmese bari, i te yeniden hıçkırıklara bo uluyorum… Tümüyle
sinirsel, sanırım; hep sayıp gösterme i inde böyle olurum ben. Üstelik, u anda titriyorum da! N’olur! Ba ım için,
kapatalım bu pencereyi. Bu sabah havası titretti beni. Ya am, ba kalarının ya amı!”
(A. Gide, “Batak”, sa:98)
“ ki yıl daha geçti. akayık hala manastırdaydı. Kueylan be inci çocu unu dünyaya getirmi ti. Bu
seferki kızdı. Altıncısı da karnındaydı. Bir gün hizmetçi kızlardan biri ko a ko a manastıra gelip akayık’ı
buldu:
-Büyük o lan, ölüm halinde yatıyor, dedi, uzatıp bir ka ıt verdi. Ka ıtta, David’in elyazısıyla unlar
yazılmı tı:
-O lumun ba ı için gel.”
(P.S. Buck, “ akayık”, sa:306)
Ba ı kazan gibi olmak : Ba ı çok a rımak, i mek, a ırı dolgunluktan çatlayacak gibi olmak
“Gözümü açtı ımda saat sabahın onu idi. Ba ım kazan gibi olmu tu. Aa, ben hala Ala ehir’de, göçmen
mahallesindeki evimizde ve yer yata ında idim. Okul ba layacaktı ve ben, Balıkesir yolunda olmalıydım.
Deh etle yerimden fırladım.”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:83)
“MANGAN, kendini koltu a atar. - Ba ım çatlıyor! Beynim duracak. Yardım et bana. Aklımı ba ıma
toplayayım. Ne olur ba ımı tut da ovuver azıcık. Ba ım kazan gibi.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:65)
Ba ı kıçı belli olmamak : Bir çalı ma ya da projenin, eyin, yerin düzensiz, nerede ba layıp nerede bitece inin
belli olmayı ı
“Küçük bir çalı mamı gönderiyorum size sevgili dostum. Birileri, bunun ne ba ı, ne kıçı belli demeye
kalkarsa do rusu haksızlık etmi olur, çünkü, tam tersine, her parça çalı manın bütünü içinde, art arda ve
kar ılıklı, hem ba ı hem sonu olu turur.”
(Ch. Baudelaire, “Paris Sıkıntısı”, sa:23)
Ba ımın belası : Ba ıma bela olmu bir problem, dert
“EJDERHA
-------------Önceden de demi tim da perisi gibisin.
Ma ara duaları ürkütür bedenimi...
Ko günahkar papazın mutluluktan gebersin,
Tanrı korusun beni!...
Sen ba ımın belası, çek git, defol buradan!
Çekici bir ejderhasın -ba ım dertte bu yüzden...”
(Voymir Asenov<d.1939>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
01.12.05)
“-Beyefendi! Siz benimle alay mı ediyorsunuz? Sabrımı ta ırıyorsunuz artık!
- t! Yoksa sizi susturmak zorunda kalaca ım; ba ımın belası mısınız siz? Söyleyin bakalım, ya siz
bıurada ne arıyorsunuz? Siz olmasaydınız ben sabaha dek yatar, sonra da çıkar giderdim.
-Ama ben burada sabahlayamam ki; ben aklı ba ında, saygın bir adamım...”
(F. Dostoyevski, “Ba kasının Karısı”, sa:45)
“Cebinde bir ruble yetmi kepi i vardı. ‘Belki ba ımın belası, ahlaksız kadın gebermi tir,’ diye
dü ünüyordu. Daha sa sa bile, ölmeden önce ba ıma ne i ler açtı ını anlatırım namussuza...”
(L. Tolstoy, “Korney Vasilyev”, sa:117)
Ba ımın üstünde yeriniz var : Bir saygı ifadesi olarak ‘Kapımız size her zaman açık, Sizler saygıde er
kimselersiniz; Her zaman buyurun’ ba lamında
“Kalyakin gücenerek söze karı tı:
-Müsaade buyurun. Dosiyef Petroviç! Size gelen iblis de il, bendim. Söylediklerinizde biraz dikkatli
olun. Çok rica edece im!
-Ben sizi kastetmedim. Gelmek istiyorsanız her gün gelin bana, ba ımın üstünde yeriniz var. Ancak bir
noktayı anlamı de ilim: Hukuku bitirmi , kültürlü bir adam nasıl oluyor da bu babahindiye ö üt verecek yerde
onunla el ele verip bana kar ı çıkıyor?”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:69-70)
“Ali Osman Reis, ustası Kara Yani Reisin türlü hünerlerini, ıncı ını cıncı ını anlattıktan sonra aya a
kalktı:
‘Poyraz Musa karda , ho gelip safalar getirmi sin… Bir hacetin olursa ba ımız üstüne. Adan sana
kutlu, mutlu olsun.’
‘Sa ol Osman Reis. Gene beklerim.’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada hikayesi 1- Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana”, Cilt:1, sa:168)
Ba ımla beraber : Ba üstüne, saygılarımla, kabulüm
“Gireyim mi girmeyeyim mi Sayın Peder? Beni de sofranıza kabul eder misiniz?
-Buyurunuz, ba ımla beraber.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:130)
Ba ına Anka ku u (Zümrüdü Anka) konmak : Çok büyük bir servete ya da varlı a aniden sahip olmak
Bk.: Ba ına devlet ku u konmak
“Fédor kar ılık veremiyordu; çünkü atı için çok kaygılanıyordu. Lamiel de çok haklıydı; genç kız:
-Ba ka diyeceklerim de var, diye ekledi. Daha beter bir eyle kar ıla acaksınız, ba ınıza Anka ku u
konuyor.”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:II, sa:57)
Ba ına (bela, kaza) almak, gelmek : Bir eyin sorumlulu unu üstüne aldıktan sonra onunla ba edememek
Bk.: Ba ına tebelle olmak
“- imdi gösterece im. Dün aldım; hemen okudum. Burada i te: Petersburg’da çıkan ‘Söylenti’de.
‘Söylenti’ bu yıl çıkmaya ba lamı , söylentilere bayıldı ım için abone oldum, ama ba ıma belayı almı ım..”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:108)
“‘Hesap yetene iniz mükemmel. Bakın, ba ınıza, nasıl desem, bir kaza geldi. Ama kurtuldunuz, geçmi
olsun. Ama tam olarak iyile mediniz hemüz. Küçük bir amnezi söz konusu.’ ”
(U. Eco, “Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi”, sa:13)
“-Bu gece olup bitenleri gözlerinizle gördünüz, arkada lar. Bakın, içki denen zıkkım insanın ba ına ne
i ler açıyor! Dü mana rezil olduk! Bu huyunuzdan vazgeçmezseniz daha nice bela gelecek ba ınıza! çki
payınızı arttırdık diye hepiniz kör kütük sarho oldunuz!”
(N. Gogol, “Taras Bulba”, Cilt:II, sa:11)
“Olanı biteni ba tan sona kadar ona anlattılar. Muhtar güldü. Ardından da, ‘i ler kötü,’ dedi. ‘Yüzba ı
bizim köye çok kızıyor, o köyü yerle bir edece im, diyor. Aldık ba ımıza belayı.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:III, sa:293)
“YOLCU - Çekil, yoksa...
MARTIN KRUMM (Kendi kendine.) - Kör eytan! imdi kaçacak delik ara bakalım... Pek, tamam;
peki tamam! Görüyorum, bana bela olmaya gelmi siniz buraya. Ama, eytan canımı alsın, ben namuslu bir
adamım! Göreyim bakayım, kim adıma kara çalabilirmi . Bunu aklınızdan çıkarmayın.”
(G.E. Lessing, “Yahudiler”, sa:54)
Ba ına bela etmek : Hiç yoktan, ço u kez iyilik yapmak amacıyla, güç bir ödevi yüklenmek
Bk.: Ba ına i açmak
“PANDOLFO - Otuz zekkinoyu ona ben bulaca ım.
D. MARZIO - Bravo; ona kırk zekkino bulunuz. Benim on zekkinoyu bana verirsiniz, ben de size
onun küpelerini veririm.
EUGENIO, kendi kendine. - Bu herifi ba ıma bela etti im dakikaya lanet olsun.”
(C. Goldoni, “Kahvehane”, sa:21)
Ba ına bela kesilmek, olmak : Birisine sürekli üzüntü ve kaygı verecek bir duruma gelmek, yakasını
bırakmamak
“Bu tatsız yolculuktan sonra kimselere görünmeden, sessizce evine gidecekti. Ama bu dört ayaklı bela
ba ında olduktan sonra, bunu yapmasına olanak yoktu. Kente nasıl girecekti? Ne bir kuru para, ne bir tek aslan.
Hiç bir ey, hiç bir ey!.. Yalnızca bir deve.”
(A. Daudet, “Taraskonlu Tartarin”, sa:136)
“Hıristiyanlık kadar Yahudi bankerler de, küstahlık ve açgözlülükleriyle, soyup a a ıladıkları ülkenin
ba ına bela olmu lardı; her hükumet döneminde önlerine bir engel olmadan i lerini yürütebileceklerinden emin
olduklarından, hükumetlerin kalmasını veya de i mesini önemsemiyorlardı.”
(A. France, “Penguenler Adası”, Cilt:II, sa:13)
“Kafka, ba ka kimi örneklerde oldu u gibi, ‘ikinci literatür’ dedi imiz, ‘metinler üzerine yazılarının’
olu turdu u birikimin de okurun ba ına bela kesildi i bir üretimin sorumlusudur.”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:17)
“ ‘... Gel de ba ını tulumbanın altında tut, belki bir yarar olur. Gel Yusuf.’
‘Ü üyorum, ölüyorum... Ölüyorum. Hösük.’
Hösük kızdı:
‘Öl, geber, cehenneme git, sersem herif. Böyle hallerin var da ne demeye Çukurova’ya gelir de
ba ımıza bela olursun!’ ”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:60-1)
“Benim için, her durumda erke in ba ına bela olan bu kadın tipinin simgesi i te o yüksek topuklar
olmu tu; bir biçimde o topukları, o topukların üzerinde yükselen kadınları yazacaktım. Bu bir duru tu çünkü.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:13)
“ ‘O zamanlar o kahrolası Kaçak Köle Kanunu ba ımıza bela olmamı tı tabii.’ Bayan Healey gözlerini
kapadı, iç geçirdi. A zının kenarları tuhaf bir ekilde kıvrıldı.”
(M. Pearl, “Dante Kulübü”, sa:73)
“MACBETH -... Ama böyle hallerde yine burada hüküm giyiyoruz: kanlı dersler vermi oluyoruz;
sonra, bunlar, ö renilince, dönüp ö retenin ba ına bela kesiliyor; o a maz elli adalet, zehir koydu umuz
kadehin içindekilerini kendi dudaklarımıza sunuyor.”
(W. Shakespeare, “Macbeth”, sa:21)
“Hayır, kader kısmetten do mamı tır bu çocuk,
Onun ba ına bela de ildir ne tantana,
Ne de ya amdan sille yiyendeki mutsuzluk;
Ba lı kalmaz zamanın ini çıkı larına.
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:289, sa:124)
“RANDALL - O nerede, do ruluk nerede? Sabahtan ak amakadar ortalı ı velveleye verir. Siz de
aya ınızı denk alın, sizin de ba ınıza bela olabilir, daha do rusu sizi sevseydi hapı yutmu tunuz.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:110)
“Kunduracı daha da korktu: ‘Yakla sam mı, geçip gitsem mi? Yakla ırsam, ba ıma bir i gelebilir. Kim
bilir neyin nesi, kimin fesidir bu adam? Övünülecek bir i için buralara dü mü olamaz. imdi yanına gidersin,
üstüne atlayıp bo maya kalkar seni, kurtulamazsın da elinden. Bo masa bile ba ına bela olur. Çıpla ın biriyle
ne yapacaksın? Kendi üzerindekileri çıkarıp verecek de ilsin ya adama. Tanrı beni korusun!’ ”
(L. Tolstoy, “ nsan Ne le Ya ar”, sa:20)
Ba ına bin bela çorabı örmek : Feci bir ekilde intikam almak, do duklarına pi man etmek
“ imdi ben gideyim de u Vayvaydan, u senin güzel gözlerinin intikamını alayım. Her damla ya için
onların ba ına bin tane bela çorabı öreyim. Analarından do duklarına da do acaklarına da onları bin pi man
edeyim.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:II, sa:359)
Ba ına bir bela gelmek, bir i açılmak, çıkarmak; ey-kaza gelmek : Bir ki iye kötü eyler olmak, sorunlarla
donanmak
“-Tevfik’in ba ına gelenleri duydun mu? Allah razı olsun, o lan, kimseyi ele vermedi. O adamlar
kimse haber vermeli, dikkat etmeli, kendilerini sakın ele vermesinler...”
(H.E. Adıvar, “Sinekkli Bakkal”, sa:206)
“ ‘Yüce Tanrım!’ diye ba ırdı Kahya kadın, ‘efendimin ba ına bir bela geldi ini sezmi tim zaten.
Girin, efendim, girin, ho geldiniz; u Urganda’yı da bo verin; biz insanı onsuz da iyile tiririz. Sizi bu hale
getiren bütün o övalye romanları da cehenneme gitsin!’ ”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:36)
“Neden sonra kendimi toparladı ımda ba ıma ne i ler açtı ımı anlamaya ba ladım. Ben ne halt
etmi tim? Hepsi u dilimi tutmasını bilememektendi! Neredeyse a layacaktım. Arkasından bakıp ‘ne olur, geriye
dön!’ diye ba ırmak istedim ama kızın yerinde yeller esiyordu.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:34)
“Sanayici. Noel Baba gibi mübarek! Seni ömür boyu rahat ettirecek bir para ayırdı senin için. Ba ına
bir ey gelecek olursa karına, çocu una da bakacak, gözün arkada kalmasın.”
(D. Fo, “Marino Serbest! Marino Masum!”, sa:51)
“ ehrin bu kısımlarını az tanıyorum, fakat eminim ki, eski uygarlıklara ait hiçbir ehir Roma kadar kötü
bir arazi üzerine kurulmu de ildir. Romalılar böylece ba larına her geleni çektikten sonra, sayfiyelerini dı ta,
eski ve harap kentlerin yerlerine kurmaya, ya ıyabilmek, hayatın tadını çıkarabilmek için ta oralara dek
çekilmeye zorlanmı lar.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:I, sa:243)
“-Bu gece olup bitenleri gözlerinizle gördünüz, arkada lar. Bakın, içki denen zıkkım insanın ba ına ne
i ler açıyor! Dü mana rezil olduk! Bu huyunuzdan vazgeçmezseniz daha nice bela gelecek ba ınıza! çki
payınızı arttırdık diye hepiniz kör kütük sarho oldunuz!”
(N. Gogol, “Taras Bulba”, Cilt:II, sa:11)
D. MARZIO - Bu gece onu çok beklediniz mi?
VITTORIA - Ba ına bir kaza gelmi olmasından korkuyordum.”
(C. Goldoni, “Kahvehane”, sa:41)
“Teyzem yarayı inatla sakladı ımı fark edince:
‘Mutlaka bir yaramazlık ettin. Önemli bir ey ki, saklıyorsun. Bir hekime gösterelim, ba ımıza bir i
açar diyordu.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:92)
“-Bu gece olup bitenleri gözlerinizle gördünüz, arkada lar. Bakın, içki denen zıkkım insanın ba ına ne
i ler açıyor! Dü mana rezil olduk! Bu huyunuzdan vazgeçmezseniz daha nice bela gelecek ba ınıza! çki
payınızı arttırdık diye hepiniz kör kütük sarho oldunuz!”
(N. Gogol, “Taras Bulba”, Cilt:II, sa:11)
“... yarı külhanbeyi tavırlı bir delikanlı idi ve bu lafı, tam o esnada otelin merdivenlerinden çıkmakta
olan i man bir hanıma atıyordu. Bunun yanında duran bir köy imamı, koluyla delikanlıyı dürttü:
-‘Sus, o lum, ba ına i açarsın,’ dedi.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:112)
“Hans’ın ölümünü sofrasının kurulmasına bakarken duyduydu, ‘Oh olsun sana,’ dediydi. ‘ stanbul’un
Sarıkum olmadı ını sana söylemi tim, bırakalım demi tim bu hayvanca ızı buraya, hatırlıyorsun de il mi, o gün
hayvanı sepete sokmaya u ra tı ında söylemi tim bunu, demi tim ehir bana yaramaz diye, ba ına bir ey gelir
bunun diye...”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:84)
“Bir gün, elime biraz para geçerse stanbul’dan bir otobüs tutaca ım, gazeteci arkada larımı bindirip
kasabamı göstermeye götürece im. sterse bir insan bu Ortaça karanlı ında, bu A a’ların içinde bile bir eyler
yapabilir. Yapar ama, ba ına da i ler açar. Kuyru una da teneke ba lanır.”
(Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:163)
“Ali de gidip aya ıyla yordamladı. Sürülmü tarlanın kıyısını bir kaç kere dola tı:
‘Bugün çift sürmemi Memed, evlekler öyle duruyor.’
Dursun:
‘Ba ına bir i gelmesin?’ diye acımı bir sesle sordu.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:32)
“Herifin arkasında uçucu bir ruh gibi gözden yitiverdi ve arabanın arka tahtasına kuruldu. Köylü kendi
kendine konu uyordu: ‘E er ben bu herifleri arabama almak istesem, ba ıma çok i açmı olurum. Deli mi ne?
Yersiz yurtsuz serseriler! Her dakika bir ba kası ko up geliyor.”
(E. Mörike, “Stuttgart Cücesi”, sa:118)
“SEKRETER - Yo, hayır, ba ınıza i açmaya de mez. Ahmakın teki.....(Sersem sersem duran YANK’a
a a ılayıcı bir yüzle bakar.) Allah kahretsin, laf anlatılmaz ki sana. Allahın ayısı.
YANK ( itti i laf üzerine vah i bir tavırla bo una çırpınır.) - Ne dedin ne? Seni gidi düdük seni!”
(Eu. O’Neill, “Allahın Ayısı”, sa:63-4)
“YARDIMCI KAPTAN -... Anla maları iki yıl içindi. O müddet de bugün bitiyor. Memlekete
döndü ümüz zaman ba ımıza i çıkarabilirler.
KEENEY - Canları cehenneme... Mahkemelerde ba ıma istedikleri kadar dert açsınlar. Ben i in
parasında de ilim. Ne pahasına olursa olsun balina ya ını elde etmeliyim.”
(Eu. O’Neill, “Ya ”, sa:19)
“ ‘... Da ınıkla tın. irketle de ilgilenmiyorsun. unu unutma ki bir gün benim ba ıma bir ey gelirse
irketi idare eden yalnız Osman olmayacak...’
‘Allah korusun!’ ”
(O. Pamuk, “Cevdet Bey ve O ulları”, sa:202)
“Ben de hemen evimize ko tum. Anneme ba ıma geleni anlattım. Abil Ana beni yere yatırdı. Uzun
uzadıya kasıklarıma, korku damarlarıma bastı.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:I, sa:125)
“Ba ımın etini yiyor. Neredeydin? Kiminleydin? Sen liseli bir kızsın, eve bu saatte gelinir mi? Ba ına
bir i gelirse ben madettin’e ne derim? Paran bittiyse söyle. Çama ırını niye de i tirmedin?”
(A. Timuçin, “Gece Gelen Eski Dost”, sa:112)
“ kinci kez ‘Suvenir!’ diye ba ırdım.
Harlov, Suvenir’e öyle yan yan bir baktı. O ana dek, sanki onun varlı ını bile ayrımsamamı tı.
Yalnızca benim haykırı ım dikkatini çekmi ti:
-Dikkat et karde , diye bo uk bo uk homurdandı. Ba ına bir bela gelmesin!”
(I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:84)
“Gözleri ya larla doluydu. Büyük bir acıyla yalnızca öyle mırıldanabildi:
- nsanların hakkı var. Kiliseniz haklı, ve tabii siz de öyle.
-Ben bu i te, zor durumda kalan Pilatus gibiyim, Bayan Mabel. Onların ba ına böyle bir ey gelmesini
istemezdim. Sonuna kadar direndim.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:164)
Ba ına buyruk : Özgür, kimseye tabi olmayan, hesap vermeyen, serazad kimse “Halk Adamı Charlie Chaplin çin arkı
V
-----------------------piyano hamalını
bu arada hep kendinsindir sen, kimseyle
uzla mayan, ama gene de fazla alçak gönüllü,
mal sahibi olmayan, kimsesiz
yollarda ba ına buyruk,
ya murda evimizde, aynada, belle imizde
a ırlayaca ımız, ama gene de yitirdi imiz
bir dost.”
(Carlos Drummond de Andrade<1902-1987>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 08.01.04)
“Kendini yazardan saymadı ı için, yazdı ı eylerden kendisini sorumlu görmüyor, bu yüzden de yaptı ı
i i canı gönülden savunmak gelmiyordu içinden. William Wilson kendi bulu uydu ve her ne kadar Quinn’in
içindnen do mu sa da artık ba ına buyruk bir ya am sürdürüyordu.”
(P. Auster, “Cam Kent” -New York Üçlemesi 1-, sa:8)
“Vasari’nin yazımızın hemen ba ında alıntıladı ımız ve Michelangelo’nun yalnızlı ına ili kin olarak
söyledikleri de, sanatçının gerekli donanımı elde ettikten sonra yaratma sürecinde ne denli ba ına buyruk
kalması gerekti inin vurgulanmasından ba ka bir ey de ildir.”
(A. Cemal, “Ya amdan Çevirdiklerim”, sa:106)
“Gru enka hep aynı ne eli, saf haliyle :
- Yoo, benim melek Küçük hanımcı ım, diye yanıtladı; size hiçbir ey vadetmedim ben.
Görüyorsunuz ya sayın Küçük hanım, size kar ı ne kötü, ne kadar ba ıma buyru um. Aklıma esti i gibi hareket
ediyorum.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:232)
“ NANALIM SO UK MEVS M N BA LANGICINA
----------------------------------------------------------------ben bu ba ına buyruk adayı
okyanusun kasırgasından
ve yanarda patlamalarından geçirdim
ve paramparça olmak, o parçalanamaz varlı ın sırrıydı
ki en küçük zerresinden güne ler do du”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-inanalım so uk mevsimin ba langıcına”, sa:106)
“‘Daha beter eylerin olması alnımıza yazılıymı . Evimizin yıldızı sönüverdi. Ba ına buyruk ve atak
insan olan küçük karde im hafif süvari subayı idi. Çılgınca bir bahse tutu mu . Macaristan’da oluyor bu i . Bahis
gere ince at sürmekten kan ter içindeyken, tam teçhizat atıyla Tuna’yı geçiyor ve tabii bunu hayatıyla ödüyor.’ ”
(F. Grillparzer, “Fakir Çalgıcı”, sa:51)
“Kartal Yuvası insanı rahatlatacak kadar düzensiz bir ekilde idare ediliyordu. Konforun ‘k’sı
girmemi ti buraya, her ey eski tertipti. Kendi eviniz kadar sevebilirdiniz burayı, çünkü ancak kendi eviniz kadar
sevimli ve kendi halinde ba ına buyruktu.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:142)
“MACBETT - Sizin ve benim gibi ki ilerin.
BANCO - Tabii, üphesiz.
MACBETT - Biraz kendi ba ına buyruk davranıyor.
BANCO - Tamamiyle kendi ba ına buyruk.
MACBTT - Ba ına buyruk bir hükümdar. Oysa ba ına buyruk yönetim en iyi yöntem olmaktan
çıkmı tır ça ımızda..”
(Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Macbett’, sa:302)
“Hıristiyan olsalar da, pek Ortodoks sayılamayacak inançları ve ö retileri olan bu saygısız, ba ına
buyruk da lılara o da pek güvenmiyordu. Böylece isyancıları, sinsice Bekaa ovasına çekmeyi kabul etti. Orada
hepsi kılıçtan geçirildiler. Hemen ardından gönderilen bir birlik, köylerini yakıp yıktı.”
(A. Maalouf, “Yolların Ba langıcı”, sa:55)
“Annelik
Hep öyle kal-su
ba ına buyruk, özgür
ani ve kötücül girdaplarla dolu.
Sen de sevgilim, öyle kal!
Kır, dök
bentleri, baraj kelepçelerini kır geç...
Afetlere duydu um
kadim deh etimi uyandır yeniden...
...tek istedi im avuç avuç içmek,
zin ver.”
(Sofia Nestorova<d.1955>-Kadriye Cesur; Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 16.04.09)
“Bird, Himiko’nun verdi i tepki kar ısında oka u ramı tı. Himiko’nun evine geldi inden beri ba ına
buyruk davranarak, yalnızca kendini dü ündü ünün, Himiko’yu kendi bilincinin bir zerresinden öte bir ey
olarak görmedi inin farkına varmı tı. ‘Bu hakkı kendimde nasıl buldum acaba? Ki isel felaketini ya ayan bir
tırtıl gibi, felaket kozasının içinden ba ka bir ey göremedim. O yüzden de kozanaın tek hakkının kendimede
oldu unu sandım...’ ”
(Kenzaburo Oe, “Ki isel Bir Sorun”, sa:188)
“Lulu kurtuldu, taraçayı uçarak geçti. Rirette onun uzakla masını seyretti. ‘Böyle bir ey yapabilece ine
hiç mi hiç inanmazdım. Ne kadar ne eli,’ diye dü ündü. ‘Biraz ba ına buyruk gibi, kocasını ba ından atmayı da
böylece ba ardı. Beni dinlemi olsaydı, çoktan her ey olup bitmi ti. Ne olursa olsun benim yüzümden oldu.
Sözün kısası çok etkiledim onu.’ ”
(J.-P. Sartre, “Duvar-Özel Ya am”, sa:115)
“... çamurlu postallarını sallayan Ménard ’ı gördü. arkıyı söyleyen oydu; bu çılgın ne eden korkmu
gözleri, kocaman açılmı a zının üstünde yusyuvarlak, sa a sola dönüp duruyordu; ses, gövdesinden tek ba ına
çıkıyordu sanki, ba ına buyruk; ses, onda, midesinin, ba ırsaklarının özsuyunu, damarlarının kanını emerek
korkunç bir arkı haline getiren dev bir asalak gibi ya ıyordu..”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:134)
“Bir kızın, annesinin evindeki edilgin konumundan kurtulmak, ba ına buyruk olmak için evlenmeyi
istemesi do aldır; ama, çok tehlikelidir bu ça .”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:I, sa:103)
“Prens’e gelince, o bu görü me iste ine hiç a ırmadı ı gibi, hiç de öfkelenmedi. Ellerini o u turarak:
‘O güzel gözlerin dereler gibi ya lar akıttı ını görece iz,’ diye söylendi. ‘Ba ı lanma istemeye
geliyor. En azından o azametli güzellik küçülecek! O ba ına buyruk havalarıyla da pek çekilmez hal almı tı
do rusu.’ ”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:277)
“Benim ne denli ba ımsız yaradılı lı oldu umu sen bilirsin, Harry. Her zaman ba ıma buyruk
olmu umdur. Yani öyleydim, Dorian Gray’le tanı ıncaya kadar.”
(O. Wilde, “Dorian Gray’in Portresi”, sa:15)
“Viyana’dan sıvı mamın bütün amacı, güvenli burjuva havasından uzakla mak ve ondan kurtulup,
yüzde yüz ba ıma buyruk ya amaktı.”
(S. Zweig, “Dünün Dünyası” sa:143)
“ imdiki bakan ünlü Kont de Molé’yi öylesine pohpohladılar ki, Fransa’nın Civita-Vecchia konsolous
oldu u halde üç haftalık bir tatil iznini üç yıldır sürdürme cüretini gösteren ve hala görevinin ba ına dönmeyi
dü ünmeyen devlet memuru Henri Beyle’nin ba ına buyruk davranı ına göz yummaya razı oldu.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Stendhal’, Cilt:III, sa:158-9)
Ba ına çalmak : Hediye edilen ya da yardım edilen bir eyi, kayna ına hiddetle, nefretle geri vermek
“Tir tir titriyordu ama kararlıydı. Bunun bir soygundan ba ka bir ey olmadı ı inancıyla, sa elindeki
iki yüzü ü güçlükle çıkararak arabanın penceresinden dı arı fırlattı; ‘Alın, ba ınıza çalın’ diye geçiriyordu
aklından.”
(G.G. Marquez, “Bir Kaçırılma Öyküsü”, sa:9)
“ kisi de yüzleri kıpkırmızı horoz gibi dikiliyor. Mösyö Josserand onları ayırmaya çalı ıyordu. Adam
yine sendeleyip oturmak zorunda kaldı. Bir süre sonra damat yine söze ba ladı:
-Her neyse, ben evimde ahlaksız kadın istemiyorum. Paranızı ve kızınızı alın ba ınıza çalın!”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:III, sa:98)
Ba ına çorap örmek : Problem, dert yaratmak; Tuzak kurmak
Bk.: Ba ına dert açmak
“Justiniana, ‘Dona Lucrecia’dan söz etti imi bal gibi biliyorsun, seni küçük eytan, salak numarası
yapma bana,’ dedi. ‘Kadının ba ına ne çoraplar ördün. Hiç üzülmüyor musun?’ ”
(M.V. Llosa, “Üveyanneye Övgü”, sa:130)
“Ka lar, gözler, saçlar, boy bos kusursuzdu. Suluboya tablolarındaki resimler gibi insanın içini
sarıveren tatlı bir güzellik. Bir tek eyini be enmemi tim: Gözlerini. Bu kapkara, pırıl pırıl tutkulu gözler
Jülyenci in ba ına çok çoraplar örece e benziyordu.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:45-6)
Ba ına çullanmak : Birinin üzerine atlamak, bütün gücüyle abanmak
“Nihayet sabah olmadan, herkes daha uykudayken kalkıp kaçmaya karar verdim. Çünkü be zırtapoz
adamla dört kadın ve iki çocu un hep birden ba ıma çullanıp beni pataklamaları hiç i ime gelmiyordu.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:494)
Ba ına dert açmak : Kaldıramayaca ı yükün altına girerek kendini zor konumda bırakmak
“Oysa kendini öldürecek yerde, ölmü numarası yapıyordu. Utanmak nedir bilmiyordu. Kendisi ise
birazcık kısa diye, burnundan bile utanıyordu. Ötekine gelince, keyfince ya ıyor, bir de hırsızlık yapıyordu.
Ba kalarının ba ına dert açıyordu.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:340)
“MADELEINE - A aç mı sanıyorsun sen onu! Hiç utanıp sıkılması da yok! Her yeri kaplayacak,
Tanrım! Her yeri! Nereye koyarım ben onu? Senin için hava ho tabii. Ev i leriyle u ra an sen de ilsin ki!
AMEDEE - Ba ımıza bir sürü dert açtı ı besbelli. Ama, yine de, beni etkiliyor. Dü ünüyorum da...
Ah, ba ka türlü de olabilirdi bu...”
(Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - I - ‘Amédée ya da Nasıl Kurtulmalı’ ”, sa:53-4)
“... Sofu köylü karılardan birinin ine i öldü; ne dese be enirsin? Kadının tarlası bizim göle, yani
Paris’ten gelme bir filozofun, bir dinsizin gölüne biti ikmi de hayvan ondan ölmü ; haftasına bir de baktım,
göldeki balıklar kireçle zehirlenmi , hepsinin karnı havada. Anlayaca ın, ba ıma her çe idinden dert açtılar.”
(Stendhal, “Kırmızı ve Siyah”, Cilt:II, sa:5)
“Bakın Bay Pedro, dedi Pereira, otuz yıldır birbirimizi tanıyoruz, ta Lizbon’un en iyi gazetesinde yerel
haberlerle u ra tı ım dönemden beri hiç ba ınıza dert açtım mı? Asla dert açmadınız, diye yanıtladı dizgici,
artık i ler eskisi gibi de il, imdi bütün bu bürokrasi var, ben de uymak zorundayım Doktor Pereira.”
(A. Tabucchi, “Pereira ddia Ediyor”, sa:161)
Ba ına devlet ku u konmak : Eline beklenmedik bir yerden bir servet ya da nimet geçmek
“CEL LE - Bahçıvanla yapılacak uçak yolculu u. Aman ne eref ne eref.... Ne zevk... Ne zevk!
OKYAY - Benim yanıma oturtmasınlar da nereye oturturlarsa oturtsunlar herifi... Kimbilir nasıl
kokuyordur mon er!...
A. HAMLET - Haydi canım, adam pekala adam... Kıskanıyorsunuz da ondan söylüyorsunuz. Ben
milyonere de i mem...
AY E - Adam acaba ba ına konan devlet ku unun farkında oldu u zaman ne yapacak?”
(C.F. Ba kut, “Harput’ta Bir Amerikalı”, sa:138)
“Therese’nin ba ına konan devlet ku unu ilk o haber aldı. Fakat Therese’in sözlerinin do ru
olabilece ine bir türlü inanmadı. Öyle ki, onun bu tutumu kar ısında gururu zedelenen kadın, sonunda onu
nikaha davet etti.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:68)
“Foto raf sanatı ve senaryo yazarlı ı sanatı ve senaryo yazarlı ı konusunda yazılmı ne varsa yalayıp
yutmu genç yönetmenler, kafalarında fikirleri, ceplerinde üniversitede çektikleri videoların sıralandı ı
CV’leriyle ba larına devlet ku u konmasını bekliyorlar.”
(P. Coelho, “Kazanan Yalnızdır”, sa:16)
“NORA - Yok, önce sen anlat! Ben bugün kendimden sözetmemeye karar verdim. Bugün, yalnız senin
dertlerini dinleyece im. Ama dur! Sana bir ey söyleyeyim. Bugünlerde ba ıma konan devlet ku undan haberin
var mı?”
(H. Ibsen, “Nora-Bir Bebek Evi”, sa:19)
“Zengin ve ya lı kocasından dul kalmı , otuz ya ında genç ve güzel Neveda Hanım, onyedi-onsekiz
ya ında gayetle dilber, pırpırı bir kayıkçı o lana gönül verir; araya çöpçatıcı bir mahrem adamını koyar, o lan
para ile yola getirilir ve hanım güzel kayıkçı ile evlenir. Ömrü, dolmu a i leyen iki çifte bir kayıkta denize kürek
çalmakla geçerken, ba ına böylece bir devlet ku u konarak mükellef bir konakta a a olan kopuk o lan, eski
ayakda larını terketmeyerek meyhanelerde ak amcılı a ve Galata’da Rum yosmaları ile türlü kepazeliklere
devam eder, kendisini seven karısına bir püsküllü bela olur ve nihayet bir Rum fahi esinin kalyoncu kabadayıları
tarafından bıçaklanarak öldürülür.”
(R.E. Koçu; “ stanbul Kabadayıları”, sa:44-5)
ELLIE - Oo, yıllarca sonra..... Sesim ho una gitmi . Evime kadar götürmek istedi. Babamla
tanı tırınca az kalsın küçük dilini yutacaktı. Dü ün kendi irketinin müdürü. Ancak o zaman babam, Mangan’ın
ne kadar soyluca davranmı oldu unu anlattı bana. Adam iyice zengin ya, ba ıma devlet ku u konmu sayıldı.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:24)
Ba ına dikmek :
çki kadehini ya da barda ını kaldırıp a zına bo altmak
“Kendimi pek iyi hissetmedi imi söyleyerek, bana bir soda ile bir kadeh Slibowitz getirmesini rica
ettim. ‘Elbette!’ diyerek, göz açıp kapayana kadar uzakla tı. Aslında niyetim yalnızca bara dayanıp iki kadehi
hızla ba ıma dikmek ve hemen oradan ayrılmaktı.”
(S. Zweig, “Sabırsız Yürek”, sa:403)
Ba ına ek imek : Birine musallat olmak, muhtaç olup asılmak
“KAPTAN -... Bu herifler bütün gün bir yazıhaneye kapanırlar. Ak amdan ak ama görürsün suratını.
Geceleri uykuda geçirirsiniz daha çok. Bütün gün defedersin ba ından. Çar ılara çıkar, paracıklarını saçar
savurursun. Bu da fazla gelirse bir denizciyle evlen. Yılda olsa olsa, üç hafta ba ına ek ir.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:99-100)
Ba ına i açmak : Bir kusur, hata dolayısıyla kendini güç durumlara sokmak
“Zaman zaman içine girdi i o çılgın, sinirli ruhsal durumların içinden hep garip dü üncelerle ortaya
çıkar, bunları ciddiye almaz, ama ba ına i açmak için eytanın avukatı rolünü oynamak ho una giderdi.
nsanları kızdırmak onu ne elendiriyordu, birisine özellikle budalaca bir ey söyledikten sonra ço unlukla o
ki inin baca ını -hep de gıdıklanan bir yerini- bulup sıkardı. Sözün tam anlamıyla insana takılmaktan
ho lanırdı.”
(P. Auster, “Yalnızlı ın Ke fi”, sa:40)
“Irazca böyle deyince Ahmet bir zaman sustu. Sonra birden gözlerini belertip: ‘Üüüüüüüü!...’ diye
kocakarının üstüne atıldı. Tıpkı Irazca’nın kendisine çıkı tı ı gibi: ‘E ek sıpası!’ dedi. ‘Dadında bırak unu!
Ellerin yanında filan yaparsın da, ninesi ö retiyor derler. açarsın ba ıma...’ Tıpkı, ama tıpkı Irazca’ya
benzetiyordu. Taklitte birinci...”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:5)
Ba ına kahya kesilmek : Patronluk taslamak, yersiz oldu u halde ba kasına buyrukta bulunmak
“ akayık gözlerini ondan ayıramıyordu. Bir aralık göz göze geldiler. David gülümsedi. akayık ba ını
öne e di, sonra u akların en ya lısı olan Van Baba’ya döndü:
-Git, bahar bayramı için hazırlanan arabı getir, efendiye ver, dedi.
U ak, alçak sesle:
-Senin kadar ben de biliyorum. Yıllardanberi ö rendik artık! Bizim karı gibi sen de ba ıma kahya
kesildin! diye söylendi.”
(P.S. Buck, “ akayık”, sa:13)
Ba ına kakmak : Yapılan bir iyili i devamlı anımsatmak, diyetini istemek
“Bu yedi aylık do u anasının, babasının sa lı ında ara sıra ba ına kakılırdı:
‘Patlama o lum; u külü alayım. Ananın karnında yedi ay nasıl durdun?’ ”
(Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:13-4)
“Berber gelip Bayram’ı, saç sakal tıra etmi ti. Ba ındaki sargıyı almı lardı. Sol kula ının üstünde,
alnına do ru, kavun dilimi gibi bir yara izi vardı. Yaranın yeri iyice belliydi. Acaba hep böyle belli olup gidecek
miydi? Köyde ikide bir ba ına kakacaklar mıydı?”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:193)
“ ‘O, kadına yaptı ı çok büyük haksızlık yüzünden, kadının a k dı ında dikkatinden kaçar gibi görünen
küçük nedenlerin her birin arayıp buluyordu. Ve bulunca, bunları kadının ba ına kakıyordu.’ ”
(A. Camus, “Defterler 3”, sa:55)
“Homeros’a bakılırsa, Sisyphos ölümlülerin en bilgesi, en uyanı ıydı. Ba ka bir söylentiye göre de
haydutlu a e ilim gösteriyordu. Ben bunda çeli ki görmüyorum. Ruhlar ülkesinin yararsız i çisi olmasına yol
açan nedenleri konusunda kanılar farklı. lkin tanrıları biraz hafife alması ba ına kakılıyor.”
(A. Camus, “Sisyphos Söyleni”, sa:127)
“Rahiplerin inzivaya çekilmelerini de ba larına kakarlar: ‘Ruhunun selameti için manastır duvarları
arasına gömülerek insanlı a karde çe hizmeti unuttun…’ ”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:II, sa:258)
“‘Evet, ilk önce hep aynı maceradır; zaten ben de benimkinde sıradı ı bir ey oldu unu ileri
sürmüyorum. Ama sonra bunu benim ba ıma nasıl kaktılar ve ben nasıl: ‘Evet öyle’ demek zorunda kaldım, i te
bu deh et vericiydi.’ ”
(Th. Fontane, “Effi Briest”, Cilt:II, sa:120)
“Acı bir güçsüzlük duygusu içinde sesini yükselterek öyle dedi yalnız: ‘Devam et saldırılarına!
Gözümün ya ına bakma! Nasıl bir kafes içinde ya adı ımı gördün. Hiç çekinmeden elindeki sopayla kafes
içindeki beni gösterebilir, yüz karamı ba ıma kakabilirsin.’ ”
(H. Hesse, “Rosshalde”, sa:64)
“Anam ve babam gün boyu beni döverler ve be para etmez eyleri çaldırırlardı. Limandan bir kese
bu day ya da kom ulardan bir tavuk. Kar ı koyacak olsam yine dayak yerdim. Bana çok çirkin oldu umu
söylerler, bu kusuru durmadan ba ıma kakarlardı.”
(P. Istrati, “Kodin”, sa:60)
“Afallayan Adelaida, ‘Siyaseti bırakıyor musun?’ diye sordu.
‘Bir bakıma,’ dedi Mayta. ‘Senin her zaman ba ıma kakıp durdu un huyum yüzünden gidiyorum.
Sonunda sen haklı çıktın.’ ”
(M.V. Llosa, “Mayta’nın Öyküsü”, sa:198)
“Her gün yumu aklı ımı ba ıma kakar: ‘ te ben unu yapmazdım! te ben bunu yapmazdım!’ te onu
dinleseydim, bay ba kan, ben ayda en a a ı üç kez yumruk yumru a vuru mamm gerekirdi.”
(G. de Maupassant, “Jules Amcam”, sa:28)
“..... Çekti i sıkıntıları ba kalarının ba ına kakarak ya ayanlardan de ildir. ‘Her ey dünya hali’dir ona
göre. ‘Her ey gelir geçer.’ ‘Dokuz ya ındaydım ana oldu umda. Bir gün hiç sebepsiz anam öldü ve geride
kalanlara analık etmek dü tü bana. Ama. Yenge, dayı, hala evlerinde bölük pörçük büyüdü Nerminim. Derde
yanmak da, sızlanmak da vakit kaybı, çaresine bakacaksın, hep çaresine bakacaksın, herkes senin eline bakar.’ ”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:211)
“Bir kez daha kendi örne imi, burjuva kökenli tüm geliri haftada üç sterlin olan adamın örne ini
vereyim. Sahip oldu um eye bakarak beni Fa iste çevirmektense Sosyalist cepheye sokmak daha iyi olur. Fakat
sürekli olarak ‘burjuva ideoloji’mi ba ıma kakarlarsa, elimle kolumla hiç çalı madı ım için a a ı bir insan
oldu umu dokundururlarsa, sonunda bende dü manlık uyandırırlar.”
(G. Orwell, “Wigan skelesi Yolu”, sa:294)
“Ah, dedi, hiç de yolunda gitmiyor. nsanın ba kalarının topra ında ya aması hiç kolay de il, insana
çok zor katlanıyorlar, yedi i ekme i ba ına kakıyorlar.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:100)
“PHILEMATIUM - Sen hele on mina ver, o da yeter; ben bugün sözlerimi ucuza satıyorum.
PHILOLACHES - Gene ben on mina alacaklıyım demektir. yi hesab et: seni azadetmek için otuz
mina saydım.
PHILEMATIUM - Yani ba ıma mı kakıyorsun?”
(Terentius, “Hortlak”, sa:21)
“DESAVESTES, yumu ayarak. - Hayır, abla. Benim burada kalmam da paramı bıçkıhanede bırakıp
i letmem de kabil de ildi. Bir kere, öyle bir ey yapsam, eni temin sayesinde geçinmi olurdum. A a ı yukarı
öyle. Sen de onu benim ba ıma kakardın.”
(Ch.Vildrac, “Dünya Gözüyle”, sa:51)
Ba ına kaynar sular dökülmek : Sinirden, mahcubiyetten kafasının sanki yandı ını hissetmek
Bk.: Ba ından a a ı kaynar sular dökülmek
“-Siz koca mısınız? Koca, Voznesenski Köprüsü’nde de il mi? Ne oluyorsunuz? Ne diye yapı ıp
kaldınız oraya?
-Ama, ben öyle sanıyorum ki a ı ı, i te sizsiniz!
Delikanlı:
-Dinleyin, böyle konu mayı sürdürürseniz, sizin boynuzlu oldu unuzu söylemek zorunda kalırım!
Yani anlıyor musunuz? diye ba ırınca kürklü adam ba ına kaynar su dökülmü gibi biraz geri çekildi.”
(F. Dostoyevski, “Ba kasının Karısı”, sa:26-7)
“Christine’in ba ına kaynar sular dökülmü gibi oluyor. ‘Demek fark ettiler, sefilli imle kendilerini
rezil etti imi anladılar; ku kusuz her ikisi de, eni tem ve teyzem kılık kıyafetim yüzünden benden utanıyorlar.’ ”
(S. Zweig, “De i im Rüzgarı”, sa:51)
Ba ına kına yakmak : Derdine yansın!; Yaptı ınla kalsın!
“Biraz sonra Emine, civelek gülü ler arasında sokak kapısından çıkıp da,
-Allahaısmarladık benim canım, ci erim, gülbe ekerim rfan Beyci im; ho ça kalasın benim cennetlik
cici annem!.., diye bize veda ederken mutfak tarafından da Etem’in sesi geliyordu:
-Bizim Nazlıcık, gene yaksın ba ına kınacı ını! Çakır Emine urdu <vurdu> gene turnayı gözünden...”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:301)
Ba ına sarmak : Ba ına bela etmek; bilmeden, gereksiz sorumlulu u üzewrine almak
“Tamam da kadını ne demeye yarattın Tanrım? Bu kirli eksik ete i, bu günah makinesini, bu püsküllü
belayı niçin ba ımıza sardın?”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:37)
“Daha önce ancak bazı vitrinlerde görmü tü bu kadar büyük ekran televizyonu. ‘Annen, sana benim
televizyonumdan mı söz etti Tu de?’ dedim. Anladı ım kadarıyla annesi, o kadar masum de ildi bu çocu u
ba ıma sararken. Sorumdan, ya da soru soru tarzımdan, ho olmayan bir açık verdi ini belli belirsiz sezen
Tu de, ‘Ben sormu tum da,’ dedi.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:73)
Ba ına taç etmek, olmak; Ba ının tacı yapmak : Son derece saygı göstermek, ba ının üstünde yeri olmak
Bk.: Ba ının üstünde ta ımak;
“ u ya adı ımız günlerde, bir ehirli, zamanının güzellik perilerinden biriyle tanı tı. Onun emsalsiz
güzelli i kar ısında kendinden geçti. Dü ündü ki, bu mele in kızı onun olsaydı, onu ba ının tacı yapardı.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Rüyalarımın Kraliçesi”, sa:35)
“Biz, e itici kadrolarımızın ve entelektüel ya amımızın temelinde yatan anonimli i onaylıyor ve ba
tacı ediyoruz. Ne var ki, dü ünsel ya amamızın tarihine, özellikle Boncuk Oyunu’nun olu um sürecine bir göz
atıldı ında, buradaki her evrenin, her atılımın, her de i ikli in, oyunun geli imindeki ilerici ya da tutucu diye
de erlendirilecek duraklardan her birinin, buna ön ayak olmu asıl ki inin de il, de i ikli i gerçekle tirenin,
de i tirme ve mükemmelle tirmede araç rolünü oynayanın damgasını ta ıdı ı anla lacaktır.”
(H. Hesse, “Boncuk Oyunu”, sa:11)
“Davranı ları oldukça saygısızdı, bazen kaba, bazen alaylı; kızlar ise pratik zeka sahibi, akıllı ve yırtık
eylerdi, kadınların çevresinde görmeyi pek istedi im, onları ba tacı etmemi sa layan o nurlu atmosferden
hiçbir yerde eser yoktu.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:52)
“‘Der,’ dedi Murtaza. ‘Ben de a zımı sıkı tutarım ama, bundan sonra da o nce Memede gösterece im
dostlu u, iyili i ben bilirim. Silahtan silah, mermiden mermi, dosttan dost, ne isterse onun emrine kılarım. u
Topal Aliyi de ba ıma taç ederim.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:IV, sa:39)
“HAMLET -... Duygularıyla uslamlamaları bu kadar uygun bir ekilde kayna tı ı için talihin elinde
oyuncak olmaktan çıkanlara ne mutlu. Tutkularının esiri olmayan adamı bana göster; onu gönlümden ayırmam,
hatta senin gibi, gönlümün ba tacı ederim.”
(W. Shakespeare, “Hamlet”, sa:91)
“Güzellikle soyluluk, servet, akıl hep sende Bunlardan biri, ya da hepsi, ondan da fazla.
Hakçası bu: ba ına taç oldu onlar; ben de
Bu e siz hazineye katılıyorum a kla.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:37, sa:115)
Ba ına talih ku u kondurmak, konmak : Talihli olmak, birden servete sahiplenmek
“KEB K - Hayırlı bir i ..
MAHMUD:- Nasıl bir hayırlı i ?
KEB K- Ba ına talih ku u konduracak. Osmanlı pa aları gibi ya ayacaksın gayrı.”
(M. Mungan, “Mahmud ila Yezida”, sa:57)
Ba ına ta yemek : Kafasına ta atılmak
“Bunlar birbirleriyle dövü mekten ba ka bir ey bilmeyen, çeteler kuran, bo kafalı çocuklardı.
Bunlarda, dü manlık kavramı öyle boyutlar almı tı ki, yabancı bir çocuk, sokaktan geçerken ba ına ta ı yerdi.”
(P. Istrati, “Kodin”, sa:18)
Ba ına tebelle olmak : Ba ına bela olmak, asılmak
“KOM SER - Evet, at a a ı, hayır dur, çekmeceye koy... Çekmeceyi kilitle... Çek anahtarı...
SANIK - At a zına ve yut!
KOM SER - Hayır, hayır, dur... Hiç böyle bir ba ıma tebelle olmamı tı...”
(D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:15)
Ba ına toplamak : Etrafına toplamak, ça ırmak
“Tatar Ali tekmil köylüleri, köyün balıkçılarını ba ına topluyor, gelin arkada lar, diyor. Köylüler,
balıkçılar köyün kahvesine biltekmil geliyorlar.
‘Fehmi burada ne kadar kaldı?’
‘ yi çocuktu. Allah rahmet eylesin gelir giderdi.’ ”
(Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:282)
Ba ına ü ü mek : Ba ının etrafında onu rahatsız edecek derecede toplanmak, etrafını sarmak
“ ‘... Sizi mahvetmekle elime ne geçecek. Hiç. Burda kaç ki isiniz? Bin. Hepiniz onar bin verin size her
eyi anlatayım. Böylece hem benim on mi yonum olacak, hem de hiçbiriniz i ten atılmayacaksınız. Tamam mı?’
Hepsi ba ına ü ü tüler, artık zengindi.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:239)
“Tanrım! Erke e veba ver, cüzzam ver, hayatın bütün felaketlerini ü ü tür ba ına ama ‘yüksek
karakter’li bir kadın verme ona, ne olur! Aklımı kaybedecektim az kalsın. Bunlar 1930 yılında olup bitiyordu.”
(P. Istrati, “U ak”, sa:9)
“Türküyü Ali söylüyordu. Sonra kesti.
Laf lafı açtı. Eski ya ayı larından, imdiki ya ayı larından söz açtık. Tahtacılar dertli. Bunlar az da
olsa toprak sahibi olmu lar. Sevinçleri de bundan. Bu da ların ortasında tahtacıların üç tane de radyoları var.
Çoluk çocuk ba ına ü ü üp türkü dinliyorlar.”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:61)
Ba ına yıkılmak : Sorumluluk ona bırakılmak, elinde kalmak
“Fache her geçen dakika bu aramadan daha az memnun oluyordu. Sophie Neveu, DCPJ’nin en büyük
hatalarından biriydi. ngiltere’deki Royal Holloway’de kriptografi okuyan Paris’li genç de ifreci Sophie Neveu,
iki yıl önce bakanlı ın polis güçlerine daha fazla kadın eleman alma giri imiyle, zorla Fache’nin ba ına
yıkılmı tı.”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:62)
“-Ben anlıyorum, o da anlayacak seni. Bana gelince - böyle söylerken çocu u inip kalkan gö sünün
üzerinde sıkıyordu- bana bırakın. Onu iyi bir adam etmezsem benim de elimden hiçbir ey gelmiyor demektir.
Ev, Ramiro’nun ba ına yıkılıyordu sanki; ruhunun derinliklerinden gelen bir ses, ‘Bunlardan hangisi
anne?’ diyordu.”
(M. de Unamuno, “Tula Teyze”, sa:34)
Ba ında ate yanmak : Önemli olaylara gebe olmak
“-Neden, bir Saray oforuna, yeni fırka açılmakla nolmak ihtimali var, Dadal Efendi?
-Ne demek? Yahu bizim ba ımızda ate yanmakta de il mi? Sıkı durmasa, Dadal karda ın elden gitti
ki temelli gitti de gitti. Senin haberin yok, Gazi Pa amız, mebusanlardan birazını Selbese vermedi mi?”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:69)
Ba ında (bir) hal olmak : Derdi, problemi olmak
“Osman’ın yüzü sapsarı kesildi:
‘Bir hal var bu çocu un ba ında. Memed kaçsaydı, öküzleri böyle ko um halinde koyup gitmezdi. Bir
hal var ba ında.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:34)
“-Hüseyin Karda , adam bu kadar da unutur mu?
-Unutmadık, unutmadık ya.. te.. Ba ımda hal var. Sana geldim. Büyük bir hal.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Karacao lan” , sa:128)
Ba ında kara bulutlar dola mak : Yakında olması muhtemel bir felaketin habercileri
“... bir arkada ımdan gelen mektuptan beni pek ilgilendiren bir haber aldım: bizim yarbayın ba ında
kara bulutlar dola ıyormu , üstleri kendisinden mutlu de ilmi , bazı yolsuzluklarından üpheleniyorlarmı .
Kısacası, dü manları onu bir punduna getirip, ala a ı etmeye bakıyormu .”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:170)
Ba ında kavak yelleri esmek, geçmek : Tüm sorumlulu u üstlenmeden hayal kurmak
“...‘Sonra bir de Çinli i e karı ıyor; bu Çinli belki de kıza a ıkmı ... Evin koridorunda ipe asılı ve
sürekli devinen bir köpekbalı ıyla bir timsah var. Anlatması ho bir öykü ama imdi zamanı de il. Ba ımda
kavak yelleri esiyor.’ ”
(Th. Fontane, “Effi Briest”, Cilt:III, sa:67)
“‘Etme eyleme, uyma eytan sözüne. Gurbet elin kahrı zehirden acıdır. A ık olsan da acıdır. Senin
ba ındaki kavak yelleri gibi geçer,’ demi lerdi.
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Karacao lan”, sa:93)
Ba ından a a ı bir sıcak bir so uk sular dökülmek :
ok olmak, ani bir haberle titremek
“Demek bir ‘cemiyet’ vardı henüz, hakkında çoktandır hiçbir ey bilmedi im bir cemiyet; bensiz
varlı ını sürdürüyor, bana artık bir üyesi gözüyle bakmıyordu. Bir ‘cemiyet’ vardı hala, bir cemiyet ba kanı,
cemiyetin üst yöneticileri vardı ve gelmem için haber yollamı lardı bana. Leo’dan heberi i itir i itmez bir sıcak
bir so uk sular döküldü ba ımdan a a ı.”
(H. Hesse, “Do u’ya Yolculuk”, sa:64-5)
Ba ından atmak : Ba armak, üstesinden gelmek, bir dertten kurtulmak
“Lulu kurtuldu, taraçayı uçarak geçti. Rirette onun uzakla masını seyretti. ‘Böyle bir ey yapabilece ine
hiç mi hiç inanmazdım. Ne kadar ne eli,’ diye dü ündü. ‘Biraz ba ına buyruk gibi, kocasını ba ından atmayı da
böylece ba ardı. Beni dinlemi olsaydı, çoktan her ey olup bitmi ti. Ne olursa olsun benim yüzümden oldu.
Sözün kısası çok etkiledim onu.’ ”
(J.-P. Sartre, “Duvar-Özel Ya am”, sa:115)
Ba ından büyük i lere girmek : Özellikle maddi bakımdan gücünün üstünde projelere bula mak
“ELLIE -... durum berbattı. Biz fakirken borç nedir bilmezdi babam. Ama büyük i ler çevirmeye
ba layınca gırtla ına kadar borca battı.
Mrs. HUSHABYE - Ba ından büyük i lere giri mi .”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:23)
Ba ından def etmek : Ba ından atmak, savmak, bir bahaneyle istemedi i kimseleri uzakla tırmak
Bk.: Ba ından savmak
“Güz Temizli i
Yürek evimi
derledim topladım dikkatlice:
gereksiz ve
kullanılmaktan yorgun dü en
pılı pırtıyı attım,
def ettim ba ımdan
uzamın tazeli ini
kapatan ıvırzıvırı-”
(Bojana Apostolova<d.1945>-Kadriye Cesur; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 21.08.08)
“Yazılması gereken bu mektuplar beni yoruyor, dermansız bırakıyor, çileden çıkarıyor, bunlar
çalı mama hep böyle engel olacak… Artık dostluk falan dinlemem, onların en iyisini bile ba ımdan defetmek
isterim… Ama yapamıyorum. Eninde sonunda yine yazıyorum; huzurumu sa lamak, kendi kendimden ikayet
etmemek için…”
(A. Gide, “Günlük”, sa:91)
“Son dakikada çocuk korkmu tu, o da bütün o genç çocuklar gibiydi, hiçbir ey vermeden her eyi
almak istiyordu. imdi Pitteaux’ya eski dostlu u tazelemesi için yalvarıyordu; ama Pitteaux çocu u ba ından def
etmi ti.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:64)
Ba ından; Ba ının altından çıkmak : Neden olmak, onun sorumlulu unda olu mak
“Beni hiçbiri dü ünmedi o gece hiçbiri beni sevdiklerini söyledikleri halde ne biri ne öteli beni
dü ünmeye katlandı her zamanki gibi ben kavganın dı ında kalıyorum kavga benim ba ımdan çıktı ı halde ben
dı arda kalmaya mahkumum.”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:113)
Ba ından (a a ı) kaynar sular dökülmek : Utanç ya da üzüntü anında vücudu ter basmak, beyninden a a ı
sıcak bir elektrik akımı akmak
“-Hem de basit insanların yanında, ‘Sorgu yargıcı böyle i lere karı maz. Daha önemsiz i ler gider
oraya.’ dedi açık açık. Herkes de duydu. Bunu i itince ba ımdan kaynar sular döküldü sandım, tüylerim diken
diken oldu. ‘Bir daha söyle bakayım, bilmem neyin o lu, bir daha söyle!’ dedim.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:120)
“Kadın Memed’e bir ekmek uzattı. Ekmek Memed’in elinde kalakaldı. Ba ından kaynar sular
dökülmü e döndü. Bütün kanı kurudu. Yüzü kapkara kesildi.”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:16)
“‘Ali, sana bir ey söyleyece im. Bu söyleyece imi imdiye kadar kimseye açmadım. A aya bile,
çocuklarıma bile.’
‘Buyur Hatunum.’ Hatunun yüzü kıpkırmızı olmu , gözleri de çakmak çakmaktı.
‘O gece var ya, Çiçekli Mahmut A anın öldürüldü ü gece, ben seni gördüm.’
Bu sözleri duyar duymaz Alinin ba ından kaynar sular döküldü, topal baca ından bir damar
kasıklarına kadar çekildi, kasıldı...”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:IV, sa:189)
“ stanbul polis müdürünü gece boyunca en az on be defa azarladı. ark’a sürdürece ine yemin etti.
Gecenin geç saatlerinde neredeyse valiyi bile rahatsız edecekti. Sabah olup gazeteler geldi inde bir genç kız
cesedi bulma korkusu çinde hızla sayfaları çevirmesine fırsat kalmadı, ba ından a a ı kaynar sular döküldü.”
(A. Tunç, “Ömür Diyorlar Buna”, sa:68)
Ba ında (ba ucunda) nöbet beklemek, tutmak : A ır hasta ya da ölmü olan bir kimseye saygı bekleyi i
“Antao, bir hafta boyunca ate ler içinde yandı; Ananias, a abeyinin ölmek üzere oldu u dü üncesiyle
deliye dönmü tü. Ama sonra yava yava iyile ti. Soka ın bütün kadınları, gece gündüz ba ında nöbet
tutuyorlardı.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:155)
Ba ından savmak : Ba ına dert almamak, bula mamak ya da yardım etmemek için ilgi göstermemek, yanından
uzakla tırmak
“Bir yanım kararlılı ını ve sarsılmaz azmini takdir ediyor, di er yanım ise ona küfrediyordu. Onu bir
türlü ba ımdan savamıyordum.”
(James Bowen, “Sokak Kedisi Bob”, sa:45)
“ ‘Savmıyacak mısın Ahmet’i hala?’ diye ikiledi Fatma.
‘Nereye savayım? Otursun burada çocuk. Ne söyleyeceksen söyle, yoksa çek çabuk arabanı! imden
avare etme beni!..’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:102)
“... gerekli evrakları imzaladım ve duru ma için gün aldım. bir kez daha kısa etek ve topuklular ortaya
çıkıverdi. ancak bu kez sıradan ve sade hatunu oynamadı. entelektüel kadını oynadı. kendini çok parlak bir
ekilde savundu. beni, karısını ba ından savmak isteyen bir koca gibi gösterdi.”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:158)
“Vitellius tutuklunun <Yahya> kaçabilece ini dü ündü. Antipas’ın tutumu kendisini ku kuya
dü ürüyordu. Kapılara, avluya ve duvarların önüne nöbetçiler koydu. Sonra dairesine çekildi. Ke i delegeler de
onunla yürüdüler. Kurban sorununa dokunmaksızın, her biri ikayetini bildiriyordu. Vitellius’un canı sıkılmı tı.
Hepsini ba ından savdı.”
(G. Flaubert, “Üç Hikaye-Herodius”, sa:112)
“Cesur kılavuzumdan bugün ayrıldık; bize dikkat etti i hizmetler iyi bir bah i le ödüllendirildi. Bize ve
Messina’nın görmeye de er yerlerini gösterebilecek bir u ak bulduktan sonra, kendisiyle vedala tık. Hancı bizi
bir an evvel ba ından savmayı istedi i için, e yalarımızın daha iyi bir otele ta ınmasına canla ba la yardım etti.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:II, sa:189)
“Arkada larımdan beni tebrik edenleri, kısa, kuru bir te ekkürle ba ımdan savıyor, yılı mak meylini
gösterenlere yüz vermiyordum.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:95)
“Jondrette birdenbire sesini yükseltti:
‘Ha, sahi! Aklıma geldi. Bu havada, o, arabayla gelecektir. Feneri yak da al, a a ı in. A a ıda, kapının
arkasında durursun..... kapıyı hemen açarsın, o yukarı çıkarken merdivene, koridoro ı ık tutarsın, buraya girerken
de, sen çabucak yine a a ıya inip, arabacının parasını verir, arabayı savarsın.’ ”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:III, sa:329)
“Kendine kızmı tı. Madem öyle dü ünüyordu, bunu kendine de söyleyebilmeliydi. Söylemi ti iki üç
kez. Dönüp bakmı lar, gülmü ler, sert bir iki çıkı la savmı lardı yanlarından. Ama daha sonra, kendisine e ri
e ri bakmı lardı.”
(Bilge Karasu, “Uzun Sürmü Bir Günün Ak amı”, sa:21)
“Ayaklarımın ucuna basarak içeri girdi imde Rosa Cabarcas bir mü terisini savmakla me guldü. Beni
gerçekten tanımadı mı, yoksa façayı bozmamak için mi öyle göründü bilemiyorum. ini bitirene kadar bekleme
yerindeki bankta oturdum.”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:27)
“Çaldı ı ilk kom u kapısı açılmadı. kincisini üstleri kir pas içinde afacan iki küçük çocuk açtı, buraya
yeni ta ındıklarını ve kimseyi tanımadıklarını söyleyip çabucak kapattılar. Sonraki birkaç kapı açılmadı; kadınlar
kapı arkasından konu up ba larından savdılar onu.”
(M. Mungan, “Çador”, sa:19)
“Bird spor arabayı dikkatle yola çıkardı. O lanı ba ından savdıktan sonra zarfın içindeki mektubu
okumak niyetindeydi. Fakat arabayı hızlandırınca Bird, o çocuksu dershane ö rencisine kar ı minnet duymaya
ba ladı ını fark etti. Atıldı ı dershaneden toza bulanmı kan kırmızısı ikinci el spor arabayla çıkan Bird, o çocuk
akayla karı ık bir ruh haline girmesini sa lamasaydı, dershaneden tam bir zavallı gibi ayrılacaktı.”
(Kenzaburo Oe, “Ki isel Bir Sorun”, sa:158)
“Cevdet Bey karısının sesini renksiz ve ölü buldu. Sonra kapıya ba lı çıngırak ıngırdadı. Maçka’ya
do ru yürüyeceklerdi.
‘Ona borçluluk duyaca ımı sanıyor. Neden buna inanıyor? Çünkü onu ba ımdan savmı ım, yeterince
yardım etmemi im!’ ”
(O. Pamuk, “Cevdet Bey ve O ulları”, sa:177)
“ ‘Do rusu çok güzel bir ders oldu, hem de ucuza geldi do rusu, beni ba ından savdı ına memnunum;
e er bir delilik edip onunla çok ilgilenmi ya da içtenli ine inanıp çok konu mu olsaydım, bunu yemeyip
içmeyip Mathieu’ye yeti tirecekti. Sonra ikisi bir olup, beni tiye alacaklardı.’ ”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:155)
“Daha imdiden sabırsızlanmı olan Tolstoy, her birine be er kopek verip çarçabuk ba ından savıyor
onları da. Arkasını dönerken, gazetecinin, sadaka verdi i sırada kendisinin fotografını çekti ini fark ediyor.
Yüzü yeniden kederli bir hal alıyor.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Tolstoy’, Cilt:III, sa:372)
“Bu duygumdan bir eyler sezmi olmalı ki, ba ından savmak ister gibi, ka larını yukarıya kaldırdı...
Kar ılıklı kin duygularımız birden açı a vurulmu tu.”
(S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:30)
“Borç senetlerinin ödenmesini istiyen alacaklılar, bir tören kantatı için ricada bulunmak istiyen ses
sanatçıları, Handel’i Kralın sarayına davet etmek için gelmi haberciler kapının önünde bekliyorlardı ve u ak
bunların hepsini ba ından savmak zorundaydı.”
(S. Zweig, “ nsanlık Tarihinde Yıldızın Parladı ı Anlar”, sa:75)
Ba ını alıp çıkmak, gitmek : Selamsız sabahsız, izin istemeden ya da hesap vermeden çekip gitmek
“Gündüzün kırda, bayırda, çar ıda, sırtlarında küfe, duvar diplerinde ve güne önünde ısınıp dilenerek,
çalarak, kopararak dola tılar. Fakat karanlıkla beraber alı kanlıklarına dönüyorlardı. Yalnız çocuklar vah i idi.
Kulübe korkunçtu. Onlar yalnız güne konu muyor; ku lar, çiçekler, sular ve ılık yıldızlı masum geceler de
konu uyordu. O zaman çocuklar ba larını alır giderlerdi.”
(S.F. Abasıyanık, “Sarnıç-Kalorifer ve Bahar”, sa:22)
“Bunun üzerine üstadım öyle dedi:
-Zihnin artık onunla me gul olup bo una üzülmesin. Dikkatini ba ka yere çevir. Bırak onu, oldu u
yerde kalsın..... Onu Geri del Bello (Gerçek hayatta Dante’nin dedesinin erkek karde i; cinayet i lemi , kendisi
de öldürülmü .) diye ça ırdıklarını i ittim. Sen o sırada, bir vakitler Hautefort senyörü olan ki i ile o kadar
me guldün ki, onun bulundu u tarafa bakmadın, o da ba ını alıp gitti.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:I, ‘Cehennem’, sa:302)
“... Ve ben de geziniyorum, ama beni bir Tanrı ok uyor. Ya am kısadır ve zaman yitirmek günahtır.
Bütün gün boyunca zaman yitiriyorum ve ötekiler çok çalı kan oldu umu söylüyorlar. Bugün mola verdim ve
kalbim ba ını alıp kendisiyle tanı maya gidiyor.”
(A. Camus, “Defterler 1”, sa:17-8)
“Walsh ile ikisi <Trigger> sık sık birlikte alıp ba larını gider -Walsh’ın Vole’den kiraladı ı on ikilik
tüfekle- ve kontluk ormanında rasgele ate ederlerdi. Toprak sahibi Trigger’a izin vermi ti, nerede ne zaman
isterse avlanabilirdi.”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:265)
“Hastalı ı, kafasının içini kaplayan bir sisten ileri geliyormu , doktorlarla, papaz efendi de çare
bulamamı lar. Hastalı ı arttı ı zamanlar zavallıcık ba ını alıp yapayalnız, deniz kıyısına gidiyordu. Sonunda da
gümrük te meni devriye gezerken onu çakılların üstüne yüzükoyun yatmı , hüngür hüngür a larken bulmu .
Evlenince bu hali geçti dediler.”
(G. Flaubert, “Madam Bovari”, sa:122)
“Hiç olmazsa Robert, bana biraz ikayet malzemesi verseydi, yüre im yanmazdı, ama nerede! Acı
duydu um ve nefret etti im bu kusurları vermiyor; ben de onun varlı ına sitem etmekten ba ka bir ey
yapamıyorum. Aslında ba ka birine a ık olmu de ilim. Ona, ba ımı alıp gitmekten ba ka bir ihanet biçimi de
aklımdan geçmiyor.”
(A. Gide, “Kadınlar Okulu”, sa:101)
“Bir gün Müjgan’la ba ımı almı , ta ilerdeki bir burna do ru yürümü tük. Amacımız, bu burnu
olu turan kayaların öte tarafından koya geçmekti, fakat aksi gibi, yol kapalıydı.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:64)
“Bana eziyet ediyordu, bu denli domuzlu unun tutabilece ini bilmezdim. Üstelik sanki domuzluk eden
benmi im gibi bakıyordu bana. Bir gün dayanamadım, ba ımı alıp çıktım soka a, i te Mü fik’i o gün gördüm.”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:127)
“Karısı kaçana, hemen karı bulurlardı hemen. Ve hem de buldular. Dul kalana, altı çocukla dul kalana,
kocası ba ını alıp gidene hemen koca bulurdu Menek e hanım. Ve de buldu.”
(Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:238)
“Dursun, Döne’nin serdi i dö e e a ır, temkinli oturduktan sonra:
‘Bana bak bacı,’ dedi. ‘Benim yüre im öyle hükmediyor ki o lun ölmedi. Bana öyle geliyor ki ba ını
aldı gitti bir yere. Ben, onu bulurum.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:38)
“Ba ımı alıp giderken bir daha hiç bir eye bakmıyorum artık, benli imin derininde üzücü ve saltık,
giderilmesi olanaksız, tatsız yalnızca sızlayan bir umutsuzlu un acısını çekiyorum.”
(P. Loti, “Do udaki Hayalet”, sa:86)
“Artık her eyin bitti ini, aralarında ya ayamayaca ını, aralarında bulunmakla bile elinde olmayarak
onlara i kence edece ini, onların da kendisine acı verece ini duyumsadı, hemen o dakika nereye olursa olsun
alıp ba ını gitmek istedi.”
(G. de Maupassant, “Pierre ve Jean”, sa:163)
“Adam ne istedi ini bilmiyordu. Bir Sarah’ya, bir Pablo’ya bakıyor, dü ünüyordu. Ne istedi ini
arıyordu kafasında.
-Ya, dedi, demek ba ınızı alıp gidiyorsunuz, öyle mi? Bir te ekkür bile etmeden...”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:20)
“ ngiliz kadın kahya kadınla kavga etmi ve bir arkada ına, kendisine yeni bir i bulması için mektup
yazmı tı. A çı daha dünden, tam yemek saatinde ba ını alıp gitmi ti. A çı kadınla arabacı, hesaplarının
görülmesini istiyorlardı.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:5)
“‘Ozanların arkıları ve gece gördü ümüz dü ler gibi ırmakların, denizlerin, gökyüzünde ba ını almı
giden bulutların, rüzgarların ve fırtınaların da bir özlemin simgeleri ve ta ıyıcıları oldu unu anımsatmak
istiyordum.’ ”
(B. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:63)
“Bir yıl boyunca çiviler bu kararsız adamı Königsberg’de özlenen memuriyet, sonra ba ını yine alır
gider, Fransız askerlerinin arasından Dresden’e geçer, ama casus zannıyla Chalon’a sürüklenir. Kurtulur
kurtulmaz ehirler arasında mekik dokur.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Kleist’, Cilt:1, sa:3)
Ba ını ba lamak : Evlenmek, evlendirmek
“Benimle evlenmek istedi ini anladı ımda çok a ırdım, birbirimizi do ru dürüst tanımıyorduk bile.
Tamam, zayıf bir dönemimdi ama, sa duyumu da hepten yitirmemi tim. Hem bilebildi im kadarıyla evlili e
daha çok te ne olan her seferinde kız tarafıdır, ona ne oluyordu? Evlilik konusunda büyük bir tela ı vardı. Sanki
biri beni kapmasın diye acele ediyor, filmlerde oldu u gibi Mısır’daki uzak haladan kalma büyük mirası
kimselere kaptırmadan ba ımı ba lamak istiyordu.”
(M. Mungan, Yüksek Topuklar”, sa:125)
Ba ını belaya (derde) sokmak : Gerekli de ilken bir problem, sorun yaratmak
“PROMETHEUS -------------------Kaldı ki ne yapsan yumu atamazsın onu,
Gidip ba ını derde sokma sen de.”
(Aiskhylos, “Zincire Vurulmu Prometheus”, sa:56)
“‘E er büyükelçili ine gidip, geçici sı ınma hakkı isteseydin bu olabilirdi ama onlardan Fransız
emniyet güçlerine kar ı harekete geçmelerini nasıl istersin?’ Ba ını iki yana salladı. ‘Büyükelçili ini imdi
ararsan sana ba ını daha fazla belaya sokmaktan kaçınmanı ve Fache’ye teslim olmanı söyleyeceklerdir.’ ”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:165)
“Yaptıklarını neden yaptıklarını sorgulamayan iki deli. Tepe ı ı ını açık bırakıp bir arabanın yanına
yana tılar. Dı arı çıktılar. Birinin elinde el feneri vardı.
‘Bukowski,’ dedi elinde fener olan, ‘ba ını belaya sokmadan duramıyorsun de il mi?’ ”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:22)
“Öfkeyle içini çekti. ‘Daima böyle olur. Bize gelmezler. Polisle ba ımın derde girmesini istemem. yice
kökle mi pe in bir yargıdır bu. E er Agnes bize gelerek kendisini endile elendiren eyi açıklasaydı, bu gün sa
olurdu.’
‘Ahçıya bir ey çıtlatmamı mı?’ ”
(A. Christie, Cinayet Reçetesi”, sa:120)
“Kadınlar kahkahadan kırılıyordu. Kolya zafer kazanmı biri haliyle epey uzakla mı tı. Yanında
yürüyen Smurov vakit vakit dönerek pe lerinden ba rı an kalabalı a bakıyordu. Kolya ile birlikte ba larını
belaya sokmaktan korktu u halde pek e leniyordu.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt: IV, sa:31)
“<Homeros’un Odysseia’sı için> Ne söyleyebilirim? Merakla okunuyor, tamam, yazarın ilk kitabına
benzemiyor, çok dura andı o, mekan birli iyle bozmu tu aklını ve can sıkacak derecede fazla olay vardı. Okur
üçüncü çarpı maya ve onuncu dö ü e geldi inde ne söylenmek istendi ini anlamı oluyordu. AkhilleusPatroklos öyküsü, o kadar da gizlenmemi e cinsellik damarıyla ba ımızı nasıl derde sokmu tu Boston
yetkilileriyle, anımsıyor musunuz?”
(U. Eco, “Yanlı Okumalar”, sa:39-40)
“NORA - Bütün bu sekiz yıl içinde -hem sekiz yıldan da fazla oluyor- birbirimizi ilk tanıdı ımız
günden beri, seninle ciddi konular üzerinde bir tek kelime bile konu madık.
HELMER - Senin de mi ba ını derde sokmalıydım? Hele benim yükümü hafifletmeye bir faydası da
olmadıktan sonra.
(H. Ibsen, “NORA-Bir Bebek Evi”, sa:167)
“Korkuyorum; ama sizden de il, tesadüften, tesadüflerden korkuyorum. Ben suçluyum; bu suçun
ba kalarının ba larını derde sokmasını istemem. yi anla bunu; sen, ben, ikimizden biri günün birinde ölecek.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:32)
“ ‘Yanlı bir i yapmayaca ımı onlar da biliyor. Kaçak ta ımak çok karlı bir i ama, ben bugüne kadar
bir tane bile kaçak ta ımadım. Ne zaman kaybedece ini bilemez insan. Ba ımı derde sokacak hiçbir ey
yapmam.’ ”
(M. Mungan, “Çador”, sa:9)
“LOUISA - Di er insanlar gibi Mannon’ların da dı arı sızmasını istemedikleri sırları vardır, tabii, hem
de daha kötüleri. (Sesini alçaltıp fısıldayarak - kocasına.) htiyar Abe Mannon’un karde i David’in evleni ini
anlatsana Minnie’ye. Hani u ba ını derde soktu u Fransız Kaledonya yerlisi ve dadı kızıyla evleni ini.”
(Eu. O’Neill, “Elektra’ya Yas Yara ır”, sa:23)
“ ‘Bay Teal bu ak am gelmedi,’ diye açıkladı Longfellow. ‘Belki de hastalanmı tır,’ diye ekledi hemen.
‘Sanmam,’ dedi Fields moral bozuklu uyla. ‘Kayıtlara göre Teal dört aydır tek bir vardıya bile
kaçırmamı . Zavallı çocu un ba ını belaya soktum Holmes. Hem de o kadar sadık birini!’
‘Saçmalama...’ diye söze ba ladı Holmes.”
(M. Pearl, “Dante Kulübü”, sa:399)
“U ak sevinç içinde efendisinin buyru unu yerine getirmeye ko tu. Yegorovna ellerini birbirine vurarak
ipince, a lamaklı bir sesle:
-Efendici imiz, dedi, ba ca ızını belaya sokacaksın! Kirila Petroviç bizi çi çi yer.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:36)
“- i ten geçti, Marcelle, dedi Mathieu. Ba ını derde soktum bir kere. Korkacak bir ey kalmadı artık.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:19)
“-Beybaba, kızarmı patates ver bakalım, dedi.
-Git uradan, ba ımı belaya sokma, dedi.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:43)
“Seçti i de kimmi ? Sözde usta bir matematikçi, Floransalı Michael Cassio adında biri; her güzel
kadınla ba ını belaya sokacak bir adam. Ne bir kıtaya kumdanda etmi tir, ne de sava düzenini ihtiyar bir
kadından daha fazla bilir.”
(W. Shakespeare, “Othello”, sa:3)
“Ricardo, kayıtsız bir tavırla bakmı tı ona.
-Bir çaresine bakarız. Görürsün.
Büyük bir güvenle konu uyordu. Nasıl olsa bir eyler olurdu. Bu güvenlik duygusunu, kurtulmayı
nasıl becerece ini anlamak için ba ını derde sokmaya bayılan büyükannesinden almı tı.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:121)
Ba ını bir kayaya (çarpmak) toslamak : Ba ına bir i açmak, inadından ötürü ba ı derde girmek
“ ‘Peter Camenzind’, dedi bir gün Yunanca ö retmenim, ‘sen dik kafalısın, ayrı ba çekenin birisin, gün
gelecek bu inatçılı ınla bir kayaya toslayacaksın ba ını.’ ”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:23)
Ba ını dik tutmak : Kötü ko ullara boyun eymemek, sanki hiç bir ey olmuyormu gibi özgün ya amına devam
etmek ve üstesinden gelmeye çalı mak; Sa lıknedenleriyle, kambur olmamak için ba ını ve sırtını dik tutmak
“ne kötüye yalvarmalı
ne de el açmalı yoksul bir dosta,
ba ını dik tutmalı talihsizliklere kar ı,
ve yüce insanların izinden yürümeli.
Bir kılıcın çıplak yüzü kadar keskin
bu yemini kim etti azizlere?”
(Bhartrihari<5.y.y.>-Begüm Ba türk; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 09.04.09)
“ ‘Lucy, Lucy, sana yalvarıyorum! Geçmi teki hataları telafi etmek istiyorsun, ama bunu yapmanın
yolu bu de il. imdi bu i e cesaretle giri mezsen bir daha asla ba ını dik tutamazsın. Pılını pırtını toplayıp
gitmen daha iyi olur. Polise gelince, onları u anda ça ırmayacak kadar hassassan, o zaman neden bu i e
bula tırdık ki onları.”
(J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:155)
“Yürekli, açlıktan neredeyse canı çıkmı , ama ba ını dik tutabilmi bir avuç gerçek entelektüel elindeki
olanakların bilincine varmaya ba ladı, cesur ve çileli bir disiplin içinde kendine yeni bir düzen yaratıp yeniden
yapılanmaya koyuldu, küçük ve pek küçük gruplar halinde yeniden kolları sıvayıp sloganları ortadan
temizlemeye..... kültürü yeniden kurmaya yöneldi.”
(H. Hesse, “Boncuk Oyunu”, sa:355-6)
“Ben daima dik durmaya çalı ırım. Dik durmak isterim. Ama bazan kamburumu çıkarırırm ve bunun
hiç farkında olmam…..Ya amındaki iyi eylere bakman, kar ına ne çıkarda çıksın, ba ını dik tutabilmen
demektir! Bu sevindirici eylerden memnuniyet duyup üzücü eylerle de yıkılmayaca ın anlamına gelir.”
(Earle P. Martin, Jr.; “Sevgili Charlie”, sa:127)
Ba ını döndürmek : Güzelli i ve zerafetiyle büyülemek, arkasından baktırmak; Birden ne oldum delisi olmak
“Yalnız ya amaktan nefret ederdi, bir yalnızlık bo lu una dayanabilecek ruhsal donanımdan yoksundu
ve çok geçmeden yine ortalıkta görünmeye ba ladı, çok kilo almı tı, ama hala ya ını ba ına almı birkaç erke in
ba ını döndürecek kadar alımlıydı.”
(P. Auster, “Kı Günlü ü”, sa:126)
“Salonda onları Marya Kirilovna kar ıladı ve kızın güzelli i ya lı kurdun ba ını döndürdü. Troyekurov,
konu unu genç kızın yanına otuurttu. Onun varlı ı Prens’i canlandırmı , ne elendirmi ti. Anlattı ı meraklı
hikayelerle de birkaç kez kızın ilgisini çekebildi.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:87)
“Ya lı ba lı saraylılar:
‘Aman canım, inanılır gibi de il,’ diye haykırıyorlardı. ‘Halasının pek gözde olması onun tamamıyla
ba ını döndürmü ... Ne var ki, Tanrıya ükürler olsun, bu uzun sürmez. Hükümdarımız bu küçük üstünlük
havalarını, afra-tafraları hiç istemez.’ ”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:527)
Ba ını elleri arasına almak : Elini ba ının iki yanına koyarak ‘Bana ne oluyor?’ diye dü ünmek
Bk.: Ba ını iki avucunun içine almak
“Profesör Lombardo midesinde çok iddetli bir a rı hissetti... Nefesi de kesiliyordu, nerede ise
bayılacaktı. Merdivenlere çöktü, ba ını elleri arasına alarak dü ünmeye ba ladı, ‘neden bu tür eyler onun
hayatını dolduruyordu?’ ”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Ya mur Fırtınası”, sa:99)
Ba ını geriye çevirme, döndürme : Kendinle hesapla ma, sigaya çekme, yaptıklarını de erlendirme
“50 ve 60 ya ları arasında Hesse bir dizi kitap çıkardı..... bu kitaplar, ba ını geriye çevirip o zamana
kadar yazıp çizdiklerine ele tirel bir gözle bakmanın ürünüydü, bir süzgeçten geçiri , bir derleyip toplama,
ya am ve çalı malarının çok renklili iyle birlik ve bütünlü ü kendini sigaya çekme çabasıydı.”
(B. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:160)
Ba ını hangi ta sertse oraya vurmak : Birisine öfkeyle, benden paso, sana hayrım yok ba lamında kendini
ne denli zorluklara ko ması, kendini incitmesi için söylenen ilenç
“MEYHANEC KADIN - Kırdı ınız kadehlerin parası?
SLY - Hayır, bi’metelik bile verecek de ilim. Yürü aslan yarim, yürü; ba ını hangi ta sertse oraya
vur.”
(W. Shakespeare, “Hırçın Kız”, sa:7)
Ba ını iki avucunun arasına almak :
Bk.: Ba ını elleri arasına almak
Ba ını, iki yanından iki eliyle kavrayarak tutmak
“O gittikten sonra Naomi, sanki tek ba ına kalmı gibi, hıçkıra hıçkıra a lamaya ba ladı. Yine sanki
yıllardan beri süregelen bir adetmi gibi, Van Ana gidip onun elini tuttu, ok amaya, parmaklarından bile ine
do ru a ır a ır, hafifçe ovmaya ba ladı. Sonra di er elini aldı. O da bitince hanımının ba ını iki avucunun
arasına alıp uzun uzun akaklarını ovdu.”
(P.S. Buck, “ akayık”, sa:42)
Ba ını iki yanına sallamak : Ba ını ‘hayır’anlamında, bazen dudak bükerek, ya da dilinin ucunu ‘çih’ diye
aplatarak, bazen sözcüksüz, iki yana, birden fazla kez çabuk çabuk çevirmek
“ ‘ kinci duru mama çıktım.’
‘Ne ho .’
‘Yargıçlarımı e ledim bugün. Yani bugün akıyan ku bendim. Bu deyi i biliyor musunuz: “ akıyan
ku ”?’
Adam dudak bükerek iki yana sallar ba ını: Hayır!”
(J.M. Coetzee, “Romancının Romanı”, sa:248)
Ba ını kaldırmamak : Sürekli kitap okumak, ders çalı mak, bir i le çok derinden me gul olmak
“ ‘Nicholas Usta’, diyordu Berber’e, ‘ unu unutmayın ki, amcam, zaman zaman, u lanet olası kitapları
okumaya kaptırıp iki gün iki gece ba ını kaldırmazdı; ondan sonra da kitabı bir kenara fırlatır, kılıcını kapıp
duvarlara saldırırdı.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:35)
Ba ını ka ıyamayacak kadar (me gul, yüklü); Ba ını ka ımaya vakti, zamanı olmamak : Çok me gul, hiç
bo zamanı yok
“Seyis bunu be eniyle izliyor, gördü ü her eyle ayrı ayrı ilgileniyordu. Önce kazandakiler a zını
sulandırdı; bir ba lasa, bunlardan birini rahat rahat bo altabilece ine aklı kesmi ti; sonra arap tulumlarına
vuruldu; ve nihayet tavadaki (bu kocaman eylere tava denebilirse elbette) yiyeceklere taktı kafayı. Neyse
uzatmayalım, daha fazla dayanamadı ve ba ını ka ıyacak zamanı olmayan a çılardan birine yakla tı,
‘tencerelerde pi enlerin tadına bakabilir miyim?’ diye sordu. ‘Karde im,’ dedi a çı. ‘’Tanrı varsıl Camacho’ya
sa lık versin. Yiyecekten yana sıkıntımız yok. Git bir kepçe al, iki tavuk çıkar, ye, afiyet olsun!’ ”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:539)
“Ferguson:
‘Hiç de gülünç de il,’ dedi. ‘Böyle ba ı ba lı olan dünya kadar herif var.’
Catherine:
‘Evleniriz, Fergy,’ dedi. ‘Senin gönlün olsun diye evleniriz.’
‘Benim gönlüm olsun diye de il! Sen istemelisin, can atmalısın evlenmeye.’
‘Ba ımızı ka ıyacak zamanımız yoktu.’ ”
(E. Hemingway, “Silahlara Veda”, sa:222-3)
“Biz böyle ince zenaatın pe temalına sarılmı ız. Ba ımızı ka ıyacak zamanı yitirmi iz. Aman pabuç
dama atılmasın, esnaf arasında yere bakmayalım üstesinden gelelim de, pırava deyerek alnımızdan öptürelim
diye debelenmekteyiz.”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:40)
“Bu ayrıntıları, Rathenau’nun ki ili ini gösterme bakımından çok ilginç buldu umu anlatıyordum.
Ba ını ka ıyamayacak kadar yüklü olmasına ra men yine vakit bulurdu.”
(S. Zweig, “Dünün Dünyası”, sa:225)
Ba ını kurtarmak : Bir karga ada canını korumak; geçimini sa layacak bir konuma gelmek; i ten
kaybetmemek
Bk.: Kelleyi kurtarmak
“Zavallı Bourgsweildorf, parasını Robert’ın ısrarları ve verdi i güvenceler üzerine dergi i ine yatırmı ,
servetinden olmu tu. Ama Robert, sonraları kendisinin de dedi i gibi, ‘tasfiyeye giderek’ tam zamanında ba ını
kurtarmı tı.”
(A. Gide, “Kadınlar Okulu”, sa:73)
“MADAM LINDE - Evet sonra, küçük bir dükkan açtım; sonra ufak bir okul açtım…. Zavallı
annemin de artık benimle bir i i kalmadı. Çünkü o da artık topra ın altında… Erkek karde lerim de benden bir
ey beklemiyorlar. Onlar da i e yerle tiler; ba larını kurtardılar.”
(H. Ibsen, “NORA-Bir Bebek Evi”, sa:24)
Ba ının altından çıkmak : Nedeni olmak, onun ba lattı ı bir ey
“Dört yüz çok para dedi. Kadın yüzünden, dedi, o anlıyormu , parayı vermek de istermi . Bütün belalar
kadınların ba ının altından çıkıyor. Onunla iki laf etmeme izin verilmi olsaydı, ah, sersem kafa! Kadınlar!
Kadınlar!”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:276)
“-Bütün ters i ler otel müdürü olan o hergelenin ba ının altından çıkmı tı, ama kimdi o? Beni nerden
tanıyordu? Ekini de hiç belli etmemi ti... Fakat bırak onu bunu, bizim Deve kıyaktı!”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:39)
“Birkaç gün içinde Ali Safa Bey kendini de, kasabadaki a aları, beyleri de bu i in Arif Saim Beyin
ba ının altından çıktı ına inandırdı. Arif Saim Bey bunu niçin yapıyordu?”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:II, sa:314)
Ba ının çaresine bakmak (çekmek, dü mek) : Ki inin kendi problemini kendi çözmesi için sorumluluk alması
“O günlerde kendi derdiyle me gul olan Pa a, birdenbire:
-Ömrümün sonuna kadar bir karı çocu un sırtından geçinecek de ilsin ya, ba ının çaresine bak, diye
hayli dürüst bir tavırla mam’ı ba ından savdı.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:174)
“ ki kahraman:
1) Aldırmaz. Aile ortamından mahrum yeti mi . Babasız. Anne, yalnız. O, ba ının çaresine bakıyor.
Nazik de olsa biraz ma rur. Hep tek ba ına.....
2) Öteki, duyarlı ve cömert.”
(A. Camus, “Defterler 3”, sa:92)
“Bunları yerine koymayı bir görev sayıyorum. Bu sözü vermeseydim, karde im davayı geri
almayacaktı. Acımasız bir insandır. Onu yalnız bırakaca ız. Kendi ba ının çaresine baksın bakalım. Kimse
gelip, halin nedir diye sormayacak. Bunu kendi istedi.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:505)
“Gizeme inanmazlar. Zihin yoluyla algılanan eylere güven duymazlar. dealsiz ve tutkusuz bir kent.
Nepotizmin <akraba kayırma, dayılık> erdem sayıldı ı bir dönemde Alessandria do umlu Papa V. Pius, akrabalarını
Roma’dan çıkartır ve ba ınızın çaresine bakın der.”
(U. Eco, “Somon Balı ıyla Yolculuk”, sa:202)
“Bu sözleri söyleyerek, son bölümünü de okumak için mektubu yeniden ele aldı.
‘... imdi senin gelece ine gelelim, Effici im. Artık sen ba ının çaresine kendin bakmak zorundasın ve
dı durumlar olanak verdi i oranda bizden koruma görece ine emin olabilirsin.’ ”
(Th. Fontane, “Effi Briest”, Cilt:III, sa:87)
“MEPHISTOPHELES - Ben bu acı sonu uzaktan deh etle görüyorum.
MARTHE - O halde, aziz Bayım, vaktinde ba ınızın çaresine bakınız.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:162)
“E er oyun aynı noktada birkaç kez tekrarlarsa, parası olanların bedelini verip oturabilmeleri için etrafta
sıralar olu tururlar, geri kalan halk da ba ının çaresine bakar.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:I, sa:52)
“Ona, karde lerinden iyi muamele ediyoruz. Fakat bir türlü memnun olmuyor. Mütemadiyen bizden,
evimizden, fukaralı ımızdan ikayet ediyor. Hatta daha ileri de gidiyor: ‘Ke ke serbest olsam da ba ımın
çaresine baksam...’ diyor.”
(R.N. Güntekin, “Yaprak Dökümü”, sa:102)
“ ‘Ben Madeleine’im, Madeleine olarak kalıyorum. Jean Valjean kimse vay haline! O artık ben de ilim.
O adamı tanımıyorum, ne oldu unu bilmyorum; ayet u saatte Jean Valjean diye biri varsa, ba ının çaresine
baksın! Bu beni ilgilendirmez.’ ”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:376)
“Köy bir Rum köyüydü. Onlar gittikten sonra köyü Anadolu göçmenlerine vermi lerdi. Bunlar sürgün
de illerdi Bunlara ev bark vermi lerdi. Asık sürgün Çerkeslerdi. Onlara ne ev ne tarla vermi lerdi. Onları
Anadolunun da larına, Arabistan çöllerine çırılçıplak sürmü ler, ba ınızın çaresine bakın demi lerdi. Onlar da
Emir saraylarının muhafızları, Arap eyhlerinin silah örü olmu lardı. Böyle i leri bulamayanlar da açlıktan,
yokluktan ölmü lerdi.”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:11)
“Annem, ‘Okul bitti artık, git vaftiz babanla konu , sana i bulsun,’ dedi inde, ‘Okuldan ayrılmadan
para kazanmayı becerebilirim, merak etme,’ diye kar ılık verdim….. Sonra, ‘Sırık Higueras’ı tanıyıp
tanımadı ını sordum ona. Bana tuhaf tuhaf baktı, sordu: ‘Ya sen, sen nereden tanıyorsun?’ ‘Arkada ım o benim,’
dedim, ‘Onun için ufak tefek i ler yapıyorum.’ Omuzlarını silkti, ‘Büyüdün artık,’ dedi. ‘Kendi ba ının çaresine
bak, ben hiçbir ey bilmek istemiyorum.’ ”
(M.V. Llosa, “Kent ve Köpekler”, sa:319)
“Ben de çok sarsılmı tım. Sekiz ayda denize olan alı kanlı ımı yitirmi tim. Korkuyordum, çünkü
e itim sırasında, fırtınada ba ımızın çaresine bakmayı da ö renmi tik. Ama, kasırgayı görükten sonra tedirgin
olmu tum; bu tedirginlik ola andı ıydı.”
(G.G. Marquez, “Bir Kayıp Denizici”, sa:18)
“Gerçi Mrs. Merriwether ve daha birçok Güneyli kadın da yeni gelen Kuzeyliler’le i yapıyorlardı; ama
onlar bu alı veri i istemeye istemeye yaptıklarını söylüyorlardı. Scarlett ise Yankee subaylarının e leri tarafından
verilen çay davetlerine bile gidiyordu. Daha da a ırı davranıyor ve bu kadınları evine kabul ediyordu. Herkes
onun için Pittypat ve Frank olmasa bile o kendi ba ının çaresine bakabilir, diye dü ünüyordu.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:II, sa:858-9)
“Doktorun karısı grubunun ba ında giderken kafasının içinde, geriye ne kadar yiyecek kaldı ını
hesaplıyor, ancak yetecek, hem de tek bir ö ün için, köpek dı ında tabii, o da kendi ba ının çaresine baksın,
tavu u bir anda bo azlayıp sesini ve ya amını keserken yaptı ı gibi.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:232)
“Sonra mai et (geçim) derdi sarpa sarıp da herkes ba ının çaresine dü tü ü zaman, pa a da, ilk tedbir
olarak kö kün selamlık kısmını kiraya verdi.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:II, sa:155)
Ba ının etini yemek : Sürekli ve ısrarlı olarak birisinden bir eyler istemek, askıntı olmak, dır dır etmek
“A abeyim beni vazgeçirmek için alay ederek ba a çıkamayınca bu sefer ba ka bir yol buldu. ‘Hiç
de ilse bir iki defa görü sünler, bir yemek yesinler, huyları uyar mı, konu tuklarını anlarlar mı görsünler, bu ne
biçim eydir, hiçbirinizin sesi çıkmıyor, sanki bulunmaz hint kuma ı, hepi topu hariciye memuru, nedir bu
aceleniz, hadi bunun aklı havada, sizinkine ne oldu...’ diye bütün gün annemin ba ının etini yiyordu.”
(Kür at Ba ar, “Ba ucumda Müzik”, sa:36)
“Teresa kendisini bir tutuklu gibi hissediyor; öfkeyle yanan kadın kendisini alıp götürmesi, bir ba ka
hayata ba lamaları için Lord Byron’un ba ının etini yiyor. Byron ise ku kular içindedir, ama bunları dile
getirmeyecek kadar ürkektir. lk ba taki co kunluklarının bir daha yinelenmeyece ini dü ünmektedir. Hayatı
dinginle mi tir; için için, sessizce emekli olmayı ummaktadır.”
(J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:207-8)
“Alan G. Thomas’a, Bellapaix, Kıbrıs (1954)
Sevgili Alan,
Girne’deki yerel kitapçı, dükkanının yeniden düzenlenmesine yardım etmek için ba ımın etini yiyip
duruyordu. Birden fark etti ki Korfu büyüklü ündeki Girne’de… fiatlar yükseliyor, insanlar geliyor. Do rusunu
söylemek gerekirse dergi satılan bir kırtasiyeci. Bir patlama olaca ının kokusunu aldı ve bir ya da iki yıl içinde
burada dükkan açmak isteyen daha ba ka giri imcilerin bulunaca ını aklı kesti.”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:148)
“MARGHERITA - Ne dedin?
LUCIETTA - Hiç.
MARGHERITA - Bak, beni dinle, canımı sıkma; yoksa imdi... (Öfkeli.) Bu evde çekti im bana
yeter. Zaten kocam bütün gün ba ımın etini yiyor; bakın hele, bir de u kıza sirlenmem eksikti!”
(C. Goldoni, “Yabanlar”, sa:19)
“Annem de artık fazla gelmeye ba ladı ha! Gece gündüz bu Cibali’den Topçular’a, eski evimize
ta ınalım! diye boyuna ba ımın etini yiyor. Topçular fena de il ama Reha Bey ve Reha Bey!in ‘bizimkiler’
dedi i kimselere uzak...”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:190)
“Benim, ‘Tek Ses çin’ adlı kitabımı okuduysan, bu korkumu öykümün kahramanının kızında dile
getirdi imi anımsarsın. u dü ünceyi bir an olsun aklımdan çıkartamıyordum: Geri gelirlerse, nasıl bir tutum
izlemeli? Saklanmalı mu? Canı kurtarmak için onlardanmı numarası mı yapmalı? Kar ı mı koymalı? Ya
sevdi im bir ki iyi alıp götürürlerse? Okulda sıra arkada ımın da ba ının etini yiyordum: ‘Ne dü ünüyorsun?
Sence Yapılacak en iyi ey nedir?’ ”
(S. Tamaro, “Daha çok ate , daha çok rüzgar”, sa:96)
“Boris:
-Yapı yapı bir ey, dedi. Barmenin yaptı ı kokteyl.
-Ayıp olmasın diye mi istedini?
-Üç haftadır tadına bakayım diye ba ımın etini yiyor. Biliyor musunuz, kokteyl yapmayı hiç
beceremez.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:174)
“EPIFANIA -... Bir karı kocası için ki ili inde bütün kadınları toplamı tır. Her kötülük ondadır;
kocasının etinde bir dikendir; kıskanç bir cadalozdur; polis hafiyesi gibi onun bütün hareketlerini izler; onda
boyuna kusur bulur, onu azarlar; ba ının etini yer.”
(G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:105-6)
“Ba ımın etini yiyor. Neredeydin? Kiminleydin? Sen liseli bir kızsın, eve bu saatte gelinir mi? Ba ına
bir i gelirse ben madettin’e ne derim?”
(A. Timuçin, “Gece Gelen Eski Dost”, sa:112)
Ba ının gözünün sadakası olsun : Birilerine verilen hediyelerle, dilenciye verilen sadaka gibi, Tanrı’nın o
kimseyi (ya da kimseleri) koruyaca ı inancı
“Balıkları Yani’nin kocakarıya verecekti. Damadının koku mu balıklarını de il, taze balık yesin.
Di siz a zını apırdata apırdata, ‘Kale yumu acık, yumu acık,’ diye... Yavruca ın ba ının gözünün sadakası.”
(P. Celal, “Melahat Hanımın Düzenli Ya amı”, sa:81)
“Ya mur olsun kar olsun tüm gün, önünde mendil, ba ını bile kaldırmadan, ‘Kırk para.. Allah rızası
için, Allah kazadan beladan saklasın. Ba ınızın gözünüzün sadakası olsun’u tekrarlayan bu karakterlere kalpten
inanmalı mıydık, yoksa inanmamalı mıydık?”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Aysel Hanım”, sa:141)
Ba ının tacı yapmak : Bk.: Ba ına taç etmek, yapmak
Ba ının üstünde Azrailin kılıncı gibi dolanmak : Ba belası olmak, her an üzerine yürüyüp mahvetmek
“Abdi A a:
‘Daha tela ın ne, diye soruyorsun. Ben tela etmeyim de kimler tela etsin, Ali Safa Bey? Herif
ba ımın üstünde Azrailin kılıncı gibi dolanıyor. Benim yüzümden bir kocaman köyü yaktı.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:285)
Ba ının üstünde ta ımak : Ba ının tacı yapmak, onu her eyden üstün tutmak
Bk.: Ba ının üstünde yeri olmak
“Testinin bo azından su, bir hıçkırık sesiyle akıyor.
-Emine, görüyorum ki halinden hiç memnun de ilsin. Bana varsaydın, seni ba ımın üstünde ta ırdım.
Seni böyle çalı tırmazdım. Bir dedi ini iki etmezdim.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:169)
Ba ının üstünde yeri olmak : Birine çok de er vermek; Kuranı Kerim’in öpülüp ba a konması gibi, o dostlu u
ba ında ta ıamaya de er oldu unu göstermek
“CATHERINE - Ben de gelsem olur mu?
SONIA (Birden oyunbazlı ı tutar. Kırıtmaya ve New York’lu bir a ifte edasıyla a zını yayarak
konu maya ba lar) Elbette, canikom. Ba ımın üstünde yerin var.”
(P. Auster, “Lulu Köprüde”, sa:41)
Ba ını sokacak bir delik (yer) aramak, bulmak : Yeterli olmasa da, minimum ko ullarda ya ayabilecek bir
yer bulmak
“ lahların gözdesi durumuna gelmedikçe vay haline bunu bekleyenin, yazdıkların hiçbir zaman
geçimini sa layacak parayı getirmez; ve e er ba ını sokacak bir yer, açlıktan ölmeyecek kadar a istiyorsan,
faturaları ödemek için ba ka i ler yapman gerekir.”
(P. Auster, “Cebi Delik”, sa:7)
“Oysa seyahat etmek para de il, cesaret i idir. Hayatımın büyük bir kısmını hippiler gibi dünyayı
dola arak geçirdim: Sanki o zaman param mı vardı? Tek kuru um yoktu. Yol paramı zor denkle tirirdim. Yine
de bence gençli imin en güzel yıllarıydı onlar - yarı aç yarı tok dola tı ım, tren istasyonlarında uyudu um, dil
bilmedi imden derdimi anlatamadı ım, gece ba ımı sokacak bir yer bulmak için ba kalarından medet umdu um
yıllar.”
(P. Coelho, “Elif”, sa:22)
“Üstü ba ı partal bir insan burada çıplak sayılmıyor. Ev sahibi olmayan, kira veremeyen, yazlarını
çardak altında ya da saray ve kiliselerin e i inde, geceleri arkadların altında geçiren ve kötü havalarda ufak bir
para kar ılı ında gece ba ını sokacak bir delik arayan kimseler burada hor görülmüyor, onlara serseri gözüyle
bakılmıyor.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:II, sa:239)
“Marangoz ustanın kaynı Boppi idi bu, yarı felçli yeti kin bir insandı; kısa süre önce ya lı annesi ölmü ,
ba ını sokacak bir yer bulamayarak ortalarda kalmı tı.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:135)
“... Her yerde serinleme arar, ifa umar: ama kaderin kovaladı ı adamın oca ı tütmez, ba ını sokaca ı
yer yoktur. Rimbaud ülkeler katetmemi midir, Nietzsche de yer üstüne yer de i tirmemi midir ve Beethoven
evden eve gezmemi midir.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Kleist’, Cilt:I, s:5)
Ba ını ta lara çarpmak, vurmak : Pi man olmak, çok önemli bir fırsat kaçırdı ından dolayı dö ünmek;
çaresiz hissetmek
“... Bunlara Suad da katılıyor, ‘Bilmem ama yine deniz tutar mı?’ diye Necib’e soruyordu; o, daima
böyle Suad’la birlikte olabilmek mutlulu unun yanında bunun için hakkı, hayatın izni, o kadar mutlulu u
olmadı ını dü ünüp, ‘Ama bu böyle ne olacak?’ diye ba ını ta lara vururcasına üzgün olarak acı içinde ve
ezilmi kalırdı.”
(M. Rauf, “Eylül”, sa:154)
Ba ını yakmak : Ba ını derde sokmak, ba kasını kötü hallere dü ürmek
“... dokunur, dokunur, Re it’in yeti tirdi i çocu a bak derlerse senin yüzün kızarır mı ki, diyordu, ne
halin varsa gör demi ti sonra, bir yirmibe kuru luk hırsızlık benim de il ama senin ba ını yakabilir bir gün,
nasıl olsa ben onun o ya ını göremeyece im...”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:92)
Ba ını yemek :
yi niyete kar ın, bazı konu ma, planlama ya da aksiyonların, o ki inin zararına sonuçlanması
“Clarissa’ya biraz üpheyle baktı. ‘Aslında bir general kızıyla böyle konu mamalıym, aksine,
meslekta larım gibi sava bro ürleri ve makaleleri yazmalıyım. Oysa olmayacak bir fikre saplanmı ım; o da
sava ın bir suç ve bir aptallık oldu udur. Sizi etkilemek istemem. Zaten bir gün bu konu malarımla ba ımı
yiyece imi biliyorum.’ ”
(S. Zweig, “Clarissa”, sa:103)
Ba ınızı a rıttım : Çok konu mak dolayısıyla kibarca birinden özür dileme sözcü ü
“- kindi okunuyor. Af buyurun, ba ınızı a rıttım. Gene görü ürüz belki. Sabahları dükkana öyle bir
u rar sonra damacılar kahvesine giderim ço u..... Neyse, ho ça kalın.
-Güle güle efendim.”
(Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:102)
Ba ınızın gözünüzün sadakası olsun : Dilenci mottolarından biri
“Ya mur olsun kar olsun tüm gün, önünde mendil, ba ını bile kaldırmadan, ‘Kırk para.. Allah rızası
için, Allah kazadan beladan saklasın. Ba ınızın gözünüzün sadakası olsun’u tekrarlayan bu karakterlere kalpten
inanmalı mıydık, yoksa inanmamalı mıydık?”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Aysel Hanım”, sa:141)
Ba ın(ız) sa olsun : Aileden biri vefat etti inde kom uların, arkada ların aileye söyledikleri taziye sözü
“Peregrini’nin yanakları çökmü , akaklarındaki kırlar biraz daha ço almı tı. Fakat gözleri kor gibi
sıcak ve belki o gözlerin anlamından dolayı gençle mi görünüyordu. Rakım’ıa, eski verdi i önemi vermedi.
Belki onu stanbul’dan ayıran aile kederinden dolayı ba sa lı ı dilemedi i için:
-Allah sana çok ömürler versin, kusura bakma, ba ın sa olsun, demeyi unuttum. Bir sendedir
meydanda yoksun. Ne alemdesin?”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:305)
“Gezgin satıcı hiçbir ey anlamamı tı, zangır zangır titriyordu, can havliyle, ‘Ba ınız sa olsun! Ba ınız
sa olsun!’ diye kekeledi. Kendini Kien’in ellerinden kurtarmaya çabalıyordu ama Kien ellerini gev etmiyor,
gülümseyerek konu masını sürdürüyordu.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:300)
“-Ba ın sa olsun canım, dedi.
Bu ‘Canım’, içini gıcıkladı. Müfetti ler müfetti i’in.
-Sen sa ol, dedi o da kar ılı ında.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:78)
“Belediyenin salonu geni , oturacak yeri de çoktu. Kaymakam da çoktan gelmi , orada onları
bekliyordu. Karde leri görünce onların hepsini sert sert bakarak, tepeden tırna a kadar süzdükten sonra:
‘Ba ınız sa olsun Beyler,’ dedi. ‘Sizin babanızı feci bir ekilde öldüren nce Memed bizim de
dü manımızdır, yani Cumhuriyetimizin de...’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:III, sa:222)
“ çinde bir sıkıntı vardı. Ak amleyin yine kalkıp i e dönmek istemi ti. Doktor kendisine bakmak için
gelmi ti. A abeyinin ölüm haberini aldı ını duydu unda ciddile mi ve ba sa lı ı dilemi ti. ‘A abeyiniz ehit
olmu . Ba ınız sa olsun, gerçekten sa olsun. Bu durumda bayılma nedeniniz de açıklanmı oluyor.’ ”
(S. Zweig, “Clarissa”, sa:109)
Ba ı sıkılmak : Problemi olmak, özellikle parasal yönden
Bk.: Ba ı sıkı mak
“ te olan olmu tu. Artık geri dönemezdi, Jacques imdiden açık bir a kınlık gösterisiyle gözlerini
kırpı tırıyordu:
-Hayır, anlamadım, dedi. Nereden anlayayım, yani bize yalnız ba ın sıkıldı ı zaman, borç istemeye
geldi ini mi söylemek istiyorsun; hiç nedensiz yalnızca bizi görmeye gelmi olamaz mısın?”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:105)
Ba ı sıkı mak; Ba ı sıkıya gelmek : Ba ı dara girmek, bir güçlükle kar ıla mak, örne in para
“Bir kimseyi avutup teselli etmenin, bir kimsenin acı ve sevinçlerini payla manın ya da moralini
güçlendirmenin incelikli sanatına vakıftı dostum; arkada larından birinin ba ı sıkı maya görsün, hemen
yardımına ko uyordu.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:75)
“Servet Bey, karı ık i leri, güç anları, hele heyacanlı, felaket içeren eyleri hiç sevmezdi. Ruhu
vücudundan daha tembeldi. Onun içindir ki, ne zaman ba ı sıkıya gelse, etrafındakilerden imdat istemek,
ba kalarının gayret ve hamiyetine sı ınmak, huyunun en göze çarpan özelliklerinden biriydi.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:101)
Ba ı uçurulmak : Kellesi balta ya da kılıçla kesilmek
“HAMLET -... ‘Danimarka’nın da esenli i adına, ngiltere’nin de’, diye bir sürü neden soku turulmu ;
aman, sa kalırsam sözde ne tehlikeler, ne felaketler gerçekle ecekmi . Onun için ferman okunur okunmaz, vakit
kaybetmeden, hatta baltanın bilenmesi bile beklenmeden ba ım uçurulmalıymı !”
(W. Shakespeare, “Hamlet”, sa:172)
Ba ı vurulmak : Ba ından kur unlanarak vurulmak
“Koca Ali, en kalın en katı demirleri mısır yapra ı gibi incelten, ka ıt gibi yumu atan sanatını kimseden
ö renmemi , kendi kendine bulmu tu. Daha oniki ya ındayken, sert bir derebeyi olan babasının ba ı vurulmu ,
öksüz kalmı tı.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:I, sa:171)
Ba ı yenmek : Ba ına ciddi i ler gelmek, ba ı belaya girmek, hayatı sönmek
“ ‘Gittiler diyorsunuz ha? Ne diyorsunuz siz ha? Ne yaptınız? Ne yaptınız... Bu i sizin ba ınızı
yiyecek...’ Ses hala kulaklarında çınlıyordu: ‘Bu sizin ba ınızı yiyecek!’ ”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman” sa:85)
Ba ıyla evetlemek : Hiç ses çıkarmadan ‘evet’ anlamında ba ını a a ı, yukarı sallamak
“Kuca ından usulca yere bıraktı. Benimle birlikte son hıçkırıklarımı da. Ve dolaptan bir tabak çıkardı.
‘Gloria sana biraz meyve salatası ayırmı tı…’
Ama tabaktakiler bir türlü bo azımdan geçmiyordu. Oturdu ve ka ıkla azar azar bana yedirdi.
‘Artık bitti yavrum, bitti de il mi?’
Ba ımla evetledim, yine de ilk ka ıklar tuzluydu. Gözlerimden akan son ya lar durmak bilmiyordu.”
(J.M. de Vasconcelos, “ eker Portakalı”, sa:60)
Ba ı yukarda olmak : Onurlu, olanları kibrine yediremeyen, ba ı dik olmak
“Tüm haklarından esirgenmek, büyük zarara u ramak, yerinden yurdundan ayrılmak istemiyen,
toplanma kampını boylamı ve ba ı pek yukarda olanların bile konu kanadı iyice kırılmı tı.”
(S. Zweig, “ Dünün Dünyası”, sa:525)
Ba ka (bir) çıkar yol(u) bulamamak, görmemek, olmamak : Ba ka seçene i olmamak
Bk.: Ba ka yolu olmamak
“Bizi sanki Flandralı iki askermi iz gibi bir kenara attı. Ama, o kendi kendini onlardan ne zaman
sıyırsa, askerler büyülü bir uykuya dalarken, Cuma ile benim yemeye, içmeye ve üzülmeye devam etti imizi
unutuyor. Benim için soka a çıkıp, dilenmek, çalmak, ya da daha kötü bir ey yapmaktan ba ka bir çıkar yol
yokmu gibi geliyordu artık. Ama imdi sizin evinizdeyiz ve tekrar huzur bulduk.”
(J.M. Coetzee, “Dü man”, sa:53)
“Kitabe yazarının durumu alabildi ine üzmü tü K.’yı, a lamaya ba ladı, ellerini yüzüne kapayarak
uzun süre hıçkırdı. K. yatı ana kadar bekledi adam. Sonra, ba ka çıkar yol göremedi inden, yazma i ini
sürdürmeye karar verdi.”
(F. Kafka, “Hikayeler-Bir Dü ”, sa:104)
“Ne yapmalı? Yaz bitti, güz dayandı kapıya, okul açıldı açılacak. Annesi diretiyor, yatılı okutacak.
Okumazsa i bulmalı. Ba ka çıkar yol yok. Çalı maya karar verir, ama Charleville’de de il, Paris’te. Karın
toklu una bir i bulmalı, yeter ki tüm zamanını almasın, iir yazabilecek vakit bulsun.”
(A. Rimbaud, “Dizeler”, sa:31)
“Böyle haykırıyor, gaklıyordu... o kadar a ırmı , çaresizli e dü mü tü ki Jonathan, ba ka çıkar yol
bulamamaktan, çocukluk günlerinden bu yana bir daha hiç yapmadı ı bir ey yaptı: dua etmek üzere ellerini
kavu turdu, ‘Tanrım, Tanrım,’ diye yakardı, ‘niçin terkettin beni? Niçin beni böyle cezalandırıyorsun?
Göklerdeki Babamız, kurtar beni bu güvercinden, Amin.!’ Görüldü ü gibi do ru dürüst bir dua de ildi bu, daha
çok, edindi i pek kısıtlı din e itiminden artakalmı bölük pörçük anılardan olu an bir kekelemeydi bu...”
(Patrick Süskind, “Güvercin”, sa:18)
Ba ka kapıya : Ba kalarından yardım iste, buradan git
“Otelci ile garsonları beni bir kere ba tan a a ı süzdüler, sonra :
-Yerimiz yok. Ba ka kapıya! demesinler mi?”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:499)
Ba kalarına yük olmak : Ya amını, geçimini temin için ba kalarına muhtaç olmak
“Ekme imi kazanamam. Belki de bana en a ır gelen, en zor katlandı ım bu oluyor: ba kalarına yük
olmak!.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman” sa:101)
“Nihayet, la Grande, Palmyre’yi reddeden, onunla asla konu mayan ninesi, ilerledi:
-Galiba ölmü , dedi.
Sonra, sopasıyla onu dürttü. Güne in parıl parıl aydınlı ında, bo almı , apaçık gözleriyle, ovanın
rüzgarına kar ı bir karı açık a zıyla yatan ceset, kımıldamadı. Sızan kan, çenesinde pıhtıla ıyordu. O zaman,
nine, e ildi i yerden do ruldu, ekledi:
-Tabii, ölmü ... Ba kalarına yük olaca ına, böylesi daha iyi.”
(E. Zola, “Toprak, Cilt:I, sa:340)
Ba kalarından medet ummak : Maddi ve manevi, özellikle ekonomik yoksunluktan dolayı, ba kalarının el
uzatmasıyla hayatta ayakta durabilmeyi beklemek, ümit etmek
Bk.: Medet ummak
“Oysa seyahat etmek para de il, cesaret i idir. Hayatımın büyük bir kısmını hippiler gibi dünyayı
dola arak geçirdim: Sanki o zaman param mı vardı? Tek kuru um yoktu. Yol paramı zor denkle tirirdim. Yine
de bence gençli imin en güzel yıllarıydı onlar - yarı aç yarı tok dola tı ım, tren istasyonlarında uyudu um, dil
bilmedi imden derdimi anlatamadı ım, gece ba ımı sokacak bir yer bulmak için ba kalarından medet umdu um
yıllar.”
(P. Coelho, “Elif”, sa:22)
Ba kalarının a zını tıkamak : Dedikodu yapan kimseleri susturabilmek
Bk.: Elin a zı torba de il ki büzelim
“TEK N, sözünü keser - Hayatım... (Saçlarını ok ar.) Benim bir tanem.
GÜLTEN, konu mak isterse de Tekin engel olur.
TEK N – Ne yapalım. Ba kalarının a zını tıkayamayız ya .. Önem vermeyelim onların sözlerine. Seni
seviyorum ya... Geçmi üzerinde durmayalım..”
(S. Engin, “Suçlu”, sa:10)
Ba kalarının i ine burnunu sokmak :
Bk.: Burnunu ba kalarının i ine sokmak
Ba kalarının (ba kasının) sırtından geçinmek : Geçimini, ba kalarına asalak olarak temin etmek; tufeyli
“ yili in erefi ba kalarına dü tü, bana yalnızca kötülük kaldı. Ama benim ba kalarının sırtından
geçinmekte gözüm yok, hırslı de ilim.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:244)
“Mutluluktan Christine’in kanı ba ına vuruyor. Çok kibar, gezmi görmü bir adam kendini ba kasının
sırtından geçinen bir asalak olarak görmemi ve kendisinden nefret etmemi ti.”
(S. Zweig, “De i im Rüzgarı”, sa:62)
Ba kaldıran; Ba kaldırmak; Ba kaldırmı ki i : syan etmek; Zamanına ve duruma kar ı gelen evrensel
kahramanlar: Prometheus-Peygamberler-Halk ihtilalcileri-Sanatkar
“Salyangozların ablamızın ürkünç yaratıcı gücüne sık sık esin kayna ı olması, Cosimo’yla beni, i kence
gören bu zavallı hayvanlarla dayanı madan, tatlarına duydu umuz tiksintiden, her eye ve herkese duyulan
öfkeden olu an bir ba kaldırmaya itti. Cosimo’nun ölçülü biçili davranı ının ve ardından gelen hareketlerinin
kayna ında bu ba kaldırma varsa a mamak gerekir.”
(I. Calvino, “A aca Tüneyen Baron”, sa:17)
“Ba kaldırı, çıldırmı köpe in havlamasıdır (Antoine et Cleopatre) <Antonyus ve Kleopatra>.”
(A. Camus, “Defterler 2”, sa:177)
“BEREKET
Küçükken ben, annemin sessiz
ümitsizli ine
ba kaldıran be imiz bir aradayken,
tarihsel de erli, kartal pençelerinin üzeri
kabarcıklarmı , eski çinko le enimiz
dolmazdı hiç.”
(Isobel Dixon<d.1969>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 10.05.07)
“ nsano lu zayıf ve alçaktır. Varsın her yerde bize kar ı ba kaldırıp isyanlarıyla övünsün. Çocukçadır,
okul çocuklarının böbürlenmesine benzer bu…Çıngar çıkarıp ö retmenlerini sınıftan atan çocuklara
benzerler…”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:II, sa:161)
“Birincide (affa u ramak) zincirlerle, ikincide (durumu ölüme kadar devam ettirmek, kaçmak) inançla
ba lıydılar. Birinciden ne kokusu tütüyor? Korkunç bir lanetlenmi lik, di gıcırtıları, nefret, umutsuz bir kötülük,
insan toplulu una kar ı bir kuduz köpek haykırı ı, gökyüzüne acı bir ba kaldırma.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:II, sa:420)
“Dünya i lerine karı ıyordum, arkada larımla ça ımın sorunlarını ve dü üncelerini tartı ıyordum.
Önceleri tatlı tatlı sitem ettiler bu yüzden: ‘Kunduracı, çizmeden yukarı çıkma!’ diyorlardı bana. Tepem attı o
zaman. Adrian Zograffi’nin öykücüden çok bir ba kaldırmı ki i oldu unu unutuyorlar mıydı?”
(P. Istrati, “U ak”, sa:8)
“Ertesi gün, karanlık çökerken, Murol atosu’na vardım. Eski hisar, geni bir kayanın ortasında, üç
küçük koya ın birle ti i yerdeki kayasının üzerinde ayakta duran dev gibi kule, yer yer çatlamı , yamru yumru
olmu , fakat geni ve yuvarlak dibinden ta tepesindeki yıkık kuleciklere kadar henüz yusyuvarlak, göklere ba
kaldırıyordu.”
(G. de Maupassant, “Jules Amcam”, sa:134)
“Ve beliren eyle birlikte, batmı bir e ya etrafındaki ıslak yosunlar gibi, ona yapı ık a kın anılar
karga alı ı ba kaldırır. Hiçbir vakit haberdar olmadı ımız hayatlar ortaya çıkar, gerçekte olmu olanların
arasına karı ır ve biliniyor sanılan geçmi i kenara iter, yerine kendi geçer.”
(R.M. Rilke, “Malte Laurids Brigge’nin Notları”, sa:91)
“Ama bir gerçek vardı ki, Laurent imdilik temiz, yüce a ktan bıkmı , bütün varlı ıyla geçmi teki
u ursuz heyecanları arıyordu. Bu, onun ya ama girerken kötü bir yol tutmu olmasının cezasıydı. Hiçbir özel
amacı olmadan ve istedi i zaman kolaylıkla çıkabilece ini umdu u bir uçuruma gülerek kendini atmı olan
Laurent’ın bu acımasızca cezaya bütün gücüyle ba kaldırması akla yakındı.”
(G. Sand, “Thérese ile Laurent”, Cilt:II, sa:11)
“ ‘Hayır, yapmayacaksın’... bu sözlerle a ır, kıvamlı bir dalga üzerime geliyor; ta ıdı ı her neyse,
bende kımıldayan, canlanmak isteyen eyleri ezmek, yok etmek için saldırıyor, içime doluyor... ve bu saldırı
kar ısında içimdeki o eyler birden ba kaldırıyor, daha da güçleniyor ve o güçle sözcükleri dı ıma fırlatıyor:
‘Evet, yapaca ım.’ ”
(N. Sarraute, “Çocukluk”, sa:9)
“SIWARD - Ö rendi imiz hep aynı ey; kendine güvenen zorba hala Dunsinane’deymi , orayı
ku atmamızı önlemeyecekmi .
MALCOLM - Ba ümidi o zaten; çünkü nerede ba arılaca ı anla ıldıysa orada büyüklü küçüklü
herkes kendisine ba kaldırdı; hizmetinde olanlar da zorla hizmetinde, gönülden de il.”
(W. Shakespeare, “Macbeth”, sa:86-7)
Ba ka yolu yok : Tek seçenek bu, tek çıkı yolu bu
“Jeff’i görür görmez nasıl biri oldu unu anladım. Benden genç olmasına ra men, kendimin bu genç
modelini tanıdım.
‘Acayip ak amdan kalmasın evlat,’ dedim ona bir sabah.
‘Ba ka yolu yok,’ dedi. ‘unutmak gerek.’
‘Haklısın galiba,’ dedim, ‘tımarhaneye dü mektense ak amdan kalmak ye dir.’ ”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:54-5)
Ba koymak (u runa, yoluna) : çtenlikle u runa her fedakarlı ı yapmak, hayatını bile feda etmek; Saray
adabında ve tasavvufta, hizmetlilerin ya da müritlerin, padi ahın ya da erenlerin huzuruna girdiklerinde secde
ederek alınlarını yere koyma adeti
“Mevlana’nın medresesine girdikleri vakit Mevlana hazretleri medresenin topluluk yerinde yalnız
oturmu kitapları mütalaaya dalmı tı. Tacirlerin hepsi ba koyup kendilerinden geçtiler.” ..... “Müritler çı lıklar
kopardılar ve: ‘Ne çıkacak’ diye beklediler. Biraz sonra Kira Hatun, insan yüzlü, elleri ve ayakları bizimkilere
benzeyen, ba tan tırna a kadar tüylerle kaplı korkunç bir kimsenin çadırın kapısından içeri girip yere ba
koydu unu gördü. Bu su canavarı, gayet açık bir dille selam verip: ‘Biz de Mevlana hazretlerinin muhiplerinden
ve kullarındanız.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:I, sa:103; Cilt:II, sa:29)
“SOLANGE - Hanımefendi çiçek barikatlarının kendisini koruyaca ını, hiç beklenmedik birinin onu
kurtarmaya gelece ini, yoluna ba koyaca ını umuyordu de il mi?”
(J. Genet, “Hizmetçiler”, sa:16)
Ba kö eye kurulmak : Bencilik ya da azamet, büyüklük taslamak niyetiyle, oturulacak yerin, sofranın,
toplantının ba ına geçmek, hizmet edilmesini beklemek
“KORO - Kraliçelerin, pek do al olarak, her yerde keyifleri yerindedir. Öbür dünyada bile onlar ba
kö eye kurularak, kendi düzeyindekilere kar ı büyüklük taslarlar.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:242)
Ba lamak : ‘Problem yaratmaya ba lama!’,‘ imdi senin hakkından gelirim, haddini bil!’ ba lamlarında
“MÜDÜR - Dolayınıza ba larım! Benim amirli im bir anda ne hale geldi! Sizi uyarıyorum, haddinizi
bilin, yoksa bu davranı lar ho uma gitmiyor.”
(D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:26)
Ba ları derde girmek :
Bk.: Ba ı derde girmek
Ba larının çaresine bakmak :
Bk.: Ba ının çaresine bakmak
Ba ları üstünde bir dam aramak : Evsiz barksız, fakir ya da ayaktakımının geceleri, özellikte karda kı ta
ba larını sokacak bir kovuk aramaları
“Geceleriyse polisin bile adım atmadı ı Bree Soka ı’ndaki dokların orda yıkık ambarlara, terk edilmi
yapılara sı ınıp ba ları üstünde bir dam arıyorlardı.”
(J.M. Coetzee, “Michael K.”, sa:22-3)
Ba lı ba ına : Olayın kendisi, kendi de er yargıları içinde, kendisi, tek ba ına
“... bastonuna yaslanmı olan bu kar beyazı saçlı ve saygıde er ya lı bay, Belediye Ba kanı Doktor
Oeverdieck’ti. Onun burada bulunması ba lı ba ına bir olay, bir büyük ba arıydı! Bazıları bunun nasıl oldu unu
bir türlü anlamıyor. Tanrım, arada bir akrabalık ba ı da yok! Buddenbrooklar ihtiyarı zorla getirmi lerdi
herhalde... Gerçek uydu: Konsül Buddenbrook ve kız karde i Bayan Permaneder birlikte küçük bir dolap
çevirdiler, bir oyun oynadılar.”
(Th. Mann, “Buddenbrooklar”, sa:351)
Ba parma ıyla i aret parma ı arasında ezmek : Büyüklük taslayan, kendini dev aynasında gören kimse
tarafından küçük yapılı birini ezebilece i konusunda söyleyebilece i deyim; Pire gibi ezmek
“La ımcı kafasını ka ıdı. Bu kemik çuvalını ba parma ıyla i aret parma ı arasında ezerdi, ne var ki,
kendisine böyle yapması söylenmemi ti. O yalnız söyleneni yapardı. ‘Gidip efe sorayım,’ diye homurdandı,
ötekine arkasını döndü. Böylece veda etmek, konu maktan kolaydı.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:309)
Ba sa lı ı dilemek : Ki isel baz’da: Bir aile dostu ya da tanıdı ın vefatında, kalan aile efradına üzüntülerini
payla mak üzere taziyette bulunmak; toplumsal bazda: ehitler ya da tanınmı devlet erkanının ölümlerinde, ki i
ahsan tanınmasa dahi, ananevi bir adet olarak, o kurumun en yüksek makamına teessürlerini bildirmek
“Ondan sonraki hafta daha da zor oldu. Peri an dul e yüzü takınmak zorunda kaldım. Önemli
bir insandın ve bana ba sa lı ı dilemek isteyen pek çok ki i vardı. O alı ıldık sözlere dayanamaz olunca banyoya
kapanıyordum ve ne yapıyordum biliyor musun? Kahkahalarla gülüyordum.”
(S. Tamaro, “Yanıtla Beni”, sa:99)
Ba tacı etmek : El üstü tutmak, çok sevgi ve saygı göstermek, çok önem vermek, ngilizce’de “No.1” denen;
Tapmak
“ lkça daki tarikatların ve gizemci topluluklarının savundukları dü ünceler, akılcı bir bakı açısından
göründü ü kadar naif de ildir. lkça , bizimkisi gibi bir bilim anlayı ından uzaktı. Buna kar ılık felsefi-gizemci
do ruları kendine u ra alanı seçmi ti ve bu u ra da çok geli mi ti. Kısmen söz konusu u ra tan büyü ve sihir
do du..... Ne var ki büyü de soylu bir kaynaktan çıkıp gelmi ti ve derin dü ünceleri içeriyordu. Abraxas,
Yunanca kökenli büyü sözleriyle ili kili olarak geçer ve genellikle ilkel kabilelerde bugün bile rastlanan bir büyü
eytanının adı diye bilinir.... taptı ımız bir tanrı vardı gerçi ama bu yanrı, keyfi olarak ikiye bölünmü dünyanın
ancak bir yarısını temsil ediyordu ve resmen kabnul edilen ‘aydınlık’ dünyaydı bu da. Ama i in do rusu, bütün
dünyayı ba tacı etmekti; dolayısıyla ya aynı zamanda eytan’ı da temsil eden bir tanrı olmalı ya da Tanrı’ya
tapınmanın yanı sıra eytan’a da tapılma ilkesi getirilmeliydi. Buna göre Abraxas, hem Tarısallı ı hem
eytansallı ı kendisinde barındıran bir tanrıydı.”
(H. Hesse, “Demian”, sa:120-1)
“Sevgiyle ilgili olarak u kadar söyliyeyim ki, ömür boyu bir çocuk kaldım bu konuda. Kadınlara kar ı
duydu um sevgi benim için arındırıcı bir tapınma niteli ini korudu hep, hüznüm dikine yükselen bir aleve
sönü tü, mavi göklere yakarıyla uzanmı bir el oldu. Gerek anneme besledi im sevginin, gerek kendi içimdeki
belirsiz bir duygunun etkisiyle kadınların tümüne yabancı, güzel ve bilmecemsi yaratıklar diye bakıp onları ba
tacı ettim. Öyle yaratıklar ki, do u tan güzellikleriyle varlıklarındaki birlik ve bütünlük sayesinde biz
erkeklerden üstündüler ve bizim kendilerine kutsal gözüyle bakmamız gerekiyordu...”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:29)
“Zehra:
‘Melek Hatun kendini her gören erke i büyüledi ini bilir. Kocası öldükten sonra hiçbir erke e söz
vermemi tir. Babamızın adını bile de i tirdi. Giritte olsaydı dünya güzeli bir kız gelseydi A aefendi adını kabul
eder miydi? A aefendi Melek Hatunu görür görmez büyülendi. lk günler seninle korkmadık mı, babamızın hali
ne olacak diye korkmadık mı, bereket versin Melek Hatuna A aefendisini ba tacı etti.’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 4-Çıplak Deniz Çıplak Ada”, Cilt:4, sa:131-2)
“Ba tacı edilirken dı varlı ını dı ardan,
Diller senin hakkını sana verirken önce,
Vazgeçerler övgüden, atafatlı laflardan
Gözün gösterdi inden ötesini görünce.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:69, sa:179)
Ba tan a a ı(ya); Ba tan aya a (bulanmak, dikkat kesilmek, süzmek) : Vücudunun tepesinden aya ına dek;
Tüm dikkatini vermek; tepeden tırna a, inceden inceye de erlendirmek
“BA TAN AYA A
Sabahleyin beni eytan
Odamda görmeye geldi,
Laf almak için a zımdan,
‘Bilmek istiyorum,’ dedi.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:93)
“Baca ının birinde kocaman bir demir parçası paçavralarla sarılı olan bir adamdı bu! Ayakkabıları
param-parça olmu , apkasız ba ına eski püskü bir bez sarmı tı. liklerine kadar sırılsıklam ıslanmı , ba tan
a a ı çamurlara bulanmı , ta lardan, kayalardan bacakları yara-bere içinde kalmı , dört bir yanına dikenler
yapı mı , sırtındakiler çalı-çırpıya takılmaktan parça parça olmu bir adam...”
(Ch. Dickens, “Büyük Umutlar”, sa:6)
“HARDCASTLE - Gevezelik istemez, Diggory. Konukların yanında ba tan a a ı dikkat
kesilmelisiniz. Bizim konu tuklarımızı i itin, ama konu mayı aklınıza getirmek yok.”
(O. Goldsmith, “Yanlı lıklar Gecesi”, sa:32)
“Onlar, ba kaları gibi hanımefendiyi, küçükhanımefendileri eteklemedi imi, gayet sade ve serbest bir
selamla yetindi imi görünce hayret ettiler. Birbirlerine bakıyorlardı. Çocuk terbiyecisi (mürebbiye) oldu unu
tahmin etti im adi Beyo lu kokonası, altın gözlü ünü tutarak, beni ba tan a a ı süzdü.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:291)
“-... Khafra adındaki Mısırlı bir oymacı, Kral kinci Ramses için M.Ö. bilmem kaç yılında böyle iki ba
oymu . kinciyi bulmak bir türlü mümkün olamamı . Avrupayı ba tan a a ıya dola mı lar, bir türlü
bulamamı lar. Scudder eski püskü eki için iki bin dolar vermi .”
(O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:98)
“ ki müfetti ba tan aya a dikkat kesilmi ler, adamın kalıp kıyafeti önünde, daha çok da yüz kilonun
üstündeki a ırlı ı altında ezilmi lerdi. Müdür kırıla döküle:
-Efendim, dedi. Müfetti beyler... bilginize ba vuracaklar da...”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:148)
“... Ve kızkarde i Marian vardı; önceki yaz bir konserve fabrikasında çalı mı tı ve ince güzel elleri
domates bıçakları ile ba tan a a ı yaralıydı. Ayrıca iki parma ının ucu önceki kı çalı tı ı karton kutu
fabrikasının kesme makinalarında kalmı tı. Annesinin tabutta yatarkenki sert avuçlarını hatırladı.”
(J. London, “Martin Eden”, sa:46)
“Kar ılık vermedi. Ba tan aya a süzdü beni. Sonra, incelemesinden ho nut kalmı gibi, ilerlemekte
olan kılavuzuma da aynı dikkatle baktı. Kılavuzun sarardı ını, korktu unu apaçık göstererek durdu unu
gördüm.”
(P. Mérimée, “Carmen”, sa:41)
“NOEL SONELER <1934>
I
Bugün Onun ya am saatinin yakla tı ı gündür,
Ba tan aya a izin verin onun için hazırlanmama
Kolaylıkla seçmek amacıyla yılı
Kanatlı bir usu ödüllendirmek için biraz besleyerek.
Kimileri bunu ilahi bir tecelli olarak görür
Erinçte, yiyecek ve içecekte. Ötekiler avda”
(Allen Tate<1899-1979>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.12.02)
“Otelci ile garsonları beni bir kere ba tan a a ı süzdükten sonra:
-Yerimiz yok. Ba ka kapıya! demesinler mi?”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:499)
Ba tan ba a : Dört bir yanıyla, tüm çevresiyle
“BÜYÜKLENMEN N SONU
----------------------------------Tutmu sessizlikle gece ba tan ba a
Anahtarı yitik bir zindan yerine.
Dönmü ba ıbo sokak köpeklerine,
Ve, karı tırarak yazları kı larla,
Geçti mi kırlardan bombo bakı larla,
Yıpranmı bir nesne gibi çirkin, murdar,
Ardından alayla gülermi çocuklar.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:51)
“K., i e gitmek için her gün kenti ba tan ba a katederken son yıllarda kent merkezini bile istila eden
evsiz barksız ayaktakımı ordusuyla hep omuz omuzaydı. Bu insanlar dileniyor, çalıyor, yardım ocaklarının
önünde kuyruk oluyor, ısınmak için kamu binalarının koridorlarında öylece oturuyorlardı.”
(J.M. Coetzee, “Michael K.”, sa:22)
“KULUÇKA
Doldurdular
Anaç tavu un altını
Kuluçkaya yatınca
Yumurtalar yumurtalar yumurtalar
Gün geldi
Kapladı avluyu ba tan ba a
Bir sürü ördek kaz”
(F. Hüsnü Da larca<1914-2008>, “Ötekinde Olmak”, sa:77)
“Ba tan ba a oymalarla süslenmi , cilalanmı , ya a doyurulmu , sert tahtadan yapılmı olan bu
pavyonun camları olmasaydı, ötekilerden farksız, cansız ve dilsiz bir heykel gibi katı güzelli i içinde donmu
güzel bir ey sayılabilirdi. Onlar konu uyordu. Hem de ne cerbezeli, ne evrensel bir dille!”
(P. Istrati, “Sünger Avcısı-Bakır”, sa:33)
“Kölen olmu um senin, elden ba ka ne gelir,
Gece gündüz el pençe divanım buyru una;
Geçirdi im saatler ba tan ba a bir hiçtir
Sen buyurmu de ilsen çabalarım bo una.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:57, sa:155)
Ba tan çıkarıcı; Ba tan çıkarılmak, çıkar(t)mak; Ba tan çıkma : Tavlanmak, ayartılmak; Ba tan çıkartmak,
ayartmak (cinsellik)
Bk.: Yoldan çıkarmak
“Margot gülümsüyor, sonra Walker’dan sigara isteyerek konuyu de i tiriyor. Walker onun Gauloise’ını
yakarken yüzüne bakıyor ve birden kafasında hiçbir zaman Margot’yu Born’dan ayıramayaca ını fark ediyor.
Bu, insanın suratına amar gibi inen bir durum ve Walker’ın ba latmaya çalı tı ı cilveli, ba tan çıkarıcı havayı
yıkıp geçiyor.”
(P. Auster, “Görünmeyen”, sa:133-4)
“ te bu ruh hali içinde büyük nehir boyunca yürüyordu ve o B R EY’den ba ka hiçbir ey
dü ünmüyordu: kendisini öldürmek, ya amdan zor kullanarak uzakla mak. Ta basamaklardan yava yava
ırma a do ru indi, bütün vücudu titriyordu. Son basamakta durdu. Su, insanı kendisine davet eden, ba tan
çıkarıcı bir sessizlikle ta ları dövüyordu.”
(H. Böll, “Solgın Köpek-Yürek Yarası”, sa:10)
“Tahmin edilebilece i gibi öhret delisi genç asistanı onu memnun etmeye hevesli olarak gelmi ti.
Onlarca yıllık ustalı ın verdi i sabırla Sexton sihirli karı ımı devreye sokmu tu... Gabrielle’in güvenini
kazanmı , onun tüm çekingenli ini üzerinden atmı , kendine hakim oldu unu sergilemi ve sonunda hemen
oracıkta, ofiste onu ba tan çıkarmı tı.”
(D. Brown, “ hanet Noktası”, sa:39)
“Bize dü man bir ailenin o lu oldu u halde evimize girmeyi nasıl becermi ti? Amacı neydi? ‘Ablamızı
ba tan çıkarmak, daha da beteri zorlamak,’ dendi ailelerimiz arasında çıkan sonu gelmez kavga sırasında. Ama
çilli ahma ı, bir kadın avcısı, hele ablamızı ba tan çıkaran bir kadın avcısı olarak gözümüzün önüne
getiremedik.”
(I. Calvino, “A aca Tüneyen Baron”, sa:16)
“C. Ba tan çıkarmayı oynuyor, herkese fazlasıyla veriyor ve hiç almıyor. Elde etme, a k ve dostluk
kazanma gereksinimi var ama ne birini ne de ötekini elde etme becerisi var.”
(A. Camus, “Defterler 1”, sa:86)
“Kien bir an durakladı, ne diyece ini bilemedi ve ellerine baktı. Gözü kırık kapı tokma ına ili ince
öfkeyle yere fırlattı. Therese’nin önüne dikilerek: ‘Bana elinizi verin.’ Therese inlercesine: ‘Rica ederim,
buyrun,’ diye yanıtladı ve elini uzattı. Bir yandan da, i te imdi beni ba tan çıkarmaya kalkacak, diye
dü ünüyor, gövdesinin her yanından ter fı kırdı ını hissediyordu.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:67)
“Genç adam her eyi yadsımı tı; mahkeme, görünümüne de bakarak onun suçsuzlu una inanabilirdi.
Ama Ruzena hamileydi, bu yüzden delikanlı ona tazminat ödemeye mahkum edilmi ti. Bu çaresizlik onu
herkesin diline dü ürmü tü. Herkes onun masum oldu unu dü ünüyordu, bu kadar gürültü koparılmasının nedeni
de buydu zaten. Viyanalılar, ba tan çıkarma ve vaatle kandırma suçlarından mahkum edilecek son ki inin bu
adam oldu unu dü ünüyorlardı.”
(E. Canetti, “Kulaktaki Me ale”, sa:170)
“Çantaların kendileri de bir servet olu turduklarını bilirler sanki, süslenip püslenerek iki dirhem bir
çekirdek çar ıdan gelip bakı larına kendilerini buyur ederler. Ansızın ritmik devinimlerde bulunmaya kalksalar,
tüm çantalar ilgili devinimlere katılsa da bir cümbü havası içinde raksedip önlerinden gelip geçenleri ba tan
çıkarmak için bütün numaralarını ortaya dökseler, hiç de a ırtıcı bir ey sayılmazdı bı.”
(E. Canetti, “Marake ’te Sesler”, sa:18)
“Hitler’in Londra için tasarladı ı ama ba aramadı ı ey, Alman kentlerinde gerçekli e dönü tü. Sanki
Hitler’le Göring, kendi bulu ları olan bu silahın kullanılması için dü manlarını kandırmı , ba tan çıkarmı lardı.”
(E. Canetti, “Sözcüklerin Bilinci”, sa:115)
“Kendisine Edda denmesinden ho lanan Deidre ile ilk konu masına tanık oldum. Kendi hayatımı
seyrediyormu um gibi izledim. Yüre im, benim dünyamdan olmayan bir kadın tarafından ba tan çıkarılmamak
için bo yere direniyordu.”
(P. Coelho, “Portbello Cadısı”, sa:17)
“Bu adam, böyle kaba saba bir biçimde Chantal’ı ba tan çıkarmaya çalı an erkeklerin ne ilkiydi ne de
ne yazık ki sonuncusu olacaktı.”
(P. Coelho, “ eytan ve Genç Kadın”, sa:23)
“Dos, bugünlerde bunun sadece bir oyun oldu unu söyledi. Batı’da herkes giyinip ku anıp barlara ya da
popüler kulüplere giderken steplerde Kiz Kuu en sevilen ba tan çıkarma oyunuydu. (Orta Asya steplerinde,
erke in kızın ardından gitmesi ve ona hasmı gibi muamele edip, kamçılarına ra men atından dü ürüp evlili e
aday olması oyunu.) Nina bugüne dek epeyce delikanlıyı küçük dü ürmü tü ve çok az ki inin onu attan
dü ürmesine izin vermi ti.”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:22;296)
“Böylece öfkemi bastırıp Albay’ın talimatını uyguluyorum. Bu i e yaramaz tutsakları onun için
‘kimseyle görü türmeden’ elimde tutuyorum. Ve bir iki gün sonra bu vah iler sanki buradan ba ka bir yerde
ya amı olduklarını unutuyor. Bedava ve bol yemek, her eyden fazla da ekmek tarafından ba tan çıkarılınca
rahatlıyor, herkese gülümsüyor, kı la avlusunun gölgeleri arasında mekik dokuyor, uyuklayıp uyanıyor, yemek
saatleri yakla tıkça heyecanlanıyorlar.”
(J.M. Coetzee, “Barbarları Beklerken”, sa:27)
“ çindeki bölümlerden birinde soylu yazar; metresinin küçük kızına genç bir kızı nasıl ba tan
çıkardı ının öyküsünü yüksek sesle okuyacak ve ba tan çıkaranın kendisi oldu u gitgide daha da açık bir
biçimde ortaya çıkacak.”
(J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:152)
“ ‘Acıyın Sarho lara’
Acıyın sarho lara u Nisan sonu karında
Geçen hafta arkılarını, paltolarını satıp içtiler.
Güne e dokundular, eriyen karların üzerinde gezdiler.
Parklarda otururken gördük onları, ne eli
Bir ate in ba ında, ellerinde paçavraya sarılı
Elma arabı i esi. Ne yazık, kimileri imdiden
Donmu tur morglarda, baharla ba tan çıkıp
uraya buraya gitmeye kalkan garipler...”
(David Constantine<d.1944>-Cevat Çapan, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 09.01.03)
“Yaptı ı sefahat alemleriyle bütün ehir çalkalanıyor. Bundan önce bulundu u garnizonlarda ba tan
çıkardı ı her namuslu kız ona birer iki er bine patlıyordu.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:103)
“Ya da en azından Cité Adası’nda umursamaz havalarda, ama çapkın bakı larla gezip tozarak, iyi
tabakadan hanımları ba tan çıkarabilmek gerekirdi. Greve meydanındaki kasapların karıları a ırı arzulu
olurlardı, kocaları mesleklerinde erefli bir kariyer edindikten sonra hayvanı kesmez, bir senyör gibi davranıp et
pazarını yönetirdi.”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:74)
“ ‘Demek kilerci haklıymı : Basir insanlar her zaman herkes için bedel öder; onların yararına
konu anlar için bile, tövbe sözleriyle basit insanları ayaklanmaya kı kırtmı olan Ubertino ve Michele gibi
insanlar için bile.’ Öyle umutsuzluk içindeydim ki, kızın, Ubertino’nun gizemcili iyle ba tan çıkarılmı bir
Fraticello olmadı ını bile dü ünemedim.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:567)
“Ne de olsa, Maitreyi’nin yakından tanıdı ı ilk genç adamdım. Aynı evde ya ıyordum, beyazdım... Beni
ba tan çıkarmak için her mazareti vardı. Bu dü ünce beni rahatlattı ve büyük bir kendimi be enmeyle artık ona
kar ı ba ı ık oldu umu biliyordum. Bütün bu oyunların üstüne çıkabilecek, ona telkin etti im tutkunun nesnesi
olmaya, gerçek beni ayrı tutarak, izin verecektim.”
(M. Eliade, “Bengal Geceleri”, sa:59)
“Niye o kadar sabırsızlıkla Egor’u ça ırıp önünde soyunmu , imdi kar ısında yarı çıplak, ba ta o kadar
rahatsız oldu u ı ı ı, Egor’un utangaçlı ını, kendi ba tan çıkartıcı kı kırtmalarını bile unutmu tu?”
(M. Eliade, “Matmazel Christina”, sa:125)
“Bu kadar zarif bir vücudun içine bu kadar kapkara bir ruh koymu olan Aziz Tanrı, haksızlık etmi ti.
Bu kız, her saf insanı ba tan çıkarırdı. Bereket, Pavel bu kadar saf de ildi ve görünü e bakarak aldanmamasına
mkan yoktu.”
(E. Eschenbach, “Köyün Çocu u”, sa:236)
“Sabahın Basamaklarında
-------------------------------Acı çekince çok uzun zaman, durmak
gerek biraz ve gülmek, payla mak
dostlarla ballı çörekleri ve içmek Kanarya Adaları’nın
tatlı arabından ve danslar ba tan çıkarıcı,
böyle diyordu bir zamanlar bir soytarı.”
(Claude Estaban<1935-2006>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 25.05.06)
“Bay d’Astarac:
-Bu denli garip bir kanıyı neye dayandırıyorsunuz? diye sordu.
-Bunu, bu kitapta anlatıldı ı üzere, meleklerin kadınlara bilezikler ve gerdanlıklar takmayı, ka larını
boyama sanatını ve her türlü boyayı kullanmayı ö retmelerine dayandırıyorum, beyefendi. Yine aynı kitap unu
söylüyor ki, melekler insan kızlarına köklerin ve a açların özelliklerini, yıldızları gözleme sanatını, büyüleri
ö retmi lerdir. yi niyetle sorarım beyefendi; bu meleklerin hali tümüyle, yarı ıssız bir kıyıya ayak basan ve
vah i boyların kızlarını ba tan çıkarmak için kaya diplerinde denklerini açıp i porta mallarını ortaya döken
Saydalı’lar ve Surlular’ın halini andırmıyor mu? Bu tacirler onlara amber, buhur ve kürk kar ılı ında bakır
gerdanlık, muska ve ilaç veriyorlar, gemicilikte kazandıkları bilgiyle yıldızlardan söz ederek bu güzel cahil
yaratıkları yıldırımla vurulmu a çeviriyorlardı...”
(A. France, “Kraliçe Pédaque Kebapçısı”, sa:69)
“Ama kendisini koruyan Meryem’e, her ak am uyumadan önce bakıp gö üs geçirdi i, her sabah uyanır
uyanmaz gülümsedi i Meryem’e el kaldırmaya gelince!... Anthime ö üde de, ba tan çıkarmaya da, sertli e de,
tehdide de ba vurabilir, yalnız reddedilir, ba ka ey geçmez eline.”
(A. Gide, “Vatikan’ın Zindanları”, sa:21)
“MEYDANCI -... Yarın sabah hiç kimsenin i itmek bile istemeyece i bir ey ilan edilecek.....
mparator, tüm yanındakilerle birlikte yanıyor. Onu ba tan çıkaran, ve her tarafına çıralı dallar ba layarak,
burada böyle gürültü ve ba rı lar arasında, herkesin mahvolmasına neden olan o fettana (oynak kadın), lanet
olsun.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:52)
“O sıralarda, az kaldı, ba tan çıkarılarak, beni yeniden Roma’ya ba layacak bir tehlikenin kurbanı
oluyordum.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:III, sa:305)
“-Kaltak... Ahlaksız kaltak... Ni anlımı sen ba tan çıkardın... diye Necla’ya saldırıyor, o korkup
çekinmeye lüzum görmeden, “Pekala yaptım, gözünü açaydın da sıkı tutaydın...” diye cevap veriyordu.”
(R.N. Güntekin, “Yaprak Dökümü”, sa:112)
“Yüzü kıpkırmızı kesilmi ti.
‘Sende azıcık utanma olsaydı her ey bamba ka olurdu. Allah bilir, çocu un kaç aylık oldu, ama sen
i i hala akaya vuruyorsun. Seni ba tan çıkaran herif geldi diye a zın kulaklarına varıyor. Sende ne duygu
kalmı , ne utanma.’ ”
(E. Hemingway, “Silahlara Veda”, sa:221)
“E lendirici, heyecanlı ya da esprili olanları da vardı konu maların, örne in kimilerinde lacivert
frakıyla Goethe’nin nasıl posta arabalarından inip Strasbourg’lu ya da Wetzlar’lı kızları ba tan çıkardı ı
anlatılıyor ya da Arap kültüründen söz açılıyor, bir yı ın entelektüel moda sözcük fincan içinde zarlar gibi
birbrine karı tırılıyor, bunlardan birini yarı buçuk tanıyan bir dinleyici de sevinmeden duramıyordu.”
(H. Hesse, “Boncuk Oyunu”, sa:22)
“Ama kadın birkaç yıl namusuyla güzel güzel oturduktan sonra eski marifetlerini anımsayarak birtakım
çirkin olaylara karı mı , erkekleri ba tan çıkarıp günler ve haftalarca evden ıuzak kalmı ...”
(H. Hesse, “Narziss ve Goldmund”, sa:69)
“ ‘ nsano lu, üstünde kendisi için hem bir yük hem de bir ba tan çıkarıcı olan ten ta ır, O, bu treni hem
ta ır durur hem de ona boyun e er. nsano lu bu teni gözaltında tutmalı, disiplin altına almalı, bastırmalı ve
ancak son kerteye kadar dayandıktan sonra ona uymalıdır. Bu boyun e i de gerçi bir suç, ama ba ı lanabilir bir
suçtur.’ ”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:33)
“ nsanda, mahkumla birlikte tırmı ın altına uzanma iste i uyandırabilecek kadar ba tan çıkarıcı bir
görüntüdür bu. Bundan sonra kayda de er bir ey olmaz, artık adam yazıyı sökmeye ba lamı tır, bir eylere
kulak kabartıyormu gibi dudaklarını büzer.”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:44)
“Bir hizmetçi tarafından ba tan çıkarılıp kendisinden bir çocuk peydahlandı ı için yoksul ailesinin
Amerika’ya yolladı ı on altı ya ındaki Karl Rossmann, yava lamı gemiyle New York Limanına girerken, çok
önceden fark etti i Özgürlük Tanrıçası’nı, bu kez sanki ansızın güçlenen güne ı ı ı altında gördü.”
(F. Kafka, “Kayıp” <Amerika>, sa:5)
“Sarıkum’daydım gene. Yıllar öncesi gibi. Fakat ba ka bir odada. Bir otel odası, yabancı, yeni bir oda.
Odanın bu yenili i, bu yabancılı ıydı zaten beni ba tan çıkaran. Sarıkum’a yıllardır gelmek istedi im halde
burada burada kendime yepyeni bir oda bulamayaca ım dü üncesi de il miydi geli imi geciktirem?”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:9-10)
“Delikanlının ba ı üzerindeki çember daha parlamı tı; üzgün, soluk yüzü im ek gibi parladı ve kapkara
iri gözleri dile gelmez tatlılı ıyla Yahuda’yı ba tan çıkardı. Kızılsakal tedirgin oldu, gözlerini indirdi.
Öldürmezdim, diye dü ünüyordu.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:182)
“Denize, gökyüzüne bakıp dü ünceye daldım. Böyle sevmek, keseri almak, kesmek ve canı yanmak…
Ama sakladım heyecanımı. Gülerek,
‘Kötü bir yol bu, Zorba,’ dedim. ‘Azizlerin hayatını anlatan bir kitaba göre, vaktiyle bir havari, bir
kadını görüp ba tan çıkmı ve bir balta kapıp…’
Ne söyleyece imi bilip sözümü kesti:
‘Elinin körü! Onu kesmek ha! Yok olasıca aptal! Yahu, o mübarek hiçbir zaman engel olmaz ki…’ ”
(N. Kazancakis, “Zorba”, sa:27)
“Di erlerinin sırtında daha belirgin büyük kırmızı daireler ve iiçlerinde büyük, kırmızı, kı kırtıcı,
ba tan çıkarıcı noktalar vardı; aynı zamanda bir hedef tahtasında oldu u gibi uyarıcı: bir durum olursa buraya
ate edilecek. Adamlar orada duruyor, paldır küldür gelip gidiyor, alçak sesle aralarında konu uyorlardı...”
(Imre Kertész, “Kadersizlik”, sa:186)
“ÖZGÜRLÜK ÇIKI LARIMIZ
---------------------------------------Ba tan çıkarılıyoruz yeni bir ça ı duyurmaya
Ama biliyoruz, kavrayı ımız bir
ba langıçtır sadece:
Kapadı ımız anda gözlerimizi,
Görece iz derhal dü lerin ötesini.”
(Mazisi Kunene<1930-2006>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 22.03.07)
“-Burada muhafızları kimse sevmez de ondan çavu i dedi Lolita Bu konuda abartmaklı bir sürü ey
söylendi ini bilirsiniz. Kızları ba tan çıkarır, kendilerine a ık eder, gebe bırakır, sonra da tüyüverirler…”
(M.V. Llosa, “Ye il Ev”, sa:192)
“ ‘Bütün o yıllarda do rulu umu korudum,’ dedi kız. Sesi öylesine alçaktı ki hemen hemen bir
fısıltıydı.
Martin yüre inin içinde biliyordu ki mucizevi gerçek buydu. Ve yüre inde büyük bir ba tan çıkarma
yakarı ı duydu. Onu mutlu yapmak elindeydi. Kendisi için mutlulu u yadsımı tı ama neden onun için de
yadsımalıydı? Onunla evlenebilirdi ve onu Markizler’deki ot duvarlı atosunda birlikte ya amaya götürebilirdi.”
(J. London, “Martin Eden”, sa:427)
“Ya lı Cebrail, gözleri parlayarak:
-Kadınlar! dedi. Kadınlar! eyh hepsini ça ırtır ve her ak am birini ba tan çıkarırdı.
Konu manın son kısmı masal da olsa, gerisi, en azından i in esası bakımından yanlı de ildi.”
(A. Maalouf, “Tanios Kayası”, sa:20)
“ 30 Eylül, Konya yakınında - Veba söylentileri, ne yazık ki yalan çıkmadı. Kervanımız kentin
çevresinden dolandı ve batıya do ru gidip, Meram bahçelerine dikti çadırlarını. Burası oldukça kalabalık, çünkü
birçok Konyalı aile, salgından kaçıp çe merler arasında uzanan bu temiz havalı yere gelmi ler.
Bir ö le vakti geldik buraya ve ko ullara kar ın neredeyse bir ‘bayram’ havası diyecektim ama de il,
daha çok umursamaz ve boyun e mi bir gezinti havası vardı. Her yanda erbetler ve kayısı suyu satıcıları, gelip
çe melerde yıkadıkları bardaklarını çınlatarak dola ıyor; her yanda büyük küçük herkesin i tahını kabartan,
herkesi ba tan çıkartan, çevresine toplayan, dumanı tüten tezgahlar var. Ama ben gözlerimi, sur kulelerini
gördü üm, kubbelerini, minarelerini seçer gibi old um, hemen yakınımızdaki kentten ayıramıyordum.”
(A. Maalouf, “Yüzüncü Ad” <Baldassare’nin Yolculu u”, sa:83)
“Kızın annesi ve Casalduero markisinin unvansız e i olan Bernarda Cabrera, o sabah erkenden müthi
etkili bir müshil almı tı: bir bardak pembe ekerin içinde yedi antimon tanesi. Göstermelik aristokrasi denilen
sınıftan azgın bir melezdi Bernerda; ba tan çıkarıcı, yırtıcı, sefahat dü künü ve bütün bir kı layı doyuracak kadar
istek doluydu.”
(G.G. Marquez, “A k ve Öbür Cinler”, sa:13)
“Bu benim için yepyeni bir eydi. Kadınları ba tan çıkarma hünerlerinden haberim yoktu benim, bir
gecelik sevgililerimi ben hep ho luklarından çok ücretleri için seçmi tim..... O gece, uyuyan bir kadının
vücudunu, arzunun zorlamalarına kapılmadan ya da edep duygusunun engellerine takılmadan seyretmenin
inanılmaz zevkini ke fetmi tim.”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:32)
“Kitap sattı ını, erkeklerle gülerek, cilvelenerek konu tu unu, onları tahrik etti ini, heyecanlandırıp
ba tan çıkardı ını görüyordum. Benim de erkeklik damarlarım kabarmı tı! Ben de Tremolen gibi onun bo azını
sıkmaya, parmaklarını ate te kebap yapmaya hazırdım.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:119)
“Ancak, bu eski Adem fesatı içinde uyanıp da Bartleby’e ili kin beni ba tan çıkarmaya ba layınca,
yakaladı ım gibi tutup attım onu.”
(H. Melville, “Bartleby”, sa:57)
“MADAM G. (Bir mektubun kopyasını çıkarmaktadır.) - Bu ne Yegor? Yazını okuyamıyorum.
Kurçayev neymi ?
GLUMOV (Omzunun üstünden bakarak.) - ‘Kızları ba tan çıkaran bir a a ılık.’ (U aktan parayı
alarak.) Sa ol... Al bakalım be ruble Mamayev i i için, be ruble erzak düzmeye, iki ruble de sana.’ ”
(A.N. Ostrovski, “Bu Hesapta Yoktu”, sa:20-1)
“Onu oracıkta parçalayabilirdim. Dilimi ısırdım. Tam o sırada Gabriella seke seke koridordan geçti;
bize acele bir merhaba deyip a a ı ko tu.
‘Bir bu eksikti,’ diye homurdandım. ‘ kinizden hanginiz ba tan çıkardınız bunu?’
‘Ne diyorsun, kim onu ba tan çıkarmı ? O çapkın daha anasından do madı.’ ”
(C. Pavese, “Tepelerdeki eytan”, sa:135)
“Paris’teyim, duyanlar seviniyor, ço u da kıskanıyor beni. Haklılar. Bu, büyük bir ehir, büyük, bir sürü
tuhaf ba tan çıkarıcı ey var burada. Bana gelince, bir bakıma bu ayartı lara kapıldı ımı itiraf etmeliyim.”
(R.M. Rilke, “Malte Laurids Brigge’nin Notları”, sa:99)
“Hep belden a a ı edepsiz laflar,
Onu nasıl ba tan çıkardı, bakın!
Dümende de o biçim resimler var,
Sevi meler, kalkmı cinsel organlar…”
(A. Rimbaud<1854-1891>, “Dizeler”, sa:104)
“Aphrodite’ye Yakarı
--------------------------“ ‘Gene nen var?’ derdin ‘nedir gene
deli gönlünü çelen) Tılsımımla kimi
ba tan çıkarıp yollamam gerekiyor koynuna?’ ”
(Sappho< .Ö.610-580>, “nedir gene deli gönlünü çelen”, sa:55)
“Uzun zamandan beri ona göz koymu olan spanyol kadın -zaten yukarıda kısa ve öz bir ekilde
de inilen korkunç rekabetin nedeni de budur-, onu hemen o gece ba tan çıkarması gerekti ine karar verir. Ve
bunu dü ünmesiyle gerçekle tirmesi de bir olur.”
(J. Saramago, “Küçük Anılar”, sa:52)
“ blis’in oturdu u ilk bölge burasıydı, topra ı kavuran ve külleri ezen toynaklar ona aitti, korkuyla
titremi olan ve bugün bile titremeyi sürdüren da ların arasındaki, ncil’de yazdı ı gibi, sa bile eytan’ın
hileleri konusunda deneyimli olmasa mutlak çölde bu aynı blis tarafından ba tan çıkarılmaya razı olurdu.”
(J. Saramago, “Yitik Adanın Öyküsü”, sa:82)
“Yumruklarını sıkmamı tı, o yumu ak tutumunu, uyur gibi konu masını de i tirmemi ti, ama tepesine
bomba ya an oydu; öldürülen, a abeyleri, kızkarde leriydi, çocuklarıydı. Mathieu bir koltu a oturdu:
‘Koltukların insanı ba tan çıkarır.’ ”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:126)
“Bergere biraz kalktı ve bir elini Lucien’in bö rünün altına geçirdi, öteki el artık ok amıyordu,
sıkıyordu. ‘Küçük güzel kalçaların var,’ dedi birden Bergere..... ‘Ah küçük blöfçü,’ dedi öfkeyle, ‘Rimbaud
numaraları yapıyor ve ben de bir saatten fazladır onu ba tan çıkarayım diye akıntıya kürek çekiyorum.’ ”
(J.-P. Sartre, “Duvar-Bir Yöneticinin Çocuklu u”, sa:189)
“ADRIANA - Ah, Luciana, demek seni ba tan çıkarmaya çalı tı? Acaba candan gönülden
yalvardı ını, açıkça, gözlerinde seçebildin mi? Evet mi, hayır mı? Solgun muydu, kızarmı mıydı? en miydi,
yoksa mutsuz muydu? Kalbinin çırpınmasının yüzündeki yansımasında neler sezdin?”
(W. Shakespeare, “Yanlı lıklar Komedyası”, sa:62)
“HECTOR - Siz ne usunuz ne busunuz, düpedüz ba tan çıkarıcı bir kadınsınız.
LADY UTTERWORD - Amma da yaptınız. Ben adamı ba tan çıkarmam, ba ını yerine getiririm.”
HECTOR - Adamı ba tan kara edersiniz siz.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:47)
“KADIN, korkmu . - Ah, Joe... Paranı bankaya emniyet etme. Bizim gibilere bankalardan hiç bir
zaman hayır gelmez. Bırakma, seni ba tan çıkarmasın, Joe.
EPIFANIA - Son tatilini geçireli ne kadar oluyor?”
(G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:73)
“ ‘(Elena’nın veda mektubundan.)... Yeteneksizli inden dolayı, ilk sözlerine göz yumdum. Sen gittin
gideli çevremi ku atan eylerden dolayı ruhum o kadar karamsar ve üzgündü ki en küçük bir ba tan çıkarma
giri imine kar ı koyacak gücüm kalmamı tı.’ ”
(Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:II, sa:140-1)
“Bu resme sık sık bakardım. Ve baktıkça, o kızın benim annem de il de ba ka bir insan oldu una ikna
olurdum. Onun gözlerinde ı ık vardı, gülümseyisi ise ta ları bile ba tan çıkartırdı.”
(S. Tamaro, “Anima Mundi”, sa:23)
“... onun bu her zamanki sükunetini, memnunlulu unu, her tür ihtiras ve istek yoksuzlu unu
anlamadı ımı kendi kendime söylemi tim, halbuki bilmecenin kilidi u korkunç sözlerdeydi: O, ba tan çıkmı
bir kadındır: Kendi kendime bu korkunç kelimeleri söyledim ve her ey apaçık oldu!”
(L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:III, sa:54)
“Kızarmı elleri ile daha da gayretli çalı tı ve gö üsleri bir o yana bir bu yana oynadı. Çocu un
kendisini istedi ini ve bunun da zaten kendi iste i oldu unu anlaması için Ingmar’ın gözlerine bakması
gerekmiyordu. Amcası uzun zaman önce domuz ahırında onunla sevi ti i zaman bir babanın bulundu u bir
yerde o lunun da bulunmak isteyece ini anlamı tı. Sonra da onlarla oyun oynayıp ba tan çıkarmı , yalanlar
söylemi , kusurlarını bulmu , bir onun bir di erinin gözünün önünde dans etmi ti.”
(R. Tremain, “Müzik ve Sessizlik”, sa:318)
“-... Biri, Romeu u runa Luisinho’yu çıkarıyor, öteki Kara Elmas’la Peracio’yu sokuyor, tartı manın
sonu gelmiyordu. nsanı deli etmek için...
-Hımm...
-Ah, ekerim, bir erkek insanı nasıl ba tan çıkarabiliyor! Bütün dü ündü üm bu!”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:110)
“ ‘... Hepsi küçük parma ımda ya da avucumun içinde yazılı; hangisi oldu unu unuttum.’
‘Ama bu, Tanrı’yı açıkça hatalı yola yönlendirmek, ba tan çıkartmak de il mi, Gladys?’
‘Sevgili Dü es, Tanrı buna herhalde kar ı koyabilir. Bence herkes elini ayda bir kere okutmalı ki, ne
yapmaması gerekti ini bilsin.’ ”
(O. Wilde, “Lord Arthur Savile’in Suçu”, sa:8)
“Tabii savcıya anlattı ı öykü de inanılacak gibi de ildi: yok bir erkek onu ba tan çıkarmı , sokaklarda
i siz gezerken çocu unu besleyemiyormu , daha neler! Fakat topluma bir öernek gerekiyordu. Duveyrier
duru mayı tereya ından kıl çeker gibi ustaca yönetmi ti.”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:III, sa:149)
“... hiç çekinmeden ve açıktan açı a konu an u Mannheim’li genç kızla sohbet ederken böyle bir
duyguya kapılıyor; kimya ö rencisi olan bu akıllı, gözleri fıldır fıldır, erkekleri ba tan çıkaran, ancak son anda
kendisine hakim olmasını da bilen bu yaman kız.”
(S. Zweig, “De i im Rüzgarı”, sa:98)
“Her duygu kıpırdanı ına kendisinin a ırı duygusallı ının yakıcı tuzunu katmı tır. Hep, böylece
duyguları durmadan altüst eder, on üçündeki Luise Wieland’da, görünürde bir ili ki olmaksızın dü ünsel ba tan
çıkarmanın çekicili ini tadar..”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Kleist’, sa:18)
“Böylesine sarsılmaz so ukkanlılık Fouché’nin asıl gücüdür. Sinirlerine söz geçirmesini bilir, ehvet
onu ba tan çıkaramaz, bütün tutkuları bir duvar gibi a ılmaz alnının arkasında kalır ve gev er.”
(S. Zweig, “Fouché”, sa:19)
Ba tan kara etmek : Batmak; Felakete maruz kalmak; (Vapuru) karaya otur(t)mak; Bir projeyi yitirmek
“aynı büyümüyor herkes
sarısabır ı ı ına tutup
ezberini ba tankara etti im geceleri
belirsizli inn uçsuz hançeri nasıl susuyorsa
içimde”
(M. Mungan<d.1955>, “Timsah Sokak iirleri”, ‘Aynı Büyümüyor Herkes’, sa:10)
“HECTOR - Siz ne usunuz ne busunuz, düpedüz ba tan çıkarıcı bir kadınsınız.
LADY UTTERWORD - Amma da yaptınız. Ben adamı ba tan çıkarmam, ba ını yerine getiririm.”
HECTOR - Adamı ba tan kara edersiniz siz.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:47)
“-Bir ricamız daha: Pazarlık ederken arkada larımızdan birisini vapura kahveci gibi alacaksınız. Her
ihtimale kar ı malların yanında böyle güvenilir bir adam bulunsun istiyoruz.
-Olur. sterseniz be ki i koyunuz. -Direktör biraz dü ündü..- Ayrıca kaptana emredece im. nebolu’ya
kadar kıyı boyu gitsin! Herhangi bir tehlike sezerse vapuru ba tan kara eder.”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:198)
Ba tan savma; Ba tan savmak; Ba tan savılmak, savulmak : Çok önem vermeden, alelacele yapılan i ;
Ba ından atmak, bir an evvel ondan kurtulmak ister gibi gibi hareket etmek; Edilgen bir ekilde ba tan atılmak,
savılmak
“Yine ev. Evle ilgilenme biçimi dı ardan bakılınca ne kadar ba tan savma gibi görünse de, babam kendi
düzenine inanıyordu. Devridaim makinesinin gizini saklayan çılgın bir mucit gibi, hiç kimsenin evini
kurcalamasına dayanamıyordu. Bir keresinde, karımla ben ev de i tirdi imiz sırada üç dört hafta kadar babamın
evinde kalmı tık. Evin içindeki lo lu u bunaltıcı buldu umuzdam ..... bütün güne likleri açtık. Babam i ten
dönünce...ölçüsüz bir öfkeye kapıl<mı >dı.”
(P. Auster, “Yalnızlı ın Ke fi”, sa:41)
“Ba katip:
-Silin bakayım onu, dedi.Harç kesecek yargıç defterde böyle eyler görürse amma ba tan savma i
yapmı lar der... Patronun canını sıkacaksınız. Haydi, bir daha böyle saçmalıklar yapmayın. Mösyö Huré! Bir
Normandiyalı ba tan savma dilekçe yazmamalıdır. Dilekçe, hukukçuların alfabesidir.”
(H. de Balzac, “Albay Chabert”, sa:4)
“Gemi hareket etmeden önce babasına selüloit bir uçak isterim, diye tutturmu tu. kisi bütün çar ıyı
dola tılar, ama bulamadılar. Sonra babası birden bir çerçinin önünde durup birkaç rupi’ye bu çarkı aldı, isteksiz
parmaklarının arasına uçak yerine bunu tutu turdu. Geç olmu tu. Acele etmeleri gerekiyordu. Ba tan savma
vedala tılar.”
(L. Durrell, “Mountolive- skenderiye Dörtlüsü”, sa:110)
“CECCO - Buyru unuz üzere, dün de, geçen gün de öyle söyledim; fakat günde üç, dört kez geliyor;
iyisi mi, siz onu kabul edin de, sonra ba ınızdan nasıl isterseniz öyle savarsınız.”
(C. Goldoni, “Yazlık Dönü ü”, sa:18)
“Olay, Kfaryabda’nın Efendisi’ni çok üzmü tü. Onu görmeye çıkan ve Mısırlı kumandana bir eyler
söylemesi için yalvaran tebasına, ba tan savma sözler, bazan teselli verici bazen vaat edici sözcükler söylüyordu.
Ama hiçbir ey yapmıyordu. Kimileri bunu aczine kimileri de duyarsızlı ına veriyordu. ‘Soyluların o luna bir
ey olunca, eyh hakarete u ramı gibi oluyor, bizlere bir ey olunca...’ ”
(A. Maalouf, “Tanios Kayası”, sa:119)
“Scarlett:
-Macon’a göç etmekten benim yararlanmamı olmam size göre do ru bir davranı de il öyle mi? diye
sordu. Butler gülümsedi:
-Haydi canım! ddiaya girerim ki bugünlerde Yankeeler’e en büyük dert ve zorluk sizsiniz.
Scarlett ba tan savma bir yanıtla yetindi:
-Bu sözünüzün gönül almak için söylendi ini sanmıyorum.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:444)
“ skoçyalı madenci, bir kez tanı ınca insana hafakan bastıran bir adamdı. Pek çok i siz gibi, o da gazete
okumaya gere inden çok vakit ayırıyordu. Ba ınızdan savmazsanız, Sarı Tehlike (Do u Asya Ülkelerinden
gelebilecek...) gibi, sandık cinayetleri, yıldız falı ya da dinle bilimin çatı ması gibi konularda saatlerce söylev
çekebilirdi.”
(G. Orwell, “Wigan skelesi Yolu”, sa:25)
“Kısa süren gönençli çalı ma dönemlerinde bana birçok ki i ba vurmu ve hiçbiri ba tan savılmamı tır.
Ama gönlümden kopan bu iyiliklerden, hiç beklemedi im ve bir türlü yakamı kurtaramadı ım bir sürü i i
üstlenmek zorunda kalırdım.”
(J.J. Rousseau, “Yalnız Gezerin Dü lemleri”, sa:79)
Ba tan tırna a : Ba tan aya a, tepeden tırna a
Bk.: Tepeden tırna a
“Mevlana’nın hanımı bu hikayeyi Mevlana’ya anlattı ve bu suyun kenarında yalnız dola manın do ru
olmadı ını, Tanrı esirgesin bir kaza olmak iihtimali bulundu unu söyledi. Bunun üzerine Mevlana gülerek aya a
kalktı ve: ‘Ne iyi raslantı, yıllardır ben de bu suyun tanrısını görmek istiyordum. Belki onu bulurum’ dedi ve
hemen fereci <gö sü açık, uzun kollu cüppe> ve sarı ı ile beraber kendini bu korkunç suya atıp kayboldu.
Müritler çı lıklar kopardılar ve: ‘Ne çıkacak’ diye beklediler. Biraz sonra Kira Hatun, insan yüzlü, elleri ve
ayakları bizimkilere benzeyen, ba tan tırna a kadar tüylerle kaplı korkunç bir kimsenin çadırın kapısından içeri
girip yere ba koydu unu gördü.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:29)
Ba ucunda nöbet beklemek, tutmak : Bk.: Ba ında nöbet beklemek
Ba üstüne : Sözünüzü ba ımın üstüne koyarak kabul ederim; emredersiniz; ba ımla beraber
“YEP HODOV - Ba üstüne... Hemen getireyim... imdi biliyorum artık revolverimle ne yapaca ımı...
(Gitarı alır, çala çala uzakla ır.)
YA A - Yirmi iki musibet... Sersemin teki, do rusunu söylemek gerekirse... (Esner.)
DUNYA A - n allah kendini vurmaz. (Bir sessizlik.)”
(A. Çehov, “Vi ne Bahçesi”, sa:128)
“KAHVEC HASAN - Ba üstüne efendim! Yarına nikah, per embeye de dü ün. Kızı mutluluk
yuvası eve gönderece iz.
AZM EFEND - Öyle ya! çgüveysi olacak de ilim ya?
AZM EFEND (Çekmeceyi açıp para çıkararak.) - Peki! unu da al da, a ırlık olarak öteberi almak
için harcarsınız.”
(R.M. Ekrem, “Çok Bilen Çok Yanılır”, sa:106)
“Er, yıldırım süratiyle içeri girdi ve selama durdu.
-Emret komutanım!
-Bu adamın künyesini getir bana!
-Ba üstüne komutanım!”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:272)
“Ümidederim ki bu yargılama yolundan bugün kıl payı ayrılmadım. Sizin dedi iniz öteki ekli,
memleketin ba ka taraflarındaki usulü de bilirim. Kanıt mı istiyorsunuz? Pekala, ba üstüne! Ben imdi böyle,
imdi öyle dava görebilirim.”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:33)
“ ‘Ali, beyefendinin valizini al, bizim eve götür.
‘Ba üstüne efendim.’
Çocuk valizimi kaptı ı gibi tozu dumana katarak uzakla tı.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:109)
“’Hatta eski edebiyatçılar yanlı yapmı lar, saçmalamı larsa yine onlara uymaya mecbursun. Bunun
için de bir yasa koymu lar. ‘Herkesçe yapılan yanlı , do ru söylenmi sözden iyidir,’ demi ler. Bu sözü ben
söylesem yolsuz ederler. Eski edebiyatçılar söylemi oldu u için ‘Ba üstüne’ demeye adeta borçlusun.”
(A. Mithat, “Karı Koca Masalı”, sa:22-3)
“HORNE - Ba üstüne efendim! (Horne ve Cates acele ile merdivenden a a ı inerler.)
SUE, Drew’nun boynuna sarılır ve öper. - Güle güle, Danny. Bizim için bu i i alman ne güzel. Asla
unutmayaca ım…”
(Eu. O’Neill, “Altın”, sa:87)
“KEENEY, gözleri ve sesi ate püskürerek - Kıpırdamayın! (Adamlar bir araya sıkı mı bir halde,
öfkeli ve sıkıntılı bir sessizlik içinde dururlar.) Daima aklınızda tutun ki: kimin i i kaytardı ını görürsem hemen
gebertece im. Haydi, imdi çekin arabanızı, çabuk!..... En iyisi, hemen güverteye çık, bay Slocum. Kö eye
buca a gizlenerek oyun etmeye kalkı ırlar; meydan verme. Bu andan itibaren gözümüzü dört açmalıyız. Ne mal
olduklarını bilirim.’
YARDIMCI KAPTAN - Ba üstüne efendim. (Sa dan çıkar.)”
(Eu. O’Neill, “Ya ”, sa:25)
“LORD - Sen delisin. E er echo da o kadar çevik olabilseydi, öylelerinin bir düzinesine de i mezdim
onu. Gene sen karınlarını iyi doyur. Yarın gene niyetim ava çıkmak.
1inci AVCI - Ba üstüne efendimiz.”
(W. Shakespeare, “Hırçın Kız”, sa:8)
“KAPTAN - Kara hırsızlarıyla deniz hırsızları aynı soydandır. Haydi, defolun ikiniz de!
HIRSIZ - Ba üstüne Kaptan! (Süklüm püklüm çıkar.)
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:95)
“Kumarı da kahvenin arkasındaki odada oynarlar. Kazandı ı bir gün: ‘Senin u meseleden u kadar
borcun var A a,’ dedin mi, be istedinse on verir.
Kel Hasan: ‘Söz mü u? Ba üstüne...’ diyerek garsondan ceketini isteyip sırtladı.”
(K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:115)
Ba vermek : Olgunla mak (çıban), ba ak tutmak (ekin, hububat) kendini memleket u runa feda etmek, büyük
bir azimle, tüm enerji ve ki ili ini ortaya koyarak istenilen yöne yatırım yapmak
“Ben önüne geçilmez bir büyücüydüm. lkbaharda kalemim ve ka ıdımla her eyi döllüyordum, bütün
dünya bo ulur gibi oluyordu: Ba veremiyordu, ben ya ayamıyordum. O zaman çok mutluydum çünkü her yere
ölüm tohumlarını ekiyordum ve benim içimde erdem boy veriyordu. Ben bitkilerin, arıların, da ların, balıkların
efendisiydim - yürüyen, yerde sürünen, topra a kök salmı her eyin: havada ya da denizde.”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:324)
Ba vurmak : Müracaat etmek, dilekçe vermek, dile ini bildirmek
“Biracının öyküsüne geri dönüyor. Biracı kumarhaneleri dola maktan son kuru una kadar kaybediyor.
Borç aldı ı parayı bile yitiriyor. Borçlularından kurtulmak için ngiltere’den kaçıyor ve Hollanda’da asker olmak
üzere ba vuruyor.”
(J.M. Coetzee, “Dü man”, sa:61)
“Bir kahin gibi gamlı olan Matho <Kartaca’da paralı askerlerin kumandanı> , ço u zaman gün do ar do maz
kalkıp kırlarda avare avare dola maya gidiyordu. Kumun üzerine uzanıyor, ak ama dek kımıldamadan, öylece
yatıyordu. Ordunun bütün falcılarına, yılanların hareketlerini gözleyenlere, yıldızlara bakarak gelece i
okuyanlara, ölülerin küllerine nefes edenlere birbiri pe i sıra ba vurdu.”
(G. Flaubert, “Salambo”, sa:44)
“ ‘Te ekkür ederim,’ dedi Karl. ‘Toplulu unuzun ilanını gördüm ve ilanda söylendi i gibi size
ba vurmaya geldim.’
‘Pek do ru yapmı sınız,’ dedi adam, bir takdir edasıyla. ‘Ne yazık ki herkes sizin gibi davranmıyor.’
”
(F. Kafka, “Kayıp”-Amerika-, sa:306)
“Kurnaz memur:
-Bu demek oluyor ki, diye yanıtladı: Biz burasını Kirila Petroviç Troyekurov’a devretmeye, i i
olmayanların da kuzu kuzu çekip gitmelerini bildirmeye geldik.
-Fakat siz herhalde, köylülerimden önce bana ba vurabilir, derebeylik haklarımdan el çekmem
gerekti ini bildirebilirdiniz...”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:42)
“Halihazırda, bu gibi doyumlar (fiziksel ve entellektüel u ra kaynaklarından elde edilmi ) için yalnızca
‘daha zarif ve yüce’ gibi söz sanatlarına ba vurabiliyoruz. Oysa, kaba ve ilkel içgüdüsel dürtülerin
doyurulmasıyla elde edilen doyuma kıyasla, bunlar daha az yo undur..”
(A. Storr, “Yaratma Dürtüsü”, sa:19)
“Haladan para istememeye kesinlikle karar vermi ti. stemeyecekti de napacak? Orasını bilmiyor,
dü ünmeye de yana mıyordu. Belki okul arkada larının varlıklılarına, uzak akrabalarına, baba dostlarına ba
vuracaktı. Avukat bazı hisseli arsaların satı ı imkanından söz etmi ti. ‘Veririm yok pahasına... Yok pahasına
verilince alıcı bulunur elbette...’ ”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:51)
Bata bata, Bata çıka : Türlü engelleri a arak, bin bir zahmetle, güç ko ullar altında sürekli bataraktan
“ALACAKARANLIKLAR, LKBAHAR
ALACAKARANLIKLARI
--------------------------------Varlı ımın gizleri mi çözülmekte
Uzaktan ça ıran sen misin
Bata çıka ilerliyor kayık
Bir ey ko uyor üstünde nehrin”
(Aleksandr Blok<1880-1921>, “ça da rus iiri antolojisi”, A. Behramo lu, sa:38)
“Bu pusu, benim gibi deneyimsizler için pek güç. Ben de ço unlukla, tek parça me inden kocaman
çizmelerle bataklı ın içinden bata çıka geçerek pusuya giderim.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:93)
“Daha dikkatle baktı ımda kapının üzerinde ı ıltılı bir tabela gördüm, sanki üzerinde yazılar vardı. Su
birikintilerine ve çamurlara bata çıka kar ıya geçtim.”
(H. Hesse, “Bozkırkurdu”, sa:31)
“Yolunun üzerinde tansıklarla kar ıla tı, ama bunlar onu hiç a ırtmadı. Günlerden bir gün, kı ı ya ayan
bir yerde, sakalında olu mu buz taneleriyle, kırlara bata çıka yürüyordu.”
(H. Hesse, “Masallar”, sa:191)
“Ortalık çok karardı ı için biz ikide bir kuma, çamura, gölcüklere bata çıka gidiyorduk...”
(O.C. Kaygılı, “Çingeneler”, sa:66)
“Birden yolun ba ında uzun boylu, çıkık kemikli, saçları dökülmü bir kadının belirdi ini gördüm.
Yürümüyor, sanki zıplıyordu; ba ının üstünde siyah bir bayra ı dalgalandırıyordu. Ve hemen onun ardında
erkek, kadın ve çocuklardan ibaret dörderli düzgün sıralar halindeki insanlar, karların içinde bata çıka
ilerliyorlardı. Çamurlu ı ık üzerlerine dökülüyor, insanın gözleri, siyah deliklerden ibaret bu solgun ve kızgın
yüzlerden ba ka bir ey görmüyordu. Sanki mezarlardan kör, kurtlar tarafından yenmi , yo un bir kafatasları
ordusu fırlamı tı.”
(N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa373)
“Yahuda, ke i lerin atelye olarak kullansın diye verdikleri hücrenin alçak kapısı önünde duruyordu
hala. Sallana yuvarlana, bata çıka ilerleyen cenaze alayına bakarak kahkahadan kırılıyordu. Aradı ı adam
gözüne ili mi ti, kara gözleri zevkten pırıl pırıl yanıyordu. ‘ srail’in Tanrısı büyüktür,’ diye fısıldadı. ‘Ne de
güzel ayarlıyor her eyi. Haini bıça ımın ucuna getirdi.’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:163)
“Huambisalar kayıkların arasında bata çıka gidip geliyor, kara kauçuk topaklarını ve derileri
indiriyorlardı. Lalita dik yoku ın ba ındann elini sallayıp, merhaba dedi onlara. Ve tam o sırada Shapra ortaya
çıkmı tı. Ne Huambisa’ydı ne de Aguaruna <iki ili yerli kabile üyeleri>, Bayrama gidecekmi gibi de süslenip
püslenmi ti.”
(M.V. Llosa, “Ye il Ev”, sa:233)
“Alexandra
------------Ne istiyorsun benden, Alexandra?
Anlıyorum uysallık bata ına dü tü ümü!
Uzanıyorum öylece bırakırken beni uzaklarda.
Senden geldim, birçok defalar,
Dönüyorum geri.
Alexandra, seviyorum seni;
Biliyorum
Bütün ya amlar saçma geldi i aman bana
Yürürdüm sana do ru, sessizce, bata bata çamurlarda,
Uzanırdım moloz yı ınlarının ortasında,
Sıradan ve siyah.”
(Mongane W. Serote<d.1944>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.01.10)
“Levin, ayakkabısının tekine su dolmu , aya ından yarı yarıya çıkmı bir durumda, sulara bata bata
onlara do ru ko arken,
-Sa sınız ya? Bir ey olmadı ya siz? Tanrıya ükürler olsun! diye mırıldanıyordu.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:727)
Bata a, bataklı a saplanmak : Çaresiz kalmak, bunalıma girmek; yanlı kararlar vererek, yanlı i ler
yaparak durumunu zora sokmak
“Nasıl görmedim, nasıl görmedim ‘Kızamam ki sana’ dedi imde, sanki ‘Kızsan da ne olacak? Nasıl
olsa her eyi çoktan yitirmi tik, senin hatırın için yeniden ba lamaktayız,’ dedi ini, her haliyle bunu söyledi ini
nasıl anlamadım, görmedim. Kendi ustalı ıma, kendi kozama dalmı tım. Ama o da bata a saplanıyordu, o da
farkına varmamı tı bunun. ‘Sadun’a iyili i için bile olsa, ihanet gibi bir ey oluyor bu’ yollu sözler söylediydi
sonra...”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:126)
“... kendini biraz geri çekti ve yine yüksek sesle, ‘Buna bir son vermeli!’ dedi. Sonra sesini
yükseltmesinin neden oldu u bu hiç de ho olmayan ruh halinden kurtulmak için hafif hafif öksürdü, geriye
döndü ve ba ını öne e erek, elleri arkasında odanın içinde bir a a ı bir yukarı dola maya ba ladı.
‘Buna bir son vermeli!’ diye tekrarladı. ‘Buna bir son vermeli! Miskin miskin dola ıp vaktimi bo a
harcıyorum, bataklı a saplanıyorum, bu gidi le Christian’dan da budala bir insan olaca ım!’ ”
(Th. Mann, “Buddenbrooklar”, sa:416)
Batıl inanç : Normal ya amda raslanmayan, do aüstü ya da gerçekdı ı inanç ve alı kanlıklar: cumartesi tırnak
kesmek, eve sol aya ınızı basarak girmek u ursuzdur; sinema ya da tiyatroda 13 numaralı sandalyeye
oturmayınız vb.
“Bura insanlarının batıl inançları vardır. Hayaletlere ve büyücülere inanırlar. eytanı görür ve geri
dönen ruhlarla konu urlar. Öteki dünya onlarda bir saplantı halindedir. Umutsuzlar ve talihsizler genellikle öbür
dünyaya yönelirler. Bu onların intikamıdır. Rahipler bile, kutsal sularına ve övgülerine kar ın batıl inancı
kovamamı lardır. Batıl inançlı insanları severim. Çünkü yeryüzünde öyle çok açıklanmamı ey var ki, onları
esrarengiz olarak kabullenmek, açıklamaya çalı maktan daha iyidir. Hayaleti ermi ten daha çok severim. Hayalet
e lencelidir.” ..... “Buradaki sert iklim batıl inançları besler. Sonra bunlar aç insanlardır. Açlık babadan o ula
geçer. Bu herkesin kondu u bir mirastır. Bazılarının a k acısı çekmeye mahkum oldukları gibi onlar da açlı a
mahkumdurlar. Onları haklı göstermeye çalı mıyorum. Ama bana acımanı ve onlara dü man olmanı
istemiyorum. Onların yargılanmasını istemiyorum. Hatta yüzüme kaynar su boca eden kadının bile.”
(Michel del Castillo, “Gitar”, sa.:19-20;66)
“O eski zamanlarda, bir seyyar satıcının veya bir bıçak bileyicisinin geli i gibi arasıra görülen,
alı ılmamı kimseler veya eyler etrafında kolayca bir batıl inanç do abilirdi.”
(G. Eliot, “Silas Marner”, sa:11-2)
Batın : Karın; Nesil, soy, ku ak; Bir eyin gizi, içyüzü, bilinmeyen ey
“O de i mez yıldızlar kayna ıdır sanatın,
Birlikte ya ar gerçek ve güzellik ya arsa;
Sen sürdür varlı ını, sürüp gitsin kaç batın.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:14, sa:69)
Batman :
Bir a ırlık ölçüsü, yakla ık 7,5 kilogram
“Anlatırlar. Bir abit <kö ede oturup kendi kendine zikreden sofu> gecede on batman yemek yer, afak
vaktine kadar da hatim indirerek namaz kılarmı . Bir gönül eri, bunu duyunca öyle dedi: ‘Yarım ekmek yiyip de
uyusaydı, daha çok sevap kazanırdı.’
çini yemekle doldurmayasın
Ki orada marifet nuru ı ısın!
Tıkındı ın için burnuna kadar,
Hikmet bakımından bo sayılırsın!”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:105)
Battal : A ır, yava hareket eden ve konu an, a zından dirhemle laf çıkan kimse; e yaramaz, olmak, önemini
kaybetmek, Fonksiyonunu kapamak, örne in sakat çalı an bir aleti tamamen i lemes bir hale sokmak; i man,
kaba saba, ekilsiz kimse ya da bir yapı
“Ancak mü teriler gittikten sonra kadın a zını açardı. Daha do rusu açardı a zını... Ba örtüsünü fırlatır,
uzun ve battal parmaklarında cıgarası, Belvü gibi yer varken buralarda sürtmenin de demek oldu unu
anlamadı ını, bu i in içinde br bityeni i oldu unu haykırırdı..”
(S.F. Abasıyanık, “Semaver-Garson”, sa:65)
“Karımla birlikte, on sekiz aylık Daniel için tahta bir kaydırak satın alarak oturma odasına yerle tirdik.
Bu karı ıklıktan iyi yararlanıyordu o lum: E yaları altüst ediyor, abajurları ba ına geçiriyor, plastik poker
fi lerini evin içine savuruyor, yava yava bo alan odalarda açılan geni alanlarda ko turuyordu. Geceleri
karımla ben battal yorganların altına girip televizyonda adi filmler izliyorduk.”
(P. Auster, “Yalnızlı ın Ke fi”, sa:19)
“Milli E itim Müdürü, uyuklar gibi gözlerini yumarak kar ısındakileri dinleyen, sayıklar gibi kesik
kesik lakırdı söyleyen, battal, a ır bir adamdı.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:145)
“Tramvayda okurum niyetiyle aldı ım gazete elimde battal kalmı tı, gözlerimi genç kızdan
ayıramıyordum. Ba ını arkaya do ru attıkça geni ve aydınlık bir alnı ortaya çıkaran siyah, kenarlı apkası
hafifçe sola e ikti.”
(C.S. Tarancı, “Gün Eksilmesin Penceremden-Tramvaydaki Adamlar”, sa:76)
Battı balık yan gider : Nasıl olsa i ler kötü, düzelece i yok, bunu da sarfetsem ne yazar, öyle de battık böyle
de, i olaca ına varır
“O sırada ruhunun ta derinlerinde kıpırdanan duyguyu öyle ifade etmek mümkündü: ‘Bundan sonra
nasıl olsa kendini temize çıkaramazsın, hiç olmazsa battı balık yan gider hesabı, daha beterini yap da kimseden
utanıp çekinmedi ini görsünler!’ ”
(A. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:129)
“- O kadaaar!
-Battı balık yan gider..
-Esrarım yok, afyonum yok...
-Bıçak tabanca dersen...
-Hak getire.. Onu efeler, a alar, dayılar dü ünsün!”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:66)
battledore (SPOR) <bet’ldor> :
Bed-minton raketi
Bay : Erkeklere yapılan genel hitap; Zengin, hatırlı kimse
“Seçimde yüz elli be oydan yalnızca yüz ellisini yitiren liberal bir siyasetçi aya a kalktı.
-Baylar, bu garip dü ünsel olay, toplumun do al buldu u ola an durumun dı ına çıkan en aykırı
olaylardan biridir. Öyleyse alınacak olan karar, vicdanımızın önceden tasarladı ı bir ey, birdenbire verilen bir
yargı..... iç kaygılarımızın zevklerimizdeki im eklere benzeyen geçici bir ayrıntısı olmalıdır. Oy verelim, dedi.”
(H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt-Kırmızı Han”, sa:100)
“Az önce hüzünlüyken, subay imdi sinirlenmi ti.
‘Allons,’ dedi, ‘Je dois m’en aller.’ (Hadi, dedi, gitmem gerekiyor.) Ve askerce selam verdi.
‘Adieu Monsieur... Quel est votre nom?’ (Ho ça kalın bayım... Adınız ne?)”
(I. Calvino, “A aca Tüneyen Baron”, sa:226-7)
“... ama sonra, hemen yakınımıza yerle mi bayları görerek güldü ve aya a kalkıp:
‘Yo yo, serin hava iyi gelir,’ dedi, ‘giysilerimiz ate ve dumanla dolu. Hem ben de, pek içmi de ilim
ama, nihayet biraz sarho sayılırım. Eh, imdi Allahaısmarladık deyip gidebiliriz.’ ”
(F. Kafka, “Bir Sava ın Tasviri”, sa:6-7)
“Ba kanın yanındaki bay: ‘ inizden çıkarıldınız mı?’ diye sordu ilkin. Bu soru hemen bütün öbür
sorular gibi pek yalındı, kar ıdakini faka bastırıcı bir yanı yoktu; üstelik verilen cevaplar ba ka ara sorularla
denetlenmiyordu; ama yine de bay gözlerini açarak bu soruları dile getiri i..... insanı dikkatli ve çekingen
davranmaya zorluyordu.”
(F. Kafka, “Kayıp”-Amerika- sa:313)
“Ne hikmettir u dünyaya
Gelen a lar, giden a lar
Soralım yoksula, baya
Gelen a lar, giden a lar”
(Seyrani-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri III”, xıx.-xx. yy., sa:491)
“Bakın Bay Pedro, dedi Pereira, otuz yıldır birbirimizi tanıyoruz, ta Lizbon’un en iyi gazetesinde yerel
haberlerle u ra tı ım dönemden beri hiç ba ınıza dert açtım mı? Asla dert açmadınız, diye yanıtladı dizgici.”
(A. Tabucchi, “Pereira ddia Ediyor”, sa:161)
“... ciddi bir bay içeri girdi. Müfetti ti. O da bildi im eyleri soruyordu. Ö retmenimin yüz
çizgilerinden, sınıfta bulunu umdan hiç de memnun olmadı ı anla ılıyordu. Sürekli yüzüne bakıyordum, bana
bir ey sorar diye, ama o, ben orada yokmu um gibi davranıyordu. Oysa oradaydım.”
(D. Tomazani, “Konu mayan Su”, sa:11)
“Her birimiz, kar ıla tı ımız Hamletleri, Othelloları, Fallstaffları, dahası, duruma göre III. Richard ve
Macbeth olabilecek tipleri anlatıyorduk birbirimize. Ya lıba lı bir adam olan ev sahibi arkada ımız:
-Ben de baylar, dedi, bir zamanlar bir Kral Lear tanımı tım.....
-Lütfen! diyerek anlatmasını istedik. Arkada ımız da hemen öyküsüne ba ladı.”
(I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:11)
bay : (CO R.) <bey> : Küçük koy, körfez; (ZOOL.) <bey> Havlamak, ulumak: (SANAT) <bey> Kumral,
doru renk; (BOT.) <bey> : bay leaf : defne yapra ı, bay tree : defne a acı
Baya ı, Baya ı baya ı; Baya ılık: Adi, sıradan (kimse, meta), sıradanlık; Oldukça, çokcana, gerçekten, ciddi
olarak, neredeyse, nitelikli sayılabilecek derecede
“Rabia, baya ı sevinmi , yüreklenmi ti:
-Bir ey mi istiyorsun?
-O nemrut suratlı, domuz o lu domuz, dükkanı sordu. Arabasını kö ede bıraktı. Belki lazım olurum
diye geldim.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:170)
“Birkaç yıl önce bir haftalık bir sarho luktan sonra uyanmı ve kendimi öldürmeye baya ı karar
kılmı tım. o sıralar çok tatlı bir kızla ya ıyordum ve çalı mıyordum. para bitmi , kira gelip çatmı tı. bir yerde
serserilerin yaptı ı türeden bir i bulabilirdim ama bu da ölmenin ba ka bir ekliydi.”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü-Pis Moru un Notları’ndan Seçmeler”, sa:120)
“Yazı düzeltme konusunda öteden beri büyük bir ustaydı, yazdı ı her harfin hesabını verebilirdi. Ama
gene alt tarafı bir cinayet için, onca dilbilimsel titizlik gösterdi ine baya ı hayıflandı.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:307)
“Kılı ında hem baya ı, hem özentili eyleri karmakarı ık bir halde birle mi ti. Eskiden beri sıradan bir
insan, böyle giyinmi birini görünce acayip bir ya am sürdürdü ünü, karmakarı ık bir ya am sürdürdü ünü,
karmakarı ık duyguları oldu unu, sanata kul köle oldu unu, toplumun göreneklerini az çok küçümsedi ini sanır.
Bu hal ya ho una gider ya da çileden çıkarır.”
(G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:152)
“ öminenin kar ısına oturdu umuzda:
‘Batak,’ diye ba ladım, ‘çevresi bataklıkla sarılı bir kulede ya ayan bekar bir adamın öyküsüdür.’
‘Ya!’ dedi Angele.
‘ smi de Tityre.’
‘Baya ı bir isim.’ ”
(A. Gide, “Batak”, sa:24-5)
“ ‘Ayıkken baya ı akıllı adamdır. Dükkanının arkasındaki odadaki kitapları bir görsen... Devamlı okur
onları... Herhalde bütün derdi o içti i zıkkımdan ötürü...’ ”
(O. Henry, “viski soda”, sa:93)
“Birden pencereden, içerde ba ını e mi bir eylerle u ra an stasyon efini gördü. Co kıuyla,
a rılarını unutup aya a fırladı. Dizleri bir iyice acıdı. Dizlerine çöke çöke asfalt yolu geçti. efi görünce baya ı
sevinmi ti, istasyona yakla tıkça içine korkuya, endi eye, ürküntüye, umutsuzlu a benzer bir karamsarlık
çöküyordu.”
(Y. Kemal, “Tek Kanatlı Bir Ku ”, sa:13)
“Kodesten çıkan adamla iki sarho berdu un arasında tam orta yerde, duvar kenarında de il ama
koridorun tam ortasında ya ı kırktan fazla olmayan, baya ı ho bir bayan duruyordu; elinde di ilikle ı ıl ı ıl
ı ıldayan bir tebessümle gelen geçene uzattı ı kırmızı bir kumbara tutuyordu; kumbaranın üstünde bir yazı
okunuyordu: Cüzamlılara yardım edin.”
(M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:185)
“O arada uzun dakikalar boyunca baya ı bir gürültü patırdı ya andı, sonunda ben konuyu öyle
ba ladım:
‘ u ana dek, hikayemi bilenler sadece anneannem ve dedem, ya lı mürebbiyem, avukatım ve
bankacıydı; onların da hepsi öldü. Bunu bugüne kadar hiç anlatmamı tım. Bu ilk seferdi ve son sefer olacak.’ ”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:394)
“Ben yata a kadar gitmiyorsam, ne çok güçlü bir iradeye sahip olmamdandır bu, ne de teninin ‘etik’ine
çok ba lı iffetli bir kadın olmamdan; düpedüz babama benzemekten korktu um içindir. Baya ılı a dü mekten
ölesiye korkarım. Babam, ailemizin birkaç ku a ına yetecek kadar baya ılı a meraklı bir insandı çünkü.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:103)
“ Ravelston sarho lu un adamı garip bir ekilde öfkelendirdi ini söyledi. Öyle ki, nerdeyse Gordon’un
kasadan para tırtıklamasını ye lerdi. Elbet kendisi bir Ye ilaycıydı. Gordon zaman zaman geleneksel skoç usulü
gizli gizli içti inden ku kulanırdı. Burnu baya ı kırmızıydı. Ama belki de enfiyedendi bu. Neyse ne. Gordon
ayvayı yemi ti.”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:215)
“KENT (Oswald’a.) - Sen... sen rezilin, edepsizin birisin. Çanak yalayıcı seni! kof, küstah, baya ının
baya ısı herif.”
(W. Shakespeare, “Kral Lear”, sa:57)
“Cumartesi günü, adamlarından ikisini astılar. lk asılan ve ba lıca adamlarından olan Furio Savorgnano
idi; öteki de baya ı bir adamdı.”
(Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:1, sa:51)
“Suvenir, yarı sı ıntı, yarı dalkavuk, herkesin a a ı gördü ü baya ı bir adamdı; tek sözcükle söylersem,
çanak yalayıcıydı. A zının bir yanında hiç di yoktu. Bu yüzden buru uk, küçük yüzü bir yana e ilmi
görünüyordu. Durmadan oraya buraya se irtirdi.”
(I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:20)
“Dökülmü içkilerden ıslanmı masa örtüleri yerlere kadar sarkmı tı. Erkekler, kucaklarına oturttukları
karılara sarılmı lardı. Sigara tüttürüyor, içki içiyorlardı. Baya ı baya ı da gülüyorlardı. Bir de baygın müzik olsa
tablo bütünlenecekti.”
(J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar Karde im Deniz”, sa:17)
“ ‘Profesör Nietzsche, sözünü etti iniz o iki kitap baya ı ilgimi çekti. Bunları nereden satın alabilirim?
Viyana’da bir kitapçı da var mudur?’
Nietzsche bu ricadan aldı ı keyfi saklayamamı tı.”
(I.D. Yalom, “Nietzsche a ladı ında”, sa:83)
Bayat mayat :
sterse bayat olsun
“Murat Bey, Solfasol testisini kulpundan bir iple ba layıp kuyuya salmı tı:
‘Buz mübarek, buz!..’ diyordu. (Sonra birden yüzünü yeisle buru turdu.) ‘Canına yandı ım, arattım,
arattım, bayat mayat bir i e bira bulduramadım. Ah, bir bardak bira, gözümde tütüyor.’ ”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:52)
Bayıla bayıla : Seve seve, büyük bir arzuyla, ko a ko a, içtenlikle
“Bunu da ötekini de e lendirir, avuç dolusu para harcarım; müzik, gürültü, çiganlar… sterlerse
ellerine de para veririm; alırlar da, hem bayıla bayıla alırlar.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:165)
^^
“Yedi imiz ö ün basit ve gösteri sizdi, burada, kuzeyde zenginli in hala bir soru i areti en iyi hatırlatan
eydi. Ama bayıla bayıla yedik, tek bir kırıntısını bile ziyan etmedik, siyahımsı Vigla arabı da güzeldi.”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:371-2)
bayard :
(ZOOL.) <be’yard> : Doru at ;
(PSYCH.) <be’yard> : Cesur, namuslu, refli adam
Bayılmak : Çok sevmek, hayran kalmak; uurunu kaybetmek, kendinden geçmek; Para ödemek (Argo)
“Sophie büyüyen alevlere bakıp, sıca ın keyfini çıkarırken, büyükbabasının bu odaya bayılaca ını
dü ündü. Koyu lambri kaplı duvarlarda eski ustaların resimleri asılıydı.”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:253)
“Alma Mahler Wotruba’ya bayılıyordu ama Marian hep ortalıkta oldu undan, onu ele geçirme fırsatını
yakalayamıyordu.”
(E. Canetti, “Gözlerin Oyunu”, sa:196)
“- imdi gösterece im. Dün aldım; hemen okudum. Burada i te: Petersburg’da çıkan ‘Söylenti’de.
‘Söylenti’ bu yıl çıkmaya ba lamı , söylentilere bayıldı ım için abone oldum, ama ba ıma belayı almı ım..”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:108)
“... ya bacaklarımı ka ıtırdım ya da ba ımı bayılırdım öyle tatlı tatlı ka ınmaya Bamyacılar’ın kızı da
beni sever ehirli kom umuz diye över benimle oynama a can atardı ama ben o sümüklünün yanımda oyun
oynamasına dayanamazdım tabii...”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:98)
“Aslında buranın kadısı ünlüydü, ‘Kabak Kadı’ derlerdi. Her i i yoluna kor, her kördü ümü çözerdi.
Arkasına turuncu bir ma lah giyerek, kırmızı emsiyesiyle çar ıdan bir geçi i, kocaman gövdesini tutarak olur
olmaz eylere öyle bir gülü ü vardı ki, halk bayılırdı.”
(R.H. Karay, “Memleket Öyküleri-Boz E ek”, sa:99)
“... birkaç yıldan fazla okumayı i i haylazlı a vuran bu zengin adamda okumu lu a kar ı sonradan
deh etli bir yakınlık uyanmı , ama i i ten geçti i için buna da imkan bulamamı tı. Onun için okumu insanlara
bayılırdı. Okumu , a zından bal kaymak dökülen, gösteri li insanlara vurgundu adeta.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:70)
“‘Hayatta asla unutmayaca ım bir ey varsa, o da, senden zaman zaman neden bu kadar nefret etmi
oldu umdur.’
‘Aramız limoniydi, birbirimize pek de bayılmıyorduk, hatırladın mı? Benimle konu urken imdiki
zaman kullanmaktan çekinme, ölsem de babanım...’ ”
(Marc Levy, “Birbirimize Söyleyemedi imiz Onca ey”, sa:124)
“Sahte doktor gazetecinin kurnazlı ı, gazetelerin denizdeki on günümün öyküsüne gösterdikleri ilgi
konusunda gözlerimi açtı. Halkın bayıldı ı ola anüstü öykülerden biriydi bu. Arkada larım bile sık sık
anlatmamı istiyorlardı.”
(G.G. Marquez, “Bir Kayıp Denizci”, sa:116)
“ arkı söyleek için çok güzel bir sesin var ve piyano derslerindeki ba arın da gözümden kaçmıyor.
Müzik dünyasında bir i edinmeye ne dersin? Müi e, arkı söylemeye ve dansa bayılıyor gibi görünüyorsun.”
(Earle P. Martin, Jr., “Sevgili Charlie”, sa:59)
“MADAM G. - O dura ı cennet olan efendiden öyle saygısızca söz etme. Ruhu ad olsun. Ne
duruyorsun, yıkıl kar ımdan. Seni gözüm görmesin. (Yazı masasına giderek ka ıt, kalem ve mürekkep çıkarır.)
STYOPKA - Sanki ben de buraya bayılıyorum. Böyle külüstür evlerde oturmaya alı kın de ilim. Siz
buraya ta ınınca bir ben kaldım adamlarınızdan. Sizi bırakmadı ıma ükredin.”
(A.N. Ostrovski, “Bu Hesapta Yoktu”, sa:20)
“Otelci kadın, üzerinde en zengin giysiler bulunan bu genç kızın küçük bir kentsoyluya benzemek
isteyi ine bayıldı. Yeni bir olay otelci kadın Madame Le Grand’ı iki kat a ırttı; Lamiel’e sıcak basmı tı.”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:II, sa:80)
“- ki papel borçlanıyorum. Kocakarı bayramda gelir. Herifçio lu, sövü ledik belledi. Asılıyor. Bugün
de yan sallarsam, hırla aca ız.
-Bayılalım, kıymeti yok ama, sonunda mızıklanırsan, bak bozu uruz.” .....
“-Açık saçık fıkralar anlatmaya meraklı insanlar vardır. Bu i e bayılırlar da beceremezler.”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:34;220)
“Bebek kız Magda çabucak büyümeye ba lamı tı. Oskar ona bayılıyordu. Elisabeth’le Richard da
bayılıyorlardı. Franziska’ya çok benziyordu ama büyüdükçe ama büyüdükçe o i lek zekasını daha çok
Laetitia’dan aldı ı anla ılıyordu.”
(E. Tucker, “Berlin Bir Mozaik”, sa:11)
“Ricardo, kayıtsız bir tavırla bakmı tı ona.
-Bir çaresine bakarız. Görürsün.
Büyük bir güvenle konu uyordu. Nasıl olsa bir eyler olurdu. Bu güvenlik duygusunu, kurtulmayı
nasıl becerece ini anlamak için ba ını derde sokmaya bayılan büyükannesinden almı tı.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:121)
“... dokunsan dökülecek bir faytonda hoplaya zıplaya bir gölün çevresinde turluyorlar, da ları
seyrediyorlardı, yoruldu mu da, yeniden fayton ça ırmıyordu; bir ta ın üzerine oturuyor, kertenkeleleri
seyrediyordu. Güne e bayılıyordu; so u a bayılıyordu. Hava buz kesti mi, ate e Dükün ormanlarından çam
kütükler atıyordu.”
(V. Woolf, “Flush”, sa:94)
“O sırada Giles, Isa’nın deyi iyle küçük numarasını yaptı, dudaklarını kıstı; ka larını çattı; karısının
harcayabilece i parayı kazanmak adına dünyanın bütün yükünü sırtlayan koca pozunu takındı.
‘Hayır,’ diyordu Isa’nın bakı ları apaçık. ‘Sana bayıldı ım falan yok.’ Üstelik kocasının yüzüne de il,
ayaklarına bakıyordu. ‘Aptal o lan, pabuçları kana bulanmı .’ ”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:99)
Bayım : Beyim, beyci im
“Ya murlu bir gün… Babıali’den indim, Sirkeci’de bekledim, bekledim. Maçka’ya tramvay nedense
pek seyrek geliyor. Otobüsler de tıklım tıklım dolu, bari bir ‘dolmu ’a bineyim dedim. Tiz bir ses ortalı ı
inletmekte: ‘Ni anta ı, Osmanbey, i li… Haydi, dolmu a bir. Gidiyor bayım, beklemeden gidiyor!..’ ”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Veled”, sa:54-5)
“Konu an adam ate lenmi ti..... ‘Bu meseleyi çözmek pahalı i tir bayım. Az önce mezara konmu
birisinin az sonra pasaportunu ele geçirebilmek için mangizleri tıkır tıkır pe in saymak gerek. Sadece pe in para
gözya larını kurutur ve yası unutturur.’ ”
(E.M. Remarque, “ nsanları Sevmelisin”, sa:124)
Bayra ı dikmek : Sava ta bir tepe ya da ehri, kaleyi aldıktan sonra veya bir evi bitirdikten sonra tepesine bir
bayrak koyma adeti
“-.. Oralarda, papazın evinin arkalarında, yeni yeni binalar yapılıyor.
-Ya!
-Hani büyük bir yapı var, biliyorsun, de il mi?...
Adrienne, evet der gibi ba ını salladı.
- te onun üçüncü katına gelmi ler. Temmuza kalmaz bayra ı dikerler.”
(J. Green, “Adrienne Mesurat”, sa:15)
Bayra ı yüksek tutmak : Planlamada, emellerde, esas olan ülküye sıkı sıkı sarılmak
“Böylece herkes, bunca zaman nasıl karanlıkta ya adıklarına a acaktır. O zaman göklerdeki Tanrı
o lunun dönü i aretleri de görünmeye ba layacak… Yalnız o güne kadar bayra ı yüksek tutmalı; tek tük de
olsa, akıl hastası görünmek bahasına da olsa karde çe birle me, ruhların yalnızlıktan kurtarılması yolunda
çabalar görülmeli. Büyük fikri ya atmak için yapmalı bunu !…”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:II, sa:239)
Bayrak açmak, Bayrak çekmek :
syan etmek
“Freud’e göre, birinci yılın sonuna do ru, libidinal ilgi anal bölgeye kayar ve çocu un temel ‘erotik’
hazzı, dı kının tutulma veya atılması etrafında odaklanır. Bu, figüratif olarak, ebeveynlere itaat etme veya onlara
bayrak çekme, aynı zamanda da da bir ‘kudret’ sahibi olma hisleri ile paralel olarak geli ir.”
( . Ersevim, “Freud ve Psikanalizin Temel lkeleri”, sa:120)
“Elbette, onun alı tırdı ı sertlikle çıkacaktı kar ısına, Oldu mu mesele yoktu. Olmadı mı? Açardı
bayrakları. Kopan koptu u yerde, kırılan da kırıldı ı yerde kalırdı. Yoksa hayat de ildi ya adı ı Ebanım’ın
evindeki.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:237)
“Köyün sayılı sulularından, hatta azılılarından Takunyalı Fitnat namında bir kadın, ona bir bayrak açtı,
bütün mahalleyi bir anda ba ına topladı. Fitnat’ın bir eli belinde, di eriyle birtakım i aretler yaparak..”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:II, sa:156)
Bayrak dire i : Çok uzun, ince, sırık boylu kimse (Argo)
“Satıcı imdi anlıyordu, adam kendisini ölümle korkutuyordu; duasını bitirdi, imdat diye ba ırdı ve
elindeki paketi, ilk yumrukta kendisini bırakan korkunç dü manının ayakları dibine dü ürdü. Sonra eliyle
çenesine yapı tı ve çabucak oradan uzakla tı; bir daha ba ırmazsa bayrak dire i teti i çekmezdi belki. çinden,
silah çekme i ini, kendisi kö eyi dönünceye dek ertelemesi için yakarıyordu ona...”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:300)
Bayramdan bayrama : Pek seyrek, yılda bir kaç kez
“WAGNER - Heyhat! nsan hep böyle çalı ma odasında mahpus kalırsa ve dünyayı ancak bayramdan
bayrama bir dürbünle uzaktan görürse, evreni nasıl söz kuvvetiyle idare edebilir?”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:31)
Bayram etmek; Bayram yapmak : Bir i in oldu una pek çok sevinmek; Sevincinden zıp zıp zıplamak
“Ne duruyorsun, sevin, bayram etsene. Sevinmekte yerden göke kadar haklısın. Servet sende, sulh ve
sükun sende, zeka, sezi hep sende! Do ru söyleyip söylemedi im olaylarla sabit!”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:II, ‘Araf’, sa:49)
“ ‘... büyük irketler arkalarında hiç iz bırakmadan para transferleri yapıp IRS’in (Int.Revenue Serv.)
ellerini bo bırakacak, teröristler tam bir gizlilik içinde çene çalabilecekler; senin anlayaca ın tam bir kaos
olacak.’
‘EFF bayram edecek,’ dedi Susan. Beti benzi atmı tı.”
(D. Brown, “Dijital Kale”, sa:40)
“O GÜN
-------Dalın ucundaki ye il
En uzak da ın tepesindeki
Karınca
Bayram ettiler o gün”
(F. Hüsnü Da larca<1914-2008>, “Ötekinde Olmak”, sa:40)
“Fügün kompozisyonu sona erdi derken, derin bir saygıı hissetti i ya lı üstat, bu sihirbaz, bu kral kısa
bir süre tu ların üzerine hafifçe e ilmi durumda kaldı öylece, gözkapakları yarı kapalıydı, yüzü içten gelen bir
parıltıyla hafifçe ı ıldıyordu. Knecht bu anların sa ladı ı mutluluktan bayram mı etsin, yoksa onların geçip
gidi ine a lasın mı bilemiyordu bir türlü.”
(H. Hesse, “Boncuk Oyunu”, sa:51)
“Çünkü bunu yaparsam, bizim ihtiyarı meyhanede tezgahın ba ından uzakla tıramam artık; ayrıca,
babam bütün o Latince bilgime ve okumu lu uma kar ın Nimikon’da meyhanecilikten ileriye gidemedi imi
dü ünüp bayram edecektir.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:166)
“Dinleyiciler arasında, M. Géborand adında, i ten el çekmi , tefeci zengin bir tüccar vardı..... ömründe
hiçbir yoksula sadaka vermemi ti. Ama bu vaazı dinledikten sonra, her Pazar katedralin kapısındaki ihtiyar
dilenci kadınlara bir metelik vermeye ba ladı ı görüldü. Meteli i payla acak dilenciler altı ki iydiler. Bir gün,
onu bayram yaparken gören piskopos gülümseyerek, kız karde ine, ‘Bak, Mösyö Géborand bir meteliklik cennet
satın alıyor,’ dedi.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:30-1)
“Ricardo, bo azının dü ümlendi ini hissetti.
-Senden bu kadarını istiyemem. Ama kalırsan, bayram ederim.
-Eskiden sahip olduklarımızın yoklu unu hissetmez miyiz?
-Ben imdiye kadar hiç hissetmedim.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:118)
Bayram gemisi gibi süslenip püslenmek : Alıyla moruyla bayram için alabildi ine süslenmek
Bk.: Süslenip püslenmek
“Fakat her pazar giyinip ku anarak gezmeye giderdik. Babam, sıırtında redingotu, ba ındsa silindir
apkası, ellerinde eldivenleri, kolunu, bayram gemisi gibi süslenip püslenmi olan anneme verirdi.”
(G. de Maupassant, “Jules Amcam”, sa:36)
Baysallı a kavu mak : Huzurlu, dingin olmak
“BAYAN BARTLETT, ellerini yüzünden çeker. Gözleri dindarca bir ate le tutu arak. - Suçunu itiraf
et, Isaiah! Tanrya ve insanlara itiraf et! Baysallı a kavu ; cezanı yüklen! O lanete u ramı altınları, çıkmak üzere
bulundu un seferi unut”
(Eu. O’Neill, “Altın”, sa:61)
Bazan, bazen : Pek sık olmayarak, ara sıra
“Mükemmellik gökten
gelen aydınlıktır
<Nikoloz Barata vili>
Kim neyimi kınayacak benim,bir günüm bile geçmemi tir
solumadan
bu topra ın kokusunu;
ben ya adım
bütün dünya içimde, insanca,
bazen bezgin, bazen arzu dolu”
( rakli Aba idze<1909-1992>-Hüseyin Uygun; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
05.06.03)
“ STENMEYEN K
--------------------------Sanıyorlar ki, öyle görünüyor, herkesten çok
airler gerek duymalı arındırmaya benli i,
O zaman kim söyleyecek arkısını tanrıların,
dünyanın, eme in, a kın ve bir tek bireyin?
Beyin hücremin içindeki
incecik ı ık kafesi, biliyorum bazen
bir kapı olmak için açılıyor tersine
benim kimli imden bütün kimliklere.”
(Lionel Abrahams <1928-2003>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 15.06.06)
“Yahya Kemal’i sevmeye ba ladım yeniden. Bir zamanlar kızıyordum, sinirleniyordum okurken.
Düzeyde kalmı duyguların, gözlemlerin, izlenimlerin airiydi. ‘Kolay’ bir airdi. Bizim ustalı ı da kurtarmıyor
bazen. Üstelik sı söyleyi leriyle de gözüme batıyordu nedense. Son zamanlarda de i ti bu dü üncem. Özellikle
Bo az’la böylesine içli dı lı ya adıktan sonra..”
(O. Akbal, “ stinye Suları”, sa:11)
“1
-kolumu uzatıyorum, onda bir hiç u runa
nafile bir arayı ı, ana yoldan sapan bir soka ı
ke fetti ime inanıyorum. Bazen, bir yola girip
girmemede tereddüt etmek gibi bu dola ırken,
acele söylenmi söz varıyor ehirden bize:
bunlar kadının duydu u sandı ı ça rı
kırıntıları, kül yata ında dönerken
sayıklayarak konu tu u. Bazen yol gösterici,
bir ça rının yorumcusu olmasını isteyip
istemedi inden emin olmak için seyrederim onu.”
(Gerard Augustin<d.1942>-Metin Cengiz/A.Halit Bedirboz; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 18.05.02)
“Ya lılı ımdan yoksun kalaca ım. Bunu dert etmemeye çalı ıyorum ama bazen kendimi tutamıyorum.
Ya am boktan bir ey, bunu biliyorum, yine de tek istedi im biraz daha ya amak, Tanrı’nın unuttu u u dünyada
bir kaç yıl daha kalmak.”
(P. Auster, “Görünmeyen”, sa:128)
“Kadınlar ak ama do ru çay saatinde de gelirlerdi otele. Bazen çay içilir, bolca dedikodu yapılır, bazen
de ka ıt oynanırdı. Yirmi ya larının ba ındaki bir kız için garip bir hayat, biliyorum. Ama öyleydi. Kimse bir ey
yapmıyor, kimse de buna a ırmıyordu.”
(K. Ba ar, “Ba ucumda Müzik”, sa:80)
“HESAPSIZ DUYGULAR
Bil ki
üzgün ayrılıp giderken
caddeler
kaldırım ta larıyla örtülmü uçurumlardır.
------------------------------Uzun uzun a lamak için güdülen hasret
bazen nelere de mez
suba ından ürkütülmü ceylanın
sekerek kaçarken ırma a saldı ı keder
sanki süzülüp kalbine gelir”
(Nihat Behram<d.1946>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:2, sa:419)
“YEN DEN, HÜZÜNLE...
----------------------------Her ey o kadar birbirinin
aynıydı, hayatakıp gidiyordu sıkıntıyla.
Domino ta larına ve
bir nehrin akı ına benzeyen
cesur ve genç hayat. Akıp giden.
Kitapçı vitrinlerini
ve
alanları hızla eskitenhayat, bazenbeni heyecanlandırırdı.”
(Ataol Behramo lu<d.1942>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:2, sa:332)
“SERUS REG NAE
<Lat.: Hizmetçi Çariçe’ye>
(14 ekim 1899)
Ça ırmasan da tapına a
Gelirim ben.
Kapanırım ayaklarına
Ses etmeden.
-------------------------Beni yere serdi tutkular,
Giçsüzüm ve
Bazen hizmetçi ve bazen yar;
Ve hep köle.”
(Aleksandr Blok<1880-1921>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan,
Cumhuriyet Kitap, 27.06.02)
“Annemin Gözde arkısı
Annemin arkısı
ki ortalı ı çınlatır.
Yumu ak bir arkı
hiç bitmeyecekmi gibi
gülüyor çocuklar
söylüyorlar
titreyen sesleriyle
ve düzensiz
bazen cırtlak
bazen kusursuz
bazen olgun, yumu ak-”
(Susan Bright<d.1945>-Defne Bilir; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.10.07)
“KEMAN USTASI
Joe Finkl, kasabadaki son anar ist olarak
adlandırıyor kendini.
elli yılı a kın süredir burada, kemanlar yapıyor,
tam burada (sava lar hariç) haftanın altı günü,
bazen yedi. ‘Dinle aram yoktur.
istersem çalı ıyorum. Böyle geçiyor zamanımın ço u,
çünkü, anlıyorsunuz, onları seviyorum.’ ”
(Michael Cope<d.1952>- lyas Tunç”, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 16.03.06)
“Suyla lgili Bir Anı
Bazen denizkızının kızı banyoda
di lerini fırçalarken
kalın bir fırça
ve karbonatla,
sanki banyo suyla
doluyormu gibi gelir ona.
(Nuala Ni Dhommmhnaill<d.1952>-Cevat Çapan); “ iir Atlası”, Cumhuriyet Kitap, 28.05.09)
“B R K RP YALANCI TANIK OLARAK
NASIL KULLANILIR
Pazar günleri ruhsal fırsatlardır karde ime göre
Kiliseye gider, eve geç gelir, kendinden geçer.
Demek istiyorum ki, bazen içer.
Bu alemlerden sonraki bir pazartesi sabahı
Fark ettim arka bahçe kapısının kırılmı oldu unubir ta parçası ba lanmı duruyordu tahtaya.”
(Finuala Dowling<d.1962>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 06.07.06)
“ a kın, görkemli bir bitkinlikle hastabakıcının gösterdi i özeni kabul eden tanımadı ım bir adama
bakarak tam bir dakika orada hayret içinde dikilip kaldım. Nöbetçi hem ire kula ıma öyle fısıldıyordu:
‘ yi ki geldiniz. Hiç ziyaretçisi gelmiyordu. Bazen kendini kaybeder ama ayılır ayılmaz hemen
insanları sorar. Bir akrabası mısınız?’ ”
(L. Durrell, “Justine- skenderiye Dörtlüsü 1”, sa:111)
“YERYÜZÜ AYETLER
-----------------------------bir kıvılcım, ufacık bir kıvılcım bazen
ansızın
bu suskun, cansız kalabalı ı içten parçalıyor
birbirine dü ürüyordu
erkekler, birbirinin gırtla ına bıçak sallıyor
kandan bir yata ın ortasında
bulu a ermemi kızlarla
yatıyordu”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-yeniden do u ”, sa:80)
“Emma çe itli inceliklerle büyülüyordu onu. Bazen yepyeni bir biçimde, ka ıttan amdanlar yapıyor,
bazen giysisinin bir volanını de i tiriyor, bazen de hizmetçinin iyi pi iremedi i çok basit bir yeme e olmayacak
bir ad takıyor, Charles da oturup, son lokmasına kadar, tadını çıkararak yiyordu.”
(G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:69)
“Türkiye’de arkada larıma mektuplarımda bazen öyle yazıyordum: ‘Avrupa’nın birçok yerinde iki
ülkenin insanını di erlerinden ayırmak kolaylı ı neden? Yanıt hazır: Bizimkiler ve Japonlar. Bizimkiler
yoksulluktan, Japonlar varsıllıktan gezip duruyorlar.”
(Füruzan, “Ev sahipleri”, sa:31)
“A K SÖZLER
<Aralık 1912, Sankt Petersburg>
-------------------Farketmez, kime kar ı ve niçin,
Ve kimdir, ı ıyıp söyleyen bunu!
Elmas elmastır, hiç dert etmeyin,
Bazen hak etmeyen de ta ır onu.”
(Zinaida Gippius<1869-1945>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan,
Cumhuriyet Kitap, 23.01.03)
“Rama’ya Giden Yol
------------------------Bazen gecenin içinde duyuyorum
toynakların takırtısını - atlar yük arabalarına
ko ulmu , her ey geri dönmü ve hatırlıyorum: biz de geri dönü tük.
Biz de ‘bilindi imiz atlara,
vah i do aya ve geceye...’
Ama zorbalıklara
kısacık arkımız ya da ebedi a kımız
boyun e meyecek.”
(Sam Hamill-Nurduran Duman; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 26.02.09)
“Bazen biliyordum ki, ya amdaki amacım annemle babama benzemek, onlar gibi aydınlık ve temiz,
üstünlük duygularıyla donatılmı biri olmaktı. Ne var ki, o zamana de in uzun bir yol vardı geride bırakılacak, o
zamana de in okullarda pineklemek, ders çalı mak, testlerden geçmek ve sınavları vermek gerekiyor, izlenecek
yol da hep öbür karanlık dünyanın yanı ba ından, hatta hemen içinden geçiyordu; üstelik bu dünyaya dalıp dı arı
çıkamamak, içinde gömülü kalmak hiç de olmayacak ey de ildi.”
(H. Hesse, “Demian”, sa:16)
“Teodoro çalı ma odasındaki küçük masasına iir yazmak üzere oturdu u zaman bütün ev aydınlanırdı.
Ya murlu ö leden sonraları çalı ırken onu merakla pencereden izleyen Mercedes, bazan korkmu bir kelebe in
Senor Serra’nın iirlerinden birine sı ınmak ister gibi, pencerenin kuru camı üzerinde dola tı ını fark ederdi.”
(O. Hijuelos, “Dünyadaki Evimiz”, sa:12)
“GÖ Ü DAYAKLAMAK
STEYENE Ö ÜTLER <2004>
------------------------------Gök fısıltıyla da dayaklanabilir aslında,
Bazen ıslak sigaranın tütsüsüyle de.
Söylenmi sözler tersyüzün yutulurlar.
nsan bir kuruntu ustasıdır kendi gözünde.
imdilik bu kadar!
Eline geçen her eyle dayakla gö ü,
Ben tekrar dönene kadar.”
(Fehim Hüseyinov <1954>Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
02.12.04)
“Güldü.
‘Peki a k?’ diye sordu bana.
‘ aka yapma.’
‘Kadınlar?’
‘Arada bir gerçek bir orospu. Bazen edebiyatçı bir orospu. Bazen aynı ki ide ikisi birden.’ ”
(Imre Kertesz, “Tasfiye”, sa:84)
BAZEN ONU HAK ETT
M SANIYORUM
-----------------------------------------------------------kendine yabancıla ır bir an
fakat rahatlayacak ve alı acaktır
çünkü güzeldi
ya anılanlar
bazen onu
hak etti imi sanıyorum”
(Juice Leskinen<d.1950>-Özge Acıo lu; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 07.01.10)
“Bazen üstüne oturdu u koltukta, sonu gelmez bir tüy toplama i lemine giri mi bulurdu kendini.
Eskimi , lacivert, kadife koltuktaki her mikroskobik beyaz noktayı toplamak gibi sonsuz bir u ra a dalardı.
Mutfak rafındaki bardaklar illa ki belli bir sıraya göre durmalıydı, tabaklar da öyle…”
(Ö.Z. Livaneli, “Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm”, sa:15)
“Nanda takkesini bir yana e mi , ayaklarını sallayarak önde oturuyor ve arabadakilerle çene çalmak
üzere, sık sık ba ını geri çeviremeyecek kadar yolla ilgili görünüyordu. Bazan hayvanlara birkaç sözcük
söylüyor, zaman zaman da çok parlak bir sesle avazı çıktı ı kadar ba ırarak bir arkı tutturuyordu.”
(Th. Mann, “De i en Kafalar”, sa:52-3)
“Ses çıkarmadan kendilerini izleyebilmek için lastik ayakkabılar giyiyordum. Artık bütün günlerim,
döner merdiveni inip çıkmakla geçiyordu. Onları suçüstü bastırmak istiyordum. Bazen, ne yaptıklarını görmek
için merdiven trabzanından a a ı sarkar, sonra normal durumda olduklarını görünce geri çekilirdim.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:117-8)
“SESS ZL K D YE B R YER YOK
-----------------------------------------Bazen yolda görüyorum seni, üzerinde sarı
ya murlu un, emsiyeni rüzgardan kurtarmaya
çalı ırken
bazen de bir lokantanın kapısında birileriyle
konu up gülü ürken. Ben mi? Ben ahizeyi kaldırıp
evinin bo duvarlarında telfonun çınlamasını
dinliyorum.
(Joan Mc Breen-Sevcan Yılmaz; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.06.04)
“ NZ VA
----------Bazen ba ım darmada ın,
Ve bir sevinç alır beni,
Hafifletmez ehvetini
Gö süme çöken a ırlı ın.”
“Eduard Mörike<1804-1875>-Ertu rul Pamuk; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
10.07.03)
“KÖRDÜ ÜM
----------------Bazan haftalarca yokum ortada
Aklıma binbir ey geliyor
Acaba ba kalarıyla mı geziyor
O güzel gözlerini saran tasada
Böyle üzüntüler var, biliyorum.”
(B. Necatigil<d.1914>, “Eski Sokak”, sa:16)
“Biraz sonra köpüren, kaymaklı be kova süte birçok hayvanlar ileri derecede ilgi ile göz diktiler.
çlerinden biri:
‘Bu süt ne olacak?’ diye sorunca tavuklardan biri:
‘Jones, bazen bizim yem ezmesine süt karı tırırdı,’ dedi.
Napolen derhal süt kovalarının önünü keserek:
‘Sütü siz bırakın yolda lar!’ diye haykırdı. ‘O i çözülür.’ ”
(G. Orwell, “Hayvan Çiftli i” , sa:30-1)
“KÜL, YEN DEN KÜL
<Sapanca iir Ak amlarında Be Yunan airi-1>
Dünya yıkılıyor yıkılıyor.
kanatlı ve kokulu her eyiyle,
bir damla ya tutkularımda,
Ate e borçluyum kötü adımı,
Ölümcül her ey gibi
dü ordularıyla ilerliyor
yanık otlar gibi karartıncaya dek ütopyayı.
Bazen ufkun terinden gelen bir ceylan gibi
hayata dönüyor ütopya
günün havasını canlandırmak için”
(Athina Papadaki-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.06.04)
“xxxı. “Bazen çiçekler gülümser diyorsam”
<Alberto Caeiro>
Bazen çiçekler gülümsüyor diyorsam
Ve nehir de bir arkı söyler derseme,
Çiçeklerde gülümsemeler ve nehirlerin akı ında
arkıların oldu unu dü ündü ümden de ildir bu...
-----------------------------------------------------Bazen beni okumaları için yazarak
Onları vurdumduymazlı a feda ediyorum,
Kendimle anla amasam da ba ı lıyorum kendimi,
Çünkü bene, yalnızca o ciddi ki i -Do anın bir yorumcusuyum-“
(Fernando Pessoa<1888-1935>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 22.05.08)
“Ço u zaman, bu i çin karaci erin acılı ını kullanarak ona korkunç hayaller gösterir; bütün karaci ere
ustalıkla burukluk verir; orada öd renginde renkler meydana çıkarır, yahut da onu sıkı tırır, tamamiyle buru uk,
pürtük bir hale getirir. Bazen, aksine olarak, lapı büker, küçültür, düz olan koledok kanallarının biçimini
de i tirir.”
(Platon, “Timaios”, sa:81)
“PENCERE
------------sonsuz bir gidi geli , sonsuz bir pazarlık, sonsuz bir
harcama
ticareti, hırsları, açıkgözleri ve elbette hayatı
desteklemek için,
o kertede ki, bazan genç güzel bir kız görürsün, temiz,
çiçekli giysisiyle”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin”, sa:85)
“BA LANGIÇ VE SON
<La vida’dan>
‘Önümüzdeki yaz
talya’ya dönmek istiyorum,’ dersin,
ya da ‘Bugün ba layan
yeni yılı fırsat bilmeliyim; her ey yolunda
giderse
kitabımı bitirece im’, bazen de
endi elenirsin ‘o lum büyüyünce,
onun güzelim çocuklu u olmadan ben
ne yaparım?”
(Eloy Sanchez Rosillo<d.1948>-Olcay Öztunalı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
06.11.08)
“Baltasar Matheus ya da Sete-Sois, hiç konu maya niyetli de il, Blimunda’yı süzüyor, ne zaman
Blimunda bakı larına kar ılık veriyor, bo azı dü ümleniyor, çünkü böyle gözler daha önce hiç görülmedi, rengi
belli de il gözlerin, kül rengi, ye il ya da mavi, hatta odadaki ı ı a ya da gönlünden geçene göre, bazen gece
kadar kara bazen de kar gibi beyaz olabiliyor, bazen tıpkı parlak kömür parçası gbi.”
(J. Saramago, “Baltasar ve Blimunda”, sa:56)
“Daha sonra, balonlara yapı mak yerine, bütün çabamı a a ılara inmek için harcadım; kur un tabanlı
ayakkabılar giymek gerekiyordu. ansım yaver gitti inde, çıplak kumlarda adlarını icat etmem gereken sualtı
türlere süründü üm oldu. Bazen de elden gelen bir ey yoktu; kar ı konmaz bir hafiflik su yüzünde tutuyordu
beni.”
(J.- P. Sartre, “Sözcükler”, sa:46)
“Bir Ak am Sohbeti
Sıkıldı ımda bazen
Tanrı’yla konu urum. Yer mu ambasındaki
desenleri, mutfak zeminindeki
ritmik tekrarları,
inceleriz beraber.”
(Peter Semoliç<d.1973>-Nazmi A ıl; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 31.01.08)
“Sabahtan beri yürüyorduk. Dü e kalka geçti imiz sarp keçi yolları, bazen sel yarıntıları içinde
kayboluyor, bazen sık kovanlıklardan ayrılarak, dibinde sivri çam tepeleri görünen karanlık çukurlara
sapıyordu.”
(Ö. Seyfeddin, “Yalnız Efe”, sa:21)
“Bazen seni seyretmek, bana cennetten taam,
Bazen de acıkırım senin tek bakı ına;
Ba ka sevincim yoktur, ba ka sevinç aramam,
Yeter senin verdi in, vereceklerin bana.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:75, sa:191)
“TANRININ GERZEK KU U
Aklımız bazan sava sonrası
‘Sava dursun’ emriyle sözün kısası
Kayıplar verip yürüyor saf saf
Kanlı izlerle kaplı hemen her taraf,
Çi nenmi otda süngü uçları parlar,
Burda ölüler ve can çeki enler var.”
(Konstantin Sluçevskiy<1837-1904>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Mecdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan,
Cumhuriyet Kitap, 19.04.07)
“ EH RLERARASI
Bazen, baktı ınızda oca a
Yalnızca küller; çok uzaklarda
Kasabanızın kı larında, telefon direklerinin
Sarmaları üzerinde nasıl donukla ırsa
Günı ı ı, öyle a arırlar.”
(William Stafford<1914-1993>-Kübra Ataman/Ali Çevikler, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 10.22.07)
“GÜL <1954>
-----Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum
stasyonda tren oluyor biraz
Ben bazan istasyonu bulamıyan bir adamım”
(C. Süreya<1931-1990>, “Üvercinka”,<1957>-50 ya ında-, sa:11)
“... ormanın derinliklerinde ise öylesine uzakla ıyordu ki, Carolina’yı yanındaki öbür çocuklardan ayırt
edemez oluyordum. Yalnızca gülü ü duyulurdu bazen öbür yoldan bu yana. Belli hava ko ullarında, rüzgar
güneyden esiyorsa, bu gülü uzaklardan, tarlaları a arak bana ula ır, eve dönü üme e lik ederdi.”
(P. Süskind, “Bay Sommer’in Öyküsü”, sa:45)
“Bazen bir patlayı ın havayı sarstı ı görülüyor, yolda gidenler bir an ellerinde olmadan sendeliyorlardı.
Bazen daha az iddette çatırdılar birbiri ardından trampet sesleri gibi duyuluyor, arada sırada bu sesler korkunç
bir gümbürdeme ile kesiliyor, bazen de fırtına patlayıp ya mur ya maya ba ladı ı sırada duyulan gök gürültüleri
gibi, bütün bu sesler bir çatırdı tarafından silinip götürülüyorlardı.”
(L. Tolstoy, “Sivastopol A ustos 1855”, sa:18)
“‘Baban belki de tüm bunların anla ılması güç eyler oldu unu anlatmak istiyor.’
Edwin, ‘Altın bulmak zor bir i de il, küçük bir le en alırsın, içini çamurla doldurur, sa a sola
sallarsın, altın dı ında içinde ne varsa dökülür. Annem ö retmi ti bana,’ dedi.
‘Evet ama her ey döküldükten sonra bazen geriye altın kalmaz.’
‘O zaman bu i in bir anlamı yok.’ ”
(R. Tremain, “Renk”, sa:155)
“KRAL ÇE EL ZABETH VE SIR WALTE RALEIGH
ARASINDA GEÇEN R TARTI MASI
<Elizabeth’ten Raleigh’e > (1587)
Ah, aptal Pug, bu kadar korkak mıydın sen?
Üzülme sevgili Wat, yitirme cesaretini hemen.
-------------------------------Güçsüz talih seni de i tiremeyecek diyorsun
Peki nasıl dü ünürsün kör bir cadının beni ele geçirece ini?
Hayır, hayır, sevgili Pug, gözleri görseydi bile talihin,
Emin ol hükmedemezdi aklına sevdi inin.
Talih bazen ele geçirir kralları, bilirim,
Bazen de hükmeder dünyaya ve fani zenginliklere.”
(I. Elizabetha Regina -Tudor-<1553-1603>-Gökçen Ezber, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 05.08.04)
“VEDALIK
-karımaBazen ziyaret edece im dü lerini
davetsiz konuk gibi, hiç istenmeyen.
Dı arda yol ortasında bırakma benikapını sürgüleme, lütfen.”
(Nikola Vaptsarov<1909-1942>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
10.09.09)
“Artık nanıyorum
<Babama a ıt - on yıl sonra>
nanıyorum artık babamın öldü üne
Çünkü güne aydınlatınca yeryüzünü
Görüyorum, otluyor sürüler sabahleyin
Sallayarak tüylü kuyruklarını,
UmHali’deki inekler gibi bembeyaz,
Görüyorum ama bazen gün ortası alaca karanlı ı.”
(Benedict Wallet Villakazi<d.1906>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
05.06.08)
“... ta çocuklu undanberi ta ıdı ı herkesten a a ı olma duygusu - hiç vakit kaybetmeden acımasız,
amansızca, silkip atamayaca ı bir yo unlukla üzerine çöküverdi, bazen gece evde uyanınca Borrow ya da Scott
okuyarak atabiliyordu oysa...”
(V. Woolf, “Pazartesi ya da Salı”, sa:53)
“Tüm o uzun yıllar hakkında neredeyse hiçbir sy hatırlamazken bazı haftalar, hatta günler ve saatler
zihninde taptazeydi ve sanki daha dün ya anmı çasına duygularını ve hafızasını me gul etmekteydi; bazen
bunların sadece küçücük bir bölümünü tüm benli iyle ya adı ını, di er bölümünün ise yorgunluk ya da anlamsız
görevler içinde kaybolup gitti ini dü ünüyordu.”
(S. Zweig, “Clarissa”, sa:11)
“Bazan rüzgar, ya muru havada uçu an bir çar af gibi ileriye fırlatıp duvarlara öyle bir çarpıyordu ki,
uçu an çar af yere dü erken yere dü erken yayaların emsiyelerini parçalıyordu. Az sonra caddede, hızla soluyan
atların çekti i siyah arabalardan, orada burada ko u an birkaç ki inin uçan gölgesinden ba ka bir ey görünmez
oldu.”
(S. Zweig, “Lyon’da Dü ün-Kızıl Hastası”, sa:5)
Bazı bazı : Bazan, seyrek olarak
“Ba ka yerde, insanı a kına çeviren bir mermer ku ve çiçek bollu u içinde, u gözüpek dilek:
‘Mezarın hiçbir zaman çiçeksiz kalmayacak.’ Ama çabucak güvene gelir insan: yazıt yalancı mermerden bir
yaldızlı demeti çevreler, bu da canlıların zamanı açısından çok ekonomiktir (cafcaflı adlarını hala tramvaylara
yürürken binenlerin minnetine borçlu olan u ölmezotları gibi). Yüzyıla uymak gerekti inden, bazı bazı alı ılmı
tarla ku unun yerini a kınlık verici bir uçak alır, uça ı da mantı a hiç kulak asılmadan bir çift görkemli kanatla
donatılmı bir budala melek kullanır.”
(A. Camus, “Dü ün-Cezayir’de Yaz”, sa:48-9)
“Bu arada iki küçük at düzenli bir biçimde ilerliyor, ev e yası yüklü, a ır arabayı çekmek için gö üsleri
ilerde, arada bir öyle bir sendeliyor, farklı tırıslarıyla yolu durmamacasına geriye atıyorlardı. Bazı bazı ikisinden
biri burun deliklerinden havayı gürültüyle püskürtüyor, ko usu bozuluyordu.”
(A. Camus, “ lk Adam”, sa:20)
“Martin Holub, hep beraber yatmakta oldukları sundurmalı ın altına bazı bazı, yalpalaya yalpalaya
gelirdi, bu ziyaretlerden sonraki günlerde ise, aile ki ilerinin topallaya topallaya i e gitti i ve yüzlerinin çürük
içinde oldu u görülürdü.”
(E. Eschenbach, “Köyün Çocu u”, sa:3)
“Fransa’da bir yerde Pierrette tarzında pırıl pırıl bir genç kız vardı, çiçek gözlü, ta ralı bir kız, kendini
onun için el de memi olarak saklıyordu; bazı bazı gelecekteki efendisini, bu tatlı sert adamı dü lüyordu.
Kızo lankızdı.”
(J.-P. Sartre, “Duvar-Bir Yöneticinin Çocuklu u”, sa:229)
Bazilika : 1) Antik-Eski Ça ’larda Kral sarayı; 2) Eski Roma’da, dikdörtgen biçiminde, uç bölümünde yarı
çember gibi çıkıntılı mahkeme kapısı; 3) Hıristiyanlı ın erken ça larında ve Ortaça mimarisinde bu ekilde
imar edilmi kilise; 4) Çok büyük-geni boyutlu Katolik kilisesi
1209’da (?1208) FRANS SKEN tarikatını kuran Aziz Giovanni Francesco Bernardone (1181-1226)
talyan rahibi, ‘Francis of Assisi’ olarak da anılırdı. Dünyaca ünlü sabrı yanında, tarikat üyelerinin aynı
zamanda birer dilenci hem de vaiz olmalarını, tam bir yoksulluk içinde ya amalarını ve manastırlara
kapanmamaları gerekti ini savunurdu. Üyelerine: Minorites; ‘Grey Friars’ da denir. Françeskan ke i i EliaAssisi’de iki kilisden ibaret bir bazilika’yı 1228’de yaptırdı. Küçük kiliseye Proz(ts)iunkola adı verilir. Santa
C(h)lara kilisesi ise 1257-1265 tarihleri arasında yapılmı tır.
(N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:366)
Be : Yahu, ey, dur, yapma (Argo)
“... Kolları titremeye ba ladı; gözleri büyüdü. Kapıya do ru ko tu; sendeledi; sıra kıyısında oturan
birine tutundu. ‘Ne oluyor be? Pis sarho !’ dedi adam; itti. Geçide yıkıldı, birkaç kestane dü tü yere.”
(Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:117)
“A AÇSIZ KÖY
------------------Bayırdan inince dal dal ak am,
Fakirlik, kimsesizlik bir kez daha artar.
Kara toprak sevmemi bizi be,
Göndermemi bir muhabbet, göndermemi .
Bayırdır inince dal dal ak am,
Dal dal oldu um anlatamam.”
(F. Hüsnü Da larca<1914-2008>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1,
sa:345)
“Annesi mezarlıkta katı yumurtaları soyarken, ‘Ben öksürüyorum diye tela lanma be kızım,’ diyordu,
‘dayanıklıyımdır. Dur bakalım, öyle dur, gözlerin tıpkı baban.’ ”
(Füruzan, “Ku atma”, sa:111)
“E ikte dikilmi , sevgili o ullarına sarılmak için sabırsızlanan saz benizli, zayıf bir kadın, evin hanımı,
sızlanmaya ba ladı.
-Aa, u delinin zoruna bak. Sen hepten mi kaçırdın, be adam? Çocuklar eve yeni geldiler. Bir yıl a kın
görmedik birbirimizi. Dövü mek de nerden esti aklına?”
(N. Gogol, “Taras Bulba”, Cilt:I, sa:16)
“D ONYSOS’A LAH <Homeros lahileri’nden>
---------------------------Böyle dedi dümenci, ama kaptan azarladı onu
sövgülerle:
‘Çılgın mısın be adam, gözle rüzgarı ve yardım et
yelkenlerin açılmasına. Bizimle kalacak o.
Ya Mısır’a ya Kypros’a ya da Hyberborenlere gidiyor,
belki de daha uzaklara. Ama konu acak sonunda,
verecek adlarını bir bir dostlarının varı yo u ne?
karde leri kim? Onu kader yolladı bize.’ ”
(Homeros,“antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:100-1)
“-Kaç ya ındasın sen bakayım?
-On dört.
-Adın ne?
- smail.
-Okula gidiyor musun?
Yarı öfke, yarı hayretle omuzlarını kaldırıyor:
-Ne okulu be. Ben okula gideyim de burada i e kim bakacak? Hem bu köyde okul yok. Dee, imamın
evinde okurlar.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:24)
“Ya lı balıkçı bu kokuyu sanki bir gül koklar gibi derin derin içine çekti ve:
-Vay canına! Ne tazeymi be! dedi.”
(G. de Maupassant, “Pierre ve Jean”, sa:30)
“ ‘KURTARALIM KURTARALIM KURTARALIM.’ diye parçalanmaya ba ladılar.
Ulan ne dünya be! Kim kimi neden, nasıl kurtarıyor ki?
HE,HE,HE!”
(N. Meriç, “Sular Aydınlanıyordu/Sevdican”, sa:96-7)
“Gereyb’e böyle ey söylenmez. Bu, adeta a a ılamadır. Hemen köpürdü ve dedi ki:
- benim apkaya kaldıysa kolay. Ben kendim de vururum. Bu kazıkçının biri be...Sen korkuyorsan
çek arabanı!”
(F. Molnar, “Pal Soka ının Çocukları”, sa:18)
“-Neymi o dedi i bakalım!..Neymi dedim. Orospu gibi çalkalan demedim.
-Bırak kolumu be... Kırıldı artolsun...”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:118)
beacon :
(COLL.) <bi’kın> :
aret, alamet, ate , aydınlatmak; beacon fire <bi’kın fayr> : i aret ate i
bead, beadroll, beadsman : (COLL., D N) : <bi’d> : boncuk, <bid’roll> : Ruhları için dua edilecek
kimselerin listesi; <bids’men> : Duagü, listeleri okumakla görevli ki i
beat : (DAVR.PSY.) <bi’t>: Dövmek, galip gelmek, yenmek; beat about the bush <bi’t ebaut di bu > : bin
dereden su getirmek; beat a retrait <bit e re’trit>: kaçmak çekilmek; beat down <bit davn>: pazarlıkta fiatı
indirmek; beat at <bi’t et>: tekrar tekrar vurmak (kalp!); beat it <bi’t it>: def ol! acele et, savu !; to beat the
band <to bit di bend> yardımcı toplamak > -(slang)-; to beat time <tu bit taym>: tempo tutmak; to beat up
a man <tu bit up a men>: birini dövmek; to beat up recruits <tu bit ap rekruts>: yardımcı toplamak
Baetae memoriae : (LAT.,PSYCH.) <Be’tay memori’ay> : Kutsal anıdan = Of blessed memory ( NG.)
beatify : (D N,R.C.) <bi’eti’fay> : Birini ilk a z i z l i k mertebesine çıkarmak, mutlu kılmak; beatification
<beati’fikasyon>: Ölmü bir adamın uhrevi mutlulu a kavu maya laik oldu unun Papa tarafından resmen ilan
edilmesi
Beatrice Portifari : (ITA. MYTH.) : Ünlü talyan ozanı Dante Alighieri <‘Aligyari’ okunur, M.S. 12651321>’nin çocukluk a kı. lk yapıtı ‘La vita nuova’ = Yeni Ya am’da, 9 ya ındayken, kendisinden bir ya küçük
Beatrice ile kilisede kar ıla masını anlatır ve sevginin ruhu üzerindeki derin etkilerinden söz eder. Dünyaca
ünlü, ölmez aheseri ‘Divinia Commedia’ = lahi Komedi’si üç bölüme ayrılmı tır: ‘Inferno=Cehennem’;
‘Purgatory = Araf’ ve ‘Paradiso = Cennet’. Cehennem ve Araf bölümlerini air Vergilius e li inde yapar
önceki dost ve dü manlarıyla konu ur; Cennet bölümünde ise bir zamanlar sevdi i ve imdi melek olan kadın:
BEATRICE ile kar ıla ır.
“Ansızın bir hayal gelip dikilmi ti yine, yüce ve saygıde er bir hayal; ah, içimde hiçbir gereksinim,
hiçbir dürtü, bir kimseyi ululamak, bir kimseye tapmak kadar derin ve güçlü de ildi! Ona Beatrice adını taktım.
Dante’yi okumamı tım ama, bir ngiliz ressamının röprodüksiyonuna sahip oldu um tablosundan biliyordum
Beatrice’i. PRE-RAPHAL T’ler dönemindeki bir ngiliz kızını canlandırıyordu, kol ve bacakları hayli uzun ve
kendisi de boyluydu.”
(H. Hesse, “Demian”, sa:104)
beau, beaux (ço ul) : (FR.) <Bo> : Son modaya uygun, güzel giyinmni , kadına refakat eden erkek; erkek
arkada ; beau geste : (FR.) <Bo jest> : Birini mutlu, memnun etmek için söylenen ya da hareket, söz;
<1930’larda çevrilen Gary Cooper-Lana Turner (?) filmi> ( .E.)
Beaucoup de bruit, peu de fruit : (FR.,KOLL.) <Boku dö brüi, pö dö früi> : Çok gürültü, (ve fakat) az
meyve = Much talk, but little to show for it ( NG.)
Beau garçon : (FR.,KOLL.) <Bo gar’son> : Yakı ıklı bir centilmen; ık, züppe, çıtkırıldım = A handsome
fellow; a dandy ( NG.)
Beau idéal : (FR.,KOLL.) <Bo i’deal> : Model ya da mükemmellik ideali = The model or ideal of
perfection ( NG.)
Beau monde : (FR.) <bo mond> : Kibar dünya; kibarlar alemi, kibarlar dünyası; güzel-iyi dünya =
The fashionable world ( NG.)
Les beaux esprits se rencontrent : (FR.,KOLL.) <Le bo espri sö ran’kontr> : Yüce zekalılar aynı fikirdedirler
= Great minds see eye to eye ( NG.)
beaver : (ZOO.) <Bi’vır> : Bahçelerin sevimli hayvanı: Kunduz. Onun derisinden yapılmı apka; a ır yün
kuma ; (SPOR) yüz zırhının bir parçası; Hatırlar mısınız? <1960’ların, ‘70’lerin ünlü T.V. serisi: ‘leave it to
Beaver’ <liv it to Bivır>: “Onu Bivır’a Bırak!’? (I.E.)
(Dict. Of Foreign Phrases and Abbreviations)
Bebe im : Çocu um, yavrum; sevgilim, a ı ım anlamlarında aile içi ya da pek yakın ili kilerde kullanılan
samimiyet sözcü ü
“DÜRÜST NSAN
Üzgünsün imdi hey, Wheely
anlatabilirsin ama bebe im
sensin hala o yavru ku
ufacık sı ına ında kalbimin”
(Ingrid Jonker <1933-1965>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.12.06)
“ ‘Evimiz de il orası. Evimiz yok bizim. Bambim, yakında gidece iz buradan da. O zaman Cenin’i
bıraktı ın için üzülüp onu almana izin verdi ime pi man etmeyeceksin, de il mi? Kocaman, akıllı mı akıllı bir
kızım var benim. Sana güvenebilirim sonuna kadar, de il mi bebe im?’ ”
(P. Ma den, “Biz kimden kaçıyorduk anne?”, sa:76)
Becerilmek; Becermek : Cinsel temasta bulunmak, birlikte olmak (Argo)
“Yemek yiyenlerden biri, ‘Güzel vücut,’ diye fısıldadı. ‘Sexton kendine yeni bir e bulmu bile.’
Di eri, ‘O kızı, salak,’ diye yanıtladı.
Adam kıkırdadı. ‘Ben Sexton’ı iyi tanırım, o kızını bile becerir.’ ”
(D. Brown, “ hanet Noktası”, sa:16)
“NOEL GÜNÜ KAHKAHALARLA GÜLEN
YED ASKER
-----------------Yedisi de becerince yeterince,
Bir el kalbin üzerinde,
Silahın üzerinde, öteki,
eyerek, dolandılar adamın çevresinde:
‘Nasıl bir karde lik bu sa adına...’
Bir bozukluk bıraktılar ücret olarak
sidikler damlayan ba ının altına,
‘ho çakal’, ‘ho ça kal...’ diyordu, kıkır kıkır her biri,
daima ‘Yıkar(dı) bir el, di erini.’ ”
(Angifi Proctor Dladla<d.1950>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.03.08)
“ANTONIA - O halde niçin konu muyorsun? Açıkla! Sana ne oldu böyle? Niye birbiri ardından
kadınları beceriyorsun… Anlat bana.. AIDS kapacaksın..”
(D.Fo-F.Rame; “Kadın Oyunları & Açık Aile”, sa:92)
“B R ÖMRÜN SUSKUNLU U
Irzına geçildi yedisinde
amcası tarafından
gece yarısı,
siyahlar kasabasında
on bir ki inin ya adı ı
dört-odalı evlerin
oturma-yatak-yemek odasındaki
bir masa altında.
Uykudaydı di erleri
uygun olan her yerde.
Bo uluverdi çı lı ı
becerince onu amcası.
Fısıldıyordu durmadan,
‘Sakın söyleme kimseye.’ ”
(Makhoazana Khosi Xaba<d.1957>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
15.11.07)
becharm :
(FR., NG.) (PSYCH.) : <Be arm; Biçarm> : Büyülemek, aklı ba ından gitmek
Bed : (E YA) <bed> : Yatak; bed and board <bed end bord> : Geceli ine ya da haftalı ına kiralanan otel
ya da motel odası <ibate ve ia e) ücreti; bed-bug <bed-bag> : Tahta biti, tahta kurusu; bed-chair, <bed-çer> :
Hastanın yatakta rahatı için eklenen dayanak; bed-chaimber <bed-çember>: Yatak odası; bed-clothes <bed
kloz>: Yatak takımı; bed-confined <bed konfaynd>: Yata a ba lı kalmak zorunlulu u; bed-fellow <bedfelov>: Yatak arkada ı; bed of ashes <bed of e’ ız>: Kül yı ını; bed of coals <bed of kols>: Kor yı ını;
bed-pan <bed-pen>: Yatak ısıtıcısı + lazımlık; bedpost <bed-post>: Karyola dire i; bedquilt <bed-kuilt>:
Yorgan, yatak örtüsü; bed-ridden <bed ridın>: Yatalak, felçli; bedroom <bed-rum>: Yatak odası; bedside
<bed-sayd>: Ba uç, yan; badsore <bed-sor>: Uzun süre yatakta yatmaktan olu an yara bere; bedspread
<bed-spred>: Yatak örtüsü; bedstead <bed-sted>: Karyola; bedtick <bed-tik>: Yatakyüzü; bedtime : <bedtaym>: yatma vakti; garden bed <gardın bed>: Bahçe çiçekli i, ocak; go to bed <go tu bed>: Yatmak;
make a bed <meyk a bed>: Bir yatak yapmak; marriage bed <mer’riic bed>: Gelin yata ı; put to bed <put
tu bed>: Yatırmak; river bed <rivır bed>: Irmak-nehir yata ı.
(Yeni Redhouse Lügati)
Bedavadan ucuz : Gerçekten çok çok ucuz, bazan da aka olsun diye söylenen, bir alı veri e davet sözcü ü
“Son yolculu um oldukça kısaydı; Stokholm’de bir gün, Londra’da üç gün kaldım. Stokholm’deyken,
bo bir zamanımdan yararlanarak bir füme somon balı ı satın aldım; iri mi iri bir balıktı, hem de bedavadan
ucuz. Özenle plastik bir ambalaja konmu tu, ama yolculu a çıkacaksam balı ı dondurucuda korumamı salık
verdiler.”
(U. Eco, “Somon Balı ıyla Yolculuk”, sa:13)
Beddua; Beddua etmek :
lenme, ilenç; lenmek, birisine kötü temennilerde bulunmak ve bunun için dua etmek
“ ‘Ama nasıl bir beddua edildi ini ö renemedin.’
‘Aynı dönemde birileri sana da beddua etmi . Sen ö renebildin mi?’
‘Evet, ö rendim. Üstelik seni temin ederim benimki seninkinden çok daha çetrefilli bir meseleydi.
Sen ömründe bir kez ödleklik etmi sin, bense kim bilir kaç ki inin hakkını yemi im. Ama sonunda selamete
erdim.’ ”
(P. Coelho, “Elif”, sa:23)
“Böylece zavallı, kadın velinimetinden erkek velinimetine geçti. Fedor Pavloviç bu kez zırnık alamadı,
çünkü general karısı kızmı , üstelik ikisine de beddua etmi ti.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler” , Cilt:I, sa:12)
Bedevi : Çölde, çadırlarda göçebe halinde ya ayan Arap kavminin bir üyesi
“ u ölüm korkusu olmasa, u onu çölde bekleyen Bedevilerin onu yüzde yüz bir gün öldüreceklerini
bilmese burada ömrünün sonuna kadar kalır, o sesi var da kendi yok ku u, Emir onu aramaktan bıkmı da olsa,
Emirle birlikte ölünceye kadar arardı. Her sabah uyanıp o ku un sesini dinliyordu Ses uzaklardan, taaa dünyanın
öteki ucundan geliyordu. Onlarsa bu ku u buralarda arıyorlardı.”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 1- Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana”, sa:266)
bedight : (HAR., SANAT) <bi’dayt> :
Süslemek, tezyin etmek, donatmak
Bedii : Estetik, dı tan gözlemlenen güzellik
“-Ya altmı ı çeyrek geçiyor, hala mı güzel kadın görünce kendini kaybediyorsun?
-Yok, hayranlı ım bedii de il, tenkitçidir.
-Ne demek?
- imdi kadınlara gençli imdeki dü künlü ümle bakmıyorum. Artık onları dü manca bir görü le
süzüyorum, gözlerimle adeta ısırıyorum.”
(H.R. Gürpınar, “Gulyabani-Gönül Ticareti”, sa:161)
bedim :
Bedir
(COLL.) <bidim> : Karartmak, donukla tırmak
Bk.: Dolunay
Beelzebub :
(MYTH.) <bil!zibab) :
Befriend :
(DAVR.) <bi’frend> :
blis, eytanların ba ı
yilik etmek, yardım etmek; dostça, arkada ça davranmak
Beghardlar : <Be’gard’lar>(D N) XIII. y.y.’da erdemlik ve feragatı öngören Liege’li Begne <Ben’y>i
izleyenler. Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’da, Hıristiyan kilisesinin denetimini kabul etmeyen topluluklar.
Pek çok ba ıbo dilenci tarafından benimsendi ve XIV: y.y.’dan itibaren bu topluluklar papalar ve meclislerle
kınandı ve Engizisyon bunlara baskı yaptı. XVII. y.y.’a kadar gelebilenler ise, Fransisken mezhebi tarafından
yutuldu. (Ki isel not: Hiçbir yerde resmen okumadım ama, e er bu tarikatın isminin ngilizce orijini oldu unu
kabul edersek, ismi iki heceye bölersek: beg-hard: ‘Katı, sert bir tavırla, -aynı zamanda acı çekerek- kudretle
dilen!’ anlamı çıkar ki, bu, güruhun yaptı ı ba lıca i ti. Fransisken’lere kalboldu unu da anlamak kolay,
onların Hıristiyanlı ı yorum tarzı da buna e it gibiydi.( .E.)
“Ama bu tür i lerde oldu u gibi, bir tyandan Angelo ve Ubertino ö retiye uygun olarak vaaz verirken,
öte yandan basit insanlardan olu a büyük yı ınlar onların vaazlarını benimsiyorlar ve her türlü denetimin
ötesinde ülkenin dört bir yanına yayılıyorlardı. Böylece talya, bu Yoksul Ya am Fraticelli ya da Rahiplerince
istila edildi. Daha o zaman, Tinci üstatlarla, onların tarikatın dı ında ya ayan, dilenerek ve hiçbir mala sahip
olmaksızın ellerinin eme iyle günü gününe ya ayan basit izleyicilerini birbirinden ayırmak güçtü. Bunlar, halkın
imdi Fraticelli <Fratiçelli,Bk!>dedi i, Pierre Olieu’den esinlenmi , Fransız Beghardlar’a benzeyen rahiplerdi.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:70)
begum
(SOSY.,H NT) <bi’gam> :
Asil kadın (Hindistan)
Beh! : Püf, yok öyle ey!
“-Ne mi olacak? diye <ıslık çalmaya> kar ı çıktı. Bunun ne anlama geldi ini bilmiyor musun yoksa?
-Ne anlama geliyormu ? Islık giren evde para durmazmı öyle mi? Beh! Pahomovna, ıslık çalınsa da,
çalınmasa da, bizde zaten para nanay ve de olamaz!”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:73)
Behaviorizm :
behold :
( ng.: Behaviorism, Fr.; Behaviorisme, Alm.: Behaviorismus) : Bk.: Davranı çılık
(DAVR.) <bi’hold> :
Seyretmek, bakmak, gözlemlemek
Behram : (SASAN MYTH.): Sasaniler sülalesinden Yezdgird o lu olup, cesaret ve adaleti ile nam salmı tır.
Sürekli ava çıkıp yabane e i avladı ı için ya da sert karakterinden dolayı kendisine ‘yabane e i’ anlamına
gelen ‘Behram-ı Gur’ da denmi tir. Bir gün bir avın pe ine ta ma araya kadar girer, bir daha da o ma aradan
çıkmaz
“Behram bir e e i kızartsa bile,
Bir çekirge kadar geçmez makbule!’ ”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:110)
<Burada, bir karıncanın Süleyman Peygamber’e bir çekirge budu hediye etti i, peygamberin de bununla
tüm ordusunu doyuırdu u meseline i aret ediliyor.>
Bekar : Evlenmemi kadın ya da erkek
“Bizim kalın kafalı hiçbir eyin farkında de il; oysa ben bu hükmeden, akıllı genç kadının dualarımın
kar ılı ı olup olmadı ını dü ünmeye ba lıyorum. Hayali G.K.A. yerine bir erkek tavlamaya can atan bekar bir
kadın. Ezip geçen bir silindir.”
(P. Auster, “Brooklyn Çılgınlıkları”, sa:159)
Bekar çama ırı : Bakımsız, sık sıkanmayan; ütülü, derli toplu olmayan iç ve dı çama ırı (Aile, bekarların iç
çama ırlarını ‘belki gece kirlenmi tir, cenabettir-mundardır’ diye genel çama ırlarla birlikte yıkanmaz, ayrı
yıkardı.)
“-Rakım Amca, annem sabun istiyor.
-Namazdan sonra gel.
-Öyle ama, annem bugün bekar çama ırı yıkıyor. Ba ka günler hep zenginlerin mundarlı ını temizliyor.
Kadın ne yapsın? Bizim gibi kopukların cuması, pazarı olur mu?”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:310)
Bekaretini bozmak; kaybetmek, yitirmek : Cinsel ili kide bulunarak kızlık zarını yırtmak, kızlı a son vermek
“Maria’nın genç kızlık yılları böylece akıp gitti..... Kah biriyle kah ötekiye çıktı, hayaller kurdu ve bir
daha a ık olmayaca ına dair kendine verdi i söze ra men acı çekti. Bu bulu malarından birindi, bir arabanın
arka koltu unda bekaretini kaybetti; sevgilisiyle ikisi birbirlerini ok arken her zamankinden daha ate liydiler,
delikanlının ayranı kabardı ve grubun son bakiresi olmaktan artık sıkılmı olan Maria, onun içine girmesine izin
verdi.”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:23)
“... frasketa ormanlarında gezdiimde hemde burnunun ucunu göremediin bir Sis olduunda ve eyler
aniden kar ına çıktında ben hayal görürüm bir seferinde bir unikorn gördüm bir seferindede Aziz Baudolinoyu
benimle konu uyordu ve bana orospu çocu u diyordu cehenneme gideceksin çünki ünikorn hikayesi vardı
Unikorn yakalamak için aacın altına bekareti bozulmamı bir kız koymak lazımdır ve hayvan bakire kokusunu
duyar ve gelir ba ını karnına dayar...”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:12)
“ ‘Hiçbir zaman bakireli imi Generalisimo’nun yanında, Casa de Cabao’da kaybedece im gelmemi ti
aklıma. E er kendimi balkondn a a ı atarsam babam korkunç vicdan azabı çeker diye dü ünüyordum.’ .....
‘Buradan bakire çıkaca ını, babanla oturup benimle alay edece ini dü ünüyorsan yanılıyorsun.’ Sesi cırlıyordu,
heceleri üzerine basa basa derin bir öfkeyle konu uyordu. Bir kolundan çekerek yanına, yata ın üzerine çıktı. O
kocaman et kütlesi Urania’yı eziyor, yata a gömüyor, konyak kokan solu u ve öfkesi midesini bulandırıyordu.
Kaslarının ezildi ini, kemiklerinin parçalandı ını hissediyordu. Bo ulacak gibiydi, gene de o elin ha inli ini, o
bir eyler ara tıran, e eleyen, içine giren parmakların gücünü, hoyratlı ını duyabildi. Yarıldı ını hissetti. Sanki
bıçaklanmı tı; beyninden ayak parmaklarının ucuna kadar bir im ek çakmı gibi oldu. Ölece ini sandı, inledi.
‘Çı lık at, köpek, görelim bakalım ö renir misin ö renmez misin?’ dedi sesi cırlayarak Ekselansları,
sanki yaralanmı , a a ılanmı tı. ‘ imdi aç bakalım bacaklarını. Bakaca ım, gerçekten yırtılmı mı, yoksa
yalancıktan mı ba ırıyorsun.’
‘Gerçekti. Bacaklarımda kan vardı, ona da bula mı tı, yatak örtüsü, çar af lekelenmi ti.’ ”
(M.V. Llosa, “Teke enli i”, sa:475)
“ ‘Biliyor musunuz,’ dedi, ‘benim en büyük hayalim, tertemiz bir genç kız bulup onu kendime a ık
etmek, sonra da bekaretini bozmak.’ M. de Charlus, Morel’in kula ını sevecenlikle çimdiklemekten kendini
alamadı, ama safça ekledi: ‘Ne i ine yarayacak bu senin? Kızın bekaretini bozarsan, evlenmek zorunda kalırsın.’
‘Evlenmek mi?’ diye haykırdı Morel, baronun sarho oldu unu sezinleyerek, ya da aslında sandı ından daha
erdemli bir adam olan muhatabının nasıl biri oldu unu dü ünmeyerek.”
(M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:420)
“Babasının erkek karde inin tecavüzüne u rayıp bekaretini yitirdi inde on bir ya ındaydı. Dokuz ay
sonra bir hilkat garibesi do urmu , onu görürse kızının gelecekten nefret etmeye ba layaca ından korkan annesi,
bebe i gizlice götürüp bo mu tu. ‘Esasen endi elenmesine gerek yoktu,’ dedi Mohini, ‘çünkü do u tan
so ukkanlı bir mizaha sahiptim ve yine do u tan cinselli e öyle meyilliydim ki, o bamya pipili tecavüzcü manda
gibi dü künlü üme etki edemezdi. Ama hiçbir zaman sıcakkanlı biri olmadım ve Man Bai Hanımdan gördü üm
insafsızıktan sonra etim iyice buz kesti.’ ”
(S. Rushdie, “Floransa Büyücüsü”, sa:77)
Bekaret kemeri : Genel olarak eski ça larda, muhafazakar toplumlarda, kızlarının ya da e lerinin cinsel
faaliyetlerini kontrol altında tutmak için, kilit, diken vb engellerle hazırlanmı kemer. Bazı türlerine kilit
vuruldu u da söylenir.
“Sa dakinin ba ında Amerikalıların ho landı ı Hong Kong tarzı ejder i lemeli montlar giymi gençler
toplanmı , görmedikçe neden çıktı ı anla ılamayacak bir gürültü çıkarıyorlardı. Bird kimsenin dönüp bakmadı ı
soldaki makineye do ru ilerledi. Ortaça Avrupası i kence aleti Bekaret kemerinin 20. yüzyıla uyarlanmı
haliydi. Kırmızı ve siyah mekanik eklemlerle tamamlanan gerçek boyutlarda güzel bir kız, gö üslerini kollarıyla
sımsıkı kapatmı tı.”
(Kenzaburo Oe, “Ki isel Bir Sorun”, sa:20)
“Bergere’in evinde her yan gülünç ve acayip eylerle doluydu: boyalı tahtadan yapılma kadın bacakları
üstünde duran kırmızı ipekli sandalyelerin minderleri, küçük Zenci heykelleri, demirden yapılmı , üstü dikenli
bir bekaret kemeri, içine küçük ka ıklar bastırılmı alçıdan yapılma kadın gö üsleri, masanın üstünde bronzdan
yapılma koskocaman bir bit ve ka ıt uçurmaz i i gören ve Mintra Mezarlı ı’ndan a ırılmı bir ke i kafatası.”
(J.-P. Sartre, “Duvar-Bir Yöneticinin Çocuklu u”, sa:180)
Beklemeye koyulmak : Uzun süre beklemeyi gözönüne alarak beklemeye ba lamak
“ ‘... Sonra Bompressi ile ben, ona yirmi kala treniyle Torino’ya gidecektik.’
-Ona yirmi kala de il, on treni! diye düzeltir yargıç.
-Evet on treni’ diye Marino da trenin saatini düzeltir. Beklemeye koyulduk.”
(D. Fo, “Marino Serbest! Marino Masum!”, sa:40)
BEKTA L K : (D N,FEL.) Hacı Bekta VEL ’(1209-1271) nin dü ünceleri çerçevesinde kurulmu tarikat
“Bekta ilik, amanlık’tan yakın benzeyi ve izler ta ır, a y r ı m c ı l ı k yapmaz. Anadolu halkının
dilini ta ır; her dü ünce ve inançta, yarı kapalı yakla ımla, insanlara kendilerine göre anlamlarına yer vemesi ile
tanınan ve hıza yayılan bir mezheptir.
Temel nançlar :
Dört kapı:
1)
ER AT ( slam ve Ehli Beyit) ;
2) TAR KAT ( eyhe ba lanmak) ;
3) HAK KAT (Tanrı) ;
4) MAR FET (Tanrı bilgisi) ;
Dört inanç:
1)
b a d e t,
2) N i y a z,
3) A d a k,
4) V u s l a t.
T e v e l l a : Ehli Beyti ve 12 imamı sevmek;
T e b e r r a : Yezid ve di er Ehli Beyt dü manlarına yüz çevirmek.”
(A. Cevizci, “Felsefe Sözlü ü”, sa:124)
Bela aramak :
una buna çatarak kavga çıkarmaya yeltenmek
“ ‘Hiçbir ey de ildi o,’ dedi, ‘kim olsa öteki için yapardı. O serseri grubu bela arıyordu ve Arthur’un
onları hiç rahatsız etti i yoktu. Onlar Arthur’a giri ince <saldırınca> ben de onlara giri tim ve birkaç tane
indirdim. te o sırada ellerimin bir kısım derisi o çetenin kimi di leri ile birlikte gitti. Hiçbir ey için bunu
kaçırmazdım. Gördüm mü...’ ”
(J. London, “Martin Eden”, sa:25-6)
belabor :
(DAVR.) <bila’bor> : Sata mak, dil uzatmak, dövmek
Belalı : Çatı malı olunan ki i; sevgili; Özellikle genelkadınların mü terileri olmayan sevgilileri (Argo)
“Fellahlar yava yava ilerliyorlardı. Biraz daha da yakla mı lardı. Biz istifimizi bozmadık, ama
Raymond, ‘Çıngar çıkarsa, Masson, sen ikinciyi üzerine alırsın. Ben benim belanının icabına bakarım. Bir
üçüncüsü gelirse, o da senin Meursault!’ dedi.”
(A. Camus, “Yabancı”, sa:56)
“SEVDA YARATAN
------------------------Her ey ne kadar külrengi ve da ınık
gökle denizin mavili i ötesinde.
Bir kadın ‘Gecenin Matemi’ni söylüyor ö le üzeri
ve herkesten bir eyler kalan bu sokaklarda,
kırılan camdan kalplerin parçalarını toplarken,
belalısı gizlice zehirliyor içindeki aylak köpe i.
Ve uzakta, dü ledi im Girit’te, belki de,
denize e ilen çamları yıkıyor yıldızlar.”
(Cevat Çapan<d.1933>, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.11.04)
“BEYA K
-----------Süslenir ayın ve kutup gö ünün billurlarıyla
Ve arkı söyler akarken çakılların diplerinden
Ve ki ner ıssız bo azların diplerinde
Belalısından dayak yemi orospu gibi.”
(R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:81)
Bela(nı) arama : Bir kavga öncesi ya da kavgada, birisine daha ileri gitmemesi için verilen ihtar (Argo)
“ ‘Ben kötü adam de ilim, Bay Mersault, anlıyor musunuz. Yalnız çok çabuk köpürürüm. Herif bana,
‘erkeksen tramvaydan inersin,’ dedi. ‘Ben de, ‘Haydi i ine, belanı arama,’ dedim.’ ”
(A. Camus, “Yabancı”, sa:34)
Belaya çatmak : Bir zorlu a u ramak, bir derde dü mek
“-Neden oynamıyormu ? Ne oldu ki?
- çmeye ba ladı, kahrolası!
-Aman canım! Ayılır nasıl olsa!
-Ayılaca ına gebersin daha iyi! Kendisini Moskovadan tanırım, bir kere zıkkımlanmaya ba layınca iki
ay durmadan içer. Ayya ın tekidir, bilmez miyim? Ayya ! Benim kara yazgım böyledir... Nerden de çattım bu
belaya?”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:124)
“MEMUR - Aman efendim, sabırlı olun!
E. DROMIO - Sabır bana lazım.. Belaya çatan benim.
MEMUR - Haydi sen de dilini tut!”
(W. Shakespeare, “Yanlı lıklar Konedyası”, sa:72)
Bel ba lamak : Kendisine yardım olabilece i kanısıyla birine ya da bir eye inanmak, güvenmek
“Çocuklar ba kalarına kar ı açık ve dürüst olmamayı çabuk ö renirler. Utanç ve suçluluk duygusuna
bel ba lamak yerine, çocuktan bekledi iniz davranı ı dü ünün ve kendiniz öyle davranarak örnek olun.”
(L. Carroll & J. Tober, “indigo çocuklar”, sa:85)
“Alyo a dünyada hiç kimsenin onun kötülü ünü istemedi ine, sadece istemedi ine de il ona kötülük
etmeyece ine emindi. Bu, Alyo a’nın öteden beri bel ba ladı ı bir kuraldı. Böylece bu bakımdan hiç
duraksamadan yoluna devam ediyordu.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:152)
“SENDEN SONRA EY YED YA
-----------------------------------------senden sonra a ustosböceklerinin sesini öldürdük
ve alfabenin harflerinden yükselen zil sesine
ve silah fabrikalarından yükselen düdük seslerine bel ba ladık”
(Furu -Ferruhzad-<1937-1967>, “yeryüzü ayetleri-inanalım so uk mevsimin ba langıcına”, sa:100)
“Yaz ölgün ve ılık geçti - ama sen bir kadına bel ba lamı tın, gelmedi. Bu gün bu bo a çıkmı
umutların acısını çıkaracak hiç de ilse, sıkıntılarımı dindirecek, diyordun.”
(A. Gide, “Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler”, sa:76)
“ÜZÜNTÜ - Benim bir kere elime geçirdi im bir kimse için, artık dünyada hiçbir eyden hayır
yoktur..... Mutluluk da, felaket de, onu kuruntuya dü ürür, bolluk içinde açlık çeker. Gerek sevinci, gerekse
azabı, hep ertesi güne iter, yalnız gelece e bel ba lar, ve böylece hiçbir vakit onun i i bitmez.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:312)
“Genç kız artık bu ziyarete bel ba lamı tı. Bu ziyaret sonunda, birdenbire bütün dertlerinden
kurtulaca ını sanıyordu. Bir mucize olacaktı. Ba ka bir ey görmüyor, yarını dü ünmüyordu.”
(J. Green, “Adrienne Mesurat”, sa:204)
“ ‘Evet, o kadınla ya ıyaca ım. Bir hedef belirlemedim henüz. Kadın yabancısı buranın, yersiz yurtsuz
biri, belki de bir çingene.’
‘Öyle olsun. Ama söyler misin, yanında bu kadınla izleyece in bu yolun pek kısa olaca ını biliyor
musun? Ona pek fazla bel ba lamak do ru de il sanırım. Belki hısım, akrabaları vardır, belki bir kocası;
gitti iniz yerde seni nasıl kar ılayacaklar, Allah bilir.’
Goldmund, dostu Naziss’e yaslanmı tı.”
(H. Hesse, “Narziss ve Goldmund”, sa:96)
“Annemden fazla iddialı sayılmasa da hayatta yolunu izini bulabilme sanatını, Tanrıya az buçuk bel
ba lamayı, fazla konu mayıp sessizli i sevmeyi, babamdan ise kesin kararlar vermekten kaçınmayı, bir türlü
para tutamamayı ve kendimi kaybetmeden bol bol içmeyi.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:22)
“..... Sizin için çok de erli olan gizli belgeleri yakmanız kolay de ildir; bu sanki artık fazla zamanının
kalmadı ını, yarın öbür gün ölece inizi kendi kendinize itiraf etmeniz gibi bir eydir; bu yüzden imha eylemini
durmadan ertelersiniz ve bir gün artık çok geç olur.
nsan ölümsüzlü e bel ba lar, ölümü hesaba katmayı da unutur.”
(M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:93-4)
“Bilime olan güvenim hem sonsuz hem de kısıtlı. Bilimin, kendi alanıyla ilgili sorulara, yava yava
bütün yanıtları verebilece ine ve böylece bize de en olmadık dü lerimizi gerçekle tirme olana ı kazandıraca ına
inanıyorum. Bu hem ba döndürücü hem de korkutucu bir ey. Çünkü insanlar her eyi, en iyiyi de en kötüyü de
dü leyebilir, ikisi arasında seçim yapma konusundaysa bilime bel ba lanamaz. Bilim ahlaki açıdan tarafsızdır,
insanların bilgeli inin oldu u kadar çılgınlıklarının da hizmetindedir. Bilim, dün ya da bugün oldu u gibi yarın
da, zorbalık, açgözlülük ya da arkaiklik lehine ayartılabilir, yoldan çıkarılabilir.”
(A. Maalouf, “Çivisi Çıkmı Dünya”, sa:210-1)
“Escobar, -en büyük hayali olan- Gaviria’nın kendisiyle görü mek üzere bir temsilci atamasının asla
mümkün olamayaca ını anlamı olmalıydı ki, Kurucu Meclisin, ister pi man olmu uyu turucu kaçakçısı olarak,
ister herhangi silahlı bir grubun gölgesi altında, kendisini affetmesi umuduna bel ba lamı tı.”
(G.G. Marquez, “Bir Kaçırılma Öyküsü”, sa:181)
“Doktor Urbino bu duvarların yıldan yıla yava yava resimlerle örtüldü ünü görmü tü, ak amüstü
satranç partilerinin derin dü ünceleri sırasında; birçok kez, rastgele portrelerden olu an bu galerinin, bu bel
ba lanamaz çocukların yönetip soysuzla tıracakları, imdiki görkeminin küllerinin bile kalmayaca ı gelece in
kentinin tohumlarını içinde sakladı ını dü ünmü tü yüre i acıyla burkularak.”
(G.G. Marquez, “Kolera Günlerinde A k”, sa:12)
“Ama José Arkadia Buendia, daha o zamanlar çingenelerin dürüstlü üne inanmadı ı için, katırıyla bir
çift keçisini miknatıslı iki külçeyle takas etti. Evin kırık dökük e yasıyla birkaç parça malı artırabilmek için bu
hayvanlara belba lamı olan karısı Ursula Iguaran, onu caydırmak için ne dediyse kar etmedi.”
(G.G. Marquez, “Yüzyıllık Yalnızlık”, sa:7)
“Fal bakma yöntemiyle gelece i ö renmek, Rusya’da pek yaygındı. lk tümceden bir anlam çıkmıyorsa,
fal yinelenir ve tümce, istenen yöne çekilerek istenen anlam çıkarılırdı. Talihsiz insanlar her eye bel ba larlar.”
(X. de Maistre, “Sibiryalı Kız”, sa:21)
“..... Sizden daha fazlasını istemiyorum. Her canlı bedenin, niteli ini bilmedi imiz, söz kolaylı ından
dolayı ‘akı kan’ dedi imiz bir miktar kuvvete ba lı oldu unu dü ünmüyor musunuz? Ölümden sonra bu
‘akı kan’ın bir tür ortak kayna a döndü ünü dü ünmekten sizi ne alıkoyabilir? Neden enerjinin korunması
ilkesine benzer bir hayatı koruma ilkesi olmasın? Bunu kabul ediniz de ben tatmin edilmi oldu umu bildireyim.
-Tatmin edilmi mi? Fakat neden bu kadar dayanıksız varsayımlara bel ba lıyorsunuz?
Aya a kalkarak dedi ki:
-Benimle hastaneye kadar gelmek dostlu unu gösterirseniz bunu bir saat sonra size açıklarım.”
(A. Maurois, “Ruh Tartıcısı”, sa:32-3)
“Kadere kar ı neden isyan etmiyordu? Bunca yıl Ashley’nin a kına bel ba lamı tı. Zifiri karanlıklarda
yürürken, Ashley onun yolunu aydınlatan bir me ale olmamı mıydı?”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, sa:1295-6)
“Günümüzde tanrının buyruklarına körü körüne itaat etmekten vazgeçen yıldırımın, keyfi nereye isterse
oraya dü tü ü açık ve seçik ortada, dolayısıyla beyaz oy kullanan bu günahkar kenti do ru yola döndürmesi için
artık ona bel ba lanamaz <Sodom ve Gomore kentleri gibi>.”
(J. Saramago, “Görmek”, sa:205)
“... ama sonra ara tırmalarını daha ileri götürmeye gerek görmedi: Mathieu’ye sorardı bunu. Boris,
onun ya ında olanların kendi dü üncelerine çok fazla bel ba lamalarını, önem vermelerini yadırgardı.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:145)
“Deftere bel ba lamak, anmak üzere seni,
Unutkanlar safına çekip götürür beni.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:122, sa:285)
“E. ANTIPHOLUS - Sözünüze bel ba layan insan sakınmalı. Hem sizin gelece inizi, hem de zinciri
vadettim; ne zincir geldi, ne kuyumcu göründü. Olası bir zincirle ba lanırsa sevgimiz çok uzun sürer diye
korktunuz da gelmediniz.”
(W. Shakespeare, “Yanlı lıklar Komedyası”, sa:57)
“.....O gece....küçük bir felaket oldu: Pont au Change’ın batı tarafındaki, üçüncü ve dördüncü ayaklar
arasında kalan parçası çöktü. ki ev sulara gömüldü, öyle birdenbire ve topyekun gitti ki evler, oturanlardan
kimse kurtulamadı. Ne mutlu ki iki ki iydi söz konusu olan: Guiseppe Baldini ile karısı Teresa. Çalı anlar izinli,
izinsiz soka a çıkmı lardı. Otuz yıl boyunca çocu u, akrabası olmayan Baldini’nin vasiyetnamesinde kendini
mirasçı olarak gösterece i umuduna bel ba layan yardımcısı Chénier, sinir krizi geçirdi. imdi, bir çırpıda
gitmi ti bütün olası miras, her ey, ev, ma aza, hammaddeler, atölye, hatta var idiyse vasiyetnamenin kendisi.”
(P. Süskind, “Koku”, sa:115)
Belboy : Ing.: Bell-boy=Çıngırak çocu u; Büyük otellerde, mü teri geldi inde hemen ko arak ona ho geldin diyerek
bavullarını içeri alan garson çocuk
“Taksi otele giden a açlı küçük yola girdi inde açık duran parmaklı ın yanında Semiramis, üç
çalı anıyla birlikte onu bekliyordu: htiyar bir kapıcı, üniformalı bir resepsiyon <kabul> görevlisi ve genç bir
belboy. Belboy, araba durur durmaz ba ajı açtı ve valizi kapıp indirdi.”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:46)
Bel bükmek : Bir ey yapamaz hale getirmek, büyük sıkıntı ve üzüntü içinde olmak; Uzun süreler ‘eyvallah!’
diyerek ba e mek
Bk.: Belini bükmek
“Kervan yakla tıkça, Tanios, erefini korumak için kapıyı vurup çıkmı olan bu adama, Gerios ile aynı
ödevi yapmı olan, ancak ömrünün sonuna kadar bel bükece i yerde çekip gitmeyi ye lemi olan ve sonunda
eyh’in ülkesinin ta kıyısına gelip yerle erek kafa tutan bu adama bir yakınlık duymaya ba lamı tı.”
(A. Maalouf, “Tanios Kayası”, sa:63)
Belden a a ı : Cinsel içerikli, küfürle karı ık
“TANRILAR YAZDI
Ya mur damlalarının solu uyuz biz
Rüzgardaki taneleriyiz deniz kumunun
-------------------------Kongo fundalıklarının kanıyız
Sütüyüz ya da, inleyen yıllardan sızan
Biliyoruz üstelik
Belden a a ısı beyaz bok
Tadındaki yüzyılları”
(Keorapetse Kgositsile<d.1938>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 20.09.07)
“Sinemada ne dram i yapıyor, ne de ba ka bir tür. Varda yoksa komedi: Çünkü yapımcılar onca riske
gireceklerine biraz ive, biraz küfür, belden a a ı bir bir komediyi dayadılar mı, milyonlarca ki i sinemaya
akıyor. Gerekçe yine aynı: ‘Halk öyle sitiyor!’ ”
(Ö. Zülfü Livaneli, “edebiyat Mutluluktur”, sa:107)
“Hep belden a a ı edepsiz laflar,
Onu nasıl ba tan çıkardı, bakın!
Dümende de o biçim resimler var,
Sevi meler, kalkmı cinsel organlar…”
(A. Rimbaud<1854-1891>, “Dizeler”, sa:104)
Beldir beldir (bakınmak) : Aptal aptal, sersem sersem (bakınıp durmak)
“Candarma onba ısı, a kın a kın ortalı ı seyreden Özel dare tahdildarına Bahtu e’yi göstererek
seslendi:
‘Ahmet efendi be... Orada beldir beldir bakınıp duraca ına çek u geçmi i kınalıyı ardımdan’ “
(O. Hançerlio lu, “Ekilmeyen Topraklar”, sa:183)
Belek; Belemek : Kundak bezi; Bebe i kundaklamak
“ ‘Çık da su ısıt sen,’ demi ebe babasına. ‘Dı kapıyı kilitledim. Suyu koydum. Isınırken iki kere mi ne
ba ırdı. Kapı aralandı, suyu istedi ebe. “Bir o lun var,” dedi. Az sonra odaya ça ırdı. Belemi , avcuna almı , el
kadar bir ey.’ ”
(Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:13)
Bele ; Bele çi; Bele e konmak; Bele ten : Bedava, bedavadan bir eye sahip olmak
“Artık hiç sevmiyorum o güvercinleri!.. Bele çi yaratıklar, asalak, çıkarcı, dalkavuk! Bir avuç yem
serpeceksiniz, yiyecekler. Göbek i irecekler, kö e bucak aramadan öpü ecekler, yol ortasında ayıp i ler
becerecekler.”
(O. Akbal, “ stinye Suları-A ustos Pazarı”, sa:42)
“-Paydos, bir daha içki içmeyece im!.. Asla! Aklımı ba ıma toplama zamanı çoktan geldi. Çalı malı,
insanlara hizmet etmeliyim. Aylık almasını seviyorsan namusunla, bütün gücünle, vicdanının sesini duyarak
çalı ..... Bele ten aylık almaya iyice alı tın, i te tüm kötülüklerin ba ı da bu...”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:146)
“Zaten daha imdiden ikisi arasında bocalayıp duruyor. u van’ın hepinizi tapınacak derecede neyle
büyüledi ini anlamıyorum do rusu! Oysaki o, bele ziyafete konduk, sırtınızdan geçiniyoruz diye sizleri alaya
alıyor.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:120)
“Utanç <1988>
Biz ne yaralıyız, ne de ölüyüz.
Çok ükür bol bol yedik bele kazançtan
Ve tokluktan ge irdik hep gece gündüz.”
(Ahmet Eminov<d.1944>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
02.12.04)
“Koyun sürüsü gibi bir mavnaya dolduk, bir römorkör gümrük rıhtımına çekti. Sandalcıların gemiden
rıhtıma kadar üç liret’e <Eski talyan lirası> yolcu ta ıdıklarını dü ünerek, yine karlı çıktık, diyorum içimden.
Kimsenin bana aldırı etti i yok, ben de fırsatı ganimet biliyorum. Bir kere palikaraki <Yunan göçmeni>
olmu uz olmu uz, bele ten bir yemek çöplenmek, anafordan bir gece geçirmek hiç de anımsanacak eyler de il.
Kimse çakmadıkça göçmen rolü oynayalım biz de! Gel gör ki olmuyor, i ler beklenmedik bir ekilde
çatalla ıyor.”
(P. Istrati, “hayat yollarında”, sa:81)
“ ‘Ve o gün, Boa gizemli bir tavırla bana yakla tı, yıkanırken, aynı türde bir ba ka öykü yazsana bana,
satın alayım, dedi, kıyak herifsin, otuzbircilerin en iyisisin, ilk mü terimdin, seni her zaman hatırlayaca ım,
sayfa ba ına elli alırım dedi imde kar ı çıktın, ama yazgına boyun e din ve ta ındık ve böylece mahalleden ve
arkada larımdan, gerçek Milafores’ten uzakla mı ve yazarlık hayatıma ba lamı oldum, epeyce de para
kazandım, yı ınla bele çi olmasına kar ın.’ ”
(M.V. Llosa, “Kent ve Köpekler”, sa:160)
belial :
(MUS.MYTH.) : <bli’al> :
eytan, iblis
Beli bıkını kırılmak : Her yanı a rımak
“Birkaç adım sonra da durdular. Elleri daha yüreklerinin üstündeydi. Çınarların altına döndüler. Bir
süre a ızlarını açıp konu madılar. Vasili gelip de, ‘Balıkları temizledim, öyle çok balık tutmu um ki,
temizlemekten belim bıkınım kırıldı. Ne zaman ate yakayım, zeytin odunları hazır, hem de kuru odunlar,’
deyince kendilerine geldiler.”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2-Karıncanın Su çti i”, Cilt:2, sa:187)
Beli bükük olmak; Beli bükülmek; Beli bir kapıda bükülmek; Beli iki kat olmu : Elinden bir ey
gelmemek, yetersiz hissetmek, güçsüz kalmak; Yıllarca bie i te beli bükülünceye dek çalı mak
Bk.: Belini bükmek
“PALYAÇOLAR - Siz aptalsınız ve belleriniz bükük olarak dünyaya gelmi siniz. Halbuki biz, hiçbir
vakit yük ta ımamı olan akıllılarız..... kalabalı ın arasından yılan balıkları gibi süzülerek, hep birlikte hoplamak
ve gürültü etmek, bizlerin en büyük zevkimizdir. Siz ister bizi takdir, isterseniz de tenkit ediniz, bize vız gelir.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:25)
“Kı ın i olmaz. Birkaç günlük kar belimizi büktü. Hiç bir kuru bile kazanamadık karda. Karda kı ta
kimse kayı a binip de Haydarpa aya geçmez ki... Kı ın gelenler ancak bo az toklu una i görürler.”
(Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:70)
“Avukat dertli adam, a k adamı, dürüst adam. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olmaz olsun. O de il
mi belimizi büken.”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:67)
“Sarı:
‘Memet amca,’ dedi, ‘ u motorlar gelince, A a hepici imizi kovdu. Herkes çekildi gitti. Veli A a
geçti A amın kar ısına, ‘A a,’ dedi, ‘Allahtan kork, kırk be yıldan beri bu kapıdayım, A a,’ dedi. ‘Allahtan
utan, sakalı bu kapıda a arttım, belim bu kapıda büküldü.’ ”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:20)
“Sokak, döküntülerle ve içi bo konserve kutularıyla dolu. Ötede beride pis su birikintileri göze
çarpıyor. ki tane testiyi çe meden dolduran yırtık elbiseli ihtiyar bir kadın a ır adımlarla yürüyor. Testilerin
a ırlı ı altında beli iki kat olmu . Birkaç pis ve sefil kılıklı çocuk, arkın içinde oynuyor..... Nihayet pis bir bakkal
dükkanı önünde kuyruk yapan fakir kılıklı bir sıra kadının yanına yakla ınca, Pierre ev numaralarına baktı ve
durdu:
-Burası.
Bu ev bütün ötekilerden daha sefildi.”
(J.-P. Sartre, “
ten Geçti”, sa:104)
“Eyvah, fukaranın beli büküldü
Meded ticaretin gücüne kaldı
yiler alemden göçtü, çekildi
ler zemanenin piçine kaldı”
(Meded(t): Çare, ilaç; Zemane: Zamanımızın
gününü gün eden insanı)
(Seyrani-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri III”, xıx.-xx. yy., sa:479)
Belik : Saç örgüsü
“Gün ı ıyıp gavur müslüman belli olunca, varmı bir yere ki ne görsün! Bir çukurda iki yı ın ak kemik.
Bir yanda da kızın kara yılan gibi mor belikleri. Bir yanda da yırtık, parça parça giyitleri.... O lan bunu görünce
aklı zıvanadan çıkmı .”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:34)
“Kadınlar sarı saçları, mavi gözleri, çukur gamzeleri, ince çeneleri, kemerli burunları, eskimi , liyme
liyme olmu , kara çizgili Karadeniz i i önlükleri, çift örgülü, uzun, kalın belikleriyle birbirlerine benziyorlardı.
Çocuklar da sarı ındı. Gamzeleri, çenelerindeki çukurlar, uzun boyunları, güne te çok kalmı , kavlamı ince
kemerli burunlarıyla analarına benziyorlardı. Kadınlar inceydiler, uzun boyluydular, bilekleri, elleri güzeldi,
oradaki tekmil erkekler, biraz utangaç, bu iki güzelli e bakıyorlardı. Çocuklar da güzel çocuklardı. Bacaklarına
tuhaf, yırtık ama temiz alvarlar çekmi lerdi. Çizgili mintanları tertemizdi, yamalıydı.”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2-Karıncanın Su çti i”, Cilt:2, sa:502)
Belinden kılıcı sıyırmak : Belindeki kılıcı kınından çekip çıkarmak
“Gilgame bunu duyar duymaz baltayı eline aldı ve belinden kılıcını sıyırıp a a ı, ormana do ru gitti.
Be kere, on iki endaze uzunlu unda gördü ü yüz yirmi küre i kesti ve onlara meme biçiminde ayna yapıp
Ur anabi’ye getitirdi.”
(Dr. A. Schott, “Gilgame Destanı”, sa:75)
Belinde ta ıdı ı silahın adamı olmamak : Dı ardan göründü ü kadar erkek, mert, cesur olmamak
“-... Bize zmir suikastı sırası, kimi arkada lar ne dedilerdi? ‘Yıldı bu dümbük’ demediler miydi?
Tamam! Yıldık yahu, var mıdır bunun ötesi? ‘Belinde ta ıdı ı silahın adamı de ilmi ’ demediler miydi?
Tamam! Üstüne vurdurdulardı kodo lar...”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:41)
Belini bükmek : Yenmek, altetmek
“Benden yana iyi eyler söyleyerek onu hazırlıyordu bir bakıma. Anne, bir deri bir kemik görünüyordu
ancak bu aldatıcıydı, güçlü kuvvetli bir kadındı kimse onun belini bükemezdi. Size bir darbe indirdi mi,
unutamazdınız.”
(E. Canetti, “Gözlerin Oyunu”, sa:103)
“Fabrika sahibi eski bir ahbabı oldu undan dinamoyu ucuz bir fiyatla onlara satmak konusunda fazla
nazlanmamı tı. Türbini üç bin, da ıtım tablosunu sekiz yüz liraya alacaklardı. Tesisatı kurmak için su
mühendisinin önerdi i bir usta ile dört yüz liraya pazarlık edilmi ti. Asıl bellerini bükecek olan tel masrafı idi.”
(O. Hançerlio lu, “Karanlık Dünya”, sa:39)
“ÇOK ENDER
Yılların, azgınlıkların yıprattı ı,
belini büktü ü, ya lı bir adam, bitkin
a ır a ır yürüyor dar sokakta.
ama evine girer girmez, gizlemek için
ya ının o acıklı halini, dü ünüyor
içinde hala sönmeyen gençlik ate ini.”
(Konstantinos Kavafis<1863-1933>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
17.07.03)
“Sedat,..... ülkesinin kar ılı ını almadan yeterince sıkıntı çekti ini dü ündü ünden, onun belini büken
ve Batı’yla olan ili kilerini berbat eden u srail-Arap çatı masına artık bir son vermek istiyordu. Araplardan söz
ederken, ‘biz’ de il, ‘onlar’ diye dü ünüyordu; bunu açıkça dile getirmiyordu belki, ama konuyla ilgili herkes ne
demek istedi ini anlıyordu. Araplar bunu sahiplenmiyordu..... Hatta ya amının sonunda, birçok arap onu apaçık
biçimde dü manlardan ve hainlerden biri olarak saymaya ba lamı tı. Yahudi devletiyle uzla masına öfkelenen
ulusalcı ve slamcı kamuoyunun yanı sıra ılımlı ve Batı yanlısı liderlerin birço u da, onu, srail’in en önemli
Arap kom usunu çatı madan çekerek bölgedeki barı olasılı ını hepten ortadan kaldırmakla suçluyordu.”
(A. Maalouf, “Çivisi Çıkmı Dünya”, sa:121)
“Kendini be enmi adam, mutlulu unu kendi rahatlı ı üstüne de il, ba kalarının acıları üsütüne kurara;
ezece i, köle gibi kullanaca ı insanlar olmazsa, mutlulu unu ba kalarının yoksullu u üzerine kuramazsa, malını
mülkünü ortaya serip yoksulların bellerini bükmeyece ini, umutlarını kırmayaca ını bilmezse, Tanrı olmayı bile
istemez.”
(Th. More, “Utopia”, sa:156)
“MANGAN - Nereden anlayacaksınız? nasıl çevrilir, aklınız erer mi?..... Ba arı kazanaca ız diye
canlarını di lerine takıp didinirler..... Ama ilk adımda kar ıla tıkları güçlükler bellerini büker. Mali i lerde
deneyimleri kıttır. Bir yılın sonunda ya iflas bayra ını çekerler ya da i i ba kalarına devrederler..”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:61)
“A ıklar cefayı çeker
Güzeller belini büker
Dili tatlı, sözü eker
O yanakları bal gibi”
(A ık Talibi-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri III”, xıx.-xx. yy., sa:734)
Belini do rultmak : Sıkıntılı durumun üstesinden gelmek, maddi bakımdan yoluna girmek
“‘Bu cömertli inden dolayı sana minnettarım delikanlı,’ derdi, ‘gerçekten ükran borçluyum. Pek tabii
ki, bu ödünç verilmi bir borç oldu u için, iade edece imden zerrece ku kun olmasın...... son zamanlarda
birtakım ufak tefek aksilikler oldu, senin bu alicenaplı ın yeniden belimi do rultmama yardım edecek.’ ”
(P. Auster, “Cebi Delik”, sa:68)
“Bir süre için herkesin kaprislerine katlanabilece ini anlatmaya çalı ıyor annem. Drohamasını
dü ünmek zorunda oldu u bir kızı ve hepimizin gelece i varmı . Ve biz belimizi ancak böyle
do rultabilirmi iz.”
(M. Levi, “Bir ehre Gidememek”, sa:58)
“FALSTAFF - Hepsi yerin dibine batsın. Ben battım ya. Sopa da yedim..... nce nüktelerle beni
tartaklayıp armut kurusu gibi pestilimi çıkarırlar. skambilde hile yapalı beri belimi do rultamadım. Ah, dua
etmeye yetecek kadar solu um olsa tövbe ederdim.”
(W. Shakespeare, “Windsor’un en Kadınları”, sa:122)
“Yirmi yıl sonra ba ını çevirip o günlere bakan Hesse öyle yazar: ‘Ya amımı hemen tümüyle bir enkaz
yı ınına çeviren sava yıllarının sarsıntı ve kayıplarından bir kez daha belimi do rultup ya amımı bir anlamla
donatabildimse, sadece temelden bir de i im geçirip tümüyle iç dünyama yönelerek ba ardım bunu; o zamana
kadar izledi im yola veda ederek o mele in kar ısına çıkmayı göze alarak ba ardım.’ ”
(B. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:108)
BEL RLEN MC L K : (FEL.) Bk.: Determinizm ; B e l i r l e n i m c i l i k = G e r e k i r c i l i k ; Her
olayın, ba ka olayların gerekli ve kaçınılmaz bir sonucu oldu unu ileri süren ö reti.
Belirli : Sonu, sınırı, kuralları önceden belli; A ikar; Göze çarpıcı
“Mevsime güzellikler getiren yaz çiçe i
Ya ar kendi belirli ömrünü, ölür sonra;
Ama kötü bir illet bozar bozmaz çiçe i
anı maskara olur en de ersiz otlara.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:94, sa:229)
belittle : (DAVR., NG.) <bi-litl> :
küçük dü ürmek, küçümsemek
Belkemi i olmamak, belkemiksiz : Sa lam ki ili i olmayan, her an ihanete hazır, hiç risk alamayan kimse
“Eski kayınperderim ülkede az çok tanınmı bir politikacı ve bir ırkçıydı. Hayatını Orta Asya’dan
Anadoluya gelen Türk atalarımızın dünyanın en üstün ve kahraman ırkı oldu unu ispat etmeye adamı tı.
Zamanında Alman Nazizmini desteklemi olan Türkçü gelene e mensuptu. Belki de güçlü ki ili i ile o lunun
ruhunu parçalamı tı. Çünkü Ahmet, hiçbir risk alamayan, her olaydan paçasını en kısa zamanda kurtarmaya
çabalayan, bir kadına, bir çocu a, bir dosta, kısacası hiçbir eye sahip çıkmayı beceremeyen, her an ihanet
etmeye hazır, belkemiksiz biriydi.”
(Ö. Zülfü Livaneli, “Serenad”, sa:127)
Belki; Belki de : Olası
“Ne mi dü ünürsünüz? Bir pencerede pırıl pırıl bir camı, camda bir gün ı ı ını, bir küçük dere
peyzajını, yahut belki de gökte mavi bir yarık vardır, onu! Fazlasına ne hacet!”
(K. Hamsun, “Pan”, sa:14)
belladonna : (TIP, BOT.) <bela’donna> : Atropin: <atropa belladonna> : gözdibi muayenelerinde
gözbebe ini geni letmek için kullanılan madde; mide a rısı ilacı olarak da kullanılır; Güzel avrat otu; b. lily :
<b. lili> nergis zamba ı
La belle dame sans merci : (FR.,KOLL.) : <La bel dam, san mersi> : Acımasız güzel leydi = The beautiful
Lady without pity (Title of a poem by KEATS):
La Belle indifférence : (FR.,PSYCH.,DAVR.) <La bel en’diferans> : Nörotik hanımlarda (özellikle
Histeria’da), etraflarına kar ı gösterdikleri kayıtsızlık -sanki oarda yoklarmı gibi- <Bireysel farklılık ki çevreye
sunulan ’farkındasızlık’ olarak klinik gösterir ( .E.) = An attitude on the part of of neurotic persons in which
they show indifference to their condition’”
belles-lettres : (FR.-EDE.) <bel-letr> : Güzel yazılar, edebiyat
Bellemek : Bilmek, tanımak, sanmak, zannetmek; Ezberlemek; Üstesinden gelmek, dövmek (Argo)
“Sürekli yere bakıyorlar, özür diliyorlar, bıraksam ellerime sarılacaklar: ‘Bizi yanlı bellemeyin, ne
olur, siz bizi yanlı bellemeyin, bakın sayın, paranız oldu u gibi duruyor. Hiçbir eyinize dokunmadık. Nüfus
ka ıdınızı, i kartınızı görünce çok utandık zaten. Biz sizi Ayten’le karı tırdık...’ ”
(A. A ao lu, “Toplu Öyküler - II” ‘Dar Odanın Karanlı ı’, sa:22)
“-Tabii, diye kar ılık verdi. Görevimiz. Aynı hamurdan yapılmı insanlar birbirimize yardım etmelidir.
Burasını evin belle. Ya a, ye, iç, dünyada olup bitenleri gözetle!”
(M. Gorki, “Yol Arkada ım”, sa:51)
“Bende be altı elifbe kitabı vardı. Bir tanesini Ay e kıza verdim:
‘Su gibi okuyamazsan, semere konamazsın,’ dedim. Ay e kız:
‘Hele bir belleyim de sen görürsün hoca emmi’ dedi.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:199)
“On be gün içinde, kerpiç duvarın bütün mimarisini ezberden ö rendi. Ne kadar girintisi, çıkıntısı, ne
kadar deli i de i i varsa hepsini gördü, saydı, belledi. Ah, bu yamru yumru boz duvar!..”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:31)
“ANNE - Yirmi yıl var ki soka ın sonuna dek öyle bir çıktı ım yok.
KOM U KADIN - Sen haline ükret.
ANNE - Öyle belle sen.”
(F. Garcia Lorca, “Kanlı Dü ün”, sa:8)
“Sevgilim, ‘özüm sözüm bir’ diye and içince
Ben inanırım, oysa söyledi in hep yalan;
Varsın bellesin beni dünyada hiçbir ince
Hile ö renmemi olan acemi o lan.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:138, sa:317)
Bellerphone, Bellerphontes mektubu : (MYTH.) : Tirnys kralı Proitos’un karısı tarafından, kendisini
ba tan çıkarmaya yeltenmekle suçlanır. Kral, kahramanın eline bir mektup vererek kayınbiraderi Lykia kralı
Iobates’e gönderir. Mektupta, Bellerophontes’in öldürülmesi istemnektedir. Bu söylenceden çıkan
‘Bellerphontes mektubu’ deyimi, ta ıyana kar ı yazılmı mektup anlamına gelmektedir. -Benzer olay, yüzyıllar
sonra, XVI. y.y.’da, Shakespeare tarafından Hamlet için yazılacaktır“Talihim, yerime bir subay geçinceye kadar yaver gitti. Buna müthi içerledim ve öç alma tutkusuyla
yanarak, kolejdeki amirlerime, genç bir kilise adamının alçakgönüllülü ünü incitecek nitelikte manzaralar
görmekten korktu um için artık Altın ncil’e hiç gitmeyece imi anlattım. Do rusunu söylemek gerekirse, bu
sahtecili imden dolayı kendimden pek de memnun kalmadım. Çünkü Bayan Pigoreau <üvey anne>, hakkındaki
davranı ımı ö renince, kendisinden kolluklarla dantel bir yakalık çaldı ımı dünya aleme ilan etti. Uydurarak
sızlamaları amirlerimin kula ına kadar gitti. Sandı ımı arayarak, içinde oldukça de erli ziynet e yası buldular.
Bunun üzerine beni kovdular. te böylece ben de Hippolytos ve Bellerphon örne i, kadının hilesini ve
kötülü ünü sınamı oldum.”
(A. France, “Kraliçe Pédaque Kebapçısı”, sa:21)
Belli ba lı : Ba lıca, esas, ana, temel
“Yorgun oldukları, susamı oldukları halde gözlerinde okumu lardı bunu: ‘Bombok... bir ey bu,’
diyordu üste menin bakı ları, ‘Bombok... ama, ne gelir elimizden?’ Sonra, a ırı bir umursamazlık içinde, tüm
belli ba lı komutları a a ılayarak: ‘Haydi...’ diye seslenmi ti.”
(H. Böll, “Ademo lu Nerdeydin”, sa:9)
“Devlet dairelerinin bulundu u gürültülü caddeye bakan izbe bürodaki memur da onu iyi a ırlamı tı
do rusu. Dı i leri Bakanlı ı’nın Girit’te yürütülmesini istedi i belli ba lı birkaç kovu turma vardı.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:95)
“Dı arı çıkar çıkmaz, manastırı daha önce hiç görmedi im gibi gördüm; yalnızca belliba lı birkaç yapı,
kilise, Aedificium, toplantı salonu uzxaktan seçilebiliyordu, belli belirsiz, gölgeler gibi de olsa; geri kalan
yapılarsa ancak birkaç adım yakından görülebiliyordu.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:471)
“Alpar’ın küçü ü olan Örkönd pagan ayaklanı ı ça ında bir rol oynayamayacak kadar küçüktü. Fakat
sonraları sivrilerek belli ba lı bir adam ve gayretli bir hıristiyan olmu tur. Tomaj soyunun dalları Macaristan’da
bugün bile vardır.”
(F. Herczeg, “Paganlar”, sa:305)
“ nsanın belli ba lı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: Sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız
oldukları için Cennet’ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar. Ama belki de belli ba lı sadece bir
günahları var: Sabırsızlık. Sabırsızlıklarından ötürü kovulmu lardı, sabırsızlıklarından ötürü geri dönemiyorlar.”
(F. Kafka, “Aforizmalar, No.3, sa:12)
“Bir sabah Chatou yakınlarında kamı lar arasında sarma dola iki ceset bulunmu tu. Kadın da, erkek
de zengin, hemen hemen genç ve yörenin belli ba lı kibarlarındandı. Daha geçen yıl evlenmi lerdi.”
(G. de Maupassant, “Jules Amcam”, sa:123)
Belli belirsiz : Sınırları pek belli de il, zar zor sezilebilen
“GARSON : Üzülmeyin bayım, üzülmeyin.
ERKEK : Üzülmekten çok korkuyorum, Bay Garson.
GARSON : Korkmayın, yürekli ba ladınız bu i e, yürekli gidin.
ERKEK : (Belli belirsiz titremektedir.) Elimi aya ımı bir titremedir aldı. Önleyemiyorum, çok fena,
önleyemiyorum.
GARSON : Evet, yüzünüz safran sarısı. Ayna ister misiniz?
(S.K. Aksal, “Oyunlar-Kahvede enlik Var”, sa:414)
“Meksika’dan Mektup <1975>
---------------------------A ırlıksız belli belirsiz
geçeriz içlerinden
artık var olmayan e iklerden
bo köprülerden
yüzümüze vuran güne le
biz de yöneliriz saydamlı a”
(Homero Aridjis<d.1940>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 19.08.04)
“Zaten ölümünden önce de yoktu, ona en yakın olan ki iler, çok önceden bu yoklu u kabul etmeyi
ö renmi lerdi, bu yoklu un onun varlı ının temel niteli i oldu unu. imdi ölmü oldu una göre de, onun
sonsuza dek yok oldu u gerçe ini insanların sindirmesi güç olmayacaktı. Ya ama biçimi, insanları ölüme
hazırlamı tı -bir çe it önceden sezinlenen ölüm olmu tu onunkisi- onu anımsayanlar olacaksa bile, belli belirsiz
bir anımsama olcaktı bu.”
(P. Auster, “Yalnızlı ın Ke fi”, sa:12-3)
“Porbus, ya lı ressamın yapıtını olgunla tırıyor sanarak, üst üste yı dı ı boya tabakalarını Poussin’e
göstererek:
-Bunların altında bir kadın var, dedi.
kisi de birdenbire Frenhofer’e döndüler; onun içinde ya amakta oldu u co kunluk durumunu, belli
belirsiz de olsa, artık sezmeye ba lamı lardı. Porbus:
-Gerçekten inanıyor, dedi.”
(H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt”, sa:47)
“Yalnızca, insano ullarının hepsinde görülen o do a vergisi bencillik, papaz takımına özgü ve ta ra
kentlerinde sürülen ya amın yarattı ı bencillikle de güç bulup artan ‘bu can benim canımdır,’ duygusu, onun
benli inde kendisi farkına varmadan belli belirsiz geli ip büyümü tü.”
(H. de Balzac, “Tours Papazı”, sa:48)
“O zaman bir an için dalar, gözlerinden belli belirsiz bir bulut geçer, söylenmesi gerekenleri ertelemek
ister gibi sözü de i tirirdi.
‘Hadi imdi giyin,’ dedi, ‘seni götürmek istedi im yerler var, yarında buradan gidiyoruz, birkaç gün
kayboluyorum, kimse nerde oldu umu bilmiyor, kimseye telefon bile etmem gerekmiyor...’ ”
(K. Ba ar, “Ba ucumda Müzik”, sa:317)
“Yataklar dı arıya, hayata yapılmı tı. Haçça’nın ince yüzü, geçtem geç do an ayda açık açık
seçiliyordu. Ellerini gö süne koymu tu. Kurumu elleri... Saçlarından birkaç örgü boynuna dü mü tü. A zı hafif
açık, belli belirsiz bir soluk alıp vermesiyle, dalgın dalgın uyuyordu.”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:47)
“YOL
-----Git, git, bu yol kimsesiz,
Ne yapmam gerekiyor?
Epey yürüdüm, derken
Taa uzaklarda bir köy,
Belli belirsiz görünüyor.
E siz bir sevinç içimde”
(C.S. Beong-Nana Lee/Fahreddin Arslan; “gö e dönü ”, sa:70)
“Saklambaç Oyunu <sözsüz piyes>
---------------------N-mekanda
(yedi bölümlük dinamik bir süreç)
7.
---------------------belli belirsiz devinime
hafifçe de iyorsun
yüzgecinle
makam de i ikli inin
geçi inde”
(Sergey Biryukov<d.1950>-Kadriye Cesur; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.07.07)
“Büyük karanlık gözleri sert bakıyordu, kalın çenesi bir heykelin çenesi gibiydi ve konu urken
dudaklarını belli belirsiz kıpırdatıyordu: ‘Yalnız karne kar ılı ında ekmek verebilirim, pazar ak amları karne de
geçmez.’ Kapıyı çarparak yüzümüze kapattı.”
(H. Böll, “ lk Yılların Ekme i”, sa:13)
“Bugün pazar, diye dü ünüyor, saat bir, üç saat daha var, uyumamalıyım, uyumak istemiyorum,
uyumam do ru olmaz; kızı candan, sevgi dolu bakı larla seyrediyor. Uykunun mutlulu u içinde belli belirsiz
gülümseyen bu temiz, tatlı, yorgun, küçük soluk kız yüzü.”
(H. Böll, “Trenin Tam Saatiydi”, sa:111)
“ADADA
3
Kıskançlık de ildi tam
ne de sabırsızlık
kızgınlık ne de
duyguların bir karı ımı
herhangi birinin duyumsadı ı;
uzak koyu-ye il belli belirsiz köknarlar
dikilirdi ada havasında
kapalı, yo un, sakin.”
(Denis Brutus<d.1924>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.08.06)
“A zından kelimeler teker teker çıktı. Tenar büyücünün yaptı ını onlara anlatmak istemiyor gibiydi; bir
tılsım, dedi belli belirsiz; ya da Mahir’i onun arkasından yollamasıydı belki de. Fakat sıra kral hakkında
konu maya gelince, sözcükler a zından dökülüverdi.”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:145)
“... saçlarınız diken diken, seyrelmeye, kırla maya yüz tutmu , bir yabancı gözüyle belli belirsiz ama
sizce öyle de il, Henriette ve Cécile için de de il, artık çocukların gözünden bile kaçmıyor, üstünüzde a ırla an,
sıkan, bunaltan giysilerin içinde, henüz yarı uykulu bedeninizde binlerce hayvancı ın kapladı ı çalkantılı,
gazımsı bir suda yüzer gibi.”
(M. Butor, “De i me”, sa:13)
“Belli belirsiz, kızılımtırak ı ıkta yeniden bo ucu bir toz bulutu yükseliyor, insanın derisine yapı an
havayı daha bir a ırla tırıyordu. D’Arrast, yava yava yoruldu unu duyumsadı, gittikçe zor soluk alıyordu.”
(A. Camus, “Büyüyen Ta ”, sa:63)
“Hal böyle olunca, Londra’ya ula mak için belli belirsiz bir niyetle Kuzey Afrika’ya geçtim. Ama
Afrika’da durum aydınlık de ildi, birbirine zıt partiler bana aynı ölçüde haklı görünüyorlardı, bu yüzden
vezgeçtim.”
(A. Camus, “Dü ü ”, sa:83)
“BA IM DÖNÜYOR K M ZDEN
Çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
Öndi leriyle belli belirsiz
Bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
Çünkü biz ikimiz de çirkin de iliz
Evet mi hayır mı pek anlamadan.”
(Edip Cansever<1928-1986>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:2,
sa:162)
“ ‘Petrus bir eyler daha ima etti mi?’
‘ ma mı?’
‘Senin hakkında. Senin bu plandaki konumun hakkında?’
‘Hayır.’
‘Belki de çocuk...’ Kızını, kızının karnını belli belirsiz gösteriyor eliyle, ‘do du unda her ey farklı
olacak. Ne de olsa bu toprakların çocu u olacak o. Bunu yadsıyamazlar ya.’ ”
(J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:248)
“B R KADEH ARAP
<Musica para sordos-Sa ırlara Müzik’den>
--------------------------Sıvıların açıklı koyulu ülkesinde, hükmü erbetlerden
a ulara uzanan arap, gizem dolu bir yer tutar. arabı
tanımlayan özeliklerin gücü ve uyku yükü onu insan
kanına benzetir.
Canlıdır, evet ama, a ır aksak.
Alı kanlık pek zoruna gider. Yo undur, ye indir belli
belirsiz ve karamsar. Adım adım ilerler ta tan bulutlar
arasından, dudaklardan kadehin kıyısına, kadehten
sıra sıra yıldızlara.”
(Rafael Courtoisie<d.1958>-Ay e Nihal Akbulut; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap”,
14.08.08)
“ROLAND BATHES
Karı tırdı ın kitapta bir soru:
‘Yazı nerede ba lar?’
Uzayıp giden bir bo luk beliriyor
gözlerinin önünde
renksiz sayfada soluk renkleri
bir Japon estampının Durgun bir gölde a ır a ır ilerleyen
bir sal
Ve belli belirsiz sallanan bir dal
göl kıyısında.
Resmin bitti i yer.
Belki de yaz orada biter, yazı ba lar.”
(Cevat Çapan<d.1933>, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.11.04)
“ODA <1925>
-----Yayılıyor her kö ede belli belirsiz
yarı karanlı ı ak amın
ve yerdeki kilimin üstünde
güz güne i giderek soluyor,
parıldayıp duruyor buna kar ın
komodine sıralanan kı ayvaları,
kehribar boncuklardan olu an
bir büyük tesbih gibi.”
(Atanas Dalçev<1904-1968>-Kemal Özer/Gül ah Özer; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
24.04.03)
“Artık benim için yapılacak bir tek ey vardı: o da, Joe’nun pe inden köye gitmek. Ona eski oca ımızın
ba ında açılacak, itiraflarımı orada yapacak, hayallerimi orada söyleyecektim. Bu hayaller ki belli belirsiz bir
ekilde ba lamı , imdi kesinle mi ti.”
(Ch. Dickens, “Büyük Umutlar”, sa:322)
“Bayan Truman adamın yanına oturdu, en ciddi halini takınarak sırdu: ‘Sence güzel miyim? Güzel
miyim diyorum?’ Kocası karısının omzunu kayıtsızca sıvazlayarak dönüp gazetesini okumaya devam etti.
‘Evet,’ dedi belli belirsiz. ‘Elbette.’ Bayan Truman çalımla aya a kalktı. ‘Bana yalan söylemek zorunda de ilsin,
de ilsin,’ diyerek güvertenin yolunu tuttu. Campion ile Graecen tuvalin ba ında sigaralarını tüttürüyorlardı.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:149)
“Athenaios iki yıl önce küçük bir felç geçirmi , bir omzu yarı felçli kalmı tı; ama Niko’nun beyaz
saçları altmı ını geçmi ya ını ele verse de, o hala eskisi gibi esmer tenli, sa lam yapılı, hala kemikleri çıkmı bir
Herkül’dü, a zında tek beyaz di i bile eksik de iildi. Kadınlar bizim konu up gülü melerimizi seyrediyor,
zamana meydan okuyu umuzdan belli belirsiz bir haz alıyorlardı.”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:369)
“Bakır küre üstüne vitraylı pencerelerden giren son güne ı ınları dü tü ünden, çevreye yanar döner
soluk yansımalar yayıyordu. Kürenin (sarkaç) ucu, eskiden oldu u gibi, koro yerinin dö emesi üstüne yayılmı
nemli bir kum tabakasına te et geçseydi, her salınımda yerde hafif bir iz bırakacak, bu iz de her an belli belirsiz
yön de i tirece inden, bir yarık, bir oluk eklinde geni leyecek, bir yıldız bakı ım tasarlamamız olanak verecekti
– tıpkı bir mandala tasla ı, bir be kö eli yıldızın görünmez yapısı, bir yıldız, bir gizemli gül gibi.”
(U. Eco, “Foucault Sarkacı”, sa:15)
“Dı arı çıkar çıkmaz, manastırı daha önce hiç görmedi im gibi gördüm; yalnızca belliba lı birkaç yapı,
kilise, Aedificium, toplantı salonu uzaktan seçilebiliyordu, belli belirsiz, gölgeler gibi de olsa; geri kalan
yapılarsa ancak birkaç adım yakından görülebiliyordu.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:471)
“Ba ka sesler de var, ama bunlar içimden geliyor: buharlı bir lokomotifin uzun iniltileri, sisin içinde tek
sıra halinde San Michele ile Bosoco’ya giden belli belirsiz papazlar.”
(U. Eco, “Kraliçe Leona’nın Gizemli Alevi”, sa:11)
“... Akdeniz kromozomlarından gelen bir melankoli ta ıyan, yetenekli bir delikanlıydım. Kar ıla tı ım
genç kızlar beni yapayalnız gecelerinin dünyevi acılarına götürerek, yeni tomurcuklanan döl yataklarının bütün
iddetiyle arzu ederlerdi. Kendim de bamba ka bir tutkunun korkunç pençesinde oldu um için, pek anımsama o
kızları; gözlerim, batan günün e ik ı ı ında, ipek gibi, belli belirsiz ayva tüyleriyle pırıl pırıl yanaklarını ok ayıp
geçerdi yalnızca.”
(U. Eco, “Yanlı Okumalar”, sa:17)
“Bu arada, kızına öylesine büyük bir dikkatle bakıyordu ki, Salambo heyecanlanarak kekeledi:
‘Sana söylediler demek, efendimiz...’
Babası alçak sesle, ‘Evet! Biliyorum!’ dedi.
Bu itiraf mıydı, yoksa kızı Barbarlardan mı söz ediyordu? Sonra, Hamilkar, tek ba ına çözmeyi
umdu u kimi siyasi güçlükler hakkında belli belirsiz birkaç söz söyledi. Salambo,
‘Ah babacı ım, tamiri imkansız olanı yok edemezsin!’ dedi.”
(G. Flaubert, “Salambo”, sa:162)
“Buhurdanlar, havada, zincirleri üzerinde kayıyorlardı. Gök rengi bir buhur Félicité’nin odasına kadar
gelmi ti. Félicité, burun deliklerini açarak, bu kokuyu misitik bir duyarlıkla içine çekmi ve sonra gözlerini
kapamı tı. Dudakları gülümsüyordu. Yüre inin atı ları gitgide yava lamı , belli belirsiz bir durum almı ; bir
pınar gibi kurumu , bir sesin yankısı gibi uçup gitmi ti. Son nefesini verirken, yarı aralık gökyüzünde, ba ının
üzerinde uçan koskoca bir papa anı görür gibi olmu tu.”
(G. Flaubert, “Üç Hikaye-Saf Bir Kalp”, sa:48)
“El Cem’e vardık, yatacak bir han yok; berbat bir yapı han i levi görüyordu. Ne yapmalı? Posta arabası
hareket etmek üzereydi. Köy uykuya dalmı tı; insana sonsuz gibi gelen gecenin içinde harabelerin korkunç
yı ını belli belirsiz seçiliyordu.”
(A. Gide, “Ahlaksız”, sa:21-2)
“Hatta ‘Sol Major Prelüd’de bu notalar, o uçucu e lik partisinde incelikli ve üstü örtük bir ça rıyla
verilenlerin, biraz daha aralıklı yazılmı aynılarıdır. Bunun farkına varmak ve neredeyse belli belirsiz biçimde
duyurmak iyi olur; buysa, virtüözlerin yaptı ı gibi, bu prelüd katlanılmaz bir hızla çalındı ında mümkün olmaz.
Ne kolaylık! Ne dinginlik!”
(A. Gide, “Chopin Üzerine Notlar”, sa:41)
“Yine keman sesi duyuluyordu, ama pencere kapalı oldu undan belli belirsiz bir sesti bu. Eve girdim.
Beni görünce hayretinden neredeyse nutku tutulan bir bahçıvan kadın, çatıya çıkan merdiveni gösterdi. Kapıya
vurdum, cevap veren olmadı.”
(F. Grillparzer, “Fakir Çalgıcı”, sa:30)
“Pazar ak amı
---------------Benden kalan zarar ziyan
Neyse onu konu uyorum seninle,
Veresiye, babadan kalmı , belli belirsiz
Köy derin bir uykuya dalmı ken, bir ormanın
Nice yangınları içinden geçen bir maymun gibi.”
(Barbara Guest-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 10.04.03)
“Gece vakti açık havada yollarda..... hayatın ba langıçlarına yakla mı ızdır, kendimizi bitkilerle
hayvanlarla hısım akraba hissederiz. Evlerin de, ehirlerin de henüz kurulmadı ı, yersiz yurtsuz insanın ormanı,
akarsuları, da ları, kurtları, atmacaları, kendi benzerleri, e it haklara sahip dostları ya da can dü manları gibi
sevdi i, nefret etti i, zamanlar öncesi bir hayata ili ik belli belirsiz anılar sezinleriz.”
(H. Hesse, “Gençlik Güzel ey”, sa:56)
“Bükre -Tuna Ekspresi, bu iki yaylayı birle tiren ve Irmaka zı’nı ku bakı ı gören o kocaman bende
girince, gö sümüzü, de erini bilmedi imiz, belli belirsiz bir ölümsüzlük duygusu doldurur. Bu, uzun zamandır
gözden dü mü bir sevginin anımsanması gibidir.”
(P. Istrati, “Minka Abla”, sa:7)
“Hınzır çingene, beni öyle ormanların içine daldırıyor, öyle incecik, belli belirsiz ve kapkaranlık keçi
yollarından geçiriyordu ki, adeta kendimi bir rüya görüyor sanıyordum.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:105)
“Ses çıkarmadan onun arkasına dü tüler. Yürüdükçe efil efil esen serin bahar yeli onları bir ho ediyor,
içlerinde belli belirsiz bir sevinç, bir umut inceden ye eriyordu”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:67)
“Alacakaranlıkta bir kayık gördüm belli belirsiz. Bu yana geliyordu. Sonra da gözden yitti, gitti. Belki
de sisin içinde kaldı.
‘Eeee, ne olmu yani?’
‘Senin geli ine benziyordu.’
Kürekler bir iniyor, neden sonra bir kalkıyor muydu? Kürekleri çeken adam çok mu yorgundu,
yorgunluktan ölüyor muydu, kolları kopuyor muydu, gözlerinden uyku akıyor muydu, gözleri mavi, saçları sarı,
omuzları geni , yüzü gamzeli, burnu kartal gaga mıydı? Bu adam adaya çıkmasaydı nereye gitmi olabilirdi?”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2-Karıncanın Su çti i”, Cilt:2, sa:13)
“Kız belli ki çok acı çekiyordu ama biraz sonra arkasını yoklamasından ve fanilayı yırtmaya
çalı masından da neler olup bitti ini anlamı tı.
‘Senin adın ne?’ diye sordu.
Meryem belli belirsiz bir sesle adını söyledi.”
(Ö.Z. Livaneli, “mutluluk”, sa:158)
“Sesi yeniden duydu, daha yüksek çıkıyordu imdi, ‘Nöbetçi nerede?’ Bu kez bedeni ve beyni harekete
geçti. Ba ını kaldırdı, çevresinde dönen bir hortum gibi, nöbetçi kulübesinin duvarlarını, bir sırada oturan
askerleri, kılıcını çekmi , sise ve gölgelere meydan okuyan kahramanın heykelini gördü; adını cezalılar listesinde
görür gibi oldu, yüre i deli gibi çarpıyordu, korku içini sarmı tı, dili ve dudakları belli belirsiz kımıldıyordu…”
(M.V. Llosa, “Kent ve Köpekler”, sa:18)
“ ster istemez girdim içeri. Gerçi enayilik etti imi belli belirsiz seziyordum; birkaç ay bir yalnızlık
içinde Dante ve Machiavelli okumayı, Rönesans resimlerini incelemeyi tasarlamı tım; oysa kılı kırk yararcasına
düzenledi im ve o ana kadar büyük bir ba arıyla sürdürdü üm tatilimi tehlikeye dü ürece imi sezinliyordum.”
(M.V. Llosa, “Masalcı”, sa:7)
“Çevresindekilere Marslılarmı gibi bakan Piskopos Reilly ba ıyla belli belirsiz bir hareket yaparak
veda etti. Roman makinalı tüfe ine dokunarak çirkin bir ekilde Doktor Balaguer’in kar ısına dikildi.
‘Bana bir açıklama borçlusunuz, Senoe Balaguer. Siz kim oluyorsunuz da benim adamlarıma emir
veriyorsunuz? Bana sormadan nasıl bir subayıma emir verirsiniz? Siz kendinizi ne saunıyorsunuz?’ ”
(M.V. Llosa, “Teke enli i”, sa:394-5)
“MÜZ K
Sen duyuyor muydun? Yel nefes kesti.
Hüzünlüydü terk edilmi kadınlar.
Ölmezlik dü leyen airler hepsi
uyduruk suçları ballandırdılar.
Hastalıklı seyrek otlar üstünde
saçaklar uykunun esirleriydi.
Tunç çanlar inledi gö ün gö sünde.
Belli belirsiz bir bulut belirdi.”
(Pavel Matev <1924-2006>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
27.04.06)
“Güne in ilk ı ı ı, dallar arasından süzülerek, bu sabah sisinin içinden geeçiyor; a ıkların arka tarafını
pembe bir yansımayla aydınlatıyor; onların belli belirsiz gölgelerini gümü i bir aydınlık içine geçiriyordu. Ne
yalan söyleyeyim, tablo güzel, çok güzeldi.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:204)
“Bir kö edeki kırık dökük minderli kanepe, boylu boyunca uzanmı cılız bir bedenin belli belirsiz izini
gözler önüne seriyordu.
(H. Melville, “Bartleby”, sa:40)
“Gelelim delikanlılara... Burada kural tamamen de i iktir. Onlara bakarak belli belirsiz gülebilirsiniz.
Delikanlılar neden güldü ünüzü anlamak için yanınıza sokulurlar. Siz bir açıklama yapmak zorunda olmadı ınız
gibi, bu sefer kahkaha atarak gülmekte de serbestsiniz.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, sa:234)
“Geçerli i defalarca denetlenmi belgelerinin, yenilenmi pasaportunun sınır karakolunda sorun
çıkarmayaca ını umuyorsa da, belli belirsiz bir korku nöbet tutuyor içinde.”
(M. Mungan, “Çador”, sa:7)
“Daha önce ancak bazı vitrinlerde görmü tü bu kadar büyük ekran televizyonu. ‘Annen, sana benim
televizyonumdan mı söz etti Tu de?’ dedim. Anladı ım kadarıyla annesi, o kadar masum de ildi bu çocu u
ba ıma sararken. Sorumdan, ya da soru soru tarzımdan, ho olmayan bir açık verdi ini belli belirsiz sezen
Tu de, ‘Ben sormu tum da,’ dedi.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:73)
“Böylece bombo evde yalnız kaldı ım katile kar ı belli belirsiz bir ükran do du içimde.
‘Onu öldürmeme a mıyorum,’ dedim. ‘Kitaplarda ya ayan, sayfaları rüyasında gören bizim gibileri
bu alemde hep bir eyden korkar. Biz üstelik, daha da yasak, daha daha tehlikeli bir eyle, Müslüman ehrinde
resimle u ra ıyoruz.’ ”
(O. Pamuk, “Benim Adım Kırmızı”, sa:192)
“Karpals Oteli Baltık mimarisiyle yapılmı zarif Rus yapılarından biriydi. ki katlı, ince, uzun yüksek
pencereli binaya bir avluya açılan kemerin altından geçilerek giriliyordu. Yüz on yık önce at arabaları geçsin
diye yüksek yapılan bu kemerin altından geçerken Ka belli belirsiz bir heyecan duydu.”
(O. Pamuk, “Kar”, sa:13)
“Daha sonra, Galip’in aynaya bakmadı ı bir an, ‘ kimiz bir ba ka biri olduk,’ dedi kadın, yata ın sessiz
yaylarıyla yaylanırken. ‘Kimim ben, kimim ben, kimim ben?’ diye sordu, ama Galip i itmek isteyece i cevabı
vermedi ona: Kendini koyuvermi ti. Kadının, ‘ ki kere iki dört,’ dedi ini, ‘Dinle, dinle, dinle!’ diye
mırıldandı ını, ve belli belirsiz bir padi ahın zavallı ehzedesinden..... sözetti ini i itti.”
(O. Pamuk, “Kara Kitap”, sa:143)
“Bir keresinde hepsinin ufuktaki sarımsı bir ı ı a baktıklarını farketmi tim. O belli belirsiz sarı ı ık,
önce bir rüzgar oldu, sonra da sarı bir ya mur. O sarı ya mur hiç durmadan a ır a ır ya arken yüzlerce martı
bana kıçlarını dönmü lerdi ve aralarında gak vak konu arak bir ey bekliyorlardı.”
(O. Pamuk, “Öteki Renkler”, sa:56)
“HERMES - Bak bakalım, yaban domuzunu öldürdü ünüz ak am söyledi i sözleri anımsıyor musun?
MELEAGROS - O ak am. Anla ma ak amı. Unutmuyorum o ak amı, Hermes. Atalante, vah i
hayvanın karda kaçıp gitmesine izin verdi im için çok öfkelenmi ti. Baltasıyla bir darbe savurdu bana ve beni
omuzumdan vurdu. Ben darbenin omuzuma belli belirsiz de di ini hissettim...’ ”
(C. Pavese, “Leuko le Söyle iler”, sa:65-6)
“Pollyanna’nın yüzünden belli belirsiz bir ku ku geçti
‘Elbette, Polly Teyzemin gönlünü çelmi sayılmayız, ama tıpkı bana anlattı ınız gibi ona da
anlatırsınız, ikimizin de gelebilece imizden eminim.’ Adamın gözleri gerçek bir deh etle doldu.”
(E.H. Porter, “Pollyanna”, sa:188)
“Morel, Jupien’ n yerini almak niyetindeydi, yelekçinin barondan sa ladı ını zannetti i gelirleri
aylı ına eklemek gibi belli belirsiz bir iste i vardı. ‘Jigoloları daha iyi tanırım, sizin herhangi bir hataya
dü menize izin vermem. Yakında Balbec fuarı ba layacak, orada neler buluruz neler.’ ”
(M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:419-20)
“Kern, saatinin fosforlu kadranına baktı. Be e geliyordu. Ama oda hala karanlıktı. Ve bu karanlıkta
öteki iki yata ın örtüleri belli belirsiz göze çarpmaktaydı. Duvarın yanında yatan Polonyalı horluyordu.”
(E.M. Remarque, “ nsanları Sevmelisin”, sa:17)
“Ama yine de onda bana zayıf ve narin annemi hatırlatan bir eyler vardı. Onu inceledikçe, yüzünde
annemin ölümünden beri hiçbir zaman do ru dürüst hatırlayamadı ım bütün o zarif ve belli belirsiz hatlarını
görüyordum.”
(R.M. Rilke, “Malte Laurids Brigge’nin Notları”, sa:56-7)
“PENCERE
------------e siz güzellikte bir el foto rafçının stüdyosundaki
zarif masanın ya da dizlerinin üzerinde dururken
yakalarında (tabii) solmayan bir çiçek,
ne kendini be enmi liklerini ele verecek kadar yaygın,
ne de yazgılarına boyun e mi çesine büsbütün tutuk
belli belirsiz bir zafer gülümseyi i dudaklarında.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin”, sa:75)
“Alfredo o anda, gizli bir ajan olsa açlıktan ölece ini anladı.
Belli belirsiz bir umutsuzlukla gülmeye çalı tı. ‘Bu... yani... Bu aslında bir aka...’ ”
(S. Roncagliolo, “Dokunu lar”, sa:114)
“Ruhun bedene dair hatırladıkları olmalı dü ler, kabul edilebilir bir açıklama gibi göründü bu ona.
Meryem kıpırdadı, ruhu yakınlarda olmalı, belki de burada evin içinde bir yerlerde, uyanmadı, kabusunun
ortasında, duydu u keder ile belli belirsiz bir hıçkırık koyverdikten sonra bilinçsizce sokuldu kocasına,
uyanıkken buna cesaret edemezdi asla.”
(J. Saramago, “ ncil’deki kinci sa”, sa:17)
“Doktor, çıkı ı olmayan bir durumla kar ı kar ıya bulundu unun bütünüyle bilincinde olarak, ba ını
çaresizce salladı ve çevresine bakındı. Karısı ortalıkta görünmüyordu, bir an ona yakla ıp saçlarına öpücük
kondurdu unu belli belirsiz anımsıyordu. Ben yatıyorum, demi ti olasılıkla, ev imdi sessizli e gömülmü ,
kitaplar masanın üzerine da ılmı tı. Ne oluyor, diye dü ündü ve birden içini korku sardı, bir an sonra kendisi de
kör olacaktı sanki ve bunu imdiden duyumsuyordu. Nefesini tuttu, bekledi. Bir ey olmadı. Ne var ki bir dakika
sonra kitapları rafa koymak üzere toplarken olan oldu. Önce ellerini görmedi ini fark etti, sona kör oldu unu
anladı.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:27)
“Neredeyse gece oluyordu, hava delikleri ve kömür yı ını boyunca donuk bir ı ık süzülüyor,
gökyüzünün altında iri bir leke yapıyordu. Tavanın deli inden belli belirsiz bir yıldız görüyordum. Gece açık ve
ayaz olacaktı.”
(J.-P. Sartre, “Duvar”, sa:18)
“Kaba ruhçuların içinde olu turdu u bir aile içinde yolunu a ırmı olan bu kurnaz ve gerçekçi kadın,
Voltaire’den bir satır okumadan diklenerek Voltaire’ci oldu. Çıtı pıtı, tombul, sinik ve ne eliydi; sonunda
katı ıksız bir olumsuzla ma haline geldi; bir ba kaldırı la, belli belirsiz bir gülümsemeyle, en yüce davranı ları
bile, yalnızca kendisi için ve kimse farkına varmaksızın yerle bir ediyordu.”
(J.-P. Sartre, “Sözcükler”, sa:10)
“ te o zaman tanımı olanaksız bir acı sarıyor beni. Eski hastalı ım nüksediyor: Amnesie in litteris :
yazınsal bellek kaybı. Anımsamak çabalarının, adeta bütün çabaların bo unalı ı kar ısında bir öfke dalgası
kaplıyor beni. Hemen ardından geride belli belirsiz bir anımsamadan ba ka bir ey kalmayaca ını bile bile neden
okuyayım ki?”
(P. Süskind, “Üçbuçuk Öykü - ve bir görü ”, sa:83-4)
“Dedi im gibi, eylülde, Pereira da beni ziyaret etti. O anda ne diyece imi bilemedim, buna kar ın edebi
bir ki i görünümü altında ortaya çıkan bu belli belirsiz hayaletin bir simge, bir e retileme oldu unu bulanık bir
ekilde kavradım.”
(A. Tabucchi, “Perreira ddia Ediyor”, sa:165)
“Gazeteyi yere çarptı. Yoku çıkmı gibi soluyordu:
-Tamaaam! Aç gitsin! ç çayını, bak keyfine... Sanki bizi aldattın da eline ge geçti?
-Nuh Bey, soluklarını tuttu. Belli belirsiz tela lanmı tı:
-Aldatmak mı? Ne aldatması?”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:187)
“Aysel, her ok ayı ı, her dokunu u çok güzel ve zorunlu bir yazgıyı kar ılar gibi kar ılardı. Bu dipdiri
canlılık, ya amın geldigeçti sallantılarına sessizce kar ı koymu , ya amın sıradan güçlüklerini belli belirsiz
kırı ıklıklarla atlamı bu güzellik, imdi durur bekler, uyanacak gibi yapar, uyanmaz..... ve her gün anla ılmaz
bir burukluk içinde yeniden özlemini çekti i ellerin aydınlı ında kendine biraz daha kavu ur, kendini biraz daha
yeniler.”
(A. Timuçin, “Gece Gelen Eski Dost”, sa:6)
“Kiti’ye do ru yürürken güzel gözleri pek candan parlıyordu. Dudaklarında belli belirsiz mutlu ve
alçakgönüllü bir gülümsemeyle (Levin’e öyle gelmi ti) Kiti’ye do ru saygıyla, dikkatle e ildi, küçük, ama geni
elini ona uzattı.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:99)
“Hanımefendi ellerini dizlerinin üstünde kenetlemi , gözlerini yummu tu. Sırtına yerle tirilen yastıklara
yaslanmı otururken usul usul sallanıyor, yüzünü belli belirsiz buru turarak derinden derine öksürüyordu.”
(L. Tolstoy, “Efendi le U a ı-Üç Ölüm”, sa:79-80)
“Ancak ya am sanki ona a ır bir yük gibi... O ne kadar bunun farkında olmasa da. Bunu anlamak için
onu bir Rus kilisesinde, bir kenara çekilip, duvara kar ı dü üncelere dalmı ve uzun süre böylece, sessiz,
dudakları acı içinde kısılmı görmeniz yeterli olacaktır; sonra hemen kendine gelir ve belli belirsiz haçını
çıkartıp, duasını eder.”
(I. Turgenyev, “Babalar ve O ullar”, sa:267)
“ ‘... tren penceresinden görünen, a açlarla çevrili bir dere. Yüksek sesle görkemli sözcüklerini
sıralarken belli belirsiz sallanıyor Crane. Görkemli, dolgun sesli sözcükleri severim ben. Ama onunkiler gerçek
olamayacak denli yürekten.’ ”
(V. Woolf, “dalgalar”, sa:25)
“SÜRGÜNLER
<Bulutların Gölgeleri Pe inde’den>
-----------------Ama gemi hiç durmadan
hep, hep daha uzaklara
uçuruyor bizi yaman...
Derken gece, o kapkara
kanadıyla örttü yeri
mosmor ufuklarda sessiz.
Aton’un dalgın devleri
tamamen belli belirsiz.
(Peyo K.Yavorov<1878-1914>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan; Cumhuriyet Kitap,
17.08.06)
“Sokak, bir gün önceki enli in uyu uklu u içinde, hala uyuyordu. Saat altıyı çaldı. Kar tanelerinin
sessizce ve inatçı dökülü üyle mavile en karanlı ın içinde, tek canlı olarak, yalnızca belli belirsiz bir karaltı,
dokuz ya ında bir kız çocu u vardı. Kapının kemeri altına sı ınmı , elinden geldi ince barınmaya çalı ıp, geceyi
orada titreyerek geçirmi ti.”
(E. Zola, “Hulya”, Cilt:I, sa:15)
“Dört yüz franga, bahçesi Seine Nehri’nin kıyısına kadar uzanan küçük bir ev kiralamı tı. Belli belirsiz
bir manastır havası, bu gizemli evin her yerinde hissediliyordu. Geni çayırlar ortasındaki bu eve dar bir
patikadan gidilirdi.”
(E. Zola, “Thérese Raquin”, sa:11)
“Bu daha ziyade tesadüfi konu madan Clarissa!nın aklında bir tek cümle kalmı tı kendisini ilgilendiren,
hatta gizliden gizliye huzursuz eden. ‘Varlı ınız hemen hiç hissedilmiyor, belki siz de kendinizi yeterince
hissetmiyorsunuz’, cümlesiyle deneyimli gözlemci, Clarissa’nın kendisinin de tüm bu yıllar içersinde belli
belirsiz sezdi i bir eyi dile getirmi ti.”
(S. Zweig, “Clarissa”, sa:58-9)
“ urada burada ölgün bir ı ık huzmesi ıslak dumanlarla bo u arak parlak bir tabelayı aydınlatmaya
çalı ıyor ama yalnızca kaskatı olmu gırtlaklardan çıkan belli belirsiz sesler ve kahkahalar so uktan donanların
ve havadan ötürü keyfi kaçanların toplandıkları meyhaneleri ele veriyordu. Ara sokaklar bombo tu ve geçip
giden tipler de, siste hızla kaybolan çizgilere benziyordu.”
(S. Zweig, “Hayatın Mucizeleri”, sa:11)
“.... Kı laya giden iki soka ı geçmeden önce bir kapı aralı ına girip birkaç dakika beklemem iyi
olacaktı. Ya da, yolun sonunda hala açık olan kafeye de gidip orada ya murun iddetinin geçmesini
bekleyebilirdim. Kafe, altı bina ilerdeydi. Bu ulanmı camlarının ardından gaz lambalarının ı ı ı belli belirsiz
seziliyordu.”
(S. Zweig, “Sabırsız Yürek”, sa:90-1)
Belli ki : Göze görüldü ü gibi, ayan beyan, a ikar
“Konu an veya yazan kimselerin ço unlu unu genellikle entelektüel (sözcü ün dar anlamıyla)
olu turdu undan, kimselerin konu ması istenen sessiz azınlı a dahil oldu u sorusu geliyor akla. Belli ki, bu
kimseler, söz konusu iki taraftan birini seçerek, ‘olması gerekti i gibi’ görü bildirmeyenlerdi.”
(U. Eco, “Be Ahlak Yazısı”, sa:14)
Bellona :
beloved :
(ROMA MYTH.) <Belona> : Sava tanrıçası.
( NG.,COLL.) <bi’lavd> :
Sevgili
Un bel pezzo di carne : ( TA.,KOMM.,SLANG) <Un bel pe’tso di kar’ne> : Çok güzel bir et parçası.. ık
bir kızın tasviri Argo> = A beautiful piece of flesh. A description of a pretty girl. (Slang) ( NG.)
Belso uklu u; Belso uklu una yakalanmak : Gonore (Cinsel ili ki ile geçen zührevi bir hastalık); Gonore’ye
yakalanmak
“Bir sonraki ay yirmi üç ya ına basacaktım, bir süreden beri asker kaça ıydım, belso uklu undan iki
kez gaziydim; hiç umursamadan korkunç bir tütünden yapılma altmı sigara tüttürürdüm günde.”
(G.G. Marquez, “Anlatmak çin Ya amak”, sa:10)
“Valerie bir gün yatak çar aflarını simsiyah görünce onu kapı dı arı etti; me erse kömürcüyü de
hallediyormu . kinci kattaki yazarın tatile giderken burada bıraktı ı arabacı da aboneymi . Ama ne oldu biliyor
musunuz? Hepsi belso uklu una yakalandılar.”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:III, sa:28)
belvedere :
(YAPI; TA.) <bel’veder> : Dam taraçası, cihannüma
Bel vermek : Dikey eylerin ortasının kaburla ması, e rilmesi; tavan ya da duvarın sarkması
“Sepiciler soka ı ne kadar uzun, geni ve aydınlık, rahat ve kibarsa, ahinler soka ı da o kadar tersiydi
bunun. Bu sokakta lekelerden geçilmeyip pul pul dökülen sıvaları, öne do ru bel vermi çatıları, pek çok
yerinden kırılıp dökülerek kalafattan geçirilmi kapı ve pencereleri, yamulmu bacaları ve çürük çarık damlarıyla
çarpık ve izbe evler yer alıyor, mekan ve ı ı ı birbirlerinin elinden zorla kapmaya çalı ıyorlardı.”
(H. Hesse, “Çarklar Arasında”, sa:142)
“Bir eyi anlatmak de ildi onun amacı; paltonun bir diz çevresinde bel vermi kıvrımı, e ilmi alın ve
yumulmu a ız kadar önemli ve kutsaldı kendisi için. Resimde dört ba ı mamur bir somutluk içinde üç ki iden
ba ka bir ey görülmemeliydi..”
(H. Hesse, “Rosshalde”, sa:89)
“Suyun kenarındaki yükseltide küçük evin iri ta ları kararmı duvarlarını, bel vermi incir a acını, bo
pencereyi gördüm ve o korkunç kı ları dü ündüm. Ama çevredeki a açlar ve toprak de i m ti; fındık a acı
kümeleri yok olmu , mısır tarlamız küçülmü tü.”
(C. Pavese, “Ay ve enlik Ate leri”, sa:10)
Belzebuth : (MYTH.): Kenan’lı tanrı Baal-Zebub’a verilen ünvanın <asık suratlı> de i mi
ve Hıristiyanlar onu cinlerin efendisi olarak görürler
ekli. Museviler
“Babam: ‘Hey güzel ke i ,’ dedi, ‘yüz buru uklu u yeter artık! Hele unu itiraf edin ki, bu kilise
çevresinde Belzebuth suratınızı görmedi imiz u iki yılın hiç de ilse birini kilise zindanında geçirdiniz. Böylece
Aziz-Jacques soka ı daha namuslu bir sokak ve daha saygıde er bir mahalle oldu. Elin e e ini ve orta malı bir
kızı kırlara götüren u yakı ıklı amatacıyı atın ate e.’ ”
(A. France, “Kraliçe Pédaque Kebapçısı”, sa:28)
Bembeyaz; Bembeyaz kesilmek, olmak : Kar gibi beyaz renkte; Heyecandan ya da korkudan yüzünden kanı
çekilmek, donup kalmak
Bk.: Yüzü bembeyaz kesilmek
“
R ÜZER NE
Uykusuzlukların birikimi
Boynu bükük mumların kara fitili,
Sabahın ilk çan sesi
Bembeyaz yüzlerce kiliseden...”
(A. Ahmatova<1889-1966>, “yaban balı özgürlük kokar”, sa:66)
“Mavi, her zamanki iyimserli iyle ertesi sabah ne eli bir ruh haliyle uyanıyor. Dı arıda sessiz soka a
kar ya ıyor, her yer bembeyaz olmu .”
(P. Auster, “Hayaletler”, -New York Üçlemesi 2-, sa:13)
“Evdekiler Bn. Ezra’dan çok korkarlardı. Bununla birlikte hepsi de ondan iyilik görmü tü. Yalnız, bir
kez kızmasın, iyi kalplili i o saat kaybolurdu. Ya ı elliye yakla mı , uzun boylu, geni yapılı bir kadındı. Uzun
burnundan, bembeyaz teninden ho lananlar için güzel de sayılabilirdi.”
(P.S. Buck, “ akayık”, sa:11)
“Defteri bulmayınca yüzü bembeyaz kesildi….. sakalının yarısını yoldu, yüzünü gözünü kanattı. Bunu
gören Papaz’la Berber, niye böyle davrandı ını sordular:
‘Neden mi?’ diye yanıt verdi Sancho, ‘ka la göz arasında, her biri ato ederinde üç sıpadan oldum.…
Senyora Dulcinea’ya yazılmı mektupla, efendimin imzasını ta ıyan ve ye eninden, evdeki dört-be sıpadan
üçünü bana vermesini buyuran belgenin bulundu u defteri kaybettim.’ Bundan sonra, karakaçanın hırsızların
eline geçi ini anlattı.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:189)
“Gri gözlerini gözlerime dikmi ti, ama gözlerini kaçırmadım. çgüdü belki de. Korkmadım demenin,
meydan okuma kar ısında sa lam durmanın bir yolu. Ne var ki, her ey -sessizlik, o bembeyaz oda, caddeden
geçen arabaların gürültüsü- gerçekdı ı gelmeye ba lamı tı. Orada daha hiç konu madan daha ne kadar
oturacaktık?”
(P. Coelho, “Portbello Cadısı”, sa:146)
“SÖYLE SEVDA Ç NDE TÜRKÜMÜZÜ
Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz
Ya amak bu kadar güzelken?”
(F. Hüsnü Da larca<1914-2008>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1,
sa:347)
“HASTANE
Kent hastanesinin kireç badanalı u beyaz salonu,
duvarlara yapı mı gibi u bembeyaz yataklar
ve onlardaki soluk yüzler, ki melankoli yorgunu,
so uk kı sisinin koyu sarı rengini andırmaktalar.”
(Atanas Dalçev<1904-1968>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
29.05.08)
“UYUMAKTA KENT
***
Hatırında mı, hatırında mı o avlu sessiz,
o sessiz ev, ortasında bembeyaz
vi nelerin?
Ah, uzak kaygılarım ve anılarım gereksiz
n’olur hapishanemde arta arda dirilmeyin,
ben ki kilit altındayım bir hücrede
güne siz”
(Dimço Debelyanov<1887-1916>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
14.06.07)
“Baird bu adamı ilgiyle incelerken dikkatle kulak kabartmı , kibarca dinliyordu. Campion’un avuç içi
kadar yuvarlacık yüzü sokak lambalarının ı ı ında altın gibi parlıyordu. Bembeyaz bakımlı eleri konu urken
durmadan hareket ediyor, anlattı ı sahneler havada resmediyordu adeta.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:60)
“Baudolino, nehir yata ından fazla uzak olmayan bir yerde, ovanın küçük bir bölümünün bir sırtla
kamburla tı ını anımsıyordu, ve o sırtın tepesinden bir kez bembeyaz bir örtünün üzerinde, Bergoglio Nehri
boyunca sıralanmı bazı kasabaların çan kulelerinin yükseldi ini görmü tü.”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:163)
“Küçük katırlarımız ana yolun iki yan yol olu turarak üçe ayrıldı ı da ın son dönemini de kıvrılınca,
üstadım bir süre çevresine bakınmak için durdu. Yolun iki yanına, yola, bir dizi yaz kı ye il çamın bir ara
kardan bembeyaz, do al bir çatı olu turdu u yolun üst kısmına baktı.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:44)
“Saliha ve Rikkat halamlar, iki kızlarının yardımıyla -zira Nisa nerdeyse ayakta uyuyordu- eni temlerin
ana yatak odasına biti ik, salona benzer geni bir odada üç cibinlik kurdular.
-Nedir bu cibinlik? diye çaylakça sordum.
-Sivrisinekler için, dediler, yoksa sabahları aynaya baktı ında kendini tanıyamazsın, davul gibi
i ersin.
Sanki askeri bir kampta imi iz gibi incecik bir dokudan yapılı, bembeyaz, yarı effaf üç kubbe in a
ediliverdi.”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:68)
“TUNUS ÖZLEM
----------------------Masmavi denize açılan
koca camlı kapılar
Bembeyaz muslin çar aflı yata ın
ve yalınayak bastı ında
serinli ini hissetti in
gri beyaz mermer tabanın üzerindeki
yüksek tavanda dalgalanan
yanardöner parıltılar”
(Lawrence Ferlinghetti<d.1919>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.12.05)
“... abartılı bir itinayla ne kadar narin bir eyle u ra tı ına etrafı inandırmak istercesine açlık cambazını
önce belinden kavrar ve onu, belli etmeden biraz silkelemekten de geri kalmayarak, bu arada beti benzi atıp
bembeyaz kesilmi hanımlara teslim ederdi.”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:81)
“Van gölünün dibi kadar derin on yedi ya uykularına dalmı olan Meryem, dü ünde kendisini
çırılçıplak bedeniyle Zümrüdüanka ku unun boynuna binmi uçarken görüyordu. Anka ku u da kendi ince
bedeni gibi bembeyazdı ve onu hiç sarsmadan, incitmeden bir tüy gibi uçuruyor, köpük köpük bulutların
arasından geçiriyordu.”
(Ö.Z. Livaneli, “Mutluluk”, sa:7)
“YANIK KÖY
Köyü sabah ele geçirdik,
Ate ini esirgememi dü man,
Her yer ta ve küldü, gördük:
Hiçbir ey kalmamı tı, inan.
----------------Biz yürüyoruz sokaklarda,
Uzaklarda hala sava var.
Bembeyaz bir kül, orda burda,
Acımasız sitem dolu bakı lar.” <1942>
(Kerim Otarov<1912-1974>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 02.09.04)
“PENCERE
------------o kertede ki, bazan genç güzel bir kız görürsün, temiz,
çiçekli giysisiyle
kurum içindeki sokakta, fıstıkçının küçük arabasıyla
çuvalların yanında durmu ,
tepeden tırna a denizin aydınlı ında
bembeyaz di leriyle vapurun düdü üne gülümsüyor.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin”, sa:85)
“Orce’de yolcular Pedro Orce’yle, ya ı üzerinde dü ünseler bulunacakları tahminden daha ya lı olan o
eczacıyla tanı tılar. Pedro Orce televizyona çıkmadı, bu yüzden yüz hatları ve gövdesi ince olan, tüm hilelerden
kaçınan makul bir zevk anlayı ına sahip olmasa laboratuvarının gizlili inde rengini saç boyalarıyla istedi i kadar
açıp koyula tıtabilece i, çünkü böyle tuhaf kimyevi terkipleri yapmakta ustadır, neredeyse tamamen bembeyaz
saçlara sahip, altmı larında bir adam oldu unu bilemezdik.”
(J. Saramago, “Yitik Adanın Öyküsü”, sa:82-3)
“O anda içinde her eyin gözlerinin önünde bembeyaz kesildi ini hissetti, dı dünya ise kuzgun karasına
döndü. imdiye kadar tutsak kalmı sisler kuduran bir sıvıya, kaynayan, köpüren süte benzer bir eye dönü tü.
Ta ıp üstünden geçti bu sel, dayanılmaz bir basınçla vücudunu saran kabu a bastırdı, akıp gidecek bir yer
bulamadı. Kaçmak istiyordu. Allah rızası için kaçacak bir yer, ama nereye... Kendi içinde bo ulmamak için orta
yerinden yarılmak, patlamak istiyordu. Sonunda dü üp bilincini kaybetti.”
(Patrick Süskind, “Koku”, sa:239)
“Olasılıkla beyaz daha hafifti. Acaba o da beyaz olacak mıydı? Di leri gibi bembeyaz. Umbu buna ne
diyecekti? Onu gene tanıyabilecek miydi? Yoksa geceleri çakallara uludu u gibi uluyacak mıydı? Umbu onunla
geliyordu, bu göklerdeki güne ten daha açık seçikti. Onlar bir gün bile birbirlerinden ayrı ya ayamazlardı.”
(S. Tamaro, “Rüzgar Ne Diyor?-Gökyüzünden”, sa:69)
“DEN ZDE YEN LG
-------------------------ve gemilerin da lardan gelen
uzun boyunlu bacakları
kayıp gitti gemicilerin elinden,
fırladı a ızlarından
ı ıl ı ıl bembeyaz çocuklar.
Tıklım tıklım deniz
o ul vermi çesine
soluksuz, ı ıksız gövdelerden
örtmü tü ölüler
bir uçtan bir uca bütün kıyıyı.”
(Timotheos, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:43)
“Tren kalktıktan sonra da ister istemez seslere kulak kabartmı tı. Daha sonra sol pencereye vurup cama
yapı an kar taneleri okutmadı onu. Yanından geçen, bir yanı boydanboya kardan bembeyaz olmu , çok kalın
giyimli kondüktörün görünümü; dı arda korkunç bir kar fırtınası oldu u üzerine konu malar dikkatini
toplamasına engel oluyordu.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:194-5)
“Ötekiler Perama’da kalmı lardı. Ev bitti inde, oturulur hale geldi inde getirecekti onları.
‘Bu ay temeli atarız. Bahar geldi inde de örmeye ba larız.’
Ocak ayıydı. Çok kar ya dı; yarım metreyi buldu. Her ey bembeyaz oldu. Böyle bir kar ada tarihinde
ilk kez oluyordu.”
(D. Tomazani, “Konu mayan Su”, sa:182)
“Artık nanıyorum
<Babama a ıt - on yıl sonra>
nanıyorum artık babamın öldü üne
Çünkü güne aydınlatınca yeryüzünü
Görüyorum, otluyor sürüler sabahleyin
Sallayarak tüylü kuyruklarını,
UmHali’deki inekler gibi bembeyaz,
Görüyorum ama bazen gün ortası alaca karanlı ı.”
(Benedict Wallet Villakazi<1906-1947>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
05.06.08)
“ ‘Elimin üstü yanıyor,’ dedi Jinny; ‘ama avuçlarım nemli, yapı yapı çi den.’
‘ imdi horoz ötüyor, tıpkı deniz bembeyaz yükselirken suyun kızıl, katı sıçrayı ı gibi,’ dedi Bernard.”
(V. Woolf, “dalgalar”, sa:9)
“Adaların dört bir yanına ölçüyle gelip vuran denizin ahları uyuyanların içine rahatlık veriyordu; gece
onları sarıp örtüyordu; hiçbir ey uykularını bozmadı; nihayet ku lar uyanıp, gün a ararak bu bembeyaz uykunun
içine ince seslerini dokumaya ba ladılar.”
(V. Woolf, “Deniz Feneri”, sa:229)
“Çok uzakta Snowdon’un yalçın kayalıkları bembeyaz bulutları deliyordu; uzak skoçya tepelerini ve
Hebrides’in eteklerinde anaforlanan çılgın akıntıları görüyordu. Açık denizde silah sesleri duymak için kulak
kabarttı. Yok, yalnızca rüzgar u ulduyordu. Bugün sava yoktu.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:211)
“Çocu u, çoktan beri koruyan hiçbir ey kalmadı ı sırada, saat sekizi çaldı ve gün a armaya ba ladı.
Aya ıyla itip süpürmese, kar omuzlarına dek gelecekti. Arkasındaki antika kapı, kürkle kaplanmı gibi
örtülmü tü, bir dö ek gibi bembeyazdı.”
(E. Zola, “Hulya”, Cilt:I, sa:17)
“Hemen ko tu, mumu aldı, geldi. Bir kö ede, pancarların gerisinde, saman ba ları vard: bir tanesini
aldı, tutu turdu; ihtiyarın, önce çok uzun, bembeyaz olan saçlarıyla sakallarını kavurdu. Ate e ya dökülmü gibi
bir koku çıkıyor, kıllar, ufacık sarı alevlerle, çıtır çıtır yanıyordu.”
(E. Zola, “Toprak”, Cilt:II, sa:371-2)
“ ‘Zaten ben Christine’in yalan söyleyecek biri olmadı ını hemen anlamı tım, burada insanlar çok tuhaf
eyler anlatıyorlar da onun için sizinle konu mak istedim.’ Bayan van Boolen yüzünün bembeyaz kesildi ini
hissediyor, dizleri tir tir titremektedir.
-Ne.. Lütfen açık konu un.. nsanlar ne söylüyorlar?
(S. Zweig, “De i im Rüzgarı” sa:122)
bemire : (COLLO.) <bi’mayr> : Çamura batırmak
Ben; Bencil; Bencillik : Ben, Ego; Egoist, kendini dü ünen, egosantrik, kendine-dü kün; Egoistlik, kendi
çıkarını dü ünmek
Bk.: Benmerkezci
“Yalnızca, insano ullarının hepsinde görülen o do a vergisi bencillik, papaz takımına özgü ve ta ra
kentlerinde sürülen ya amın yarattı ı bencillikle de güç bulup artan ‘bu can benim canımdır,’ duygusu, onun
benli inde kendisi farkına varmadan belli belirsiz geli ip büyümü tü.”
(H. de Balzac, “Tours Papazı”, sa:48)
“Yarı karanlıkta parlayan çıplak dizine dokundum; elim dondu:
-Pederim, dedim; ben buraya seni üzmek için gelmedim; ben Günah de ilim; köylü dedemin inandı ı
gibi, sade bir biçimde, soru sormadan inanmak isteyen bir gencim; inanmak istiyor, ama yapamıyorum.
-Yazık sana, yazık sana zavallı; seni ‘beyin’ yiyecek, seni ‘ego’ yiyecek. Senin savundu un ve
kurtarmak istedi in ba melek Eosforos’un ne zaman cehenneme yuvarlandı ını bilir misin? Tanrı’ya dönüp de
‘Ben’ dedi i zaman.. Evet, evet, dinle delikanlı ve kafana iyice sok: BEN’e lanet olsun!.
Ben inatla kafamı salladım:
- nsan, bu BEN’le hayvandan ayrıldı. Ba langıçta her ey Tanrı’yla birdi, onun zirve’sinde
mutluydular. Ben sen ve o yoktu; senin ve benim diye bir ey yoktu; iki yok, bir vardı. B R, B R olan ey,
i itti in cennet budur, ba kası de il biz oradan hareket ettik, ruh orayı hatırlayıp oraya dönmek istiyor; ölüm
kutsaldır! Ölüm nedir sanıyorsun? Bir katır... Biz sırtına atlayıp gidiyoruz...’ ”
(Nikos Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:216)
“Evini her zaman yalnızken daha çok sevdi. Tek ba ınayken. Engin ve rem’le birlikte oldu u zamanlar
bile, onun için ‘ev mutlulu u’, yalnız oldu u zamanlar demekti. Bencilli in sinsi yüzü, suçlu keyfiydi bu. Her
e yanın yerli yerinde durdu u, her eyin yerini bildi i derli toplu bir görüntünün ona verdi i huzurun yerini
hiçbir ey tutmuyordu. kinci bir ki inin varlı ı, bu düzenin altüst olması demekti.”
(M. Mungan, “Kadından Kentler”, sa:57)
“Henri Beyle bu babadan yalnızca iri yarı i man beden yapısını de il, aynı zamanda, damarlarında
dola an kana ve sinirlerinin titre imine varıncaya kadar tüm benli ine i lemi bir özelli i -bencil bir ekilde
‘kendine-dü kün’ olma gibi bir özelli i de almı tı.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Stendhal’, Cilt:III, sa:165)
Bende; Bendeleri; Bendeniz : Osmanlı devrinde ‘Ben’ demenin kibarcası, ‘Ben kulunuz,’ ba lamında
“Bu son Cuma, Pa a öteki misafirler gittikten sonra, mam’ı alıkoydu ve Rabia’nın e itimi problemini
açtı.
-Torununa verdi in dini terbiyeyi pek çok be endim, diye söze ba ladı.
-Bendeleri özellikle hafız yeti tirmekte bilgisi olan hocalardanım, Pa a Efendi.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:60)
“ ‘Bendeniz bunu i itti im zaman do rusu çok müteessir oldum (üzüldüm). Filhakika (gerçekte) henüz
ortada bir ey yok. Bu bir dedikodudan ibaret...’ ”
(O. Hançerlio lu, “Karanlık Dünya”, sa:43)
“BEN SA IM
---------------Ben sa ım.
Ey insanlar, acıyor duran dakikalarım.
Ben sa ım.
Yitirdi im yollarda çı lıklar atmaktayım.
Ben sa ım.
Ey insanlar,
Bendeniz ölümlerin de il,
do umların yanındayım.”
(Veselin Hançev<1918-1966>-Ahmet Emin Atasoy, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
07.02.08)
“Bendeniz gözboyacılık mezhebinin iç mihrabının tek sultanı, ba veziriyim. öyle bir elimi gezdirdim
mi topallar konu ur, körler yürür. Hem medyum olurum, hem gözboyarım.”
(O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:88)
“ SA YA I
------------Oysa iirler ya am artıklarıdır hepsidi siz a ızlarıyla onlar size ne der ki.
Bendeniz yeniyetme çömezlerden birisi
Süpürmekle me gulüm sanatın mabedini.”
(Boris Hristov<d.1945>-Ahmet Emin Atasoy, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.02.08)
Benden günah gitti : Bk.: Günah benden gitti
Benden pas, paso : Benim sayım suyum yok, ben bu i in içinde yokum
“POZZO - Onu tutmanız gerek (Susar).
ESTRAGON - Benden paso.”
(S. Beckett, “Bütün Oyunları - 1”, Godot’yu Beklerken, sa:78)
“YA A - Ne var a layacak? ( ampanya içer.) Altı gün sonra yine Paris’te olaca ım. Yarın eksprese
atladı ımız gibi ver elini Paris. nanasım gelmiyor. Vive la France! (Ya asın Fransa!) Buraları bana göre de il,
ya ayamıyorum... elimde de il... Cehaleti gördüm, benden pas...”
(A. Çehov, “Vi ne Bahçesi”, sa:166)
bendlet :
(SOSY.,TAR.) <bendlit> : Devlet hanedan armasında, çapraz dikilmi
erit
Benedicite : <Benedicite-Benedisit-Fr.> (LAT N.D N) : <Benedikite> (Sofrada) ükretme, ükran duası;
Benedicite omnia opera=all ye works of the Lord <Tanrı’nın yaptı ı tüm çalı malar...> sözleriyle ba layan
ilahilerden biri; Nursia’lı ermi - Aziz Benedict (M.S. 480-547): ‘Benedictine Tarikatı’ kurucusu <M.S. 529>,
Monte Cassino manastırının banisi; Bénédiction: Sofra duası; adını ancak 14. yy.’ın ikinci yarısnda
duyurulabilmi bir tarikat. Benedictus:’A ari Rabbani’ ayininin ‘blessed is he that cometh’ Benedictus qui
venit= ükran geldi!’ sözleriyle ba layan be inci bölümü; ngiliz Kilisesi’nde okunan Zacharias ilahisi
B e n e d i c i t e D o m i n o ! <Benedikite Do’mino> : Tanrıyı kutsa! = Praise the Lord ( NG.)
“( mp.) Ludwig, Papa’nın dü manları olan Fransisken’leri kendi olası müttefikleri gibi görmeye
ba ladı. Yenik Frederick’le anla maya vararak, talya’ya inmeyi ve Milano’da taç giymeyi ye ledi. Kendisini
olumlu kar ılamı olma arına kar ın vikont’larla çatı maya girdi; Pisa’yı ku attı; Lucca ve Pistoia dükü
Castruccio <Kastruçyo>’yu imparatorluk papazlı ına atadı...... Ludwig’in yanında sava an, onun baron’ları
arasında hiç de önemsiz olmayan babam -Melk manastırı’nda genç bir Benedikten çömezi - beni, manastırın
dinginli inden uzakla tırdı ında durum buydu. talya’nın ola anüstü güzelliklerini görmem ve ve mparator’un
Roma’da taç giyme töreninde bulunmam için beni de kendisiyle birlikte götürmeyi akıllıca buluyordu.’............
”Tanrı’nın kullarının, çobanlar (yani kilise mensupları), köpekler (yani sava çılar) ve sürü, halk, diye
ayrıldıklarını birçok kez i itmi tim. Ama bu tümcenin, birkaç biçimde söylenebilece ini daha sonra ö rendim.
Benediktenler sık sık üç de il, iki büyük bölümden bahsetmi lerdi: Biri, a) dünyasal eylerin yönetimi, ötekisi
ise, b) göksel eylerin yönetimiyle ilgiliydi. Dünyasal eyler bakımından din adamları, derebeyleri ve halk olmak
üzere geçerli bir bölümleme vardı, ama bu üçlü bölümlemenin üstünde, Tanrı’nın kulları ile gökyüzü arasında
do rudan bir ba olan ordo monochorum’ <ordo monokorum = Rahipler sınıfı>un varlı ı egemendi;
rahiplerinse bilgisiz ve yoz, sürünün artık iyi ve sadık köylülerden de il, tüccar ve zanaatçılardan olu an laik din
adamlarıyla hiçbir ili kileri yoktu....... Kanımca, birçok Benedikten rahibinin (piskop oslar ve tüccarların bir
arada olu turdukları) kent yönetimine kar ı, imparatorlu a yeniden saygınlık kazandırmak için, dü üncelerini
payla madıkları, ama Papa’nın a kın gücüne kar ı imparatorlu a iyi tasımlar sa ladı ı için, varlıkları kendisine
yararlı olan Tinselci Fransisken’leri korumayı kabul etmelerinin nedeni budur.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:25-6;172)
“Babam:
-Bu nasıl ey, diye ba ırdı, bu kapüsen’i <Aziz St. François papazı> bir zindanın kö esine atmamı lar
mıydı? Demek imparatorlukta hiç adalet kalmamı .’
Frere Ange, Benedicite’yi okuyor, çorba kasesi üstünde istavroz çıkarıyordu.”
(A. France, “Kraliçe Pédaque Kebapçısı”, sa:28)
benefactor : (COLL.) <bene’faktor> :
Hayır sahibi, velinimet
Benek benek : Küçük noktalar, lekelerle bezenmi
“Pırıl pırıl bir gökyüzünden parlıyor güne . Ama saat on iki, ne ya mur getiriyor ne güne ı ı ı. Bn.
Johnson’ın bir tepside mektuplarını getirdi i saat bu. Bu ak ka ıtlara adımı kazıyorum. Yaprakların fısıltısı,
hendeklerden akan su, yıldız çiçekleriyle, zinia çiçekleriyle benek benek olmu ye il derinlikler...”
(V. Woolf, “dalgalar”, sa:129)
“Tepenin yan tarafında büyük, parkımsı bir açıklık olu tu. Bunun içinde engebeli ve ye illikli bir çayır
görüyordu; orda burda benek benek me e a açlarını görüyordu; dalların arasında sıçrayan ardıçları görebiliyordu.
Gölgeden gölgeye nazlı nazlı geçen geyikleri görebiliyor, dahası böceklerin vızıltılarını ve ngiltere’de bir yaz
gününün hafif iç çeki leriyle titre imlerini i itebiliyordu.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:103)
Bengal, Bengala :
(ROMAN.MYTH.) dilinde: Cin, peri
(Argo)
“Söz geli i: ‘Odel’ kelimesi Fransız çingenelerinde ‘Allah’ demektir. Bunlarda da öyle... ‘Benk’
kelimesi, Fransız çingenelerinde ‘ eytan’ demektir. ‘Bengal’ kelimesi de bizimkilerde cin, peri demektir.”
.......... “-Nasıl ba ka eyler?
-Süledim <söyledim> size pe in... O garipçe bir insano ludur, belki biz bülelerine <böylelerine>
bengala, yani ya... siz dersiniz nasıl bakayım... ey... cinli... cinli!....
-Cinli mi?
-Te <i te> ona yakın bir ey...
-Nereden anladın böyle oldu unu?
-Gösterir mal kendini...”
(O.C Kaygılı, “çingeneler”, sa:41;67)
Bengisu :
çildi inde sonsuz hayat, ölümsüzlük ba ı layan kutsal su; Abıhayat
“SANA VERECEK BENG SUYUM OLSAYDI
Sana verecek o bengisuyum olsaydı, sana verecek
bir ba ka canım olsaydı da, bir an dirilebilseydin”
(Y. Ritsos<1909-1990>, bir mayıs günü bırakıp gittin-yazıt”, sa:22)
“Do asından kötü olan bir insan
Nasiplenmez iyilerin nurundan!
Bir yeteneksiz alıp e itmek
Cevizi kubbede durdurmak demek.
---------------------------------------
Buluttan bengisu ya sa ne fayda,
Meyve mi yeti ir sö üt dalında?
Baya ı kimseye vakit harcama dur!
Hasır kamı ından eker mi olur?”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:43)
benison :
<MYTH) <be’nisın> : Hayırdua, bet bereket
Benk : ROMAN dilinde:
eytan
(Argo)
“Söz geli i: ‘Odel’ kelimesi Fransız çingenelerinde ‘Allah’ demektir. Bunlarda da öyle... ‘Benk’
kelimesi, Fransız çingenelerinde ‘ eytan’ demektir. ‘Bengal’ kelimesi de bizimkilerde cin, peri demektir.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:41)
Benmerkezli (ya am) : Bencil, egoistik, egosentrik (ya am)
“ ‘Senin evine aniden dalıverdim ve sürekli benmerkezli davrandım. Üstelik bunu do al bir eymi gibi
gördüm,’ dedi Bird, oturma odasına geçerek.
‘Özür mü diliyorsun?’ dedi, yüzündeki ifade iyice yumu ayan Himiko, Bird’le dalga geçerek.
‘Dü ünüyorum da, senin yata ında yattım, yaptı ın yemekleri yedim, seni ba lamaya hiç hakkım
olmadı ı halde, senin evinde tamamen salıverdim kendimi.’ ”
(Kenzaburo Oe, “Ki isel Bir Sorun”, sa:188)
Benzesem benzesem : Olsa olsa, olası, ancak... ( una benzerim)...
“Kar ılık verdi çok çekmi Odysseus, dedi ki:
‘Böyle eyler getirme Alkinoos aklına,
benim yaygın gökte oturan ölümsüzlere benzer yerim yok,
ne yapım benzer onlara, ne boyum bosum,
ölümlü insanlardanım ben.
Çok çile çeken bir insan varsa bildi iniz
Ona benzerim benzesem benzesem.”
(Homeros, “Odysseia”, sa:131)
Benzetmek; Benzetmek gibi olmasın ama : Dö mek, azarlamak (Argo); Ba ka birisini bir an için aradı ınız
ki i sanma allüzyonu; Birine, aynı olumsuz davranı ları gösteren ba ka birini örnek verirken, onun hislerini
rencide etmekten sakınarak benzetmeyi hafifletmek yolunda söylenen sözcükler
“Çükünün keyfine göre karar verirsen, böyle olur. Yine de, e er o benim karım olsaydı, sürükleye
sürükleye geri getirir, aklını ba ına toplasın diye de bir güzel benzetirdim.”
(P. Auster, “ ans Müzi i”, sa:63)
“Çakır Emine bile bir gece Reha Beyin bahçesinde bana çıkı tı; Reha Beyi i marlayarak <ka , göz, vücut
lisanını kullanarak -tenkid etme->,
-Sen, dedi, bu ka arlanmı pinpon’a <ihtiyar> bakma, onun içi zaten Apostol’un meyhanesindeki <Eski
stanbulun Haliç’te en öhretli meyhanelerinden biri> rakı fıçısına dönmü ... Sen ise daha gençsin, sana yazıktır; bu
kadar rakı, sonra günün birinde seni Çar ambalı Aziz Beybabaya < stanbulun eski, ünlü ayya larından biri>
döndürecektır. Benzetmek gibi olmasın ama, o da senin gibi böyle kendini genç ya ında bu alemlerde rakıya kaptırdı,
çok sürmedi, sonunda peri an oldu, sürüm sürüm süründü; en nihayet sokaklarda çoluk çocuk maskarası kesildi.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”,sa:254)
“Mathieu çocu un üzerine e ildi: Epeyi benzetmi lerdi o lanı. A zından kan sızıyordu, kula ı mosmor
olmu , i mi , kapanmı tı.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:370)
“-Avusturyalı’ları benzetmi ler, do ru mu?
-Kimbilir, öyle diyorlar.
-Buna sevindim, - diye Dolohof arkının geli ine uyarak kısaca ve açıkca yanıt verdi.”
(L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:I, sa:281)
“Campardon’ların penceresine yaslanmı olan Lisa e ilmi , iki kat a a ıdaki Julie ile konu uyordu:
-Hey! Bu kez sizin bey fırçayı yemi , öyle mi?
-Öyle görünüyor, dedi Julie. Karısı adamı öyle benzetmi ki kıçından donunu almadı ı kalmı .”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:I, sa:115)
Benzi atmak, (ölü gibi) sapsarı kesilmek; sararmak; Benzi uçuk olmak; Beti benzi atmak, Beti benzi
kalmamak, solmak, uçuk: Korku ya da heyecandan benzi atmak, yüzünün kanı çekilmek, rengi sararmak,
uçmak
“Sonunda Augustine, ö leden sonra, bet beniz kalmamı , tirtir titreyerek, gözleri kan çana ı gibi bir
durumda, yargılanmak üzere ana babasının yanına gitti.”
(H. de Balzac, “Top Oynayan Kedi Ma azası”, sa:62)
“Biz uyuyanın ölü oldu unu ancak o zaman anladık, tek kelime etmeden yere dü tü, o artık
gülümsemiyordu: Yüzünde korkunç bir sırıtma ifadesi vardı. Beti benzi atmı bir biçimde geri dönen te mene
hiç acımadık, çünkü güne in parıltısı artık bizi sevindirmiyordu.”
(H. Böll, “Solgun Köpek-Berkowo Köprüsü”, sa:126)
“Fontaine’in benzi attı. Görünü e bakılırsa, bunun do uraca ı sonuçları anlamı tı -bu solucan NSA veri
bankasının gizli kalmasını sa layan filtreleri hedef alıyordu. O filtreler olmazsa, veri bankasındaki bütün
bilgilere dı arıdaki herkes eri ebilir demekti.”
(D. Brown, “Dijital Kale”, sa:381)
“Vittoria’nın yüzünde üpheli bir ifade belirdi. ‘Max, babam kimseye bahsetmedi ini söylemi ti.’
‘Korkarım Vittoria, baban birine bahsetmi . Bazı güvenllik kayıtlarını incelemem gerekiyor. Birazdan
ararım.’ Hat kapandı.
Vittoria telefonu yeniden cebine yerle tirirken benzi atmı tı.”
(D. Brown,”Melekler ve eytanlar”, sa:363)
“Görünü ünden, hala ABD Büyükelçili i’ndeki mesajını dinledi i anla ılan, telefonu kula ına bastırmı
Langdon’a bir göz attı. Fache, Langdon’ın benzi atmı ifadesinden haberlerin iyi olmadı ını sezinlemi ti.”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:72)
“Söyledikleri açıkça beni hedef alıyordu, çünkü betim benzim atmı olmalıydı. Adam masasına döndü
ve Roberto endi elerimi gidermeye çalı tı:
‘Çok ünlü bir aktrisin özel doktorudur,’ dedi. ‘Fakat misafirinden daha çok senin tıbbi yardıma
ihtiyacın varmı gibi görünüyor.’ ”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:119)
“Ak amki alemlerinden sonra yorgun dü en ve mideleri bulunan adamlar düzensiz bir ekilde
pe imizden geliyor. Konvoyun ortasında, yanında bir askerle birlikte mahkum ilerliyor. Beti benzi atmı , atında
rahatsızca oturuyor, yaralarının hala acı verdi i açıkça görülüyor.”
(J.M. Coetzee, “Barbarları Beklerken”, sa:20)
“Ba ını kaldırdı. ‘Kim oldu umu bilmiyor musunuz?’ dedi. Sesi çok alçaktı. Dudakları titriyordu.
‘Daha önce sizi hiç görmedim,’ dedim.
Bir anda beti benzi soldu. ‘Do ru de il bu,’ diye fısıldadı. Pelerinin ba lı ı kayarak dü tü, kestane
rengi saçları omuzlarından a a ı serbestçe döküldü.”
(J.M. Coetzee, “Dü man”, sa:59)
“Suratı mosmor kesilip zangır zangır titreyen pa a:
-Defol! diye ba ırdı.
Korkudan Çerviakov’un beti benzi atmı tı. Ancak:
-Ne? Ne dediniz? diye fısıldayabildi.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:23)
“Ev sahibinde, sanki büyük bir yıkım haberi almı gibi bet beniz kalmadı. Hemen dı arıya fırladık.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:70)
“Sözlerimle yatı ır, eve giderdi. Ertesi ak am öfkesi burnundan soluyarak, beti benzi uçmu gelir, alaya
ba lardı..”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cil:II, sa:247)
“Ama içeri girer girmez kar ıla tı ı korkunç görüntüyle beti benzi attı. O büyük alanın her yanı
cesetlerle kaplıydı, cesetlerin arasında sarho dü man süvarileri dola ıyordu. Daha ileride serseri güruhu vaiz
kürsüsünün kenarları altın ve gümü ten parmaklı ını topuz darbeleriyle parçalamaktaydı.”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:23)
“Sofra kurulmu tu. Kiraz rengi ba örtülü ya lı bir kadın ortada ko u turuyordu. Kimse konu muyordu.
Mözyö Nazarie, beti benzi atmı , bo lu a bakıyordu - dinlenen bir tutuklu gibi.”
(M. Eliade, “Matmazel Christina”, sa:69)
“Sabah kahvaltısında çayımızı içerken halamın beti benzi atmı tı. Belli ki sabaha kadar uyumamı tı.
Nisa her zamanki gizi sessiz sessiz mızlıyordu. Halama sordum:
-Hala, o zelzele dedi in neden olur?”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:28)
“Sadece kendilerini saygın addeden insanlar evimden ayak kesti, sadece onlar bütün bir yıl boyunca
bunu dü ündü. Rahip günah çıkarma sırasında her türlü soru turmayı yaptı; hatta bunun üzerine rahibelerden
bazılarının gözleri büyüdü, betleri benizleri attı.”
(P. Gauguin, “Mahrem Günlük”, sa:13)
“Ziyaretine gelen arkada ı makamını terk eder etmez, zavallı Akakiy Akakiyeviç’i dü ünmeye ba ladı
ve o andan itibaren neredeyse her gün zavallı Akakiy Akakiyeviç’in beti benzi atmı görüntüsü gözlerinin
önünde canlandı. Biçare Akakiy Akakiyeviç hakkındaki endi eleri öyle ba edilemez hale geldi ki...”
(N.V. Gogol, “Palto”, sa:66)
“Serin bir esinti denizi dalgalandırdı. Bulutlar daha incelmi , daha saydamla mı lardı imdi. Fakat
gökyüzü hala kapanıktı. Denizi dalgalandıran esinti, bulutları kımıldatamamı tı.
-Hey, karde lik, kendine gel artık! Betin benzin kül gibi oldu be! Tamam, tehlike geçti artık.”
(M. Gorki, “Yol Arkada ı”, sa:86)
“Hepimizin bildi i gibi zihindeki olumsuz dü ünceler bedenimizde de olumsuz yansımalara neden
oluyor..... ba ımıza bir a rı giriyor, bo azımız tıkanır gibi oluyor, a zımızın içinde tükrü ümüz kuruyor,
kalbimiz sıkı ıyor, nefessiz kalacak derecede solu umuzu tutuyoruz, ya da burnumuzdan soluyoruz. Dizimizin
ba ı çözülüyor, i tihamız kaçıyor, yüzümüz kıpkırmızı oluyor, ya da betimiz benzimiz soluyor.”
( . Güngören, “Meditasyon ve Zazen”, sa:25)
“Aradan iki ay geçti. Kayı ın battı ı ve içindekilerin bo uldu u duyuldu. Ni anlısının bo ulmu
oldu unu duyunca, kızın beti-benzi attı, gözleri yuvalarından u rar gibi oldu. Bilinci, dönü ü pek güç uzaklıklara
kaçtı.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:137)
“... içeri giren hademe ö retmeni selamladı, müzik üstadının ö renci Josef Knecht’i bir çeyrek saat
sonra görmek istedi ini haber verdi...... Knecht’in korkudan benzi sarardı, sallanarak okuldan çıkıp kar ı
yatakhaneye se irtti, kitap ve defterlerini bir kenara atıp elini yüzünü yıkadı, saçlarını taradı.”
(H. Hesse, “Boncuk Oyunu”, sa:48)
“Elini bilinçsizce uzatıp sürahiyi aldı, barda ına su dolduracaktı. Ansızın Pierre’in odasından kopup
gelen keskin, acı bir çı lık Veraguth’un hüzün dolu dü ünü bıçak gibi kesip attı. Sofradakiler, bet benizleri
sararmı , fırladılar aya a; sürahi devrilip masanın üzerinde yuvarlandı, angırtıyla yere dü tü.”
(H. Hesse, “Rosshalde”, sa:168)
“Ama annesi de, Kamala’nın kendisi de yorgun dü mü tü; o lan muz yerken, annesi yere oturup
gözlerini yumdu, dinlenmek istedi biraz. Ama ansızın acı bir çı lık attı, korkuyla annesine baktı o lan, benzinin
sapsarı kesildi ini gördü; annesini sokan küçük kara bir yılan, annesinin giysisinin altından çıkıp uzakla tı.”
(H. Hesse, “Sidarta”, sa:131)
“Jean Valjean’ın benzi atmı tı, duvardan a a ıya o korkunç soka a geri dönmek dü üncesi bile tüylerini
diken diken ediyordu. Kaplanlar dolu bir ormandan kurtulduktan sonra bir arkada ınız, yine oraya dönmenizi
önerse ne dü ünürsünüz?”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:II, sa:360)
“Ardında köpe i, hende in üzerinden hep daha hızlı bir o yana bir bu yana atlıyor, Epaminonda’yı
öperken benim, beni öperken Epaminonda’nın yüre ine bir hançer saplanıyordu. Talihsiz rakibimin beti benzi
atmı tı, kapısının önünde kımıldamadan duruyordu…”
(P. Istrati, “Nerrantsula”, sa:85)
“... abartılı bir itinayla ne kadar narin bir eyle u ra tı ına etrafı inandırmak istercesine açlık cambazını
önce belinden kavrar ve onu, belli etmeden biraz silkelemekten de geri kalmayarak, bu arada beti benzi atıp
bembeyaz kesilmi hanımlara teslim ederdi.”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:81)
“Sekine Hanım:
‘Hem de ma allah, ne kadar serpildi, toplandı, güzelle ti,’ diyordu. ‘Gitmezden evvel, bilekleri
ipincecik, benzi sapsarıydı ve gözlerinde fer kalmamı tı... imdi bakıyorum, yanakları adeta pembe pembe
pençele ti, gözlerine can geldi.’ ”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:78)
“Subay, ka ıdı okurken, benzi sapsarı kesildi. Ka ıdı sert bir tavırla arkada ına uzattı:
-Buna inanıyorlar ha! Öyleyse bir ey söylemeyin. Bu insanlar kurtarılmaya layık de ildir, dedi.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:130)
“Yolda lar, ölü gibi betleri benizleri atmı , dilleri bir karı sarkmı bir halde Ölü Deniz’e vardıklarında
nerdeyse ö le vakti olacaktı. Erden akıntısından inen balık, ona dokunur dokunmaz ölüyordu; kıyılarındaki
birkaç bodur a aç ayakta duran kemikler gibiydi.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:269)
“Jaguar elindeki ta ı bırakmı . Polis karakoluna git, nöbetçi subaya teslim ol; yanına pijamanı, di
fırçanı, bir havlu ve bir sabun al demi . Kıvırcı ın benzi atmı , ama Jaguar’ın kılı bile kıpırdamamı , hatta
Gamboa’ya dalga geçer gibi, ‘Ben mi Te menim? Niçin acaba Te menim?’ demi . Köpek de keyifli keyifli
gülüyormu , kar ıma çıkarsa çekece i var benden.”
(M.V. Llosa, “Kent ve Köpekler”, sa:319)
“ ‘Geçen gün artık canıma tak dedi, onu bir daha evimde görmek istemedi imi söyledim!’
‘Hata etmi sin Murad! Asla bunu yapmamalıydın!’
‘Hak etti!’
O zaman ona elimdeki ölüm ilanının metnini okudum. Arka arkaya, üç dört kez, ‘Tanrım! Tanrım’
diye mırıldandı. Sesi de i mi ti. Betinin benzinin attı ını hissediyodum. Yanında Tania’nın ne oldu unu soran
sesini duyuyordum. Murad telefonu ona verdi. O be ölümcül satırı da ona okudum. Tania da ‘Tanrım!’ diye
mırıldandı, sonra ekledi: ‘Tanrı bizi affetsin!’ ”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:75-6)
“Beni uzun boylu, etine dolgun, güzel bir kadın kar ıladı.
‘Yoksa beni tanıyor musunuz?’ dedi. Mırıldandım:
‘Yoo... hanımefendi... tanımıyorum.’
‘Henriette Bonnel.’
‘Aa!’
Ve birden betinin benzinin attı ını hissettim.”
(G. de Maupassant, “Madam Tellier’nin Evi- u Morin Domuzu”, sa:291)
“Bu me e duvarların arasına kapatılmı , belirsizlik içinde olmaktan usanmı lı ın giderek kısır bir döngü
içinde dolanıp durur hale getirdi i zincire vurulmu ve artık hastalık hastası olmu bir manastır ba rahibi gibi,
ortalıkta geziniyor, zaman zaman duraklıyor..... ve dalgın ya da dengesiz bir ruh durumunun di er belirtilerinin
yanı sıra kızarıyor, beti benzi atıyor, sakalını çeki tiriyordu.”
(H. Melville, “Benito Cereno”, sa:23)
“Bird’ün kendisi de içi yeni bo altılmı bir depo gibi bo luktaydı. Ak amdan kalmalık hala midesinde
ve kafasında zonklamalar halinde arkısını söuylemeye devam ediyordu. Bird, kokusu hayvanlardakini andıran
nefesini kesik kesik vererek ko turdu. Hastanenin ana binasındaki yataklı hastalar kısmına geçilen koridor asma
köprü gibi bir mimariyle yapılmı tı. O manzara Bird’ün huzursuzlu unu daha da artırdı. Üstelik yataklı hastalar
binasında, iki tarafında hasta odaları sıralı ancak uzaktaki ucunda ı ık görünen koridor, karanlık bir köprü gibiydi
Benzi atan Bird, adımlarını iyice hızlandırdı.”
(Kenzaburo Oe, “Ki isel Bir Sorun”, sa:104)
“Kar ısında dikilen delikanlı ahmakça ve tela la el kol hareketleri yapıyor, özür dilemeye çalı ıyordu.
‘Benim suçum evladım,’ dedi air gülerek. ‘Ben Doktor Holmes.’
‘Ben de Real efendim,’ dedi delikanlı titreyerek. Bir dükkan yama ına benziyordu. Benzi atmı tı.
Dönüp kaçtı.”
(M. Pearl, “Dante Kulübü”, sa:35)
“ eytan i i!… Ermi in kıçı ba rı açıldı,
Ne sırtında cüppesi, ne de tespihi kaldı,
Beti benzi kül oldu, sararıp soldu, a kın.”
(A. Rimbaud, “Dizeler”, sa:84)
“ SMENE
----------çimde hiç acıma duymadan bakmı tım bu sevdaya
adanmı genç, güzel ölülere.
Bizim ölülerimiz getirilinceye dek; sonra birden
anlamı tık büyüdü ümüzü.
Kız karde imi gördüm bir gün afakta - yazgısıyla
damgalı beti benzi atmı , elleri, giysileri, saçları toprak içinde.
çimize i lemi ti sabahın çiyi. Tir tir titremi tik.
Sonra gün birdenbire ı ıdı bembeyaz ve kara kargalarla
kalbura döndü.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin”, sa:206-7)
“Ya lı kadın, bürosunda oturmaktaydı. Kar ısında, yün kazak giymi , beti benzi uçuk genç bir kız
duruyordu. Islak ve da ınık saçları yüzünün iki yanından dümdüz sarkmı tı. htiyar kadın ona kalemi uzatarak
üzgün ve mü fik bir edayla unları söyledi:
-Bu ya ta bo ulmanız, do rusu yazık... mzalayın... imdi sonuna gelmi bulunuyorsunuz.”
(J.-P. Sartre, “
ten Geçti”, sa:56)
“Açık, yüksek alnında çok sık, çok kır saçları bir arslan yelesi gibi muntazam bir da ınıklıkla
kabarıyordu. Parlak gözleriyle beni bir süzdü:
-Sana ne olmu , dedi, betin benzin solmu !”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cil:II, sa:80)
“PETRUCHIO - E deneriz görürsünüz. Rüzgarlar durmak nedir bilmeden estikleri halde, da lar nasıl
bana mı demiyorsa, ben de öyleyim.
(Hortensio kafası yarılmı oldu u halde girer.)
BABTISTA - Aman azizim, noldunuz, neniz var? Neden betiniz benziniz bu kadar solmu ?
HORTENSIO - E er benzim uçmu sa diyebilirim ki korkudandır.”
(W. Shakespeare, “Hırçın Kız”, sa:49)
“Ama gerçek yüzümü aynada görür görmez
Pörsümü , benzim uçuk, erha erha ve köhne,
Kendime duydu um a k, ters dü er bana bu kez:
Kötü eymi insanın a k duyması kendine.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:62, sa:165)
“Ana kız, yata a henüz yatmı lardı ki Senyör Campireali, karısının odasına girdi; özel tapınım odasına
u ramı , orayı altüst etmi geliyordu. Elena’nın asıl dikkatini çeken ey, benzi ölü gibi sapsarı olan babasının,
kararını kesinlikle vermi bir adam gibi, yava yava hareket etmesiydi. Elena, ‘Mahvoldum!’ diye dü ündü.”
(Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:II, sa:39)
“Artık atını yönetecek gücü kalmamı tı, dengesini korumaya çalı tı ı sırada anayolun kıyısında bir
tarlayı belleyen bir köylü onun sapsarı yüzünü görünce yanına gelip Fabrice’e bir bardak birayla ekmek ikram
etti. Köylü ona:
‘Sizi bu kadar beti benzi sararmı görünce, büyük sava ın yaralılarından biri oldu unuzu dü ündüm,’
dedi.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:92)
“THEUROPIDES - Ya sen niye kaçmıyorsun?
TRANIO - Ölülerle aram iyi benim, bana dokunmazlar.
THEUROPIDES - Öyledir de demin niçin korktun? Betin benzin atıvermi ti.
(Terentius, “Hortlak”, sa:37)
“-Siz anadan do ma ebeymi siniz, dedi doktor.
Gertrudis, yavruca ı alıp karısının ölüm haberini bekleyerek, bir suç i lemi gibi beti benzi atmı , bir
kö ede büzülü duran babasına götürdü.
-Al sana, ilk o lun, Ramiro! Bak ne de güzel!”
(M. de Unamuno, “Tula Teyze”, sa:33-4)
“Romulo’nun bu sözü kar ısında annesinin beti benzi atıyordu, ama yine de ailenin yazgısına karar
vermek ona dü üyordu. Mabel, bir koltu a sı ınmı tı, durgundu. Anneleri, hala tadını çıkarabildikleri son
eylerin tadını çıkarıyormu izlenimini veriyordu.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:80)
“Beklediler birlikte, bir ba larına. Sonunda, Marylebone Kilisesinin saati ikiyi çaldı; beklediler. Derken,
Marylebone Kilisesi tek bir kere çaldı - saat iki buçuktu. Saatın buçu u vuru u yava ça sönerken, ön kapı
çekincesizce vuruldu. Miss Barrett’de betbeniz attı; hiç ses çıkarmadan yerinde oturmayı sürdürdü. Flush da
öyle.”
(V. Woolf, “Flush”, sa:50)
“Felaket haberini daha önceden almı olan Londralı hisse sahipleri, sözlerine kanıp pe inden gittikleri
Cyrus W. Field’i, beti benzi uçmu halde bekliyorlar.”
(S. Zweig, “ nsanlık Tarihinde Yıldızın Parladı ı Anlar”, sa:164)
Benzi kül gibi geçmek, olmak : Korku ya da heyecandan yüzünden kan çekilmek, sararıp solmak
Bk.: Benzi atmak, uçmak
“ ‘... Karım var, o lum kızım var diye güvenmesin. Haceli biliyor bunları. Biliyor da onun için benzi kül
gibi geçiyor...’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:65)
“Zavallı Mürüvvet, bir hayli u ra tıktan sonra vazgeçti:
-Nafile böce im... Sen hakikaten sallanmaktan korkuyorsun. Benzin kül gibi oldu, dü eceksin, dedi.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:263-4)
“Ama Yüzba ı Sagner’le Te men Luka ’ın a kın ve çaresiz bakı larını görünce, kendisine soru
sorulmasını beklemeden < vayk> atıldı:
‘ mparator Hazretleri’ne ihanet ettim diye beni kur una dizmeye kalktılar, komutanım!’
Gözleri yuvalarından u rayan Te men Luka , ‘Aman Tanrım, sen ne dedi inin farkında mısın?’’ diye
ba ırdı. Benzi kül gibi olmu tu.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:260)
“Daniel’e kaçamak bir bakı fırlattıktan sonra, daha da hevesle yumruklamaya devam ettiler. Daniel,
onlara yanlı kapı çaldıklarını anlatmak için dik dik baktı ve sırtını döndü. Sa da kasanın yanında, arkadan gelen
aydınlıkta, ince uzun, benzi kül gibi bir genç adam gördü..”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:134)
Benzi muma dönmek : Korku ya da heyecandan, üzüntüden yüzü sapsarı ve dümdüz, donmu olmak
“Irazca merdivenin ba ına vardı:
‘Bayram!’ diye ba ırdı. ‘Seninkiler çıkmı , baharın olsun Gara Bayram!’
Bayram anladı, onun da benzi muma döndü.
‘Gız ana kim söyledi?’ diye sordu.
‘Kim söyleyecek, aha köy içinde gol gola geziyorlar!’ ”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:137)
Benzin almak :
çki içmek için içki depolamak(Argo); Benzin kullanımı için depo doldurmak
“Çilingirle tipograf torbalarından birer i e çıkardılar; çilingir i eyi dikip içti, sonra kemancıya uzattı :
-Benzin alacak mısın?
-Yok, dedi kemancı, imdi istemem.
-A zının tadını bilmiyorsun ahbap.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:417)
Benzini tükenmi motor gibi : Gücü, kuvveti kesilmek üzere olan
“ ‘Garson da, benzini tükenmi motor gibi çalı ıyor,’ diyen Topaz’lının dili dama ına yapı mı tı
susuzluktan. ‘Bizim kasabada da de eri 400,000’i bulan adamlar vardır. Bil Withers, Albay Metcalf ve...’ ”
(O. Henry, “viski soda’, sa:40)
be-queath :
(HUKUK) <bi’kvit> : Vasiyet etmek, miras bırakmak
Beraber olmak : Cinsel ili kide bulunmak, birlikte bulunmak
Bk.: Birlikte olmak
“Bir sokak kadını ile ya amama ra men, her gece 2 veya 3 de i ik erkekle beraber olduktan sonra
benimle seks veya kendi deyimiyle ‘a k’ yapmak istemesi tuhafıma gidiyordu.”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:39)
“A k dalgaya benzer, bizi alır götürür. Kar ısında direnemeyiz. Ama üzülme, soylu bir ailenin kızıyla
evlenece imin bilincindeyim. Orada burada güzel kadınlarla beraber oldum, bazılarına da a ık oldum, ama
hiçbiri senin eline su dökemez.”
(H. Hesse, “Masallar”, sa:19)
Beraber yatmak : Beraber olmak, cinsel ili kide bulunmak
Bk.: Beraber olmak; Birlikte olmak
“SEVEN B R KADIN -... Evet, konu , konu , söyle, ne istersen söyle.... kendimi yerlere atarcasına
ıstırap çekiyordum. yi olmak, gözlerimi kapayabilmek için senin konu man yeterli idi. Hani bilirsin ya, beraber
yattı ımız zamanlar ba ıma her zamanki yerine koyar, kula ımı gö süne dayardım ve sen konu urken sesini
dinlerdim.”
(J. Cocteau, “ nsan Sesi”, sa:21-2)
“THERESE - Zannedersem o da bana bir nebze a ık.
BASTIEN - Herkes gibi, olabilir.
THERESE - Öyle ama, neden bilmiyorum, bizim seninle yattı ımızı yola çıkmadan önce ö renmesini
istemiyorum onun..”
(Ch.Vildrac, “Sonsuz Yolculuk”, sa:56)
Berat Gecesi : (MÜSL.)
a b a n ayının 15. gecesidir. B e r a t : Borçtan, suçtan, hastalıktan ve insana
üzüntü veren sıkıntılardan kurtulma anlamlarına gelir.
“Yüce Allah, Berat gecesi’nde ba ı lanma iste inde bulunan kulların dileklerini geri çevirmez. Ancak
Allah’a ortak ko anlarla kin tutranlar bu genel aftan yararlanamazlar. Bir hadis-i erif’te: ‘Yüce Allah, aban
ayının yarısında kullarının durumunu gözden geçirir. Allah’a e tanıyanlarla kin tutanlardan ba ka bütün
kullarının günahlarını ba ı lar.’ buyurulmu tur. (Et-Tac. C 2, sa 93).
Bu gecede rızık isteyenlere bol rızık verilir. Hasta olanlara ifa gönderilir..................
Sevgili Peygamberimiz öyle buyurmu tur:
‘Berat gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde oruç tutun. Yüce Allah o gece güne do uncaya kadar
dünyaya rahmet gönderir ve öyle buyurur:
-Yok mudur ba ı lanmak isteyen? Ba ı layayım,
-Yok mudur rızık isteyen? Rızıklandırayım,
-Yok mudur dert ve hastalı a yakalanan? ifa vereyim,
-Daha ne gibi dilekleri olan varsa istesinler vereyim.’
( bn Mace, Es-Sünen ‘ kame’ c 1, s. 444, Hadis 1388.) “
(Kemal Güran, “Müslümanın El Kitabı”, sa:233)
berate : (DAVR.) <bi’reyt> :
Azarlamak, de erini dü ürmek
Berbat; Berbat etmek : Fena, çok kötü; Bir i i çok kötü yapmak
“ ‘... New York’ta oldu um o süre içinde aklımda cinayetten ba ka bir ey yoktu. Berbat bir eydi.
Orada korkunç günler geçirdim.’
‘Niye yapmadın peki?’
‘Çekip gitmek cesaretini buldum.’
‘Çok soylu bir davranı .’ ”
(P. Auster, “Kilitli Oda” -New York Üçlemesi 3-, sa:123)
“Sonumu beklerken tüm cesaretimi ve erkekçe direnme güücümü yitirdi imi itiraf edebilirim. Hiçbir
avuntum, umudum, dostum veya insanca duygum kalmadı. Karım içinde bulundu um berbat durumu
anlayabilecek halde de il, çünkü bilinçsiz bir durumda hasta yatıyor. Bu ta zindanda eytani ruhumla
ba ba ayım ve yarın ölece im!”
(Ch. Dickens, “Gizemli Öyküler-Bir Hapishanede Bulunan tiraflar”, sa:80)
“Durum ölümcüldü. Yüzlerine baktıktan sonra yapacak bir ey yoktu. Hay allah! Ne yapabilirdi? Bunlar
da insandı, onlara hakaret edemezdi. Bir dilenci gördü ünde elini cebine sokmasına neden olan güdü onu u
anda çaresiz bırakmı tı. Yoksul, sefil kızlar! Onları apar topar gecenin karanlı ına salacak yürek yoktu onda.
Ansızın Gordon’un kendisini sürükledi i bu berbat serüvene katılma zorunda kalaca ını anladı.”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:197-8)
“Genellikle yatak odasında dört ki i yatıyorduk; berbat bir yerdi; kendi amacının dı ında kullanılan bir
oda nasıl görünürse, öyleydi. Ev, yıllar önce, sıradan bir konutmu .”
(G. Orwell, “Wigan skelesi Yolu”, sa:21)
“Jéronimo’sunun in aatı gözetece i ya da dört-be katlı bir ev yaptıraca ı yer; havasız, bo ucu, yoldan
uzak, in cin top oynayan berbat bir yer, ama hepsine para kazandıracak olan da buydu i te...”
(R. Rogas, “Dorotea’nın arkısı”, sa:230)
“Kızı görünce, kedi do rudan Mariana’nın kollarına ko tu. Kız, sarılarak kar ıladı hayvanı. Öptü, sonra
pi man oldu. Kaçaklı ı süresince bir hastalık kapmı olmalıydı. Ok adı. Kedi titriyordu. Katy yanına geldi.
-Berbat halde, dedi.
-Orospuluk etmeye gitmi olmalı.
-Tabii ki.”
(S. Roncagliolo, “Dokunu lar”, sa:174)
“ ‘Pierrette ne dedi?’ ‘Deliler gibi güldü,’ dedi Guigard berbat bir halle. ‘Ya adam?’ ‘Anladı. Elimden
geldi ince bir eyler söyledim, ama bir çeyrek sonra yaylandı gitti.’ ”
(J.-P. Sartre, “Duvar-Bir Yöneticinin Çocuklu u”, sa:224)
“Görevlerinin gereksinimlerini, içinde bulundukları durumu anlatmak, devletten yardım dilemek
oldu una içtenlikle inanıyor; birtakım açıklamaların, isteklerinin onlara dü man grubu destekledi ini, her eyi
berbat edebileceklerini hiç mi hiç anlamıyorlardı.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:715)
berceuse :
(MUS.,FR.) <ber’söz> : Bebeklerin uıyutuldu u ninni; salıncaklı koltuk, be ik sallayan kadın
Berdu : Serseri, yatacak yeri olmayan, ba ıbo
Bk.: Hane berdu
“PARÇALAR
Tellaklarla sürtükler
aynı sanatı yaparlar
ıslatıp berdu larla beyleri
aynı toplumsal yalakta.”
(Anonim, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:173)
“ANNEC
M <1867>
Sen misin anne böyle inleyen
Sen misin üç yıl beni ilenen,
Ki berdu gizi geziyorum bak
renç eylerle kar ıla arak?”
(Hristo Botev<1848-1876>-Ahmen Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
02.02.06)
“Çin diye bir ülke oldu una veya ABD veya Vietnam gibi bir yere, bir zamanlar çocuk oldu una, hayır,
aslında buna inanmak zor de ildi; onu unutamazdı. Bir de erkeklik ça ını: i ler ve kadınlar, sonra kadınsızlık, ve
imdi i sizlik. 60’ında bir berdu , bitmi .”
(Ch. Bukoswki, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:87)
“PENCEREDE
-----------------Acaba zehir mi içti gizlice
lk kez bunca siyah gördüm ben onu
Berdu dola ıyor yamaçta gece
Zehirlenmi gibi ayrılık sonu.
(Evtim Evtimov<d.1933>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
11.06.09)
“-..... O kadında kendini seçilmi bir kurban haline getiren bir eyler var. Onu ayya ve le gibi kokan
iki berdu un kolları arasında görünce heyecanlandım. Ne unutulmaz bir andı!’
-Tamam, buraya kadar hikayeni biliyorum. Ama daha sonra neler oldu unu ö renmek istiyorum.
-Kesinlikle ola anüstü bir kıçı var, diye devam etti Avenarius, sorumu hiç umursamadan. Herhalde
okula giderken sınıf arkada ları çimdiklemi lerdir onu. Her defasında o soprano sesiyle tiz bir çı lık kopardı ını
hayal ediyorum.....”
(M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:290)
“UMUTSUZLUK DOLU
------------------------------Yorgun bir sabahın yalnızlı ında,
sönerken ömrümün ölgün yıldızı,
berdu kalbimdir o ut mızrabında
titreyip a layan basıp avazı.”
(Nikolay Liliyev<1885-1960>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
26.03.09)
“Berdu ya amının ba ka bir büyük kötülü ü de, bu insanların aylaklık etmek zorunda kalmalıdır.
Serserilik konusundaki yasalarımız gere i, her ey öyle ayarlanmı tır ki, berdu ya yollarda yürüyecek ya da bir
hücrede oturacaktır..... Bu adamların her gün hücre duvarlarına bakarak geçirdikleri zaman birbirine eklense,
belki on yıllık bir süreyi bulur. Ülkeye adam ba ına en az bir sterline mal oluyorlar. Kar ılı ında ülkeye hiçbir
ey vermiyorlar.” ..... “Berdu un ya amının bo yere akıp gitti i bir kez kabul edildikten sonra, sıra, o ya amı
iyile tirmek için ne yapılabilece i sorusuna geliyor..... Yine de berdu ları yararlı kılmanın açık bir yolu vardır; o
da u: Dü künevlerinden her biri küçük bir çiftlik i letmeli, ya da en azından yerinde tüketilecek sebze ve
meyveler için bir bostan ektirip biçtirmeli, böylelikle eli kolu i ler her berdu oraya geldi inde do ru dürüst bir
i yapmı olur.” ..... “Bugün yürürlükte olan sistemde de, berdu lar öylesine yitirilmi tir, çünkü yalnız
çalı mamakla kalmıyorlar, aynı zamanda sa lıklarını çürüten bir beslenme biçimine ba lanıyorlar; yani sistem
hem ya am hem para yitiriyor.”
(G. Orwell, “Paris ve Londra’da Be Parasız”, sa:245,6,7)
bereave :
(DAV.,PSYC..) <be’rev> : Mahrum etmek; breavement <berev’ment> : keder, matem, hicran
Bereket (ki); Bereket versin (ki) : Allahtan, iyi ki, çok ükür; Satıcı, alıcı, dilencinin alı -veri ten sonraki
‘Kazancım iyi oldu’ gibilerden ükranlık sözcükleri
“TÜKEND M Z YERDE ÇO ALMAK
-------------------------------------------------Uçsuz bucaksız sayılanır kendince ba layan,
Birbirini ça rı ır dü ünceler aralıksız;
Onulmaz acılara do ru güzelle ir insan,
Bereket versin gene de sıcak ellerimiz.”
(Sabahattin Batur<d.1920>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1, sa:516)
“Adelaida vanovna kocasının arsızca diretmelerinden, dilencili inden o kadar bezmi , i renmi ti ki
sadakası olsun diye boyun e ecekti. Bereket versin ailesi araya girerek anaforcuyu azıcık hizaya getirdi.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:6-7)
“ ‘Alan G. Thomas’a , Mazet Michel, Fransa, Ekim 1958 - Burası son derece yaban bir yer, her taraf
sivrisinek ve Çingene dolu, çok iddetli olan son sellerden de zarar gördü; Sommieres bileklerine kadar ırmak
sularının içinde kaldı. Bereket versin, suların süzülüp aktı ı bir tepenin üzerindeyiz. Hala da korkunç bir
karı ıklık içindeyiz, her eyi yoluna koymaya çalı ıyoruz....... kinize de sevgiler, Larry.’ ”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:183)
“Mahallenin en haylaz, -hatta vah i diyebilirim- bıçkın, küfürbaz, kavgacı çocu u Hulusi. Sürekli
Sırpça küfürler okuyor, bereket ki anlamıyorum. Bu baldırı çıplak, her Allahın günü, elinde ince bir sopa ya da
kamı , kelebek avında. Bizim evin kar ısındaki çıkıntıda oturuyorlar ama, ailece görü müyoruz. Arada sırada
kapıda boy gösteren cılız, rengarenk basmalara bürünmü annesinin kuca ında ve karnında birer bebek daha var.
Baba ortalıkta yok.”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:77)
“Bu kadar zarif bir vücudun içine bu kadar kapkara bir ruh koymu olan Aziz Tanrı, haksızlık etmi ti.
Bu kız, her saf insanı ba tan çıkarırdı. Bereket, Pavel bu kadar saf de ildi ve görünü e bakarak aldanmamasına
imkan yoktu.”
(E. Eschenbach, “Köyün Çocu u”, sa:236)
“KOM SER - Durduruldu bile, bereket versin, kapının önüne iki tane adamımı dikmi tim. Neyse ki
enselediler onu. Yoksa fıyacaktı.
ROSA - Ne demek ‘fıymak’? En fazla, evine giderdi. Ya da benim evime.”
(D. Fo, “Yüzsüz”, sa:30)
“ ‘Soytarı, hokkabaz, akrobattı, bize ilk geldi i günlerde. Zihnim, Heldenbruck’un yaptırdı ı perhizden
yeni yeni sıyrılıyordu. Harikalara susamı tım, kolay inanıırdım, meraklıydım..... kulaklarımdan gerekti i kadar
ruble çıkardı ını gördü üm zamanki esrar etkisini silenedi; tam manasiyle deh ette bırakmı tı bu beni, ama
seyredenleri çok e lendirmi ti, çünkü hep o sakin haliyle: ‘Bereket versin ki bu çocuk bitmez tükenmez bir
kaynak,’ diyordu.”
(A. Gide, “Vatikan’ın Zindanları”, sa:59)
“... Takunya gibi bir ey... Bizim irket vapurları ona oranla transatlantikler gibi mükemmeldir... Fazla
olarak da ba tan ba a e ya ve yolcu ile dolu... Oturulacak, durulacak yer yok... Bereket versin ki yolculu umuzun
sonu yakla mı tı.”
(R.N. Güntekin, “Bir Kadın Dü manı”, sa:31)
“Deniz, bu mevsimde çok güzel ve sakin, fakat ne esizdi. Bazan saatler geçer, üzerinde bir yelken, ince
bir duman parçası görünmezdi. Hele ak amüstlerine do ru sular, insanı hasta edecek kadar geni liyor ve
yalnızla ıyordu. Bereket versin ben, bu tehlikeyi daha evvelden hissediyor, sahildeki kayaları kahkahalarımla çın
çın öttürüyordum.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:63)
“Ortalardaki ranzalardan birinde, adamın biri sessiz sakin anlatıyordu:
‘Tüymeye kalkı ıp da buraya, sizin aranıza getirilmeden, 12. Ko u ’ta yattım bir süre. Orada durumu
daha hafif olanlar kalıyordu. Bir gün ta ralının tekini getirdiler ko u a. Adamca ıza, bir gece evinde askerleri
yatırdı ı için on dört gün vermi lerdi. Önce gizli örgüt toplantısı falan sanmı lar, bereket sonradan adamın bu i i
para için yaptı ı anla ılmı .’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:119)
“Bereket versin, Romanya gelenekleri bu kabullenme i ini kolayla tırıyordu: bir yandan papaz, öte
yandan ‘yüzsüz’ baba ça rıldı ve çardak yavuklular, papazın önüne diz çöküp tanrısal kutsamaya ula tılar.”
(P. Istrati, “Minka Abla”, sa:124)
“Satıcılar da Anna’ya hep aynı eyi söylerlerdi. lkin Thüringerler’in iflasına inanmamı lardı, ama
yava yava gerçe i kabul etmek zorunda kalmı lardı. Artık alacaklarını istemek akıllarına gelmiyordu. Sırf
ba lılıkları yüzünden geliyorlardı. Burası, eskiden göz kırpmadan para da ıtan bir evdi. Oradan bereket versin
çok kazanmı lardı.”
(P. Istrati, “U ak”, sa:117)
“ akır akır ya an ya murun altında istasyondan buralara kadar yürüyüp katibin önüne sırsıklam, suçlu
bir insan gibi çıkmı oldu umu unutmaya çalı tım. ‘Yolu biliyordum bereket, yoksa halim nice olurdu’ diye
içimden tekrarlaya tekrarlaya oda istedi imde, katip, ‘Talihiniz var beyim,’ demi ti, ‘böylesine ya mur
yapmamı olsaydı, bu sabahtan komple olurdu burası!’ ”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:9)
“... imdi bizden ba ka in, cin yoktu. Bereket versin, beygir, biraz ilerde ikiye ayrılan yolun sa ına
sapmadı. E er o hızla, dik inen sa daki ini e sapsaydı, biraz sonra hem kendi, hem araba, hem ben, hende in
içine yuvarlanıp tuzla buz olacaktık.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:48)
“... ve üzerimde, içinde elektrik ampulleri bulunan bir kafes vardı. Sözde bu ampuller benim sa lı ıma
kavu mama yardım edecekmi . Maalesef, ampullerden biri kalçamla temas halindeymi . Ben henüz anesteziden
uyanmak üzere oldu umdan farkında de ildim, bereket hem irelerden biri zamanında görmü .”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:12)
“Necib, ‘Omlet enfes’ diyordu; Süreyya gülerek:
-A çıya kalsa bize yemek haram olacak... Bereket versin küçük hanıma... O kendini yoruyor ama
kocacı ına... Ay, kocasına diyecektik...”
(M. Rauf, “Eylül”, sa:67)
“AYRICALIK
---------------Burada oturuyorum, bu numarada, bu sokakta. Birden
havaya kaldırıyorlar beni (sandalyeyle çiçe i de),
ve yeniden ba lıyor bu a a ı yukarı ini çıkı bilmiyorum. Bereket versin, küçük aynayı cebime
koyacak vakti bulabildim.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-alı tırmalar”, sa:104)
“FALSTAFF - Bana mı söylüyorsun karardı, morardı diye? Ben kendim yedi im dayaktan,
gökku a ının ne kadar rengi varsa hepsini sıraladım. Az kalsın Bradford cadısı diye yapı ıyorlardı yakama.
Aklımı ba ıma toplayıp, zararsız bir ihtiyar kadın taklidini mükemmel becerdim de kurtuldum bereket. Yoksa
güvenlik görevlisi olacak herif büyücü diye deli e tıktı ı gibi, kastıracaktı bacaklarımı cendereye.”
(W. Shakespeare, “Windsor’un en Kadınları”, sa:123)
“HECTOR - Bir saniye gecikseydim, kadınca ız öbür dünyayı boylamı tı.
MAZZINI - Vah vah. Demek ölmesine ramak kalmı tı. Bereket tam zamanında imdadına yeti tiniz.
Ellie’ci im, Mr. Hushabye bana akıllara zarar...”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:33)
“ te, son derece mutsuz oldu um evde tek ba ımayım. Bereket, Leo beni görmeye geldi. Leo beni
seyirciler arasında da görmü , kendi oyunu üzerine fikrimi ö renmek istemi ti ama, ben her ne kadar onun
oyununu seyrettimse de kendi sıramı bekleme heyecanı yüzünden hiçbir eye dikkatimi veremedi im için bir ey
söylemedim.”
(K.S. Stanislavsky, “Bir Aktör Hazırlanıyor”, sa:25)
“Bir Pazar olan ertesi gün, Elena, annesiyle birlikte kiliseye gitti; bereket versin ki babası arkalarından
gelmemi ti. Kilisede ilk gördü ü insan, Giulio Branciforte oldu. Bir bakı ta, onun yaralı olmadı ından emin
oldu. Mutlulu una son yoktu.”
(Stendhal, “ talya Mektupları”, Cilt:II, sa:41)
“Bereket versin ki, kontes be altı yıldan beri çok zengin bir delikanlıya büyük bir dostlukla
ba lanmı tı. Bu genç adam aynı zamanda kontun da en yakın dostu olup, o sıralarda Milano’da bulunabilecek en
güzel ngiliz atlar ko ulu arabayı, Scala tiyatrosundaki locasını, yazlıktaki atosunu onların emrine vermekten
geri kalmıyordu.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:36)
“Durum pek iyi görünmüyordu. Gözucuyla, iki gencin hafif bir hareket yaptıklarını fark eder gibi
oldum, ama belki de bu yalnızca bir kuruntuydu.
‘Bana bulun onu,’ dedim çabucak. ‘Odamda bekliyorum.’ Bereket versin, cebimde iki adet yirmi
dolarlık banknot vardı. Parayı ufak, renkli ta ların arasına yerle tirip bavulumu aldım.”
(A. Tabucchi, “Hint Gece Müzi i”, sa:19-20)
“- lle tutturdu. Anadolu’ya geçecek... Bereket versin Nuri Usta tersledi. ‘Orada subay kıtlı ına kıran
girmedi. imdi bize gemi kahvecisi lazım’ dedi de zaptetti. Ama hiç umudum yok!”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:145)
“Annem i ine çok ba lıydı. Noel’de hastalarından yı ınla kart gelirdi. Onların hepsini çok severdi. Ama
eve döndü ünde hep yorgun olurdu; o yüzden çok geçmeden sorularımla onu rahatsız etmemeyi ö rendim. Artık
kendim sorup kendim yanıtlıyordum. Sonra bereket okula ba ladım.”
(S. Tamaro, “Tek Ses çin”, sa:9)
“ ef olacak anlayı sız adam beni beni tebrikte gecikmedi. Kanaatınca çalı mak böyle olurdu. Artık
i imi azami yava lıkla yapıyordum. Bereket versin bir zimmet (Birisinin parasını kendinin ya da ba kasının hesabına
geçirmek), bir matlub (Alacak), bir bilanço gibi sözüklerde gizlenen hayal dünyasının farkında de illerdi.”
(C. Sıtkı Tarancı, “Gün Eksilmesin Penceremden-Kötülük Yapayım Derken”, sa:146)
“Kızların Jean’a yardım ettikleri filan yoktu, yaygarayı daha arttırmı lardı. Bereket versin, Frimat isimli
bir kom u kadın, nihayet gürültüyü i itip geldi. ri kemikli bir kocakarı idi, iki senedir, kötürüm kocasına
bakıyor, sahip oldukları bir arpandan (bir hektara yakın bir ölçek) ibaret tarlayı, bir çift hayvanı inadıyla kendisi ekip
biçerek adamı ya atıyordu.”
(E. Zola, “Toprak”, Cilt:I, sa:144)
Bereketli dölü olmak : Çok ve hayırlı çocukları olmak
“ANNE -... Evet baban ba a götürürdü beni. Soyu sopu temizdi, helal süt emmi ti. Bereketli dölü vardı
atalarının senin. Bayıldı ım ey bu benim: Erkek dedi in tam erkek olmalı, bu day dedi in has bu day.”
(F. Garcia Lorca, “Kanlı Dü ün”, sa:5)
Berelemek : Yaralamak, derisini örselemek, çiziktirmek
“Uzun saçlarını kafalarının üstünde toplamı olan Galyalılar, karpuz ve limonları kapı ıp kabuklarıyla
yiyorlardı.”Ömürlerinde ıstakoz görmemi Zenciler, bunların kırmızı dikenleriyle yüzlerini bereliyorlardı. Tıra
olmu Yunanlılar tabaklarındaki artıkları arkalarına atarken, kurt postu giymi Brutium çobanları önlerindeki
yeme i e ilmi , sessiz sedasız atı tırıyorlardı.”
(G. Flaubert, “Salambo”, sa:14)
Bergemot : Turunçgiller familyasından, limon a acına benzer, küçük, beyas, güzel kokulu çiçekleri olan turunç
a acı
“ ‘ te yasemin! te alkol! te bergamot! te aselbent! Diye hırıldamasını sürdürdü çocuk; saydı ı her
isimle birlikte, i elerin oldu u rafların olsa olsa hayal meyal seçebildi i karanlık odanın içinde ba ka bir
noktayı gösteriyordu.”
(Patrick Süskind, “Koku”, sa:79)
BERGSON, Henry : (FEL.) Ça da Fransız, dü ünür, filozof (1859-1941). Prensip itibariyle, e zamanlı
olarak Almanya’da geli en i d e a l i s t ya am’ın Fransa’daki temsilcili ini üstüne aldı ı gibi, ayni zamanda
S ü r e ç f e l s e f e s i adı verilen yeni bir olu umun geli me ve büyümesine katkısı bulunmu tur.
“XIX. y.y.’da ortaya çıkan m a t e r y a l i z m dirimselcilik kar ıtlı ından yo un bir ekilde etkilenen
Bergson, bilim’in bulgularını, özü itibariyle, bilimsel olmayan bir ‘gerçeklik’ anlayı ına ula ım için kullanmı tır.
M e t a f i z i i, dinamizm ve süreklili in önemini vurguladı ı, aklın -yalnız ba ına- ‘gerçekli in yapısını
bilmeye’ yetkili olmadı ını dile getirdi i için, Bergson, Romantik gelenek içinde yer alır. ‘Sezgi’ye, Gerçekli in
bilinebilmesinde çok önemli bir rol oynadı ına inandı ı, dolayısyla bu fikri savundu u için, XIX. y.y. dü ünürü
Schopenhauer’e çok yakla ır.
lk çalı malarını ‘zihin’ ve ‘beden’ arasındaki ili ki konusuna ayıran filozof, ruh’un beden’den
ba ımsız oldu unu; belle in ve Evrim’in mekanik bir tarzda geli meyip, y a r a t ı c ı oldu unu iddia etmi tir.
Bir insanın geli me sürecinde, biri ‘i ç g ü d ü’ ve di eri ‘z e k a’ olan iki çizginin var oldu una i aret eder
Bergson. Bu iki öge’nin klasik ya ama atılmada esas oldu una inanır. B i l i m’i reddetmez, ama, söze
dökülemeyen gerçekli e nüfuz eden <etkileyen, i leyen> nesne’lere do rudan ve araçsız temas kuran ba ka bir
b i l g i t ü r ü daha vardır ki, en az ‘bilimsel bilgi’ kadar önemlidir, der. Oldukça inanır toplayan Bergsonism
için, onun S e z g i c i l i k ve r a d e c i l i k prensiplerinin önemini bir kez daha hatırlatalım.”
(A. Cevizci, “Felsefe Sözlü ü”, sa:129-31)
Berhudar ol : Tanrı sana uzun, sa lıklı ve iyi günler ihsan (hediye) etsin ba lamında bir niyet sözcü ü
“... Ali Onba ı büyük bir co kuyla onun ayaklarına kapanıp üç kere öptükten sonrra gene niyaza durdu,
elini aldı, dudaklarına, alnına götürdü. Anacık Sultan, ‘berhudar ol o lum,’ diye, onu omuzundan tuttu kaldırdı.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:IV, sa:479)
Beri bak : Buraya bak, bana bak
“ ‘Hökümet de hep kendini dü ünüyor bilader.’ diye söylendi Muhtar. ‘Yaz gününde, hemi de
ak amınan olacak i mi bu? imdi çıkar da kaç ev dola ırsın? Sapır sapır uykuya dökülüyor millet. Beri bak
Tasıldar! Valla ben sana imdi bir yol gösterir, hemi de bir zopa çekerdim emme, ba ımda u i ler var.’ ”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:115)
Beri benzer : Sıradan, alelade
“-Ne cevap (yanıt) verdin?
-Bilmiyorum, dedim. Bizim partiden de ilse söyle yazılsın dedi. Öyle beri benzer kimseleri be enmez.
Sana uracıkta kanı mı kaynadı nedir?”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:54)
Beriki : Bir di er kimse, bir önceki ki i; Söz sahibi ki i; Bu ki i (‘Öteki’ye kar ıt)
“D’Arrast bir an duraksadı, sonra istenen belgeyi çıkarıp uzattı, beriki bunu hırsla kaptı. Pasaportu öyle
bir karı tıran uzun boylu, sarsak adam, pek belirli bir ho nutsuzluk gösterdi. Cüzdanı, kılını kıpırdatmadan bu
öfkeli adamı seyreden mühendisin burnuna do ru uzatarak yine söyleve ba ladı.”
(A. Camus, “Büyüyen A aç”, sa:48)
“Farama giysilerini giymeye ba ladı, ama hala uykuluydu ve elleri titredi i için zorlanıyordu.
‘Birdenbire hava so udu,’ dedi gardiyanın gözlerini özür dilercesine ara tırırken.
‘Sana söylememem gerekiyordu,’ diye fısıldadı beriki, ‘ama araba bekliyor. Acele et...’ ”
(M. Eliade, “Ya lı Adam ve Bürokratlar”, sa:73)
“Beriki, devlet memurlukları pe indedir; öteki, oca ının kö esinde durmaktan ba ka bir zevk bilmez.
nsanların büyük bir kısmı, bitmez tükenmez davaları izlemek için kendilerini azaba sokar..”
(D. Erasmus, “Delili e Methiye”, sa:89)
“Aldı beriki:
‘Efendim, dünyada türlü türlü allahlar var: yemek allahı, gezmek allahı, uyku allahı; giyinmek,
ku anmak, mide allahları ve ilah. Ben de bütün bunların...’
-Beyler, Hoca gelecek, lütfen ko u a girin.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Laf Salatası”, sa:14-5)
“Ü ü tü kokuya elliden çok bokböce i
vızıldayarak. Kimi saldırıyor,
kimi pikeye geçiyordu (?)...,
kimisi de (di lerini biliyordu?)...,
berikiler de kapıların üstüne dü üyordu...
Cephanelik’te...”
(Hipponaks, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:65)
“Biliyorsunuz, kendi yazgım var, ba kasının yazgısında da gözüm yok. Ba ımsızlı ına dü kün bir
insanım, hiç kimseye köle olmayı da istemiyorum. Ne kimseyi seviyorum, ne de kimseden nefret ediyorum; ne
unu aldatmak, ne berikinin ardına dü mek; ne ununla akala mak, ne de bununla e lenmek istiyorum.
Köyümüzdeki çoban kızlarla olan içten sözlerim ve keçilerim yeterince oyalıyor beni. steklerim u da ların
ötesine geçmiyor.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:88-9)
“Biraz sonra ba ımı kaldırdım; meraklı bir tavırla beni süzüyordu. Gardiyanlar bir ot minderin üstüne
oturmu lardı. Koca sıska Pedro ba parmaklarını çeviriyor, öteki de uyumamak için zaman zaman ba ını
oynatıyordu.
-I ık ister misiniz, diye Pedro birden sordu doktora.
Beriki, ba ıyla ‘Evet,’ dedi. Doktorun bir me e oduna kadar kafasız oldu unu dü ünüyordum.”
(J.-P. Sartre, “Duvar”, sa:19)
Beri yanda(n) : Di er taraftan, bu i ler olup biterken; ki mesafeden ki iye daha yakın olanı
“Her eyi devindirenin (Allah) anı bütün evrene i ler ve bu yanda daha çok, beri yanda (Allah kendini
insanlarda hayvanlardan, hayvanlarda bitkilerden daha fazla gösterir!) daha az ı ıldar.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:III ‘Cennet’, sa:5-6)
“Beri yandan hancı, katırcılara, bu adamın çılgının teki oldu u konusunda kendilerini uyardı ını ve
hepsini öldürse bile cezalandırılamayaca ını haykırıyordu.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:24-5)
“Beri yandan, gelen yolcu da dü ünmekte: ‘Acaba nasıl bir yere çıkaca ım?.. Kız mıyım erkek mi?..
Güzel miyim yoksa çirkin mi, bilmiyorum!”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi”, sa:7)
“... yemek yedikten sonra, dilini di lerinin üzerinde dola tırıyordu; çorbasının her yudumunu höpürdete
höpürdete içiyordu; beri yandan, i manlamaya da ba ladı ı için, zaten küçük olan gözleri, elmacık kemiklerinin
i kinli inden, akaklarına do ru çıkar gibiydi.”
(G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:70)
“Beri yanda Benoni, kör de ne ini bellemi , her yıl devletin postasını ta ır da ta ır; i ini bilir o; posta
çantasının üzerinde hükümetinki gibi armalı, asmalı bir kilit vardır.”
(K. Hamsun, “Benoni”, sa:3-4)
“Zaman ne kadar da uzun; çabuk geçsin isterdim, geçmek bilmiyor. Beri yanda, hiçbir üzüntüm yok, en
keyifli ömrü ben sürüyorum; oh, her eyden memnununm, sonra da otuz ya ındayım, ihtiyar sayılmam.”
(K. Hamsun, “Pan”, sa:11)
“Beri yandan, öyle görülüyor ki bazı oyunlar da yine föyton (Fr.: Feuilleton: Edebiyat ele tirileri) kapsamına
girmekteydi ve okuyucular bu oynamaya te vik ediliyor, oyunlardan yararlanarak bilgi malzemesiyle a ırı
beslenmelerine bir canlılık getiriliyordu.”
(H. Hesse, “Boncuk Oyunu”, sa:20-1)
“Oteldeki odasında daldı ı uykudan uyanınca, eli komedinin üzerinde duran kitaba uzandı, çıktı ı
gezilerde çokluk yanına aldı ı Schopenhauer’in bir kitabıydı bu. Rasgele açıp içinden bir cümle okudu: ‘Geride
bıraktı ımız ya am yoluına dönüp baktık mı, hele gözlerimizi attı ımız mutsuz adımlarla bunların sonuçlarına
çevirdik mi, falan eyi yapıp filan eyi nasıl ihmal etti imize <gerekli önemi vermemek> çokluk akıl
erdiremeyiz, dolayısıyla sanki yabancı bir güç adımlarımızı yönetmi gibi gelir bize. Goethe ‘Egmont’ da öyle
der: nsan kendi ya amına yön verdi ini, kendi kendisinin kılavuzu oldu una inanır; ama beri yandan en içsel
varlı ıyla, kar ı konulmaz bir güç tarafından yazgısına do ru çekilip götürülür.”
(H. Hesse, “Klingsor’un Son Yazı”, sa:77)
“Hummalı bir bekleyi le masanın ba ında taburede oturuyor, rahibin yardımını sa lamak için ona neler
söyleyece ini tek tek zihninde tasarlıyordu, çünkü i e buradan ba laması gerekmekteydi. Beri yandan, kapının
altından sızan ı ı ın azar azar güçleni ini açgözlülükle izliyordu. Birkaç saat önce kendisini korkudan eli aya ı
tutmaz duruma sokan an’a imdi özlemle yanıp tutu arak kucak açıyordu; sabırsızlıktan çatlayacaktı adeta.”
(H. Hesse, “Narziss ve Goldmund”, sa:314)
“Beri yandan, okulda pineklemek bana artık zevk vermez olmu tu. Omuzlarım alabildi ine geli iyor,
yüzüm ve ensem güne te kararıyor, vücudumun dört bir yanındaki kaslar geli ip güçleniyordu.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:31)
“Belki ilerde bir kimseye rastlarız diyen annesiyle o lu hemen kalkıp yola koyuldu, ko ar adım
yürümeye ba ladılar. Tam kayı ın yakınına gelmi lerdi ki, Kamala oldu u yere yı ılıp kaldı, daha fazla ileriye
gidemedi. O lan acı acı ba ırdı, arada boynuna sarılıp öptü annesini, beri yandan annesi de o lan gibi sesi
çıktı ı kadar ba ırıp yardım istedi.”
(H. Hesse, “Sidarta”, sa:131)
“Pınarın kıyısında diz çökerek ba ımla ellerimi suya daldırdım. Sonra, Kutsal Kitap’ta sözü geçen, Kral
Gedeon’un kötü askerleri gibi, yüzükoyun yatarak kana kana su içtim. Beri yandan da, kılavuzumla kimli i
belirsiz adamı gözlüyordum.”
(P. Mérimée, “Carmen”, sa:42)
“Ancak 1894 Haziranından 1895 Eylülüne kadar her Allahın günü mengene ve torna tezgahı ba ında
dikilip e eleme, delik delme, frezeleme i leri yaptı ı, arada bir kilisenin çatısında sa a sola tırmanıp çanların
yerine asılmasına yardım etti i, beri yandan ‘Çarklar Arasında’ romanındaki Hans Giebenrath gibi ‘Eyalet
Sınavı Çilingiri’ diye ça ıırılıp pek çok alayı sineye çekti i bu yıl, içine dü tü ü bunalımı kendi çabasıyla
atlatmanın üstesinden gelir.”
(B. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:37)
Berkitmek; Berkitilmek : Sa lamla tırmak, kuvvetlendirmek; Sa lamla tırılmak, kuvvetlendirilmek, takviye
edilmek
“Bu dünya onunla mutluluk buldu,
Onun da hiç bitmesin mutlulu u!
Zafer sancakları inmesin burçtan,
Daha da berkitsin onu Yaradan!
Kökleri de onun gibi dal verir,
Has tohumdan has bitkiler göverir...”
(Sa’di, “Gülistan”, sa: 25)
“ te böylece karanlıkta bekledi. Ansızın yüzüne, yana ının yan tarafına yava , ama okkalı bir darbe
yedi. Beklentiyle öyle gerilmi ti ki irkildi ve eli kılıcına gitti. Darbeler alnında ve yanaklarında düzineler halinde
yinelendiler. Kuru ayaz öyle uzun sürmü tü ki bunların dü en ya mur damlacıkları olduklarını ancak bir süre
sonra kavradı; darbeler ya mur darbeleriydi. lkin yava ça, a ır a ır, birer birer dü tüler. Çok geçmeden altı
damla altmı , derken altı yüz oldu; sonra bir araya gelip sürekli bir fı kırtı halini aldılar. Sanki katı ve berkitilmi
gökyüzü gürül gürül akan tek bir çe me halinde dökülmekteydi. Be dakika içinde Orlando, iliklerine kadar
ıslanmı tı.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:46)
Berlin : Federal Alman Cumhuriyetinin idare merkezi; Askı donanımlı, kapıları camlı, dört ki ilik lüks kapalı
at arabası
“Bay d’Anquetil:
-Beni dinleyin, rahip, dedi; benim bir dostum var, bizi gerekti i kadar bölgesinde saklar. Lyon’dan
dört fersah <1 fersah: üç kilometrelik eski bir mesafe ölçüsü> ötede; kavaktan, ottan ve korudan ba ka bir ey
görünmeyen vah i ve korkunç bir kırda oturuyor. Oraya gitmeli. Fırtınanın dinmesini orda bekleriz. Fakat kısa
bir zamanda bir posta arabası bulmalıyız, ya da daha do rusu bir berlin.”
(A. France, “Kraliçe Pédaque Kebapçısı”, sa:124)
Bernard, Menthon’lu Aziz : (HIR S. MYTH.): 18. y.y. da ya amı olan Aziz Bernard, Alpler’de onun anısına
Küçük St. Bernard ve Büyük St. Bernard adı verilen iki geçidin doru undaki konukevlerini yeniden kurmu , bu
evlerin koruyucusu olmu tur. Aziz Bernard, bu konukevlerini, ço unlu unu Roma’ya giden hacıların
oluı turdu u ve iki geçidi izleyerek da ları a an yolcuların güvenli ini sa lamak dü üncesiyle kurmu tur
“ Eski din ö retmeni, ‘Azize Ludmilla’yı da, Aziz Bernard’ı da seviyorum,’ diye sürdürdü sözünü. ‘Kaç
hacının hayatını kurtardı Aziz Bernard. Boynunda, içi konyak dolu küçük bir fıçı asılıdır; da larda çı altında
kalan insanları kurtarır.’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:I, sa:162)
Bernardinler : (D N) XI. yy.’da, bir grup Benedikten rahibi tarafından, Fransa!da Citeaux (Ortaça
Latincesindeki adıyla ‘Cistercium’ kasabasında kurulmu olan ve daha sonra ‘Beyaz Rahipler’ ya da
Bernardinler adını alan bu tarikat kısa zamanda sveç’ten Portekiz’e, skoçya’dan Levant’a dek yayılmı ; XII.
yy.’da Citeaux’lular ya da Cistercian’lar, Roma Ruhani Meclisi’nde daha önce CLUNY’lerin i gal etti i yerleri
de ele geçirmi lerdir.
Berretta in mano non fece mai danno : ( TA.,DAVR.,PSYCH.) <Beretta in ma’no non fese may dano> :
‘Elinde beresi olan adam, hiç kimseye zarar vermedi. Terbiyeli davranmakla hiçbir ey kaybedilmez.’ = Cap in
hand never did any man harm. One never loses anything by being polite. ( NG.)
Berserk :
( SKAND.MYTH.) <berserk> : Folklor kahramanı, hayvan ekline girebilen ilkel sava çı
Bertha : (G YS ) <ber’te> : Bir çe it atkı; dantel yaka; Big Bertha : II. Dünya Sava ında Almanların
kullandı ı yeni icat büyük yop
Besbelli :
tiraz edilemez derecede belli, a ikar, açıkça
“ akayık, o haldeyken bile, a maktan kendini alamadı: David kapıyı niye kitlemi ti? akayık gelmesin
diye, besbelli! Ya da kendisi dı arı çıkmasın diye!
David imdi i itmi ti:
-Kim o? diye seslendi.
-Ben, akayık! Babana fenalık geldi!”
(P.S. Buck, “ akayık”, sa:295)
“Yüre im hala küt küt atıyordu, besbelli fenala ıyordum. O kadar kötü olmu tum ki, ne konu acak
halim vardı, ne de Petrus’tan açıklama istiyecek. Yere oturdum. Petrus alnıma ve enseme su serpti. Birden, o
kadının evinden ayrıldı ımızda da aynı eyi yaptı ını hatırladım; ama o gün sevinçten a lamı tım. Oysa bu kez
tam tersi bir duygulanım içindeydim.”
(P. Coelho, “Hac”, sa:118)
“E er kızın kamçılarına ra men yakla ıp kızı yere indirebilirse o zaman gerçek bir erkektir ve kızı
öpmesine ve onunla evlenmesine izin verilir (Orta Asya steplerinde, ‘Kiz Kuu’ denilen ba tan çıkarma oyunu). Besbelli,
imdi oldu u gibi o zaman da kızlar kimden kaçmaları gerekti ini ve kimin onları yakalamasına izin
vereceklerini biliyorlardı.”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:296)
“Gövdemdeki
Sezmese de kimseler
Besbellidir
Soluk alırken
Seni yineledi im”
(F. Hüsnü Da larca<1914-2008>, “Ötekinde Olmak- kisi”, sa:196)
“Çok ilginç bir gençti, hafifçe sesleri kaydırsa da, kusursuz ngilizce konu uyordu. Dmitri’nin
dükkanında birer kadeh arap içtik, bu sırada o kendi tezini açıklamaya devam etti. Besbelli ki dü üncelerini
ka ıda dökmeden önce kafasında evirip çeviriyordu, ‘Buradaki hükümete gelince,’ dedi, ‘hükümet derin uykuda.
Siyasetten Sorumlu Görevli dedikleri memurla bir söyle i yaptım. Enosis’i sordu um zaman ne dedi biliyor
musunuz? ‘Bakın Bayım,’ dedi. Gayri resmi olarak biraz ba a rıtsa da, resmen böyle bir ey yok.’ ”
(L. Durrell, “Kıbrıs’ın Acı Limonları”, sa:130)
“Bay Judson, ülkeyi Rus NKVD görevlileri kadar merhametsizce idare eden korkutucu OZNA
yetkilileriyle bu ilk kar ıla mayı ilgiyle izledi. Besbelli, zekaları için de il, güçlü fizikleri nedeniyle bu i e
seçilmi lerdi.”
(L. Durrell, “Sırbistan Üzerinde Beyaz Kartallar”, sa:36)
“MARTA - O halde bunun bir yanlı anlama oldu u besbelli.
ELIZABETH - Bok besbelli! Onu ba sız mankenin üzerine bilerek koydular...”
(D. Fo, “neredeyse kadın: elizabeth”, sa:9)
“Bunun sebebine gelince, öyle sanıyorum ki, ben etrafındaki hayata pek fazla kendini kapıp koyveren,
hafif ve dikkatsiz bir çocuktum. Besbelli sık zamanlarda kendi kendimle, kendi fikirlerimle yalnız kalmak için
gözlerimle dünya arasında, bu saçlardan bir perde koymaya çalı ıyordum.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:9)
“-Söyledi im lakırdıya bak. O benim elimde mi? Sana gelen ben de ilim diyorum. nanmıyor musun?
-Bu evin perileri de, insanları da pek acayip. Hepsi birbirine karı mı . O gelen sen de ilsen mutlaka
senin perin olacak.
-Besbelli.”
(H.R. Gürpınar, “Gulyabani”, sa:100)
“... arasıra mektuplarımı açmı tı. Temizlikçi, memurlardan birinin kendisini konu ma sırasında ortalıkta
dola ıp kulak kabartırken görünce, ‘o bey’ hakkında a zını açıp da bir ey söylemeye kalkarsa sınırdı ı
edilece ini söyledi. Bakkal, olayın bu bölümünü daha önce duymamı tı besbelli, çünkü birdenbire parladı...”
(L. Hellman, “ arlatanlar Dönemi”, sa:140)
“Sylvestre parmaklı a dayanmı , kurdeleleri uçu an apkasını hep o çocuk durulu u, gençli e mahsus
sevimlilikle sallayıp duruyor; büyükannesi de üçüncü mevki vagondan olasıya sarkmı , uçu an mendilini ona
gösterebilmek için besbelli çırpınıyordu.”
(S. leri, “Hayal ve Istırap”, sa:183)
“EVLER
--------nsanların kaderi besbelli evlere ba lı:
Zengin evler fakirlere çok yüksekten baktılar,
Kendi seviyesine evler kız verdi, kız aldı
Bazıları özlediler daha yüksek hayatı,
Çırpındılar daha üste çıkmaya
Evler bırakmadılar.”
(B. Necatigil<1916-1979>, “Eski Sokak”, sa:20)
“GLUMOV - Hiç üphen olmasın. Sevgili anneci im, o lunu iyi tanırsın. Açıkgöz, kurnaz, hınzır
herifin biriyim. Kendimden daha iyi durumda olanları çekemem. Sana çekmi im, besbelli.”
(A.N. Ostrovski, “Bu Hesapta Yoktu”, sa:21-2)
“Beni görünce martı bir an kalkmaya çalı ıyor. Ayakları gövdesinin altında umutsuzca kıpırdanıyor.
Karnı yukarı do ru yükseliyor, ama gövdesi çakılta larından kalkmıyor. Bu gayret sırasında da gözlerinde bir
anlam beliriyor. Derken gövdesi çakılta larına sanki daha da yayılarak ölümcül ekline dönüyor. Gözlerinin
anlamı bulutlar ve dalgınlıklar arasında kayboluyor. Besbelli, martı ölüyor.”
(O. Pamuk, “Öteki Renkler”, sa:56-7)
“Kızların arkıları
-Biri arkı söylüyor----------------------Sorsa biri, kimim ben?
... Tanrım, ben gencim ve
sarı ınım
ve bir dua biliyordum
ve geçiyordum besbelli bo u bo una
ve yabancı gibi kendi önümden...”
(Rainer Maria Rilke<1875-1926>-Yüksel Pazarkaya, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
17.11.05)
“Annesi bunun üzerine öylesi bir kahkaha atıyordu ki, neredeyse pencerelerin camlarını yere
indirecekti. Bir yandan da büyükanneye ne kadar iyi göründü ünü söyleyip duruyor, sonra, yalnız kaldıklarında,
çocu u paylıyordu. Anne Disney’e gitmek istemiyordu besbelli.”
(S. Roncagliolo, “Dokunu lar”, sa:9)
“ ‘Ophuls, Max’ diye tanıttı kendini. ‘Ben de seni tanıyorum elbette, Finkenberger: Kim unutabilir ki
seni?’ Adamın ikram etti i sigarayı geri çevirdi. ‘Her ey boka battı,’ diye anlatmaya ba ladı at terbiyecisi.
‘Naziler fabrikayı silah üretmek için kullanmak istiyorlar, besbelli. Kancıklar. Ama atları ve köpekleri
kullanmak istiyorlar tabii.’ ”
(S. Rushdie, “Soytarı alimar”, sa:191)
“Hayır, sevgi besbelli sa lam bir nirengidir,
Boraları gözler de sallanmaz, gö üs gerer,
Gemilere yön veren yıldızların dengidir,
De eri bilinmeden ba ı ta gö e erer.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:116, sa:273)
“BALZAM N <1955>
Sen el kadar bir kadınsındır
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli.
----------------Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli arandı ından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
Sevgili.”
(C. Süreya<1931-1990>, “Üvercinka”<1957>-50 ya ında-, sa:40)
“Nasıl umabilirdi insan artık katilin elinden kaçılabilece ini? Vebadan bile korkunçtu, çünkü vebadan
kaçılabilirdi, oysa bu katilden? te Richis örne i ortadaydı. Anla ılan insanüstü yetenekleri vardı. Besbelli,
eytan’la birlik olmu tu, tabii e er eytan’ın ta kendisi de ildiyse.”
(P. Süskind, “Koku”, sa:220-1)
“Bu konuyu hayatında -besbelli- ilk defa dü ünen, bu yüzden de tamamen samimi konu an Vasenka
Veslovski,
-Gerçekten de öyle, dedi. O durmadan dinlenmeden ömrü boyunca çalı ırken biz ne diye yiyip içelim,
avlanalım, yan gelip yatalım?”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:296)
“Çok geçmeden on küsur sayfayı iirle kaplamı tı. Besbelli pek selis <uyumlu, akıcı>, ama soyuttu.
Oyunun ki ileri Günah, Suç ve Acı’ydı; olmadık ülkelerin kralları ve kraliçeleri vardı; korkunç entrikalar
kar ısında bocalıyorlardı; soylu duygulara kapılıyorlardı.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:19)
“Ama bu iyimserlik de yukardan, besbelli gizli bir Tanrı’dan de il, en açık, en mutlu, sır, güne ve
ı ıktan gelir.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Nietzsche’, Cilt:I, sa:120-1)
beseech : (DAVR.) <bisiç> : Yalvarmak, rica etmek <Past. Part.: besought!>
beset :
(DAVR.) <bi’set> : Etrafını çevirmek, ku atmak <Past. part.: beset>
Besleme : Eski devirlerde köyden getirilerek evlatlık edinilen hizmetçi kız
“Bu konakta, imdiki 6 numaralı odada do mu . Anasının lohusa yata ında öldü ünü, Keçecilerin bir
yakını olan babasının bırakıp gitti ini söylerdi. Belki de Rüstem Bey’in babasının bir beslemesinin piçiydi.”
(Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:34)
“ ‘Yeme i ben pi iririm,’ diyordu. ‘Çünkü, Murat’ım benim yeme imden ba ka kimsenin pi irdi ini
yemez. Zaten adamakıllı ahçı bulmak da kolay mı, burada? öyle, besleme gibi ufak bir kız bile peyliyemedik.’ ”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:36)
Besleyecek bir bo az eksilmek : Bk.: Bir bo az eksilmek
beslobber : (TIP) <bislobır> : Salya bula tırmak
besmirch :
(TIP) <bis’mırç) : Bula tırmak, kirletmek
best : (COLL.) : <best> Hakkından gelmek; en iyi; all for the best : belki de daha iyi; at best : olsa olsa,
nihayet, en son; best-belowed : pek çok sevilen; best man : sa dıç; best-tempered : en iyi huylu; had best do
: yapmalı, yoksa daha iyi olur; get the best of : alt etmek, yenmek; have the best of it : galip gelmek, üstün
olmak; keep-up with the best of them : en iyilerin derecesinde kalmak; make the best of : olanından en çok
faydalan
bestick : (COLL.) <bi’stik> : Yapı tırmak, delmek, içinden bir ey geçirmek; (past part.: bestuck)
bestow : (DAVR.) <bis’tov> : Koymak, yer vermek; bestow on- upon : Hediye etmek; bestowal,
bestowement <bistov, bistovıl>: hsan, verme
(Yeni Redhouse Lügati)
Be a a ı be yukarı (gezinmek, yürümek) : Heyecan ya da sinirden ileri geri (yürümek)
“B R NC PERDE, B R NC SAHNE
(Glumovların Moskova’daki apartmanlarının oturma odası..... ki kapı vardır. Sa daki hole, ikincisi
dairedeki öbür odalara açılır. U ak Styopka, sırtında bir gömlek, aylak aylak di lerini karı tırır. Odada be a a ı
be yukarı gezinen Glumov sahne gerisindeki kapıya do ru giderek seslenir.)
(A.N. Ostrovski, “Bu Hesapta Yoktu”, sa:19)
“Kertenkeleler de çok alaka gösterdiler; Cüce ko up durmaktan yorulup da dinlenmek için kendini yere,
çayırların üstüne atınca üzerinde be a a ı, be yukarı dola ıp oynayarak ellerinden geldi i kadar e lendirmeye
gayret ettiler.”
(O. Wilde, “Hikayeler” Cilt:II, sa:23)
“Mr. Ramsey paketi açtı, sandviçleri pay etti. Bu balıkçılarla beraber peynir ekmek yiyordu ya da artık
hayatından memnundu. James, babasının çakısı ile peynirini ince ince sarı dilimlere ayırı ını seyrederek,
‘Ömrünü bir kulübede geçirmeyi, öteki ihtiyarlarla beraber rıhtımda tükrük atarak be a a ı be yukarı
gezinmeyi çok isterdi herhalde,’ diye dü ündü.”
(V. Woolf, “Deniz Feneri”, sa:328-9)
Be çayı : (Ing.: Five-o’clock tea, Tea-time) Ba langıcının, ngiltere’nin Hindistan hükümranlı ı zamanından
kalma, hiç olmazsa isim babası olma ak amüstü aile, dost toplulu u. O zamanlar ngiliz asilleri <genellikle
lady’ler> toplanır, hatta rivayete göre ha hi de içerlermi . Bizde ise simit, koyu demlenmi çay ve hafif tuzlular
hatta peynirli ya da patatesli, ıspanaklı börekler belki refakat edebilir.
“Yazın bütün daireler doluyor, evlerin önündeki kumsal enleniyor, çoluk çocuk denize girilip çıkılıyor,
ak amüstleri be çayıyla sıcak simitler yeniliyor, ak amları balkonlarda rakı sofraları kuruluyordu. Ama kı ın
sitede ancak be altı aile kalıyordu. Bunları da ço u bizimkiler gibi emekli takımıydı.”
(Ö. Zülfü Livaneli, “Serenad”, sa:422)
Be eleman (Ing.: Five elements) : Feng-Shui’nin olmazsa olmaz ilkelerinin üçüncüsü
“Feng shui’de be element vardır ve simgesel olarak evrendeki her ey, bu be element’den olu ur: ate ,
ah ap, toprak, su ve metal’dir. Mamafih bunlar, farklı biçimlerle dizilebilirler.
ÜRET M (Do um) döngüsünde: Ah ap yanar, ate i olu turur; ate külleri yaratarak topra ı olu turur.
Topraktan metal elde ederiz, metal simgesel olarak erir ve suyu olu turur. Su ah abı besler ve büyütür.
YOK OLU (Ölüm) döngüsü bunun tam tersidir: Ate metali eritir, metal ah abı keser. Ah ap topra ın
gücünü so urur. Toprak suyu engeller. Su ate i söndürür.”
(Richard Webster, “Ba arı ve Mutluluk çin Feng-Shui”, sa:6-7)
Be i e bebek girmek : Bebek do mak
“B R NC PERDE, B R NC SAHNE
GLOUCESTER - Bu delikanlının annesiyle iyi anla mı tık, öyle ki, az sonra karnı büyüdü ve
koynuna koca girmeden be i e bir o lan giriverdi. Anlıyorsunuz de il mi yaptı ım hatayı.
KENT - Do rusu sonucu öyle sevimli ki ke ke yapmasaydınız demeye dilim varmıyor.”
(W. Shakespeare, “Kral Lear”, sa:11)
Be ik kertme ni anlı : Daha be ikte iken verilen ni an sözü
“Çamlıbel’de kervan kesilir, dünyanın da en namlı yi itleri ba ına toplanır, toplanır ama bir ey eksik
kalır, o da nedir? Ne olacak bir kadın! o kadın da... Bolu Beyi’nin kızkarde i, Ru en Ali’nin çocukluk arkada ı
ve be ikkertme ni anlısı Telli Nigar.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köro lu’nun Meydana Çıkı ı”, sa:56)
“ ‘... aynı biçimde, anne-babasının seçti i beyefendiyle evlenmeye kar ı çıkan kız çocuk, kamuoyunda
hiçbir tepki uyandırmadan odaya kilitlenip dövülebiliyor, yerden yere savrulabiliyordu. Evlilik, özellikle
‘ övalye’ (nezaket ve cömertlik) niteliklerine sahip yüksek sınıflarda, ki isel bir be eni olayı de il, ailesel
açıkgözlük meselesiydi... Evlenecek taraflara çokluk be ik kertmesi yapılır, evlilikse çocukluktan çıkar çıkmaz
gerçekle tirilirdi!’ ”
(V. Woolf, “kendine ait bir oda’, sa:51)
Be imek : Olgunla mak, eri mek
“Armut dalda be imi
Tan yerleri ı ımı
Anası yorgan vermemi de
Ak memeler ü ümü .”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:362)
Be inci kol : Casusluk te kilatı (Bu terim, ilk kez 1937 spanya Sivil Sava ı esnasında kullanılmı tır)
“Üniversitede ders vermekten mutluydu, radyoda konu maktan mutluydu. Avukatlık mesle i ho una
gitmiyor de ildi..... ‘Ben avukat de ilim, bir savunma uzmanıyım!’ diyordu aka yollu; daima külyutmaz bir
uzmanın o hafif tiksintiyle eline aldı ı koca kitaplarda yorumlanan, insandı ı yasaların hüküm sürdü ü bir
dünyada kendini bir hain, bir be inci kol, iyi kalpli bir gerilla sava çısı gibi görerek -belli bir kendini
be enmi li i de yok de ildi-, bile bile ve bütün kalbiyle yasa tanımazlardan yana çıkıyordu.”
(M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:152)
“Gazetelerde Ba kan’ı hep ‘Milletin Babası’ sıfatıyla, kurtarıcı olarak okurduk. Arada bir yaptı ı resmi
konu malarda resmi bölünmeden, ülkenin kıyısına geldi i uçurumdan, yabancı güçleri, dü man ülkelerin be inci
kol faaliyetlerini sorumlu tutar, darbeyi, milli birlik ve beraberli i tekrar sa lamak, ülkeyi bütünle tirmek için
yaptıklarını belirtirdi.”
(Ö.Z. Livaneli, “Son Ada”, sa:30-1)
“ ‘Daha dün’, diyor, ‘biriyle kavga ettim. Almanların bizi Almanya’ya götüreceklerini söyledim, herif
deli oldu, üstüme yürüdü, ‘Sen be inci kolsun!’ diye bar bar ba ırdı bana.’ ”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:344)
Be kuru alamamak, olmamak, vermemek : Cebinde hemen hiç parası olmamak; Borç ya da yardım,
e itim,evlenmek, bo anmak vb için hiç para vermemek
“U ra tılar, didindiler, bir ey koparamadılar.
Çürük Di ’e geçtiler. Ondan da bir ey koparamadılar.
Arap Ali’ye geçtiler. Ondan da...
A ali’den ‘otuz’, Kosa’dan ‘elli’ alıp makbuz kestiler.
Sonra kime u radılarsa be kuru alamadılar.”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:116)
“Bizim sandı ımızda heykele verilecek be kuru para yoktur arkada lar. Boççaya bunun için para
koymadık ki olsun. Bir evin harcına takat yetmiyor arkada lar, koca köy bu, boççasından para olur mu? Neyse, o
tarafı kapatalım. Bu i için ne cuvabınız varsa söyleyin imdi. Acala cuvap beklerim.”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:80)
“ ‘Ama siz ne söylüyorsunuz, Tanrı a kına? Parası var, encümende istedi i gibi kazanıyor. Hem
Berthe’in çeyiz parasını ödemeye söz verdi. Hiç saygınız yok mu?
‘-Haa! Berthe’in çeyiz parası, öyle mi? Be kuru vermeyece ine, onun pis alı kanlıklarına bo yere
katlanmı olaca ımıza bahse girer misiniz?’ ”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:I, sa:43)
Be on kuru ; Be on para : Pek az miktardaki para, üç be kuru
Bk.: Üç be kuru
“Trifon topra ı sevmez, ona hürmet ederdi. Çünkü birçok sevdikleri orada, onun altında, aklın durdu u
bir yerde ya ıyorlardı. Fakat topra ın üstünde ko an, onun üstünde be on para kazanmak kaygısı ile dönüp
dola an insanlar ne tuhaf mahluklardı.”
(S.F. Abasıyanık, “Semaver-Stelyanos Hrisopulos Gemisi”, sa:19)
“E ref Peygamber’den Ba hekim Bay Mazhar Uzman’a:
‘Dı arıya çıkınca da kat’iyetle içmem, bil
Bir i bulup be on kuru kazanaraktan geçinirim, bil.’ ”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-E ref Peygamber”, sa:62)
“Fakat artık eskisinden büsbütün ba ka bir adam olan Ali Rıza Bey, acı bir alayla gülerek: ‘Bekleyelim
mi? Ya ma mı var? Nasıl eldeki be on parayı geçen seneki para gibi çarçur ettirip beni sokakta bırakır
mısınız?’ demi ti.”
(R.N. Güntekin, “Yaprak Dökümü”, sa:113)
“Terzi güzel kur uni ceketi aldı ve doktorun söylediklerini dü ündü. Bu gibi zamanlarda sa lanması
görenek olan eyleri sa laması gerekiyordu. Ne yapsın, hemen i e koyuldu. Bu kur uni ceketten alaca ı para kim
bilir nereye harcanacaktı. Be on kuru belki marangozun, çocuk tabutları yapan marangozun cebine girecekti ve
Bay Çetneki Tuna kıyısındaki gazinoda yeni giysisiyle koltuklarını kabartarak keyfedecekti.”
(F. Molnar, “Pal Soka ının Çocukları”, sa:193)
Be para etmez, (faydasını görmemek); <Onurunu> Be paralık etmek, olmak : Bir insanın sahip
olabilece i en az para; Bir eyin ya da kimsenin de ersizli ini, bir i e yaramadı ını belirtir; Prestij kaybıbna
u ramak
“Bu sene balık yoktu. Bu seneki göçler evvelki seneler gibi bol keseden para harcamamı lardı. Balı ı
bile ba ka balıkçılardan almı lardı. Be para faydalarını görmemi ti.”
(S.F. Abasıyanık, “Semaver-Stelyanos Hristopulos Gemisi”, sa:14)
“Yirmileri devirip otuzlardan gün almaya ba ladı ım yıllarda, elimi de di im her eyin kurudu u bir
dönem geçirdim. Evlili im bo anmayla sonuçlandı, yazdıklarım be para etmedi. Parasızlık canıma tak etti.”
(P. Auster, “Cebi Delik”, sa:7)
“Ev, bayat bir davranı komedisi için hazırlanan sahneye benzemeye ba lamı tı. Akrabalar evin içine
dalıyor, u mobilyayı ya da bu yemek takımı parçasını istiyor, babamın giysilerini giyip çıkarıyor, kutuları ters
çeviriyor, kaz gibi sesler çıkarıyorlardı. Mezatçıkar gelip malları inceliyor, ‘Hiçbirinin dö emesi yok, be para
etmez,’ <deyip> burunlarını kıvırıp gidiyorlardı.”
(P. Auster, “Yalnızlı ın Ke fi”, sa:19)
“YA MUR 7
Muson ya murları geç gelir.
Uygundur zaman ekinler için,
Ama halk için be para etmez çöp gibidir.”
(C.S. Beong-Nana Lee/Fahreddin Arslan; “gö e dönü ”, sa:56)
“ ‘... Ve o çocuk, o be para etmez, ödlek orospu çocu u, lanet parayı a ıp kaçtı çocuk...’ ”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:66-7)
“Ya Henriette Cécile’i kandırır da, elinden almak iste i erke in be para etmez biri oldu una onu
inandırırsa nice olurdu haliniz? Zaten i ona varaca a benziyordu, tehlike henüz ba lıyordu, belli belirsiz bir
gölge gibiydi henüz tehlike, ama ikisi birarada oldukça büyüyecek, önlenemez, kar ı konulamaz hale gelecekti.”
(Michel Butor, “De i me”, sa:182)
“... ve sa yumru unu, bu darbeyi de sabırla kar ılayan sandalyeye indirerek söyledi ini kanıtlardı.
‘Ama be para vermem!’ dedikten sonra da, kırılan bir sandalyeye kar ılık profesöre para vermek dü üncesi çok
komi ine gitti inden bö ürürcesine kahkahayı basardı.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:146)
“ ‘Ha, ben eyden bir parça ku kuluyum da,’ diye uzattı Sancho, ‘hani ne derler, gökten taç ya sa, biri
bile gidip bizim eksik ete in kafasına dü mez. nanın efendim, Kraliçe olarak be para etmez. Ama Tanrı yardım
eder de kontes olursa, buna bir ey demem.’ ”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:47)
“Hamamda iyice terledikten sonra bal, tuzla karı tırılarak sürülüyor. Sadece bunun için kalktım
hamama gittim, bulandım o nesneye yukardan a a ıya… Bana mısın demedi, be paralık faydasını görmedim!”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:232)
“Hakaret etti i sırada, her zamanki sakin halini bırakıp ba ırıyordu: ‘KABA HER F! Ke ke seni
oldu un yerde bıraksaydım.’ Haftalık söz de i toku u: Be para etmez adam! - Manyak kadın! Sıkıcı herif! Kartaloz karı.”
(A. Ernaux, “Bir Adam”, sa:57)
“Bu misyondan sonra Çavu Ömer’i bir daha görmedim. Kimse de onun ardından hiçbir ey
konu madı. Herhalde ba ka bir Birli e nakli için ricada bulunmu tu. Öldü ünü hiç sanmam, zira o denli
kahraman bir insanın ne idü ü belirsiz be paralık bir kur una heba edilebilece ini ben dü ünmüyorum.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Pork Chop Hill Sava ı”, sa:135)
“Hele dün Berlin’den gelen akrabalar yok mu? Ortalık kararıncaya de in birbirleriyle kavga ettiler...
Onlar da hiçbir i e yaramaz, be para etmezler. Aç gözlü, hırslı, ta yürekli ve çok kötü insanlar...”
(Th. Fontane, “Effi Briest”, Cilt:II, sa:24)
“ ‘ Onu öldürtemeyince onurunu be paralık etmeye çalı tılar. Bir yı ın iftira attılar. Kalle çe vaatlerde
bulundular ve Zola Davası’nda konu masına engel olma u ra ısına girdiler. Ba aramadılar. Haklı, ki isel çıkar
gözetmeyen, korkusuz bir insan nasıl konu ursa öyle konu tu.. Sözlerinde ne en ufak bir güçsüzlük belirtisi ne de
en ufak bir a ırılık vardı. Orada konu manın nasıl bir cesaret gerektirdi ini umursamadan, gündelik ya amında
nasıl konu uyorsa öyle konu tu. Ne tehdit, ne zulüm onu geriletti.’ ”
(A. France, “Bay Bergeret Paris’te”, sa:79)
“Nathanael. Bütün kitaplarımızı yaktı ımız zaman.
‘Kimileri be para etmez,
Kimilerini almaya güç yetmez.
Kimileri krallardan, kraliçelerden söz eder,
Kimileri çok yoksul kimselerden.”
(A. Gide, “Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler”, sa:27)
“Kravatı boynuna taktı. Kravatın ortasında, ufak, madeni bir halkanın içinden, ba lama kordelasının
geçmesi gerekiyor, kancalı bir i ne de onu sıkı tırmak için hazır duruyordu; hünerliydi ama kordela gelmedikçe
kravatı bırakmayan bir aletti bu, deney masasının üzerine dü tü. Véronique’e ba vurmak zorundaydı, o da ça rısı
üzerine ko up geldi.
-Al, dik unu bana, dedi Anthime.
-Makine i i, be para etmez, diye mırıldandı Véronique.”
(A. Gide, “Vatikan’ın Zindanları”, sa:9)
“Bulba:
-Süt kuzusu bu o lan, dedi..... Okudu unuz okulda kafanıza doldurdukları bilgilere gelince: Bence be
paralık de erleri yok. Kitabınızı da, okulunuzu da, felsefenizi de...”
(N. Gogol, “Taras Bulba”, Cilt:I, sa:17)
“Onların hiç durmadan çalı ıp çabaladıklarını, kendi gözünde be para etmeyen eyler -para, küçücük
zevkler, önemsiz erefler- için acı çekip, ya lanıp gittiklerini görüyordu.”
(H. Hesse, “Siddhartha”, sa:93)
“Anam ve babam gün boyu beni döverler ve be para etmez eyleri çaldırırlardı. Limandan bir kese
bu day ya da kom ulardan bir tavuk. Kar ı koyacak olsam yine dayak yerdim. Bana çok çirkin oldu umu
söylerler, bu kusuru durmadan ba ıma kakarlardı.”
(P. Istrati, “Kodin”, sa:60)
“Dedim ki: ‘ te Mehmet Ali bilir; stanbul’da ne padi ahın, ne devletin, ne hükümetin be paralık
itibarı kaldı. Yüzba ı rütbesinde yabancı subaylar, sadrazamlara emir veriyor.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:26)
“Ana o ul ıslak ve iç karartıcı bir evde solucan gibi kıvrılarak ne eziyetli, ne matemli bir ömür
sürüyorlardı. Bu ak am, çar ıdan dönü ünde Feridun yoksullu un bütün a ırlı ını yüre ine bir tortu gibi çökmü
buldu, annesine, kısaca:
-Be para etmiyor, bo yere hülya kurmu uz!... dedi.”
(R.H. Karay, “Memleket Hikayeleri-Garip Bir Hikaye”, sa:163)
“Duvara do ru iterek alçaltıcı sözler söylemeye ba ladı:
‘Korka ın birisn,’ dedi acı bir alayla, ‘Korkaksın, korkak; ba ka bir ey de il! Toplasan, hayatın be
para etmez!’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:26)
“O ölünce bu ülkenin hali ne olacaktı? Ramfis kesin yatakta da be para etmezdi, ünlü dalkavukların
uydurması olmalıydı. Kim Novak’ı düzmü mü ! Zsa Zsa Gabor’u düzmü mü ! Debra Paget’i, Hollywood’un
yarısını elden geçirmi mi ! Ne büyük marifet ama!”
(M.V. Llosa, “Teke enli i”, sa:32)
“... Her insanın gitmeye hakkı vardır, onu kalmak için ikna etmesi gereken ülkesidir, koca koca laflar
etmeye meraklı siyasetçiler ne derse desin. ‘Ülken senin için ne yapabilir diye sorma, sen ülken için ne
yapabilirsin, onu dü ün.’ Milyardersen, üstelik kırk üç ya ında ABD ba kanı seçilmi sen bunu söylemek kolay!
Ama ülkende ne çalı abiliyor, ne tedavi olabiliyor, ne barınabiliyor, ne e itim alabiliyor, ne özgürce oy
kullanabiliyor, ne görü lerini ifade edebiliyor, ne de sokaklarda diledi in gibi dola abiliyorsan, John F.
Kennedy’nin bu me hur sözü kaç para eder ki? Be para etmez! ”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:61)
“Çele, kom u kapılardan birinin altında kozhelvası satan bir adamla gizlice pazarlık ediyordu. Helvacı
fiyatları gerçekten utanmazcasına yükseltmi ti. Bu helvanın fiyatı, o zaman, dünyanın her yanında be paraydı.”
(F. Molnar, “Pal Soka ının Çocukları”, sa:17)
“Bugünkü soyluluk, zenginlikten ba ka bir ey de ildir. Böyleyken, bu budalalara babalarından be
para kalmamı olsa, yine kendilerini soylu saymaktan geri durmazlar.”
(Th. More, “Utopia”, sa:101)
“Kalktı ında pantolon cebindeki paralar ıngırdadı. Orada tam tamına kaç para oldu unu biliyordu.
Be buçuk peni - iki buçuk peni, bir de üç penilik madeni para vardı. Durdu, o sefil üç penili i aldı ve baktı.
Canavar, be para etmez ey! Onu alansa aptalın aptalı!”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:9)
“Benim öyküm burada bitiyor. Sıradan bir öyküydü. Umarım, herhangi bir yolculuk güncesi kadar
ilginç bulunmu olsun. En azından unu söyleyebilirim ki, be parasızsanız, kar ıla aca ınız, i te böyle bir
dünyadır. Gün oluyor, o dünyayı daha iyi ke fetmek istiyorum ki, Mario gibi, Paddy ya da Bele çi Bill gibi
kimseleri öyle gel geç kar ıla malarda de il, yakın arkada lıklarla tanıyayım.”
(G. Orwell, “Paris ve Londra’da Be Parasız”, sa:155)
“GENÇ OZANA H Ç YA LANMASIN D YE
YAZILAN MEKTUP
-------------------------emsiyesiz gülerek
Ne otopsi masası, ne de be para etmeyen
yazgı dedi imiz ey! Oyun ba kadır
ama bilinmez hangisi, yoktur
Sarsıcı bir güzellik, hemen hiç yoktur
yilik perisi filan, hiç ama hiçbir ey kestirilemez”
(Gonzalo Rojas<d.1917>-Ay e Nihal Akbulut; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
20.05.04)
“Kırk yılın ba ı, güzel alnını ku attı mı,
Kapladı mı yüzünü derin çukurlar artık,
Gençli inin kibirli, süslü giyim ku amı
Be para etmez olur, hırpani yırtık pırtık:”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:2, sa:45)
“-Lennie yüksek sesle:
-Unutmazdım i te, diye ba ırdı.
-Unutmazmı , laf! Zaten sen be para etmezsin. Allah da bilir ya, George seni hayatın çirkefinden
kurtarmak için elinden gelen hiçbir eyi geri koymadı. Fakat bütün bunlar sana bir fayda vermedi.”
(J. Steinbeck, “Farelere ve nsanlara Dair”, sa:173)
“Çöpçüler pek sık u ramazlar, onlar da insanlı ın bu be para etmez döküntülerine burun kıvırır.”
(A. Tabucchi, “Ufuk Çizgisi”, sa:13)
“‘Durgun duygusallık, bedenden soyulmu duygusallık üzerimizde,’ dedi Rhoda; ‘bilincin duvarları
saydamla tı ında bu anlık yatı tırılmaların tadını çıkarıyoruz (ki inin sıkıntılardan uzakla ması pek sık olan
eylerden de il çünkü.) Wren sarayı, ön sıralardaki sıska, be parasız insanlara çalan dörtli müzik toplulu u gibi
bir dikdörtgen olu turuyor.’ ”
(V. Woolf, “dalgalar”, sa:178)
Be parası kalmamak, olmamak; Be parasız (kalmak) : Hiç parası olmadan, parasız pulsuz
“Arkada ım Bob Perelman ile birlikte kuruma yazıldık ve ertesi sabah Short Line Otobüs irketi’nin bir
otobüsüyle New York’un Monticello’suna gönderildik. Otobüsün atmosferi, üç yıl önce tanık oldu um
görüntünün aynıydı, otobüsteki öteki yolcular da, yaz kampında garsonluk ederken omuz omuza çalı tı ım aynı
aylak ve sefil takımıydı...... Kimileri i i be enmeyip birkaç gün sonra ayrıldılar. Ellerine bir ey geçmedi.... be
parasız, memleketlerinden millerce uzakta, canlarına okunmu bir halde ortada kalıverdiler.”
(P. Auster, “Cebi Delik”, sa:29)
“…Lillian be parasız oldu u için, Maria’nın verece i parayla birikmi faturaları ödemenin daha do ru
olaca ında karar kıldılar. Böylece Maria, Lillian’a üç bin dolar (yani elinde avucunda ne varsa hepsi) postaladı
ve New York gezisi daha sonraki bir tarihe ertelenip rafa kaldırıldı. Aradan iki yıl geçmesine kar ın, gezi hala
gerçekle tirilememi ti.”
(P. Auster, “Leviathan”, sa:158)
“‘Bu i in tekni ini sonra konu uruz,’ dedi Usta. ‘Ö renmesi kolay bir hüner de ildir bu, ama beni
dinler, söylediklerimi yaparsan sonunda ikimiz de milyoner oluruz.’
‘Siz zaten milyonersiniz,’ dedim. ‘Beni n’apıcaksınız?’
‘Ne mi, sefil küçük serseri? Cebimde be param bile yok benim. Senin gözüne hırsızlar kralı gibi
görünmü olabilirim, ama bunun nedeni senin et beyinli olman.’ ”
(P. Auster, “Yükseklik Korkusu <Vertigo>”, sa:8)
“... kazanç, i günlerinde hafta sonlarınkinden daha kabarıktı ama zavallıcık bugüne kadar böyle yerlere
yalnızca mü teri olarak girmi ti, meyhane i letmemi ti ki! Burasını ancak dört ay açık tutabildi. Aslında daha
fazla da idare edebilirdi ama meyhanenin eski sahibini bulmak için çok vakit yitirmi ti. En sonunda kendini be
parasız sokakta buldu.”
(B. Brecht, “Üç Kuru luk Roman”, sa:5)
“Ama gelecek yaz senin Fransa’da banka ihtiyacın olursa sana verebilirim -o zamana kadar be parasız
kalmamı sam. Sava aca ım ama artık ilk kez kitaplar yürümeye ba ladı- henüz çok hızlı gitmiyor;
Mountolive’i, bu saçmalı ın formu açıklık kazanmadan önce ahırın kapısına çivilemeliyim. Amerika’da
Justine’in yelkenleri dolmaya ba ladı, üçüncü baskıya gidiyor. Anla ılan bu yıl burada kalmama ve onu
makinede yazıp bitirmeye yetecek kadar mangırım olacak.”
(L. Durrell, “Mekanın Ruhu”, sa:177)
“Rıhtımda durdu umu görür görmez yanıma gelmi ti, gülümsüyordu. ‘Gördü ün kadın yengemdi,’
dedi. ‘Benim o i renç karde im yine be parasız bırakıp terk etti kızca ızı.’ ”
(L. Hellman, “ arlatanlar Dönemi”, sa:128)
“Washington’da geçirdikleri dört aydan sonra, Bayan Lidya bir sabah be parasız kaldıklarının farkına
vardı. ‘Anılar ve Öyküler’in son satırları tamamlanmı tı ama, yayınevleri Alabama’ya özgü bu zeka ve aka
cevherlerine umulan ilgiyi göstermemi lerdi.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:101)
“Zor durumda kalan babam, sonunda kentten yürüyerek, be parasız ayrılmaya karar vermi . Gemilerde
çalı mak istiyormu , ama bir ay daha orada kalmasının do ru olaca ını da biliyormu ..”
(H. Hesse, “Masallar”, sa:20-21)
“ ‘Samanaların yanından geliyorsun, nasıl maddi sıkıntı içinde olmazsın? Samanalar parasız pulsuz
insanlar de il midir?’
‘Demek istedi in buysa, evet, be parasız biriyim,’ diye cevapladı Sidarta. ‘Ama kendi gönlümle
istedim böyle olmayı, yani sıkıntı içinde sayılmam.’ ”
(H. Hesse, “Sidarta”, sa:77)
“ ‘Bu sır, bir külçe altın de erindedir. Bana, niçin Jean Valjean’a ba vurmadın diyebilirsiniz. Anla ılır
bir nedendem ötürü. Servetini size bıraktı ını biliyorum; ama onun bu davranı ını da pek akıllı bulmuyordum,
be parası yok, ona ba vursam, bana bombo ellerini gösterir.’ ”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:V, sa:422)
“Zavallı armatör korkunç derecede zayıflamı tı ve inatçı bir bron it’ten çekiyordu. Ama hapisten
kurtuldu una memnundu. leri tasfiye edildikten sonra be parasız kalmı tı, ama erefini kurtarmı tı.”
(P. Istrati, “U ak”, sa:117)
“Ev dı ında kesinlikle hiçbir eyim yoktu. Babam olmadan, ‘bizim’ mimarlık bürosu be para
etmiyordu; büronun mülkiyeti ona ait de ildi ve çok geçmeden zaten kirayı ödeyemeyecektim.”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:392)
“Ama Gordon, imdiye dek onu tanıyan kimseyle kar ıla mamı tı. Parlak genç eyler bir bakı ta ne
oldu unu anlıyor ve onu yok sayıyorlardı. Otuzlarında, bıkkın ve apaçık görüldü ü üzere be parasızdı.”
(G. Orwell, “Apidistra”, sa:76)
“Ama onu pe imde gezdirmeyi de hiç canım istemiyordu. ‘Talino,’ dedim, ‘henüz karar veremedim.
Sen istasyona gidip trene bin. Ben durumları bir göreyim. Bakarsın, birkaç gün sonra Monticello’ya
dü üvermi im. Bundan kolay ne olabilir?’ Be parası yoktu ve kabul etmek zorundaydı.”
(C. Pavese, “Senin Köylerin”, sa:11)
“Evlenmenin ertesi günü kayınpederin be parası olmadı ı meydana çıktı. Küplere binen <ta ra
doktoru> Doktor Sartre, kırk yıl konu madı karısıyla; yemek masasında derdini i aretlerle anlatıyordu; karısı
sonunda ‘pansiyonerim’ diye adlandırdı onu. Ama yine de yata ına giriyordu kadının; kimi zaman tek sözcük
söylemeden gebe bırakıyordu onu: ki o lan, bir kız çocukları oldu.”
(J.-P. Sartre, “Sözcükler”, sa:13)
“HEK M -... Kadınca ızın duaları onlara bütün gücü ve görkemi yalnız kendinde toplamı olanın
rızasını kazandırsın..... Hastalık, hasta bakıcı, cenaze töreni, laboratuvarın tasfiyesi, daha ucuz bir eve ta ınma
kadınca ızı be parasız bırakmı tı. Hekimlerle avukatların tek metelik almamalarına, dükkancıların sabırla
beklemelerine kar ın.”
(G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:103)
“Kantinci kadın:
‘Tamam, bu iyi i te,’ dedi. ‘Sakın hiç kimseye sava a katıldı ını söyleme, B... kentini de, sana yol
ka ıdını satan jandarmayı da hiç kimseye çıtlatma,’ diye sıkı sıkı tembih etmeyi sürdürdü. ‘Paris’e dönmek
istedi in zaman da, önce Versailles’a git ve Paris’ın duvarlarını oradan tıpkı ba ıbo yürüyü e çıkan biri gibi
yaya olarak yürüyerek geç. Napoléon altınlarını pantolonun içine dik. Özellikle de bir eyin parasını vermek
zorunda kaldı ın zaman da sadece ödemen için gereken parayı göster o kadar. Beni asıl üzen seni aldatacaklar,
elindekini avucundakini a ıracaklar. Nasıl davranaca ını, nereye gidece ini bilmeyen sen, be parasız kalırsın,
ne yaparsın?’ ”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:81)
Be yıldızlı : Yirminci yüzyılın sonlarına do ru in a edilen lüks otellerin bu günlerde en yüksek kademesi olan
‘yedi yıldızlı’ otellerin do u una kadar liderli ini koruyan ‘be yıldızlı’, her tür konfora sahip olanlarına kıyas
oldun diye gönderme yapmak
“So uk ve karanlık koridordan sonra, pisi için daire be yıldızlı otel gibiydi. Orada oldu u için çok
memnun görünüyordu. Mutfakta karnını doyurduktan sonra salındaki kaloriferin yanına kıvrıldı.”
(James Bowen, “Sokak Kedisi Bob”, sa:12)
“Ancak hemen ertesi günden ba layarak, Villamizar’ın sözünü etmi oldu u hapishaneye çok benzeyen
o hapishane, levazım kamyonetinin bagajına yapılmı özel bir bölmede azar azar içeri ta ınan birinci sınıf
malzemeyle in a edilmi her türlü lükse, dinlence tesislerine, e lence ve suç olanaklarına sahip be yıldızlı bir
malikaneye dönü meye ba lamı tı.”
(G.G. Marquez, “Bir Kaçırılma Öyküsü”, sa:259)
be yol : (D N,FEL.,KOLL.) : Aquinalı AZ Z THOMAS’ın, Tanrı’nın varlı ını kat’iyetle tesbit etti i ünlü
makalesi: ‘b e y o l’ ( NG.: ‘five ways’, FR.: ‘cinq voices’ )
“T a n r ı n ı n v a r o l u u n u kanıtlayan be ayrı yolu :
1) H a r e k e t olgusu : Duyu-deneyi temeli üzerinde, bazı eylerin ‘hareket halinde’ oldu unu
söyler. Hareket eden her varlık, ba ka bir varlık tarafından hareket ettirilir;
2) ‘Fail’ bir neden’in, ‘sonucu’ndan önce olması gerekti inden, e y l e r f a i l n e d e n l e r i d i r
ve “fail, nedenler zincirinde ilk neden’dir;
3) D o a’daki varlıklar, n e s n e’lerin varolmaları kadar, v a r o l m a m a ‘ l a r ı da mümkün olan
varlıklar oldu u gözlemi;
4) V a r o l a n eyler arasında bir ‘derecelenme’ mevcuttur: ‘daha iyi, daha ho ’, daha do rudur.
yi olan her ey, e n i y i’nin sonucudur;
5) D ü z e n ve a m a ç kanıtı olarak bilinen ‘kanıt’ türünün özel bir hali: Varlıklar amaçlarına
‘rastlantı’ olarak de il, ‘bir plana uygun olarak’ vasıl olurlar. ”
(A. Cevizci, “Felsefe Sözlü ü”, sa:133)
^
bete noire : (FR.,PSYCH.) <bet nu’ar> : ‘Kara hayvan’ (genellikle ‘bayku ’a referans vardır); evham,
nefret edilen ya da korkulan kimse (Argo)
Beter; Beterin beteri (...ne çanak tutmak, var) : Fena, kötü; Hayatta çok kötü sonuçlar verebilecek eyleri,
örne in davranı , dü ünce vb., Pandora’nın kutusu gibi açmamak, ba kalarını olumsuz etkilememek için, çekilen
bazı ıstırabı yadsıma, içeri gömme; Kötülü e kar ın, elindekine ükretme
“Delikanlıya kafasından geçenleri açacak olsa, kıyamet kopardı. Bu, kurtlarla dolu bir kutuyu açıp
kurtları serbest bırakmak, beterin beterine çanak tutmak demek olurdu."
(P. Auster, “ ans Müzi i”, sa:124)
“ ‘Benim bir eyim yok,’ diyerek a lıyor Olina, ‘giysilerim kadının. Vücudum da ruhum da onun,
ruhumu istemiyor ama... Ruhları isteyen yalnız eytan, insanlar eytandan da beter. Afedersin...’ diye a lıyor,
‘benim bir eyim yok.’ ”
(H. Böll, “Trenin Tam Saatiydi”, sa:107)
“Onlar böyle söyle irlerken, sı ınacakları bir damaltı bulamadan, yarı yolda ortalık karardı. in asıl
beter yanı u ki, açlıktan da ölüyorlardı; heybeyi kaybetmekle, hem sargıbezi falan gibi eylerden, hem de
nevaleden olmu lardı.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:119)
“Bu durumda bozu malar, do ulu biçimde; i renç, çirkef, kesin oldu. Taraflar bir baya ılık bata ında
bo ularak. Hepsi bu kadar mı? Yok canım beteri de var. Kadın var.”
(P. Istrati, “U ak”, sa:9)
“Yava yava , Yuhanna babasının yanından ayrılıp sa’ya yakla tı, hocanın ayaklarına varmı tı ki,
Zebedi gördü, eskisinden daha beter kudurdu. Yalancı peygamberlerden bıkmı usanmı tı.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:212)
“Macerası beter. Köyleri Of’un okıraç, kayalıklı da larında.
‘Bizim köylerdeki halimiz beterin beteri,’ diyor. ‘Sana bir macera söyleyim ki, dillere destan olsun,
yaz da...’ ”
(Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:78)
“Buna kar ın, hırsızın karısının kapıyı açıp da üniformalı bir polis memuru ile burun buruna geldi inde
ve yanında da, yüzündeki hüzünlü ifadeye bakılırsa, tutuklanmı olmaktan daha beter bir eyin ba ına geldi i
anla ılan kocasını gördü ünde kapıldı ı korkuyu kolaylıkla dü leyebiliriz.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:31)
“Prens, hala ya amakta olan ya lı Scotti’yi, genel karargah saydı ı eve ça ırıp, Branciforte ile birlikte
oturdu u odaya çıkardı a zaman, zavallı Giulio’nun ne hale geldi ini gözünüzün önüne getirin. ki dost sarma
dola olur olmaz, Giulio’ya:
- imdi, dedi, çaresiz Albay, beterin beterini bekle.”
(Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:II, sa:134)
Beti :
Romanca’da: Çirkin (Argo)
“..Te i te bunlardan, kafası dümensiz bir delikanlı ile gene bizim ayıcılardan Beti Sülü adında bir
hırpani tutkundur o karıya!...
-Beti Sülü ne demek?
-Beti demek, çingenecede çirkin demektir; sülü de Süleyman demektir.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:126)
Beti benzi atmak, sararmak, solmak :
Bk.: Benzi atmak
betimes : ( NG.,ZAMAN) <bi’tayms> : Erken, vakitli, vaktinde, çabuk
Bethlehem – Bedlam : ngiltere’de akıl hastanelere verilen genel isim. Türkiye’deki ‘tımarhane’ veya ‘Mazhar
Osman’ın e de eri. simler, özel olarak, ngiltere’de 1247 yılında, Bishopsgate kentinde bir manastır olarak
kurulan “St. Mary of Bethlehem” hastanesinin halk dilindeki folklorik ismi. B e d l a m, sonraları çok kez yer
de i tirmi , önce Moorfields’e, sonra Lambett’e ve en son olarak da Beckenham’a ta ınmı tır.”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, Çev.: smail Ersevim, sa:54)
betoken : (DAVR)
betray :
<bi’tokın> :
( NG.,DAVR.)
göstermek, i aret olmak, aracılık etmek
<bit’rey> :
Ele vermek, hıyanet etmek, bir sırrı if a etmek (açıklamak)
better : ( NG.,COLL.) <be’tır> : Daha iyi, daha güzel, daha ziyade; better and better : gittikçe, daha iyi;
better be of : daha zengin ol; better half : zevce, karı; for better for worse : iyi de olsa fena da olsa; anca
beraber kanca beraber; get better : yile ; he had better not : Yapmazsa daha iyi eder; I had better go :
Ben gideyim bari; so much the better : daha iyi, ala, isabet; think better of : Dü ün, belki fikrini de i tirirsin
between : ( NG.) <bit’vin> : arasına, arasında, ortasında; between now and tomorrow: yarına kadar;
between you and me : söz aramızda; far btrween : nadir, seyrek
beverage : ( NG., ÇK )
bevy :
( NG.,SOSY.)
<bev’ric> : içki, içilecek ey
<bevi> : Takım, grup, kafile
bewail : ( NG., DAVR.,PSYCH.) <bi’veyl> : Feryad-ı figan etmek, a lamak; bewailing, bewailement :
a layı , feryat; bewailingly : feryat ederek
beware : ( NG.,DAVR.)
<bi’ver> : bakmak, sakınmak, göz etmek, gözünü açmak; beware of the dog :
köpekten sakın, dikkat et, gözünü aç
bewilder :
( NG.,DAVR.)
bewitch : <bi-viç> :
bewray : <bi’vrey> :
<bi’vildır> :
a ırtmak, sersemletmek
Büyü yapmak, nazar de dirmek; bewitchen : çekici, meftun edici, cazip
stemeyerek sırrını vermek, if a etmek, hıyanet etmek
(Yeni Redhouse Lügati)
Bey : Bay’ın kibarı; tanımadı ınız ya da tahsil, rütbe, makam olarak sizden yüksek olanlara hitap tarzı
“Bihruz Bey’in yüre i, bu karar üzerine bir az rahatlayarak o gün saat ona kadar yatak odasında
kaldıktan sonra, dadı kalfanın:
-Beyim! yisin ma allah! Giyinip de azıcık hava almaya çıksan olmaz mı? Hava güzel, sokaklar adam
almıyor... Gezer e lenirsin, hadi beyim hazırlan! yollu yüreklendirmesi üzerine giyindi.”
(R.M. Ekrem, “Araba Sevdası”, sa:301)
“Alpar sordu:
-Beni bırakıyor musun, ihtiyar?
-Bırakıyorum, beyim. Gayri ben kocadım, di i, tırna ı dökülenin hayrı mı olur? Ömrümde çok uçu lar
yaptım, tüylerim döküldü, benim kanadım Bizans’a kadar dayanmaz artık. Ya, beyim, dumanı gözükmese de
benim oca ım yanıyor. Manastıra dönüp günahlarımın kefaretini perhizle ödeyece im.”
(F. Herczeg, “Paganlar”, sa:301)
“‘Pekala!’ dedim. ‘Ancak size sormak istedi im birkaç ey var. Geçen hafta elimden kurtuldunuz, ama
imdi pek ba aramayacaksınız bunu.’
‘Siz merhametli birisiniz beyci im, eve gitmeme izin verirsiniz sanırım. Ben acınacak bir kimseyim,
do rusu bu.’ ”
(F. Kafka, “Hikayeler-Tapınan’la Söyle i”, sa:11)
“Bre a alar, bre beyler
Ölmeden bir dem sürelim
Gözümüze kara toprak
Girmeden bir dem sürelim”
(Karaca O lan-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri II”, xv.-xvı. yy., sa:318)
“Naldina onların masasından çok, öteki masalardan az alkı aldı, sonra da gelip yanlarına oturdu.
Cate’nin o müzisyen arkada ı, nazik sesli, kırklık bey, onu kar ıladı. -Hepsi birbirine sen diyordu.- Corradino
ancak o zaman adamın da Toscana’lı oldu unu fark etti.”
(C. Pavese, “Tepedeki Ev”, sa:186)
“KITTEL - Harika bir bulu ! Benzersiz bir numara! Aferin, beyler! Getto’ya ekmek getirmenize izin
verdim..... Yumu ak yüzlülü ümün sonucu ortada. (Sessizlik.) Size bütün toplulu u görmek istedi imi
söylemi tim. Yahudi mizahı ve nükteleriyle dolu, e lenceli bir numara hazırlamı sınız.”
(J. Sokol, “Getto”, sa:109)
“Lady R’ın kabul salonu dehanın huzuruna açılan ön oda olarak tanınıyordu. Orası hanımlarla beylerin
duvarda bir girintide bulunan dehanın büstüne buhurdanlıklar sallamak, ilahiler okumak üzere toplandıkları
yerdi. Bazen tanrının kendisi bir an varlı ıyla onları onurlandırırdı. Kulları huzura kabul ettiren tek ölçüt zekaydı
ve (Anlatılanlara bakılırsa) içeride zeka parıltıları ta ımayan tek söz edilmezdi.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:132)
Beyaz adam; Beyaz insan : Özellikle siyah ve sarı ırka ait ki iler tarafından -genellikle kinayeli, nefret ve
a a ılık hisleriyle dolu olarak- kullanılan, Hintli-Arien: Beyaz ırk’a ait ırka mensup erkek ve kadın
“Pistir Verwoerd
--------------------Sizin içindir bu iir
beyaz adam görünce
tüküren siyah adam.
Bu iir sizin içindir
açılmamı toplu mezarlarla dolu
vah i bir ülkenin sahibi beyaz adam.
Sizin içindir bu iir
Madiba’yı mutlu etmek için
kucakla ıp öpü en siyah ve beyaz adam.”
(Mpho Ramaano <d.1981>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.02.09)
“Kasper Hauser Türküsü
------------------------------Adımı sessizce ehre vardı ak am vakti;
Mu lak sızıntısı a zının:
Bir atlı olmak istiyorum.
Çalı ve hayvan ama pe inden geldi,
Ev ve lo bahçe beyaz insanların
Ve katili arıyordu onu.”
(Georg Trakl<1887-1914>-Danyal Nacarlı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 02.04.09)
Beyaza kesmek : Beyaza dönmek, benzemek
“Leyla, kar ya dı ı zaman Bo az’ın camgöbe ine dönen akıntılarını çok sever, camın buharını elleriyle
silerek saatlerce dı arıyı seyrederdi. Kıyıya çekilmi balıkçı kayıklarının üzerinde kar birikti ini görmek, bazen
a ırı güzellikten duyulan tuhaf bir huzursuzlu a kapılmasına neden okuyordu. Tuhaf bir aydınlıkta parlayan kı
günlerindeki camgöbe i deniz, soluk kırmızı bir kayı ın üzerindeki kar birikintisi, dalları beyaza kesmi ve gelin
gibi süslenmi çam a açları, bacalardan tüten ince siyah odun dumanları; ola andı ı bir manzara resminin içine
girmi gibi heyecanlandırırdı onu.”
(Ö.Z. Livaneli, “Leyla’nın Evi”, sa: 144-5)
Beyaz atlı prens : Roman ve filimlerde oldu u kadar, gerçek ya amda da, birçok genç kızların, onlara a aalı
ve mutlu bir hayat getireceklerini umdu u hayali kahraman
“Beyaz atlı prens bir türlü gelmedi inden, Maria’nın payına sadece hayal etmek kalıyordu. A kı ilk kez
on bir ya ındayken, yürüyerek ilkokula gitti i günlerde tattı. Okulun açıldı ı gün, yolda yalnız olmadı ını
anladı.”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:13)
Beyaz bayrak çekmek : Teslim olmak; imdat istemek
“BRAND -... Direkte dalgalanan, ulusal arkılarla havada çırpınan üç renkli bayrak nerede? E er
canavar di lerini göstermek yüreklili inde bulunmazsa, o bayrak neye yarar? Batmakta olan bir gemi felaket
i areti vermek için beyaz bayrak çeker.”
(H. Ibsen, “Brand”, sa:217)
Beyaz insan :
Bk.: Beyaz adam
Beyaz kadın ticareti : Fuhu tan para kazanmak
“Müdürün temizlik hastası oldu u fark ediliyordu. Yirmi dokuz ya ını yeni bitirmi ti, beyaz kadın
ticaretiyle servet yaptıktan sonra deneysel yoldan gazeteci olan ve ömür boyu birinci ba kanlık yapan
büyükbabasından farklı olarak dört yabancı dil biliyordu, uluslararası alanda üç master yapmı tı.”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:50)
Beyba; Beybaba : Osmanlı mparatorlu unun son, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında orta ve iyi halli
ehirlilerin babalarını isimlendirme ekli; Ya lı, kibar görünü lü, bilinmeyen yabancılara da yapılan hitap.
1930’larda küçük bir çocukken, ben ve ablam, bir Selanik göçmeni olan babamıza ‘beyba’ derdik.
“ htiyarın önünde diz çöküyorum. ‘Beybaba, dinle beni. Seni buraya bir stok baskınından sonra
yakaladı ımız için getirdik. Bu çok ciddi bir medele. Bu yüzden cezalandırılabilirsin, biliyorsun!’
Dili dudaklarını ıslatmak üzere dı arı çıkıyor. Yüzü kül rengi ve bitkin.”
(J.M. Coetzee, “Barbarlar Gelirken”, sa:8)
“Karlı bir kı sabahı. Yer yer buz tutmu tepelerden, Cihangir’den Tophane’ye iniyoruz. Bir elim
beybamın elinde, gözlerim yerde, beyaz tozluklu fotinlerimle ikide bir karlara tekme sallamaktan haz
duyuyorum. Beybam, di er eli ablamınkinde, arada sırada bana her zamanki ihtarını veriyor:
‘Uslu dur smayil... Yoksa sana simit almam!’ ”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:5)
“Kendinize bazen acayip biri gözüyle bakıyor, ço unlu un gitti i yolda izlemedi iniz için
kahroluyorsunuz. Böyle davranmayı bırakın. Ata e bakın, bulutları seyredin; içinizde kimi sezgiler uyanıp
ruhunuzdan kimi sesler yükselmeye ba ladı ında, kendinizi bırakın onlara; böyle bir ey acaba ö retmeninizin
ya da beybabanızın ya da aziz bir tanrının i ine gelir mi gelmez mi, onlar bunu ho kar ılar mı kar ılamaz mı
diye dü ünmeyin hiç!”
(H. Hesse, “Demian”, sa141)
“Fakir fukara giyimli kalabalı ın az berisinde, Re it Hamdi Bey için sa dan soldan hayli tanıdı ı,
kendisinden yardım bekleyenler, ba kentte görülecek i i olanlar, kimi partililer, ‘yeni nizam’ taraftarları, nihayet
pek ık hanımlar toplanmı lardı. Ankara Prensesi’nin ihtiyar zevci siyah elbiseleri, kırmızı ipek papyonuyla
hemen dikkat çekiyordu. Beni yine tanımamı tı tabii.
-Kızım, beybabanızın emekli i iyle alakadar olaca ım, dedi.”
(S. leri, “Hayal ve Istırap”, sa:126-7)
“Nereye gitti im anla ılmasın diye, beni Büyük Kabristan’a götürmesini söyledim. Aynadan e lenerek
baktı bana, sonra da öyle dedi: ‘Aman beni böyle korkutmayın, beybaba, ke ke Tanrı bana da sizinki gibi uzun
ömür verse.’ ”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:24)
“Nermin omuzlarını salladı. Sabriye, umursamadan kar ılık verdi:
-Bilmem! Beybabam geçenlerde anlatıyordu, bir eyler... Yunanlılar bu yaz bu i i bitirmek
istiyorlarmı .”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:221)
“Evlampiya, son kez, ‘Beybaba!’ diye yalvardı.
-Sus!
Suvenir, kekeleyerek:
-Martin Petroviç! Karde ... beni ba ı layın! dedi.
-Beybaba, canım babacı ım.
Harlov:
-Sus kancık köpek, diye ba ırdı. Suvenir’e bakmadı bile. Yalnızca onun oldu u yana tükürdü.”
(I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:95)
Bey(e)fendi : Çok kibarca söylenmi ‘Bey’ hitabı
“-... Ama bu, yalnız yargıcın kar ısında böyle. Hayatta ikisini birbirinden ayırt edip konu mazsan aç
kalırsın. Para kimde ise düdük ondadır.
-O ba ka lakerda! Bana vız gelir. Balık tutarsam balıkhaneye götürürüm. Kimseye beyefendimiz, evet
efendimiz demem.”
(S.F. Abasıyanık, “Kayıp Aranıyor”, sa:12)
“‘Aman canım, ben daha do ru dürüst bir mektup yazmayı bile beceremeiyorum Sultan abla. Size abla
dememe kızmıyorsunuz de il mi? Tee ilkokuldan kalan çarpuk çurpuk bir yazı benimkisi i te. irkete telefon
edenleri bir kıyıya yazmama bile yetmiyor. Yoksa, belki çaycılık ettirmezlerdi, camları sildirmezlerdi.....
Telefonlara da, alooo, burada de iller beyefendi, bir diyece iniz varsa uraya yazayım, gelince sizi arasınlar...’ ”
(A. A ao lu, “Toplu Öyküler - II”, ‘Dar Odanın Karanlı ı’, sa:23)
“Tanımlamaya Prelüd’ler - LXXXIV
------------------------------Niçin onu seviyorsunuz, beyefendi?
Çünkü bahar topra ı gibi, verimli oldu u için mi?
ve siz tohum oldu unuz için mi? Ba ka nedense
gereksinmeniz olmadı ı için mi?
ve, sonsuz mevsimi dı ında hiçbir eydir.”
(Conrad Aiken-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 10.10.02)
“Ekim ayındaki felaketten (Amerika’nın 24 Ekim 1928 günü büyük ekonomik krizinin ba ladı ı
dönem) birkaç gün öncesine kadar gösterimi sürdürdüm; benim yaptı ım eyin yanında, yukarıda adı geçen iki
beyefendinin (Babe Rurh & Charles Lindbergh) yaptıkları solda sıfır kalırdı.”
(P. Auster, “Yükseklik Korkusu” (Vertigo), sa:7)
BELBOY - Okuyayım efendim: Amerikalı bir milyoner 40 yıl evvel kaybetti i Ahmet isimli karde ini
aramak üzere stanbul’a geldi..... Onun Harput’ta do du unu, Türk oldu unu, 40 yıl evvel dört ya ında iken
babasıyla Amerika’ya gitti ini, evinde Türkçe konu uldu unu söylüyor. Do ru mu bu beyefendi?..... Kim bilir
ne zengin adam, de il mi beyefendi?”
(C.F. Ba kut, “Harput’ta Bir Amerikalı”, sa:7)
“ ‘Belki de cildinle yazmalısın.’
‘Sen de yarı ınla.’
‘Çok a a ılıksın. Ve korkak..... Kadınların yanında bir beyefendi gibi davranmayı ö renirdin en
azından.”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:34)
“-Ama kesin olarak bula ıcı de il, diye aceleyle belirtti.
-Bunun benim için önemli olmadı ını söyledim.
-Anlıyorum. Beyefendi de benim gibi. Beyefendi yazgıcı.”
(A. Camus, “Veba”, sa:32)
“Herkes etrafta durup konu uyor; bazıları merhaba diyor, di erleri sadece bana bakıp birbirlerine bazı
yorumlar yapıyorlar; ödül törenini düzenleyen ki i bana do ru geliyor ve hep aynı sinir bozucu sözcüklerle
oradaki insanlara beni tanıtıyor: ‘Bu beyefendinin kim oldu unu elbette biliyorsunuz.’ ”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:270)
“ ‘Beybaba, beyefendiyi görüyor musun? Bu beyefendi ba kentten bizi ziyarete geldi. Sınırdaki bütün
kaleleri ziyaret ediyor. i i gerçe i ö renmek. Yaptı ı tek ey bu. Gerçe i ö reniyor. E er benimle konu mazsan
onunla konu mak gerekecek. Anlıyor musun?’ ”
(J.M. Coetzee, “Barbarlar Gelirken”, sa:8)
“Pa a son dilek sahibiyle konu masını bitirip odasına yöneldi i sırada arkasından yürüdü.
-Beyefendi hazretleri! Zatınızı rahatsız etmek cüretinde bulunuyorsam, bu, yalnızca içimdeki
pi manlık duygusundan ileri geliyor. Siz de biliyorsunuz ki, efendim, isteyerek yapmadım.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:22)
“Ba rahibe, ‘Halinize bakın hele! Sizin kadar bedbaht biri görülmemi tir herhalde. Korkutuyorsunuz
beni. Babanız beyefendi ya da anneniz hanımefendiyi mi kaybettiniz yoksa?’ diye sordu. stedi im halde yanıt
veremedim, kollarına atıldım. ‘Eh! Tanrı’ya ükür,’ dedi. Ben de, ‘Ne yazık ki, ne annem, ne de babam var
benim, nefret edilen ve buraya diri diri gömülmek istenen mutsuz biriyim,’ diye ba ırdım.”
(D. Diderot, “Rahibe”, sa:23)
“-Bakın beyefendi, bu ne tavır böyle?
-Tuh Allah kahretsin, imdi tavrın sırası mı? O sizin karınız mı yahu?
-Yooo, yani, ey.. ben evli de ilim ki...”
(F. Dostoyevski, “Ba kasının Karısı”, sa:22)
“John hafifçe küserek ve ayıplayarak kar ısında dikilip durması, kafası karı ık Alice’e inanılmaz
geliyordu; daha belirgin bir tepki gerektirdi ini dü ündü ünden olsa gerek suçu iyice büyümü tü gözünde. Ama
yok. Baird bunca olayın ortasında orada durmu , Kipling’in ‘E er’ iirinde dile getirdi i beyefendilik sınırlarının
ötesine geçmemekte kararlıydı.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:56-7)
“Hayır, Trigger kendince bir beyefendiydi. ngiltere’de her yerde bulunabilecek bir ta ralıyla bir
beyefendi karı ımı. Taktik diye bir ey bilmezdi.”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:265-6)
“E ref Peygamber’den Ba hekim Bay Mazhar Uzman’a:
Beyefendi, beni çıkar, yeter artık çekti im
Çıkarmana sebep olsun bulup esrar içti im”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-E ref Peygamber”, sa:62)
“Bitkin dü üyor, soluk solu a, kımıltısız kalıyor, alçak sesle hıçkırıyor, gözünden ya lar akıyordu.
Emma bu bunalımları geçirdi i sırada, içeriye giren hizmetçi : ‘Ne diye bunu beyefendiye söylemiyorsunuz?’
diyordu. Emma:
‘Sinirden oluyor, bir ey söyleme, üzersin onu,’ diye yanıt veriyordu.”
(G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:122)
“ htiyar Angélique yemek taba ını getirip, masaya koyarak:
-Küçük bir piliç pi irdim, dedi. Silah ve kesici aletlerle arası iyi olmayan Bay Bergeret:
-Lütfen onu kesin, dedi. Angélique:
-Bu i bana dü mez. Eti kadın de il erkek keser.
-Ben et kesmeden anlamam.
-Ama Beyefendi! Anlamanız gerekir.”
(A. France, “Bay Bergeret Paris’te”, sa:5)
“-Beyefendi! Beyefendi! Böyle nereye ko uyorsunuz?
-Postaya bir mektup ataca ım, Thérese.
-Ulu Tanrım! Böyle ba ı açık, deliler gibi fırlayıp gitmek size yakı ır mı!
-Deliyim ben, Thérese. Ama kim deli de il ki? Ver çabuk u apkamı.
-Ya eldivenleriniz, beyefendi! Ya emsiyeniz!”
(A. France, “Sylvestre Bonnard’ın Suçu”, sa:28)
“Geçen hafta zengin bir meraklı geldi, yüz yirmilik bir balık satın aldı benden. Bir Çin balı ıydı. Pa a
tu u gibi üç kuyru u vardı... yeti tirmek zor mudur dediniz? Bu da söz mü! Beslenmesi zordur, sık sık da
hastalanırlar. Haftada bir kez Vichy suyuna konulmaları gerekir. Bu da pahalıya mal olur. Koymayınca da
olmaz: tav anlar gibi ürerler. Siz de meraklı mısınız beyefendi? Gelip bir görmelisiniz.”
(A. Gide, “Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler”, sa:151)
“Beyefendi,
Uzun süre dü ündükten sonra, bu defterleri, annemin anılarının daktilo edilmi bir kopyasını, size
göndermeye karar verdim. Annem, 12 Kasım 1916’da, be aydır çalı tı ı, bula ıcı hastalı a yakalananların
tedavi edildi i ... hastanesinde öldü. Genevieve D...”
(A. Gide, Kadınlar Okulu”, sa:5)
“Böyle muamelelere yava yava alı mı tım, onun için pek üzülmedim. Hatta, tam tersine, yumu ak bir
sesle:
-Kuzum baba, beyefendi kahvesini içtikten sonra haber ver. Bekledi iniz ö retmen hanım gelmi de,
diye rica ettim.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:234)
“Hasan efendi bir az duraksayan bir tavır takındı. Dilinin altındaki baklayı çıkarmak istiyor fakat
cesaret edemiyordu:
‘Bir ey daha var ama... sizi biraz üzer diye korkarım...’
‘O nasıl eymi öyle?’
‘Vallahi dedikodu... mahalle dedikodusu beyefendi...’ ”
(O. Hançerlio lu, “Karanlık Dünya”, sa:42)
“ ‘...Yalnız ba ınıza dönmek istemiyorsanız e er, biraz daha benimle gelin ya da ben haberimi iletene
kadar burada bekleyin, o zaman memnuniyetle sizinle geri dönerim.’ ‘Hayır, hayır,’ dedi K., ‘beklemeyece im
ve siz imdi benimle gelmek zorundasınız.’ K., bulundu u odayı henüz do ru dürüst gözden geçirmemi ti,
çevredeki bir sürü tahta kapıdan biri açıldı ında, ilk kez oraya dikkatle baktı. Herhalde K.’nın yüksek sesle
konu ması üzerine gelmi olan bir kız: ‘Beyefendi ne istiyorlar?’ diye sordu.”
(F. Kafka, “Dava”, sa:84)
“ ‘Hanımefendi, hüner ko turmakta de il, kafileyle beraber yürüyebilmektedir. Sizin bu yaptı ınız ey
bir binicilik hatasıdır..... Zira, görüyorum ki, siz ona hükmedemiyorsunuz, o size hükmediyor.’
‘Ne kadar sert bir ö retmensiniz beyefendi...’ ”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:57)
“ ‘Yalnızız,’ dedi; ‘karde imiz Lazarus burada de il. Erden’e, vaftiz olmaya gitti.’
‘Yalnızsak yalnızız, ne farkeder?’ dedi öteki. ‘Yemez ya bizi. Buyrun içeri beyfendi. Dinlemeyin onu.
O kendi gölgesinden bile korkar. Köylüleri ça ırırız sizi yalnız bırakmamak için...’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:305)
“Kar ı konulmaz bir ehvete kapılarak ete ini arkadan kaldırıp donunu dizlerine kadar indirdim ve ona
arkadan saldırıya geçtim. ‘Ay, beyefendi,’ dedi kız, hüzünlü bir iniltiyle, ‘orası girmek için de il çıkmak için
yaratılmı .’ ”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:17)
“Ey öyle ise insaf et. Yüzyılın ediplerinden beyefendi hazretlerinin ıkına sıkına yumurtladı ı erdem
yumurtasının büyüklü üne a mayayım mı?”
(A. Mithat, “Karı Koca Masalı”, sa:144)
“Terzi ceketi giydirdi ve yava sesle konu maya ba ladılar:
-Koltuk altı biraz açılacak.
-Evet efendim.
(-Trata! trata!)
-Bu dü me biraz yüksek, bunu daha a a ıya alın; çünkü ütü gö üste serbestçe dola ırsa ho uma gider.
-Evet beyefendici im.”
(F. Molnar, “Pal Soka ının Çocukları”, sa:193)
“Kendime olan güvenim öylesine kaçmı tı. Kendimi uzaktan izler gibiydim, i man kırmızı suratım,
takma di lerim ve kaba elbiselerimle i te yolda yürüyordum. Benim gibi bir adam hiçbir zaman bir beyefendi
gibi durmaz. Daha yüz metre öteden, sigortacı oldu umu de ilse de, bir ekilde sıradan bir satıcı oldu umu
tahmin edebilirsiniz.”
(G. Orwell, “Daralma”, sa:14-5)
“ / ‘... Türkiyedeki kadınların yüzde doksanı örtünürken ba ka hangi artistin gerekçesi oluyor
anlıyamadım. Kızının soyunmasıyla gururlanıyorsun, seni erefsiz zalim, ama unu kafana koy, ben profesör
de ilim, ama bu konuda senden çok okudum.’ / ‘Beyefendi, silahınızı lütfen bana do ru tutmayın,
sinirlendiriyorsunuz, patlarsa belki üzülürsünüz.’ / ”
(O. Pamuk, “Kar”, sa:48)
“Beyefendi, evime kabul edilmeye, benimle tanı maya bo yere u ra an birçok insanı hayrete dü ürecek
çabalarıma ra men, sizin benden beklemedi iniz, ama benim, her ikimizin haysiyetinin gerektirdi ini
dü ündü üm bazı açıklamalarımı size ifahen sunma olasılı ını elde edemedim. Bu nedenle de, yüz yüze
söylenmesi daha kolay olacak birtakım eyleri size yazılı olarak bildirece im.”
(M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:403)
“Aslında onlardan biri oldu umu bilirler, sadece bir numara yapmak istedi imi bilirler. Zaten karnaval
zamanı. Oyun bozanlık etmezler; yalnızca hafiften sırıtırlar ve göz kırparlar. Gören olmamı tır. Bunun dı ında
beyefendi gibi davranırlar.”
(R.M. Rilke, “Malte Laurids Brigge’nin Notları”, sa:67)
“Baltasar, yolda yürürken yedi yeme ini, yine çakısının da yardımıyla tabii, imdi yolculuk saraya.
Avluya bakan mezbahaya girdi, içerde iki yanda birden kancalara dizilmi a zı açık öküz ve domuz le lerini
görmekti niyeti, gözleri bayram etti. Yeteri kadar para geçince eline öyle iyice pi mi bir biftek yiyece ine
yemin etti, pek yakaın bir zamanda çalı mak için buraya gelece i aklının ucundan geçmiyordu, ama beyefendisi
sa olsun, tabii çantasındaki demir kancayı da unutmamalı...”
(J. Saramago, “Baltasar ve Blimunda”, sa:40-1)
“Derken, ancak romanlarda geçen ve onlar olmasa kımsenin bu romanları yazma zahmetine
giri meyece i o inanılmaz rastlantılardan biri sonucunda, Maria’ya a ık olan, ondan da büyük bir sevecenle
kar ılık gören kibar bir beyefendi, sevgilisinin orada mahpus tutuldu undan ve zindanda oturup i i lemekten
parmaklarının delik de ik oldu undan habersiz, kalkıp o atoyu ziyarete gider.”
(J. Saramago, “Küçük Anılar”, sa:52)
“ ‘Sizin söyledi iniz otel sefil bir mahallededir,’ dedi adam tatlı dille. ‘Ve malın kalitesi çok kötüdür.
Bombay’a ilk defa gelen turistler, sık sık pek uygun olmayan yerlere dü erler, ben sizin gibi bir beyefendiye
yara an bir otele götürüyorum sizi.’ Pencereden tükürüp bana göz kırptı. ‘Ayrıca mal da birinci kalitedir.’ ”
(A. Tabucchi, “Hint Gece Müzi i”, sa:16)
“Biraz sonra kral, tüm o kıskanç beyefendilerin ve edepsiz karılarının önünde, kalkmam için yardım
edilmesini ve yanına götürülmemi emretti. Bana kendi kadehinden su ikram etti; sonra ne yaparsam yapayım
saraydan kovulmam için dolap çevirmeyeceklerini, çünkü (Danimarka kraliçesi ünvanım olmasa da) kralın karısı
oldu umu ve beni hala deliler gibi sevdi ini herkese göstermek için omzumu, yüzümü öpüp bana övgüler
ya dırdı.”
(R. Tremain, “Müzik ve Sessizlik”, sa:21)
“... bu u ak kendinden oldukça emin bir bakı la yola do ru baktı:
‘Hayır efendim, henüz (gelen giden) yok.’ dedi.
Beyefendi:
‘Yok ha,’ diye tekrar sordu.
‘Yok,’ diye kar ılık verdi.”
(I. Turgenyev, “Babalar ve O ullar”, sa:5)
“Loperolla’nın pohpohlayıp beynini yıkayarak yava yava kandırdı ı bu on altı ya ındaki çıtır çıtır,
sarı ın kız, a çı kadının iteklemeleriyle, yanakları al al, kıkır kıkır gülerek çıktı ortaya, gerçekten de kar ıdaki
dükkandan sık sık çocukça bir hayranlıkla incelemi oldu u bu kibar beyefendinin kar ısında beceriksizce
döndü.”
(S. Zweig, “Amok Ko ucusu-Leporella”, sa:166)
Bey gibi ya amak : Özellikle fakir ya da öykü söyleyen konu macıların ekmek elden su gölden, havadan gerçek
zenginler gibi ya ama fantazisi
“Kasabanın birine gidip ‘Hey!’ diye ba ırırdım, ‘Gözünüzü açın, bir Rus delikanlısı geldi!’ Hemen
ko up gelirler, acaba gerçek mi diye elleriyle yoklarlar, sonra da rubleleri sökülürlerdi! Üstelik yemem içmem de
onlardan... Bey gibi ya ardın!..”
(M. Gorki, “Yol Arkada ım”, sa:66)
Beygir : (FARS MYTH.) : Erkek At. Modern motor dünyasında, iki ya da dört tekerlekli arabalrın motor
gücü, her nedense ‘at gücü’ yerine ‘Beygir gücü’ ile nitelendirilir.
“Kimse kar ılık vermedi. Hepsi de merminin hedefini a mayaca ını biliyordu.
‘Burada bir tek erkek yok mu?’
Yeni bir sessizlik. Ya lı Rogério yere tükürdü, bir adım attı:
‘Pu t alayı!’
Dönüp yürüdü. Ya lı beygirine bindi, güç bela uzakla tılar. Bir yıkıntıya binmi ba ka bir yıkıntıydı
bu.”
(J.M. de Vasconcelos, “Yaban Muzu”, sa:30)
“Manzara da müzi in dediklerini yineliyordu kendince. Güne batmak üzereydi; renkler soluyordu;
manzara da, insanların zorlu bir günden sonra yorgunluklarını nasıl attıklarını, serinli in ini ini, aklın egemenlik
kuru unu dile getiriyordu; beygirlerin ko umlarını çıkaran bahçelerini nasıl çapaladıklarını, köy evlerinin alçak
çitinden nasıl sarktıklarını.”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:118)
Beyhude, Beyhude yere : Bo ; Bo yere, gereksiz olarak
“ÇOBAN ÇE MES
Derinden derine ırmaklar a lar,
Uzaktan uza a çoban çe mesi.
Ey suyun sesinden anlayan ba lar,
Ne söyler u da a çoban çe mesi?
-----------------------Ne air ya döker, ne a ık a lar,
Tarihe karı tı eski sevdalar:
Beyhude seslenir, beyhude ça lar
Bir sola bir sa a çoban çe mesi!..”
(F. Nafiz Çamlıbel<1898-1973>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1,
sa:105)
“SEV NS N
------------Açın kapıları açın
Gidin haber verin meleklere
Can çeki ip durmasın beyhude yere
Elbet bir tutam ot biter üstümüzde
Mezarına göre aya ını uzatır ölülerimiz.”
(B.Rahmi Eyübo lu<1913-1975>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1,
sa:324-5)
“Birçok yerlerde iyice kabarmı olan suları a mak zorunda kaldık. Salso nehri kıyısında, beyhude yere
bir köprü ararken, garip bir çözüm yoluyla kar ılak tık.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:II, sa:163)
Bey’ibilvefa usulüyle satı : Satıcı bedeli geri verince, mü terinin satılan malı geri vermesi (Osmanlılarda)
“Halbuki Ragıp Efendi ona, sadece kendi i lerinden bahsetmeye geliyordu. Naim Efendi’nin Vefa
Hanı’ndaki rehine konmu bölümün hissesi, birkaç zamandanberi tehlikedeydi. Esasen bu rehin muamelesi,
bey’ibilvefa usulüyle yapılmı oldu u için, bir seneden beri parasını bekleyen alacaklı, Ragıp Efendi’yi ikide bir,
miras muamelesini kati surette yaptıraca ını haber vererek tehdit ediyordu.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:81)
Beyin jimnasti i : Dü ünmek, türlü alternatifleri tasarlamak, yaratma gücünü kullanabilmek
“Beyin jimnasti ine pek yatkın olmayan biri bile, Pascal gibi, her yanılgının bir dı lamadan geldi ini
bilir.”
(A. Camus, “Defterler 2”, sa:70)
Beyin mastürbasyonu : Aynı fikirleri sürekli olarak dü ünmek, yinelemek
“... biraz da imgeleme gücümün katkılarıyla kendime göre yorumlamaya çalı tı ım bir Yahudi
mahallesini, hemen hemen her ta ıyla tanıdı ım, her kokusu ve rengiyle ya adı ım çocuklu umun
Sıracevizler’ini, kimi e yalara ba lanan sevgiyi ya da kimi e yalar gibi olmayı, din, gelenek ve cinsellik
yalanlarının ardına gizlenerek bu gemiyi yürütmeye çalı an ikiyüzlüleri dü ündü ümde içimden çok garip bir
ekilde bir güzel mastürbasyon yapmak geliyor. Bir beyin mastürbasyonu ...”
(M. Levi, “Bir ehre Gidememek”, sa:42)
Beyin yıkamak : Ki iyi etkileme amacıyla, ba ka -genellikle zararlı- fikir ve doktrinleri sürekli bir ekilde
telkinde bulunmak
Bk.: Beynini yıkamak
“Muhabirler genellikle, ‘Pek çok ki i Opus Dei’nin bir beyin yıkama tarikatı oldu unu söylüyor,’ diye
üstüne gelirlerdi. ‘Bazıları da size a ırı mufazakar gizli Hıristiyan cemiyeti diyorlar. Hangisisiniz?’. Piskopos
sabırla, ‘Opus Dei ikisi de de ili’ diye cevap verirdi. ‘Bizler bir Katolik Kilisesi’yiz. Bizler, günlük
ya antılarımızda Katolik ö retileri özenle izlemeyi seçen Katolik bir toplulu uz.’ ”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:38)
“Onlara sanki kötüymü ler gibi davranıldı ında, ba langıçta, kendi de erlerinin dü ürülmesinden ötürü
öfkelenirler. Ancak bir tür beyin yıkama gibi, de erlerinin kar ı konulmaz bir biçimde dü ürülmesi en sonunda
içlerine i ler.”
(L. Carroll & J. Tober, “indigo çocuklar”, sa:147)
Beylik : Herkesin bildi i, söyledi i, sıradan eyler; Resmi, Devlet malı; Söz; (Örne in tabanca); Kılçıldan
yapılma bir tür ince er battaniyesi
“OKEANOS
-------------Bırak, bahtsız tanrı,
bırak kızmayı da,
Bu çekti inden kurtulmanın yolunu ara.
Bunlar sana beylik sözler gibi gelebilir,
Ama urası da su götürmez ki, Prometheus,
A ırı bir dilden geldi ba ına gelenler.”
(Aiskhylos, “Zincire Vurulmu Prometheus”, sa:55)
“... Tiber nehrini izlerken, sı ve kapkara sularda yansılanan ı ıkların titre ti ini görmek için zaman
zaman duracak, kıyıdaki duvara yaslanıp bakacaksınız, bu sırada üzerlerinde dansedilen ponton’lardan, ak am
rüzgarıyla uzaklara savrulan beylik bir müzi in yankıları gelecek kula ınıza...”
(Michel Butor, “De i me”, sa:96)
“-... bu ka ıtlar sinekler için yapılmı tır.- formülün mucidinin bu korkunç ve anlamsız can çeki meyi
uzun uzun seyretti ini anlarız- bu yava ölüm olsa olsa küçük bir çürüme kokusu yayacak. (Beylik dü ünceleri
yaratan deha budur.)”
(A. Camus, “Defterler 2”, sa:46)
“... intihar eden ki ilerin ya amın anlamından ku ku duymadıkları da çok olur. Bu çeli kiler süreklidir.
Hatta mantık özleminin en çok duyuldu u bu noktada, görülmedik ölçüde canlı oldukları bile söylenebilir. Fakat
kuramlarını bu kuramları yayanların davranı larıyla kar ıla tırmak beylik bir ey..”
(A. Camus, “Sisyphos Söyleni”, sa:19)
“ÇOK ESK DEN
-------------------Senin anın daha do rusu ho varlı ın hep aynı
yerdeydi
Saydam varlık ve benimki
Hiçbir ey de i memi ti ama her ey akaklarım ve
gözlerimle birlikte ya lanmı tı.
Bu beylik sözden ho lanmadınız mı? bırakın, bırakın
beni bu alaylı ho nutluk öyle ender ki”
(R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:47)
“Monsieur Mesurat’nın korkunç sonunu onu durmadan hatırlatan bu münasebetsiz ve geveze kadının
sesini duymadan edemiyordu. O zaman hem katlanılmaz bir i renme hem bir çe it ferahlık duyuyordu. Ellerini
dizlerinin üstünde kavu turuyor, sesini çıkarmadan, birtakım faraziyelerle karı ık bu beylik dü ünceleri ürpererek
dinliyordu.”
(J. Green, “Adrienne Mesurat”, sa:162)
“NE KADAR HAKLISIN
-----------------------------Burada zalim ve sıradan kimselere
Acıma ve anlayı gösterilmez.
Sigara dumanı, beylik ba rı malar,
Tanrının unuttu u bır yı ın gariban,
Bilinmez kim kimin erke i, kim
kimin kadını”
(Nigar Hasanzade<d.1975>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 15.05.03)
“Kar ısına getirilen vayk’a, ‘Demek, helaya gitmek istiyorsun?’ dedi dostça. Ama hemen ardından
gözlerini vayk’a dikti: ‘Sakın bir numara çeviriyor olmayasın?’
‘Yok, çavu um,’ diye kar ılık verdi vayk. ‘Büyük abdesimi yapaca ım, o kadar.’
Çavu , beylik tabancasını beline takarken, ‘Bir halt karı tırmayasın diye ben de gelece im!’ dedi. ‘Çok
kıyak tabancadır. Yedi mermi atar ve asla teklemez.’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, sa:272)
“Kazara ya da zorunluluktan okuyaca ı bir kitabı övmek için, ‘canlı tasvirler’ ve ‘akıcı anlatım’
gibisinden beylik yorumlarla zevahiri kurtarmaya çalı abilecek bir ciddi ele tirmen tarafından ‘acımasızca’
ele tirilebilirim.”
(M. Levi, “Bir ehre Gidememek’, sa:40-1)
“Dubrovski bütün sava kurallarını hiçe sayarak, tutsaklarını, yine korusundan kesip aldıkları ince
deyneklerle terbiye etmeye, atları da kendi malı büyük beylik hayvanlar listesine katarak i e göndermeye karar
verdi.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:17)
“Anny, üstünde kara uzun bir giysiyle kapıyı açtı. Her zamanki gibi, ne elini uzattı, ne merhaba dedi.
Sa elim yine pardesümün cebinde kaldı. Beylik sözlerden kurtulmak için, çabuk ve yavan bir sesle:
‘Gir ve istedi in yere otur, pencerenin yanındaki koltuktan ba ka,’ dedi.”
(J.-P. Sartre, “Bulantı”, sa:182-3)
“Bu kez çukurlu yollara girilmi ti. Kara araba, öylesine batıp çıkıyor ki, koca Tanrı destek olmasa
makasları, dingilleri çoktan kıracak... Beylik mal oldu undan, askeriye oförünün de katiyen insafı, acıması
yok... Sürmekte ki, Tanrı yarattı dememekte...”
(K. Tahir, “Yol Ayrımız”, sa:267)
Beyni atmak : Tepesi atmak, çok sinirlenmek
“FAUST - Lanet olsun buraya! te asıl bu benim üstüme bir kabus gibi çöküyor..... u küçücük çanın
sesi ve o ıhlamurların kokusu, sanki kilisede veya mezardaymı ım gibi, bütün vücudumu kaplıyor. O her eyi
alteden iradenin kudreti burada, u kumların üstünde kırılıyor. Bu dertten nasıl kurtulsam! O küçük çan
çalınınca, benim beynim atıyor.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:303)
“Beynim atıyor, ertesi gün, ne i olursa olsun, bulmaya çıkıyorum. Bütün ehri ve limanı kolaçan
ediyorum, nerde yapılacak bir i görsem, bir iki meteli e üzerime almayı teklif ediyorum, ama bo una zahmet:
Napoliler bile i bulamıyor ve benden fazla açlıktan geberiyorlar. Bir saatlik bir i için, ta ınacak bir bavul için
on ki i bo az bo aza geliyor”
(P. Istrati, “Hayat Yollarında”, sa:94)
“Hemen beynim attı; fakat yine kendimi tuttum:
-Hiddetle a zımdan öyle bir ey çıktıysa bunda beni mazur görün; çünkü onun kırdı ı cevizler artık
haddini a tı!...
-A tıysa bize ne söylüyorsun? Biz Feridun’un kahyası de iliz ya! Aranızda halledilecek kozunuz
varsa, git kendisini bul, kar ı kar ıya, dobra dobra konu !...”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:280)
“‘Tanrı, gö ün sel kapılarını açtı ve harman yerini doldurarak ekme imizi aldı götürdü. Geçenlerde de
koyunlarımdan biri iki ba lı bir kuzu do urdu... Dünyanın sonu geldi diyorum size! Tanrı a kına, çalı mayı
bırakın da konu alım.’
Zebedi’nin beyni atmı tı.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:129)
Beyninde bir im ek çakmı çasına : Beynine bir im ek hızıyla aniden bir fikir gelircesine
“Birden beyninde bir im ek çakmı çasına gözleri parladı: Ya lı adam on, otuz ya da altmı lı ya larına
geri döndü, çocuklarından birini topra a veriyordu. Hangisini? Johanna’yı mı, Heinrich’i mi? Hangi beyaz
tabutun üzerine toprak atıyor, çiçek serpiyordu?”
(H. Böll, “Dokuz Buçukta Bilardo”, sa:15)
Beyninden vurulmu a dönmek :
ok edici, son derecede olumsuz bir haber duymak
“Ba kanın odasına dönmemizden az sonra, içeriye New Jersey Eyalet Polis Müdürülü ü’nden, Albay
Birand ya da Brant adında biri girdi. Kırk ya larında, asker tıra lı, çenesi iri kemikli, komando operasyonuna
hazırlanan deniz piyadesi bakı lı biriydi. Addonizio’nun elini sıktı, bir koltu a oturdu ve öyle dedi: Bu
ehirdeki bütün zenci piçleri tek tek avlayaca ız. Belki a ırmamam gerekirdi, ama beynimden vurulmu a
döndüm.”
(P. Auster, “Karanlıktaki Adam”, sa:79)
“Çocuk dünyaya gelince Grigori’nin kalbi kederle, deh etle doldu. O lu, altı parmaklı do mu tu.
Grigori bunu görünce beyninden vurulmu a döndü.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:143)
“Ve bahçeye çıkar çıkmaz, konu madan, azap içinde yüzüme bakarken tekrar:
-Sersem! dedi, Juliette de seni seviyormu ... Ahmak, bana bunu söyleyemez miydin?”
Beynimden vurulmu a dönmü tüm. Hiçbir ey anlayabilecek durumda de ildim.”
(A. Gide, “Dar Kapı”, sa:53-4)
“Çevresine bakınırken, yukardan, lokantanın üstündeki bölümden kalın bir ses:
- dris!
Baktı, bakmasıyla da beyninden vurulmu a dönerek, i in i ten geçti ini anladı.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:116)
“Ak am salona girerken, beyninden vurulmu a döndü doktor; dü esin bulundu u salona yakla ırken,
gülü meler duymu tu; kendisine bir saatten beri ö retilen ngilizce sözlükleri do ru söylemeye çalı an Lamiel’in
gülü leriydi bunlar.”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:I, sa:94)
“‘... Ak am odama çekildi imde hizmetçim Meri, istasyonda bir kadının kendini trenin altına attı ını
söyledi. Beynimden vurulmu a döndüm! Bunun o kadın oldu unu anlamı tım. lk söyledi im ey, bunu o luma
duyurmamaları oldu. Ama söylemi lerdi. Arabacısı oradaydı, her eyi görmü tü. Ko arak odasına gittim
o lumun, kendinde de ildi. Gözlerinde korkunç bir bo lukla yüzüme baktı. A zını açıp bir ey söylemeden atına
atladı, dörtnala gitti oraya.’ ”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:662-3)
Beynine kan hücum etmek : Çok sinirlenmek, kanı tepesine vurmak
“Eczacının kulakları öylesine zonkluyordu ki, beynine kan hücum edip yere dü üverecekti nerdeyse;
Yeraltı zindanlarını, ailesinin a layı ını, eczanenin satılı ını, bütün kavanozların darmada ın olu unu görür gibi
oldu; sonunda da kendine gelebilmek için bir kahveye girip bir kadeh sodalı rom içmek zorunda kaldı.”
(G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:97)
“Kapının kenarına dayanıp da geçmekte olan erkek ve kadınları görünce Yahuda’nın yüre i kabardı.
te onlar, diye dü ündü. Beynine kan hücum etmi ti, i te onlar yaratacaklar mucizeyi, Tanrı ile el ele. Bugün!
Yarını bekleyemeyiz, bugün!”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:28)
Beynini okumak : Birinin dü üncelerini okuyabilmek, davranı larının nedenini konu madan çözebilmek
“Bunca yaygaranın içindeyken odama kapanmak için bahane bulmaktan her seferinde pek kolay
olmuyordu elbette. Birkaç kez Ustanın beynimi okudu unu, ikiyüzlülü ümün farkına vardı ını, sırf onu rahatsız
etmeyeyim diye yaptıklarıma göz yumdu unu dü ünmedim de il.”
(P. Auster, “Yükseklik Korkusu <Vertigo>”, sa:61)
Beynini patlatmak :
için çok zihn yormak
ntihar etmek; Ba kasının kafasına bir kur un sıkmak; Derin bir soruya yanıt bulabilmek
“Blanche Dubois’nın yabancılara güven duydu unu itiraf etmesini dinlemi , ama böylesine tatlı bir
hanımefendinin nasıl olup da tımarhaneye kapatıldı ını anlayabilmek için beynini patlatmı . Hamlet’in neden
amcasına kızgın oldu unu asla anlayamamı , adamca ız çok iyi birine benzyormu .”
(U. Eco, “Somon Balı ıyla Yolculuk”, sa:105)
“Doktor ve Scarlett ayaklarının ucuna basarak holü geçtiler. Melanie’nin kapısının önüne gelince
Doktor Meade, Scarlett’i omuzlarından tuttu:
-Yavrum sakın ayılıp bayılayım ya da feryat edeyim demeyin! Son olaylardan da söz etmek yok! Aksi
takdirde hiç duraksamadan beyninizi patlatırım.’ ”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:II, sa:1284)
Beyni sulanmak, sulanmı : Bunamak; Bunamı , çok ya lı, unutkan, ne söyledi ini bilmeyen, deli
“DEL - Yoo, elbette suç toplumun! Ama burada kapitalizmin ve egemen güçlerin yargılanması için
de il, tanıkların az ya da çok inanılır kimseler olup olmadı ını görü üyoruz! E er birisinin beyni sulanmı sa, çok
smürülmesi sonucunda ya da fabrikadaki bir i kazasında beyninin sulandı ını dü ünmek bizim gibi hukukçuları
dü ündürmez.”
(D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:70)
“Haritayı düzeltecek yerde gözlerini, boynunu ters çevirerek, beyni sulanmı savcıların gönüllerini ho
etmeye çalı ıyor!”
(D. Fo, “Marino Serbest! Marino Masum!”, sa:38)
“ ‘... kuzen Nat’la ve di er çocuklarla meyva toplamaya giden ben, ‘Kıyının küçük denizcisi’, spanyol
tarafından öldürülecek miyim? Bunu dü ünmek bile çok saçma! Kim öldürebilir Amasa Delano’yu? Onun
vicdanı temiz. Yukarıda Tanrı var. Ayıp, ayıp Kıyının Denizicisi! Sen gerçekten çocuksun; ikinci çocuklu unu
ya ayan bir çocuksun, koca adam; korkarım, beynin sulanmaya ba ladı senin.’ ”
(H. Melville, “Benito Cereno”, sa:68)
“Markize gelince, tam tersine, beni zoraki inceli iyle eziyordu; gözlerindeki sabırsızlık kıpırtılarını
pekala görüyordu. Uzun sözün kısası, pek aptal bir görünü üm vardı, hor görülmeyi yutuyordum, bir Fransız için
bunun olanaksız oldu u söylenir. En sonunda gökten inen bir fikir beni aydınlatıverdi: Bu hanımlara sefaletimi,
beyni sulanmı , ya lı sersem generallerin iki yıldan beri bizi tuttukları Cenova ülkesinin da larında neler
çektiklerimizi anlatmaya koyuldum. Orada, diyordum, bize ülkede geçmeyen ka ıt paralar ve günde on dirhem
ekmek veriyorlardı. Ben daha konu maya ba layalı iki dakika bile olmamı tı ki, iyi yürekli markizin gözleri
ya ardı...”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:21)
Beyni(ni) yıkamak, yıkanmak : Bir doktrin hakkında sürekli telkinde bulunulup inandırılmak
“Muhabirler genellikle, ‘Pek çok ki i Opus Dei’nin bir beyin yıkama tarikatı oldu unu söylüyor,’ diye
üstüne gelirlerdi. ‘Bazıları da size a ırı muhafazakar gizli Hıristiyan cemiyeti diyorlar. Hangisisiniz?’ ”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:38)
“ ‘Bırak onu,’ dedi komutan ifadesiz bir sesle. ‘Sana inanmıyor.’
‘Niye inansın ki?’ diye kar ılık verdi Hale öfkeyle. ‘Seni yalancı alçak! Onun beynini yıkamı sın!
Ona, kendi ihtiyaçlarına uyan neyse onu söylüyorsun yalnızca! Dijital Kale’yle ilgili planlarını biliyor mu
gerçekten?’ ”
(D. Brown, “Dijital Kale”, sa:286)
“Bak Hermine, bunun gibi yerici yazılar beni rahatsız etmiyor artık ama sık sık üzüyor.Vatanda larımın
üçte ikisi bu tür gazetelerde, sabah ak am bu tonda yazılmı eyler okuyorlar; her gün beyinleri yıkanıyor,
kı kırtılıyorlar, kızı tırılıyorlar; huzursuz ve öfkeli insanlara dönü üyorlar.”
(H. Hesse, “Bozkırkurdu”, sa:114)
“Loperolla’nın pohpohlayıp beynini yıkayarak yava yava kandırdı ı bu on altı ya ındaki çıtır çıtır,
sarı ın kız, a çı kadının iteklemeleriyle, yanakları al al, kıkır kıkır gülerek çıktı ortaya.”
(S. Zweig, “Amok Ko ucusu-Leporella”, sa:166)
Beyzade, Beyzade tasla ı : Asil bir soydan geldi i halde o düzeye layık olmayan bir ya antıyı sergileyen kimse
“Titiz delikanlı asla yanıt vermez ama her bir lokmayı ayrı ayrı kontrol etmeden a zına koymazmı .
Grigori ona baktıkça, ‘Seni beyzade tasla ı!” diye mırıldanırmı .”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:192)
“Hemen herkes bunu içtenlikle onaylamı , fakat Erdal, o kendini be enmi beyzade, hiddetinden
küplere binerek: ‘Hayır, hayır olamaz. Elin kürdosunu aristokrat bir ailenin çocukları ile aynı kefeye nasıl
koyarsınız....? (diye haykırmı tı.)”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Kürt Hasan”, sa:167)
“Çimentonun dört kol gezmedi i o dönemde, konakların mücevher kutusu gibi i lenmi , hayranlıkla
seyredilir pahalılı ı, içinde ya ayanların de erine e mi . Annem rahmetli Perran Hanımefendi, ‘Yavrum
Mesadet,’ derdi, ‘dikkat et. Pa aların, beyzadelerin oturdu u yerlerde, konakların sırtı denize dönüktür, ön
yüzleri poyraza açıktır. Çünkü lodos rahatsız edicidir ve poyrazın so u undan korkmak ancak kenar yerlerde
ya ayanlar için caizdir.’ ”
(Füruzan, “Gül Mevsimidir”, sa:9)
Bezdirici, bezdirmek : Can sıkıcı, usandırıcı
“ ‘Kaç yıldır bu ailenin kiracısıyım, senli benli davranı ları bir yana, bana kar ı çok iyidirler, ne var ki
kar ılarına alıp bitmez tükenmez ve bezdirici nutuklar çekmeyi üzerlerine saymaları can sıkıyor......
‘Bilmem kendileri farkındalar mı, Katolikli i anlayı ları bamba ka -sanırım farkındalar bunun, zaten
bu yüzden çok rahatım yanlarında-, onların anlayı ı sarsak sarsak yürüyen karasinekler gibi Roma’nın yüzüne
yayılan alay alay kilise adamının anlayı ından farklı.’ ”
(M. Butor, “De i me”, sa:150-1)
“Önündeki sayfaya en düzgününden italiklerle ömründe okudu u en tatsız tuzsuz iir yazılmı tı:
Ben süfli bir halkayım
Bezdiren zincirinde hayatın,
Ama pek çok kutsal söz söyledim,
Ah, sakın hepsi bo demeyin!”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:157)
Bezek : Bir eyin daha be enilmesini, çekici olmasını sa layan süs
“Andronikos, ayrılı ın, güzün gönül üzgünlü ü içinde iniyor yeniden çakıllı a. Leyleklerin gidi i,
leylek köpeklerin davranı ı, tembel, kim bilir, belki de isteksiz, baskıdan ho lanmayan leyleklerin son atılı ı,
yarın dü ünece i eyler olmalı. Aklını imdi temizleme e, arındırma a, imgelerin arılı ından ba ka bir beze e,
süse aldırı etmeme e çalı ıyor.”
(Bilge Karasu, “Uzun Sürmü Bir Günün Ak amı”, sa:54)
Bezmek : Usanmak, bıkmak
Bk.: Usanmak bezmek
“Bezdim u hayattan daha yirmi ikime basmadan
Ey A k Tanrıları! Nedir bu i kence? Neden
yakarsınız içimi? Diyelim öldüm, ne yapacaksınız?
Do rusu tanrılar, siz a kın o lanlar, yine zar atıp duracaksınız.”
(Asklepiades, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:54)
“Artık dünyanın her günkü geçmi inden bıkmı , bezmi , içten kopan bir çı lık fırlayı ıyla öndeki
çıklı a atılmı tık. Uzaklara yetmek, yeti mek, açık ufka, özgürlü e do ru, özgürlü ün ya adı ı yerde ya amak
için giidiyorduk.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:28)
Bhagavad-Gita : (MYTH, H NT) B h a g a v a d - G i t a , harfi harfine, “Tanrının arkısı” (The Song of
God) olarak çevrilebilir. Bu, Hindu’lar tarafından, Hint Mitolojisinin efsane apoje’si olan Upanishad’larda
oldu u gibi, Tanrı’dan insana gönderilmi “skriptürel” (Mukaddes Kitaba ait) ö retiler kılavuzu: S c r u t i
olarak de il, yalnızca s m r i t i: yani, yüce enkarnasyonların, melekler ya da peygamberlerin, Tanrı’nın
söylemek istedi i gerçekleri açıklama ve yorumlama gayesiyle yazılmı tır. Bir destan niteli indedir.
“Sanskrit dilinde, yazılmı bu tür iki büyük destan vardır.
Biri, “Bharato Hanedanının Büyük Destanı: Mahabbarata, di eri Ramayona (Rama’nın A k
Öyküsü). Bu ikisi, M.Ö. 400 - M.S. 200 yılları arasında geli en H i n d u i z m l e ilgili önemli bir bilgi
kayna ıdır. Bhagavad-Gita, Mahabbarata’nın 6. kitabının bir bölümüdür. 100,000 beyitten ibaret olup 18
bölüm’den (parvan) olu mu tur (Ana Britannica, Cilt:21, sa:309). Yazı stilini anlamak için içinden, çevirdi im
u iire bir göz atalım:
In the beginning
The Lord of beings
Created all men,
To each his duty.
‘Do this,’ He said,
‘And you shall prosper.
Duty well-done
Fulfills desire
Like Kamadhenu
The wish-fulfiller.’
‘Doing the duty
Honours the devas’
(Inhabitants of heaven.)
Ba langıçta,
Be erin Tanrısı
Tüm insanları yarattı,
Onlardan her birine,
ödevlerini gösterdi.
‘Bunu yap,’ dedi O,
‘Ve sen, mutlulu a ula acaksın.
yi yapılmı bir görev
Arzuyu tatmin eder
Kamadhenu (efsanevi öküz) gibi
arzuyu doyuran varlık.’
‘Verilen ödevi yapmak
Cennetin sakinlerini ereflendirir.
-145-EVREN MADDELER N N
Farklı Ö e’ler Halinde Düzenlenmeleri
M a h a b h u t a: Be temel unsur
Be
(Ö e)
(Mahabhuta)
Duyu Organı
Unsur
Duyu
Ö enin Özellikleri
Çok hafif ses,
dirençsizlik, ı ık,
sınırlılık
Bo luk
(akasha)
Kulaklar
-Elektron’ların çekirde in
etrafında hareket etti i
bo luk-
Duyma
Hava
(vagu)
Deri
-Elektronları çekirde in
etrafında hareket
ettiren kuvvet-
Dokunma
Basınç, so uk,
sert, kuru
Ate
(tejas)
Gözler
-Atom parçalandı ında
ortaya çıkan enerji-
Görme
Isı, ı ık,
yapı kan,
yumu ak
Su
(jala)
Dil
-Atomun içindeki
elektronları çekirde e
yakın tutan ve çeken
kuvvetler-
Tat alma
Sıvı, so uk,
yapı kan,
yumu ak
Toprak
(prthviti)
-Atomun içindeki
proton, nötron ve
elektronlar-
Koku
Katı, a ır,
istikrarlı, yarı ,
hareketsiz
Burun
x
Bu Sözlü ün, A y u v e r d a ba lı ında özetledi imiz Dr. Scott Gerson’un yazdıklarına göre, V e d a
ritüelinin ruhsal anlamı ve onun insanlıkla ili kisi vurgulanmaktadır. Bunda, altı büyük söz t e m e l ö r e t i y i
yansıtır:
(1)
(2)
(3)
(4)
(5)
A h a m B r a h m a s m i (Ben Brahman’ım - Üstün ‘Ben’).
A y a m A t m a B r a h m a (Benlik, Brahman’dır. -Bireysel Ben’li in ‘Mutlak’ olanla birli i).
T a t t w a m a s i (O Sen’sin. - Bilinçlilik, her yerde ve her eyde.)
P r a j n a n a m B r a h m a (Zeka, Brahman’dır. Kutsal Zeka’nın içimizdeki varlı ının kaydı.)
S a r v a m K h a l v i d a m B r a h m a (Bütün evren Brahman’dır - Olan ve olmayan Tek Üstün
Benlik’tir.)
(6) S o’ h a m (O, ‘Ben’im!) (So: Nefes alı , ham: Nefes veri !).
(Bibl.: Tekst’in içindedir.)
Bıcır bıcır (konu mak) : Çokcana ve sürekli konu ma (a ustosböce ine benzer)
“Çocukların söyledi ini yapıp, onların i ittiklerini i itmek için kula ımı yere dayadım: Topra ın
altından gelen güm güm sesleri, iniltileri ve davulların derin, düzensiz vuru larını. Yana ımda ıssızlıkta hiçlikten
hiçli e giden kumun bıcır bıcır konu tu unu hissediyorum.”
(J.M. Coetzee, “Barbarları Beklerken”, sa:24)
Bıçak altına atmak : Ameliyat Olmak
“Ah siz Almanlar okulda her ey ö renirsiniz... Bu kadar çok dil bilmek gerçekten e siz ey! Bizim vali
yardımcısı size pek güveniyor. Sizden ba kasının bıça ı altına yatmayaca ını söylüyor.”
(S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:23)
Bıçak gibi kesip atmak; Bıçak gibi kesilmek; Bıçak kesmi , bıçakla kesilmi gibi : Sözünü ya da bir
tartı mayı anide, kesin bir tarzda bitirip atmak
“Ama Louise, hem gönül basını, hem de felsefe dergilerince savunuldu una göre, bu gerçe in evrensel
oldu unu ve tartı ılamayaca ını göstererek bıçak gibi kesti attı. ‘Nasıl isterseniz öyle olsun,’ dedi Jonas, hemen
sonra da bu acı bulu u unutup yıldızını dü lemeye daldı.”
(A. Camus, “Sürgün ve Krallık”, sa:80)
“Gazeteciler çılgına dönüyor, birbirlerinin saçını ba ını yolmaya ba lıyorlar, hepsi de ötekinden daha
çok verme yarı ında; amma da gürültü kopardılar ha; özel ya amını açık artırmaya çıkardı cüce, u i e bakın!
Biri be milyona çıkıyor ve ortalı ı birden derin bir sessizlik kaplıyor. Gürültü bıçak gibi kesildi.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:239)
“-Sayın generalim! lçemizde on yıl kadar önce Yakov Vasilyiç adında bir tekel memuru çalı ıyordu.
A rıyan di lere öyle okuyup üflüyordu ki, sormayın! Adam öyle yüzünü pencereye döner, bir eyler fısıldar,
sa a sola tükürür, a rınız bıçakla kesilmi gibi diniverirdi. Böyle keskin nefesi vardı i te!”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:99)
“Elini bilinçsizce uzatıp sürahiyi aldı, barda ına su dolduracaktı. Ansızın Pierre’in odasından kopup
gelen keskin, acı bir çı lık Veraguth’un hüzün dolu dü ünü bıçak gibi kesip attı. Sofradakiler, bet benizleri
sararmı , fırladılar aya a; sürahi devrilip masanın üzerinde yuvarlandı, angırtıyla yere dü tü.”
(H. Hesse, “Rosshalde”, sa:168)
“Temmuz Devrimi kitapçılıkta bir bunalıma yol açtı. Kriz dönemlerinde satı ı duran ilk ey çiçeklerdir.
Cauteretz civarı çiçeklerinin sürümü bıçak gibi kesildi. Haftalar geçiyor, tek bir alıcı bile çıkmıyordu.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:III, sa:188)
“Birden hayalet gibi bir im ek, hemen ardından duyulan gök gürlemesi havayı güçlü bir kükürt
kokusuyla doldurdu, rüzgar balkon camlarını tuzla buz etti ve denizden gelen korkunç bir fırtına, kilitleri
parçalayarak evin içine doldu. Yine aradan on dakika bile geçmeden bıçakla kesilir gibi dinmi ti. Harika bir
güne , kıyıya vurmu süprüntüleriyle dolu sokakları kurutmu , sıcak hava geri dönmü tü.”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:60)
“Tam burada kısa bir süre bıçak kesmi gibi ansızın susar. nsanlara a kın ve sanki ilk kez
görüyormu çasına bakar:
-Yoksa biz...
Biz bu dünyadan de il miydik?”
(M. Mungan, “Bir Garip Orhan Veli”, sa:55)
Bıçak kemi e dayanmak : Üzüntü, sıkıntı ya da baskının dayanılamayacak bir düzeye gelmesi
“Adamların bu malzemeyi eve ta ımaları tam bir saat sürdü, bütün bu zaman boyunca Usta, kollarını
gö sünde çaprazlayıp öylece durdu; ya lı, kurnaz bir bayku gibi sırıtıyordu hem de. Aesop’la ben a zımız bir
karı açık, seyrediyorduk; biraz sonra Usta bizi yanına ça ırdı, ikimizin de omzunu tuttu. ‘Sioux Ananın
yemeklerinin yanında bunlar hiç kalır,’ dedi, ‘ama yine de lapa yemekten iyidir, ha çocuklar? Bıçak kemi e
dayanınca insanın kime güvenebilece ini bilmesi gerekir.’ ”
(P. Auster, “Yükseklik Korkusu <Vertigo>”, sa:51)
“ELIZABETH, silahı uzatır. - Yerinizde kalın! Yoksa vururum! (Ka ıtlarına dikkatlice bakar,
mektubu okur.) imdi harekete geçin! Hemen! Böylesi elveri li bir durum zor bulunur: halkta bıçak kemi e
dayandı. Kraliçe, alçak politikalarıyla ngiltere’yi mahveden danı manlarının oyunca ı haline gelmi .”
(D.Fo, “neredeyse kadın: elizabeth”, sa:15)
“MUTFAK(LAR)
Sahancı ın içine sarımsak
ve iri iri so an do rayarak a larken,
kabuksuz salyangozların
lavaboda süründükleri
kap kaca ın kırılıp döküldü ü,
badem kokusunun yayıldı ı,
bıça ın kemi e dayandı ında
yaralarıma tuz bastı ım”
(Mirela vanova-Hüseyin Mevsim; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 23.02.03)
“‘Darvil karde lere, canavarın açıkça meydan okumasıydı bu; apaçık hakaretti; artık bıçak kemi e
dayanmı tı; bu hayvanın pis vücudunu dünya yüzünden mutlaka kaldırmak gerekiyordu.’ ”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:72)
Bıçak sırtı kalmak : Olmasına ramak kalmak, neredeyse olmak, kıl payıyla kurtulmak
“U a ım Jean’ın, kiler penceresinde asılı bir kafeste bir sakası vardı. Kendisini bir i e gönderdim ve
küçük ku u elime, içinde yüre inin çarpıntısını duydu um avucuma aldım. Sıcacıktı. Odama çıktım. Ara sıra
onu daha fazla sıkıyordum, yüre i daha hızlı vuruyordu. Bunda yabanıl bir tat vardı. Ku ca ızın bo ulmasına
bıçak sırtı kalmı tı. Fakat kan göremeyecektim.”
(G. de Maupassant, “ Jules Amcam”, sa:83)
“Yangınlarda yararlı ı olmu , birkaç pa a kona ının ate ten kurtulmasında ki isel çabaları görülmü .
Hatta bir defasında kavrulup gitmesine bıçak sırtı kalmı imi ...”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:337)
Bıçak sırtında yürümek : Zor ve dar bir alandan geçmek, tehlikeyle oynamak
“Yine bıçak sırtında yürüyormu um hissine kapıldım. Burada Zahir’im yüzünden bulundu umu
biliyorsa o zaman bunun Esther’le olan ili kisi için bir tehlike oldu unu da biliyordu.
‘De ecek bir ey u runa kavga eden iki onurlu erkek gibi konu abilir miyiz?’ ”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:103)
Bıçkın : Serseri takımından, kabadayı, hovarda; yaramaz, saldırgan mahalle çocu u
“ plerini koparmı bıçkınlar, ‘Amma da nazlı bebekmi ha!’ diye söylendikten sonra:
Evli evine,
Köylü köyüne,
Evi olmayan,
Sıçan deli ine
na mesini tutturarak, yoku a a ısına do ru se irttiler.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Çe meba ı”, sa:21)
“Mahallenin en haylaz, -hatta vah i diyebilirim- bıçkın, küfürbaz, kavgacı çocu u Hulusi. Sürekli
Sırpça küfürler okuyor, bereket ki anlamıyorum. Bu baldırı çıplak, her Allahın günü, elinde ince bir sopa ya da
kamı , kelebek avında. Bizim evin kar ısındaki çıkıntıda oturuyorlar ama, ailece görü müyoruz. Arada sırada
kapıda boy gösteren cılız, rengarenk basmalara bürünmü annesinin kuca ında ve karnında birer bebek daha var.
Baba ortalıkta yok.”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:77)
“Kadının beni süzmesi pek arttı ı br sırada birahanenin kapısından içeriye iki delikanlı girdi. Biri orta
boylu topluca, biri uzunca boylu zayıftan olan bu iki delikanlının kılıklarından, efendilikle külhanbeyli i bir
koltu a sı dırmak isteyenlerden oldukları anla ılıyordu. Üstleri, ba ları çok temiz, tirendaz <okçu gibi basit
fakat derli toplu>, rugan iskarpinleri pırıl pırıl yanıyordu. Fakat feslerinin duru u <herhalde çarpık?>, yürürken
omuzlarının aldı ı biçimler <bir, bir yana sarkık, bir sanki vatkalı-omuz destekli>, kendilerinin efendiden bıçkın
olduklarını gösteriyordu.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:261)
“... imdiki gibi olsa, balık imdikinin yüzde biri kadar para etseydi ben milyonerdim imdi milyoner.
imdi sarayım de il, apartımanlarım olurdu, apartımanlarım.’
‘Gene olurdu, o kadar içmeseydin.’
‘Köprünün oralarda içerdi bu. Bıçkın. Sonra köprünün üstünden...’ ”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:181)
Bıkmak usanmak :
Aynı eylerin yinelenmesinden ve devamından duyulan bezginlik, çaresizlik
“Rama’ya Giden Yol
------------------------Karde im, airi gördün mü?
Bıktım usandım tozdan dumandan
ve yol uzun, ve ya lanıyorum.
Rama yolunda ölece im,
kalbim onun arkısıyla be i e yatırılmı .”
(Sam Hamill-Nurduran Duman; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 26.02.09)
“... çıplak ayakla dola maktan, çar ıdan geçerken bal, arap ve kadın satın alamamaktan, bo havayı
tadayım ve bo havaya sarılayım diye Tanrı’ya, onları bana sadece uykuda getirtebilmek için cesaret aramaktan
bıktım usandım! Kalkaca ım, atalarımın kılıcını ku anaca ım.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:299)
“ ki mil ötede bir kilise kulesi tepenin birinin üstünde durup durur, küçük kasabanın evleri bıkıp
usanmadan onda do ru tırmanırlardı. Tarlada çalı an Brangwen’lardan biri, ne zaman i inden ba ını kaldıracak
olsa, bombo gökyüzünde, Ilkeston’daki kilisenin tepesini görürdü.”
(D.H. Lawrence, “Gökku a ı”, sa:9)
Bıngıl bıngıl : Titrek titrek, pelte gibi yumu ak (ya , sıvı)
“ELIZABETH, perdenin arkasından. - Madam Zozik, zayıfladı ımı hatta kurudu umu hissediyorum.
MAMA - Hayır kraliçecik, bu bir his de il, elbette zayıfladın. Solucanların i manlamasından bunu
anlamak mümkün. Baksana hepsi bıngıl bıngıl, gebe . (Perdenin arkasındaki Elizabeth’e gösterir.)”
(D. Fo, “neredeyse kadın: elizabeth”, sa:40)
Bırakmak : Cinsel ili kiden sonunda erke in meni’sini kadının vagina’sına salıvermesi; Terketmek, vazgeçmek
(sigara, içki alı kanlı ı; arkada lık); Büyütmek, uzatmak (sakal, bıyık)
“... suya atlayıp çıktıktan sonra çar af üstünde ıslak ıslak birbirlerine sarıldıklarında, kenetlendiklerinde
onları görecek, iniltilerini, kısık seslerini, yengesinin ‘Oooh, bırakma,’ deyi ini duyacak kadar yakınlarına
sokulur muydu sürüne sürüne?”
(Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:135)
“Son zamanlarda bıyık bırakmı tı. Sanki benim sorumda zorla kestirme tehdidi varmı gibi savunmaya
geçerek bıyı ını çeki tirmeye ba ladı.”
(L. Durrell, “Balthazar- skenderiye Dörtlüsü 2”, sa:107)
Bırt, bırtlamak, bırt yapmak : Osuruk, gaz çıkarmak (Argo)
“DEL -... (Ahizeyi uzakla tırır.) ha ha ha!... Duydun mu? Sizi kapı dı arı ederlerse kime ne bundan?
unu da ilet: ‘Anghiari ve Bertozzo’yu bu mesele hiç ırgalamıyormu ,’ de! (Ahizeyi uzakla tırır ve elini
dudaklarına götürür, borazan gibi kuvvetli üfler.) Bııırt... Evet, Bertozzo bırt yaptı.”
(D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:17)
“ELIZABETH -... (Okur.) ‘ ngiltere kraliçesi sürekli Yunanca ve Latince kelimeler kullanarak gösteri
yapıyor, ama en çok yüksek ve kaba sesle gülmeyi seviyor. Açık saçık fıkralar anlatıyor ve sık sık küfrediyor...
bir talyan palyaçodan a ız dolusu bırtlar yapmayı ö renmi , bunlarla gözünden dü en Lordları ödüllendiriyor.’
”
(D. Fo, “neredeyse kadın: elizabeth”, sa:20)
Bıyık altından (gülmek, gülümsemek) : Belli etmeden gülmek, sezdirmeden, çaktırmadan alay etmek
“Halk Adamı Charlie
Chaplin çin arkı
I
Brezilyalı bir air olması gerekiyordu,
en büyüklerinden biri de il de, daha çok alay konusu
olmaya yakın,
-----------------------kravat takmanın gerekmedi i, ama gene de herkesin
saygılı davrandı ı, baskıdan ho lanılmasa da
kabadayılı a
bıyık altından gülünen
uzak bir ta ra kasabasından yeni gelmi , dizeleri bozuk
düzen
inatçı bir halk ozanı olmalıydı bu”
(Carlos Drummond de Andrade<1902-1987>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 08.01.04)
“Bu silahlı insanların insanların hiçbirinden kendisine kötülük gelmeyece ini anlayınca derin bir oh
çekti. Kekeliyor, yüzünü ıslatan berrak gözya ları arasında bıyık altından gülüyordu. Sonra, a zına kadar dolu
bir kupayı kulplarından yakaladı ı gibi, zincirler sarkan kollarının ucunda havaya kaldırdı.”
(G. Flaubert, “Salambo”, sa:17)
“Breh, breh, breh! Tabii atın kim oldu unu anlayıp bıyık altından gülmeye ba ladı. Danilo da bizimle
birlikte gülmeye ba ladı. Loyko, Radda’ya layık de il miydi sanki? Layıktı elbette! Fakat bir kız ne kadar güzel
olursa olsun, ruhu sı ve dardır.”
(M. Gorki, “Yol Arkada ım”, sa:29-30)
“Adam kıpırdamıyor, bir ey de söylemiyordu. Adrienne ellerini masanın altında kavu turmu ,
hareketsiz duruyordu. çinin birdenbire alay eder gibi, yava yava :
-Hanımefendi seyahate çıkmı , dedi ini duydu.
Bıyık altından kısa bir gülü , arkasından bir gazete hı ırtısı, adamın gazetesini do rultup okumaya
ba ladı ını gösteriyordu. Adrienne kaskatı kesildi, bir yudum su içti.”
(J. Green, “Adrienne Mesurat”, sa:196)
“ ‘... Dünyaya geli sebebin, daha do rusu dünyaya geli indeki hikmet, bo atıp dolu tutmak için. Bunca
enayi insanlara benim gibi gözü açıklar da lazım. Allah gafurrahimdir. Yemesini bilmeyen kullarına elbette
yemesini bilenler gönderecekti. Efendim?’
Bıyık altından güldü.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:153)
“Ya lı adam:
‘Bir tanrı misafiri’ diye cevap verdi.
Kadın:
‘Misafirin hiç böylesini görmedimdi,’ diye bıyık altından gülümsedi.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:14)
“Koca Yusuf bıyık altından gülümsedi, ‘Cirit atlısı olmaya cirit atlısı de iller ya onlar, sen öyle say...
Yava latma sür’ati.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köro lu’nun Meydana Çıkı ı”, sa:42)
“ADAM - Neye gözlerini açmadın? Toku turalım?
RUPRECHT - Gözlerimi mi açmadım? Açtım, açtım ama iblis herif kum doldurdu.
ADAM, bıyık altından. - Kum doldurur ya! Koca gözlerini neye falta ı gibi açıyorsun? - Buyurun,
sevdiklerimizin erefine efendimiz, toku turalım!”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:72)
“ ‘Umutsuzlukta haklı çıkaca ımıza, umutta yanılalım.’
‘Bu özdeyi <vecize> sana mı ait?’
‘Bir ya am kuralı de il, sadece bir dürüstlük artı. Hiçbir zaman barı gelmez, insanlar asla bir arada
ya ayamaz deyip, kollarını kavu turup bıyık altından gülerek felaketi beklemek, tufan gelip çattı ında da ‘Ben
söylemi tim, b,iliyordum’ demek çok kolaycı bir yakla ım...... Önümüzdeki on yıl içinde bir sava çıkacak
kehanetinde bulun, hayat seni yalanlamaz. .... Risk almak istiyorsan, kehanetlerin tam zıt yönünde olmalı. Ben
bugün kendi küçük ölçe imde sadece eski arkada ları bir araya getirmek, kibar ve ö retici bir sohbet ortamı
olu turabilmek amacındayım.’ ”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:329)
“Troyekurov kendisine yapılan bu özel i lemi bütün kentte uyandırdı ı deh et ve bir de köylerinde
olu turdu u sıkı polis örgütlerine ba lıyordu.. Kom ular Troyekurov’un böbürlenmelerine önceleri bıyık
altından gülerken..... sonunda onlar da Troyekurov’a hak vermek ve haydutların ona anla ılmaz bir saygı
gösterdiklerini kabul etmek zorunda kaldılar.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:52)
“Dedem, insanın karakterinin olu masıyla ve ruh gücünün sa lamla tırılması yöntemleiyle ilgili
karma ık sorunlar konusunda son derece katı birtakım fikirlere sahipti, bu tür tembihlere ve endi elere bıyık
altından güler, arada bir, güne battıktan sonra sı ırlarla birlikte eve döndü ünde, sandı ı açıp açmadı ımı
sorardı.”
(J. Saramago, “Küçük Anılar”, sa:72)
“Hele o eskiden etek öpmek için fırsat bekleyenlerin, bugünlerde yan gözle bakıp bıyık altından
gülmelerini görüp de kalbler sızlamamak kabil de ildi.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:II, sa:156)
“Doktoru, en küçük ya tan bu yana en ufak ayrıntıya böylesine dikkat etmeye alı tıran, bu sakatlı ı
olmu tu. Sekiz ya ındanberi yoldan geçerken, soka ın öte yanında birinin bıyık altından gülümsedi ini görse,
inanılmaz derecedeki gururu kırılırdı bundan.”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:I, sa:86)
“Artık herkes olayı biliyordu. Bayanlar soluklarını tutmu , Octave’ın tepkisini bekliyorlardı. Erkekler
bıyık altından gülüp ne eleniyorlardı. Madam Josserand i aretle Madam Duveyrier’ye endi elenmemesini
bildiriyordu.”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:II, sa:42)
“Ta tan yapılmı bir sandukayı andıran bu kocaman, so uk ve hava cerayenı ile dolu atoda kalmak ve
daha arabaların kaldırdı ı toz yatı madan, yeniden, yerli yersiz, bıyık altından budalaca gülmeye ba lıyan
hizmetçilerin eline bakmak zorunda kalıyor.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Casanova’, Cilt:III, sa:98)
Bıyıkları (yeni) terlemek : Bıyı ın yeni yeni çıkması nedeniyle genç delikanlı, adam olmanın ilk
gösterilerinden biri
“Anselm liseyi bitirdi, üniversite ö rencisi oldu. Eve ilk önce kırmızı bir kep, sonra da sarı bir kep
giymi olarak döndü. Bir geli inde bıyıkları terlemi se, öbür geli inde yeni uzamı bir sakalla geliyordu.”
(H. Hesse, “Masallar”, sa:180)
“Ya ının yetmi li ini her adımda duyuyor. Gerilerde, çok gerilerde, gene de dün gibi gerilerde,
çocukken, daha bıyı ı handiyse yeni terlemi bir çocukken girdi i manastırdaki yetmi lik bir ke i i sık sık
snıyor. Onun ya lılı ında, a ırbaçlı bir dinçlik vardı galiba.”
(B. Karasu, “Uzun Sürmü Bir Günün Ak amı”, sa:59)
“Ve ihtiyar, sanki gerçek bir kadın, kovalanan bir göçmen kızıymı da, dinsizler, Agarin’ler tarafından
bıçaklanarak, Do u’dan çocu uyla gelmi mi gibi, Meryem’in acılarını anlatmaya ba ladı.
‘Yılda bir kez yarasından gerçek, siyah bir kan akar. Hatırlarım, bir kere onun yortusunda ben, daha
bıyı ı terlememi bir delikanlıydım. Bütün yöre köylerden, onun rahmetine sı ınmak için gelmi tik. On be
a ustos’tu. Biz erkekler avluda, kadınlar içerde uyumak üzere uzandık. Ben uykumda -büyüksün sen Allahım!Meryem’in ba ırdı ını duydum. Fırlayıp kalktım, tasvirine ko tum, elimi boynuna uzattım, ne göreyim?
Parmaklarım kan içinde kalmı tı.’ ”
(N. Kazancakis, “Zorba”, sa:170)
“Bıyı ı yeni terlemi delikanlı, ekinlerine sı ırlarını salıvermi kapı kom uları Pehlivanı vurmu tu.
Pehlivan köyün ba belası biriydi. Köyde herkese söver, herkesi döver, a a ılardı.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:III, sa:161)
“... beni tutan, dü me korkusu de ildi. Bir inanı , verilen bir sözdü. Bu sözü, ölümünden birkaç gün
önce dedeme vermi tim: ‘Bütün kayalara evet, ama asla buna yana ma!’ Di er çocuklar da, tıpkı benim gibi
uzak dururlardı, aynı bo inançlı korku yüzünden! Onlar da, terlemi bıyıkları üzerine parmaklarını koyarak
yemin etmi ler ve aynı açıklamayı almı olmalıydılar.”
(A. Maalouf, “Tanios Kayası”, sa:11)
“Bir yıl bıyıkları terlemi geldi! O! Benim o lum ha! a tım kaldım... Ve inanır mısınız? Üzgünlük
duydum. Kendisini öpmeye baya ı cesaret edemiyordum.”
(G. de Maupassant, “Jules Amcam”, sa:136)
“Ama kıpkırmızı ve sa lıklı dudaklarının üzerindeki bıyıkları terleme e ba ladı ında -subay okulunda
pek ımartılmayan- ahsiyetinin yatılı bir kız okulunda nasıl bir de er kazandı ının farkına varırdı. Daha
sokaktayken pencere kenarında fısılda an, gülü en ve kıkırdayan ve ne eyle kaybolan kızları fark ederdi; misafir
salonuna girdi inde meraklı bakı ların subay üniformasını süzdü ünü hissederdi.”
(S. Zweig, “Clarissa”, sa:21)
Bıyık uzatmak : Aylaklıktan bıyıklarıyla oynamaktan ba ka i i olmamak
“Büyük bir kısmı bo i ler pe inden ko maktan ve bıyık uzatmaktan ba ka bir ey yapmadıklarını kabul
ediyor. Toplumun kendilerini anlayamadı ını itiraf ediyor, fakat aynı zamanda yüreklerinin sevgiyle ta tı ından
emin olduklarını belirtiyorlardı.”
(O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:16)
Bi : Bir
“Haceli köpürdü:
‘Bin ulan u ka nıya, geçmi i boklu! Köpek eni i gibi venileyip durma benim kar ımda! Yo sam itaat
etmiyon mu? Etmiyonsa habar ver. Habar ver de bi takikenin içinde görüvereyim hesabını...’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:105)
“... gözlerini karanlı a alı tırmaya çalı an profesörü iterek: ‘Her ey yolunda mı?’ diye sordu. ‘Bir de
ben bakayım!’ Delikten bakarken, bir yandan da homurdanmaya ba ladı: ‘Ooo, ayranı kabarmı gene
orospunun. Eve ak amın sekizinde dönüyor. Kocası bekleyedursun. Ne yemek yapmı tır kocasına? Bi bok
yapmamı tır tabii.’ ”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:428)
“... ve bana olum git bu senin için belki bizim içinde bi talih ama bu alamanlar dola dola hep buralara
geldiklerine göre arasıra ziyaretimize gelirsin dedi ve ben yeminederim gelicem dedim”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:16-7)
“Zekeriya Hoca fısıl fısıl anlatıyordu:
-Buranın soluk alması paraynandır. uradan bi serseri gelir. ‘Serseri’ dedimse, bildi iniz ‘Adem
Baba’. Seni dirsekleyip önüne geçer de kenefin kapısını keser. Neden? Büyük su mu dökecek? Hayır. Sıkı maya
getirecek de, içeri girme sırasını yüz paraya sana satacak...”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:47)
bi’as :
( NG., DAVR.,PSYCH.) <ba’yıs> :
bib :
( NG., ÇK ,DAVR.)
Meyil, temayül; tesir etmek, meylettirmek
<bib> : Yudum yudum, çok içmek
Bibacious : ( NG.,ALK.,TIP) Çok içen , ayya ; bibacity : Ayya lık; bibber : Ayya , içkiye dü ük, alkoholik
Bibi : Bk.: Çük; Pipi
Biblia pauperum : (D N, SOSY.,E T.) <Bibliya po’pırum> : Fakirin ncil’i; Okuma yazma bilmeyen cahil
kimseler için resimlerle süslenbi ncil = Bible of the poor. Pictures illustrating Bible stories for the illiterate
Bibliolatry : ( NG.,D N,SOSY.) <Bibliyo’latri> : Kitaba ve bilhassa Kitabı Mukaddese ( ncil) tapınma
bibliomancy : ( NG.,D N) <biblio’mansi> : Kitap ve bilhassa Kitabı Mukaddes ( ncil) falı, kitapla fal açma
bibliomania : ( NG.,EDU.,PSYCH.) <biblio’mania> : Kitap merakı, kitap toplama delili i
bicecik : Biricik
(Anadolu lehçesi)
“ ‘Gız e ek!’ dedi Irazca. ‘Gız sen benim huyuma ne eyi alı tın? Ben seni böyle görünce o lumdan
fazla seviyorum valla. Gelsinler, gelip görsünler! Gız benim bicecik gelinim, gız haspam!’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:76)
bicentenary : (TAR.,ZAM.,KOLL.) <bay’senti’neri> :
bicker :
( NG.,KOLL.,DAV.)
ki yüz yıllık
<bi’kır> : kavga, çeki me; titremek (alev)
Biçare : Çaresiz, zavallı, kendine bakamaz
“Ziyaretine gelen arkada ı makamını terk eder etmez, zavallı Akakiy Akakiyeviç’i dü ünmeye ba ladı
ve o andan itibaren neredeyse her gün zavallı Akakiy Akakiyeviç’in beti benzi atmı görüntüsü gözlerinin
önünde canlandı. Biçare Akakiy Akakiyeviç hakkındaki endi eleri öyle ba edilemez hale geldi ki...”
(N.V. Gogol, “Palto”, sa:66)
“Sahnedeki komedyeni dinleyen yoktu. Biçare ya lı adam bir umursamazlık ve yalnızlık içinde
dikilmi , ö rendi i arkıları söylüyor, yukarıdan inen canım ı ık zavallı vücudundan a a ılara dökülüyordu.”
(H. Hesse, “Klingsor’un Son Yazı”, sa:81)
“Hem sonra, biliyorsun ya, çadır kurmayı oldum bittim becerememi imdir; hep çarpık çurpuk, biçare,
acınası çadırlar çıkmı tır elimden. Çadır de il de, köyde bir yer buldum kendime.”
(A. Tabucchi, “Gittikçe Geç Olmakta”, sa:28)
Biçilmi kaftan (olmak) : Ona, o kimseye çok uygun durum ya da i
“Konu sıkı bir internet ara tırmasıysa, Susan Fletcher bu i için biçilmi kaftandı. Bir yıl önce önemli
bir Beyaz Saray yetkilisi anonim bir e-posta adresinden gelen e-posta tehditlere alıyordu.”
(D. Brown, “Dijital Kale”, sa:57)
“Gençli inde, Adolf Loos’la birlikte her yerde ansızın kar ınıza çıkıverdi i günlerde Viyana önemliydi
onun için. Ancak Viyana’ya daha çok ba lanaca ına, bu kenti bütünüyle silmi ti; yıllarca Kokoschka için oradan
oraya ko arak kendini paralayan dostu Moll, onun Viyana’ya ilgisini uyandırmak için biçilmi kaftan de ildi.”
(E. Canetti, “Gözlerin Oyunu”, sa:301)
“Ne zaman böyle oldu unu biliyor, pek çok eyden korkuyordu. Bazı hallerde tetikte bulunması
gerekiyordu, güvenilir bir adam olmasa büyük zorluklarla kar ıla abilirdi. Oysaki Grigori bu bakımdan biçilmi
kaftandı.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:140)
“Ama Sofi kabul etmedi. ‘Sıkma canını,’ dedi, ‘her eyi bize bırak! Yanında Milano’yu tanıyan biri
olacak... Bu i için biçilmi kaftansın sen! Yukardakiler böyle karar verdiler.’ ”
(D. Fo, “Marino Serbest! Marino Masum”, sa:48)
“Ancak sevinçten duydu u heyecan içinde sanki biri ona: ‘Kendini sakın!’ diyerek seslenmi gibi
sordu: ‘Bu tasarı kimin, binba ının mı?’
‘Evet. Biliyorsunuz, oybirli iyle lokalin gösteri koluna seçildi. Artık sonunda lokalde güzel bir kı
geçirece imizi umabiliriz. Crampas bu i ler için biçilmi kaftandır.’ ”
(Th. Fontane, “Effi Briest”, Cilt:II, sa:73)
“Dilin kültüre etkisi yadsınmaz. Dilin önemini kabullenmekle beraber, ayrıcalıkları hiç kabul etmeyen
genellemeler’den sakınmalı. Örne in, ‘Her kadın anadır’ gibi. Dil de, her zaman bir kültürün ba lıca ö esi
de ildir. Dil, biçilmi kaftan gibi hazır olarak bir toplumun tepesine para ütle inmez.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Anadolu’nun Sesi”, sa:33)
“Köyden bir kilometre ötede Josiah Rankin’in i gal etti i büyük, geni odalı, eski bir malikane olan
Kartal Yuvası dururdu. Fazla para harcamadan da havası almak isteyen kimseler için burası biçilmi kaftandı.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:141)
“Ya lı adam ona bakınca, bu i için biçilmi kaftan oldu unu hemen anladı. Gülerek, ‘Bizim elçimiz
olmak istemen çok iyi,” dedi. “Ama bu kadar insanın arasından neden sen çıktın?”
(H. Hesse, “Masallar”, sa:102)
“Yer i ine gelince: Van Kalesi ile iskele arasındaki düzlük... Bir Üniversite için biçilmi kaftan.”
(Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:27)
“MARTHE, Eve’e - Çekil oradan! Sana ne söylüyorum? Üstelik kendine küfür de mi ettireceksin? O
sayın Tahtabacak Onba ı sana biçilmi kaftan. Orduda sopa onun elindedir.”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:25)
“... Merkez Bankası Müdürlü ü sırasında ve kısa süreli Maliye Bakanlı ı görevinde ba arılı olmu tu.
Çünkü, u son yıllarda dört bir yandan döndürülmeye çalı ılan dolaplar kar ısında bu görevde tam güvenilir,
ailenin kavgaları ve karga alarını idare edebilecek birine gereksinimi vardı ef’in. Bu i için de, bu alkole
yatırılmı ya topu biçilmi kaftandı.”
(M.V. Llola, “Teke enli i”, sa:142)
“Bu kılıfı akıl eden Bertrand’ın ta kendisiydi. Anla ılan Montpelier’deki eylemlerimden etkilenmi ,
aynı zamanda tehlike kar ısında gösterdi im tepkiyi de be enmi , böylece ba lantı kuran adam rolü, yani
kısacası kuryelik için biçilmi kaftan oldu umu dü ünmü .”
(A. Maalouf, “Do u’nun Limanları”, sa:68)
“Ve hayatta hiçbir ey ö renmemi bütün yabancı kadınlar gibi, Margarida da, Dio’daki Mangue
Soka ı’na demirledi sonunda. Burada pezevenkli e kadar varan bütün fahi elik mesle inin basamaklarını
tırmandı. Tam da onun için biçilmi kaftandı bu i . ini iyi biliyordu! Hem pek zorlanmıyordu, hem de bol bol
para kazanıyordu.”
(J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar Karde im deniz”, sa:32)
Biçmek : Terzinin ölçülü kuma biçmesi; Orak, traktör vb alet ve araçla ekinleri yerden kesmek; De er
biçmek, de erlendirmek, hesap kitap etmek; Kılıçla kesmek
“Sanırım, bu adamları olduklarından daha genç gösteren ey, hiçbir sorumluluk ta ımamalarıdır.
Joe’nun görünü üne bakıp ona yirmi sekiz ya biçmi tim; kırk üçünde oldu unu ö renince pek a ırdım. Koca
koca laflar etmeye bayılyordu ve evlenmekten kaçınabilme uyanıklı ını göstermi olmakla da pek övünüyordu.”
(G. Orwell, “Wigan skelesi Yolu”, sa:26)
“Markiz’in içi rahatlayınca Marki en sonunda söze ba layabildi. Tüm bu patırdı-gürültü yüzünden biraz
da öfkelenmi ti:
-Evet o lum, dedi, unu iyice ö rendim: Tazminat için yasa önerisi yapılacak. 420 oy üzerine de
güvenilir 319 oyumuz var. Annenin yitirdi i malın-mülkün de erini altı milyondan yukarı biçiyorum ben.”
(Stendhal, “Armance”, sa:30)
“Orlando da böyle yapacaktı, yemin ediyordu. Ancak on altısına henüz bastı ından ve onlarla Afrika’da
ya da Fransa’da at ko turamayacak kadar genç oldu undan, annesinin ve bahçedeki tavusku larının yanından
usulca savu ur ve tavanarasındaki odasına gider ve burada atılır, saldırır, kılıcıyla havayı biçerdi.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:18)
bid : <bid> : Teklif etmek, vermek, emretmek (past, past part.: bade, bidden; demek, söylemek, mezatta
attırmak; biddable : Yumu ak ba lı, uyu ulabilir; bid fair : güzel olaca a benziyor; bid fair to be : olaca a
benzemek, olmak ihtimali var; bid fairwell : Allahaısmarladık demek, veda etmek; bid in : Müzayedede mal
sahibi hesabına fazla fiat vermek; bid up : müzayedede fazla artırmak; do as one is bid : taat et; a strong bit
for it : Bir eyi elde etmek için büyük gayret sarfetmek
(Yeni Redhouse Lügati)
b.i.d. : (LAT., TIP) bis in die -<bis in day> : Günde iki kez (ilaçlar) : Twice a day ( NG.)
bidet : (ZOO.,FR.) : Küçük at; (HYG.) <bide>: Taharet le eni, bide
bien entendue : (FR.,KOLL.) <biyen an’tandü> : Gayet tabii; Kelimesi kelimesine ‘ yi anla ılmı !’ =
Of course ( NG.)
un bienfait n’est jamais perdue : (FR.,KOLL) <ön biyen-fe n’e jame perdü> : Bir iyilik akt’ı hiçbir ekilde
kaybolmaz = An act of kindness is never lost ( NG.)
Bien predica quien bien vive : ( SP.,KOLL.) <Bien pre’dika kien bien vi’ve> : yi bir hayat ya ayan insan,
en iyi vaazları verir = The man who lives a good life, gives the best sermons ( NG.)
biffin : ( NG.,YEM.KOLL.) :
Fırında bütünüyle pi ip yassılmı e l m a
Big-bang = Büyük Patlama kuramı (ASTRO.) : Son bilimsel çalı malar, Evren’in yaratılı ını, bu teori ile
açıklıyor; maamafih, bu patlamaya hazır olan maddenin ‘ne’ oldu u, ‘niçin’ ve ‘nasıl’ bu olu umun meydana
geldi ini açıklayamıyor. Bun, kısaca, ‘Evrenin Olu Kuramı’ adını verebiliriz < sviçre’de, bu kuram yolunda
kurulu almı ve uzay-*evren çalı malarını çok yakından inceleyen ve denemelerde bulunan uluslarası bir
merkez mevcuttur.<CERN = Fr.: Centre Européen de Recherche Nucléaire (Santr Öropean de Rö er Nükleer),
ng.: European Nuclear Research Center (Yu-ropeen Nukleer Risörç Sentır)=Merkezi Avrupa Nukler Ara tırma
Merkezi. .E.>
“On milyar yıl önce, yüksek ısıdan, en hızlı kitller dı ta, yava hareket eden içte, yayılım. Süreç 1200
yıl sürmü ve hala sürmektedir. E v r e n, güne in hacminden 30 kat fazla, küre biçiminde bir hacime sıkı mı tı.
Isı, bir milyonun üstünde bir derecede, a t o m’un PROTON, NÖTRON ve ELEKTRON’larından
tümüyle soyulmu lardı. I ı n ı m, uzay’ı doldurmu tu. Madde atomları azdı, bunlar güçlü ı ı k k u a n t u m’
ları ile fırlatılıyordu. Isı, bir saat sonra neredeyse bir milyar dereceye ula mı tı. Otuz yıl sonra, bir kaç bin
dereceye dü tü; gazlar’da, atom partikülü yoktu. Birgün, h i d r o j e n ve h e l y u m gazleri olu tu. Sonra,
belirli galaksi’ler ve gas kitleleri olu tu.”
(A. Cevizci, “Felsefe Sözlü ü”, sa:181)
“Bu teori’ye göre; çe idi, nitelileri niçin ve nasıl meydana geldi i bilinmeyen, sadece varoldu u sanılan
bu i l k m a d d e, patlamaya hazır bir atom bombası halinde bulunuyordu. Evrenin temelini olu turan bu ilk
madde, büyük bir patlama ile ve gaz bulutu halinde çevreye yayılmaya ba ladı. Büyük patlama ile, evren
bo lu unda hızla yayılan bu mayanın yayılı ı ile ‘zaman’ ve ‘mekan’ da yaratılmı oldu. Bu, evrenin tmelini
olu turan ilk maddede yo unlu un azalması ve varlı ının geni lemesi olayı idi. Bu geni leme, varlı ın, var olan
bir mekanda yayılması de il, aynı zamanda uzayın da yaratılmasıdır. Çünkü; ba langıçtta ve ‘büyük patlama’dan
önce, uzay ve zaman yoktu. Her ey deh etli bir patlama ile ortaya çıktı. Korkunç bir sıcaklıkla atom’lar
meydana geldi. Fizik ve Kimya kanunları i lemeye ba ladı. Proton, nötron ve elektron’lardan a ır elementler
olu tu. Yıldızlar, gezegenler do du. Galaksiler ortaya çıktı.
‘Kendili inden var oldu u sayılan ‘ilk madde’ ilkesi bir yana bırakılırsa, ‘büyük patlama’ teorisi ile
evrenin yoktan ve yüce bir varlık tarafından yaratılması ilkesini e itlemek mümkündür. Bu takdirde; ‘big-bang
teorisi’, ‘yaratılı teorisi’nin bir ba ka biçimde açıklaması sayılabilir. Büyük patlamadan önce varlı ı zorunlu,
bilinçli bir güç gereklidir. O güç, yüce tanrı’dır. Evrendeki tüm olu umlardan önce var olan o bilinçli vr yüce
güç, patlamaya hazır o ilk maddeyi yoktan yaratmı tır. Belirli bir plana göre o büyük patlamayı u veya bu
ekilde gerçekle tirmi tir. Böylece evrendeki tüm olu umlar birbirlerini izlemi tir.
‘O bir eyi yaratmak istedi i zaman ona ‘ol!’ der. O da hemen oluverir.’ ”
(Kemal Güran, “Müslümanın El Kitabı”, sa:49-50)
Bigodi, bigudi : Hanımların saçlarında lüleler yapmak için kullandıkları, basit, yuvarlak metal ya da
plastikler. kinci Dünya Sava ı zamanlarında, sabah sabah balkonlarda unu bunu paspaslarken bigodi’lerle
dola maları, hatta onlarla soka a çıkmaları sıradan bir olaydı. Lügatlara ‘bigudi’ olarak geçmesine kar ın,
halk, bizim evin erkanı dahil, onlara ‘bigodi’ derdi.
“Chicao’yu görür görmez, gözlerinde im ekler çaktı. te yanılmamı tı. Tam da dü ündü ü gibi o
sarı ınlaydı i te! Boyalı, sarho , saçları bigudilerle kıvrılmı ve beyaz bacakları yukarılara kadar çıplak.””
(J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar Karde im Deniz”, sa:17)
Bigün :
Bir gün
(COLL.)
“Meserret ablam kahyanın o luna kaçınca yengem birkaç günde çöküverdi; yüzü uzadı sanki,
buru tu..... Kızı çocuklu unda bigün aya ı kayıp dü ünce kıçım acıdı dedi i için a zına biber süren kadın,
kocasıyla yatarken neler yaptıklarını açık saçık, a za alınmayacak sözlerle anlatmaya ba ladı son gününde.”
(Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:127)
Bihaber : Habersiz, ne olup bitti inin farkında olmayan
‘ undan emin olabilirsiniz: Kekesfalva ya da o günlerdeki adıyla Kanitz o gün malikaneye giderken,
dünyadan bihaber bu kadının malvarlı ını ucuza kapatmayı aklının kö esinden bile geçirmiyordu. Tüm amacı,
her zamanki küçük i lerinden birini yapmaktı, daha fazlası de il.”
(S. Zweig, “Sabırsız Yürek”, sa:168-9)
Bilader : Birader, erkek karde , yakın arkada (Anadolu lehçesi)
Bk.: Birader
“ ‘Beyim... Biz, muhtarın o lu Camal’ <Cemal>la, Gurul <kurul> üyesi Deli Haceli’nin güççük
<küçük> biladeri Boz Omar’dan davacıyız...’
‘Niçin davacısınız, anlat...’
‘Mal güttü ü <koyun, keçi-davar güttü ü> yerde ikisi gandırıp <kandırıp> bu çocu un ırzına
geçmi ler beyim. Sonra da böyle ettik deye <diye> köyün içinde yayım yapmı lar. Bu bizim gatti <gitti>
namısımıza <namusumuza> dokandı.’ ”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:97)
“Halini ö renmi ler, öfkeli öfkeli dönüp gitmi lerdi. Önce çok kızıyorlardı. ‘Hayvan o lu hayvan’ Kara
Bayram, Haceli’ye ‘tecavüz’ etmi ti. Muhtarın kapıdan, ba ka gerçekleri de ö renince çarpıldılar. ‘Yandı bizim
deli bilader!..’ diye koyu koyu dü ünmeye ba ladılar.”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:213)
“-Yook, dedi, rica ederim, ben böyle eylere gelemem, zaten sinirli bir kadınım... Beni bunun için mi
ça ırdınız buraya?
imdi de orta boylu, tıknazcası lafa karı tı:
-Canım, bilader, elbette aranızda bir geçmi var ki, bu çocuk, sana kafa tutuyor, sen de i in farkında
de ilmi cahillikten gelmesene ya...
Yemin ettim:
-Vallahi, billahi, tallahi hiç bir ey bilmiyorum ve bu bey arkada ınızı da nereden tanıdı ımı bir türlü
hatırlayamıyorum!...”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:265)
Bilakis : Tam tersine, görünenin aksine
“Üç tekerlekl arabsını nasıl sürece ini de o ö retmi ti, abisi de il. Hasan, çocuklu unu sil ba tan
yeniden ya atan bu çocu a ükran borçluydu sanki. Hayretti ki, aile bu ili kiye hiç karı mamı tı, bil’akis saygı
gösteriyor gibiydi.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Kürt Hasan”, sa:165)
“O kadar saf bir kadının, böyle hiç renk vermeden aka etmesi, tabii ho uma gidiyor, kahkahalarla
gülüyordum. Fakat o, gülmüyor, bilakis, gözlerinde ya lar var!”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:301)
Bildi inden a mamak; Bildi ini okumak : Bildi inde ya da inancında ısrarlı olmak
“Çünkü onlar, yıllardır oldu u gibi bugün de yeni ufuklarda gençlerle bulu mak üzere hep kendi
bildiklerini okumayı sürdürüyorlar.”
(A. Cemal, “Okuyan Gençli e Mektuplar”, sa:30)
“Fakat o istedi ini söylesin, bizimki kendi bildi inden a mıyordu. Biçare adam, bunun dı ında, bir
yanıt alamayaca ına aklı yatınca, yarası olup olmadı ına bakmak için zırhını çıkardı; fakat ne bir yara, ne de kan
izi vardı; güç bela yerden kaldırıp daha yumu aktır diye e e inin üstüne oturttu.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:33)
“ ‘Bizi hayal kırıklı ına u ratma, o lum. unun urasında kaç günlük ömrümüz kaldı! Senin do ru
yolda ilerledi ini bilerek, içimiz rahat ölelim. Bizi gerçekten seviyorsan, dedi imi yaparsın. Sevmiyorsan, o
zaman bildi ini oku.’ ”
(P. Coelho, “Veronika Ölmek stiyor”, sa:184)
“Bir gün Snake River’da Andrew McWillliam’ın binek atı hastalanmı tı. On mil uza a araba
göndererek botanikçi geçinen bir üniversite mezununu getirtti ama i e yaramadı. Adam bildi ini okudu, dönüp
gitti. At da öldü.”
(O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:61)
“Ama Georg bu olaydan sonra, bütün her eye oldu u gibi i ine de dört elle sarılmı tı. Belki babası,
annasi hayattayken sadece bildi ini okuyarak onu kendi gerçek faaliyetlerinden alıkoymu , belki annesinin
ölümünden bu yana, hala aynı dükkanda çalı masına ra men, daha bir geri durur olmu tu.”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:95)
“ ‘... Saf, temiz bir sevgi, insanın davranı larıyla belli eder kendini; bunu belli etmek için öpü meye
ihtiyaç yoktur.’
Bu biçim bir mantıktı; Hanriyet’i güldürmekten ba ka etki yaratmamı tı. O yine bildi ini okumaya
devam etti.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:39)
“LADY UTTERWORD, kanapeye do ru yakla arak. - Bırak son sözü o söylesin, canım. Önemli olan
laf altında kalmamak de il, bildi ini okumaktır.
MANGAN - Bu kız hem dedi im dedik, hem çaldı ım düdük, diyor.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:84)
“-Baba sen alsana balıkları.
-Olmaz, hep bana aldırıyorsun. Ö ren artık ı i i. Yatır çapariyi. Olmaz. Ha öyle. Tamam. imdi
ayıkla birer birer. Dikkat et, eline i ne batacak. O lum, elini kurtarsana. Dikkat et batmasın diyorum, sen gene
bildi ini okuyorsun. Bildi imi okusam ne olacak. mi sanki. Balı a e lenmek için çıkmadık mı?”
(A. Timuçin, “Gece Gelen Eski Dost”, sa:14)
“Turka, adaya yakla ınca durdu; babamın nasıl hiza alınaca ı, nereye çıkılaca ı konusunda yaptı ı uzun
açıklamayı dikkatle dinledikten sonra (bununla birlikte, o hiç bir zaman bu ö ütleri hesaba katmıyor, bildi ini
okuyordu, köpekleri çözdü, acele etmeden halkaları topladı, ata bindi ve ıslık çalarak, genç kayın a açlarının
arasında yitti.”
(L. Tolstoy, “Çocukluk”, sa:47)
Bildim bileli; Tanıdım tanıyalı : Uzun zamandan, hatırlayabildi im kadar eski zamanlardanberi, çok
eskidenberi
“1. KADIN - Kim yapabildi bunu?
4. ERKEK - Kim oldu unu ben biliyorum. Kaynanama bırakmı tım bu sabah onları. Kızardı hep
çocuklarıma. Benden hiç ho lanmadı ı için. Uzun zamandan beri. Bildim bileli.”
(Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Ölüm Oyunları’, sa:161)
“Fötr, gümü i apkası e ri bü rü, kenarları çökmü , ba ında her zaman uçacakmı gibi durur. Hep
yalınayak gezer. Bacakları da çemrektir. Ben onu bildim bileli, tanıdım tanıyalı derenin kıyısına çekilmi bir eski
motorda yatar.”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:130)
“Birazcık genetik ansla babam gibi uzun boylu ve o kadar güçlü olacaktım. te o zaman nihayet onun
kar ısına geçecek ve ‘Senden nefret ediyorum,’ diyebilecektim. Kendimi bildim bileli ona kar ı duydu um
duygu i te buydu.”
(S. Tamaro, “Anima Mundi”, sa:21)
Bile bile : Bilinçli olarak, sorumlulu u üzerine alarak, alenen, göz göre göre, açıkça
“Karım, kim bilir, kaçıncı kez, ‘Merak edecek bir ey yok,’ dedi. ‘Sen Fransa’ya gideceksin, SaintJean-Pied-de Port’da Madam Lourdes’u bulacaksın. Madam Lourdes, sana Santiaga Yolu boyunca rehberlik
edecek biriyle bulu turacak seni.’ Ben de, kim bilir kaçıncı kez, ‘Ya sen?’ diye sordum ne yanıt verece ini bile
bile.”
(P. Coelho, “Hac”, sa:25)
“Ku kusuz her bekçi bunu kavrayamıyordu; kimileyin göz kulak olma görevinde çok gev ek davranan,
bile bile bir kö eye çekilip açlık cambazına -onların dü üncesine göre herhangi gizli bir erzak arasından- güç
tazeleyici küçük bir lokma alma fırsatı vermek niyetiyle ka ıt oyununa dalan bekçi grupları bile vardı.”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:76)
“ ‘... Zırdelinin biri’ diyordu onun < sa> için, ‘burnunu Roma’nın i ine sokmuyor. Bir keresinde, bile
bile adam gönderdim, ‘ srail’in Tanrısı bizlerin Romalılara vergi verip vermememiz için ne der?’ diye
sordurdum, ‘fikriniz nedir bu konuda,’ O, do ru olarak, akıllıca cevap vermi : ‘Sezar’ın hakkını Sezar’a,
Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya vermek gerektir’ demi .’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:440)
“ ‘Do ru,’ dedi smail, ‘Kadri Kaptan yerden gö e kadar do ru söylüyor. Elia Efendi giderken bu
çiftli i satar da öyle giderdi. Memlekete dönemeyece ini bile bile her eyini bıraktı gitti. Onlar buradan
gideceklerini çok önceden biliyorlardı. Elia Efendi, ‘ben memleketten gidersem, atlara iyi bakacaksın, gözün
gibi bakacaksın’, dedi giderken.’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 4-Çıplak Deniz Çıplak Ada”, Cilt:4, sa:87)
“Üniversitede ders vermekten mutluydu, radyoda konu maktan mutluydu. Avukatlık mesle i ho una
gitmiyor de ildi..... ‘Ben avukat de ilim, bir savunma uzmanıyım!’ diyordu aka yollu; daima külyutmaz bir
uzmanın o hafif tiksintiyle eline aldı ı koca kitaplarda yorumlanan, insandı ı yasaların hüküm sürdü ü bir
dünyada kendini bir hain, bir be inci kol, iyi kalpli bir gerilla sava çısı gibi görerek -belli bir kendini
be enmi li i de yok de ildi-, bile bile ve bütün kalbiyle yasa tanımazlardan yana çıkıyordu.”
(M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:152)
“Bunda asıl olan öyküdür ve masal, tarih olayları, onu yalnızca renk olarak çerçevelemektedir. Ben bu
renkleri kaftan olayının geçti i zamanın yüz yıl öncesinden yüz yıl sonrasından bile bile toplayıp bir araya
getirdim.”
(K. Mikszath, “Konu an Kaftan”, sa:138-9)
“... annemi ne kadar üzdü ümü bile bile bana göstermedi i, sadece beni üzmekle acı vermek arasında
bocalarken büründü ü ciddi, kaygılı tavrının, ilk kez Combray’de, geceyi yanımda geçirmeye karar verdi inde
ahit oldu um ifadesinin, o esnada, büyükannemin, konyak içmeme izin verdi indeki tavrına inanılmaz derecede
benzeyen havasının ele verdi i üzüntüyü göre göre...”
(M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:545)
“B Ç M ÜSTÜNE
-------------------Ba ka bir ey söylememi ti; bir önsözün
sözcüklerinden birisi gibi
elleri arasına almı tı çenesini. Kapalı dudakları
arasında
anlamı belirsiz sigarası, beyaz, yanan bir noktalama
i aretiydi
söylemedi i eyleri, bile bile (belki de farkında
olmadan?)”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-kavafis için on iki iir”, sa:145)
“O gün gelsin, hazırım, alı tırdım kendimi:
De erim, hakkım budur diyerek bile bile,
Kendime kar ı tanık, kaldırırım elimi
Ve savunurum senin haklı özrünü öyle:”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:49, sa:139)
“Yaldızlı süslerle alabildi ine yüklü, ye il kadifeden bir duvar örtüsü, cam yerine ayna geçirilmi iki
kocaman pencereden gelebilecek bütün ı ı ı yok etmek için bile bile yapılmı tı sanki.”
(Stendhal, “Armance”, sa:19)
“ te o zaman tanımı olanaksız bir acı sarıyor beni. Eski hastalı ım nüksediyor: Amnesie in litteris :
yazınsal bellek kaybı. Anımsamak çabalarının, adeta bütün çabaların bo unalı ı kar ısında bir öfke dalgası
kaplıyor beni. Hemen ardından geride belli belirsiz bir anımsamadan ba ka bir ey kalmayaca ını bile bile neden
okuyayım ki?”
(P. Süskind, “Üçbuçuk Öykü - ve bir görü ”, sa:83-4)
“En küçük bir umut olmadı ını bile bile yatıyor, uyumaya çalı ıyordu. Aklına yeni yeni eylerin
gelmemesi için rasgele dü üncelerin sözcüklerini durmadan fısıldıyordu. Kulak kabarttı; delice, tuhaf bir
fısıltıyla öyle tekrarladı ını duydu: ‘De erini bilmedi in, aya ına gelen nimeti teptin; de erini bilmedin,
aya ına gelen nimeti teptin.’ ”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:791)
Bile bile lades : Bir i e kaybedece ini bile bile giri mek; bilerek kabullenme
“Smerdyakov iç çekti.
-Ne iç çekiyorsun, biliyordun ya! diye yapı tırdı van Fedoroviç.
Smerdyakov sözlerini vakur bir sessizlikle kar ıladı, sonra,
-Bilmemek mümkün müydü? Bile bile lades. Yalnız sonun böyle olaca ı kimin aklına gelirdi!”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:168)
Bile bile yalan söylemek : Kar ısındakilerin yalan söyledi ini anladı ı halde, bile bile söylemek
“Nasıl oluyor da bu kız Atatürk iiri okurken gerçekten a lıyor, öteki herkesin anlayaca ını bile bile
yalan söyleyebiliyor, bu üçüncüsünün çantası, defteri, önlü ü, saçları, sözleri, her eyi bu kadar derli toplu
olabiliyor?”
(O. Pamuk, “ stanbul”, sa:121)
Bile inde altın bilezik, zincir olmak : Zengin olmak; Yüksek züzeyde bir meslek sahibi olmak
“-Ne dediniz?
-Hiç! Sözün geli i öyle söylüyorum. Yani ne siz söyleyin, ne ben anlatayım... Altın zincir bile inizde
diye sizi targılayacak mahkeme yok mu sanıyorsunuz? Hiç merak etmeyin, sizin de boyunuzun ölçüsünü alırlar!”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:71)
Bile inin gücüyle; Bile inin zoruyla : Kendi öz gayretiyle, kimseden yardım görmeksizin
“ ‘Yine de,’ diyordu Jonas. Ele aldı ı her i i bile inin gücüyle sonuçlandıran Rateau, bir temiz
paylıyordu dostunu: ‘Ne demek yine de? Pazarlık etmelisin.’ Ama bo una Jonas, içten içe, yıldızına
ükrediyordu. ‘Nasıl isterseniz öyle olsun,’ dedi tablocuya.”
(A. Camus, “Büyüyen Ta ”, sa:5)
“El attı ı her i te ba arılı olan, ama bile inin zoruyla ba arılı olan Rateau dostunu paylıyordu.”
(A. Camus, “Sürgün ve Krallık”, sa:77-8)
“ ‘... fakat umarım ki siz Yüce Efendilerimin emirleriyle onurlandıraca ınız; benim de hem boyun e i ,
hem de bile imin gücüyle kendilerine hizmet etmeye ne kadar hevesli oldu umu gösterece im daha ba ka
fırsatlar da gelecek.’ ”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:20)
“Barranquilla’dan Aracataca’ya varmanın tek yolu, eski püskü motorlu ah ap bir tekneyle, sömürge
döneminde kölelerin bile inin gücüyle kazılmı bir kanalda ilerlemek, sonra da çalkantılı ve girdaplı bir balçık
çukurunu geçerek Ciénaga’ya varmaktı.”
(G.G. Marquez, “Anlatmak çin Ya amak”, sa:12)
Bilek bükmek : Güç kullanmak, güçle dala mak
“Görülmemi bir liberal olan Papa Cenapları, Vatikan tarihindeki en tartı malı ve alı ılmadık
Kardinaller Meclisi sayesinde Papalı a atanmı tı. Daha sonra ise beklenmedik bir anda iktidara geldi i için
mütevazı olaca ı yerde, Hıristiyanlı ın en yüksek makamıyla ilgisi olan tüm bilekleri bükmekte hiç vakit
kaybetmemi ti.”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:169)
Bilemedin : Tahminen, be a a ı be yukarı
“Palavra. Dünyada, bir servet kazandı ını dürüstçe söyleyebilecek on, bilemedin yirmi yıldız vardır.
Geri kalanın zenginli i tamamen görünü tedir: Stüdyonun kiraladı ı br evde oturur, modaevlerinin hediye etti i
giysileri giyer, ünlü mücevher ma azalarının ödünç verdi i mücevherleri takar, adlarının sosyete hayatıyla
birlikte anılmasını isteyen irketlerin kısa süreli ine verdi i arabalara binerler.”
(P. Coelho, “Kazanan Yalnızdır”, sa:151)
“ ‘Vazgeç tabii, vazgeç! Yıllar ve yıllarca karınla sava ıp duracaksın, Pierre’i de zor alacaksın elinden.’
‘Olabilir. Ama biliyor musun Otto, elimde kala kala bir Pierre kaldı! Yıkıntılar ortasında
pinekliyorum; bugün ölsem senden ve bilemedin birkaç gazeteciden ba ka kimsenin umurunda olmayacak.’ ”
(H. Hesse, “Rosshalde”, sa:69)
Bilezik; Bilezikleri geçirmek : Kelepçe, kelepçeleri takmak (Argo)
“ROSA - Bak yine hafızasını kaybettirdiniz ona. Az önce tıpkı eskisi gibi herkesi tanıyordu. Bakın, bir
deneyelim.. Antonio, bak bana.. Kimim ben? (Kasıklarına bir tekme atar.) Kimim ben?
ANTONIO - Aahh! Kes artık Tanrı’nın cezası..
1. POL S - Komiser, bilezikleri geçireyim mi?
DOKTOR (2. POL S’e.) - Bana bir el versene. (Masaya çıkar, çantasının içindekileri bo altır.)”
(D. Fo, “Yüzsüz”, sa:46)
Bilge; Bilge adam; Bilgele mek; Bilgelik : Alim, erdemli, olgun, iyi ahlaklı, bildiklerini ba kalarının yararına
en iyi ekilde kullanabilen ki i; Öyle bir ki ili in sergiledi i erdem
“ALAZAN IRMA I KIYISINDA
Yooo, ben anlıyorum bu do anın dilinden,
biliyorum dilini bu ulu bilgeli in, bu güzelli in,
biliyorum, neyi a lar yapraklar dökülürken.
Alazani dalgalarının duyuyorum arkısını.”
( rakli Aba idze<1909-1992>-Hüseyin Uygun; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
05.06.03)
“B LGEL
N...
Bilgeli in yerine - deneyim,
Tatsız içki susuzlu u gidermiyor.
Oysa gençli im bir Pazar duasıydı
Nasıl unuturum?”
(A. Ahmatova<1889-1966>, “yaban balı özgürlük kokar”, sa:36)
“B ZDEN SONRA DO ANLARA I
------------------------------------------Ben de bir bilge olmak isterdim
Yazıyor eski kitaplar bilgelik nedir:
Dünya kavgalarına uzak durmak ve o kısa zamanı
Korkusuz geçirmek
iddete ba vurmadan hem
Kötülü ü iyilikle kar ılık vermek
Dü lerini gerçekle tirmek de il, unutmak
Bilgelik olarak kabul ediliyor.
Tüm bunları yapamıyorum:
Gerçekten karanlık bir ça dır ya adı ım!”
(Bertolt Brecht<1898-1956>-Ertu rul Pamuk; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 07.11.02)
“ADALAR VI”
---------------Bilinenlerden ba ka bir ey olamayaca ı
Sonucuna vardı içlerindeki bilge ki iler:
Yalnızca a ılmaz bir bo luk vardı önlerinde
Issız güne in gürültüsü altında”
(Sophia de Mello Breyner<d.1919>-Cevat Çapan, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
08.07.00)
“Langdon iiri bir kez daha gözden geçirip yüksek sesle okumaya ba ladı.
‘Diz çök kutsal bilgeli in yaldızlı mouseion’unda
ve kula ını yere daya,
dinle suyun ırıltısını.’
Langdon, ‘(bu) Musa’lar tarafından korunan tapınak anlamında kullanılan çok eski bir kelimedir.....
Antik Yunanlıların zamanında mouseion, aydınların fikirlerini payla mak, edebiyat, müzik ve sanat hakkında
tartı mak için toplandıkları yere denirdi. lk mouseion, sa’nın do umundan yüzyıllar önce Batlamyus tarafından
skenderiye Kütüphanesi’nde yapılmı tı. Daha sonra dünyanın çe itli yerlerinde yüzlercesi yapıldı.’ ”
(D. Brown, “Cehennem”, sa:345-6)
“Langdon, onu buraya getiren adamın sözlerini hatırlayınca ürperdi ini hissetti. <Profesör, bu ak am
hayatınızın davetini alıyorsunuz.> Eski zamanlarda Gizemler Eli, dünyadaki en gizli davet olarak
anlamlandırılırdı. Bu ikonu almak, seçkin bir gruba, yani tüm ça ların gizli bilgeli ini muhafaza ettiklerini
söyleyenlere katılmak için ça rılmak demekti. Davet büyük bir eref olmakla beraber, üstadın bu gizli bilgeli i
ö renmeye layık oldu unuzu dü ündü ü anlamına de gelirdi. <Üyeye uzatılan üstat eli.>”
(Dan Brown, “Kayıp Sembol”, sa:63)
“Yine, birçok ruhsal kayna a göre, bu çocuklar gerçekten bekleniliyorlardı, ve onlar insan bilincinin
önceki ku akların ‘eski enerjisinin’ ötesine evrimin de kanıtıdır. Onlar barı kuruculardır, bilge ya lı ruhlardır, ve
bu gezegende daha iyi eylerin gerçekle mesi için en yüksek umuttur.”
(L. Carroll & J. Tober, “indigo çocuklar”, sa:178)
“B LGEL K
“(YUN.: sophia, <So’fiya>; NG.:Wisdom <viz’dım>; FR.: Sagess <Sa’jes>, ALM.: weisheit
<Vays’hayt>
nsanın kendi ya adı ı ‘dünya ve topluma uyumla’, ‘kendi kendine yeten’ ve ‘bilinçli bir varl ık’
olmasını, dü ünüp ta ınarak eylemini yapması.
(A. Cevizci, “Felsefe Sözlü ü”, sa:136)
“Bildik hikaye
Karın eriyen birikintisinde
batı taki buz kitlesinin üzerinde
seyreden
çocuk misali
olu tu bilgelik
da ılmak üzere
beyin kıvrımlarına
sinir sisteminde yitti ama”
(Robert Creely<d.1926>-Evrim Yalınalp; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 04.09.03)
“ NG L Z EDEB YATI DOKTORA
SINAVI Ç N, B R ARKADA A
-----------------------------------------Bilge bir incelik
Ve bilge çizgiler yüzünde,
Bir tin yorgun ama, düzenli
Do ru algılamalarla iyi kalpli,
Yumu ak bir ses ve tarihsel bir anlatım
Tudor günleri söylemine çalan,
Hiçbir bilgisizli in dil uzatamayaca ı
Ya da a ırtamayaca ı günlük yeni modanın,
Kesin ayrıntılarla do rulanmı bilgi.”
(J.V. Cunningham<1911-1985>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.02.04)
“YA AM VE ÖLÜM GERÇE
----------------------------------------Ya amın sırrını mı istiyorsunuz?
te:
Güç, bilgeliktir.
Bilgelikse - ya am.
Ya am, a k ve gerçektir,
gerçek ise - yol ve özgürlük,
sava ım ölüm ve özgürlük içerir.
Hayır, hayır yol getirir ölüm ve özgürlü ü.
Sava ım, bilgeli e götüren yoldur,
bilgelik ise - a kın gücü.”
(Kristin Dimitrova<d.1963>-Hüseyin Mevsim; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, 16.11.06)
“Hayatının baharında bırakıp biz alysosları
battın Phaenokritos unutu un denizine,
koparıp daracık ömründe çiçeklerini bilgeli in;
sarmı imdi mezarını çepçevre, bir damla
gözya ı dökmeyen bayku lar...”
(Dionysios, antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:25)
“AZ Z TUTU’NUN DUASI
---------------------------------Dua ediyorum size, Tanrım:
onarın kanalizasyon sistemimizi,
geri getirin beyinlerimizi;
Suçluların, PW Botha’nın
asla, bir son gündemi olmayacak
onların. Kutsayın Gerçek
ve uzla ma Kurulu’nu - üfürükçüsünü
yaraların! Kutsayın en bilge
Gökku a ını - bilinçlerin ortaklı ını!
Amin, Mucizeler Tanrısı, Amin, Amin.”
(Angifi Proctor Dladla<d.1950>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.03.08)
“SOKRATES - En do ru yol, aziz dostum, bu i ten anlayan bilginlerin gözcülü ü altında, onlara bolca
para vererek ve te ekkür ederek ara tırmaktır. Mesela karde in Kallias’ın bilge görünmek için kendilerine pek
çok para verdi i sofistler böyle yol göstericilerdir. Fakat babanın bıraktı ı miras elinde olmadı ından senin
karde ine ba vurup bu i lerde do rulu un neden ibaret oldu u üzerine Protagoras’tan ö rendiklerini sana da
ö retmesini rica etmen gerekiyor.”
(Eflatun, “Kratylos”, sa:26)
“KAYALARIN MAR NASI
----------------------------------Dinle, o söz, bilgeli i son günlerimizin
Ve zaman tutkulu bir insan yontucusu,
Güne de ba ında duruyor, bir umut canavarı
Ve sen ona daha yakın bir sevgiye sarılmı sın
Dudaklarında acı bir fırtına tadı.”
(Odisseas Elitis<1911-1996>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.08.05)
“GREY CADDES
----------------------Grey Caddesi, bilgelerin duman de il artık ganja otu
Grey Caddesi, spanyol paçalar çalım atıyor senin tarzına
Grey Caddesi, bir efsane de il imdi Mila 18
Var ova’nın da var bir Grey Caddesi!
Grey Caddesi, Siyahlar mı modaya bo uluyor
Umgeni Blue Lagoon’da?”
(Mafika Pascal Gwala<d.1946>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 27.11.08)
“Beni de il
Logos’u dinlemek
bilgelik”
“En büyük üstünlük
bilgeliktir
do ru dü ünmek”
“Bilgelerin bilgesi
maymundur
Tanrı’nın yanında”
(Herakleitos, “Kırık Ta lar”, sa:15;61;96)
“S RENLER
--------------Bir ça ’rımlık uzaktayken adaya, dolu tular kıyıya
hızla yol alan tekneyi gören Sirenler
ve ba ladılar söylemeye saydam arkılarını:
‘Gel buraya, dillere destan Odysseus,
büyük onuru Akhaların, durdur tekneni duymak için
sesimizi. Geçmedi çünkü kimse bu yoldan siyah teknesiyle
dinlemeden dudaklarımızdan dökülen tatlı sesi,
haz duymadan ondan; sonra gittiler gidecekleri yere,
daha bilgele mi ...”
(Homeros <Odysseia’dan>, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:97)
“III
(Giderken biraz gölge dü tü mü gözlerine?)
Ya arsın, konu ursun, ba ının üstünde
Gök durur, bulutların olur.
Ya lı bilgelerin kitaplarından haz duyarsın,
Virgil’i, Dante’yi okur,
Ho yerlerde e dost, turlarsın.
Meyhanede kahkahadan kırılır,
Bir kadının bakı ından sarsılırsın,
Seversin, sevilirsin, keyfin krallarda yoktur!
Gülistanda bülbül sesleriyle mest olursun.”
(Victor Hugo<1802-1885>-Galip Baldıran, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 07.08.03)
“Bilgeli in ba ladı ına ilk i aret, ölmek iste idir. Bu ya am dayanılmaz görünür, bir ba kası ise
eri ilmez. nsan ölmek istedi i için utanmaz artık; nefret etti i eski hücresinden alınıp ilk i i nefret etmeyi
ö renmek içim yalvarıp yakarır. Bunda belirli bir inancın kalıntısı da etkilidir; ta ınma sırasında EFEND
koridorda görülecek, tutukluya öyle bir bakacak ve diyecektir ki: ‘Bu adamın yeniden hücreye kapatılmasına
gerek yok. O bana geliyor atık.’ ”
(F. Kafka, “Aforizmalar”, No.:13, sa:16)
“ Ç MDEN GELEN SES
------------------------------Sabah kalkınca her gün ben
Pe ine dü ece im bilgeli in
Hayatın pe ine
Niyetim do ru olmayı ö renmek
Namuslu ve içten olmayı
Sade, alçakgönüllü ve dengeli olmayı
ö renmek istiyorum.”
(Yandam Kolani-Eray Canberk; “ iir Atlası, “Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.09.09)
“B TK LER N HUZURU
Bilge, sessizli i ve bitkilerdeki ho lu u,
Onların kadınsı bakı larını ve dinginliklerini sever,
Ve bilge dura an hayvanları da sever
Yakınında kımıldamadan uyuyan.”
(Jean Lahor<1840-1909>-Galip Baldıran; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 25.08.05)
“Bilime olan güvenim hem sonsuz hem de kısıtlı. Bilimin, kendi alanıyla ilgili sorulara, yava yava
bütün yanıtları verebilece ine ve böylece bize de en olmadık dü lerimizi gerçekle tirme olana ı kazandıraca ına
inanıyorum. Bu hem ba döndürücü hem de korkutucu bir ey. Çünkü insanlar her eyi, en iyiyi de en kötüyü de
dü leyebilir, ikisi arasında seçim yapma konusundaysa bilime bel ba lanamaz. Bilim ahlaki açıdan tarafsızdır,
insanların bilgeli inin oldu u kadar çılgınlıklarının da hizmetindedir.”
(A. Maalouf, “Çivisi Çıkmı Dünya”, sa:210-1)
“-A ık, a ık, a ık diye ba ırdı. Hepsi bundan ibaret. Öldürücü hastalık buymu . Ne ho
e lence ha... ve bir arkı tutturdu:
Bilge adam, ah bilge adam,
ey. Amma
Ne de a ırba lı dü üncen var!
pin ucunu kaçırınca,
Bilgeli in de senden kaçar.”
(Th. Mann, “De i en Kafalar”, sa:47)
“YEN LG DEN SONRA
Atinalıların Aegos Irmaklarındaki bozgunundan sonra
ve kesin yenilgimizden
biraz sonra - ne tartı ma özgürlü ü kaldı, ne
Perikles’in anı, ne samatları geli tirme,
ne beden e itimi yapma, ne de bilgelerimizin
toplanma olana ı.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-yinelemeler”, sa:213)
“Bilge Kadın <Diaspor-1976>
Bilgece
bilgilidirler
her sabah
oldu un kadınlar
ço ul tarihinde
senin teke li sevdanın”
(Cristina Peri Rossi<d.1941>-Ay e Nihal Akbulut; “ iir Atlası”, Cevat Çapan; Cumhuriyet Kitap,
01.02.07)
“Geleneklere ve dine ba lı bir ailede do up, sonra da bilge ve dindar bir rahip tarafından efkatle
e itilmi olan ben, çocuklu umdanberi, ba kalarının önyargı diye yorumlayacakları ve beni hiçbir zaman terk
etmeyen ilkeler ve özdeyi lerle büyüdüm.”
(J.J. Rousseau, “Yalnız Gezenin Dü leri”, sa:48)
“Hint bilginleri, bir gün, Büzürcmihr’in erdemleri üzerinde konu uyorlardı. Ancak tek bir kusurunu
bulmu lardı: Bilge vezir çok yava konu uyor, konu urken durakladı ı için dinleyenleri bir bıkkınlık alıyormu ...
Sözünü bitirinceye dek insanları çok bekletiyormu .. Bunu duyan Büzürcmihr öyle dedi:
‘Ne söyleyeyim? diye dü ünmek, niçin söyledim diye hayıflanmaktan iyidir!’
‘Deneyimli, ya lı, yeti kin insan
Dü ünmeli, sözüne ba lamadan...
Sen de, dü ünmeden söze giri me,
Zarar yok, geç olsun, iyi söyle...
yi dü ün, sonra ıkar sesini,
Azarlamasınlar, ‘kes!’ diye seni.
nsan, niçin daha üstün hayvandan?
Çünkü insan konu uyor da ondan...”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:33)
“... ‘Emin misin dilencinin topra ı yerden aldı ına,’ diye bir kez daha sordu Meryem’e, ve Meryem
yanıtladı, ‘Evet eminim. Belki de toprak hep parlaktı. Hayır, yerdeyken parlamıyordu.’ Bunlar bir kocanın
yüre ini a zına getirebilir, lakin Yusuf, o zamanlar ve o bölgede ya ayan her adam gibi inanıyordu ki, gerçek
bilgelik, onu kadınların oyunları ile aldatmacalarından korumak için yanındaydı.”
(J. Saramago, “ ncil’deki kinci sa”, sa:27)
“ p gibi ya an ya murun arasında görüntüsü bulanarak yakla an bu adam benim dedem. Yorgun argın
yürüyor ya lı adam. Yokluklarla, cehaletle geçmi yetmi yıllık zor bir hayatı sürüklüyor arkasında. Yine de
bilge bir adam, suskun, yalnızca kaçınılmaz olanı söylemek için açıyor a zını. O kadar az konu uyor ki, yüzünde
uyarı ı ı ına benzer bir ey yandı ında ona kulak vermek için hepimiz susuyoruz.”
(J. Saramago, “Küçük Anılar”, sa:68)
“Benim bilgeli im seninkine kıyasla olgunluktan uzak, ama senin de imdi gördü ün gibi ismini
oldukça do al bir ekilde telaffuz ettim, bu da içsel benli imin bu meseleyle hiçbir ili kisinin olmadı ını
kanıtlıyor...”
(J. Saramago, “Yitik Adanın Öyküsü”, sa:135)
“<1951 Haziran’da, Hermann Hesse’yi sviçre-Castognola’daki ziyaretindeki diyalog>
Kadın koridorda ilerledi ve ben o manastır atmosferinde beklerken sandal a acı aura’sıyla
sarmalandı ımı hissettim. Derken bir kapı açıldı ve gölgeler içinden beyazlar giyinmi ince bir silüet belirdi. Bu
Hesse’ydi...... Yetmi üç ya ındaydı, ama gülümsemesi genç bir adamın gülümsemesiydi ve vücudu ruhsal
açıdan o kadar disiplinli görünüyordu ki, sanki beyaz keten içinde ince çelik bir bıçak gibiydi. Tamamen beyaz
giysileri içinde bir dervi e veya tövbekara benziyordu..... ( lk tanı ma-açılı ’tan sonra, ona eserlerini sordum):
H.: ‘Narziss ve Goldmund ruhun iki kar ıt e ilimini temsil ediyorlar,’ dedi. ‘Bunlar izleyip dü ünmek
ve hareket etmek. Ama bir gün birle meye ba lamaları gerekiyor...’
S.: ‘Ne kastetti inizi biliyorum,’ diye sözünü kestim, ‘çünkü ben de bu gerilim içinde ya ıyorum ve iki
uç noktaya da yakalanmı durumdayım. Dü ünmenin huzurunu hayal ediyorum, ama ya amak zorunlulu u beni
harekete zorluyor...’
H.: ‘Gökyüzündeki bulutlar gibi, kendini alıp götürülmeye bırakman gerek. Direnmemelisin. Nasıl
Tanrı bu da larda ve bu gölde varsa, insanın kaderinde de var. Bunu anlamak çok zor, çünkü insan giderek
Do adan uzakla ıyor, kendisinden de...’
S.: ‘Asya’nın bilgeli i buna yardımcı olabilir mi?’
H.: ‘Çin’in bilgeli inden Upanishad veya Vedantaya oranla daha fazla esinlendim. I Ching bir
ya amı dönü türebilir.’
S.: ‘Söyleyin, burada, da larda huzuru bulabildiniz mi?’
H.: ‘Do aya yakın oldu unuzda Tanrının sesini dinlersiniz.’ ”
(Miguel Serrano, “C.G. Jung & Hermann Hesse: ki Dostlu un Anıları”, sa:21-24)
“Gözlerin u dilsize türküler ö retti ya,
Yücelerde uçmayı hem de kara cahile.
Yeni tüyler takarak bilgenin kanadına,
Güçlerine güç kattı katmerli bir görkemle.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:78, sa:197)
“KU SU
Bir çocuk yüzüdür
Her ku un adı
---------Uyuyan ku ları gökte tutarım
sürdürmek bana dü tü
bu eski bilgeli i”
(M. Ruhi irin, “rüya saati”, sa:36)
“Mele in Yürüyü ü
Bu ölü mele in ba ına saplanmı baltayla
ve kesik kanatlarıyla
üstüne ya dıracak o ölümü
o ölümüyle
ve bütün eyler bele in bilgeli i altında ve kötülük yalnız ondan
bu yürüyen mele e
sabır ve imanla tutunurlarve ona ükrederler”
(Fetva Tukan<d.1914>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.11.02)
“ALTIN ÇA
Kimsenin bilmedi i bir ehre giderken
Pisagoru kar ıladı ehrin büyükleri.
Dediler ki, Sevgili Pisagor
sen bilge bir adamsın,
ama biz kendi do rularımızla mutluyuz
ve onları de i tirmek istemiyoruz.
Lütfen geldi in yere dön,
bizi yalnız bırak.
(Nebojsa Vasovic<d.1953>-Pelin Do an; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 10.07.08)
“En bilge insanların bile içinden çıkamadıkları A k nedir? Dostluk nedir? Gerçek nedir? Ve benzeri
sorularla yüz yüze kaldı ı yetmezmi gibi bunlar üstüne dü ünmeye ba lar ba lamaz kendisine son derece uzun
ve renkli gelen geçmi i, oldu u gibi damlayan saniyenin içine dolu uyor, onu normal boyutlarının on katı
i iriyor, binbir renge boyuyor ve evrense ne kadar ıvır zıvır varsa onunla dolduruyordu.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:71)
“Uzun Bir Suskunluktan Sonra
Uzun bir suskunluktan sonra
konu mak, yanlı
Sayılmaz bütün sevdiklerimiz
ölüp gitmi lerse;
Lambanın o dü man ı ı ı
gizlemi se kendini
Ve perdeler inmi se dü man
gecenin üstüne
Durmadan, durmadan e lik
edelim diye
O yüce Sanat ve arkı
söyle isine:
Bilgeliktir bedenin
yıpranması; gençken
Sevdik birbirimizi,
habersizdik dünyadan.”
(William Butler Yeats<1865-1939>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cumhuriyet Kitap, 24&31.12.09)
“OKUMAK VE KONU MAK
Karnabahar kulaklı Spartalı
Dönen
Senin ku a ın ba lı ele
Ne saklıyorsun
Afrodit’in
Ku ak kemerini
Rüzgarla sevgi gönderen
Çalınmadı mı?
Nedir engelSenin dünyaya hükmetmene
Böyle bilgelikle?”
(Louis Zukofsky<1904-1978>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 26.06.03)
“Clarissa’nın ciddile ti ini fark etti i için hemen ne eli bir tavır takındı,
‘Haklısınız, kar ıt ispatın kendine özgü bir hali vardır. Yine de ben özümden vazgeçmiyorum. Ne
ondan kaçabilirsiniz ne de onunla geçinebilirsiniz. Sabırlı olun. Ki inin takıntısı elbet onu bulur. Sabırlı olun.
Günün birinde sizin yolunuz bana dü ecek, sizin bile. Tedbirli biri olarak imdiden kendiniz için fihristte bir kart
hazırlayın, imdilik bo ta kalsa da merak etmeyin, Tanrı kaleminin ucunu açtı bile. Bunca bilgelikten sonra imdi
de sırada delilik var¸ bakanlıktaki ak am toplantısı için frakımı giymem gerekiyor.’ ”
(S. Zweig, “Clarissa”, sa:58)
“Ba langıçta bu ho adamın özelliklerine, kendini filozof olarak gösteren bu düzenbazın farfaralı ına
biraz so uk bir ekilde gülümsemi olsa bile, altıncı, onuncu, ya da on ikinci ciltten sonra, onu insanların en
bilge olanı, yüzeyde kalan bir hayat üzerine kurdu u felsefesini ise bütün doktrinlerin en akıllıcası ve en çekicisi
olarak görme e ilimini gösterir.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Casanova’, Cilt:III, sa:84-5)
Bilgiçlik taslamak : Kendini oldu undan daha bilgili gösterme gayreti
“Kolya oraya gelir gelmez demiryolculu u en ince ayrıntılarına kadar inceledi, bütün düzenleri,
kuralları ö rendi. Maksadı eve dönünce kendinden küçük sınıftaki arkada larına bilgiçlik taslamaktı.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:6)
“Hayatı kötüleyenlerden de ilim. Acı da çekersiniz, haz da duyarsınız; aldı ınız keyif ne kadar kısa
sürerse sürsün hatırladı ınız bu olur. Beni sıkmadıkları veya bilgiçlik taslamadıkları sürece filozofları severim.
Kadınları da severim, i man ve hafifme replerse hele. Her zaman i man bir metresim olsun istemi imdir, fakat
hiç bulamadım. Benimle dalga geçercesine, hep hamile olmu lardır.”
(P. Gauguin, “Mahrem Günlük”, sa:12)
“Bunun üzerine onba ı büyük bir bilgiçlik taslayarak ukalaca, orduda bulunan herkesin bir birli e ait
olması ve üniforma giymesi gerekti ini, yoksa insanın casus sanılmasının i ten bile olmadı ını anlattı. ‘Dü man
bize bunlardan yı ınla gönderiyor; bu sava ta herkes ihanet ediyor,’ dedi.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:79)
Bilgi da arcı ı : Bilgi hazinesi, bilgi nitelik ve niceli i, bilgelik
“Çünkü ‘üniversite’ kavramının do ası gere i, olması gereken ‘üniversiteli’ kimli i, seçti i alanda
sürekli ara tırmayı amaçlayan, dünyaya hep sorgulayan gözlerle bakan, bütün bunları yapabilmesi için varlı ı
kesinlikle gerekli bilgi da arcı ını doldurmak amacıyla hiçbir zamanı yeterli bulmayan bir kimliktir.”
(A. Cemal, “Okuyan Gençli e Mektuplar”, sa:29)
Bili misin : Bilir misin
(Anadolu lehçesi)
“Kocaman bir kedi esneyi ine benzeyen bir gülümsemeyle sırıttı:
-Bu, hani ehit sandı ımız erif be... Emine’nin babası erif. Sonra dönüp:
-Kızın burada, bili misin? Kızını biz, burada everdik.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:135)
Bilincine varmak : Bilmek, anlamak
“Konu urken bir hayli patlak gözlerinde kocaman ya lar olu uyor ve uzun, etsiz yanaklarının pürtük
pürtük kırı ıklıklarından a a ı yuvarlanıyordu. Orlando, kendi erkeklik deneyiminden, erkeklerin de kadınlar
kadar sık ve nedensiz a ladıklarını biliyordu; ama imdi, erkekler önlerinde duygularını açık ettiklerinde
kadınların sarsılmaları gerekti inin bilincine varıyordu, bunun üzerine sarsıldı.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:122)
Bilinç, Bilinçlilik : uur (System Consciıus = System Cs = Bilinç’in simgesi); Ki inin etrafında olup bitenin
ve zihnin bunu yorumlamasının tümüyle gerçekçil olarak farkında olması
“Zihinsel süreçlerin hatırlanabilir, ‘gerçeklik sınaması’ na (reality testing) uygun, anlamlı ve ki iyi
bulundu u ortama uyum sa layabilecek kelime sözcüklerini gerek ‘dü ünce süreçleri’ (secondary process
thinking) ve gerekse ifade ve ileti im yönlendirebilir olanları, bilinçli (conscious) sayılırlar. Freud’a göre,
insanın bilinçlili i, bilinçötesi ya amına kıyasla çok daha dar ve yüzeydel bir fonksiyondur.
B i l i n ç l i l i k için çok psi ik enerji gerekir ve bu da di er ruhsal süreçlerden alınır. Herhangi bir
and, zihin tek bir eyle me guldür, fakat bu fikirden bir anıya veya ba ka bir fikre geçi mümkündür (mobility).
Algı sistemi bir radara benzer ve her an dı ortamdan birçok uyarılar alabilir. Zihin, ya ‘önemli’ ya da bir
‘tehlike’ olu turacak bir sinyal aldı ı zaman, bilinçötesi’nden fikir ve anı olarak yardım alabilir. Gereksinim
tamamlanınca, zihin ba ka eylere döner.
Freud, prensip itibariyle, bilinç’e, motor aktivite’yi kontrol eden, iç ve dı dünyalardan gelen düürtü ve
uyarıları kaydeden, dolayısıyla psi ik enerjinin da ılımında önemli bi rol oynayan bir ‘dikkat duyu organı’
gözüyle bakmı tı. 1923’ten sonra, ‘bilinç ve bilinçlilik’, Freud’un gözünde önemini gitgide kaybetti.”
( . Ersevim, “Freud ve Psikanalizin Temel lkeleri”, sa:190-1)
Bilinçdı ı = Bilinçötesi : ngilizce ‘Unconscious’un e de eri. Popüler olarak ‘Bilinçdı ı’ sözcü ü daha çok
kullanılıyor ise de, Freud’un prensiplerine uyan analistler, daha çok ‘Bilinçötesi’ terimini kullanırlar. Esasta,
kavram bakımından bir fark yok gibidir, yani i levsellik, ki inin bilincinin kontrolunun dı ında cereyan eder.
(System Ucs = Bilinçötesi’nin simgesi)
“Yıllarboyu sorulmu olan klasik soru udur: bilinçötesi’nin varlı ını nasıl kanıtlarız? Yanıt: rüyalar,
hipnoz, hipnoz sonrası telkin <post-hypnotic suggestion>, çok ki ilikler <multiple personalities> , günlük
hayatımızın dil sürçmeleri ve unutkanlıklar (Felleistung); otomatik yazma <automatic writing> ve benzeri.
Tüm bunlarda, bilinçsel kontrol ortadan kalkmı tır. P s i k o z’ <akıl hastalıkları> lara da, hemen hemen tüm
bilinçötesi olayların ya andı ı bir tablo olarak bakabiliriz.” .............................
“B i l i n ç ö t e s i , bize
Orta e itim yıllarında sunuldu u gibi, basitçe, istenmeyen, arzu edilmeyen kötü artıklarun atıldı ı ve salandı ı
bir depo de ildir.Bilinç ve bilinçötesi alanlarındaki kar ılıklı alı -veri , de i -toku ve sergileme süreçleri biz
analiztlere bile zaman zaman ta çıkaracak bir karma alık sergilerler. Örne in, kaza geçiren bir ahıs bunu
yalnızca ‘tesadüfi-rastgele’ bir olay olarak yargılayabilir ve gerçekten de öyle olabilir. Bununla beraber, bu
‘kaza’ olayı, ki inin ‘kendini incitme’ arzusunun pratik bir gösterisi de olabilir. Keza, yiyecek veya alkol için
kıvranan bir kimse, bunun esasında bir ‘sevgi açlı ı ve araması’ olabilece ini asla ve asla dü ünemez. Böyle bir
kimse bu açıklanan ilintiler hakkında bilgi edinse bile, içinde varolan bu ili ki konusunda do rudan do ruya
‘bilinçli’ olamaz.................. ‘Unconscious- Bilinçdı ı’, ilk kez Freud’un yarattı ı bir nitelik midir? Mutlak olarak
hayır.. Montaigne (1533-1592), ça da bilim ve sanatın saygı ile kabul etti i; ‘Ontogenes <ki isel geli im>,
filogenes <tür geli imi>nin tekrarından ibarettir’ sözüne paralel bir deyimde bulunmu tur: (Fr.) ‘Chaque homme
porte en lui forme entiere de l’human condition’ ‘Her insan, kendinde, tüm insan niteliklerinin modelini ta ır.’
‘Düalistik’ Görü ’ün en önemli temsilcisi olan Descartes (1596-1650), ruh’un beden ile olan bile imine inandı ı
gibi, ‘discours=nutuk’unda: ‘Ruh, gövdeden tümüyle özgür olan bir nesnedir..’ ve, ‘Meditations = Dü ünceler’
inde ‘...eminim ki... ben vücudumdan tümüyle ayırdedebilecek bir nesneyim. Ve ben onsuz <gövdesiz>
varolabilirim..’ demi ti. Onun, analitik geometriyi icad etti i gibi, fizyolojik psikoloji’ye öncülük etti i de
bilinir. Goethe (1749-1832), 100 yıl önce demi ti: ‘...ke fetmek ne demek? Aklın buldu u her yeni ey için,
‘ben buldum, ben yaptım’ demek safdilliktir.. Hepimiz tekrar ediyoruz..’ -Elegies- Yine o, hisler ve algılar
konularında ‘kognitif=bili sel’ bir düzeyden ‘instinctif’=dürtüsel bir platforma adım atarak:’Benim dü ünce
yetene im, saf, arınmı de il; o, kendili inden bazen irademin tersine çalı ıyor.. Wherter’i, pratik olarak
‘unconscious’ yazdım.’ Yine Goethe, Spinoza (1632-1677)’yı izleyerek, insanla ilintili her nesne’nin Do a’nın
bir parçası oldu una inanırdı. Goethe dedi: ‘Bilinç ve Bilinçötesi, insan zihninde birbirlerinden ayrılamaz iki
nesnedirler. Yaratıcı dü üncenin ba arısında, birlikte çalı maları elzemdir.’ Büyük airin bu konudaki bir kıt’ası:
ALM.: ‘Was von Menschen nicht gewusst
Oder nicht gedacht,
Durch das Labyrinth der Brust,
Wandett in der Nacht’
TR: ‘ nsan uzun süre, bilinçli bir hayata
tahammül edemez,
Kökeni bilinçötesi denen labirent’te
oldu undan,
Kendini oraya fırlatmalıdır.’
“ ngilizce’de ‘conscious’ = bilinç sözcü ü, ‘kendinin varlı ına hassas veya farkında olma’ anlamıyla,
ilk defa 1620’de, ve ‘being conscious-bilinçli olma’ sözcü ü ise ilk kez 1678’de kullanıldı. Almanya’da da,
a a ı yukarı ayni zamanlarda bu anlamda sözcükler kullanılmı tı : ‘bewust – Bewustein’. Fransa’da kullanı ı ise
çok daha sonralarıdır. lginçtir ki, Latince’de : ‘con-scious’ : ‘bilmek’ ile ‘bilgiyi bir di eriyle birle tirmek üzere’
anlamına gelir.
F. Schiller (1759-1805), Goethe’nin yakın arkada ı, air ve dramatist, öyle demi ti: ‘ iir,
bilinçötesinden sergilenir.’
J.G. Fichte (1762-1814), Kant ile birlikte, bilinçötesi’nin algı ve dü üncedeki rolünü öyle anlatıyor:
‘Süekli kontrast’ <zıtlık>larla bir ‘birlik <ünite> yaratan beynin sentetik faaliyeti, ‘an’ların arasında girmekte ve
onları birbirine ba layan ‘ünite’yi korumaktadır. Bu, kendi ba ına, hayatı ve bilinçlili i temseil eder ve aynı
zamanda, bilinçlili in üstünde devamlı, imdiki zamana ait <temporal> bir akımdır.’
S.T. Coleridge (1772-1834), air ve filozof, ‘Her çe it sanat çalı masında, ‘dı ’ ve ‘iç’ varlıkların bir
uzla ma alanı vardır. Bilinçlilik bilinçötesi’nin üstüne o kadar bastırır ki, sanki onun içinde imi gibi görünür.’
G.W. Hegel (1770-1830), filozof, demi ti: ‘ rade kuvvetiyle, bir alı kanlık belirtisi olarak, ayakları
üzerinde dimdik durarak evren içindeki varlı ını tesbit etmi insano lunun bu görünümü, bilinçötesi
J.F. Herbart (1776-1841), Alman filozof, psikolog ve edükatör, yazıyor: ‘Tüm zihinsel gösteriler,
fikirlerin aksiyon’u ve birbirleriyle olan ili kilerden do ar; sonuç olarak, zihinsel bilinçötesi’ne kaçarak orada bir
kitle te kil eder ve bilinç’e kar ı bir baskı kayna ı olmaya devam ederler. Böylece, ‘bilinç’ ve ‘bilinçötesi’nin
e i inde devamlı bir çatı ma vardır.’
C.G. Carus (1789-1869), Alman hekim ve yine Goethe’nin arkada larından biri. 1846’da, heyecan
yaratan kitabı: ‘Psyche Zur Entwicklungsgeschichte’ ( nsan Psikolojisin Geli iminin Tarihçe-Biyogenetik’i)nin
açılı cümlesi öyledir: ‘Bilinçli hayatın karakterini anlamaya gerekli anahtar, bilinçötesindedir. Bilinç’ten
bilinçötesi’ne geçi , gerçekten en yüksek düzeydeki insan mutlulu unun bir parçasıdır.’
Ö z e t : ‘Bilinçötesi’ olayların, örner in rüyalar, günlük unutmalar, dil sürçmeleri, nörotik
semptomlar, hipnoz, özellikleri çunlardır:
(1) Bu süreçler, bebeklerde ve psikotik’lerde oldu u gibi ‘preverbal = sözcük öncesi’
karakterindedirler, yani ‘birincil süreç’tirler (primary process); dü ünceleri de ‘birincil süreç dü üncesi’
(primary process thinking) dir.
(2) Bilinç’in kontrolü altında de ildirler.
(3) Bu süreçlere ba lanan enerji birimleri (cathexes), hareketli (mobile) ve de i ken’ (changeable)
dirler. Dolayısıyla da, bilincin kontrolü altında olmaksızın bir sistemden di er bir sisteme aktarılabilirler.
(4) Bilinçötesi materyal, genellikle ‘arzu doyurma’ (wish-fulfillment), dolayısı ile , ‘haz ilkesi’
(pleasure principle)’ne ba lı olarak çalı ırlar. Buna en güzel örnek r ü y a’dır. Rüya süreci semboliktir,
yo unla ma (condensation) önemli bir rol oynar, zaman ve mekan ili kileriyle ilgisi yoktur.”
( . Ersevim, “Freud ve Psikanalizin Temel lkeleri”, 7. baskı, sa:76-7;181-90))
“ ‘Bilinçdı ı aslında ‘farkında olmamak’ anlamına geldi ine göre, hiç kimse ya arken bu duruma
ula amaz ve Hintlilerin iddia ettikleri gibi sonradan bunu hatırlayamaz. Hatırlamak için bilinçli bir seyirciye,
yani ‘Benli e’ (Self) bilinçli varlı a ihtiyaç vardır. Tüm bunları Mysore Mihracesinin Gurusuyla tartı tım...’
<Jung> sonra sustu ve piposunu tırabzan parmaklı ına vurdu.”
(Miguel Serrano, “C.G.Jung & Hermann Hesse: ki dostlu un Anıları”, sa:73)
Bilinçöncesi (Bilinç Öncesi) Sistem = System Pcs.) (PSYCH.) : Bu, bilinç alanına hemen getirilemeyen ve
fakat pek az bir gayretle er geç anımsanacak fikirlerin barındı ı alandır.
“Bu sistem do u tan mevcut de ildir, çocukluktan itibaren geli ir. Spektrum’un di er ucunda ise,
zorlansak bile hatırlayamayaca ımız olayların yata ı vardır: gerçek bilinçdı ı (ötesi).
Unutulan nesneyi hatırlamak için, sanki televizyon kanallarını uzaktan kontrol eder gibi, benzer isim
ve hislere birer birer basa basa nihayet ‘dilimizin ucuna’ getirebiliriz. Anıyı hatırlamamıza engel olansisteme: d i
r e n ç <Fr.: résistance - reizstans - rezistıns ( ng.)> diyoruz. Çok kez, unutulan nesne, e er hemen
hatırlanabilseydi, bazı acı uyandıracak veya yeniden ya atacaktı.
Anılar neye bastırılırlar (‘represe’ olmak; ‘di-cathexis’e u ramak; inner or endopsychic conflict) ?
Bu, ki ili in içinde yatar.. Ki ilik geli iminin hemen her fazı, bu kar ılıklı ilintinin nasıl bir dengede
bulundu una ba lıdır. Bu ‘nedensellik’ (causality - kozaliti) ve ‘sonuç’ (result - rezalt) formülünü bilmemize
ra men, gerek ‘salıverilen’, gerekse ‘savunulan’ sistemlerin ruhsal enerji kuantum’larının matematiksel bir
kesinlile ölçülemeyece i gerçe inden ötürü, Freud, ‘Psychology cannot be a predictible science = Psikoloji,
sonucu tahmin edilebilir bir bilim olamaz’ demi ti.”
( . Ersevim, “Freud ve Psikanalizin Temel lkeleri”, 7. baskı, sa:197-8)
bilingual : ( NG.,D L,KOLL.) <bay’lin’guıl> : 1) Bir tekst’in iki dilde yazılı ı = With reference to a text,
written in two languages; 2) Ki i tarafından, iki yabancı dilin, aynı kolaylıkla kullanılabilmesi
Billahi : Vallah(i) (Allah birdir) diye ba layan yeminin tamamlayıcı eki: ‘Vallah(i) billah(i)’
“Sevdi im bir tane meftun senindir
Dertli a ka feda can-ü tenindir
Sorarlarsa u mehpare kimindir
Vallahi benimdir, billahi benimdir”
(Meftun: Tutkun, a ık; Can-ü ten: Can ve vücut;
Mehpare: Ay parçası güzel)
(A ık Dertli-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri III”, xıx.-xx. yy., sa:663-4)
billet : (COLLO.,FR.) <bi’ye> : Bilet, küçük mektup, pusula; (ASK.) : Asker için konaklama izni pusulası;
billet-doux (biye du> : A k mektubu : A love letter ( NG.)
billman : ( NG.,ASK.) <bilmen> : Baltacı asker
Bilmem; Bilmem hangi, kaç; Bilmem ne; Bilmem ne kadar : Bilmem neyin nesi; u kadar, bu kadar, pek
çok; Bilemiyorum ama ... Ayrıntıların anımsanmasına gerek olmadı ı anlarda, miktar, zaman vb. materyali
kullanıp konuyu da ıtmak yerine kullanılan terim
“Oturdu unuz köyden hiç dı arı çıkmadı ınız halde, bilmem hangi papaz okulunu bitirdiniz diye
övalyeli e kara sürmeye, gezgin övalyeleri lekelemeye hakkınız var mı sanıyorsunuz? Keyif için de il de, iyi
insanları ölümsüz kılan eyler u runa dünyayı dola mak, bo una vakit kaybetmek oluyor öyle mi? E er bir
övalye, asil, yüce gönüllü, erdemli biri bana ahmak deseydi, bir hakaret; fakat sizin gibi övalyeli in zahmetli
yollarından birini geçmemi , tıfıl, e itimli insanların sözlerine aldırmam ben. övalye do dum, yüce Tanrı izin
verirse, öyle de ölece im.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:599)
“Kendisini izledim. Kısa bir süre önce, içinden cehennemi ı ıltılar çıktı ını gördü üm bu lanetli odanın
kapısını en azından bir aune uzunlu unda bir anahtarla açtı. Laboratuvara girince, canlılı ını yitirmi ate i
beslememi rica etti. Üzerinde bo ucu bir koku yayarak bilmem ne pi en oca a birkaç parça odun attım.”
(A. France, “Kraliçe Pédaque Kebapçısı”, sa:128)
“Bulundu un yerde ne kadar çalı ıp çabalasan, önündekini, yanındakini ne kadar itip kakı tırsan
nafile... Bilmem kaç yıl geçecek de aylı ın bilmem kaç kuru artacak.”
(R.N. Güntekin, “Yaprak Dökümü”, sa:9)
“-... Khafra adındaki Mısırlı bir oymacı, Kral kinci Ramses için M.Ö. bilmem kaç yılında böyle iki ba
oymu . kinciyi bulmak bir türlü mümkün olamamı . Avrupayı ba tan a a ıya dola mı lar, bir türlü
bulamamı lar. Scudder eski püskü eki için iki bin dolar vermi .”
(O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:98)
“Ve sen, Pasteur Lisesinin felsefe ö retmeni Mathieu! Gençli inin son yıllarını, bu u urda, Bitche ile
Wissemburg arasında, yerin bilmem ne kadar altındaki bir delikte geçirmek için yola düzülüyorsun, nedeni
yalnızca budur i te.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:110)
“Efsun bilmem kaç göbektir üstüne tek bir leke sürülmemi aile erefini bir çırpıda lekelemi , bunca
yıldır gözbebekleri gibi korudukları haysiyetlerini yerle bir etmi , kimin kızı oldu unu unutup, kenar mahalleli
hafif kızlar, hatta affedersiniz sürtükler gibi basit, adi bir yarı maya girmi ti.”
(A. Tunç, “Ömür Diyorlar Buna”, sa:68-9)
Bilmemezlikten, bilmezden gelmek : Aptalı oynamak, söylememek, bilmiyor gibi davranmak
“LENI - En ufak bir fikrin bile yok, öyle mi! Yalancı, sahtekar. Ho una gitmeyen eyleri nasıl da
bilmezden gelirsin! (Johanna’ya.) htiyar Hindenburg yakında geberecek Johanna. Bilmiyor muydunuz yoksa?
JOHANNA - Hayır.
WERNER - Yalan! (Titremeye ba lar.) Yalan diyorum sana.
LENI - Titreme öyle! (Kabaca ve iddetle.) Geberecek! Evet, bir köpek gibi geberecek!”
(J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:15)
Bilmem neler :
unlar, bunlar, boynuzlar; müstehcen yerlere gönderme yapma
“Onlar gelip geçmi lerdi bile, ama hastabakıcının kocaman bedenini tanıdı: Darrieux’ydü.
-Sakalı ne vakit kazıtıyorsun? diye ba ırdı.
Darrieux’nün uzakla an sesi:
-Sen bilmem nelerini budattı ın zaman, diye yanıt verdi.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:35)
Bilmem neresine neft (ya ı) sürmü gibi : Alabildi ine hızla ko mak, kaçarak uzakla mak
Bk.: Kıçına neft ya ı sürülmü gibi
“Kötü bir alayla göz kırparak çevresindekilere baktı:
-Bizim Pinette iyi o landı, dedi, severdik keratayı, çünkü o da bizim gibiydi, sıkı tı mı bilmem
neresine neft sürmü ler gibi yaylanıverirdi.”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:57)
Bilmem neyin o lu : Açıkça küfür etmektense, kapalı bir ekilde öyle bir atıfta bulunmak: E ek, hayvan, it vb.
o lu ba lamında
“-Hem de basit insanların yanında, ‘Sorgu yargıcı böyle i lere karı maz. Daha önemsiz i ler gider
oraya.’ dedi açık açık. Herkes de duydu. Bunu i itince ba ımdan kaynar sular döküldü sandım, tüylerim diken
diken oldu. ‘Bir daha söyle bakayım, bilmem neyin o lu, bir daha söyle!’ dedim.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:120)
Bilmi bilmi : Kurnazcasına, olayın sonunu önceden gördü üne çok emin
“Siyah Buick, yakla ık üç yüz metrelik bir mesafeyi koruyarak arkalarından gelmeye devam ediyordu.
Methuen, kapalı perdelerin aralı ından gizlice arkaya bir göz attı. ‘Çok yakınlar,’ dedi ve Porson bilmi bilmi
sırıtarak cevap verdi: ‘Toz ba layıncaya kadar bekle. Makedonya yolu boyunca bizim tozu yiyecekler. Üsküp’e
vardı ımızda onları görmelisin, sanki hepsi pudralanmı peruk ve yapma bıyık takmı gibi oluyorlar.’ ”
(L. Durrell, “Sırbistan Üzerinde Beyaz Kartallar”, sa:82)
bimestrial <bay’mestriıl> :
ki ayda bir, iki ay süre ile
bimillenary : <bay’milineri> :
bi-monthly : <bay’mantli> :
ki bin senelik
ki ayda bir (çıkan dergi); iki ayda bir süren
Bina etmek :
n a etmek, kurmak, yapılandırmak
“Hemen yola çıkmadık. ki ejder, bütün Habe istan dü lerimizin üzerine bina etti imiz on kilo sırça
<cam> yı ınını bir hale yola koymak için üç gün u ra mak zorunda kaldık. Birer ceviz kemirerek ve Türkler
gibi durmadan sigara tüttürerek, odamıza kapanıp bu rengarenk ta parçalarına çekici ekiller verdik: Bu yalancı
mücevherleri özenle yan yana getirerek gerdanlıklar, bilezikler, madalyonlar, küpeler ortaya çıkardık, bunların
gerektirdi i ufak tefek masraflar ise bizi iflas ettirdi.”
(P. Istrati, “sünger avcısı”, sa:63-4)
binary : (D L,KOLL.) <bay’nari> : ki ayrı elemanın iki aynı niteli i göstermesi = Consisting of two
elements, showing two aspects or characteristics
Bin beter : Belki binlerce kez daha fazla, daha kötü
“... Gittikçe ben de onlara benziyor, onlar gibi hileci, belki onlardan da bin beter yalancı, ikiyüzlü,
kendime, evime, çocuklarıma, dostlarıma, sana, Aliye bile ikiyüzlü oluyorum, onlar gibi... Gözünü seveyim,
benden ne istiyorsun söyle. Açık konu benimle.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:III, sa:483)
Bin bir (bela, güçlük, ki i, neden, ekil, ey, zahmet) : Pek çok, sayısız, farklı
“SONDEY
II
Ölüler günü yeniden yakla tı
Duyuyorum sizi, görüyorum sizi, yakınımdasınız;
O binbir güçlükle sonuna de in sürüklenen bir kadın
Ve do du u topraklara ayak basmayan öbürü”
(A. Ahmatova<1889-1966>, “yaban balı özgürlük kokar”, sa:90)
“Bilmem hangi skorpit hastalı ı yüzünden, dudakları korkunç bir biçimde büyümü ve sarkmı tı.
Kendisine bin bir zorlukla konuyu anlatabildik.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:I, sa:72)
“-Hamilcar! dedim, ayaklarımı uzatırken; Hanilcar, ey u kitap yurdunun uykucu prensi, gece bekçisi!
u ya lı bilginin biriktirdi i üç-be kuru la ve binbir zahmetle edindi i elyazması ve eski baskı kitapları o pis
kemirgenlere kar ı koruyup duruyorsun.”
(A. France, “Sylvestere Bonnard’ın Suçu”, sa:7)
“Bir gece Cemil; kona a fena halde sarho geldi. Yürümek öyle dursun, ayak üstünde durmaya mecali
yoktu. Dı arıdan bir u ak koluna girmi , adeta sürükleyerek bin bela alt katın mermer sofasında, bir kanape
üstüne oturtabilmi ti.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:84)
“Memed, oldu u yerde durmu , Pancar Hösü ü seyrediyordu. Pancar Hösük bin bir güçlükle oflayıp
puflayarak keçileri ekinin içinden toplayıp çıkarırken, durup öylecene kendisine bakan çocu u gördü.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:41)
“Gözlerini açtı; kasabada, Meryem’in gözlerinden çok söz edilirdi ve o, içinde eladan ye ile do ru bin
bir ayrı tonun kırıldı ı, kocaman, acayip, kimselerde görülmeyen gözler yüzünden kimileri ona hayran kalır,
birçok ki i de dü man kesilirdi.”
(Ö.Z. Livaneli, “Mutluluk”, sa:10)
“Yılın son gününün gece yarısına kadar kurallara harfiyen uyarak ölümü kabul eden ki iler vardı; son
derece yalın bir ekilde, konun temeline inerek durumu, hayat bitti, eklinde ifade edenler olsun, o son dakika
geldi inde durumu, daha mütevazı ya da gösteri li, bin bir ekilde ifade edenler olsun, hepsi için bu böyleydi.”
(J. Saramago, “Ölüm Bir Varmı Bir Yokmu ”, sa:12)
“Senyör Campreali ile o lu, o iki el arkebüzü attıkları zaman Ranuzio ve ba çavu , ta balkonun altında
mevzilenmi lerdi; Fabio, bahçeden geçerek sakınmadan dı arı çıktı ı zaman, Giulio, onu öldürmelerine veya hiç
olmazsa kaçırmalarına binbir güçlükle engel olabilmi ti.”
(Stendhal, “ talyan Hikayeleri”, Cilt:II, sa:47)
“Bugün, 30 A ustos 1753’te, sevgili efendim Maitre Mussard altmı altı ya ındayken öldü..... Ölülerin
alı ılagelmi kaskatı kalma süresinin bitiminden sonra bile efendim oturur durumda dimdik kaldı ı için ölü
yıkayıcı onu binbir güçlükle giydirebildi.”
(P. Süskind, “Üçbuçuk Öykü - S. Manet’nin Sondeyi i”, sa:75)
“Evine giden yoku u binbir zahmetle tırmandı. Kapıcının zilini çaldı, çünkü giri kapısının anahtarını
aramak gelmiyordu içinden, aynı zamanda ev i lerini çekip çeviren kapıcı kadın gelip kapıyı açtı. Doktor
Pereira, dedi kapıcı kadın, ak am yeme ine pirzola kızarttım size. Pereira te ekkür etti.”
(A. Tabucchi, “Pereira ddia Ediyor”, sa:14-5)
Bin (bir) dereden su getirmek : Sözü etrafta, uralarda buralarda dola tırdıktan sonra sadede gelmek;
Bahane bularak esas konuya girmemek
“Çeriba ı tekrar Etem’e kendi dilleri ile bir eyler söyledikten sonra Akman a aya takıldı:
-Abe Akman baba, tuttur sen inci < imdi> Bulgariya i i bir türkü de dinleyelim!...
Akman a a bir hayli nazlandı, binbir dereden bir hayli su getirdi. Sonra Çeriba ının ısrarına
dayanamayıp Rumeli’nin o çok me hur, o çok güzel, o çok yanık:
‘Ol civan Ali im’i Tuna boyunda...’ türküsünü tutturdu.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:56-7)
“Agnes yataktan çıktı. Tam çeyrek saat sonra i ine gitti inde Paul de kalktı, giyindi ve kapıcıdan
postayı almak için a a ı indi. Mektuplardan Grizzly imzasını ta ıyan birinde laf dolandırılarak, bin dereden su
getirilerek, özürlerle acı bir mizah birbirine karı tırılarak, bizim çoktan bildi imiz bir ey bildiriliyordu:
Radyonun Paul’ün hizmetlerine ihtiyacı kalmamı tı.”
(M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:151-2)
Bin bir dolap dönmek : Bk.: Dolap çevirmek, Dolap döndürmek
Binde bir : Pek seyrek olarak
“Amerikan kurtulu sava ının hiçbir olayına da yabancı kalmamı tı. Bununla birlikte Hindistan’dan
veya Amerika’dan söz ederken -bu konuyu hiç kimseye açmazdı; yalnızca bana anlatırdı, o da binde birbo bo azlık etti ini sanır, neredeyse pi man olurdu.”
(H. de Balzac, “Tefeci Gobseck & Üç Öykü”, sa:23)
“Bol bol evlenmekten ve sık sık do urmaktan ba ka ömürlerinin tadı, acısı yoktu. Kadınlarında ne
oynaklık, ne bir ha arılık. Kaçma, kaçırma gibi olaylara tektük raslanırdı; ahlaksızca olgular da binde bir
görülürdü.”
(R.H. Karay, “Memleket Hikayeleri-Yatık Emine”, sa:13)
“Eh, Seni Kaybettim
Edna St.Vincent Millay Eh, seni kaybettim; hem de tamamen
Kendi yöntemimle ve tam rızamla
Diledi ini söyle, ka nıdaki krallar binde bir
Bundan daha onurlu gittiler ölümlerine.”
(Edna Ct.Vincent Millay<1892-1950>-Nurduran Duman; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 24.05.07)
“Zamanın geni akısı içinde kedilere özgü tipik bir anı yakalayabilmek için, ellerinde makine, bekleyip
dururlar. te bu nedenle, yukarıdaki foto rafı çeken sanatçı, bu ‘kareyi’yakaladıktan sonra, kendini mutlu
hissetmi olmalı. Ancak binde bir yakalanan böyle bir anın foto rafını çekme fırsatını kendisine sunan Rastlantı
Tanrı’sına için için dua etmi olmalı.”
(M. Mungan, “A kın Cep Defteri-Uzun Yol”, sa:23)
“Kermese gidece im. Böyle, bin dereden su getirmeye ne lüzum var? Bu çok do al bir eydi: Orada
mü teri pe inde dola an karı kılıklı o lanları seyredecekti. Sébastopol Bulvarındaki Kermes kendi alanında ünlü
bir yerdi. Durat irketinin kontrolörü sonradan öldürdü ü o küçük orospuyu orada tavlamı tı.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:133)
“Köy, yası içinde Kezban’ı dü ünüyordu. O, n’olacaktı? Hısımı, akrabası yoktu. ‘Everelim’ diyorlardı.
Yörük Hoca’nın ölümünden bir ay daha geçmemi ti. Hacı Durmu , öksüz kalan kızı eve ça ırttı. Ona bin
dereden su getirerek, evlenmesi gerekti ini anlattı. Ama Kezban, so ukkanlılıkla:
‘Amca, ben babamı vuranı hükümete tutturmadan kocaya varmam,’ dedi.”
(Ö. Seyfeddin, “Yalnız Efe”, sa:59)
Bindi i dalı kesmek : Kendi zararına hareket etmek
“-Nasıl bo bulundu kocaman Çarlık... O kadar polisiyle, ordusuyle?
-Sava tan yararlandılar anar istler... Rus milletinin romantik nihilistli i de yardım etti. Allaha ükür,
anladı müjistler artık, Çar babasız yapamayacaklarını... bindikleri dalı kestiklerini...”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:45)
Bindirmek : Toslamak; üzerine yüklenmek, dü mek
“A abeyimin yolunu kesmek için korkulu a do ru atıldı. Cosimo geldi ve Papaza tosladı, korkuluk
boyunca onu sürükledi. -Ufak tefek ihtiyar bir deri bir kemikti- hız kesme olanaksızlı ı içinde her zamanki
hızının iki katıyla, Haçlı Seferine katılıp Kutsal Topraklara kadar uzanan atamız, sava çı Pivasco del Rondo’nun
heykeline bindirdi.”
(I. Calvino, “A aca Tüneyen Baron”, sa:16)
Bingo : (COLL.) Hepsi bu kadar, bitti, teslim; Tombala ans oyununun di er ismi: tüm kart dolunca,
ba aran ‘kazandım’ ba lamında haykırır: ‘Bingo!’ (Argo)
“Susan, Strathmore’un yüzünü gördü ünde kuralların de i mi oldu unu fark etti. ‘Aman Tanrım.’
Soluk solu aydı, birden anlamı tı. ‘Dijital kale kendisiyle mi ifrelenmi ?’
Strathmore ba ını salladı. ‘Bingo.’ ”
(D. Brown, “Dijital Kale”, sa:42)
“Herkes ‘PHI mı?’ (Pi sayısı 1,1316 ‘dan farklı 1.618 Fi sayısı-Altın Oran) dedi.
‘Bingo.’ Langdon diyaları ardı ardına göstermeye ba lamı tı, spiral çan kozalakları, bitki saplarındaki
yaprak düzenleri, böcek kesitleri. Hepsi de Altın Oran’a hayrete dü ürecek derecede uyuyordu.”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:108)
Bini bir para(ya) : Çok ucuz; bol bol, istemedi in kadar
“... müdürün ilgilendi i tek rakam ÇÇBM’ydi: çözümleme ba ına maliyet. ÇBM, TRANSLTR’ın tek
bir ifreyi çözmesi için gereken tahmini gösteriyordu. Bu rakam, ifre ba ına 1.000 doların altında oldu u sürece
Fontaine’in keyfi yerinde olurdu. ‘Bini bir para.’ Brinkerhoff kendi kendine güldü. ‘Vergilerimiz i ba ında.’ ”
(D. Brown, “Dijital Kale”, sa:179)
“ROSAURA - sminizi de ba ı lamaz mısınız efendim?
LELIO - Emredersiniz. Altın ato markilerinden Don Astrubale.
ARLECCHINO - Onda isim mi ararsınız? Bini bir paraya.”
(C. Goldoni, “Yalancı”, sa:21)
“-Sekizinci de o bokun soyu:
Sen elin karısında namus ara,
Kendinde arandı mı küplere bin.
Üstelik kendinde de
Yalanın düzenin bini bir para.”
(M. Mungan<d.1955>, “Bir Garip Orhan Veli”, sa:67)
“Borulu fonografta, Gazi Pa amızın ho landı ı türküler ki, arada bir elini dizine vuraraktan dümtek
diyerek katıldı ı türküler... ‘Sen kulak asma, türkülerin radyoda yasaklanmasına... Saray’da çalınır, söylenir ki,
yaheyin bini bir paradır.’ ”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:65)
“Arlington malikanesindeki büyük bir balodan yeni dönmü tü; afak söküyordu ve o çoraplarını
çıkartıyordu. ‘Ya adı ım sürece tek bir ki iyle görü mesem de gam yemem!’ diye haykırdı Orlando ve
gözya larına bo uldu. A ıkların bini bir parayaydı, ama hayat, ne de olsa bir yerde önemli olan hayat ondan
kaçıyordu.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:131)
Bini :
(G Y.) Kolları ve bedeni çok bol cüppe
“Peki ama, filanı da ne oluyor derken, ne demek istedi acaba? Her ne ise, ba ardık a! ( çeri giren
u a a.) Vakit gelmi , gitmeyelim mi? Getir u bini imi... (U ak, bini i tutar, Azmi Efendi bini i giydikten sonra
tiyatro seyircilerine seslenir.) Çar amba günü bizim dü ün toplantısına te rif buyurmanızı rica ederim. -Perde
iner.-”
(R.M. Ekrem, “Çok Bilen Çok Yanılır”, sa:107)
Bin kere, Bin kez pi man olmak, söylemek, yapma demek : Pek çok kez ( pi man olmak)
“Anadolu’nun Pers’lere kar ı do al müttefiki Yunanistan’dı. Kader birli i dolayısıyla Akdenizli
Anadolu’nun, Akdenizli Yunanistan’a büyük bir sempatisi vardı o zaman. Ama Anadolu Yunanistan’la ittifak
etti ine sonraları bin pi man oldu.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Anadolu’nun Sesi”, sa:35)
“Süreyya, tek tük a açlarla uzayıp da kar ıki da ların ete ine kadar giden ba a do ru bakarak tekrar
ediyordu:
-Çılgın kız! Zavallı Necib, geldi geleli elinden çekmedi i kalmadı. Geldi ine bin kere pi man
olmu tur...”
(M. Rauf, “Eylül”, sa:17)
“... Dü ününüz ki saatlerden beri kentte dola ıyorsunuz, Orsini yanda lardan biri, kendisine meydan
okudu unuzu sanabilir, hiç olmazsa kolayca güzel bir ödül kazanmak umuduna kapılabilir. Ya lı Campireali,
sizi öldürene, en güzel topra ını verece ini bin kez söyledi.”
(Stendhal, “ talyan Hikayeleri”, Cilt:II, sa:67)
Binmek : At, araba, bisiklet, tramvay gibi bir araca binip ya da girip oturmak; Cinsel il kide bulunmak (Argo)
“Lucrecia’ya Atlas’ın önünde e ilmesini söyledikten sonra Atlas’a da Lucrecia’ya binmesini buyurdum.
Ama bir türlü beceremedi; kim bilir belki benim varlı ımdan tedirgin olmu , belki de gücü yetmemi ti.
Lucrecia’ya kararlılıkla yakla ıyor, girmeye çabalıyor, ama bozguna u rayıp soluk solu a geri çekiliyordu.”
(M.V. Llosa, “Üveyanneye Övgü”, sa:18-9)
Bin; Bin bir (parça olmak) : Sayılamayacak derecede çok ( parçalara ayrılmak -özellikle cam-)
“Her çarpma sesinden sonra yeni bir feryat -uzun, kabarcıklı bir zagreet- kopuyor, bu feryatlara evin
dört buca ından yanıtlar geliyordu. Daha sonra aynalar bin parça edildi, resimler, halılar ters çevrildi. Evde ne
kadar cam ve porselen e ya varsa -cenaze törenlerinde kullanılan siyah kahve takımı dı ında- kırıldı, ayaklar
altında çi nendi, un ufak edildi.”
(L. Durrell, “Mountolive- skenderiye Dörtlüsü 3”, sa:346)
“Sava içindeki bir ülkede, kom u mahalleden gelen bombardıman ya muruna maruz kalmı bir
mahallede ya amı , dı arda patlama gürültüleri, içerde her an bir saldırı olaca ı ve katledilen aileler hakkında bin
bir söylenti, sı ınak haline getirilmi bir bodrumda hamile genç karım ve küçük ya taki o lumla bir iki gece
geçirmi biri olarak, korkunun herhangi bir insanı cürüme itebilece ini çok iyi bilirim.”
(A. Maalouf, “Ölümcül Kimlikler”, sa:28)
“Çetele tutan Zaman, binbir kazayla gelip
Andlara, fermanlara olmaz i ler yaptırır,
Kutsal güzeli bozup, sert amacı köreltip
Nice dik kafaları ba ka yola saptırır.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:115, sa:271)
Bin pi man olmak : Verdi i söze ya da yaptı ına pek çok pi man olmak
“Kız karde i Marina’nın kızının bu kadar kötü bir subayla evlenecek kadar eksik akıllı olması onu çok
üzüyordu. Her eye ra men, hısım oldukları için bu adamı hiyerar inin doru una getirmi ti. Bu ayrıcalıklar onu
heveslendirece ine, uzatılan defne dalları üzerine yatıp uyumu tu. Trujillo’yu, ona gösterdi i güvenden dolayı
bin pi man etmi ti...... sı ır yeti tirmek için beyin gerekmezmi gibi bir de hayvancılık i ine bula mı tı. Sonuç
ne olmu tu? Bo azına kadar borca girmi , bütün aileyi rezil etmi ti.”
(M.V. Llosa, “Teke enli i”, sa:359-60)
Bin ( ahit) tanık istemek : Öyle demeye o kadar tanık gerekir, o denli de i mi ki, inanılmaz; kanıtlaması güç
“Mavi gözlü hocanım, birkaç kelime ile halimi anlattı. Müdür, tatlı bir gülümseme ile bana:
-Pekala kızım, pekala. Geç öyle otur bakalım, dedi.
Bu kuzu gibi adamın, biraz evvel soka a kahve döken ihtiyar bir hademeyi dut a acı silker gibi
tartaklaya tartaklaya dı arı atan insan oldu una bin ahit isterdi.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:132)
“Ola anüstü gücümle gö süm kabardı ve çevremdeki alanı geni letti. Oda -artık buraya salon demeye
bin tanık isterdi - utançla büzülerek ortadan yol oldu. Deniz kıyısında oturuyordum imdi de.”
(H. Hesse, “Masallar”, sa:141)
“ ‘Senin gibi aydın bir adamın hı ımına u radı. Bu adam yazardı üstelik, yıllardır dört dörtlük bir
dü ünür olarak bilinirdi. Görünü e bakılırsa, kovalayandan çok kaçandan, ezenden çok ezilenden yanaydı,
yazılarında eme i savunurdu durmadan..... Ama bir gün geldi ki, bizim Hamdi’ye öyle bir sövmeye ba ladı ki,
bütün o yazıları onun yazdı ına bin tanık isterdi.’ ”
(T. Yücel, “Vatanda ”, sa:9)
Bin tarakta bezi olmak : Birçok i lerde parma ı olmak
“- imdi, kocaman pa ao lu bir Kamil Bey yalan mı söylüyor?
-Vızır vızır.
-Neden sana kara çalsın?
-Bilmem. Ne bileyim. Biz stanbul kopu uyuz.. Vaktiyle bin tarakta bezimiz vardı. Belki gacosuna
balta olmu durum, belkim, bunun bir yerde fiyakasını bozmu durum. Vardır bir vazgeçtimiz...”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:235)
Bin yılın ba ında bir; Bin yılın bir ba ı : Seyrek olarak gereksinimi dü mek, kırk yılda bir
“ ‘Bin yılın ba ında bir gurul üyesi oldum deye bizim ba ımıza horozlanmak istiyorsun emme, dikkat
et, pek öyle kolay de ildir bizim ba ımızda horozlanmak...’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:64)
“Onu da bilin mi! Bin yılın bir ba ı sana i im dü tü. Onu da bilin mi? Seni deyip geldim. Onu da bilin
mi? Ölüm var, dönüm yok. Onu da bilin mi?”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Karacao lan”, sa:127)
biogenesis : (B YOL.) <bayo’(c)genesis> : .Bir canlı maddenin, daima ba ka bir canlıdan olu abilee i kuramı
biography : (c.v. – curriculum vitae) :
Ki inin tercüme-i hali; özgeçmi i; ya am hikayesi
biometry : (B YOL.) <bayo’metri> :
nsan hayatının süresini ölçme bilimi, canlı bir vücutta olu agelen
de i ikliklerin tetkiki ve istatistiklerle ölçümü; bio-physics <bayo-fiziks> : Fizik yasalarının biyolojik olaylara
uygulanmaları; bio-plasm <bayo’plazm> : Canlı madde, protoplazma
bi-polar : (bay-polır> :
ki kutuplu; (PSYCH:).) Bipolar disorder (Psychose - Maniac - Depressive)
Birader : Erkek karde ; Karde kadar yakın arkada ; Ruhban sınıfının birbirine ‘Karde li i’ (Brotherhood)
“Saatte bir on be dakika mola vermeden çalı maya imkan yoktur. Bir liraya bu i görülmez, görülmez
ama, zamanlar kötü birader.”
(S.F. Abasıyanık, “ ahmerdan”, sa:11)
“Yabancı biraz geriledi, cüceye döndü:
-Bu Hanım Abla, Zati Bey’in kim oldu unu sahiden biliyor mu?
-Ne bilsin birader... Babasının hastalı ı çocu u a ırttı, kusuruna bakma.
-Birader ha! Seni köstebek kerata seni... Hadi önüme dü .”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:170)
“Verantius’un tepkisi ola andı ıydı. Berengar’a öyle bir bakı la baktı ki, Berengar gözlerini önüne
indirdi. ‘Pekala Birader,’ dedi, ‘bellek bir Tanrı vergisiyse, unutma yetene i de iyi bir ey olabilir ve saygı
duyulmalıdır..... Ama senden, burada, sevgili arkada larından biriyle birlikte bulundu umuz sırada olanları daha
kesin anımsamanı beklerdim...’ ”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:129)
“Ta saat on buçuktan beri. Hey be birader, böyle nefis bir gece geçirmedim ömrümde. Biliyorum,
yakı ık almaz bunu anlatmam, çünkü birbirimizi pek tanımıyoruz.”
(F. Kafka, “Bir Sava ın Tasviri”, sa:6)
“Hemen peki demedi. Elinde paralar, durdu, dü ündü, ölçüp biçti. Sonunda iç geçirerek baktı otelciye.
Bu bakı ıyla sanki, ‘ yi ama birader, beni dört gözle bekleyen mü terilerimi ne yepayım?’ demek istemi ti.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:23)
“Genç Biraderin Sesi
BEN akıyorum, akıyorum
kum gibi, parmaklar arasından akan.
Birdenbire bunca çok duyum,
her biri ba ka türlü susayan.
Duyuyorum yüz yerimin
i ip a rıdı ını.
Ama en fazla ortasında yüre imin.”
(R. Maria Rilke<1875-1926>-Yüksel Pazarkaya, “Ke i Ya amı Üzerine”, “ iir Atlası”, Cevat Çapan,
Cumhuriyet Kitap, 02.08.07)
“ ‘... Siyasette, uzak görü lü olmak zamanıdır. Aklımızı ba ımıza dev irelim, vuru maktan vazgeçelim!’
diyor. Hiç utanmadan, yüre i sızlamadan, herif böyle diyor, birader!”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:187)
“-... Birader!’ dediler, ‘Bir i e yarasa bile... Bütün halkı kur unlayacak halin yok ya... Parayı açıkta ta ı,
dünyayı velveleye ver! Yetmiyormu gibi adam öldür! Aferin mi derler?’ ”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:195)
Bir adım önde olmak : Rakibi ya da di erlerine, her soruna kar ı hazırlıklı olmak ve onları hemen çözebilmek
“Kocası hep bir adım önde oldu u ve tam o anda görü alanına giren eyler hakkında durmadan bilgi
verdi i halde, Margot’nun yalnız Doktor Hanım yani Ellen’i dü ündü ünü fark edecekmi . Ve fark etti i zaman
da, onlar kestirme yolun daha yarısına gelmeden çıngar çıkacakmı .”
(M. Walser, “Birbirimiz Olmadan”, sa:7-8)
Bir a ızdan : Hepsi, herkes, birlikte, aynı zamanda (konu mak) : Partilerde, toplantılarda, tartı malarda
herkesin hemen hemen aynı zamanda kendi görü ünü bildirme gayretinin sonucu çıkan karga alık
“ ‘Biz yolculu a çıkmadan bir gün önce Margaret Kerkira’dan iki gezginci çalgıcıyı rabasına almı
villaya getirdi. Sundurmaya oturdular, gitar ve mandolinle tumturaklı bir Yunan cazı çaldılar, güçlü sesleriyle
ikisi bir a ızdan arkı söyledi: Ta geiresis - galiba geri dönece im, anlamına geliyor.’ ”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:51-2)
“Herkes dert yanıyor. Kahvedekilerin hepsi bir a ızdan, ‘bu ölümdür’ sözünü söylüyorlar.”
(Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:109)
“Herkes bir a ızdan konu uyordu. Kimse imparatorlu u sevmiyordu. Doktor Juillerat Meksika seferini
ele tiriyor. Rahip Mauduit talya Krallı ının tanınmasına kar ı çıkıyordu. mparatora bir ders vermek
gerekiyordu; seçimlerde ona kar ı oy kullanılmalıydı.”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:I, sa:98)
Bir a ladı(m), bir a ladı(m) : Sürekli olarak, hüngür hüngür a lamak
“Penbe, konaktan dönünce Rabia’yı yatakta buldu.
-Hanımefendi çok çok gözlerinden öptü. Mektubu okuyunca bir a ladı, bir a ladı.
-Pa a da okudu mu?
-O yoktu. Bilal vardı. Ne vakit gitsem, Bilal, Hanımefendi’nin burnunun diibinde. Aralarından su
sızmıyor.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:263)
“Uzun zamandır a lamamı tım, ama, aman Allahım, o gün bir a ladım, bir a ladım. Ko u ta tek ergen
bendim; etrafımdakilerin hepsi, biçare görünen, günün yirmi dört saatini yataklarında yatan ya lı hastalardı.”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:40)
Bir alay : Bir sürü, sayısız, bir çok
Bk.: Bir sürü
“Umdu undan çok kolay kopardı ı izni alır almaz, Tevfik, tavan arasından eski mukavva kutularını
sırtladı, indirdi; dükkandan be on renkli kalem a ırdı; bir hafta sürekli olarak kesti, biçti, boyadı; bir alay
ka ıttan sanatkar ortaya attı.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:13)
“Yalnızca kitapların çok küçük bir bölümü bu el koyma i leminin dı ında bırakıldı ki, bunların da nasıl
yapıtlar oldu unu herhalde kolayca tahmin edebilirsiniz: Tıp bilmine, eczacılı a, falcılı a, tarıma ve ormancılı a
ili kin kitaplar, yani günlük ya amın konularını içeren bir alay ıvır zıvır.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:118)
“Etrafına bir alay kız birikmi ti. Cambazhanede acayip bir hayvanın hünerlerini seyretmeye hazırlanan
seyirciler gibi ona bakıyorlardı. Homongolos, hiç oralarda de ildi. Elleri pantolonunun ceplerinde, a zında bir
sigara, hiç fütursuz gülüp konu uyordu.”
(R.N. Güntekin, “Bir Kadın Dü manı”, sa:56)
“Küçük bir okulum olacak. Ba tan ba a çiçeklerle donataca ım. Çocuklarım, bir alay çocu um olacak.
Kendime ‘abla’ dedirtece im. Fakir olanlara, elimde siyah önlükler dikece im. ‘Hangi elinle?’ diyeceksin.
Gülme, alay etme. Onu da ö renirim elbette.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:127)
“Bir sabah ona Köprü üstünde rastladım. apka sa a, kıravat sola kaymı . Bol elbise içinde kurada
vücudu daha zayıf görünüyor. Ceketinin yan cebinden a ırca bir kitap sarkıyor, öbür cebi de tıkı tırılmı bir alay
gazete ile i kin.”
(H.R. Gürpınar, “Gulyabani-Gönül Ticareti”, sa:161)
“O tarihi aileler üst katları yava yava terk etmi ler, sonunda onların yerlerini, yakınlardaki ırmak
limanındaki meyhanelerden bir buçuk pesoya yakaladıkları mü terileriyle afak sökene kadar girip çıkan, yoksul
dü mü bir alay gece ku u i gal etmi ti.”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:104)
“José Arcadio Buendia..... saatlerce odasına kapanıp yeni silahınn olanaklarını hesaplaya hesaplaya,
sonunda ö retici açık-seçikli i söz götürmez, inandırıcılı ına kar ı durulmaz bir elkitabı çıkardı ortaya. Kitaba,
yaptı ı deneyleri anlatan bir alay tarifnamesiyle birkaç sayfa açıklayıcı resim ekleyip bir ulakla hükümete
yolladı.”
(H.H. Marquez, “Yüzyıllık Yalnızlık”, sa:8)
“ imdi... Bana ne dü ündü ünü tam olarak söylemeni istiyorum. Biliyor musun, kendilerinden ba ka
bir dü ünceleri olmayan ve prensip olarak bana hayranlık duyan bir alay çocukla ha ır ne irim ben.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:123)
“Charlot:
-Levazım ambarından arap yürütmü ler, diye anlattı. Geçerlerken görecektin onları, nereden
bulmu larsa bir alay ma rapa bulmu lar, bir de koca kazan, a zına kadar arap dolu. Pfff! rendim be.”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:132)
Bir alem : Görülmeye de er, ilginç
“Diyarbakır caddeleri, cadde denilir mi bilmem, bir alem. ehrin en kalabalık caddesi Gazi Caddesi,
günbatıdan gündo uya uzanıyor. Kaldırımsız, e ri bü rü...”
(Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:7)
Bir alıp verece i, veremedi i kalmamak, olmamak :
sorun olmamak
ini tümüyle bitirmek, hesabını kapatmak; Arada bir
“ ‘Ki isel ya amım sizi ilgilendirmez!’
‘Yine de sizi görevden alma kararımızın her kes tarafından olumlu kar ılandı ını söyleyebilirim.
ahsen sizinle bir alıp veremedi im yok. Birkaç gün önce geri döndü ümde sizden tek istedi im basit bir yanıt
oldu una karar vermi tim, ondan sonra özgür bir adam olarak metreslerinize geri dönebilirdiniz.’ ”
(J.M. Coetzee, “Barbarları Beklerken”, sa:150)
“Sigaranın yarısında sıkılmı tım bile, kaldırıp atıyor ve sarnıca do ru yürüyordum. Arkasında Gisella’yı
bekleyi imden bu yana yalnızca iki gece geçmi ti, dü ündükçe üzerime bir ü üme geliyordu, ben ben de ildim
artık. Talino’yla bir alıp veremedi im yoktu, bunu önceden bilen ve bana hiçbir ey söylemeyen herkese
kızıyordum.”
(C. Pavese, “Senin Köylerin”, sa:106)
“ ‘... sandıkta Nietzsche’nin o zamana kadar çıkmı yapıtları ve Böcklin’in çerçevelenmi “Ölüler
Adası” tablosuyla Basel’e geldim. Çocuk de ildim artık ve öyle inanıyordum ki, çocuklu umun Basel’iyle,
Basel’deki misyon eviyle ve oradaki havayla bir alıp verece im kalmamı tı...’ ”
(B. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:52)
Bir Allahın kulu olmamak, yok : Hiç kimsecikler (yok), ıssız
“Lambert okuyor ve kalçasının üstünü ka ıyor; Brunet ellerini ceplerine sokuyor, ka ınmıyor. Gassou
kapıda görünüyor, korkunç bir öfkeyle: ‘Alay mı ediyorsunuz ulan benimle?’, diye ba ırıyor. ‘Hani yemek?’
‘Yemek mi? E o lue ek, a a ıda bir Allahın kulu yok, mutfaklar açılmamı bile.’ ”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:325)
Bir an evvel : Hemen, ivedilikle
“Bütün yüzü kulaklarının arkasına kadar yanmı tı. Derken, arabadan çıkmaya çalı an di er üç ki iyi
gördüm. Ba ırdım onlara: Haydi, bana yardım edin. Bu adam nalları dikiyor, onu bir an evvel hastaneye
götürmeliyiz.”
(D. Fo, “Yüzsüz”, sa:11)
Bir ara : Fırsatını bulunca; Bir zamanlar
“ON K NC
R , 7.DA RE: SALDIRGANLAR (Soyda larına kar ı zor kullananlar) - A a ıda
sürüler halinde Kentauros’lar dola maktadır. Bunlar Vergilius’la Dante’nin geldi ini görünce dururlar ve bir
ara içlerinden birkaçı oklarıyla ni an almaya kalkı ırlarsa da, Vergilius onları yatı tırmayı hatta yardımlarını bile
sa lamayı ba arır. Böylece bir Kentauros’un yanında ve korumasında, fokur fokur kaynayan kan nehrine
varırlar.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:I, “Cehennem’, sa:164)
“Bir ara biti ik odanın kapısı açıldı, kapı aralı ında sıska bir kadın yüzü belirdi; gözleri sarıya çalan ve
büyük büyük, bir kadın yüzü. ‘Gayret et, yavrum,’ dedi kadın. ‘Seni okula göndermek için nelere katlanıyorum,
biliyorsun. Bu derslere de para veriyoruz.’ ”
(H. Böll, “Ve O hiçbir ey Demedi”, sa:19)
“ ki yıldır i siz olsa da, Bay Brooker’ın i i madencilikti; fakat kendisi de karısı da ya amlarına bir
destek olarak çe itli dallarda dükkancılık yapıyorlardı. Bir ara da kahvehane i letmi ler, fakat kahvede kumar
oynanmasına izin verdikleri için ruhsatları ellerinden alınmı tı.”
(G. Orwell, “Wigan skelesi Yolu”, sa:24)
“PENCERE
------------Bir ara ben de dü ündüm soka a çıkıp
bu pencereyle o koca sandı ı satmayı,
sırf onların bakımından kurtulmak için,
u alı veri i ine ben de karı ayım,
yabancı bir dilde konu an sesimi duyabileyim diye.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin”, sa:88)
Bir araba dayak (sopa) yemek : Pek çok, sayılamayacak darbelerle dayak yemek
“Burada o tuhaf cezalandırma ve sözde i lenen bir suçun kefaretini ödetme eylemi gerçekle tirilirdi: Ben bir
araba sopa yerdim, ama babam da, ben bunu nasıl haketti imi pek bilmezdik. ntikam tanrıçası Nemesis’e sunulann
sessiz kurbanlardı bu cezalandırmalar. Gizemsel bir güce olan bir borcun ödenmesi gibi tanrıçaya sunuluyor, bu arada
ne babam beni herhengi bir ekilde paylayıp azarlıyor, ne de ben yedi im dayaktan ötürü ba ırıp ça ırıyordum. lerki
yıllarda ne zaman ‘kör talih’ten söz açıldı ını i itsem, bu gizemsel sahneleri anımsardım hep, bunlar bana ‘kör talih’
kavramını açıklayacak gayet somut örnekler gibi görünürdü.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:15)
Bir araba (laf söylemek, lakırdı etmek) : Can sıkacak derecede çok konu mak, lüzumsuz ayrıntı vermek
“Ahmet bir daha ko tu. ki küçükler, erfe’yle Osman, demirin ba ına çökmü ler, kaldırıp dikece iz
diye ıhlayıp duruyorlardı. terken çekerken hayatın sıvasını kazdılar. Bayram gördü: ‘Anam bir araba laf eder.’
dedi. ‘Daha yeni de sıvamı .’ ”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:11)
Bir arpa boyu (gitmek, kalmak, yol almak) : Birazcık, çok kısa bir mesafe
“ ‘Aç erkek, ko ar. Döner çalının dolayında. Öter, döner. Dönerken, dönerken kavu maya bir arpa boyu
kalmı ken, kur unu saplarlar ardından!’ ”
(F. Bayburt, “Yılanların Öcü”, sa:173)
“Geleneksel yapıdaki bir ö retmen, Miss Coral’ın bitip tükenmez bir öfkeyle kendini savunup duran bu
ö rencisi kar ısında bir arpa boyu bile ilerleyemezdi. Ama Deborah sevecenlikle verilen bu kısacık derslerde
hiçbir tehlikenin varlı ını sezmiyordu, çünkü ö retmeni de onun gibi acı ve umutsuzluk yansıtan bir yakla ım
içindeydi.”
(J. Greenberg, “Sana Gül Bahçesi Vadetmedim”, sa:127-8)
“Sovyetler Birli i’nde on altı ya ya adıktan ve intiharla çıldırmayı yendikten sonra ö rendim bunu.
Anladım ki bilmem kimin dedi i gibi kimse apkasından daha yukarı sıçrayamaz. Ama ne de olsa daha ileri
gitmeye bakmalı ki i. Bir arpa boyu da olsa. Çabalamalı.”
(P. Istrati, “U ak”, sa:11)
“O günden beri, tam iki yıldır bir arpa boyu ilerlemeyen i renç bir kitabın labirentinde kıvranıyordu,
üstelik aklı ba ında oldu u anlarda bir arpa boyu ilerlemeyece ini de biliyordu. Onu ‘yazmak’ gücünden
alıkoyan parasızlıktı, düpedüz, apaçık parasızlık.”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:16)
Bir ar ınlık yer kalmak : Bir i i bitirmek için bir ar ın (eski uzunluk ölçüsü: 68 cm.-bazen, pratik olarak,
kuma alırken, parmak uçlarından diz eklemine kadar hemen ölçülebilen) gibi çok kısa bir mesafe (kalmak)
“Artık bakmıyor, sadece kendi kendine söylendi ini i itiyordum:
- ahı ele geçirmek için bir ar ınlık yer kaldı. Onu da emniyetle a arsak tamamdır... Vay melun ah!
Sen, bu demokrasi asrında oraya kurulup oturursun ha?... Bak, ben senin i ini bitireyim de...”
(R.N. Güntekin, “Bir Kadın Dü manı”, sa:75)
Bir a a ı be yukarı dola mak : Sıkıntı ya da beklenti ile a a ı yukarı yürümek, piyasa yapmak
Bk.: Bir a a ı bir yukarı dola mak
“Nazif’le Selma mezarlı a do ru birkaç adım yürüdüler ve sokak içinden çıkınca ta kar ıda, derenin
kenarında, Binba ı Hakkı Bey’in atlı siluetinin bir a a ı be yukarı dola tı ını gördüler.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:61)
Bir a a ı bir yukarı (ar ınlamak, dola mak, gezinmek) : Piyasa yapmak, yolun bir ucundan di erine ve
etrafta dolanmak, gidip gelmek
Bk.: Bir yukarı bir a a ı dola mak
“Köyün içinde kim olursa olsun, boyacı çıra ından; kahveci Hasan’dan, Balıkçı Yusuf’tan, Konduracı
Avram’dan, Zerzevatçı Apostol’a kadar konu tu unun koluna girer; bir a a ı bir yukarı iskele boyunda
dola arak adamın derdini canla ba la dinlerdi.”
(S.F. Abasıyanık, “Kayıp Aranıyor”, sa:13)
“MADRIGAL - Sizi üzüyorsa hatırlamamak daha iyi.
MAITLAND - Hatırlamamak mı? Ta iliklerine kadar i lemi bir kere. Bugün bile bir a a ı, bir yukarı
dola ınca aynı hali hissediyorum. Hele Madam öfkelenince, tıpkı o günlerdeki gibi yüre imi korku kaplıyor.”
(E. Bagnold, “Kireçli Bahçe”, sa:28)
“VLAD M R : (Daha alçak sesle)
Uyusun da büyüsün ninni
Uyusun da büyüsün ninni
Uyusun da büyüsün ninni
Uyusun da büyüsün ---(ESTRAGON uyur, VLAD M R ceketini çıkarır, ESTRAGON’un omuzlarını örter, sonra ısınmak için
kollarını sallayarak bir a a ı bir yukarı dola maya ba lar.)
(S. Beckett, “Godot’yu Beklerken”, sa:101)
“ ‘Bizim ihtiyara bakılırsa, dülger atamız kızını ve karısını yitirmi , yolculuk kar ısında durlamakta
haklıymı lar demek. ‘Evet ya, öyle,’ diyordu doktor, yerinde oturamıyor, tozlukları içinde hep dik ve ma rur, bir
a a ı bir yukarı dola ıyordu.’ ”
(A. Camus, “ lk Adam”, sa:149)
“SEVEN B R KADIN -... Anlıyorum.... Zaten bu sefer cesurum, çok cesurum.... Nasıl?.... Evet, bin
kere daha iyiyim. E er telefon etmesydin ölecektim.... Hayır.... Dur.... Dur.... Bir çare bulalım.... (Bir a a ı bir
yukarı gezinir, duydu u ıstırap içinde inler.)
(J. Cocteau, “ nsan Sesi”, sa:23)
“Bütün bir ö leden sonra sokaklarda amaçsızca dola tım durdum. Küçük Ponferrada kentinin
sokaklarında bir a a ı bir yukarı dola ırken, bir yandan da gitmem emredilen kar ı tepedeki atodan gözümü
ayıramıyordum. Tapınak övalyeleri dü gücümü her zaman harekete geçirmi ti.”
(P. Coelho, “Hac”, sa:186)
“Yarım saat kadar ikinci genç adam karnından geliyormu gibi bir ses ve monoton bir tonlamayla
kendini sürekli tekrar eden bir arkı söylüyor, tuhaf bir biçimde bu arkı bana bir an Zahir’i unutturuyor ve bir
tür uyku haline geçiyorum. Hatta ‘A k hakkında konu malar’ seansı sırasında bir a a ı bir yukarı ko u turan
çocuklardan biri bile imdi sessiz ve gözleri sahnede takılı kalmı .”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:101)
“Güne battı; nehrin üzerine ak am karanlı ı çöktü, kıyı boyunca ı ıklar yanmaya ba ladı. Bir çamur
tepesinin üzerine kurulu üç ayaklı Chapman fenerinin ı ı ı güçlüydü. Gemilerin ı ıkları nehrin üzerinde bir a a ı
bir yukarı oyna ıyordu.”
(J. Conrad, “Karanlı ın Yüre i”, sa:34)
“Bekleme odasında Fearmax vardı, elleri arkada volta atıyordu, bir a a ı bir yukarı. Elinde katlanmı
gazeteler göze çarpıyordu. apkasıyla bastonunu kanepenin üzerine koymu tu. Yorgun ve hasta görünüyordu.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:83)
“ van Fedoroviç odanın bir kö esine gitti, havluyu alarak dedi ini yaptı, ba ında ya havluyla odada bir
a a ı bir yukarı dola maya ba ladı.
-Seninle hemen senli benli olu umuzu be endim; diye ba ladı misafir.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:224)
“B R SAHNEY ANDIRAN
Bir sahneyi andıran
Piazza della Rotonda’da
Birkaç bin vatanda
(kimileri hala togalarıyla)
ya bir a a ı bir yukarı dola ıyorlar
ya da kahvedeki masalarında
oturuyorlar
Bu arada ya lı mı ya lı bir çiçekçi kadın
birbirleriyle fısılda an
kot pantolonlu genç çiftlere e ilerek
masalar arasından geçiyor
ve onlara kurumu
çiçeklerini sunuyor”
(Lawrence Ferlinghetti<d.1919>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.12.05)
“Genç kadın: ‘Delirdin mi ayol!’ dedi. ‘Alay ederler seninle, otur oturdu un yerde! Hem böylesi bir
doktora daha çok yara ır!’
Charles sesini çıkarmadı. Emma’nın giyinmesini beklerken, odada bir a a ı bir yukarı dola ıyordu.”
(G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:56)
“Andy odanın içinde bir a a ı bir yukarı dola arak saatine bakıyordu.
-Ne var? diye sordu.
-Pe in para iki bin be yüz dolar, dedim.
-Batı trenine yeti ebilmek için 11 dakikamız var, bavullarını al, fırla.”
(O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:100)
“Dasa uyandı ında gördü ki, güne çoktan gökyüzünde parıldıyordu ve yogi meditasyon egzersizine
ba lamı tı. Ya lı adama veda etmeden çekip gitmek istemedi hem ondan bir ey rica edecekti. Daha birkaç saat
bekledikten sonra do rulup kalktı üstat, uzanıp gerindi, ardından bir a a ı bir yukarı gezinmeye koyuldu.”
(H. Hesse, “Boncuk Oyunu”, sa:531)
“Goldmund ustasına elini uzattı, a ladı a layacaktı. Niklaus Usta uzatılan eli tutmadı, yüzü kireç gibi
olmu tu, odada bir a a ı bir yukarı dola maya ba ladı, adımlarını giderek daha hızlı atıyor, hırsından ayakları
güm güm yere vuruyordu. Goldmund, onu hiç böyle görmemi ti.”
(H. Hesse, “Narziss ve Goldmund”, sa:230)
“Atelyede bir a a ı bir yukarı dola maya koyuldu ardından, elindeki ekmekten birkaç lokma yedi,
kristal meyvelikten bir iki kiraz alıp a zına attı, birkaç mektupla gazetenin bir kenarda durdu unu gördü, ama
oralı olmadı pek.”
(H. Hesse, “Rosshalde”, sa:8)
“Gezgin aygıtı pek fazla merak etmiyordu: subay kah derinlemesine topra a gömülü aygıtın altına
girerek, kah üst kısımları gözden geçirmek için merdivene çıkarak son hazırlıkları yaparkenn, gezgin, neredeyse
gözle görülür bir ilgisizlikle, mahkumun arkasında bir a a ı bir yukarı dola ıp duruyordu.”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:29-30)
“Ama ertesi gün ö leden sonra babam karde lerimi biti ik odaya yolladı, annemle benim odada
kalmamı istedi. Çok zorlu bir kashe’nin (zor bir soru, sorun) beni bekledi ini sezinliyordum. Babam bir daha
yerine oturmadı; oda boyunca bir a a ı bir yukarı yürümeyi sürdürdü, eli küçük siyah sakalında, bana de il de
anneme bakarak konu tu..”
(F. Kafka, “mavi oktav defterleri”, sa:125)
“Tedirgin oldu. Bu yamyam ehirde durmak, tapına ın damına çıkıp ‘Tövbe edin, Rabbin günü
gelmi tir’ diye seslenmek miydi ödevi? Sokaklarda bir a a ı bir yukarı soluk solu a ko u up duran bu zavallı
halkın, Galile’nin kendi halindeki balıkçılarından ve çiftçilerinden daha çok nedamete ve iç huzuruna ihtiyaçları
vardı.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:339)
“Bırak memleketin insanlarını, demindenberi ana caddede bir a a ı bir yukarı, haberi kendi partilerine
ula tırıyordu da, kılları bile kıpırdamıyordu. Ne zaman duydun? Kimden i ittin? Ne zaman duyduysa duydu,
kimden i ittiyse i itti.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:279)
“... kendini biraz geri çekti ve yine yüksek sesle, ‘Buna bir son vermeli!’ dedi. Sonra sesini
yükseltmesinin neden oldu u bu hiç de ho olmayan ruh halinden kurtulmak için hafif hafif öksürdü, geriye
döndü ve ba ını öne e erek, elleri arkasında odanın içinde bir a a ı bir yukarı dola maya ba ladı.
‘Buna bir son vermeli!’ diye tekrarladı. ‘Buna bir son vermeli! Miskin miskin dola ıp vaktimi bo a
harcıyorum, bataklı a saplanıyorum, bu gidi le Christian’dan da budala bir insan olaca ım!’ ”
(Th. Mann, “Buddenbrooklar”, sa:416)
“Paix Caddesi’ne çıktı ve kuyumcu dükkanının kar ısında, kaldırımın üzerinde bir a a ı, bir yukarı
dola maya ba ladı. On sekiz bin frank! Belki yirmi kez dükkana girmek için bir davrandıysa da, duydu u utanç
onu hep engelledi.”
(G. de Maupasssant, “Mutluluk”, sa:143)
“BEN - Onun bir ey gördü ü yok. (Sesinde saygı ile karı ık bir korku izi. Yukarıya do ru bakar.)
Sadece bir a a ı bir yukarı dola ıyor. Kimseyi görmüyormu gibi... Gözleri kuzeye do ru... buzlara dikili...
KAMAROT, sesine aynı saygı ile karı ık korku tonu sokulur. - Hep buzlara bakıyor. (Ani bir öfke
içinde, tepe penceresine do ru yumru unu sallayarak.) Buz... buz... buz... Allah onun da belasını versin, buzların
da... Hemen hemen bir yıl oldu, bir yere kıpırdanamıyoruz.”
(Eu. O’Neill, “Ya ”, sa:9)
“ ‘... u gördü ün erkeklerden her biri, bir denizkızı gibi boynuna dolanmı , onu bir a a ı bir yukarı
sürükleyen -Putney’de Drage e yalı, pilli radyolu ve penceresinde aspidistra zamba ı saksısı bulunan küçük,
çirkin bir villaya sürükleyen- tanrı belası birer kadınla dola ıyor. Geli meyi olanaklı kılan kadınlardır.’ ”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:132)
“ ‘Kusura bakma, çıkamadım, kom u çocu una ngilizce ö retiyordum,’ dedi Nazlı.
Ömer yüzünün alıkla tı ını farkederek gülümsedi: ‘Tabii, tabii. Demek ngilizce ö retiyorsun?’
Nazlı, ‘Odanın içinde bir a a ı bir yukarı yürüyordun galiba!’ dedi.”
(O. Pamuk, “Cevdet Bey ve O ulları”, sa:137)
“Bu arada Fransız hala bulunamamı tı. Kirla Petroviç büyük bir öfke içinde: ‘Zafer gürleyi i yükselsin’
mar ını ıslıkla çalarak salonda bir a a ı bir yukarı dola ıyor, konuklar kendi aralarında fısılda ıyorlardı. Polis
efinin faka bastı ı anla ılıyordu. Fransızı bulamadılar.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:85)
“Gece boyunca odasında bir a a ı, bir yukarı gezindi ini duydum: çünkü beni de uyku tutmamı tı.
Ama sabaha kar ı aniden uykuya benzer bir hal içinde uyandım ve yüre imin derinlerine kadar i leyen bir
deh etle, yata ımda beyaz bir eyin oturdu unu gördüm.”
(R.M. Rilke, “Malte Laurids Brigge’nin Notları”, sa:63)
“Pigalle’de, ayı ı ında, a zında bir ıslıkla bir a a ı bir yukarı dola mak hiç de fena olmazdı. Mathieu
ona: Islık çalarken tıpkı bir domuza benziyorsun, demi ti. Boris kendi kendine gülmeye ba ladı ve: ‘Ne anasının
gözü u Mathieu diye,’ diye dü ündü. çinden Mathieu’ye sevgi fı kırıyordu.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:25)
“Vercingétorix Soka ının ortasında, iriyarı bir adam Mathieu’yü kolundan yakaladı. Kar ı kaldırımda
da bir polis bir a a ı, bir yukarı dola ıyordu.
‘Bana birkaç kuru ver, patron, karnım aç.’
Birbirine yakın gözleri, kalın dudakları vardı. Alkol kokuyordu. ”
(J.-P. Sartre, “ lk Uyanı ”, sa:9)
“Karde i, bir a a ı bir yukarı ar ınladı ı sokaktan ona haykırarak yanıt verdi:
-Alçakça oyununuza aldandı ımı sanmayın! A lamaya hazır olun, pencerenize sarkıntılık etme
cüretinde bulunan küstahı öldürece im.”
(Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:II, sa:39)
“Ancak o gitti i zaman Bay Bulemann, kalemi yeniden elinden bıraktı, elleri arkasında uzun süre bir
a a ı, bir yukarı dola tı. A a ıda, çıkmaz sokakta bir gürültü olsa, çocu a yapılan kötü davranı tan dolayı
kendisini mahkemeye ça ıracak olan ça rıcının imdiden gelmesini bekliyormu gibi hemen pencereye
gidiyordu.”
(Th. Storm, “Fıçıdan Öyküler”, sa:66)
“O gün okula gitmedim. Geliyorum diye evden çıktım, ama gitmedim. Bir otobüse binip deniz kenarına
gittim ve ö le yeme i saatına kadar kumlarda bir a a ı bir yukarı yürüdüm. Oradaydım, ama sanki hiçbir yerde
de ildim.”
(S. Tamaro, “Tek Ses çin”, sa:31)
“Aya a kalkıp elini pantolonunun cebinde bir a a ı bir yukarı dola tırmaya ba ladı, sonra Te menin
kar ısına geçerek gözlerinin içine baktı. Yı ılmı oturuyordu polis.
-Çocuklu u bırakın Te men! Daha yürekli olmanız gerek! Borcu ödemeniz için zorlanmıyorum, ama
size bir i öneriyorum. Kabul ederseniz ya amınız adamakıllı düzelir. Bir az cesaret istiyen bir i …”
(J.M. de Vasconselos, “Kırmızı Papa an”, sa:65)
“ ‘Bir ses duyuyorum,’ dedi Rhoda; ‘cik, cik, cik, cik; bir a a ı bir yukarı’
‘Bir küre görüyorum,’ dedi Neville, ‘bir tepenin kocaman kanatlarına kar ı damlacık olarak asılı.’ ”
(V. Woolf, “Dalgalar”, sa:7)
“Miss Mitford yürüyü üne ba lar ba lamaz her keresinde kendili inden ileriye do ru atılmaz mıydı?
Burada neden tutsaktı? Durdu. Burada, diye dü ündü, çiçekler eski evde oldu undan çok daha sıkı ık; dar
tarhlarda yan yana dimdik duruyorlar. Tarhlar sert, kara patikalar halinde bölümlenmi . Parlak silindir apkalı
adamlar bu patikalardan bir a a ı bir yukarı u ursuz u ursuz yürüyorlar.”
(V. Woolf, “Flush”, sa:31)
“Charles’ı hafakanlar bo uyordu, bir takım lanet hareketleri yaparak, bir a a ı bir yukarı dola maya
ba ladı.
-Bekliyorum, gelsin, kapı dı arı ataca ım, orospu, alçak!... Hiçbirini zaptedemiyoruz (zapt-ı rapt altında
Hepsini gebe bırakıyorlar. Altı ay geçti miydi, tamam, namuslu bir aile içinde, karnı
burnunda, oturmalarına olanak kalmıyor...”
(E. Zola, “Toprak”, Cilt:I, sa:250)
tutamıyoruz=koruyamıyoruz).
“Do rusunu söylemek gerekirse, her gün Corso’ya gelip kılıcını kaldırımların üzerinde akırdatarak
istekli gözlerle kadınlara baka baka, bir a a ı bir yukarı dola acak yerde, Avusturyalıları Mincio’nun ötesine
sürmek için bölü üyle birlikte olmalıydı.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, Cilt:III, ‘Stendhal’, sa:140)
“Geceyarısı New York’tan kalkıp Buenos Aires’e gidecek olan büyük yolcu vapurunda..... karadakiler
arkada larını geçirmek için iti ip kakı ıyor..... bavullar ve çiçekler sürüklenerek vapura yükleniyor, orkestra
güvertede durup dinlenmeden çalarken çocuklar merdivenlerde merakla bir a a ı bir yukarı ko u uyorlardı.”
(S. Zweig, “Satranç”, sa:5)
Bir avuç : Az sayıda, parmakla sayılabilecek kadar az
“Çay fincanları elden ele dola ır, mutfaktan koridora, ordan büyük odaya gider, sonunda, Jonas’ın
küçük i li inde birikirlerdi; Jonas burda, odayı tıka basa doldurmaya yeten bir avuç dost ve konuk arasında,
insanı büyüleyecek kadar güzel bir hanımın özellikle kendisi için doldurdu u çayı, gönlü minnet duygularıyla
kabarmı olarak alana dek resim yapardı.”
(A. Camus, “Büyüyen Ta ”, sa:23)
“Gömü
Bir avuç toprakta
ki a aç
Biri elma
Biri armut
A açlara dolanmı asmalar
Kara üzüm ak üzüm”
(F. Hüsnü Da larca<1914-2008>, “Ötekinde olmak”, sa:63)
“ ‘Surlara yapılacak ilk saldırıda, yürekli bir avuç insan kente girebilir, kapılara do ru gidip onları
açabilir, yeter ki dı arda içeri girmeye hazır bir ba ka grup olsun. Talihim yaver gitti. Ama sen bu gece neler
gördü ünü hiç kimseye söylememelisin, çünkü bir ba kasının benim ke fimden yararlanmasını istemiyorum’
dedi.”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:195)
“ ‘Corny o lum’ diye dü ünürdü bizimki. ‘Burada senden daha yakı ıklısı yok. Ne var ki sen zavallı bir
araba sürücüsü, onlarsa vergilere sövüp sayan, yanlarındaki dünya güzellerine sanat galerilerinde çalım satan bir
avuç anslı kerata...’ ”
(O. Henry, “viski soda”, sa:186)
“Ve sanki ans, gözüpek bir avuç ki iden olu an toplulu un yüzüne gülüp çabalarında kendisini te vik
etmi gibi, bu hayli kasvetli dönemin doruk noktasında o rahatlatıcı mucize gerçekle mi ti; aslında bir
rastlantıydı bu, ama ilahi bir teselliymi çesine etkili olmu tu.”
(H. Hesse, “Boncuk Oyunu”, sa:24-5)
“Planlarımızı yaptıktan sonra sandalla karaya çıktık. Hindistan cevizi a açlarıyla kaplı kumsalı geçip
bir kasabaya girdik. Birdenbire kar ımıza, dünyanın dört bir yanından kopup gelmi , içen, arkı söyleyen,
danseden ne eli bir denizci kalabalı ı çıktı. Bu adamlar bu e lentiyi soka ın ortasında, bir avuç Japon polisin
a kınlıktan açılmı gözleri önünde yapıyorlardı.”
(J. London, “ ntihar”, sa:118-9)
“Kalktım, mutfa a gitttim. Hayattaki onca eyi eledikten sonra elimde kalan u bir avuç dünyanın
üzerine bir bardak su içtim. çimdeki bir his, beni zor günlerin bekledi ini söylüyordu. Zaten o içimdeki hissin
bana bugüne kadar ho bir ey söyledi ini hiç hatırlamıyorum.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:17)
“Dünyada sadece, üçünü harcayamayaca ı be buçuk peniden ba ka bir eyi olmadı ını dü ünmek
yüre ini eziyordu. Çünkü, sonuçta üç peniyle ne alınabilir? Bozuk para de il bu, bir bilmecenin yanıtı. Bu parayı
bir avuç bozuk para arasında de il de tek ba ına cebinden çıkardı ında, çok gülünç duruma dü er insan.”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:10)
“Ba langıçta, burada henüz bir avuç kör varken, birbirine yabancı insanların aralarında iki-üç laf
etmesinin kader yolda ı olmalarına yetti i, iki-üç laf daha edince yaptıkları tüm hataları -bazıları çok büyük de
olsa- kar ılıklı ba ı ladıkları, hatalar o kadar ba ı lanmasa bile, birkaç gün sabırla beklemenin bunun için yeterli
oldu u dönemde, alı ıldı ı üzere bizim do al gerekseme dedi imiz eyi ivedi kar ılamak, böylelikle de
bedenlerini rahatlatmak için bu zavallı insanların her defasında neler çektiklerini izliyorduk.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:121)
“Bazen insanlar böyledir, Joao Mau-Tempo birkaç yıl sonra ispiyoncu Albuquerque’yi Monte
Lavre’den geçerken görece ini bilmiyordu henüz, aynı adam daha önce öyle konu mu tu, ‘buraya gelirlerse,
durdu um yerden onlara bir kur un sıkarım,’ ama sonradan zayıflamı tı. Serbest bırakıldıktan sonra Protestan
papazı olarak dola maya ba ladı, dinlere kar ı de iliz, ama bir avuç yolda ını bile kurtarmayı beceremezken, ne
diye tüm insanlı ın kurtulu uyla ilgili vaaz veriyor.”
(J. Saramago, “Umut Tarlaları”, sa:219)
“<Serrano’dan Jung’a:> ‘Ama zihin her nerede ise, ister da da ister kalabalıkta, alabilen ve iletebilen
bir radyo gibi de il mi?’ dedim, ‘Ku kusuz her nerede olursa olsun bir bireyin zihninden yayılanları alan bir tür
kolektif zihin var. Hatta bazen bir sonuca ula mak için fiziksel hareketin veya bir insanla temasın bile
gerekmedi ini dü ünürüm. Biliyorsunuz ki Benares’te dünyada barı ı sa lamak için sürekli odaklanan, sihirli
formülleri ve eski mantraları tekrarlayan bir avuç münzevi Brahman var. Belki de Birle mi Milletlerden daha
ba arılar. Evet, zihnin, radyoya benzedi ini dü ünüyorum...’ ”
(Miguel Serrano, “C.G. Jung & Hermann Hesse: ki Dostlu un Anıları”, sa:107)
“Richis’in planı buydu: Ertesi gün Laure’la bir tekneye binip küçü ünün tepesinde pek korunaklı
yapılmı Saint-Honorat Manastırı’nın bulundu u Lerin adalarına yollanacaktı. Manastırı bir avuç ihtiyar, ama
pekala kendilerini savunacak güçte ke i çekip çeviriyordu.”
(Patrick Süskind, “Koku”, sa:207)
“Ama uydu buydu derken oradan oraya atlayıp duruyorum, çünkü, yanılmıyorsam, sana adadan söz
etmekteydim. Gelelim konumuza: öyle göz kararı çapı elli kilometreyi a madı ına göre, bence her on
kilometreye bir ki iden fazla nüfusu da yok. Yani gerçekten bir avuç insan. Galiba keçi sayısı daha fazla,
eminim öyle.”
(A. Tabucchi, “Gittikçe Geç Olmakta”, sa:27)
Bir avuç suda fırtına çıkarmak, yaratmak : Hiçten bir nedenle büyük olaylar yaratmak
“HOYRAT TÜRKÜ
-----------------------ncil, Tevrat denen ka ıtları
Yıllardır çi neyip yaladık yuttuk.
Palavralardan korkmuyoruz artık.
Öbür dünya denen saçmalıklara
nanmıyoruz Papa kıçını yırtsa da
Bir avuç suda fırtına yaratsa da.
Ekmek gerek bize bu dünyada, ekmek.”
(1789 Fransız Devrimi arkıları”, sa:23)
Bir aya ı (Aya ının biri) (çukurda) mezarda olmak : Ya lı, hasta, ölüme yakın olmak
“POZZO - Bir gün do duk, bir gün ölece iz; aynı gün, aynı an size yetmiyor mu? (Daha sakin.) Bir
aya ı mezarda dünyaya getirirler bizi...” ..... “HAMM - ... sonunda ona isterse hizmetime girebilece ini
söyledim.. Acımı tım. Üstelik daha o zamanlar bir aya ımın çukurda oldu unu dü ünüyordum.”
(S. Beckett, “Bütün Oyunları - 1”, ‘Godot’yu Beklerken’, sa:120; ‘Oyunun Sonu’, sa:194)
“Kaputunun dü melerini bile emir eri iliklerdi. Beni ba ı layın, bu tiride dönmü adamın tek bir dü ü
vardı, o da general olmak. Ya lı, çökmü , bir aya ı çukurda ama gönlünde ne aslanlar yatıyor.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:45)
“... öteki, bir genç kıza a kında ölür, onun u runda en deneyimsiz ve en divane delikanlılardan daha
fazla delilik yapar. u iki büklüm pir’lerin, bir ayakları çukurda oldu u halde ba kalarına ei olacak olan bir genç
kızı trahomasız almalarına gelince, bu, övünme konusu olacak kadar yaygınla mı tır.”
(D. Erasmus, “Delili e Methiye”, sa:52)
“Korucu da Pavel’i fevkalade övmü de il mi idi? Hatta o landan pek ho lanmayan rahip bile,
Barones’in Pavel hakkındaki sorusuna:
‘Aleyhinde söylenecek hiçbir ey yok!’ yanıtını vermemi miydi? Oysa imdi o, Pavel’e ba ırıp
ça ırıyordu... Evet, kendisi, bir aya ı çukurda bulunan ve yakında insanlara iyilik yapmaktan büsbütün yoksun
kalacak olan o, aslında bahtsız olan birisini incitiyordu!”
(E. Eschenbach, “Köyün Çocu u”, sa:232)
“Ona do ru e ildi, omuzlarından kavradı, sarstı, sarstı ve sonra hızlı hızlı mırıldandı:
‘Tanrı hiç affeder mi kimseyi? te bak, bizim bir aya ımız çukurda, ama hala cezalandırmakta bizi.
Son günlerimizde ne huzur var bizde ne sevinme. Bundan sonra da hiç olmayacak!’ ”
(M. Gorki, “Çocuklu um”, sa:158)
“Kodunski, istasyonda buldu u bir i e boroviçka’nın (Ardıç’tan yapılı bir tür naps) dibini bulmu , yanık bir
türkü tutturmu tu:
-----------------Artık kocadım, bir aya ım çukurda ya,
Anladım, güven olmaz kahpe dünyaya,
Ne inanç kaldı, ne a k yüreci imde,
Artık her gün iki gözüm iki çe me.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:104)
“Olası Güzellik
Belki birden ba ımızı kaldırıp
Baktı ımız
Otobüs camının
Ötesinde her ey bamba kadır.
Olası bir güzellik. Bedenlerin iti i kakı ı.
Baktı ım her ey mi benim?
Yola çıkıyorum durmadan
bir aya ım çukurda gibi
hep sende.”
(Mila Haugova<d.1942>-Kadriye Cesur; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.03.05)
“Uzak akrabalarından biri olan Lö kontesi, piskoposun huzurundayken, üç o lunun ‘umutları’ dedi i
eyleri birer birer sıralama fırsatını hemen hiç kaçırmazdı. Kontesin çok ya lı, bir aya ı çukurda birçok akrabası
vardı ve elbette o ulları bunların mirasçıları durumundaydılar.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:29)
“ANNE -... o kadar para biriktirdim ki, artık bugün muradıma ermi sayılırım..
BRAND - Pekala! Fakat imdi mademki bir aya ın çukurda sayılır, söyle bana bakayım, ruhunun ne
durumda oldu unu arasıra dü ünüyor musun?”
(H. Ibsen, “Brand”, sa:66)
“Hende e dü üp ba ının yarıldı ı günlerde konu maya ba lar ba lamaz Nerrantsula beni ça ırtmı ,
ölgün bir sesle:
-Marco.. demi ti, Yahudiler Soka ı 3 numarada avlunun ta dibinde kimsesiz yoksul bir kadın
oturuyor: Ileana Nine, bir aya ı çukurda…”
(P. Istrati, “Nerrantsula”, sa:131)
“Yarım yamalak aya a kalktı. Sıraya tutunuyor, yarı oturur görünümünü korumaya özellikle dikkat
ediyordu:
-Efendim bu parçada a ırı bir sulu gözlülük hisettim ben. Muharrir, okurlarının duygusunu sömürüyor.
Yetmi altı ya ındaki ihtiyar bir kadının bir aya ı çukurdayken, bir de torunundan ayırmı onu.”
(S. leri, “Hayal ve Istırap”, sa:182)
“Aynı renkte iki ta ı ancak tek bir kez yan yana koyabilece i dü üncesi onu o kadar yıldırmı ki bu iki
ta ın bulunmasını hep ‘ilerde gerekserim’ diyerek ertelemi . Günler, aylar, yıllar geçmi böylece; artık bir aya ı
çukurda, her ak amla, her sabahla, son gününü, son gecesini ya ayan, ya aması olası bir ki i haline geldi inde
bir de varmı ki...”
(B. Karasu, “Uzun Sürmü Bir Günün Ak amı”, sa:92)
“ te ben de yine söylüyorum. Senin o hiç durmadan hey hayhuy, hep rakı arap, hep çalgı ahenk içinde
geçen bu gidi in sonu berbat... Bak sana son sözüm, i te benim bir aya ım çukurda... Sonra sen, peri an, sefil
kalırsın...”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:259)
“Yahuda ate aldı. Kollarını ileri do ru uzatarak ihtiyar hahamı Barabbas’ın omuzlarından kaptı, kendi
ensesine ata biner gibi oturttu ve ba ırmaya ba ladı: ‘Bugün! Yarını bekleyemeyiz, bugün!’ Haham da
alevlenmi ti imdi ve yüksek sesiyle zafer mezmurunu okumaya ba lamı tı, bu bir aya ı mezarda olan birinin
sesiydi. Çok geçmeden bütün sürü hep bir a ızdan okumaya ba ladılar.” ..... “Haham, öfke içinde; tomarı sardı.
‘Acelen mi var, Manasse?’ diye sordu. ‘Evet!’ diye cevap verdi küçük ihtiyar. Ya lar akıyordu yüzünden.
‘Vaktim kalmadı, bir aya ım çukurda.’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:45;67)
“Benim için diyormu ki, onun kanını erbet gibi içece im. Bak benim etti im insaniyete, bak onun
yaptı ı melunlu a! Ne ister bilmem ki benim gibi ihtiyardan? Zaten aya ımın biri çukurda.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:287)
“EL F ANA - ‘Gitti in yerlerde hiç onu görmen olur mu? Görürsen de ki, Elif’in eli aya ı tutmaz
olmu ... Bir aya ı çukurda...’ ”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Karacao lan”, sa:158)
“Bay Gosch’un sa lık durumu kötüydü. Mutlu biri oldu umu sanmayın der gibi anlamlı bir el hareketi
yaptı. Artık iyice ya lanmı ve sa lık ikayetleri artmı tı; biraz önce kendisinin de söyledi i gibi artık bir aya ı
çukurdaydı. Ak amları aldı ı özel içkisini içerken yarısını döküp saçıyordu, elleri öyle titriyordu ki! Lanet
okumasının hiçbir yararı olmuyordu...”
(Th. Mann, “Buddenbrooklar”, sa:522)
“MACKEL - Ezra’nın evine geldi inin ilk gecesi ölüvermesi pek garip, pek acayip bir ey!
SETH (Kızgınlıkla.) - Senin gibi bir aya ı çukurda olan budala ihtiyarlar kendi i lerine bakarlar.
Ba kalarının i ine burunlarını sokmazlar. Asıl acayip olan bu senin yaptı ın.”
(Eu. O’Neill, “Elektra’ya Yas Yara ır”, sa:240)
“KAPTAN - Neden at hırsızları boynu kırılmı atları vah i atlara ye tutarlar?
ELLIE, kısa bir kahkaha atar. - Do ru. Ne a a ılık bir dünyada ya ıyoruz.
KAPTAN - Umurumda bile de il. Bir aya ım çukurda zaten.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:100)
“-Ya lı dükle marki cenapları sa olsunlar koruyorlar beni.
-Ya lı dükün bir aya ı çukurda, marki de karısının isteklerine on be gün bile dayanamaz; bir ay
içinde ben markizi öyle bir duruma getirebilirim ki, bugün sizi ne denli koruyorsa, o zaman da öyle sırt çevirir.”
(Stendal, “Lamiel”, Cilt:I, sa:33)
“-Evet, seni tehlikede görmek diriltti onu!
-Elbette, o benim kızım!
-Ba ka?
-Evet ba ka! Artık bir aya ım çukurda oldu una göre sana itiraf edebilirim; evet bir ba kası. O ve
sen.”
(M. de Unamuno, “Tula Teyze”, sa:126)
Bir ayak önce : Bir an önce, hemencecik, ivedilikle
“Mrs. HARDCASTLE - Do rusu pek çok üzüldüm. Fakat o lum, bu i in ancak u a ın yaptı ı bir
yanlı lıktan ileri geldi ini söylüyor. in do rusu, o lanla kızı bir ayak önce evlendirmeden önce içim
rahatlamayacak.”
(O. Goldsmith, “Yanlı lıklar Gecesi”, sa:86)
“Vatan yolunda dö ü ürken ölmek neden geçmedi benim elime? imdi bir eyler yapılamız mı? Ben
hiç mi bir i e yaramam? Bir i e yaramak için beklemek gerek... Bunu göze alamıyorum! Bitmeli bu i , bir ayak
önce.... Bunu anlıyorum. Ölçüp biçtim, beklemek imkansız...”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:27)
“Alfred’in tanı tı ı ato sahipleriyle bunların arasında ne büyük fark vardı. Bir ayak önce Napoli’ye
gitmekten ba ka çare yoktu.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:450)
Biraz kafadan (olmak) : Kafadan çatlak, akli dengesi yerinde de il
“Mine: ‘Onun karısı biraz depresyon geçirmi ti, de il mi?’ dedi. ‘Biraz salata alabilir miyim?’
‘Evet, evet kafadan biraz....’ dedi Cemil. Bir kahkaha attı.”
(O. Pamuk, “Cevdet Bey ve O ulları”, sa:578)
Bir bakı atmak :
öyle bir kaçamak bakıvermek
“... yaz ak amları ehrin en büyük meydanlarında sarho bir turist bulurum diye kaldırımları a a ı
yukarı ar ınlayan sabırlı pezevenklerden, kı ak amları alelacele vapura yeti en kalabalıklardan, ak amları eve
bir türlü dönmeyen kocalarını beklerken perdeleri aralayıp soka a bir bakı atan kadınlardan..... söz ediyorum.”
(O. Pamuk, “ stanbul”, sa:96)
Bir baltaya sap olmak : Bir i sahibi olmak, ya amda biryerlere gelmek
“KROGSTAD - Olay, mahkemeye yansımamı tı; ama, o anda benim için tüm geçim yolları, hemen
hemen kapanmı tı. Sonra, bildi iniz i lere ba vurdum. Ama gene de bir baltaya sap olmam gerekiyordu.”
(H. Ibsen, “NORA-Bir Bebek Evi”, sa:55)
“Kaç yıldır taksit verilmedi i için Evkafta <Vakıflar> ipotek <bir mülk satın alındı ında, pe in ödemek
için yeterli para elde yoksa, pe inin ötesinde kalan borcun, alacaklı lehine tapu siciline i lenen kayıt> olan
Üsküdar’daki dükkan için galiba bu ayba ı Evkaf, cra’ya <mahkeme> ba vuruyormu . Haydi bakalım, gelsinler
de imdi bunu, senin çingenelerin, kadeh arkada ların kurtarsınlar! Ne olacak bu halin sonu? Hazıra da
dayanmaz. Yirmi be ya ına geldin, hala bir baltaya sap olamadın, hala hazır yiyorsun...”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:259)
“Zebedi Baba uzakla masını seyretti.
‘Çocuklarım karın a rısı,’ dedi koca kafasını sallayarak. ‘Biri alabildi ine yumu ak ve sofu çıktı,
ötekiyse domuz gibi inatçı. Gitti i ya da durdu u yerde ille de kavga çıkarır. Karın a rısı, hiçbiri bir baltaya sap
olmadı.’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:143)
“Ama aradan sekiz yıl geçti i, bir baltaya sap olamamamın erdemine inanmaya nedense devam etti im
ve onda çözümsülü ü, duygularımın muhalefetine kar ın sineye çekmek zorunda oldu um halde, Gracinda’yı
hala hatırlayabiliyor ve kafama ü ü en bin bir ça rı ımla birlikte olası bir yazının gündeminde tutabiliyorum.”
(M. Levi, “Bir ehre Gidememek”, sa:15)
“Çantasındaki demir parçalarından çok daha az ses çıkaran bir kaç bakır para kalmı tı cebinde, ve
Baltasar’ın cebindeki parayla nereye gidece ine bir an önce karar vermesi gerekiyordu. Mafra’ya mı,ki orada tek
eliyle bir baltaya sap olması zor görünüyordu, saraya mı, belki orada bu sakatlı ı sebebiyle az da olsa bir maa
alabilirdi.”
(J. Saramago, “Baltasar ve Blimunda”, sa:39-40)
“Sansfin’in aklına birden Congrégation çevresinde elde etti i güzel durumu geldi: ‘ ime gelir de
istersem, çok yakında bir baltaya sap olmam’, dedi.”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:II, sa:25)
“Bir süre daha çay tüccarlı ı yaptı, ama çok geçmeden Pekoe ile Souchong’tan bıktı. Daha sonra sek
eri satmaya çalı tı. Bu da bir çare olmadı: eri i i gere inden fazla tatsızdı. Sonunda bir baltaya sap olamadı:
canayakın, ama i e yaramaz genç bir adam oldu; mükemmel bir profile sahip mesleksiz biri.”
(O. Wilde, “Lord Arthur Savile’in Suçu”, sa:112)
Bir bardak suda fırtına koparmak : Küçük bir sorunu büyük bir olay, adeta felaket haline getirmek
“Sana bir mum yakarım, akacıktan seyrine bakarım ha! Seni gidi suçlanmı , çamura bulanmı , bir
bardak suda fırtına koparmı , aya ı dolanmı , süngüsü dü mü , kuyru u titremi seni!”
(H. Hesse, “Bozkırkurdu”, sa:206)
Bir ba ak bile borcu olmamak : (ROMA MYTH.) : Eski Romalılar devrinde ‘Tek metelik bile borcum yok’
anlamında
“TEFEC - Ne? Borcu yok mu?
TRANIO - Bir ba ak bile borçlu de il sana… dedi im i ine geliyor mu senin?”
(Terentius, “Hortlak”, sa:42)
Bir ba ıma, bir ba ına (bırakmak, kalmak, olmak, ya amak) : Yalnız (bırakmak ,kalmak, olmak, ya amak)
Bk.: Tek ba ına
“Ba langıçta bir ba ıma ne yapaca ımı bilemiyordum. Tam otuz bir yılımı banliyö ile Miz-Atlantik
Kaza ve Ya am Sigortası irketi’nin Manhattan’daki ofisi arasında gidip gelmekle geçirmi tim; ama artık i im
olmadı ı için gün bitmek bilmiyordu.”
(P. Auster, “Brooklyn Çılgınlıkları”, sa:9)
“ ‘Bok canına!’ dedi. ‘Seni bir ba ına bırakaca ımı mı sandın moruk? O i i tek ba ına yapamazsın.’ ”
(P. Auster, “ ans Müzi i”, sa:109)
“KAT L N ARABI
Karım öldü, artık bir ba ımayım!
Eh, içebilirim bütün içkimi.
Çı lıkları parçalardı içimi
Eve meteliksiz dönmü olmayım.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa.197)
“Sürüp süremeyecek kadar güzeldi bu, diye dü ündü. Ke ke bir rüya olsaydı imdi, onu hiç
yakalamasaydım, yata ımda, gazetelerin üstünde bir ba ıma olsaydım.”
(E. Hemingway”, “ htiyar Balıkçı”, sa:82)
“Döne edemedi. Bir ba ına olsa neyse ne! O lan var. Günlerden beridir ki o lanın a zını bıçaklar
açmıyor. Yüzünde, dudaklarında bir damla kan eser kalmamı .”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:56)
“Bir süre sonra ekledi:
-Sana diyece im u ki: onun bir ba ına Pierre’le birlikte olması, özellikle gece, ho uma gitmiyor.
Dü ünsene, dünyanın bin türlü hali var. Pierre fazlasıyla içten pazarlıklı.”
(J.-P. Sartre, “Duvar-Oda”, sa:44)
“Prenses Mariya bir ba ına kaldı. Liza’nın istedi ini yerine getirip saçının biçimini de i tirmek öyle
dursun, aynada kendisine bir göz bile atmadı.”
(L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:II, sa:51)
“ li ine kadar ngiliz oldu u halde bu vah i manzaranın yüre inin derinliklerinde co ku uyandırmasına
ve o geçitlere, o uzak tepelere, daha önce yalnızca keçilerle çobanların gitti i o yerlere bir ba ına yürüyü ler
tasarlayarak bakıp durmasına; mevsimsiz açmı parlak renkli çiçeklere müthi muhabbet duymasına, bakımsız
sokak köpeklerini evindeki tazılarından bile daha çok sevmesine ve sokakların keskin kekre kokusunu arzuyla
burnuna çekmesine kendi de a ıyordu.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:85-6)
Bir ba tan bir ba a : Bir ucundan öbür ucuna
“ nsanı sevmeye ça ıran güzel yıldız <Zühre yıldızı>, pe inden gelen Balık burcunu örtüyor, do u bir
ba tan bir ba a tebessümü ile gülümsüyordu.”..... “... ben ya ayayım diye O’nun (Hz. sa) canını feda etmesi,
benim gini inanmı , iman etmi olanların bel ba ladıkları ey, az yukarda bahsetti im o canlı bilgi (Allah’ın en
yüksek Nimet oldu u), hep birden beni yalancı sevginin denizinden kurtarıp gerçe in kıyısına ula tırdılar. Ezeli
bahçıvanın bahçesini bir ba tan bir ba a donatan yaprakları ben, kapsadıkları nimeti, O’ndan aldıkları için
severim.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:II, ‘Araf’, sa:6; Cilt:III, ‘Cehennem’, sa:196)
“Sereth Irma ının yata ı, doymak bilmez Tuna’ya ya amını ba ı ladı ı yere varmadan biraz önce,
brail’le Galatz arasında uzanan geni ve verimli bir ovaya dönü ür. ‘Irmaka ızlar’ denen yöre halkının burayı
bir ba tan bir ba a geçmek için, arabayla iki saat yol alması gerekir, öylesine geni tir i te.”
(P. Istrati, “Minka Abla”, sa:5)
Bir bir (aramak, anlatmak, gitmek, sayıp dökmek, söylemek, yükselmek) : Her eyi ayrıcalıklarıyla, teker
teker (açıklamak)
“MADRIGAL - ... Kuzgun kılıcı ne zaman sökülecek? (Ona do ru bir adım atar, tehditle.) Ya bıldırcın
otu neye dikilmemi ? Sardunyalar da. Çelik a ıları ne olacak? (Duraklar. Artan bir kızgınlıkla ve bir bir
sayıp dökerek, yüksek sesle.) Kırmızı tütün tohumları, zinnialar, beyaz kozmus gelecek yıl mı dikilecek?”
(E. Bagnold, “Kireçli Bahçe”, sa:64)
“ ste i yerine getirildi. Daha sonra Papaz, köylüye, onu nasıl buldu unu ayrıntılarıyla anlattırdı. Adam,
eve getirirken, övalyemizin yumurtladı ı cevherleri de unutmadan, bir bir anlattı; bu da, Papaz’ın ertesi gün
hayata geçirmek istedi i kararı peki tirdi.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:36)
“... zarfın nerede oldu unu, üzerinde ne yazıldı ını, neyle ba landı ını; en önemlisi, bey’in yanına
girmeye yarayan ‘i aretler’i bir bir anlatır.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:350)
“Ve i te bunu hatırlayınca, Tom’u nasıl uyanık tutaca ım da kendi kendine ortaya çıktı. çimden ona
neler anlataca ımı da bir bir dü ündüm. Zavallı Tom’un üstüne böyle bir çamur ataca ım için kendi kendime
gülüyordum.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:63)
“Ali durmadan konu uyor, Memedi, Memedin çocuklu unu, yi itli ini, Abdi A ayı, onun zulmünü,
Abdi A ayı nasıl öldürdü ünü, Hatçeyi, Irazı, çakırdikenli ini, Alida ın tepesinde patlayan ı ı ı, Memedin
kayıplara karı masını bir bir anlatıyor, onu serseme çeviriyordu.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:II, sa:198)
“Bunun üzerine Sir Hector artık gerçekleri bilmesinin zamanının geldi ini söyleyerek Arthur’a, öz o lu
olmadı ını, onu yeti mesi için Merlin’in kendisine getirmi oldu unu ve gerçek babasının Kral Uther oldu unu
bir bir anlattı. Sonra da gidip Ba piskoposa, kılıcı Arthur’un yerinden çekip çıkardı ını haber verdiler.
Sonunda soylular ve halk Arthur’un krallı ını kabul edip önünde diz çöktüler.”
(Sir Th. Malory, “Kral Arthur, Merlin ve Yuvarlak Masa övalyeleri”, sa:27)
“YET ML K
--------------imdi bir bir gidiyorlar
o köklü ve
sarsılmaz bildiklerimiz
kimileri zayıflarken gide gide
bir beden kalana dek
kuru, çarpılmı , sıyrık dolu,
kimileri e erek aniden
dallarını tüm oylumuyla.”
(Yorgi Manousaki<d.1933>-Ahmet Yorulmaz; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.10.02)
“KARNAVAL <Duvardaki Yüzle -1952->
Uzakta ba ka bir dünyada oldu
bu karnaval
sıpacık ıssız yollarda dola ıyordu
kimselerin soluk almadı ı yerlerde
ölü çocuklar bir bir yükseliyordu gö e
uçurtmalarını almak için bir an iniyorlardı.”
(Miltos Sahturis<d.1919>-Ahmet Yorulmaz; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 19.09.02)
“Geçmi yaslar yeniden beni yürekten vurur,
Acıları saydıkça bir bir, içim kan a lar;
Gönlüm eski dertleri anıp çile doldurur,
Borcum bitmemi gibi yine keder borcum var.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:30, sa:101)
“Fabrice’in Clélia’nınkine yanıt veren o upuzun mektubu bu görü meyi sa lamak üzere hesaplanmı tı.
Zaten, büyük bir içtenlikle ve sanki ba ka birisi söz konusuymu gibi, gizini açarak, ona kaleden ayrılmama
kararını verdiren bütün nedenleri bir bir açıklıyordu.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:392)
Birbiri ardına, ardından : Ardarda; birbirini izleyerek; pe isıra
“Kar öylesine dolu dolu ya ıyordu ki, alı mak olanaksızdı, acaba sonu gelecek mi diye gö e bakıyordu
insan durmadan. Mumlar birbiri ardına söndü ve bir daha yakan olmadı.”
(P. Handke, “Mutsuzlu a Doyum”, sa:70)
“... ekmekleri dilip tereya ını sürüyor, yumurtaları lüp lüp götürüyor; sizin anlayaca ınız, sabahtan
ak ama kadar domuz gibi tıkınıp duruyor. Sigaraları birbiri ardına tüttürüp bir nefes olsun çektirmiyor
kimseye.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk, Cilt:1, sa:119)
Gürültüyü i itti im, tepeme ba ımı hafifleten darbeyi yedi im, iki elimle dö emeyi yokladı ım anda,
gözümün önünde, birbiri ardına, kocaman kara gövdeleriyle gö ü kaplayan iki ku un çabucak geçti ini gördüm;
bunlar yalnızca dengemin bozulması yüzünden kararmı ve kocaman görünen iki serçeydi. Ama onların geçi i,
aklımı ba ıma getirmeye yetti.”
(P. Istrati, “Mihail”, sa:177)
“Bazen bir patlayı ın havayı sarstı ı görülüyor, yolda gidenler bir an ellerinde olmadan sendeliyorlardı.
Bazen daha az iddette çatırdılar birbiri ardından trampet sesleri gibi duyuluyor, arada sırada bu sesler korkunç
bir gümbürdeme ile kesiliyor, bazen de fırtına patlayıp ya mur ya maya ba ladı ı sırada duyulan gök gürültüleri
gibi, bütün bu sesler bir çatırdı tarafından silinip götürülüyorlardı.”
(L. Tolstoy, “Sivastopol A ustos 1855”, sa18)
Birbirine, birbirlerine girmek : Tartı mak, kavga etmek; Karman çorman olmak
“Yakın köylerden ve kasabadan binlerce ahali bir çuval mısır ö ütmek için birbirine giriyordu.
Ekseriya çocu unu yüklenen ve e e ini iki çuvalla önüne katan kadın gelip günlerce sırasını bekliyordu. Ate ler
yanardı. Geceleyin çakallar etrafta dola ır, ulurlardı.”
(S.F. Abasıyanık, “ ahmerdan-Çelme”, sa:21)
“Güldüler.
‘ ki yıl sonra, 1561’de, Gabriele Fallopio diye ba ka bir doktor, ‘ke fin’ kendisine ait oldu unu iddia
etmi . ki adam, -tabii ikisi de talyan, onlar meraklıdır böyle konulara-, klitorisi dünya tarihine resmi olarak sen
mi soktun, ben mi, diye birbirlerine girmi ler!’ ”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:198)
“Mevlana’nın ems-i Tebrizi ile bu gibi sohbetleri ve halktan tamamiyle ilgisini kesip yaptı ı halvetleri
(samimi birliktelikleri) haddini a ınca, bütün Konya halkı ayaklandı. Mevlana’nın bütün dostları
kıskançlıklarından birbirlerine girdiler. Hiç kimse bu adamın kim oldu unu ve nereden geldi ini bilmiyordu.
Sonunda hepsi birle erek bu büyük adamın aleyhine yürüdüler.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:I, sa:93)
“... dü ün günü gelmi çatmı küçük halam evlenmek istemedi ini söylemi Derecik birbirine girmi
hiçbir eye kulak asmamı odasına kapanmı durmadan kıyarım kendime deyip duruyormu ...”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:96)
“Ben Fridrih’e seslendim:
-Arkada , komedyanın en güzeli sanırım imdi ba layacak. Karı, koca birbirine giriyor.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:302)
“Bu noktada tartı ma daha da kızı mı , büsbütün birbirlerine girmi lerdi. Kadınca ız bir türlü
susmuyor, yenilgiyi kabul etmiyordu.
-Ben kendime bir Buick satın alabilecek olsaydım, ondan önce size bir görgü kuralları kitabı satın
alırdım.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:105)
Birbirinin <birinin> burnundan getirmek : Birine, sevinece i bir olayı zehir zemberek etmek
“Sabahleyin güne do up da nefis bir gün mu tulayınca, hiçbir zaman haykırmaktan kendimi
alamıyorum: i te yine birbirlerinin burnundan getirecekleri ilahi bir nimet.”
(J.W. von Goethe, “Genç Werther’in Acıları”, sa:94)
Bir bir kapanmak sayılıp dökülmek, sayıp dökmek, sıralamak, yinelemek : Olayın ayrıntılarını teker teker
sıralamak
“Suyun ve Topra ın Karde leri <Kabil 1975>
Annelerimiz
-Seccadelere oturdu ve sustulenmi toprakta ba arı inler
Çocuklarının korkusunu duymak umuduyla:
Öldüler
Ve onlar
Gençlerin ufuklarında.
Babalarımız yolları katlıyor göçen geçmi te
Atların hikayesiyle, sayfalar
Kovulmu kambur damların altında bir bir kapanıyor i te.”
(Bervin Bazuk-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 19.01.06)
“S RENLER
Bir bir yineledim bunları, açıkladım yolda larıma.
Derken geldi dayanıklı tekne hızla Sirenlerin adasına
sürüklenip tatlı bir meltemle. Sonra kesildi rüzgar,
sütliman oldu her yan, ninni söylüyordu tanrılardan biri
dalgalara...”
(Homeros <Odysseia’dan>, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:97)
“Bir ba ka sefer de, ülkenin soylu ki ilerinden birinin vefatını bildiren bir mektup almı tı. Mektupta
uzun bir sayfa boyunca ölünün unvanları ve ayrıca bütün akrabalarının derebeylik ve asalet sıfatları bir bir
sayılıp dökülüyordu.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:30)
“Alinin koluna iyice girmi , uzun gövdesiyle ona abanmı , kendinden geçmi , alaca ı saatin ne biçim
bir saat olaca ını, onu sviçreden do rudan do ruya saatin fabrikasından getirtece ini söylüyor, saati, ta larını,
nakı larını, köste inin a ırlı ını, minelerini bir bir sayıp döküyordu.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:III, sa:94)
“OTUZ BE YA
R
---------------------------Hayal meyal eylerden ilk a kımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Hayata beraber ba ladı ımız
Gittikçe artıyor yalnızlı ımız”
(C. Sıtkı Tarancı<1910-1956>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1,
sa:300)
“Hadi aile adlarına ehemmiyet vermemi , ama yavrusu için yüre i titreyen babasını da mı hiç
dü ünmemi ti? Amcanın gö sünü dolduran iftihar hissinden haberdar olmayan hala, bu derin teessüflerini
telefonda bir bir sıralayınca, amca ipleri eline almasının zamanı geldi ini anladı.”
(A. Tunç, “Ömür Diyorlar Buna”, sa:69)
Birbirlerine ısınmak : ki ki inin ruhsal olarak birbirlerine yakınla maları, birbirleri hakkında daha iyi
hissedip hissedip birlikteliklerini daha olumlu duyumsamaları
“Kısa zamanda birbirlerine ısınmı lar, ana kız gibi oluvermi lerdi ama bir süre sonra ayrılmaları
gerekecekti. Bir gün Selanik’ten bir mektup geldi ve ayrılık haberi verdi. Sakız kızın teyzesi onu almaya
geliyordu, vakit gitme vaktiydi.”
(Bü ra Akku , “Mübadele Öyküleri-Sakızın Serzeni i”,sa:69)
Bir bir sayıp dökmek : Bir tezi ya da sav’ı -daha ziyade kendine kanıtlamak istercesine-, aynı bulguları
birbiri ardından tane tane sayıp dökmek, yinelemek
“ vayk Biegler’i tugayda hiç görmedi, çünkü Biegler tam iki saatir subay helalarından birinde
lturmaktaydı. Biegler’in buralarda vaktini bo a harcadı ını söylemek de yanlı olurdu, çünkü 6 eylül 1634’deki
Nördlinghen Muharebesinden 19 a ustos 1888’deki Sarayevo Muharebesi’ne kadar kahraman AvusturyaMacaristan ordularının tekmil anlı sava larını kendi kendine bir bir sayıp döküyor, hayalinde canlandırıyordu.
Sifo’nu çekti inde su fo ur fo ur akarken gözlerini kapatıyor, sava ın karma asını, süvari hücumlarını, topların
gümbürtüsünü hayal ediyordu.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:II, sa:274)
Bir bit yeni i olmak (Bu i in içinde, bu i te, bunda) : Hile hurda, üphe uyandıran bir neden ya da davranı
göstermek
“B. KAT B - Peki reis bey.
CEL LE - Bu gizli celse hiç ho uma gitmedi efendici im. Yemin ederim ki bu i te bir bit yeni i var.
OKYAY - Olmasa bile, nezaket dı ı bir hareket mon er... Nihayet aramızda kadınlar var.”
(C.F. Ba kut, “Harput’ta Bir Amerikalı”, sa:95)
“Sophie duyduklarını kavramaya çalı ıyordu. ‘Bu Aziz Petros de il mi? Mesih’in klisesini in a etti i
kayalık.’
‘Aynı ama, i in içinde bir bit yeni i var. De i tirilememi olan bu dizelere göre sa, Hıristiyan
Klisesi’nin kurulu direktiflerini Petros’a vermemi ti. Verdi i ki i Magdalalı Meryem’di.’ ”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:276)
“ELIZABETH - ‘...E er isyancılar böyle bir eye kalkı tılarsa bunun nedeni u ramı oldukları
haksızlıklar.’
EGERTON - Evet aynen öyle, mükemmel.
MAMA - Bu hikayede bir bit yeni i var.”
(D. Fo, “neredeyse kadın: elizabeth”, sa:85)
“ ‘Gürgenli villanın kar ısında mı oturuyorsunuz? dedi. Öyleyse mademoiselle Mesurat’yı tanırsınız.
Babası pek acıklı bir ekilde öldü. Bu i te bir bit yeni i var.’ Bunları tabii mademoiselle Grand söyledi,
anlıyorsunuz ya?
Genç kız:
-Evet, diye fısıldadı.”
(J. Green, “Adrienne Mesurat”, sa:177)
“Müdürlerden birinin yerine Bateman kendi gitmeyi önerdi. Wellington’dan dönü zaten Tahiti yoluyla
oluyordu; böylece Edward’ı görebilirdi.
‘Bu i te bir bit yeni i var ve bunu ortaya çıkarmak istiyorum. Tek çözüm yolu bu.’ ”
(S. Maugham, “Pasifik Öyküleri”, sa:72)
“Mahmud - Benim bildi im Havvas A a kendinden gayrısına saltanat tanımaz a am. Bu i te bir bit
yeni i vardır.”
(M. Mungan, “Mahmud ile Yezida”, sa:57)
“Paulo ile i çi aynı eyi dü ündüler. Pierre’de bir bit yeni i vardı. Bakı tılar ve Paulo sordu:
-Pierre, sahi iyi misin? Seninle geleyim mi?
-Hiç merak etme, bir ikayetim yok.
çi, Paulo’yu uyarmak istedi:
-Onu yalnız bırakmalısın. Aklı ba ında de il.”
(J.-P. Sartre, “
ten Geçti”, sa:79)
“TRANIO, kendi kendine - ... Haydi onunla da bir konu alım… Ah! benim ba ıma gelenler! her yanım
zangır zangır titriyor. Ki inin içinde bir bit yeni i oldu mu, korkudan bir türlü kurtulamıyor.”
(Terentius, “Hortlak”, sa:38)
Bir bo az : Doymak bilmeyen, çok yiyen kimse, obur
Bk.: Pis bo az
“Öbür eltisi için ‘Mandanın biri’ diyordu; ve Selma Hanım’ın kula ına e ilerek ilave ediyordu:
‘Kuzum, hep uyurmu , hep uyurmu . Hani o vakit bile horul horul uyurmu ... Bir bo az! Doymaklar bilmez.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:47)
Bir bo az eksilmek : Bir aileden, yeniyetme birinin okul, askerlik, evlilik, dı arda yuva kurma gibi amaçla
ayrılmasından sonra, eve bakmakla yükümlü olan ki inin, bakım ve geçimle yükümlü oldu u ki ilerin sayısında
olu acak ‘bir’ eksilme
“Ho una gitsin diye söylüyordum, ama o bunu herkese söylememi istiyordu, özellikle de Terdonalu
ulaklara, böylece azizlerin bile kendilerine kar ı olacaklarına inanacaklardı ve i te bu yüzden beni babamdan
satın aldı, verdi i iki kuru para için de il, besleyecek bir bo az eksilecek diye verdi beni babam. Böylece
ya amım de i ti.’ ”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:38)
Bir boka benzememek : Yapılan i in hiç bir de eri olmaması (Argo)
“‘Ben air olmak istemiyorum. Yalnız kendim için arkı söylüyorum. stersen bu iiri sana arma an
edebilirim,’ demi ti Abdül, duygulanarak.
‘Ya daha neler,’ diye tepki göstermi ti air, ‘Provence dilinden Germence’ye çevirirsem bir boka
benzemez...’ ”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:79)
Bir boka yaramamak : Hiçbir i e yaramamak, hayatta gayesine eri ememek (Argo)
“Bana anlattıklarına göre, orospuluk yapma dü üncesine dayanamadı ımdan suçluluk kompleksine
kapılıp deliriyorum.. Evet çevrem var.. Çevre ne boka yarıyor ki…”
(D. Fo-F. Rame, “Kadın Oyunları & Açık Aile”, sa:53)
“Memed ba ını kaldırıyor, bir onun yüzüne, bir kasıma, bir Temire bakıp geri indiriyordu.
‘Söyle arkada içindekini, sıkılma, beni baba, a abey bil. Ne istersen bana her eyi açık açık söyle.
Hiçbir boka yaramadım u dünyada para biriktirmekten ba ka...., her ey, bütün öfkem içimde kaldı.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:III, sa:483)
Bir bok kalmamak : Hiçbir -kötü- ey kalmamak (Argo)
“ ‘Neyi anlattı?’ Bu saçma bir soruydu, ama Sachs’ın serinkanlılı ı kar ısında ba ka bir ey
söylemeyecek kadar afallamı tım.
‘Ben yokken olanları. Kafanıza dank edi ini, düzü meleri, emi meleri. Bütün rezilli i.’
‘Anlıyorum. Bilinmedik fazla bir ey kalmamı .’
‘Hayır, bir bok kalmadı.’ ”
(P. Auster, “Leviathan”, sa:92)
Bir bok yapmamak : Hiç bir ey yapmamak (Argo)
“... gözlerini karanlı a alı tırmaya çalı an profesörü iterek: ‘Her ey yolunda mı?’ diye sordu. ‘Nir de
ben bakayım!’ Delikten bakarken, bir yandan da homurdanmaya ba ladı: ‘Ooo, ayranı kabarmı gene
orospunun. Eve ak amın sekizinde dönüyor. Kocası bekleyedursun. Ne yemek yapmı tır kocasına? Bi bok
yapmamı tır tabii.’ ”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:428)
Bir buda ı (duda ı) yerde, bir buda ı (duda ı) gökte: Dev; Küçük çocukken büyüklerimizden dinledi imiz
masalların ço unun ba ı: ‘Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir duda ı yerde bir duda ı gökte bir dev
varmı ’ diye ba lardı.
“Bir de u var ki iyi bir gezgin övalye, bir buda ı yerde, bir buda ı gökte, bacakları minare kadar
uzun, yelken dire i kadar kolları olan, gözleri de irmen ta larına benzeyen ve alev alev yanan on devle
kar ıla tı ında, korkmak, ürkmek bir yana, kılı bile kıpırdamadan, mangal gibi bir yürekle üstüne gider, sert
balık pullarından yapılma zırhlar da ku anmı olsalar, am i i palalar ya da benim de görmü oldu um çelik
kamalı topuzlar da ta ısalar, çarçabuk hepsini devirir.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:447)
Bir bu eksik(ti) : Her eyin üstüne bir de bu ha! imdi beter olduk! Nerden çıktı bu yahu?
“Bu sırada Fischerle ko arak geldi. La ımcı, Kien’in kendisini geri çevirdi ini cüceye bildirmi ti. Ate
püskürüyordu. Bu ne demek oluyordu? 2000 ilini mesele yapıyordu! Bir bu eksikti!”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:327)
“MARTA - Ayrıca nefesin de kızgın bir ejderhanınkine benziyor.
ELIZABETH (Tükürür.) - Bir bu eksik. Zaten cildim kızgın bir ejderhanınki gibi. Göz altımdaki u
morluklara bak.”
(D. Fo, “neredeyse kadın: elizabeth”, sa:26)
“ ‘... Bu caddenin ucunda Dikmen diye bir yer vardır, o kadar pitoresktir ki... Bir ba ka gün de göle
gideriz. Ördek avına...’
Genç kadın di i bir gülü le:
‘Hah, bir bu eksikti...’ dedi. ‘Bu gidi le siz onu yava yava sava meydanlarına do ru
sürükleyeceksiniz.’ ”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:62)
“Onu oracıkta parçalayabilirdim. Dilimi ısırdım. Tam o sırada Gabriella seke seke koridordan geçti;
bize acele bir merhaba deyip a a ı ko tu.
‘Bir bu eksikti,’ diye homurdandım. ‘ kinizden hanginiz ba tan çıkardınız bunu?’
‘Ne diyorsun, kim onu ba tan çıkarmı ? O çapkın daha anasından do madı.’ ”
(C. Pavese, “Tepelerdeki eytan”, sa:135)
Bir cıgara içimi : Özellikle sigara içenler tarafından -nadiren de olsa- kullanılan bir ‘zaman birimi’, üç ila be
dakika süre, yani ‘bir içimlik zaman’
“... beni kim anlıyor kim biliyor bana kim hak veriyor kıvrandı ım zaman gururumu kurtarmak için
yaptıklarımı kim do ru buluyor kim benim bir bencil canavar oldu umu söylemekten geri kaldı imdiye de in
0kim bir cıgara içimi dinlenme bahanesiyle dalga geçmeliyim, bo ulaca ım yoksa.”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:123)
Bir cümbü tür gitmek : Yüksek sesle ne eli, -ço u kez müzikli- e lence; bazı kez kavga
“Evleri çok canlı, gürültülü, enlikli bir yerdi; bir cümbü tür gidiyordu. nsanlar bütün odalardan
birbirlerine sesleniyorlardı; kimse saklanamazdı; kafasını dinlemek isteyen kendini dı arı atıyor, evden çok
dı arda dinlenebiliyordu.”
(E. Canetti, “Kulaktaki Me ale”, sa:89)
“Köylüleri ortalarına almı lar, götürmü ler. kramda bulunmu lar. Sarayın bir ucu burada, bir ucu
Erciye ’in ete indeymi . Sabaha kadar bir cümbü tür gitmi . Davullar çalmı lar, oyunlar oynamı lar.”
(Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:182)
Bir çalımdır gitmek : Burnu havada, kendini be enmi , çalımlı bir tavır takınmak
“Ne yapmak niyetinde oldu umu gayet iyi biliyordu herhalde; tüfe imi doldurup doldurmadı ımı da
bunun için sormu tu zaten. Bugün bile kibrinden vazgeçmemi , onsuz olamamı tı; güzelce süslenmi , yeni bir
gömlek giymi ti; halinde tavrında bir azamet, bir çalımdır gidiyordu.”
(K. Hamsun, “Pan”, sa:181)
Bir çıkından (bohçadan) ba ka bir eyi olmamak : Eski devirlerde, konak ya da saraylarda çalı tırılan köle,
evlatlık vb yardıma çok gereksinimleri olan kimselerin mal beyanı (Erkek için çıkın, kadın için bohça.)
“KENT (Oswald’a.) - Sen... sen rezilin, edepsizin birisin.....bir çıkından ba ka bir eyi olmayan bir
kölesin. Göze gireyim diye pezevenklik edecek yaratılı ta olan sen, alçaklı ı da, namussuzlu u da, hayasızlı ı,
düzenbazlı ı da ki ili inde toplamı bir fırlamasın, kancık o lu kancıksın.”
(W. Shakespeare, “Kral Lear”, sa:57-8)
Bir çırpıda : Hemencecik, o anda, çabucak, süratle
“KOPENHAG KADINLARI
-----------------------------------Ne var ki hiçbiri görmedi beni!
Kürkü olan, gözya ını saklamaya çalı arak eldiveniyle
indi Farimagsgade’ye gelince.
Heidegger okuyan kız, bir çırpıda kapayıp kitabını
baktı bana bir alaycı gülümsemeyle
sanki kendine özgü bir önemsizli e bürünen
bir Bay Hiçkimse’ydi ayırt etti i.”
(Klavs Bondebjerg<1953-2004>-Murat Alpar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.05.06)
“Bayanı hemen tanıdım. Adı Davika’ydı, (metro) kondüktörlerden biriydi. Daha imdiden, Bob’la
konu mak konu mak üzere defalarca yanımıza gelmi ti. ‘Al bakalım Bob,’ dedi, boynunun arkasını ok ayıp,
kaseyi önüne yerle tirerek. ‘Susuz kalmanı istemeyiz, de il mi?’ diye ekledi. Bob kaseye kafasını koyup, suyu
bir çırpıda içip bitirdi.”
(James Bowen, “Sokak Kedisi Bob”, sa:174)
“Edebiyat. Bu sözcükten sakınmalı. Onu bir çırpıda telaffuz etmemeli. Edebiyat büyük yazarların
elinden alınsaydı belki de onlara ait en ki isel ey alınmı olacaktı.”
(A. Camus, “Defterler 2”, sa:33)
“Zaferler! Zaferler! E er Hitler’de ötekilerin tümünden beter sayılabilecek bir u ursuz yan varsa, o da
zaferlere olan inancıdır. Almanlar artık galip gelmedikleri an onun ulusu olmaktan çıkarlar. Hitler bir çırpıda
onların ya ama haklarını elinden alır.”
(E. Canetti, “Sözcüklerin Bilinci”, sa:101)
“Gecenin saat on birinde, övalye, odasına döndü ve bir lavta gördü orada; onu eline aldı, biraz
tıngırdattı ve pencereyi açtı..... öksürdü, gırtla ını temizledii ve sonra ölçülü fakat kırık bir sesle o gün
besteledi i bir romansı okumaya ba ladı:
-------------------------Ve gezgin övalyeler de,
Saray ahalisi de,
Delicesine a klar isterler fakat,
Akıllı uslu kızlarla evlenirler.
A klar vardır, tan vaktini andırır,
Yolda anlatılıverir bir çırpıda,
Batı ını görür çarçabuk,
Anlatan da dinleyen de.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:680-1)
“DULLAR
-----------te Bayan Montgomery,
Bayan Pilching, Bayan Wolf, ve
Bayan Pelletier, bir çırpıdadokuz evlik bir bölümde
dört dul, briç oynuyorlar,
ö len yeme i ya da çay geliyor sonra.”
(Donald Hall<d.1928>-Nazmi A ıl; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 27.01.05)
“ çerdi i olanakların bilincine Boncuk Oyunu’nun bir çırpıda varması, dolayısıyla evrensel bir kültürü
geli tirebilecek bir düzeyi olu turması tek bir ki inin eseridir ve bu ki i oyunda böyle bir ilerlemeyi yine müzikle
kurulan ba lantı sayesinde gerçekle tirmi tir.”
(H. Hesse, “Boncuk Oyunu”, sa:35)
“E er, bu korkunç durumda afallamı bir halde, aklıma o kurtarıcı fikir gelip de bunların benim kendi
ellerim oldu u, onları bir çırpıda birbirlerinden ayırabilece imi, kavgaya ve ıstıraba son verebilece imi
dü ünebilmi olsam, bu fikir aklıma gelmemi olsa, sol elim bilekten kırılırdı...”
(F. Kafka, “mavi oktav defterleri”, sa:26)
“Babanızın adı. Re it, diyorum. Umurumda de il. imdi de, nerden geldiniz, diyor. Sarıkumlu
oldu umu söylüyorum; bir çırpıda söyledim her eyi. Rahat bıraksın artık.”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:32)
“Solu u kesilmi ti sanki. Sonra bir çırpıda hepsini okuyup Komutana uzattı gazweteyi. Komutan
gözlerine inanamıyor gibi baktı bir an. Elindeki gazeteyi evirip çevirdi; sonra üç kez üst üste okudu yazılanı.
Karısı: ‘Lorenzo! Ne diyorsun bütün bu olanlara... yanıt ver allaha kına! Bir ey söyle!’ diye üsteledi.”
(H. von Kleist, “Locarno Dilencisi-O... Markizi”, sa:44)
“Üç mektup. Üçü de 1012 yılında Havana’da postaya verilmi ti. Bir çırpıda, belirsiz bir geçmi te yok
olup gitmi bir hayalet olmaktan çıkıyordu benim için Cebrail.”
(A. Maalouf, “Yolların Ba langıcı”, sa:23)
“ ‘Bu konuyla artık daha fazla ilgilenmek istemedi imi açıklamak isterim.’
Kesselmeyer, ellerini havaya kaldırıp sallayarak, ‘Ya, öyle mi?’ diye ba ırdı... ‘ te bu çok güzel! Çok
yerinde söylenmi bir söz! Bay Konsül, i i kolay yoldan düzeltmek istiyor herhalde!. Uzun uzun konu up
tartı madan! Bir çırpıda!’ ”
(Th. Mann, “Buddenbrooklar”, sa:201)
“A rı Da ı’ndan ni
*
Ansızın gelen su gibi
apar topar geliyor korku
Büyük karga a içinde dünya
Görünen görünmeyen ne varsa
tedirginlik sarıyor her yeri bir çırpıda”
(Mateya Matevski<d.1929>-Suat Engüllü; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.04.05)
“Kısa bir süre önce yeni üniformalarıyla cepheye u urlanan milisler de, öteki askerlerden farksız
de ildi. Onlar da sava tan nasiplerini almı lar, peri an hale gelmi lerdi. Ancak gözlerinde bir ı ık parlıyordu.
Çünkü askerlikten kaçtıkları üç yıl içinde neden cephede olmadıklarını açıklamak zorunlulu unu bir çırpıda
ortadan kaldırmı lardı.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:425-6)
“Neckar ırma ı kıyısında Tolfingen’de bacaklarının yorgunlu unu duymaya ba ladı. Geçirdi i gece
hiçbir yatak yüzü görmemi ti ve sonra bir çırpıda on be saatlik bir yol almı tı.”
(E. Mörike, “Stuttgart Cücesi”, sa:123)
“Sonra, bir çırpıda, yok oluverdi. Yalnızca hasır apka kalmı tı suyun üstünde. Korkunç bir süre sonra
da, belki yarım, belki tam bir dakika sonra kocaman birkaç hava kabarcı ı fokurdadı suyun yüzünde, sonra hiçbir
ey olmadı.”
(P. Süskind, “Bay Sommer’in Öyküsü”, sa:108)
“.....O gece....küçük bir felaket oldu: Pont au Change’ın batı tarafındaki, üçüncü ve dördüncü ayaklar
arasında kalan parçası çöktü. ki ev sulara gömüldü, öyle birdenbire ve topyekun gitti ki evler, oturanlardan
kimse kurtulamadı. Ne mutlu ki iki ki iydi söz konusu olan: Guiseppe Baldini ile karısı Teresa. Çalı anlar izinli,
izinsiz soka a çıkmı lardı. Otuz yıl boyunca çocu u, akrabası olmayan Baldini’nin vasiyetnamesinde kendini
mirasçı olarak gösterece i umuduna bel ba layan yardımcısı Chénier, sinir krizi geçirdi. imdi, bir çırpıda
gitmi ti bütün olası miras, her ey, ev, ma aza, hammaddeler, atölye, hatta var idiyse vasiyetnamenin kendisi.”
(P. Süskind, “Koku”, sa:115)
“... yazmak istediklerini bir çırpıda söyleyebilmek fırsatını buldu una sevinmi olacak ki mektubunda
yazaca ı eyleri Rostof’a anlattı.
-Bak görüyor musun dostum, dedi. Biz a ktan uzak kaldıkça uykudayız, hiç o lu hiçiz.”
(L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:I, sa:303)
“Efsun bilmem kaç göbektir üstüne tek bir leke sürülmemi aile erefini bir çırpıda lekelemi , bunca
yıldır gözbebekleri gibi korudukları haysiyetlerini yerle bir etmi , kimin kızı oldu unu unutup, kenar mahalleli
hafif kızlar, hatta affedersiniz sürtükler gibi basit, adi bir yarı maya girmi ti.”
(A. Tunç, “Ömür Diyorlar Buna”, sa:68-9)
“Barones’in geri dönü üyle ba layan o bo ucu hava sonunda bir fırtınaya dönü tü: Sevimsiz
tartı malardan biri sırasında Baron’un sabrı ta mı , uysal, aldırmaz bir ö renci gibi davranmaktan bir çırpıda
vazgeçmi , kapıyı arkasından çarparak dı arı çıkmı tı.”
(S. Zweig, “Amok Ko ucusu-Leporella”, sa:169)
“... ve ebedi mübala acı olarak yine çok ötelere, öbür uca kaçar. ‘Beni her eyden önce bilmek denen
ey i rendiriyor.’ Bir çırpıda kar ı kutba atmı tır kendini, inancını içinden, ya anmı günü takvimden koparır
gibi çekip çıkarmı tır..”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, Cilt:I, ‘Kleist’, sa:28)
Bir çift laf etmek, söylemek : Konu mak, sohbet etmek, hal hatır sormak
Bk.: Bir çift söz etmek
“O gece Tom’la birlikte bir hasta ziyaretine gitmi , sonra pipo tüttürüp bir çift laf etmek için benim
odama dönmü tük. Tom’un kendi konforlu dairesine dönmeden önce yan odadan bana seslendi ini duydum.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:60)
“Ama derken o kaçınılmaz ba arısızlık çıkagelir, babam kızıp içerleyerek dayımı alay ve hakaretlere
bo ar, bir daha aylarca ne yüzüne bakar ne de tenezzül buyurup kendisiyle bir çift laf ederdi.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:19)
“Bu nedenle <teslim güçlükleri ve riskleri> geride kalanlara artık mektup yazılmıyordu. Telefon
ediliyordu. Ya da en azından bu deneniyordu. Onda dokuz sonuç alınamıyor, ama bazen telefon açılıyordu. O
zaman asıl söylenmek istenen acele acele söyleniyordu, çünkü her an hat kesilebilirdi. Yakınların sa lık durumu
soruluyor, birtakım acil ihitiyaçlar -öncelikle de ülkede artık bulunamayan ilaçlar- not ediliyor, gönderilen veya
alınan mektuplar hakkında bir çift laf ediliyor, giden veya gitmeye hazırlanan yakınlar sayılıyordu. Daha sonra,
telefon i letmesi insafa gelir de hat kesilmezse, ba ka eylerden söz etme lüksü göze alınabiliyordu.
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:61)
“CLEANTE - O ya ta adamın evlenmek nesine? Hiç sıkılması yok mu? Yakı ır mı ona böyle
sevdalanmak? Bu i i gençlere bırakmalı de il mi?
JACQUES USTA - Hakkınız var, münasebetsizlik etmi . Durun ona bir çift laf söyleyeyim.
(Harpagon’a gelir.) Yok canım! O lunuz söyledi iniz kadar dikkafalı de il, yola geliyor.”
(Moliere, “Cimri”, sa:106)
“AMANDA : ..... Onu meslek okuluna kaydettirdim... kahredici bir ba arısızlık! Öyle korkmu ki
oradan, midesi bulanıp kusmu . Onu kilisedeki Genç nsanlar Birli i’ne götürdüm. Ba ka bir fiyasko! Ne o bir
kimseye bir söz etti, ba kası ona bir çift laf.”
(T. Williams, “Sırça Hayvan Koleksiyonu”, sa:39)
Bir çift söz etmek, sözü olmak : Önemli bir iki söz (söylemek)
“Ama unu iyi hissediyorum ki, Tanrı babamızın bana bir çift sözü var söylemek istedi i. Agi bir çocuk
nihayet, hastalıktan da ba alamadı hiç; ama Tanrı biliyor ya, öteki çocuklarımın hepsinden daha çok sevdim
kendisini.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:129)
Bir çöp (bile) kalmamak : Veraseten hiç bir eye sahip olmamak; Açlık ya da kıtlıkta yiyecek bir ey
kalmamak
“Hiç olmazsa senin babandan u altındaki at kaldı, belindeki kılıç kaldı. Benim babamdan bir çöp bile
kalmadı.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köro lu’nun Meydana Çıkı ı”, sa:79)
“Açlık korkusu kapıya gelmi ti. Ayrıca, yabancıların yol yapımında çok yava çalı tıklarını ö rendiler.
Yoksa, Walker onlara acele etmemeleri için akıl mı vermi ti? Bu gidi le, yol bitti inde köyde yiyecek bir çöp
kalmayacaktı.”
(S. Maugham, “Pasifik Öyküleri”, sa:37)
Bir çöpü (bile) olmamak : Hiçbir malı mülkü olmamak
Bk.: Bir i nesi bile olmamak
“‘... Uzun süredir birlikte kaldı ım Samana’ların yanından geliyorum.’
‘Samanalar’ın yanından geliyorsanız nasıl oluyor da hiçbir eye gereksinmeniz olmuyor?
Samanalar’ın hiçbirinin bir çöpü yoktur, de il mi?’ ”
(H. Hesse, “Siddhartha”, sa:87)
Bir çuval incir(i) berbat olmak (etmek) : Bir i i ba aracakken ya da do ru yapacakken ba aramamak, sonuç
elde edememek; küçük bir ba arısızlık yüzünden i in tümünde kayıplara u ramak
“Hostes biletini alıp baktı ve bu biletle böyle bir aktarma yapamayaca ını söyledi. Maria, bu kadar
güzel bir kenti tek ba ına ke fetse bunalıma girece ini dü ünerek kendi kendini teselli etti. So ukkanlılı ını,
iradesini koruyordu hala, bir varlı ın eksikli ini çekiyor diye bir çuval inciri berbat edecek de ildi.”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:233)
“ u anda tabancası yanında olsa çekip vurabilirdi. Tabancası yoksa, eli, kolu tutuyordu, yumruk, ya da
hiç olmazsa tokat atabilirdi, ama gözü kesmedi.. Ba gardiyan deh etli güçlü bir adamdı. tokat, ya da yumruk
atmaya kalırsa, katip kaybedece ini biliyordu. Velhasıl bir çuval incir berbat olmu tu.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:63)
“Baytar, ükrü Efendinin a kınlı ını yüzünden anladı, ‘Poyraz Bey bir zabittir ükrü Efendi.
Sarıkamı ta bitlere yenmekten ve hem de donmaktan kurtulmu bir avuç askerden biridir. Hem de efendim
stiklal Madalyalı bir kahramandır,’ dedi. stiklal Harbi madalyalı demedi. Harp sözcü ünü kullanıp bir çuval
inciri berbat etmedi.’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:266)
“Sonra, bir gün, anide bir ey oldu ki az kaldı bir çuval inciri berbat ediyordum. Mesele, çok basit bir
olaydı, sinirlendi imin de farkındaydım, ama ‘atılan oltaya takılmamaya’ kararlıydım.”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:187)
Bir daha adım atmamak : Olan olumsuz olaylardan dolayı, ayrılınan yere bir daha dönmemek (Alı veri
yapılan yer, ev, i , memleket vb.)
“‘Kaç para?’ dersiniz, ‘Üç peni,’ der satıcı kız. Sonra cebinizi arar, tarar, nihayet o saçma küçük eyi
dımdızlak, bir gazoz kapa ı gibi tutarsınız parmaklarınız arasında. Satıcı kız burnuyla yoklar durumu.
Dünyadaki son üç peninizi elinizde tuttu unuzu ıp diye anlar...... Burnunuz havada dükkandan çıkarsınız, oraya
da bir daha adım atmazsınız.’ ”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:10)
Bir daha dememek : Ba ka bir ey söylememek, dememek
“Deli Durdudan sonra Memedin adı söyleniyor. Ünü sardı dört bir yanı. nce Memed diyorlar da bir
daha demiyorlar. Ben ne bileyim kızım? Ben de elin yalancısıyım.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:216)
Bir de : Ek olarak; üstlüne üstlük
“Bir de ansı yaver gitmi ve o sıralar stanbul’u ziyaret edip sadece üç be ki iyle ilgilenen Brezilyalı
bir estetik cerraha yaptırmı tı burun ameliyatını. Adam i inin ehli olmalıydı ki daha sonra ne nefes alı ında, ne
burun kıkırda ında hiçbir sorun çıkmamı , sargıları alındıktan sonra, birkaç hafta morlu a katlanmaktan ba ka
bir güçlük ya amamı tı Aysel.”
(Ö.Z. Livaneli, “Mutluluk”, sa:25)
Bir de bakıyor ki : Birdenbire ayrımına varıyor ki
“Ba ırıp ça ıranlar mı arasın, a kınlıktan donakalanlar mı arasın? Tartarin de kaldırıyor ba ını, bir de
bakıyor ki: deve! Deve efendim, deve, trenin ardından var gücüyle ko up duran, trenle atba ı giden ba a çıkılmaz
deve! Tartarin’in birdenbire keyfi kaçtı. Gözlerini kapayarak kö eye büzüldü.”
(A. Daudet, “Taraskonlu Tartarin”, sa:136)
Bi(r) dedi i iki edilmemek; Bir dedi ini iki etmemek : Her arzusunu harfiyen yerine getirmek
Bk.: Bir sözü iki edilmemek
“Bunun üzerine:
-Ben dünyada iken, gözlerim çok ho lanmı tı Marcia’dan (Araf Kapısında bekleyen ihtiyar: Marcus
Pontius CATO’nun karısı), dedi. O kadar ki ne dilediyse yaptım, bir dedi ini iki etmedim. imdi günah nehrinin
(Cehennemi sınırlayan Akheron nehrinin) beri tarafında kaldı ı için, ben oradan ayrıldı ım sırada çıkarılan bir
yasa gere ince artık üzerimde bir etki yapamaz.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:II, ‘Araf’, sa:9-10)
“... benim yüzümden diye ba ırarak ko mu kıpırdamadan yatan abisine; alnı biraz kanlıymı , üstüne
kapanmı . Rüstem abim akadan ölü gibi yatarmı me er; sarılvermi karde ine, öpmü . Güle konu a geldilerdi
o ak am. Eskiden de iyiydiler birbirleriyle ama abisi evlenince Faruk büsbütün üstüne titrer oldu onun, bi
dedi ini iki etmezdi.”
(Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:133)
“Çocu un bilincine indirilen darbenin dı belirtileri, kendi ölçülerine göre azaldıkça, kaygıları
artıyordu: iç yıkıntılar daha derindi besbelli, Jonas geçirdi i günden, ya amından ho nut olmaya görsün, anasıyla
babasının sürekli kaygısı çılgınlı a dönü üveriyordu. Özenleri iki katına çıkıyor, çocu un bir dedi i iki
edilmiyordu artık.”
(A. Camus, “Büyüyen Ta ”, sa:6)
“... ben onun zaman zaman a ladı ını, gözlerinden bir elem bulutunun öyle bir süzüldü ünü sezerdim.
Babamsa iyi adamdır ama mesafelidir. Biricik kızını, kendi inancına göre sevdi ve onun bir dedi ini iki etmedi.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Sebastian”, sa:153)
“... Önceleri ünü ve önderli i öylesine kabul edilmi ti ki, bir dedi i iki edilmezdi. Ama zaman geçtikçe
de erinden dü meye ba ladı ve i i, danslarda hediye yerine canlı kurba a vermeye kadar vardırıdı.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:70)
“Çünkü dostunun iyili ine kar ın sürekli acı çeken zavallı kadın aksile mi ti, çok zaman ona ha in
davranırdı. Kir Nicolas buna kar ın, onu hiçbir zaman kızdırmaz, bir dedi ini iki etmez, tüm kaprislerini yerine
getirirdi.”
(P. Istrati, “Kodin”, sa:127)
“Testinin bo azından su, bir hıçkırık sesiyle akıyor.
-Emine, görüyorum ki halinden hiç memnun de ilsin. Bana varsaydın, seni ba ımın üstünde ta ırdım.
Seni böyle çalı tırmazdım. Bir dedi ini iki etmezdim.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:169)
“Suat’ı ben de severim Mü fik de sever ama anneme bir ey söylemedim, babam içlerinde bir Suat var
dedi o çok iyi bir çocuk galiba sanki onun da anası Çuhacı’lardan mı akrabalarından mı de il kendini
sevdiremediyse de Hasan Bey’in bir dedi ini iki etmiyor kadınca ız ben ama asıl Hasan’dan korkuyorum
hastalıklıdır o bilirsin Allah etmeye ona bir ey olursa Nimet de sürünür Suat da.”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:59)
“Bazan unuttu umuz eyin kederini, hizmetçi Emma Hanım’ın a ırı efkatli bir sarılı ından,
babaannemin a çısı Bekir’in bir dedi imizi iki etmeyi inden ya da Pazar sabahı Aydın amcamın bizi 52 Dodge
arabasıyla Bo az’a götürmeye fazla hevesli olu undan anlardık.”
(O. Pamuk, “ stanbul”, sa:80)
“Tanıklar arasında konu tuktan sonra yeniden ate edilmesine kesinlikle engel oldular. Octave
anlamı tı: B. De Creveroche’un tanı ı kibarlar çevresine belki de yi itli i yüzünden sokulabilmi emir kulu bir
yaratıktı ama, Marki’nin bir dedi ini iki etmiyordu. Adama dokunaklı bir iki laf söyledi.”
(Stendhal, “Armance”, sa:183)
“Bundan böyle bir dedi i iki edilmedi. Kraliçe saltanat arabasına bindi inde arabanın kapısında giderdi.
Kadın onu acı bir görevle skoçya’ya, mutsuz Kraliçe’ye elçi gönderdi. Polonya sava ına katılmak üzere yelken
açacakken onu geri ça ırdı. O körpe bedenin paralandı ını, o kıvır kıvır ba ın toz toprak içinde yuvarlandı ını
dü ünmeye nasıl dayanırdı?”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:25)
Birden; Birdenbire : Aniden, Hiç beklenmedik bir anda
“Tanımlamaya Prelüd’ler - XCII
----------------------------------------Sert bitki yapra ı, böyle kesecektir
dikkatsiz bir parma ı, gümü kalem
masadaki çatlak boyunca dümdüz uzanıyor
onun saf yuvarla ının içinde ço ul yansımalar
ya da birdenbire görülen senin ba parma ının tırna ı
ve sanki ilk kezmi gibi”
(Conrad Aiken-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 10.10.02)
“MEDE A
----------Dü ündü bir an, versin ason’a bütün büyüleri,
tılsım yapsın diye bo alara; sonra vazgeçti birden,
en iyisi, kendi ölsündü; yeniden dü ündü,
ne ölecek, ne büyüleri verecekti; katlanacaktı
yazgısına, ta basıp ba rına...”
(Apollonius, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:20)
“Sanki
Hiçbir yerden hiçbir ey
Ve birdenbire gökyüzündebabam
ak bulutlar sürüsü içinde.”
(Bojana Apostolova<d.1945>-Kadriye Cesur; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 21.08.08)
“Gidip pazaryerine, Demetrios, üç ufak kedibalı ı al,
on tane de ucuz balıklardan Amyntas’ın dükkanından,
iki düzine kadar deniztekesi -o sayar hepsinisonra, do ru buraya gel. Bir de altı gül çelengi al
Thauborius’un or’dan ve yolda giderken birden
çıkıp önüne davet et Tryphera’yı ziyafete.”
(Asklepiades, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:53)
“Kendime çok haksızlık etmi olabilir miyim acaba, diye dü ündüm. Böyle dü ünmeye ba layınca da
ipin ucunu kaybettim..... Kim böylesi bir umut olasılı ına sırt çevirecek denli güçlüdür? Bir gün kendi gözümde
de yeniden dirilece im dü üncesi içimi kıpır kıpır ettirdi ve birdenbire, bizi birbirimizden ayıran onca yıllık
sessizliklten sonra, Fanshawe’a kanım kaynadı.”
(P. Auster, “Kilitli Oda”, -New York Üçlüsü 3-, sa:16)
“Seçimde yüz elli be oydan yalnızca yüz ellisini yitiren liberal bir siyasetçi aya a kalktı.
-Baylar, bu garip dü ünsel olay, toplumun do al buldu u ola an durumun dı ına çıkan en aykırı
olaylardan biridir. Öyleyse alınacak olan karar, vicdanımızın önceden tasarladı ı bir ey, birdenbire verilen bir
yargı..... iç kaygılarımızın zevklerimizdeki im eklere benzeyen geçici bir ayrıntısı olmalıdır. Oy verelim, dedi.”
(H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt-Kırmızı Han”, sa:100)
“SICAK KAN
---------------Sizin için kalktım birdenbire yerimden,
sizin için geldim a ır a ır. Bu tohum
bu karma ık düzenli terkedilmi bahçe,
her yeri ı ıksız bu yabanıl orman sıkı ıklı ı
yılları delerek büyümü tü içimde.”
(Enis Batur<d.1952>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:2, sa:481)
“FENERLER
--------------Rembrand, yalnız bir büyük haçla süslenen,
Fısıltılar dolu, so uk sayrılarevi,
Gözya lı dualar ta ar süprüntülerden,
Birdenbire gelip geçer bir kı alevi.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:37)
“Irazca böyle deyince Ahmet bir zaman sustu. Sonra birden gözlerini belertip: ‘Üüüüüüüü!...’ diye
kocakarının üstüne atıldı. Tıpkı Irazca’nın kendisine çıkı tı ı gibi: ‘E ek sıpası!’ dedi. ‘Dadında bırak unu!
Ellerin yanında filan yaparsın da, ninesi ö retiyor derler. açarsın ba ıma...’ Tıpkı, ama tıpkı Irazca’ya
benzetiyordu. Taklitte birinci...”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:5)
“Asar’dan a a ı, bo tarlalar arasından iniyordu Ali Gede. Birden gökyüzünde kara bir bulut gördü. Çok
yükseklerden, Acıgöl yanlarından gelip Burdur yanlarına do ru geçen, kara, kapkara bir buluttu. Gün vuran
yerleri ak çelik gibi parlıyordu.”
(F. Baykurt, “Onuncu Köy”, sa:6)
“Oysa, kalabalıklar gelip gidiyor, ı ıklar parlıyor, a açların tepeleri u ulduyor, e ilip bükülüyor;
uzakta, gemiler sızıldanıyor, homurdanıyor, birden arabalar ortaya çıkıyor, sonra yine birden yerin altına
giriyorlar, gökyüzü gri ve karanlık, ba ımın üstünde.”
(N. Berberova, “Kara Acı”, sa:80)
“I ık
böcekler kestiler gürültüyü birdenbire
bayırdaki babun sesleniyor ailesine
da larda radyo sinyalleri gelip
gidiyor: yırtılmı bulutların
yamalarıyla ı ıldıyor gökyüzü.”
(Robert Berold<d.1948>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 22.12.05)
“DEPREM
------------Selde bir tabutun sürüklendi ini gördü çocuk,
anne babasının kemikleri vardı içinde.
Duydu u acı yüreklendirdi onu, birden
atladı amansız akıntıya; bu çabası pahalıya
mal oldu ona. Kemikleri kurtardı kurtarmasına,
ama kaptırdı kendini sulara.”
(Bianoros, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:149)
“N’EYLERS N (1916)
Her eyin önce akaydı adı,
Derken ba ladı sitem etmeye,
Güzelce kafasını salladı,
Ba ladı gözya ı tüketmeye.
Di leriyle kızdırdı, çok güldü,
Ansızın unutup her eyi.
Birden hatırladı, gözleri doldu,
Masaya dü ürüp on firketeyi.”
(Aleksandr Blok<1880-1921>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan,
Cumhuriyet Kitap, 27.06.02)
“Fakat kaçak, o karanlık tarlada öylece dururken, birdenbire sa ından ve solundan gelen sesler duydu...
evet, sürünme sesi gibi bir ey, neredeyse ayak sürümesine benziyordu... çamura batmı bir çizmenin çekilirken
çıkarttı ı o hiç de i meyen ve kaçınılmaz gıcırtıyı ça rı tıran bir ses.”
(H. Böll, “Solgun Köpek-Kaçak”, sa:37)
“ADALAR II”
Soyut yolculuk
Bir balık gibi rotayı a ırmadan gidi imiz
Yukarıdan bakınca bir haritaya dönü tü yeryüzü
Ama birden parlayan denizde
Do unun o büyük mavi gökyakut
Kapısından geçtik.”
(Sophia de Mello Breyner<d.1919>-Cevat Çapan, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
08.07.00)
“ ki yolculu unuz arasına sanki yıllar girmi gibi geliyor size, oysa topu topu sekiz dokuz gün evveldi;
eskiden böyle yakın iki yolculuk yaptı ınız olmamı tı hiç Roma’ya; i te yıllar boyunca biriken zaman aralıkları,
koskoca bir tu la duvar gibi sa lamaktaydı dengeyi, u son yolculu unuzda birden sarsıldı bu duvar, üzerinize
çöken a ırlı ını yarın sabaha, tan a arana dek, durum daha kararlı yeni bir biçim alana dek duyacaksınız.”
(M. Butor, “De i me”, sa:215)
“I ık azalmı tı, birden gece ortalı a yerle iverdi. Arap soluna konulmu dört kö e feneri sürgüsünden
çekti, dibe do ru döndü, içindeki mumu yakmak için birkaç kibrit harcadı. Sonra feneri yerine koydu. Ya mur
imdi yumu ak ve düzenli bir ekilde ya ıyordu.”
(A. Camus, “ lk Adam”, sa:21)
“Yüre im hala küt küt atıyordu, besbelli fenala ıyordum. O kadar kötü olmu tum ki, ne konu acak
halim vardı, ne de Petrus’tan açıklama istiyecek. Yere oturdum. Petrus alnıma ve enseme su serpti. Birden, o
kadının evinden ayrıldı ımızda da aynı eyi yaptı ını hatırladım; ama o gün sevinçten a lamı tım. Oysa bu kez
tam tersi bir duygulanım içindeydim.”
(P. Coelho, “Hac”, sa:118)
“Salem’deki dükkanlara elinden geldi ince az gidiyor, Grahamstown’a yalnızca cumartesileri.
Birdenbire bir münzevi olup çıkıyor, köydeki bir münzevi. Avareli in sonu geliyor. Yüre i hala sevgi dolu olsa
da, ay eskisi gibi parlak olsa da.”
(J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:140)
“ ‘O... o a ırıcı biriydi.’ Ben de böyle dü ünmüyor muydum? Birden, merakla ‘onu oraya götüren eyin
ne oldu unu’ bilip bilmedi imi sordu. ‘Evet’ dedim ve hemen uygun bulursa yayınlayabilece ini söyleyerek
ünlü raporu eline verdim. Acele bir göz attı, durmadan mırıldanıyordu, ‘uygun’ oldu una karar verdi ve
ganimetini alıp gitti.’ ”
(J. Conrad, “Karanlı ın Yüre i”, sa:167)
“BUKA I
----------Birden da lar iniyor sulara
Sular güne le ı ıyor birden
Yayılmak sulara ve da lara
Zindanlar bo lamı çasına.”
(Cevat Çapan<d.1933>; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.11.04)
“Konan Isı II
Anlar
Birdenbire
Yeryüzünü gökyüzünü
Konarken orana burana”
(F. Hüsnü Da larca<1914-2008>, “Ötekinde Olmak- kisi”, sa:189)
“Ba ırıp ça ıranlar mı arasın, a kınlıktan donakalanlar mı arasın? Tartarin de kaldırıyor ba ını, bir de
bakıyor ki: deve! Deve efendim, deve, trenin ardından var gücüyle ko up duran, trenle atba ı giden ba a çıkılmaz
deve! Tartarin’in birdenbire keyfi kaçtı. Gözlerini kapayarak kö eye büzüldü.”
(A. Daudet, “Taraskonlu Tartarin”, sa:136)
“B R B LSEYD N
---------------------Bir bilseydin.
Benden uzakta, bir evin yapımı bitiyor.
Ak gömlekli bir duvarcı iskelenin tepesinde çok
hüzünlü bir arkı söylüyor, sonra birdenbire
harç dolu bir kapta evin yavuklusu beliriyor.”
(R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:35)
“Gemi hareket etmeden önce babasına selüloit bir uçak isterim, diye tutturmu tu. kisi bütün çar ıyı
dola tılar, ama bulamadılar. Sonra babası birden bir çerçinin önünde durup birkaç rupi’ye bu çarkı aldı, isteksiz
parmaklarının arasına uçak yerine bunu tutu turdu. Geç olmu tu. Acele etmeleri gerekiyordu. Ba tan savma
vedala tılar.”
(L. Durrell, “Mountolive- skenderiye Dörtlüsü”, sa:110)
“Kabustan farksızdı - insanın kapana kısıldı ını gördü ü kabuslardan: Ama birdenbire ince bir huzme
halindeki güne ı ı ına çıkınca Cefalu’nun arkalarına dolandı ını fark etti, ölmeye geldi i ev kar ısında
duruyordu. Kıl payı kurtulmu oldu unu dü ünerek her yeri zangır zangır titremeye ba lamı tı.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:182-3)
“... Orada a açların ye il gölgesinde duruyorlardı, dikkat kesilmi halde yere mıhlanmı gibiydiler;
ellerini önlerinde kavu turmu lardı. Ama benim seslenmem üzerine büyü bozuldu ve Kerkira birden bir deniz
ku u gibi çı lık attı... ‘Sen ha?’ ”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:369)
“Bu tarafta, padi ahın yakınları onu iki gün iki gece görmeyince deli oldular. ‘Halep padi ahı
birdenbire kayboldu’ haberi ehirde yayılınca, padi ahın hacipleri (kapıcıba ıları) durumu medrese kapıcısından
anladılar. Sabahleyin bütün askerler ehrin kapısından dı arı çıktılar. Padi ahı aramak üzere o sahraya da ıldılar.
Birdenbire Mevlana hazretleri ile kar ıla tılar.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:I, sa:82)
“Farama giysilerini giymeye ba ladı, ama hala uykuluydu ve elleri titredi i için zorlanıyordu.
‘Birdenbire hava so udu,’ dedi gardiyanın gözlerini özür dilercesine ara tırırken.
‘Sana söylememem gerekiyordu,’ diye fısıldadı beriki, ‘ama araba bekliyor. Acele et...’ ”
(M. Eliade, “Ya lı Adam ve Bürokratlar”, sa:73)
“Sarayın kapısından içeriye girdi imizde toplantı salonuna do ru akın halinde süzülüyorduk ki, birden
bir duraklama oldu, bir irkilme, herkes bir tekvücutmu da o vücut içten bir heyecanla sarsılmı gibi, gözler bir
anda gökte yeni do an bir cisim görmü de donakalmı gibi...
Atatürk geliyor!... Haber bir alev gibi sıçradı sıradan sıraya.
Atatürk! Dikkat kesildik, göz kesildik.”
(A. Erhat, “Gülleyla’ya Anılar”, sa:176-7)
“Konsevatuvara, Hasan isminde erkek karde iyle birlikte gelen, hiç olmazsa benim ya larımda hatta bir
iki ya daha büyük, Fazilet isminde olgun bir hatunla iki yıl ladesli kalmı tık ve sonunda ona, ‘Bari beni evinize
davet edin de orada u ladesi bir bitirelim!’ diye teklifte bulunmu tum. Gerçekten beni evlerine davet etti.... zeki
bir kızdı. Yemek sonrası elimi yıkadıktan sonra kasten bana havlu vermek istedi, ben ‘aklımda’ dedim, sonra
birden aya ım kayar gibi yaptım ve sanki dü erken havluyu ona uzattım. O dü ü ümü gerçek sandı ve heyecanla
havluyu geri aldı ında ben ‘lades!’i bastım.”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:237)
“Bir A ustos ak amı (o zamanlar on sekiz ya ındaydı) onu Colleville panayırına götürmü lerdi. Orada
birdenbire afallamı , kemancıların gürültüsünden, a açlardaki ı ıklardan, elbiselerin alacalı bulacalı
renklerinden, dantelalardan, altın haçlardan ve kayna an insan kalabalı ından a ırmı tı.”
(G. Flaubert, “Üç Hikaye-Saf Bir Kalp”, sa:7)
“EY NC DOLU ÜLKE
---------------------------ki bu hokkabazlar, garip dilenci kılıklarıyla
ölçü ve uyak pe indedirler çöplükte
ve ilk resmi ayak sesimden ürküp
birdenbire kara bataklıklardan havalanan
i olsun diye karga kılı ına girmi , rumuzlu 678 bülbül
uyu uklukla, aylak aylak gündüzün kıyısına uçuyor”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “Yeryüzü afetleri-yeniden do u ”, sa:58)
“Nihayet, arkada larıyla uzun uzun konu tuktan sonra, daha do rusu bol bol sustuktan ve rahat
koltuklarında arkaya do ru kaykılarak birer sigara daha tüttürdükten sonra, mühim adam sanki birdenbire
hatırlamı gibi, elinde kendisine imzalatmak üzere getirdi i ka ıtlarla kapıda bekleyen sekreterine dönerek, ‘Ah,
bu arada... bir memur bekilyordu de il mi? Söyleyin, içeri gelsin,’ dedi.”
(N.V. Gogol, “Palto”, sa:58)
“... yava lamı adımlarla yalpalar gibi yürürken birdenbire omuzuna vurarak:
-Nihat, dedim, bu dalgınlık ne?
Bu ansızın olan rampadan biraz a alayarak yanıt verdi:
- te görüyorsun ya! u güzel nazenine daldım.”
-Ya altmı ı çeyrek geçiyor, hala mı güzel kadın görünce kendini kaybediyorsun?
(H.R. Gürpınar, “Gulyabani-Gönül Ticareti”, sa:161)
“Kötü bir önsezi, bana daha birçok de erli soylu eylerin mahvolmu olabilece ini hatırlattı. Birdenbire
kalbimde yeni bir burkulma hissetim: Me er ben yurdumu ne kadar çok seviyormu um, ruhumla huzurumla bu
çatılara, kulelere, köprülere, sokaklara, a açlara, bahçelere, ormanlara ne kadar ba lıymı ım! Heyecan ve
tela ım üstelemi , daha hızlı, bayram yerine ko tum.”
(H. Hesse, “Gençlik Güzel ey-Kasırga”, sa:27)
“Chester MacFarland, ocak ayının ba larında, ‘San Gimignano’ yolcu gemisindeki kamarasının
ku etinde sabahın üç buçu unda, duydu u huzur kaçıran bir sürtünme sesiyle uyandı birdenbire.”
(P. Highsmith, “Ocak Ayının ki Yüzü”, sa:7)
“D ONYSOS’A LAH <Homeros lahileri’nden>
--------------------------Böyle deyip çıktı geminin dire ine ve açtı üst yelkeni.
Gerdi gemiciler yelkeni, iki yandan i irince rüzgar.
Birden, ola anüstü eyler olmaya ba ladı.
Baldan tatlı, mis kokulu bir arap
akmaya ba ladı pupa yelken giden siyah gemide,
Güzel kokular yükseldi her yanda.
a akalmı tı bütün gemiciler.”
(Homeros,“antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:101)
“SONBAHAR YA MURU
--------------------------------O ölen ki, ömür boyu kısa yazmı adını
herkes görüp açık seçik okusun diye. Ama
ne hikmetse, birdenbire duvardaki ka ıdı
kopuyor ve döne döne uçuyor bulutlara.”
(Boris Hristov<d.1945>-Ahmet Emin Atasoy, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.02.08)
“ te bu birkaç söz, bir böce in uçu unu engelleyen bir a gibi, birdenbire sert bir ekilde beni gerçe in
içine attı. O karanlık mahkeme salonu, kan rengindeki paçavralara sarılmı yargıçların nal eklindeki kürsüleri,
üç dizi halinde sıralanmı aptal yüzlü tanıklar, sandalyenin her iki yanında duran iki jandarma...”
(V. Hugo, “Bir dam Mahkümunun Son Günü”, sa:32)
“Daha iki ay öncesine kadar bir çatı katında uslu uslu diki diken, kayı gibi yata ında günde be saat
uykuyla yetinen o haspa birdenbire bankacı metresi olmu ! Bu dönü üm dün gece gerçekle mi . Kurban hatuna
bu sabah rastladım, in korkunç yanı, en az dünkü kadar güzeldi yosma.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:IV, sa:432)
“SON AK AM YEME
------------------------------Tanıktır yakın dostlar onlar söylüyor:
Bütün bunlar ya andı
ki uçak birden havalandı gökyüzüne
Ve bin yıl sonra ara tırıldı hava limanındaki korku
Polisin gözetiminde
Bizi sahiplenen gitti: gökyüzünde olsa bile
Ekti iniz yanarda ının lavları bile-olsa
Tükenecek
Ey ekilen...
(yediler ve bizde öldüler, miras kalan yataklarında
söz de tükendi!)
(Semih El Kasım<d.1939>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 25.04.04)
“Bir ak am üzeri, ak am gezintisine hazırlandı ımız sırada, henüz e ikte duruyor ve denize bakıyorduk,
birden ko arak köyün postacısı geldi; çantasından bir mektup çıkarıp arkada ıma verdi, sonra heyecanla kula ına
e ildi ve korku içinde:
-Büyük bir paketiniz var... dedi.
Arkada ım bunu duymadı, mektubu okuyordu, yüzü kıpkırmızı olmu tu. Elini uzatıp mektubu bana
verdi..... Karısı ona: ‘Buda’cı ım’, diyordu, ‘zavallı kom umuz terzi öldü, onu sana gönderiyor ve diriltmeni rica
ediyorum.’ ”
(N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:184-5)
“BO LUKTA SOLUYAN HÜCRELER
2.
--Bir kelebek çiçek açar üstünde bir dü ün çiçe inin,
Pılı pırtı yı ınından birdenbire pırıldar bir ispinoz”
(Galway Kinnell<d.1927>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 22.07.04)
“Birdenbire yolcu kalabalı ı sökün ediyor. ten çıkan, yorgun argın kendilerini motora atan insan
kalabalı ı iskele ile motor arasında uzatılmı ıslak tahtadan geçerken, alesta bekleyen motorun kahyası, dü en
olursa kurtarmak üzere elini kolunu hareket ettiriyor.”
(Ö.Z. Livaneli, “Leyla’nın Evi”, sa:6)
“Üç gün geçmi olmasına kar ın sava bütün gücüyle sürüyordu. Sava anların yürekleri kan, hınç ve
özveriyle alev alev yanıyordu. Ahmet birden herkesi a ırtan bir buyruk verdi: Ku atma kaldırılıyordu. Bu
buyru u onaylamayıp ele tiren genç bir Oranlı’nın kafası anında uçuruluverdi. Topal’ın bu denli çabuk pes
etti ini ve ku atmayı kaldırdı ını görmek beni çok a ırtmı tı.”
(A. Maalouf, “Afrikalı Leo”, sa:215)
“Daha sonra yava yava , ‘ nanıyorum ki, Tanrı beni de,’ -yüzü birden aydınlamaya ba ladı- ‘bütün
öteki yaratıklarla birlikte yarattı,’ diye ekledi çabucak ve sözcükler birdenbire dökülmeye ba ladı.”
(Th. Mann, “Buddenbrooklar”, sa:9)
“-Birdenbire, kasabanın ortasına çöken bir kasırga gibi, ardında yaprak fırtınasıyla, muz kampanyası
geldi. Ba ka kentlerin insan ve e ya hurdasından olu an yaprak fırtınası canlanıvermi ti; her zamankinden daha
uzak ve saçma görünen iç sava ın pisli iydi. Kasırga amansızdı.”
(G.G. Marquez, “Yaprak Fırtınası”, sa:9)
“Denize saldı ı oltayı ara sıra hafif dokunu larla yoklayan Roland Baba, bir çeyrekten beri, gözleri suda
dikkat kesilmi ti. Birdenbire ‘Tu... Tanrı cezasını versin,’ dedi. Balık avına ça rılı olan Madam Rosémilly’nin
yanında uyuklayan Madam Roland o sırada uyanıverdi ve kocasına dönerek:
-Ne o, ne oluyor Gérome? diye seslendi. Ya lı adam öfkeyle:
-Artık balıklar oltaya vurmaz oldu. Ö leden beri bir eycik tutamadım.”
(G. de Maupassant, “Pierre ve Jean”, sa:29)
“Otların arasında parlayan ate böcekleri; sonra oturdukları sıranın yanında ayakta duran çocuklar...
Yakınında sessiz oturan Valentine... O gece Breuilh’den döndü ü zaman karısına:
-Yolda gelirken Collette’le gevezelik ettik, ne mükemmel kız, demi ti. Sonra Valentine’in birdenbire
ürperdi ini hissetmi ti. O kendi kendine: ‘Zavallı Gaston’ diyordu.”
(A. Maurois, “Ruh Tartıcısı-Mutluluk çgüdüsü”, sa:267)
“Bir beyin soylu bir atı vardı. Sultanın sürüsünde ona denk bir tek at bile yoktu. Bey, sabahleyin ata
binip alayına katıldı. Derken Harzem ah’ın birdenbire o atı gördü. Atın ihti amı ve rengi padi ahın gözünü aldı.
Geri dönene kadar gözü atta kaldı.”
(Mevlana, “Mesnevi”, Cilt:6, sa:274)
“ çini ate basmı tı. Buzdolabından so uk su almak için yerinden kalkıp mutfa a yöneldi. Tezgahın
üzerinde kurumaya bıraktı ı ‘Leonardo’ bardaklarından aldı eline, birdenbire durdu, bir süre dalgın gözlerle
evirip çevirdi i barda ı var gücüyle duvara fırlattı. Barda ın duvarda tuzla buz olu unu, mutfak karoları üzerine
saçılı ını seyrederken bir çocuk gibi bütün vücuduyla ve yüksek sesle a lamaya ba ladı.”
(M. Mungan, “Kadından Kentler”, sa:63)
“O uzun ve bo ucu konu manın gerdi i sinirlerimiz, bu söz üzerine birdenbire bo andı ve kendimizi
tutamayarak katıla katıla gülmeye ba ladık. Kendimize hakim olamıyor, üst üste özürler diledi imiz halde, en
ufak bir ‘pıhlamayla’ yeniden kriz halinde gülmeye ba lıyorduk. Masadakiler olan bitene bir anlam veremiyor,
neye güldü ümüz hakkında ufacık bir ipucu verebilsek, onlar da gülmeye ba layacaklarmı gibi, yüzlerinde
yarım bir gülümsemeyle a ızları aralık, bize a kın a kın bakıyorlardı.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:156)
“LEANDROS’UN ÖLÜMÜ <Hero ile Leandros’tan>
--------------------------------Güçlü çekimiyle dalgaların bir oraya bir buraya
sürükleniyordu Leandros; derman tükeniyordu bacaklarında,
bitmi ti gücü çırpınan ellerinin. Nice su aktı
bo azından bütün gücüyle; içti Leandros acımasız
denizin yararsız suyunu. Derken, söndürdü birdenbire
acı rüzgar vefasız lambayı, söndürdü ya amını, a kını
sabırlı Leandros’un...”
(Trakyalı Musaios, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:159)
“ lkbaharda birdenbire korkunç bir ey ke fedildi. Snawball’un sık sık gece vakti çiftli e geldi i
söyleniyordu. Bu, hayvanları ahırlarında uyutmayacak kadar aralarında huzursuzluk yaratmı tı.”
(G. Orwell, “Hayvan Çiftli i”, sa:79)
“Aynalarla bütün parlak, dümdüz yüzeylerin verdikleri imgelerin aslına gelince, artık onu anlamak zor
bir ey de ildir. ç ate le dı ate birle ti i zaman, birden bire dümdüz yüzeye raslayıp üst üste ona birkaç sefer
vurusa, dı ate görü ate iyle parlak ve düz yüzeyde birbirine karı tı ından bütün bu imgeler tabii olarak
meydana gelir.”
(Platon, “Timaios”, sa:80-1)
“Merakımdan yava yava cesaret alıp zemin kattaki, panjurları yarı kapalı, açık pencerenin hizasına
kadar indim. Dı arı çıkmaya hazırlanan Jupien’in sesini açık-seçik i itiyordum; storun arkasında, beni görmesi
imkansız bir konumda kıpırtısız dururken, birden, M. de Charlus tarafından görülme korkusuyla, hızla yana
çekildim.”
(M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:8)
“B R CEZAEV NDE, TECR TTEK ADAMIN
MEKTUPLARI
<1938>
2
Dı arda bahar geldi karıcı ım, bahar.
Dı arda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, ku sesleri ve saire...
Dı arda bahar geldi karıcı ım, bahar,
dı arda bozkırın üstünde pırıltılar...
Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
ve sabahları çimentonun üstünde güne ...”
(N. Hikmet Ran<1901-1963>, “Cezaevi iirleri”, Refik Durba , sa:16)
“Genç Biraderin Sesi
BEN akıyorum, akıyorum
kum gibi, parmaklar arasından akan.
Birdenbire bunca çok duyum,
her biri ba ka türlü susayan.
Duyuyorum yüz yerimin
i ip a rıdı ını.
Ama en fazla ortasında yüre imin.”
(R. Maria Rilke<1875-1926>-Yüksel Pazarkaya,“Ke i Ya amı Üzerine”,“ iir Atlası”, Cevat Çapan,
Cumhuriyet Kitap, 02.08.07)
“YILDIZIM, SÖNÜP G TT N KARANLIKTA
-------------------------------------------------------I ı a kesmi bir el siliyor gözümden akan ya ları;
ah yavrum, birden can evime ula ıyor söyledi in sözler.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-yazıt”, sa:19)
“B RDENB RE gözleri karardı. Basamakları göremiyordu. Yukarıya çıkanlardan birine çarpmamak için
sola do ru bir adım attı ve omuzunu duvara dayadı. Ayakta güç durabiliyordu.”
(P. Safa, “Biz nsanlar”, sa:5)
“BAHÇE
<Görüntü Ya Da Öteki Yolda Mutluluk-1958->
Yüksek ate kokuyordu
bahçe de ildi o
bazı garip çiftler vardı içinde
yürüyorlardı
ellerine giymi lerdi ayakkabılarını
ayakları büyük beyazdı
ve çıplaktı
bazı ba lar yabani sarılı dolunaylar gibi
ve birdenbire kırmızı güller
filizlendi”
(Miltos Sahturis<d.1919>-Ahmet Yorulmaz; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 19.09.02)
“Hiç ölen yok. Genç bir televizyon muhabirinin ise ansı yaver gitmi , yanından geçerken gözü
kamerasına takılan bir yaya ona, ana kraliçeninki ile tıpatıp aynı olan bir olayı ilk elden anlatmı tı, ‘Gece
yarısına ramak kalmı tı,’ diye sözlerine ba ladı, ‘can çeki ir gibi görünen büyükbabam, saat kulesinin son
vuru undan biraz önce birdenbire gözlerini açtı, ataca ı adımdan adeta pi man olmu gibiydi ve ölmedi.’ ”
(J. Saramago, “Ölüm Bir Varmı Bir Yokmu ”, sa:13-4)
“FRANTZ (Ba ırarak.) - Sizden ayrıldı ımda tertemizdim, saftım. Polonyalıyı kurtarmak istemi tim...
a ırmadınız öyle mi? (Ara.) Ne dü ündünüz peki? O ana dek hiçbir eyden haberiniz yoktu ve birdenbire
gerçe i ö rendiniz. (Daha çok ba ırarak.) Ne dü ündünüz, Tanrı a kına söyleyin ne dü ündünüz?
BABA (Derin bir hüzün ve efkatle.) - Zavallı o lum!”
(J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:345)
“Lucien bir ampanya kupası aldı eline ve kupayı daha yeni bırakmı tı ki Guigard ve Weill’le burun
buruna geldi. Guigard’a öfkeyle baktı ve gerisin geri döndü. Ama Pierrette onu kolundan yakaladı. Guigard içten
bir tavırla ona yakla tı: ‘Dostum Fleurier, dostum Weill,’ dedi rahatlıkla. ‘ te tanı tınız.’ Weill elini uzattı ve
Lucien kendini çok mutsuz hissetti. Neyse ki birdenbire Desperreau geldi aklına: ‘Fleurier, Yahudiyi suya
gönderirdi dosdo ru.’ ”
(J.-P. Sartre, “Duvar-Bir Yöneticinin Çocuklu u”, sa:222-3)
“Ama birden bırakır gökten inmi yüzüne
Saldırsın diye hınzır bulutların yı ını.
Sonra saklar yüzünü üzgün dünyadan yine.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:33, sa:107)
“Kötü Dü ler
---------------Rüzgar dikenleri savururken ovada
birdenbire deh et içinde duraksadı ı
o küflü gömütlü ün ortasına;
e ri bü rü haçların altında belle imizin
dinlendi i;
gizli bir delikten ölüm akıtan o yere,
azgın namluların narin gelece imize göz
dikti i
o yere gidece im.”
(Evdin Stefanov<d.1953>-Kadriye Cesur, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 27.09.07)
“Madame de Rénal merdiveni aldı; bu merdiven onun için hiç üphesiz çok a ırdı. Julien yardıma
gidecekti; hiç de kuvvet göstermeyen o narin bale, vücude hayran bakıyordu; Madame de Rénal birdenbire, hiç
bir yardıma gerek göstermeden merdiveni yakaladı ve bir iskemle kaldırır gibi kaldırıverdi. Çabucak üçüncü
katın koridoruna götürdü, duvarın kenarına yatırdı.”
(Stendhal, “Kırmızı ve Siyah”, Cilt:I, sa:301)
“T K <1956>
---Sen a zını ilave edince atlara
Birdenbire oluyor bu, a ırıyoruz
Korkunç bir güzellik halkların havasında
Birden ötesine geçiyoruz varmak istedi imizden
Ayır ayırabilirsen, hangimiz kadın, hangimiz erkek.”
(C. Süreya<1931-1990>, “Üvercinka”<1957>-50 ya ında-, sa:56)
“Hele bir seferinde kapı birden ardına kadar açıldı, zıngır zıngır sallandı bütün dükkan, içeri Argenson
kontunun u a ı girip yalnız u akların ba ıraca ı gibi ba ıra ba ıra yeni kokudan be i e istedi.”
(Patrick Süskind, “Koku”, sa:92)
“Kiti kendini savunmaya ba ladı:
-Vallahi bir suçum yok benim. Tam eve dönüyorduk, birden altını de i tirmem gerekti. Daha
bitirmeden...
Mitya’nın bir eyi yoktu. Mı ıl mı ıl uyuyordu.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:728)
“Bunca korkudan, gözya ından sonra birdenbire kahkahayı basan Gru ka;
-Ben de kurt sandıydım, dedi.
-Bak sen u akılsıza!
Gru ka çıngırak gibi çınlayan sesiyle gülmesini sürdüyordu.
-Aman ne korktum!...”
(L. Tolstoy, “Efendi le U a ı-Çilekler”, sa:112)
“Semyon biraz daha yakla tı. Ve i te o anda birdenbire kendisine gelir gibi oldu adam, ba ını çevirdi,
gözlerini aralayıp kunduracıya baktı. te bu bakı la sevdirdi ona kendisini. Elindeki keçe çizmeleri yere fırlattı
Semyon, kemerini çözdü, ku a ını çizmelerin üzerine koydu, kaftanını çıkardı.
‘Fazla lafa gerek yok!’ dedi adama. ‘Giyin hadi! Hadi bakalım!’ ”
(L. Tolstoy, “ nsan Ne le Ya ar”, sa:21)
“Biri, ‘Amma da cinfikirli kadın ha!’ diyordu. Ba ka bir çiftlik sahibi sözlerinde daha az incelikli
davranarak, ‘Yaman bir düzenbaz! Yata ı yumu ak yapar, ama üzerine yatmak zor olur,’ diye homurdanıyor; bir
üçüncüsü de, ‘Hem de ne pinti!’ diyordu, ‘Bize yalnızca biraz havyarla, birer kadeh votka ikram etti. Olur ey
de il!’ O ana dek susan bir çiftlik sahibi, birdenbire, ‘Bu kadından ne beklenir?’ dedi, ‘Kocasını zehirledi ini
bütün dünya biliyor.’ ”
(I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:103-4)
“Gottlieb, Beate’yi ok adı. Kız birden gözya larına bo uldu. O hıçkıra hıçkıra a ladıkça, Gottlieb ona
daha sıkı sarılmak zorunda kalıyordu. Hemen Glen O. Rosenne’in yanına gitmeliyim, onu teselli etmeliyim,
Rosenne’den daha mutsuz biri olamaz u an, diye a lıyordu Beate.”
(M. Walser, “A k Zamanı”, sa:206)
“ ‘Gecenin içinde, birden o iç çekmesini duymayaca ım, karanlı ın içinden birinin geldi ini. Karanlık
tünellerdeki pencere camlarında hiçbir yansıma olmayacak. Yüzlere bakaca ım, onların ba ka bir yüz
aradıklarını görece im.’ ”
(V. Woolf, “dalgalar”, sa:150)
“Peynir ekmek yerken, ne pejmürde, ne basit bir hali vardı; yine de onları pe inden büyük bir yolculu a
sürüklüyordu. Cam’ın tek bildi i ey, orada hepsinin birden bo ulup mahvolacakları idi. Macalister’in o lu
birdenbire, ‘ te tam burada batmı tı,’ dedi.”
(V. Woolf, “Deniz Feneri”, sa:330)
“Sonra birden daha da korkunç, daha da akıl karı tıran bir ey oldu. Flush duvardaki bir delikten
gözlerini dikmi kendisine bakan gözleri pırıl pırıl, dili dı arda ba ka bir köpek gördü! Oldu u yere çakıldı,
kaldı. Korkuyla, hayranlıkla ona yakla tı.”
(V. Woolf, “Flush”, sa.24)
“Bu noktada birdenbire a lamaya ba ladı ve yine be ya ında bir çocuk olmayı diledi ini söyledi, o
zaman kimse için hiçbir ey yapmak zorunda kalmayacaktı. Karl’ın kusurları konusunu zorladım, bu yolda
ilerlerken ona birçok ipucu verdim.”
(I. Yalom, “Her Gün Biraz Daha Yakın”, sa:133)
“Beni birilerinin a a ılamasına katlanamıyorum; herkes tarafından sevilmeye ihtiyacım var, aksi
takdirde… Aksi takdirde, terk edilmi , kovulmu , kovalanmı , korkutulmu hissediyorum… Biliyorum, bu
aptalca… Ama yalnızca sevildi im zaman ya ayabilirim… Elbette kendimi suya bırakmayacak kadar
yüreksizdim… Ama o gün bugündür her insanla olan ili kimde, acaba birdenbire bana olan sevgisi biter mi diye
bir his duyarım içimde…”
(S. Zweig,”Clarissa”, sa:30)
“Bayan Irene, sevgilisinin evinin merdivenlerinden inerken ansızın anlamsız bir korkuya kapıldı.
Gözlerinin önünde önünde o an bir topaç vızıldadı, dizleri korkunç biçimde dondu, birden öne do ru dü memek
için korkulu a sımsıkı tutunmak zorunda kaldı.”
(S. Zweig, “Lyon’da Dü ün-Korku”, sa:95)
“Bildi iniz gibi Kanitz evlenme teklif etti inde zaten malikaneyi satın almı tı, bunun için evlenmesine
gerçekten hiç ama hiç gerek yoktu. Tekrar tekrar söylüyorum: Bu gerçek de il. Dostumuzun evlenme teklifinde
hiçbir art niyet yoktu. Ya lı, küçük bir eksper olarak bu mavi gözlü kızla çıkarı için evlenmek aklına bile
gelmemi ti, aksine bu teklif, yo un duygusallık sonucunda, birdenbire kendi bile tam olarak bilincine varmadan
a zından dökülmü tü.”
(S. Zweig, “Sabırsız Yürek”, sa:186-7)
Bir deri bir kemik (kalmak; yapmak) : Hastalıktan ya da üzüntüden çok zayıflamak, kemikleri( çıkmak)
Bk.: ne ipli e dönmek; kuru kemik kalmak
“O bana öyle kar ılık verdi:
-Ezeli bir karar gere ince, arkada bıraktı ımız su ile a aca bir nitelik, bir kuvvet inmektedir. Beni bir
deri bir kemik yapan i te odur. A layarak ilahi okuyan bu ruhlar, bo azlarına gere inden fazla dü künlük
gösterdikleri için, imdi burada aç ve susuz kalarak pakle iyorlar.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:II, ‘Araf’, sa:181)
“BAY BA KAN, BIRAK BEBEKLER ÖLSÜN
----------------------------------------------------------Vaiz adam! Mucize adam!
Defet kötü ruhları gövdemden!
Varo bebekleri ölüyor AIDS’ten, koleradan
Çokuluslu ilaç irketleri
Götürüyor milyarları pahalı ilaçlarla.
Vaiz adam! Mucize adam!
Def et ülkemin kafatasından eytanı!
Varo bebekleri ölüyor protein yetersizli inden,
bir deri bir kemik kalmaktanZenginler, kanının son damlasını çekiyor
Ana Afrika’nın.”
(Vonani Bila<d.1972>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 23.11.06)
“A abeyimin yolunu kesmek için korkulu a do ru atıldı. Cosimo geldi ve Papaza tosladı, korkuluk
boyunca onu sürükledi. -Ufak tefek ihtiyar bir deri bir kemikti- hız kesme olanaksızlı ı içinde her zamanki
hızının iki katıyla, Haçlı Seferine katılıp Kutsal Topraklara kadar uzanan atamız, sava çı Pivasco del Rondo’nun
heykeline bindirdi.”
(I. Calvino, “A aca Tüneyen Baron”, sa:16)
“Benden yana iyi eyler söyleyerek onu hazırlıyordu bir bakıma. Anne, bir deri bir kemik görünüyordu
ancak bu aldatıcıydı, güçlü kuvvetli bir kadındı kimse onun belini bükemezdi. Size bir darbe indirdi mi,
unutamazdınız.”
(E. Canetti, “Gözlerin Oyunu”, sa:103)
“Bunun ardından gidip atını kontrol etti; biçare hayvan, dizlerinde Gonela’nın tantum pellis et ossa
fuit (bir deri bir kemik) beygirindeki kadar ur ve onunkinden daha fazla kusur bulunmasına kar ın, Don Quijote’a
skernder’in Bukephalus’undan ve El Cid’in Babieca’sından daha kusursuz göründü.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:14)
“ NSAFSIZ GÜZEL
III
A ktan kaçtı ım için böyle göbeklendim ben,
Zindanında kalarak kalamam deri kemik,
Ama i te özgürüm, veremem ona metelik..
Cevap verebilir o, öyle der ya da böyle,
Umurumdaydı sanki, söylerim ben gerçe i;
A ktan kaçtı ım için böyle göbeklendim ben,
Zindanında kalarak kalamam deri kemik.”
(Geoffrey Chauser <xıv. y.y.>-E e Üniv., ngiliz Dil & Ede. Bl., Nazmi A ıl yönetiminde ö renciler;
“ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.03.05)
“Dönen bir toz bulutunda gözden kayboluyor, sonra tekrar beliriyorlar: On iki atlı adamın silüetleri.
lerlemeye devam ederken beyaz bayrak omzumun üstünde dalgalanıyor. Gözlerimi tepenin üstünden ayırmasım
da gittikleri anı yakalayamıyorum.
‘Onlara aldırmamalıyız.’ diyorum grubumdakilere. Toplanıp da lara do ru ilerlemeye devam
ediyoruz. Yükler her gün daha hafiflese de, bir deri bir kemik kalmı hayvanları kırbaçlamak zorunda kalmak
içimizi burkuyor.”
(J.M. Coetzee, “Barbarları Beklerken”, sa:93)
“WONDERWERK’DEK ATALARIMIZ
(Bu ma ara 750 bin yıldır insanlar tarafından ev olarak
100 yıl öncesine kadar devamlı kullanılmaktaydı)
Kökleri uzundur onların. Yürürler üzerine
yüre imin. Yüklenirler kemiklerime.
Kaburgalarımdan geçer ayakları. Can verir
dü üncem onlara. Ta ları çi nerler altımdaki,
ya murla beslenir kolları, bacakları.
Ya murlardır getiren onları, çiftle irler
durmadan. Katlanırlar, acı çekerler,
bir deri bir kemik, onlar ya ayan ölüler.”
(Michael Cope<d.1952>- lyas Tunç”, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 16.03.06)
“Cin çarpmı kadını önceden tanıyordu, uzaktan de ildi, köyü manastırdan altı verst (1 verst: 1066
metre) kadar tutardı, bundan önce de gelmi ti.
- Ama bu uzaktan, dedi; henüz ihtiyar sayılmayacak, bununla beraber bir deri bir kemik bitkin bir
kadını gösterdi.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:66)
“CRAIGSTONE’DAK
GÖKDELENLER
Direnir Craigstone’daki gökdelenler
bir deri bir kemik çıplak toprakta,
yıkanmı fırtına ve güne le
ve bulut gölgeleleriyle durmadan
yuvarlanan”
(G.F. Dutton <d.1924>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 21.01.10)
“Colandrino’nun ölümünden sonra, belki aylar sonra, kendimizi birtakım da ların eteklerinde bulduk;
bu da ları nasıl a aca ımızı bilemiyorduk..... Üstümüz ba ımız peri andı, güne ten yanmı , bir deri bir kemik
kalmı tık, yanımızda sadece silahlarımız ve heybelerimiz vardı.”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:474-5)
“Seviyordum, sevgili Okurum, aziz dostum! Ve sizin hantal bir dü üncesizlikle ‘ya lı kadınlar’ diye
adlandıraca ınız kimseleri o co kulu yıllarımın çılgınlı ıyla seviyordum. Sert, amansız yılların damgasını yemi ,
seksen ya larının öldürücü ritmiyle iki büklüm olmu , ya lılı ın gölgesinin bir deri bir kemik bıraktı ı o
yaratıkları, sakalsız varlı ımın sen derin labirentinden arzu ediyordum.”
(U. Eco, “Yanlı Okumalar”, sa:17)
“Muhtar oralı olmadı, çizmelerini giyerken, ‘Buradaki tek inek, kom um Voytsiek’in ine i,’ dedi. ‘Az
önce bö ürtüsünü duydu unuz o, soylu efendilerim. Hasta zaten bir deri bir kemik kaldı. Ruslar, buza ısını
götüreli beri, süt de vermiyor, ama sahibi kesmeye kıyamıyor. Çestokova Meryemi’nin onu iyile tirece ine
inanıyorlar.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:II, sa:179)
“Gür bıyıkları ve geli mi pazıları vardı, gülünç sirk giysileri de. Ama, gizliden gizliye ve tatsız bir
ekilde bana benziyordu. Bu güçlü kuvvetli adam, iri, güzel ama bir deri bir kemik bir kurdu köpek gezdirir gibi
(acınası bir durum) bir kayı a ba lamı tı.”
(H. Hesse, “Bozkırkurdu”, sa:193)
“ nsanların pırıl pırıl dünyasında ya ayan bir deri bir kemik çakallar. Çevrelerinde, sessiz bir tutkuluk,
bitirici bir çalı ma, kendine acımayı bilmeme havası vardı.”
(H. Hesse, “Siddharta”, sa:36)
“... bamba ka bir nedenden dolayı , hiçbir zaman tatmin olmuyordu; belki de bazı seyircilerin onun
görüntüsüne dayanamayarak gösteriden uzak kalmalarına yol açacak kadar bir deri bir kemik kalmasının nedeni
açlı ı de il, kendi kendisinden hiç memnun olmayı ıydı.”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:78)
“Süleyman, o vakadan sonra o kadar zayıfladı, o kadar zayıfladı ki, bütün anlamıyla bir deri bir kemik
kaldı. Arasıra bir yükü kaldırırken veya herhangi bir sebeple fazla bir hareket yaparken çıt diye
kırılıverece inden korkuyorum.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:95)
“ ‘Ne engeli?’ diye sordu sakince. Kaygı içinde delikanlıya bakarak bekledi. I ık imdi do ru
marangozun yüzünü ve çıplak, ince kemikli gövdesini aydınlatıyordu. Dudakları büzülmü tü, sımsıkı kapalıydı,
sanki büyük bir çı lı ı önlemek istiyordu. Kızılsakal nasıl bir deri bir kemik oldu unu, ne kadar solgun
göründü ünü fark etti ve insansever yüre i ona acıdı.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:29)
“Günlerden beri de dö en sürüyor. Bu yüzden, bir deri bir kemik kalmı ... Yüzü buru buru . Derisi
sarkıyor gibi...”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:48)
“Babamızın hali hal de il... Bir deri bir kemik kalır. kinci yıl gene ko ulur sabana. Gücü yetmez
fıkaranın. Kan tere batar. Arkasında, sabanın kulpunda da Havva Anamız. Ardından ah vah eder. Gene sürerler
ekerler... Ekerler ama, Babamız bu sefer yarı ölü, bitmi , kendine zor gelir.”
(Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:115)
“Sivas ovasından geçiyordu. Bir deri bir kemik kalmı tı. Kızılırmak kıpkırmızı akıyordu.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Karacao lan”, sa:154)
“Babasının emrinden dı arı çıkamayan Hasan Çelebi, yemekten içmekten kesilip yata a dü tü, bir ay
içinde bir deri bir kemik kaldı.”
(R.E. Koçu, “ stanbul Tulumbacıları”, sa:41)
“Günde en az yarım düzine dizi geçiyordu kanallardan; ben de bunları oynayan (daha do rusu konu an)
‘yorumları’ kayıt sırasında çaktırmadan gözetliyordum: meslek ya amlarının sonuna gelmi aktör ve aktrislerdi
bunlar; eski püskü giysiler içinde, bir deri bir kemik zavallılar...”
(M.V. Llosa, “Julia Teyze”, sa:8)
“Hayvanın kocaman sarkık memeleri vardı; açlıktan bir deri, bir kemik kalmı tı. Kuyru unu apı
arasına kıstırmı , kulaklarını kısmı , Fransuva’nın pe inden geliyor, o yürürse yürüyor, durursa duruyordu.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:78)
“Büyük beylerimiz koyunlara verdikleri önemi öküze ine e vermiyorlar tabii. Uzak yerlerden bir deri
bir kemik kalmı hayvanları çok ucuza satın alıyorlar, otlaklarında besleyip ate pahasına satıyorlar.”
(Th. More, “Utopia”, sa:29)
“Birinci kata indiler, doktorun karısı en yakındaki kapıyı vurdu, umutlu bir bekleyi içindeydiler, bir
süre sonra içerden gelen bo uk bir ses sordu, ‘Kim o,’ koyu renk gözlüklü genç kız ilerledi, ‘Benim, ikinci
kattaki kom unuz, annemi babamı arıyorum, nerede olduklarını biliyor musunuz?’ diye sordu. Birinin aya ını
sürüyerek kapıya yakla tı ı duyuldu, kapı açıldı ve tiridi çıkmı ya lı bir kadın e ikte belirdi, bir deri bir kemik
kalmı tı, çalı süpürgesine dönmü bembeyaz, gür saçlarıyla insana itici gelen bir pislik içindeydi.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:217)
“Biraz ün sa lamazsa anlattı ı insana,
Kalem fukaralıktan bir deri bir kemiktir;
Hikayeni ka ıda geçiren yazar, sana
Sen i te dersin derse, yazdı ını yüceltir.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:84, sa:209)
“Kısa bir süre sonra, sürgüne gönderilen yurtseverlerden artakalanların geri döndü ü görüldü; dönü leri
ulusal bir bayram gibi kutlandı. Yurtseverlerin solgun yüzleri, iri iri açılmı a kın gözleri, bir deri bir kemik
kalmı sıska kol ve bacakları her yandan co an ne e ve sevinçle garip bir çeli ki yaratıyordu.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:26)
“Üzerinden günler geçti, ba langıçta biraz sızlıyordu, sonra a rı fazlala tı, sonra doktorlar ortaya çıktı,
umutsuzluk, üzüntü,, gene doktorlar. Derken, adım adım uçurumun kenarına geldim. Güçten dü tüm, bir deri bir
kemik kaldım, gözlerimin feri kaçtı.”
(L. Tolstoy, “ van lyiç’in Ölümü”, sa:68)
“.... <Kolomb>‘Dünyanın en varsıl krallı ına ayak bastı ını’ ilk olarak telaffuz edip ula tı ını
dü ündü ü ‘Hindistan’dan altın, inci ve baharat getirmeyi vaat etti inde ona hala inananlar vardır. Devasa bir
filo hazırlanır, on be bin adam, Kolomb’un kendi gözleriyle gördü ünü iddia etti i Ofir’e, Eldorado’ya gitme
onuruna sahip olabilmek için kavgaya tutu ur, kraliçe ona Hangzhou’daki Kubilay Han’a iletilmek üzere ipe e
sarılı mektuplar teslim eder; sonra Kolomb bu büyük seyahatten geri döner; yanında getirdikleriyse açlıktan bir
deri bir kemik kalmı , inançlı kraliçenin satın almayı reddetti i birkaç yüz köledir.”
(S. Zweig, “Amerigo”, sa:68-9)
“Hayatın ça laya ça laya akan ve soluk solu a kalmı bu duyularının bir gün sa ır ve dilsiz
olacaklarını, ellerin bir deri bir kemik kalaca ını ve duyarlı ını yitirece ini, imdi kan dola ımı ile sımsıcak olan
u çıplak ve sa lam bedenin kurtlara yem olabilece i ve ta gibi so uk bir iskelet haline gelece ini akla ve
hayale nasıl sı dırmalı?”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Tolstoy’, Cilt:III, sa:255-6)
Bir dikili a acı bile olmamak : Çok fakir olmak, hiç malvarlı ı olmamak
“Tıklım tıklım dolu Loma Fresca otobüsünde, bindi ini görmedi im ve yanımdaki koltukta oturan bir
kadın kula ıma öyle fısıldadı: ‘Hala düzü üyor musun?’ Casilda Armenta’ydı bu, ate li bir kız oldu undan
itibaren sürekli mü terisi olarak bana katlanmı , önemsiz eski sevglililerimden biriydi. Yarı hasta ve dikili bir
a acı olmaksızın emekli olduktan sonra Çinli bir bostancıyla evlenmi ti.”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:94)
“LADY UTTERWORD - Kızınızın evlili i bozuldu, Mr. Dunn. Hepimizin mal mülk sahibi sandı ı
Mr. Mangan’ın bir dikili a acı bile yokmu .”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:131)
“Kamil Bey’in mahpusane arkada ıydı. Mütarekede, ‘Kuvayı Milliyeye çeteci yazaca ız’ diye bir
dolandırıcılık dolabı kuran bir ittifakçı arkada ın oyununa gelerek mahkum edilmi ti. Dünya yüzünde hiç
kimsesi, dikili a acı yoktu.”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:177)
Bir diki te :
çki barda ını ya da kadehini a zına bir diki te bo altmayı becermek
“Ex marine <emekli, terhis olmu denizci> rahatsız olmu gibi bir diki te konya ını içiverdi.
Generalisimo bu adamın seksenine merdiven dayamı oldu unu dü ündü. Ola anüstü iyi görünüyordu. Düz
kesilmi kısa saçlarıyla dimdik, sırım gibiydi, ne bir dirhem ya ne de boynunda sarkmı bir deri vardı.”
(M.V. Llosa, “Teke enli i”, sa:209)
Bir dirhem : Bir nebze, bir parça
“MARGHERITA - Gidiyorum; hemen gelirim. (Çıkar.)
MARINA - Zavallı yavru! Fırtına ba ına çökmek üzereyken böyle ba kaldırmak olur mu? u üvey
anası olacak kadının bir dirhem aklı yok.”
(C. Goldoni, “Yabanlar”, sa:67)
“Halbuki, ne adamın, ne de kadının yüzünde bir dirhem kan vardı. Kansızlıktan kurumu asma
kaba ına dönen kadınla kocasının et yüzü görmedikleri meydandaydı.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:376)
Bir duda ı yerde, bir duda ı gökte : Özellikle masallarda, ola anüstü kudret simgeleyen kimseler için
(Örne in dev) bir deyim
“Dediler ki: ‘Bu i ırza <riza> bazarlı ı!... i zora bindirmesin. Bir hesap yaptık, yanlı çıktı. Yanlı
hesap Ba dat’tan döner. Köy bizim ise, o da bizim. Koysun mühürü önümüze, i te bu gadar!..’
Geldi, bir duda ı yerde, bir duda ı gö de:
‘Bana sorgu soramazsınız!’ dedi, ‘e e e bak!’ ”
(F. Baykurt, “Anadolu Garajı”, sa:98)
“Az sonra Reyhan Arap geldi; bir duda ı yerde, bir duda ı gökte derler ya, i te öyle iri bir adamdı bu
Arap. Bolu Beyinin de birinci cengaveriydi.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köro lu’nun Meydana Çıkı ı”, sa:38)
Bir dü ün, bir derne e gitmek : Biryerlere gitmek
“Deli Hüseyin - ‘Bir i i yapsa bana haber vermesi gerek. Bir dü üne, bir derne e gitse, bana haber
vermesi gerek.’ ”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Karacao lan” , sa:112)
bird’s-eye view : (COLL.) <börd’s ay viyu> : Tepeden, ku bakı ı; (F GÜR.) : Dı ardan (tepeden), daha
geneline bakma ve de erlendirme ansı
Bir düziye : Bir dereceye kadar
“ çimden öyle diyordum:
- blisler bizim yüzümüzden aldatıldılar, zarara girdiler ve öylesine alaya alındılar ki buna fena halde
içerlemi olmaları gerekir. E er hiddet kötü niyetlerini körükleyecek olursa, tav anı kovalayan ve onu di leriyle
yakalayan bir köpekten daha amansızca arkamızdan ko acaklar. Korkudan tüylerimin daha imdiden diken diken
oldu unu söylüyor ve bir düziye arkamıza kulak kabartıyordum.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:I, ‘Cehennem’, sa:250-1)
“ nciklerinde altın pazıbentleri parlıyordu, bunlar oraya dökülmü oldu undan yitemezlerdi. Çıplak
yerleri bir düziye ya ızlazmı tı, gür saçı ise darmada ındı. Çekti i yoklu un ve güz havasının üzerindeki izi bu
kadardı.”
(F. Herczeg, “Paganlar”, sa:302)
Bire : Bre; Hey arkada , karde
Bk.: Bre
“Kemal A a güldü:
-Bunca zamandır belliyemedin gitti bire herif...
Katip fırlayıp odadan çıktı. Kahveleri bizzat söyleyecekti.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:58)
“Bire Beyler bire Pa a
Karlı karlı da lar a a
Birgün ola ayrı dü e
Kıç bir yana ba bir yana
Kocadım belim büküldü
Zırhım silahım döküldü
Bu gözüm doldu döküldü
Kan bir yana ya bir yana”
“Yürü bire kahbe felek
Sende arzmanım kalmadı
Sineme sarıldı melek
Tende arzmanım kalmadı”
(Kocamak: Ya lanmak; Sine: Gö üs, ba ır;
Arzman: Arzu, istek)
(Köro lu-Prof.Dr. K. Mehmet Fuat, “Türk Saz airlerine Ait Metinler ve Tetkikler IV”, sa:53;55)
Bire bin katmak : Mübala a, uydurma sözlerle bir olayı gerçe inin ötesinde büyütmek, abartmak
“ vayk, bildik içtenli iyle, ‘Yerden gö e kadar hakkınız var, efendim,’ dedi. ‘Bütün bu
yaptıklarınızdan sonra, adınız hepten kötüye çıkar artık. Dostlarınız gazetelerde okumayagörsünler; her gittikleri
yerde bire bin katarak anlatırlar, elaleme maskara ederler adamı. Ama dert etmeye de mez.’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:64)
“Çanakkale sava ını, batan gemileri, süngü sava larını, ne kadar ngiliz öldürdüklerini, sava alanının
insan cesetleriyle doldu unu, dünyanın bütün kartallarının, akbabalarının, öteki yırtıcı ku ların sava alanı
üstünde döndüklerini, sonra ölüleri nasıl parçaladıklarını bire bin katarak bir destancı ustalı ıyla, co kuyla
anlatıyordu. Çanakkale sava destanını kim bilir imdiye kadar kaç kez anlatmı tı da dinleyenlerin parmakları
a ızlarında kalmı tı.”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 1-Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana”, Cilt:1, sa:27)
“(Hasan) dinlemese ölecekti. Köylü, büyükanasına ba lanmı tı bir büyüyle. O ne konu ursa, köylü de
bire bin katarak onu konu uyordu.”
(Y. Kemal, “Yılanı Öldürseler”, sa:111)
“Aradan birkaç gün geçti, fakat iki kom u arasındaki dü manlık yatı madı..... sıkıntısı yüksek sesle
söylenen son derece onur kırıcı sözler halinde dı avuruyor, bunlar da bire bin katılarak oralı derebeylerinin
sayesinde Dubrovski’ye kadar ula ıyordu.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:17)
Bire bir : Teke tek, yüzyüze
“ ‘Bu gözü kararmı a ıklar, La Manchalı övalye benimle bire bir dö ü meyi kabul etmedi i sürece
eski hallerine dönemeyeceklerdir; kaderin izniyle bu görülmemi , duyulmamı serüveni sadece onun benzersiz
cesareti bitirecektir.’ ”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:643)
Bire bir (gelmek) : Çare bulmak, ifa getirmek, iyile tirmek; Teke teke (Dövü mek, kavga etmek, sevi mek);
Aynen, e it, aynuı de erde
“-Sıtmaya rakı bire birdir. Sana bir kadeh de kininli konyak vereyim... Yürü. Bugün seni bırakmam.”
(S.F. Abasıyanık, “Sarnıç-Beyaz Altın”, sa:27)
“Bunlardan ba ka bize hastalarımız için bir yı ın kırmızı portakal getirdiler. Söylediklerine göre deniz
tutmasına bire bir gelirmi . Aynı zamanda bir kutu küçük gri ve beyazımsı haplar verdiler. Bunlardan
hastalarımızın gece yatmadan önce birer tane almasını istediler. Söylediklerine göre iyile melerini
çabukla tırırmı .”
(F. Bacon, “Yeni Atlantis”, sa:38)
“Güne in Canı <08.08.95>
Güne in canı,
Bil,
Bir karı :
Canımız ile:
bire bir!..
Ancak ya amko udur,
at ko usu!..”
(Mutalip Beppaev<d.1949>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 10.10.02)
“ ‘Olmaz öyle ey, kürek çekmek dokunur sana.’
‘Saçma. Tam tersine yararı dokunur. Kaslarımın kazık kesilmesine engel olur.’
‘Do ru yapmıyorsun, Cat.’
‘Hiç de de il. Yorulmamak ko uluyla kürek çekmek gebe bir kadına bire birdir.’ ”
(E. Hemingway, “Silahlara Veda”, sa:249)
“ ‘ slamcılar intihara kar ı de il mi?’
Serdar Bey cevap vermedi buna. Matbaa makinesi durup odada bir sessizlik ba layınca Ka dı arıda
ya an inanılmaz karı seyretti. Az sonra pek ‘i görece i için gittikçe artan huzursuzluk ve korkuya kar ı Kars’ın
dertleriyle dertlenmek birebirdi.”
(O. Pamuk, “Kar”, sa:32)
“Kız, kamayı ordaki bir kuyuda söndürdü;
Sonsuz ate e verip a k kendi aleviyle
Pınarı ifalı bir kaplıcaya döndürdü.
Hastalara birebir. Ben, sevgimle köle,
ifa bulmaya geldim ve gördüm ki gerçek u:
Sevgi suyu kaynatır; sevgiyi söndürmez su.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:154, sa:349)
“Lord Henry, ‘Peki, ya Lady Brandon bu harika genç erke i nasıl tanımladı?’ diye sordu. ‘Bütün
konuklarının hızlı özetlerini çıkarmakta birebirdir, biliyorum.’ ”
(O. Wilde, “Dorian Gray’in Portresi”, sa:16)
Bir edayla : Bir tavırla, havasında
“ ‘Size güvenilir bir kılavuz önerece im,’ dedim bilgiç bir edayla. ‘Bindi iniz taksi, bu yolu kent
dı ından kat etti, bu da fiyatı üç katına çıkardı. Ben bir araba kiralamı tım, ama çok pahalı oldu u için bırakmak
zorunda kaldım.’ ”
(A. Tabucchi, “Hint Gece Müzi i”, sa:95)
Bir ekme e muhtaç olmak : Çok fakirle mek, yiyecek bir ey alamamak, ba kasına muhtaç kalmak
“Nihayet bu <mirasyedi> o lanın hiçbir eyi kalmadı. Bir ekme e muhtaç oldu. Onun yalancı sevgilisi
de ondan yüz çevirdi. Ne kadar çalı tı ise kadın kendisine ram olmadı (sadık kalmadı). Aralarına sı mayan kıl onun
gözünde diken oldu.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:I, sa:191)
Bir el di erini yıkar : (Kötü-yardıma muhtaç) bir kimse, di er (kötü-yardıma muhtaç) bir kimseye yardım
eder; Sen bana ben sana misali
“NOEL GÜNÜ KAHKAHALARLA GÜLEN
YED ASKER
-----------------Yedisi de becerince yeterince,
Bir el kalbin üzerinde,
Silahın üzerinde, öteki,
eyerek, dolandılar adamın çevresinde:
‘Nasıl bir karde lik bu sa adına...’
Bir bozukluk bıraktılar ücret olarak
sidikler damlayan ba ının altına,
‘ho çakal’, ‘ho ça kal...’ diyordu, kıkır kıkır her biri,
daima ‘Yıkar(dı) bir el, di erini.’ ”
(Angifi Proctor Dladla<d.1950>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.03.08)
Bir el iskambil çevirmek, oynamak : Kısa bir süre vakit geçirmek için iskambillerle ka ıt oynamak
Bk.: Bir el ka ıt oynamak
“Sustular. Longin yeniden okumaya koyulmu tu. Mathieu arzulu gözlerle ona baktı, kalktı. Charlot elini
Pinette’in omzuna koymu tu:
-Bir el daha çevirelim mi?
- stersen!”
“Sarı, kıvır kıvır ba yok oluyor kapıda. Herkes gülüyor, sonra gülmez oluyorlar, Jüra’lı: ‘Bir el
iskambil çevirelim, çocuklar,’ diyor. ‘Oturup kara kara dü ünmekten iyidir.’ ”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:82;366)
Bir elin be parma ı gibi : Birbirine çok yakın olmak
“Hacı E kıya küçücük, kara kuru, avurdu avurduna geçmi , ya lı bir adamdı. Ahmet Efenin en yakın
dostuydu. Yata ıydı. Bir elin be parma ı gibiydiler. Ahmet efe kancıkçasına Hasan Çavu un kur unu ile
gittikten sonra, Memedi kanatlarının altına almı , ona babasızlı ını unutturmu tu.”
(Y. Kemal, “Çakırcalı Efe”, sa:13)
Bir eline dü tük mü : Bir yakalandık mı
“Kadının gözlerini göremiyordum, ama rabamıza baktı ını anlıyordum; ba kalarının hayatını düzene
sokmak isteyen kadınların sahip oldu u gözlerle bakıyordu. ‘Senin eve gidelim,’ dedi Hegwig, ‘hadi... bizi
burada tanıyacak diye ödüm patlıyor, bir eline dü tük mü bütün ak am evde oturur, ola anüstü bir çay içeriz...”
(H. Böll, “ lk Yılların Ekme i”, sa:104)
Bir eli ya da, bir (öbür) eli balda : Tuzu kuru, her eyi hazır bulan, maddi hiç bir sıkıntısı olmayan kimse;
üst-orta klas varlıklıkimse
“Ailenin hali vakti yerinde ama bir elleri ya da bir elleri balda denilecek kadar de il, zenginlerin
standartlarına göre zengin sayılmazlar; baban senin temel ihtiyaçlarını kar ılayacak harçlı ı verecek kadar
cömert olsa da, almak istedi in kitaplarla plaklar, görmek istedi in filmler, içmek istedi in sigaralar için daha
çok para gerekiyor.”
(P. Auster, “Görünmeyen”, sa:78)
“ ‘klasmı ! sarho ken KEND N B R DUYSAN! korkunçsun, korkunç!’
‘mesele çıkarmaya mı çalı ıyorsun Kathy? Alvarado Soka ı’ndaki o cin tekkesinden çıkardı ımdan
beri kürkler içinde ya attım seni. bir elin ya da bir elin balda.’ ”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:83)
“ mdi: (Aman Yarabbi, bu imdi sözcü ünü ne tuhaf bir eda ile söylüyordu!) Sana bir kısmet de çıkar
in allah. Burada bir hanım ö retmen vardı. Arife Hocanım. Ceza Reisi kendisine nikah etti. imdi, bir eli ya da,
bir eli balda. Darısı senin ba ına.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:149)
“Lario ve Chelino ile birlikte tepeye çıkıp e lendi imiz günlerdeki isteklerim. Daha hiçbir eyin
olmadı ı, Amelio’nun dünyada oldu u günlerin. Yalnızca bir yıl geçmi ti. nanılır gibi de ildi.
‘Roma’yı seviyor musun?’ diyordu, pe imden gelen Carletto. ‘ yi ya anır burada, o lum.’
Giulianella: ‘Evli gibisin, bir elin ya da, bir elin balda,’ diyordu.”
(C. Pavese, “Yolda ”, sa:165)
Bir el silah atmak : Bir özel olay için bir el atı ta bulunmak; Kalabalı a ihtar vermek için polisin açtı ı ate
“Bizim Mustafa:
‘Bir zamanlar burada bir el silah atmı tık. Yuvalardan havalanan güvercinler kapkara bir bulut gibi
gökyüzünü tutmu tu.’ ”
(Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:176)
Birem birem : Tek tek, birer birer
“Iraz:
‘O lumu öldürenlerin evini yaksam, kapılarını kırsam, çok mu? Hepsini birem birem öldürsem çok
mu? Kıyık kıyık kıysam...’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:208)
bireme : (OSM.) <bay’rim> :
Birer birer :
Üstüste iki süre lürekleri olan eski zaman kadırgası
Teker teker
“Ba ını kaldırıp seslendi, birer birer hepsinin adını haykırdı, kendi sesinin yankısından ürkmü tü. Sonra
odacıklarla tüneller a ına çöken dondurucu sessizli e bo yere kulak verdi.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:182)
“Ölmü ve koku makta olan bir dünyada ya adı ımızı örnekleriyle anlatmak ne e lenceliydi - sindirim
boyunda güzel yemekler ve damarlarında iyi arap oldu unda e lenceliydi yani. Ça da edebiyatı yerin dibine
batırırken müthi bilgili havalarda ahkam kesiyordu; hepsi ahkam kesiyorlardı. Yapıtları basılmayan yazarları
ince ince ele tiriyor, ünlülerin hepsini birer birer yere seriyorlardı.”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:183-4)
“YUNANLILARIN ÖYKÜSÜ II
----------------------------------------Mayısta ya an doluların alnına çarpaca ı,
güne in bir nar gibi alacalı urbanın kuca ında
parçalanaca ı,
ve o nar tanelerini birer birer on iki yetimine
da ıtaca ın,
ve denizin nisanda ya mı kar gibi, öç almaya susamı
bir kılıç gibi, donuk donuk parlayaca ı,
ve kaya yengecinin gizlendi i delikten çıkıp
kıskaçlarını kavu turarak güne lenece i.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin”, sa:37)
Birer iki er : Tek tek ya da iki er ki ilik gruplar halinde
“Profesör Lombardo oturma odasına giderek rahat koltuklardan birine gömülürcesine oturdu. Yöre
halkı da, adet oldu u üzere, birer iki er, taziyelerini sunmak için kuyru a girmi ti.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Ya mur Fırtınası”, sa:100)
Birer tek atmak :
çmek
“Artık bütün yerleri, hele stanbul’u bütün bütün unutmalı... Ak amları birer tek atmalı.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:II, sa:163)
“Margarida, e lence kulübelerinden birinin önünden geçiyordu.
‘U urlar ola, Sarı Margarida bu yahu!’
Margarida durdu, çevresine bakındı, tam sövece i sırada Chicao’yu gördü.
‘Hele hele, sendin demek, eytanın gör dedi i.’
‘Hadi gel, cadı karı, birer tek atalım.’ ”
(J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar Karde im Deniz”, sa:38)
Bir e ek yükü para kazanmak : Çok para kazanmak
“Bizi hep bilirler. Kahvecilikten aldı ımız bizi geçindirmedi. Bir efkarlı zamanımda gavur o lu zihnimi
çeldi. ‘Üç seferde, bir e ek yükü para kazanırız, aptal Türk!’ dedi. Bu dalgada kandisine yardım edece im.
Basiretim ba lanmı . ‘Peki’ dedim. Bizde erkeklik var. Bir kere ‘Peki’ dedik mi, bitmi tir.”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:336)
Bir etek (dolusu) para vermek : Pek çok para vermek
“Haceli:
‘Bayram!’ diye ba ırdı ka nının ardından. ‘ kimizin de ba ı belaya girmesin, Bayram! Bir etek para
verdim ben bu yere. Hakkın yendiyse gider ikat edersin. Böyle aykırı aykırı soluma Bayram bana kar ı.’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:57)
“Süleyman, boyuna:
‘Nasıl ev, nasıl ev?’ diye soruyor, ben de:
‘Güzel güzel,’ diyordum. ‘Oturmalara seza.’
‘Çok para verdim, bir etek para verdim ama, bir ev sahibi de oldum. E er yıkmazlarsa.’ ”
(Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:194)
Bir etmek : Öylesine bir dayak çekmek, pestilini çıkarmak
“ ‘Köylüyü de hep de nekten geçirdiler. Bunu hep o keçi sakallı ediyor. Öldürmedin gitti. Durmu Ali
emmine senin yerini sordular. Bilmem deyince, fıkarayı bir ettiler, bir ettiler ki, hala yatıyor. O günden beri
yataktan çıkmadı.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:383)
biretta :
(HIR S.G Y., TA.) <bire’ta> : R.C. papazların giydi i dört kö eli beyaz takke
Bir evin damındaki kargalar kadar saygısız : Çok kurnaz, yalnız kendi çıkarını dü ünen bir hayvan olan
kargayı, hasbelkader bir romanda motif olarak almı bir Avustralya- ngiliz esprisi
“Gerçekten de Londra sokaklarının tüm süprüntüleri o yanda akala ıp iti erek; bu yanda zar atarak, fal
bakarak, dürtü erek, birbirlerini gıdıklayıp çimdikleyerek; urda amatacı, burada suratsız; kiminin a zı bir karı
açık, kimi bir evin damındaki kargalar kadar saygısız; tümü cüzdanlarının ya da konumlarının elverdi i ölçüde
giyinip ku anmı ; burada kürklere ve incecik yünlülere bürünmü ; urada paçavralara sarınmı , ayakları buzdan
yalnızca sarıverdikleri bir bula ık beziyle korunmu olarak hazır ve nazırdılar.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:44)
Bir eyyam (daha) yuvarlanıp gitmek : Bir süre daha aynı hayat ekliyle devam etmek (Eyyam: Günler, Yevm: gün)
“Adam sen de, daha gencim, dincim, elim aya ım tutuyor: sonra bile imde keman gibi altın bilezik var.
Bir eyyam daha öyle yuvarlanıp gidelim; elbet günün birinde, çingenelerden alaca ım ilhamlarımı,
sermayelerimi tamamlayınca annemle birlikte yine atarız kapa ı bizim sessiz, sakin Topçular’a...”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:180-1)
Bir faslam : Bir sürü, bir okka, bir çok
“Zézette, sınıfının içgüdülerini, i man ve hayırsever kadınların suratlarına do ru öyle bir gülüp
geçebilmek kadar sa lamca içine sindirmi miydi? Maurice’i süslü mahallelere do ru sürüklemi ti. Ma azaları
heyecanla seyrediyordu, yanaklarına bir faslam boya yapı tırmı tı.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:23)
Bir fıçıya istiflenmi sardalya gibi : Sıkı sık , Tıkı tıkı , Tıklımtıklım kalabalık
“Ancak konuklar arasında bulunan bir ngiliz deniz subayının, John Fenner Brigge’nin günlü ünden her
ulusa ait ki ilerin ‘bir fıçıya istiflenmi sardalyeler gibi’ avluyu doldurduklarını ö reniyoruz. Kalabalık öylesine
sıkı sıkı mı ki bir süre sonra Brigge olan biteni daha iyi görmek için bir erguvana tırmanmı .”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:89)
Bir fırt çekmek : Bk.: Fırt çekmek
Bir hal olmak : Kendini kaybetmek, bayılmak, ruhsal ya da fiziksel dengesini yitirmek, fenalık geçirmek
“Sonra, Çelebi ve müridler yemek yediler ve göç edip Tebriz yolunu tuttular. eyh shak’a üç gün sonra
bir hal oldu. Zaviyenin damına çıkarak, kendinden geçti, ba ırıp ça ırdı, döndü ve birdenbire damın kenarından
a a ı dü üp can verdi.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:257)
Bir (Birkaç) fırın ekmek yemek : Çok üzün bir süre için çaba harcamak
“Kutuyu ona do ru iten Teabing, ‘Elbette hayatım,’ dedi. Niyeti onu küçümsemek de ildi ama Sophie
Neveu’nun onunla aynı kefeye konulması için bir fırın ekmek yemesi lazımdı. E er bir ngiliz Kraliyet Tarihçisi
ve Harvard’lı bir simgebilimci bile lisanı tanımlayamıyorlarsa...’ ”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:330)
“ ‘Tabii, iyice baktı ım zaman, de i ik kılı ınız ardında din adamlarında bulunan bir eyler buluyorum,
ne eli tavırlarınız altında da bizi altüst eden sıkıntıyı; ama topu topu bu kadarcık bir ey belli etti inize göre,
kendinize ne kadar hakimsinizdir kim bilir! Bana gelince, benim daha bir kaç fırın ekmek yemem lazım,
anlıyorum; ö ütleriniz...’ ”
(A. Gide, “Vatikan’ın Zindanları”, sa:113)
Bir fincan kahvenin (bin) kırk yıl hatırı vardır :
bir dostlu a kapı açtı ı konusunda bir mesel
çirilen dostluk kahvesinin ne denli önemli ve yıllar süren
“ ‘Bunlardan bir tanesi dört milyon liralık a aç kesmesinden dolayı mahkemede iken af çıkmı tır. Bir
de bunlar için husus, af kanunu çıkarılmı tır. Müteahhitlerimizi korumalıyız efendim. Toprak gider efendim,
müteahhitlerimiz kalır. Bir fincan kahvenin bin yıl hatırı var...’ ..... “Avukat dertli adam, a k adamı, dürüst adam.
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olmaz olsun. O de il mi belimizi büken.”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:66;67)
Bir fiske bile vurmamak : Çok iyi muamele etmek, hiç incitmemek, dövmemek
“Eskiden babam gözü dönmü bo tehditler savurur, seni balık gibi didik didik ederim, derdi -gerçekte
bir fiske bile vurmadı bana- imdi tehdit ondan ba ımsız bir ekilde bütünüyle gerçekle iyor.”
(F. Kafka, “mavi oktav defterleri”, sa:89)
Bir gidip bir gelmek : Sıkıntıdan ya da gösteri için, bir a a ı bir yukarı, neredeyse hedefi olmayan
hareketlerde bulunmak
“Etkilendi ini imdi gizlemeye çalı an, ama sahte kayıtsızlı ına kar ın, istemeye istemeye
uzakla ıyormu gibi görünen baron, bir gidip bir geliyor, gözlerinin güzelli ini en çok ortaya çıkaraca ını
dü ündü ü ekilde bo lu a bakıyor, kendini be enmi , aldırmaz, gülünç bir havaya bürünüyordu.”
(M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:11)
Bir gömlek üstün olmak : Hayatta ba arı, yaratıcılık, hedeflerine varabilme, ya am tarzı vb. de er yargıları
bakımından kendini ba kalırından bir derece üstün varsaymak
“< izoid ki ilik> Ba arılı oldu u sürece, özsaygısını yitirmeyebilirdi, çünkü ba ka herkesten bir gömlek
üstün oldu una inanmak, bu duygu devam etti i sürece, sevilmeye layık olma duygusunun yerini alabilir.”
(A. Storr, “Yaratma Dürtüsü”, sa:72)
Bir gürültü bir patırdı; Bir gürültüdür kopmak : Herhangi bir yerde olu agelen kavga, karga alık
Bk.: Gürültü patırdı çıkarmak
“Özür dileyerek dı arı çıktım. Hatta özür dilemekle de kalmadım da ba arılar diye ba ırdım çıkarken.
Kaba adamlardı anla ılan, yiyecek gibi baktılar bana ve birbirlerine.
Ben çıktıktan sonra içerde bir gürültüdür koptu. Bana ne, diye dü ündüm, kozlarını pay etsinler.
Asansöre yürüdüm. Apoletli kadın yoktu ortalıkta.”
(M.C. Anday, “isa’nın güncesi”, sa:99)
“RUPRECHT -... Bir gürültü, bir patırdı. Bu kıza Bayan Marthe, testiyi kimin kırdı ını sordu. O da,
bildi iniz gibi, benim kırdı ımı söyledi. Vallahi haksız da de il, onun su testisini su yolunda kıran benim.
Yamacının da tepesi delindi!”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:49)
Bir güzel .... (aklı yatmak, dinlenmek, dövmek, ok amak, sarmak, yıkamak) :
sopa çekmek; dövmek; sarıp sarmalamak, yıkamak, temizlemek)
yice (ıslatmak, temiz bir
“ ‘Fakat dedi in gibi gerçekten gökteki kadınsa seni yola çıkaran ve gülden, bunca iltifata ne gerek!
Bunu onun adına benden istemen yeter. Haydi durma, arkada ının düz bir kamı dola beline <alçakgönüllülük
sembolü> ve yüzünü, kir pas kalmayacak ekilde bir güzel yıka.’ ”
(D. Alighieri, “ lahi Komedi”, Cilt:II, ‘Araf’, sa:10)
“GECEYD GÜN
-------------------lerliyorduk ıssız bir yolda kalabalık sıkı tıkça
sıkı ıyordu.
Yürüyü bir güzel dinlendirdi de bizi
oturmayı göze aldık
sonra uyandı ımızda gözlerimiz kapandı
ve afak gecenin kovalarını bo alttı üstümüze.
Ya mur bizi kuruttu.”
(R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:30)
“Te men gittikten sonra, vayk ortalı ı süpürdü, e yaların tozunu aldı, evi bir güzel toparladı. Ak am
te men geri döndü ünde tekmilini verdi:
‘Her ey yolundadır, komutanım. Yalnız kedi bir yaramazlık yaptı, kanaryanızı mideye indirdi,
efendim!’
‘Sen ne diyorsun ulan?’ diye bö ürdü te men.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:I, sa:190)
“ ‘Fransa Cumhuriyeti.
‘Araba teslim alındı.’ Ve bastı imzayı: ‘GAVROCHE.’
Sonra da ka ıdı hala horlayan köylünün kadife yele inin cebine bir güzel yerle tirdi. Ve iki eliyle
sımsıkı yapı tı ı el arabasını anlı bir zafer patırdısı içinde itip ko turarak Halles’e do ru gitti.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:IV, sa:543)
“Bu arada annemin ve Sandy’nin çıplak de il, bilakis tüm elbiseleriyle yatakta olduklarını, dolayısıyla
ona öyle bir oyun hazırladıklarını görünce kızgınlı ı delili e döndü ve sarho haliyle annemi bir güzel dövdü.”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:11)
“O zaman onunla konu maya cesaret edebildiler, ihtiyar da onlara anla ılmaz bir lehçeyle, ama güzel
bir gemici sesiyle kar ılık verdi. Böylece, kanatların sakıncasını gözardı ederek, onun fırtınanın alobara etti i
yabancı bir gemiden hayatta kalmı tek kazazede oldu una akılları bir güzel yattı.”
(G.G. Marquez, “ yi Kalpli Erendıra”, sa:8)
“Semyon, dirse inden tutarak aya a kaldırdı ı adamın, ince, temiz bir bedeni oldu unu gördü;
kollarında ve bacaklarında kırık yoktu, tatlı bir ifadeyle bakıyordu yüzüne. Kunduracı, kaftanını adamın
omuzlarına attı; bir türlü kollarını içine geçiremiyordu adam. Giyinmesine yardım etti Semyon, belini de ku akla
bir güzel sardı.”
(L. Tolstoy, “ nsan Ne le Ya ar”, sa:21)
“ ‘Söylesene bana, bu Vasili Mihayliç güvenilir bir insan mıdır?’
‘Öyle diyelim öyle olsun, yalnız çok cimridir. Ayda en azından üç yüz ruble alır, ama sen de gördün
ya, bir domuz gibi ya ar. Hayır, benim dayanamadı ım u levazım subayı. Elime geçse bir güzel kırbaçlatırdım.”
...... Kozeltsov tefecilik hakkında atıp tutmaya ba ladı. Bu konuda için için kaynayan öfkesinin nedeni, itiraf
edelim ki tefecili i hor görmesinden çok, durumdan yararlanıp kazanan bu gibi insanların varlı ına
katlanamamasıydı.”
(L. Tolstoy, “Sivastopol A ustos 1855”, sa:52)
“Portekizlileri söylediklerine pi man etmi ler ve onlara öyle bir gözda ı vermi lerdi ki, i in akası
yoktu; hatta bir daha o sokaktan geçmeye kalkı ırlarsa, her defasında onları sopayla bir güzel ok ayacaklardı.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:138)
Bir hale yola koymak : Düzenlemek
“Hemen yola çıkmadık. ki ejder, bütün Habe istan dü lerimizin üzerine bina etti imiz on kilo sırça
<cam> yı ınını bir hale yola koymak için üç gün u ra mak zorunda kaldık. Birer ceviz kemirerek ve Türkler gibi
durmadan sigara tüttürerek, odamıza kapanıp bu rengarenk ta parçalarına çekici ekiller verdik: Bu yalancı
mücevherleri özenle yan yana getirerek gerdanlıklar, bilezikler, madalyonlar, küpeler ortaya çıkardık, bunların
gerektirdi i ufak tefek masraflar ise bizi iflas ettirdi.”
(P. Istrati, “sünger avcısı”, sa:63-4)
Bir hal gelmek : Bir takım hallere, bir de i ikli e u ramak, ba kala mak, de i ikli e u ramak
Bk.: Bir hal olmak
“-Sen daha savu muyor musun? Elvermedi mi rezillik? Gazetecilikse bu kadar olur.
-Bana bir hal gelmi Arif amca... Utanaca ıma ben, bir de baktım kasılmaktayım!
-Ne kasıntısı?
-Zenginli e sıva maktan gelen kasıntı olmalı... Parayı biz götürüyoruz ya, kaptırmı ım kendimi...”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:198)
Bir hal kalmamak : Halsiz kalmak, çok yorulmak, bitkin olmak
“ kindiye do ru Bozlara girdik. Ne bende bir hal kaldı, ne de yol arkada ım Mustukta... Kayalar
ayaklarımız, ellerimizi yedi. Yol diye kayalıkları tırmandık. Allah kahretsin böyle yolu.”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:40)
Bir hal olmak : Halsiz dü mek, çok yorulmak; de i mek, ba kala mak, alı ılanın ötesinde hareket etmek
“ nce Memedin ölüm haberini bekleye bekleye bir hal olmu tu. kide bir Ali Safa Beye gidiyordu, ‘hani
o lum Ali? Gözleye gözleye gözüm dört oldu,’ diyordu.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:387)
“-Ne yapıyorsun sen? Mutfakta her ey dökülüyor, sen beyefendiyi kollamakla u ra ıyorsun. Evet, evet,
bu i ler önce erik çalmakla ba lar, ba ka yollara sapar. Bir süredir sende bir haller var, kızım sen erkek
kokuyorsun.”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:III, sa:107)
“Paris’te sonsuz bir bollukla rastladı ım o dostluk, arkada lık ve ne elilikleri hep aradım, aramaktan bir
hal oldum. Önem verdi im konuları tartı acak kimseleri bulamıyordum.”
(S. Zweig, “Dünün Dünyası”, sa:196)
Bir halt becerememek : Bk.: Halt becerememek
Bir hayli : Oldukça, oldukça çok
“Bütün bu maceraları Reha Beye anlattım; o bunlara bir hayli meraklandı ve bir hayli güldü. En sonra
da, ‘Sen, dedi, o Etem’i bir gün bana gönder; ben ona bir diskur geçeyim; yahut bizimkilere geçirteyim; bak bir
daha senin yanına u rar mı?”
(O.C. Kaygılı, “Çingeneler”, sa:177)
Bir hengamedir kopmak : Ortalık karı mak, birbirine girmek
“‘... Sonuçta hayvanlar bizim hatunun bahçesine girmi ler, yeni dikti i sebzelerin hepsini ezmi ler. Bir
hengamedir kopmu . Bizim hanım durur mu, tavukları sopayla kovalayıp bir güzel pataklamı ; ben eve
vardı ımda i çı rından çıkmı tı. Ben de balıklama daldım kavgaya. Sonunda karakola dü tük.’ ”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:108)
Bir hiç u runa : Küçücük bir ey için, hemen hemen nedensiz
“Sanki biri beni alıp yere savurmu tu. Ama bunu tahmin etmeliydim! Ne yapıp edip beni yakalamı tı.
Üstelik elinde kanıt da vardı, dava dosyası. Bunun ne oldu unu bilmiyordum, ama benim bir kadınla beraber
oldu umun belgesi oldu una kalıbımı basardım. pin ucu kaçmı tı. Daha bir dakika önce, bir hiç u runa
Birmingham’dan ça rıldı ım için ben ona kafa tutarken, imdi durum birden tersine dönmü tü.”
(G. Orwell, “Daralma”, sa:265)
Bir hiç yüzünden : Bir nedeni olmaksızın, sebepsiz
“Birkaç hafta içinde geçimsizlik ba ladı. Bir hiç yüzünden tartı ıyor, güldü ü bir sırada hiç nedensiz
a lamaya ba lıyordu. Bir sürü ipe sapa gelmez dü ünceler, kaprisler...”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:II, sa:46-7)
Bir hikmeti olmak : Bir anlamı, de eri, nedeni olmak; bir i e yaramak; Tanrı’nın insanlar hakkındaki
bilinemeyen, anla ılamayan inancı
“Sevgili Nermin,
Burada da geceleri gündüz etmeye ba ladık Nermin... ‘ nsan güne i üstüne do durmamalı!’ diye
me hur bir atasözü vardır. Güya uyuyan bir insanın üstüne güne do arsa, o insan, o gün a ırlıktan, ba
a rısından kurtulamazmı . Eski adamların her sözünde mutlaka bir hikmet vardır, diye biz de bu öneriye
gerekti i kadar uymuyoruz.”
(R.N. Güntekin, “Bir Kadın Dü manı”, sa:43)
Bir ho olmak : Kendini pek iyi hissetmemek, fenalık geçirmek
“Ta ikindiye kadar oturdu u yerden kalkamadı. Bir ho olmu tu. Can çeki ir gibi bir hali vardı.”
(Y. Kemal, “Hüyükteki Nar A acı”, sa:5)
Bir içimlik : Tek bir sigaraya yeterli (tütün)
“Canı sıkıldı. Ya benim? Kırk yılda bir pipo içecektim, kavga dövü bir içimlik tütün bulmu tuk.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:160)
Bir içim su : Harika güzel (Genellikle kadınlar hakkında kullanılır)
“Çevredeki birkaç seçene i denedikten sonra, ö le yemekleri için Cosmic Diner’de karar kıldım.
Yemekleri ahım ahım de ildi, ama garsonlardan biri Marina adında Porto Rikolu bir içim su bir kızdı, ona
hemen tutuldum.”
(P. Auster, “Brooklyn Çılgınlıkları”, sa:12)
“Fazlasıyla ince uzun vücudunun devinimlerinde bir tuhaflık vardı, ço u zaman onu bir mücevher gibi
süsleyip bir üstünlükle donatıyor, ama bazen de bir a ırılık ve yapmacıklık izlenimi uyandırıyordu. Ne var ki
sanat galerisinde güzeldi, bir içim suydu adeta.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:98)
“Do rusu hepsi güzel, bir içim su, büyülü,
Hepsi senin resmindir, hepsinin örne i sen.
Ama sen olmayınca kı sürdü biteviye:
Bunlarla oyalandım senden gölgeler diye.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:98, sa:237)
Bir i ne bir ipli e dönmek; Bir i ne bir iplik kalmak : Üzüntüden, yastan, hastalıktan zayıflayıp bir deri bir
kemik kalmak
“Bununla birlikte, bugün, ya lı Salome’nin yüzü alev alev yanıyordu. Sevgili o lu Yahya, evvelsi gün,
kutsal manastırdan gelmi ti. Baya ı solmu , bir i ne bir iplik kalmı tı. Dualar, oruçlar yiyip bitirmi ti onu.”
(N. Kazancakis, “Günaha son Ça rı”, sa:185)
“Gene her sabah çok erkenden kalkıyor, damın ba ına çıkıyor, uzak göklere gözünü dikiyor, gökleri
ara tırıyor. Nerede sönen bir kartal kümesi varsa yaya yapaldak oraya ko uyordu. Bir i ne bir ipli e dönmü tü.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:37)
Bir i nesi bile olmamak : Elinde o zengin, satfetli devirlerden de erli hiçbir ey, bir i ne bile kalmamak
“En güzelleri renkli kadınlar, ya da orada ça rıldıkları gibi mulata. Sömürge idaresi, içerlerde
madenlerden çıkarılan ve madenciler tarafından kuyumculara satılan altının gayrı resmi ticaretini önlemede
ba arılı olamadı. Ne yazık ki size o ustaların mükemmel i çiliklerini ortaya koyan bir tek örne i bile
gösteremiyorum. Bir tek i ne bile yok bende.’ ”
(J.M. Coetzee, “Dü man”, sa:90)
Bir-iki : Birkaç, birden fazla, seyrek
“Kocaman kayıklar, adaya para pul, bir iki çuval un, birkaç kilo et getirirlerdi. O sene kı ne kadar fazla
olmu sa balık da o nisbette az çıkmı tı. Balı ın az, kı ın çok olması günah çıkartan papazı bile dü ündürürdü.”
(S.F. Abasıyanık, “Semaver-Stelyanos Hrisopulos Gemisi”, sa:14)
“Küçücük bir arka odaya çekilip, meyhaneyi ya lı bir kadınla birlikte bir iki hafta idare ettikten sonra,
anladı ki ‘baca ı’ ona hiç de iyi bir kar getirmiyordu. Mü terilere saygı göstermekten geri kalmıyordu ama gene
de gelen para 40 ilinin epey altındaydı.”
(B. Brecht, “Üç Kuru luk Roman”, sa:5)
“Tartı ıyor, görü lerini açıklıyor, ba kalarının görü lerini dinliyor, önüne çıkarılan tabloları inceliyor,
yanından geçen Louise’e gülümsüyor, çocuklara oyalayıcı bir iki ey söylüyor ve hiç elinden bırakmadı ı ve
arasıra, önündeki resmin urasına burasına dokundurdu u fırçalarıyla birlikte yakaladı ı telefona cevap
veriyordu.”
(A. Camus, “Büyüyen Ta ”, sa:18)
“Böylece öfkemi bastırıp Albay’ın talimatını uyguluyorum. Bu i e yaramaz tutsakları onun için
‘kimseyle görü türmeden’ elimde tutuyorum. Ve bir iki gün sonra bu vah iler sanki buradan ba ka bir yerde
ya amı olduklarını unutuyor.”
(J.M. Coetzee, “Barbarları Beklerken”, sa:27)
“Michaels bana hep, bir avuç dolusu tozu alıp sıkı tırmı , üstüne tükürmü , yo urarak geli imini
tamamlamamı bir insan biçimine sokmu , bu arada a ız ve hiç ku kusuz kafasının içi gibi bir iki hata yapmı ,
cinsellik gibi bir iki ayrıntıyı unutuvermi , ama yine de en sonunda gerçek küçük toprak adamı ya atmayı
ba armı gibi gelir.”
(J.M. Coetzee, “Michael K.”, sa:186)
“ ‘Acıyın Sarho lara’
-----------------------Donmu tur morglarda, baharla ba tan çıkıp
uraya buraya gitmeye kalkan garipler; Walkden’e,
Cumberwelle’e ya da Leeds’e gitmek için
Ellerinden geleni yapanlar. Ama ya an kar
Tam yol kav a ında yakaladı onları.
Ne apkaları vardı, ne paltoları onları koruyacak,
Bir iki tur attılar, öksüre tıksıra.
Sonra bir tur daha atıp çekip gittiler.”
(David Constantine<d.1944>-Cevat Çapan, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 09.01.03)
“THE N GHT OF LOVELESS NIGHTS
(A ksız Gecelerin Gecesi)
-----------------------------------------------Bir iki gayretli hayalet yan yana yol almaktaydı
Paltolarını ve yüzlerini yırtarak dallarda,
Günahlarının amansızca vurdu u sahte a ıklar
Onların ardında uzun bir kutsal yolculuktu yaptı ı.”
(R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:105)
“... neyse, yarına dek bekleyebilirdi. Saatin dolmasıyla birlikte kapı dı arı edilmek istenmesine
içerlemi ti biraz. ‘Pekiyi, Doktor Hogarth,’ dedi. ‘Çok te ekkür ederim.’ Hogarth eline aldı ı çeki ikiye katlayıp
cebine koydu. Kafasını sallayarak piposundan bir-iki nefes çekti.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:83)
“Ya lı adam bir-iki kez uyandı, do rulup yata ında oturarak adanın bitki ve hayvan örtüsü üzerine ipe
sapa gelmez, anla ılabilir ve kısa bir konu ma yaptı. Bir keresinde de Fonvisin uyandı ında onun yatak
örtülerinin altında burnunu çeke çeke kendi kendine a ladı ını ve bir kadınla kopuk kopuk bir eyler
konu tu unu duydu. Yine saat dört oldu unda içi geçmi ti. Saat altıda, Fonvisin’i (sonuçta herkesi) çok a ırtan
bir ey oldu: Adam ölmü tü.”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:290)
“Masanın üzerinde duran Tibet dua çarkını alıp bir-iki kez döndürdü. Dindar kalemlerin yıllar önce
üzerine Om Mani Padme Hum (Bk!) klasik yakarısını karaladı ı sararmı ka ıt parçacıklarıyla dolu kasna ın
hafif sürtünü ünü duydu. Bu rasgele bir ayrılık armana ıydı.”
(L. Durrell, “Mountolive- skenderiye Dörtlüsü 3”, sa:110)
“Methuen, hatırlayabilece i yerleri seçebilmek için pencereden merakla baktı, ancak karanlık ona engel
oluyordu, sadece bir-iki kez, kısacık süreyle köknar a açlarıyla çevrelenmi , sarkık saçaklı Hans Anderson
evlerinin serpili oldu u masal da ının görüntüsünü yakalayabildi.”
(L. Durrell, “Sırbistan Üzerinde Beyaz Kartallar”, sa:36)
“Pevere yolculuklarında Yahudilerin yazısını az da olsa ö rendi ini ve bir bıçakla baltanın sapına
onların kargacık burgacık harflerinden bir iki tanesini kazıyabilece ini söyledi. ‘Nuh Yahudi de il miydi?’
Yahudi, Yahudi diye arkada ları onaylıyordu.”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:491)
“1 Mayıs günü uzay merkezi. Washington’da ö renci protestosu sırasında UCLA kampusu... JFK
Havaalanı... Erkek... Her ikisi de... Orada kalır. Uzun süre elinde tuttu u bir eyle oynar. Gitmeye davranır,
sonra durur, ikircikli, bir-iki-adım gerilir, sonra tekrar yürür. Uzakla maz, ama kamera alıcısı geriye kaydırılır.
Erkek, kadının e arbına dokunurken ifadesiz bir yüzle kameraya bakar.”
(U. Eco, “Yanlı Okumalar-Kendi Sinemanı Kendin Yap”, sa:139)
“Adlandıramadı ım bunalımlarla gelen genç kızlı ımızı tanıyorduk. Tahta gıcırtılarının giderek arttı ı
merdivenlerden inip çıkan annemizin, babamızın bizi dünyaya getirme yöntemlerinin en azından öpü mekle
ba ladı ını biliyorduk ve daha ba ka eyleri de. Bahçe boyunca asılı çama ırların apak uçu ması, bir iki tavu un
sıcaktan bitik uyuklaması bir eyleri sa lam örüyordu içimizde.”
(Füruzan, “Ku atma”, sa:47-8)
“Bayılmı tın. Etrafıma baktım, kimseler yoktu. Galiba yeme e gitmi lerdi. Cılız vücudunu bir torba
gibi sırtıma vurdum. Seni çe me ba ına götürdüm. Ba ını bir iki kere yala ın içine daldırıp çıkardım. Sen, titreye
titreye açıldın:
- ki karı yerden dü tün diye ayılıp bayılmaya utanmıyor musun, be miskin?.. dedim.”
(R.N. Güntekin, “Bir Kadın Dü manı”, sa:148)
“Belki kayıkların bir-ikisini buluruz diye, Yedi-adalar’ı saran Gökova Körfezi’nin dibine do ru yelken
açtık.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:32)
“Ya lı adam: ‘Tüh! Yazıklar olsun!’ diye ba ırdı. ‘Yani elindeki bu kadar parayla onun bir iki saatını
sana ayırmasını sa layamadın mı?’ ”
(O. Henry, “Gurur ve Samur”, sa:52)
“Müba ire bunun do ru yol olup olmadı ını sürdü ve adam ba ını evet anlamında sallayınca, oraya
saptı. Hep müba irin bir-iki adım önünden gitmek zorunda olu u canını sıkıyordu; böyle yapması, en azından
burada, sanki tutuklanmı , öyle götürülüyormu izlenimini verebilirdi.”
(F. Kafka, “Dava”, sa:83-4)
“Bir-iki hafta içinde iyi para kazanır hale geldi; çünkü salona gelen erkekler, seks salonundaki adıyla
‘Tamara’yı be eniyor, onu seyretmeye doyamıyorlardı..... O da haftada iki gün okulu kırıyor ve dönen yuvarlak
yata ın üstüne çırılçıplak uzanmak için Düsseldorf’a gidiyordu.”
(Ö.Z. Livaneli, “Leyla’nın Evi”, sa:83)
“Gerçek bir ara tırmaya kalkı manın gere i yoktu; yalnızca Beyrut’a telefon edip seksen dokuz ya ında
ve belle i hala yerinde olan bir kuzinime, o güne dek ne dilimin ucuna ne de aklıma gelen bir iki basit soruyu
sormayı dü ünüyordum.”
(A. Maalouf, “Yolların Ba langıcı”, sa:22)
“... Bartleby’nin cılız yüzü belirerek, alçak bir sesle, u sırada me gul oldu unu ve beni içeriye
almamayı ye ledi ini söyleyerek özür diledi inde, hayretler içinde donup kaldım. Ayrıca, kısaca birkaç
kelimeyle, çevrede bir iki tur atarsam daha iyi olaca ını ve belki bu arada i lerini bitirebilece ini ekledi.”
(H. Melville, “Bartleby”, sa:39)
“ ‘Senyör, ne zamandan beri bu adada oldu unuzu sorabilir miyim?’
‘Ee, ancak bir iki gün oldu, Don Benito!’
‘En son hangi limana u ramı tınız?’
‘Canton.’ ”
(H. Melville, “Benito Cereno”, sa:47)
“Ö le tatili sularıydı, ya bir-iki mü teri gelirdi, ya da hiç. Yedi bin kitapla ba ba aydı. Toz ve eski
ka ıt kokan ve büroya açılan küçük karanlık bölüm, tepeleme kitap doluydu, ço u eskiydi, satılacak durumda
de ildi. Tavana yakın üst raflarda toplu mezarlarda sıra sıra dizilmi tabutlar gibi yan yatmı uyuklamakta olan
nesli tükenmi A3 boyutunda ansiklopediler bulunuyordu.”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:10)
“Kar ı yatakta skoçyalı bir madenci yatıyordu...... Kırk ya larında, yakı ıklı, saçları kırla mı , kısa
bıyıklı bir adamdı..... Öteki yatakta bir iki geceli ine gelen çe itli ki iler, pazarlamacılar, gazetelerden röportaja
gelenler, taksitle satı yapanlar birbirini izlerdi.”
(G. Orwell, “Wigan skelesi Yolu”, sa:23)
“O lan -çünkü günün modası bir bakıma gizlese de cinsiyeti sugötürmezdi- çatı kiri lerinden sarkan bir
Ma ribi kellesine kılıç sallamaktaydı. Kelle eski bir futbol topunun renginde ve çökmü avurtlarıyla bir
hindistancevizinin üstündeki tüyleri andıran bir iki tutam sert, kuru saçı saymazsak, eski bir futbol topunun
biçimindeydi.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:17)
Bir iki çift sözü (lafı) olmak; Bir iki laf atmak, laf etmek : Söyleyecek biraz sözü olmak, ö üt vermek
“ ‘Vakit geç oldu gayri.’ dedi muhtar. ‘Gidip imdi evlerimize yatalım. Fakat u Kara Bayram’ı
gördükçe bir iki laf söyleyin. Köy namına rica ediyorum. Gidi atı gidi at de ildir.’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:92)
“Ko u taki üç arkada birbirimize bakıp göz kırpıı tık. Yaman bir parçaya benziyordu bu delikanlı.
Tam bir iki laf etmeye hazırlanıyorduk ki, kapıda birtakım gölgeler belirdi, sonra her zamanki kaba gürültüsüyle
kapı açıldı. ki gardiyandan biri ona seslendi:
-Gel o lum, saçını kesece iz.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Velet”, sa:47)
“Tanıklar arasında konu tuktan sonra yeniden ate edilmesine kesinlikle engel oldular. Octave
anlamı tı: B. De Creveroche’un tanı ı kibarlar çevresine belki de yi itli i yüzünden sokulabilmi emir kulu bir
yaratıktı ama, Marki’nin bir dedi ini iki etmiyordu. Adama dokunaklı bir iki laf söyledi.”
(Stendhal, “Armance”, sa:183)
“Ben yine susuyordum. Sonunda annem i i tatlıyaba ladı. ‘Kızım yavrum, aç kapıyı! Sana bir iki çift
sözüm var. Zarar yok, demin yaptıklarını unutaca ım.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:347)
“Böylece bir iki laf ettikten sonra kızlar Akulina Teyze’den ayrılarak kendi yollarına koyuldular. Bir
fındık a acının koyu gölgesi altına çöken Olgu ka:
-Hadi, biraz oturalım, yorgınluktan ölüyorum, dedi. Ah, imdi ekme imiz olsaydı, ne güzel yerdik!”
(L. Tolstoy, “Efendi le U a ı-Çilekler”, sa:113)
“Sabaha kar ı, dinlenmek için kuru gübre yı ınına ili en çok tüylü bir köpek, tembel tembel gerindikten
sonra tırıs tırıs avlunun öbür yanına ko tu. Hamarat ev sahibi, gıcırdayan avlu kapısını açtı; dalgın inekleri,
bö ürme ve ayak sesleri henüz duyulmaya ba layan soka a koyuvererek yeni uyanan kom uyla bir iki laf
atmaya koyuldu.”
(L. Tolstoy, “Yeniyetmelik”, sa:12-3)
Bir iki kadeh (atmak) yuvarlamak : Bir az içki içmek; bir iki kadehten çok, dörtten az
Bk.: Bir iki tek atmak
“Cumartesi ak amları tüm parasını karısına getirir, karısı da, dinamo oynamaya, bir iki kadeh atmaya
gitmesi için onu tüm Pazar günü özgür bırakırmı .”
(A. Ernaux, “Bir Adam”, sa:18)
“ çerden kızarmı av etleri, tarhana, kavrulmu so an kokusu geliyordu.
‘Bir iki kadeh atalım mı Zeynel?’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:II, sa:285)
“Eskiden omzunda çapasıyla kaba saba bir ırgat, imdiyse bir devlet memuru, yani ba kentle ilgili
anlatılacak bir sürü haberle dolu da arcı ıyla çiçe i burnunda bir polis memuru olan babamın yıllık izinlerini
Lizbon’da geçirmesi mantıklı olmazdı, çünkü ona asıl saygınlık kazandıracak ey, eski i arkada larının kar ısına
çıkıp kibar laflar etmek ya da hiç de ilse fazla ta ralı görünmemek için ivesini elinden geldi i kadar düzeltmek
ve bir meyhanenin samimi havası içinde bir-iki kadeh atarken onlara kadınlarla ilgili ho larına gidecek öyküler
anlatmak olurdu...”
(J. Saramago, “Küçük Anılar”, sa:44)
“-Ne emredersiniz? dedi.
Bahçede içti imiz üç kadeh biranın tesiri geçti i için bir iki kadeh de burada yuvarlamakta bir sakınca
görmüyordu..”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:196)
Bir iki kuru kazanmak : Geçimini zar zor temin etmek
“A ık Ali:
‘Hösük, etme karda ,’ dedi, ‘etme. Ekmek kapısı. Bir iki kuru kazanamayaz mıyım diye canını di ine
taktı da geldi. Kendi bilmiyor mu ne halde oldu unu? Ne bok yesin, yokluk... Yokluk ate ten gömlek.’ ”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:30)
Bir iki lokma (alabilmek, yiyebilnek, yutabilmek) : Bitkinlik ya da hastalıktan zorlukla bir parça bir eyler
yiyebilmek
“ AZ MENT : A, sen iyiden iyiye çıldırmı sın.
SEVDA : Tabii, size göre sevmek çıldırmak demek.
AZ MENT : Öyle ya. Yalan mı?
RIFKI : Ama kızım, sen...
SEVDA : (Keserek) Hayır, hayır. Yarın konu uruz, baba. yi geceler, hala. (Çıkar. Bir sessizlik.)
RIFKI : Gidip bir iki lokma bir eyler yesek aziment.
AZ MENT : Gidelim, a abey. Yoksa bana fenalık gelecek.”
(S.K. Aksal, “Oyunlar - Tersine Dönen emsiye”, sa:328-9)
“Kırmızı defterine daha çok ey yazabilmek için yemek faslını atlamaya ba ladı, ancak artık
dayanamayaca ını hissedince yiyordu. Ama zaman giderek azalıyordu ve bir süre sonra, karanlık çökmeden
ancak bir iki lokma alabilir hale geldi.”
(P. Auster, “Cam Kent” -New York Üçlemesi-, sa:141)
Bir iki satır yazmak : Gurbetteki (Hapisane, sıla, okul) birine kısa mektup, not yazmak, hatır sormak
“-Kalsın brahim Efendi. Senin olsun!
-Yok beyim, al git... Orada lazım olur.
- stemez. hsan Bey’de hepsi vardır. Kalsın. (Öfkeli kanun çavu una gülümsedi:) Hadi ba efendi,
buyurun. (Durakladı.) Eve bir iki satır yazabilir miyim?
- stemez. Arayan olursa yukarıdan ö renir! Haydi!..”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:10-11)
Bir iki tek atmak : Bir iki kadeh içki içmek
“GERARDO - (Çok samimi bir biçimde, de i ik izleyicilere.) Ne demek, te ekkür ederim, çok
te ekkür ederim. Gerçi biraz yorgunum, ama de di..... (Konserin ba lamak üzere oldu unu bildiren zil sesi
duyulur.) Canilere gelince, onların adını bilmesek de, açıklayamasak da -Ah, Paulinetta, tam vaktinde geldin.
Neyse, sizi daha sonra görürüm. Dostum. Artık benim de bo vaktim olacak. Belki bizde bir iki tek atarız.”
(A. Dorfman, “Ölüm ve Kız”, sa:71)
“ vayk, ‘susadım, dedi. Tombulla sıska birbirlerine baktılar Tombul, sıskanın kar ı çıkmayaca ından
emin, ‘Bir yere u rayıp çabuk tarafından bir-iki tek atsak,’ dedi. ‘Ama güvenli bir yer olmalı.’
‘Öyleyse, Kuklik’e gidelim,’ dedi vayk, ‘Hem tüfeklerinizi mutfa a bırakabilirsiniz. Sahibi Serabona,
Sokol üyesidir. Ondan çekinmenize gerek yok. Üstelik keman ve akordeon çalarlar orada.’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, sa:125)
“ ‘... Arkada ım, ya sarho tur ya da de ildir. Sarho de ilse, ona ‘Gel u arada bir kadeh parlatalım,’
derim. Onu götürüp sarho ederim, çok geçmeden bulut olur. Zaten daha önceden bir iki tek atmı tır.’ ”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:II, sa:388)
Bir iki tokat yerle tirmek : Tokatlayarak dövmek
“.Arabacının bu olayı o kadar canımı sıktı ki anlatamam. Bayan Mikaella’ya kar ı, beni bir tavuk kadar
korkak göstermek istiyen Marino’ya bir iki tokat yerle tirmek i ten bile de ildi.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:19)
Birileri : Bir takım insanlar, u ya da bu bilinmeyen ki iler
“DOKTOR - Burada hastalardan ba ka kimse ya ıyor mu?
OFÖR :- ey, söyledim ya, kurtlar!
DOKTOR - Ya insanlar?
OFÖR - Bu yakınlarda bir kaç ev var ama, içlerinde birileri var mı, bilmiyorum.
DOKTOR - Allah kahretsin! Cehennemin dibi!
(H. Boytchev, “Albay Ku ”, sa:3)
“Birileri çıkıp da Bay Sommer’in ortadan kaybolu unu fark edene kadar iki hafta geçti. lk fark eden de
balıkçı Riedl’in, çatı katının aylık kirasının ödenmesini kaygıyla bekleyen karısı oldu.”
(P. Süskind, “Bay Sommer’in Öyküsü”, sa:109)
Bir ileri bir geri : Karasızlık ve sıkıntı gösterisi; Basit bir dans adım türü
‘Bir ileri bir geri,
enletelim bu yeri’
(Anonim, Çocuk danslarında, bir ileri bir geri yaparken, tempoya uygun söylenen melodi. )
“ ‘Bir dakika önce seni buraya getirdi im için bana te ekkür ediyordun ve imdi buraya geli in
kederden ba ka bir eye neden olmamı gibi görünüyor. Ne hissetti in konusunda do ru karar ver.’
‘Her ikisini de bir arada hissediyorum, seçim yapmak zorunda de ilim. çimdeki kar ıtlıklar ve
çeli kilerin arasında bir ileri bir geri gidip gelebilirim.’ ”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:302-3)
“III (Giderken biraz gölge dü tü mü gözlerine?)
------------------------------------------Ya am karma ık tutkularla gelir,
Lo meclislerde nutuk bile atarsın.
stedi in hedef önündedir,
Ama kader bir enselerse seni.
Görürsün büyük, küçük, fakir mi zengin mi?
Fırtınalarda ruh misali,
Yı ınlarla debelen dur.
Her ey gelir geçer, kah bayramlarda güler,
Kah matemde solarsın.
Bir ileri bir geri çabala.”
(Victor Hugo<1802-1885>-Galip Baldıran, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 07.08.03)
“Babamın, resmi elbisesi üstünde bir ileri bir geri yürüyü ünü hatırlarım kabul odasında. Ona öylece
bir baktım ve, ‘Merhaba, baba!’ dedim. O bana içi eker dolu bir paketçik uzattı. Ben yata ıma hemen dönmek
için evetleniyordum. Ziyaret, Tanrıya ükür, yalnızca be dakika sürdü.”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:24)
“Irak çin Yirmi Be A ıt
Bir ileri bir geri
Bir ileri bir geri
Fırat’ın yalıçapkını
Kayıkçının ipi.”
(Robert Minhinnick<d.1952>-Cevat Çapan, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.09.03)
“Ayaklarını kavrama pedalının üzerinde tutan sabırsız sürücler arabalarını yüksek devirde çalı tırıyor,
kırbacın havada aklayaca ını önceden duyumsayan sinirli atlar gibi bir ileri bir geri gidiyorlardı.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:9)
“Hanımefendinin file içinde arabanın tavanına asılmı apkası burnuna de ecekmi gibi, bir ileri, bir
geri gidip geliyordu. Kızın dizlerinin üstünde bir köpek yavrusu vardı.”
(L. Tolstoy, “Efendi le U a ı-Üç Ölüm”, sa:79)
“Kimi zaman ipi keser, kelle yere dü er ve onu yeniden ba laması gerekirdi; yücegönüllülükle
neredeyse eri ilmez bir yüksekli e ba ladı ından, dü manı büzü mü kara dudaklarıyla utkulu bir biçimde
sırıtırdı yüzüne. Kurukafa bir ileri bir geri sallanırdı, çünkü üst katında ya amakta oldu u ev öyle uçsuz
bucaksızdı ki sanki rüzgar onun içine tıkılmı , yaz kı demeden bir o yana bir bu yana esmekteydi.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:18)
“Kızıyla birbirlerine benzedikleri için, o da ba kalarının kendisine acımasını istemiyordu. Beceriksizce
karı tırdı ı siyah ceketinin cebinden aldı ı mendille terleri siliyormu gibi yapıp gözya larını kuruladı. Ne var ki
kızaran gözlerini görmü tüm. Odada birkaç defa bir ileri bir geri dola tı. Odada duyulan inilti, attı ı her adımda
gıcırdayan çürük parkelerden mi, yoksa yıkılmı ya lı adamın kendisinden mi çıkıyordu, bilemiyorum.”
(S. Zweig, “Sabırsız Yürek”, sa:119)
Birinci el : Kullanılmamı , yeni; (fig.: bizat kendisi ya ayarak, deneyerek, gözlemleyerek)
“Hem annemin hem de babamın güvenli ve ince bir zevki vardı. Evleri, onların güzellik a kının ve tek
kelimeyle a klarının ürünüydü. Ne eli, bir hayatları vardı, ben bunun birinci elden tanı ı, hayranı ve
kazananıyım. Dolayısıyla dü ü de aynı oranda sert oldu.”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:391)
Birincil süreç, Birincil süreç dü üncesi : <Primary process = praymeri proses; Primary process thinking
= praymeri proses tinkin’ >
Bk.: Bilinçötesi
Birinci (mevki) sınıf : En üst düzey sosyo-ekonomik sınıf; en mükemmel i çilik; eski zamanlarda Türkiyenin
genelinde ve Avrupada (Avusturya, Fransa, talya) trenlerde, vapurlarda ve ehir tramvaylarındaki, me in
koltuk ve perdelerle, özel ı ıkla bezenmi en lüks mevkii
“Brick a zına yayılan gülümseyi i daha fazla tutamayarak, Bırak da anlatayım Molly, diyor. Dünyada
gezip dola madı ım yer kalmadı, birinci sınıf kalite deyince, yani konfor ve ıklı ın en üst noktası deyince,
hiçbir otel Wellington’daki Exeter Otel’in dört yüz altı numaralı odasının eline su dökemez.”
(P. Auster, “Karanlıktaki Adam”, sa:43)
“... tren kimi zaman hiç yava lamadan geçip gider buradan, Fontaines-Mercury ve Rully; sonra
adamakıllı yorgun ve bitkin, tekrar uyuyabilece inizi umarak, birinci mevki kompartımana girdiniz, kapıyı çekip
yerinize oturdunuz; sa ınızdaki camı örten mavi perdeyi araladı ınızda, istasyon fenerleri görülüyordu, tren
yava lamı oldu undan Changny’de oldu unuzu anladınız.”
(M. Butor, “De i me”, sa:109)
“Kendim aydınlık, sıcak, birinci sınıf kompartmanda buldu umda, kapıyı arkamdan kapadım ve bütün
perdeleri indirdim.”
(A. Camus, “Defterler 1”, sa:114-5)
“Sonra yüksek sesle: ‘Sanat, efendim! 200 ilinden kuru a a ı olmaz. Birinci sınıf sanat!’ diye
ba ıracaksın. Bundan sonra, Fischerle la ımcının bir kitapçı dükkanı önünde durmasını buyurdu. çerde gerekli
malı aldı. Tanesi iki ilinden on romanı, etkileyici bir paket yaptırdı.” ..... “‘... sen, birinci sınıf adamsın, ben,
birinci sınıf bir adamım, do ru mu, do ru, birbirimize tencereyle kapa ı gibi uyarız biz. Seni ne kadar saydı ımı
göstermek için bugünkü paranın tamamını, imdi pe in veriyorum. Ötekilere kuru koklatmam.’ ”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:265-6;267)
“Ünlü güldürü oyuncusu Bay Feniksov-Dikobrazov II, birinci mevki özel kompartımanında tek ba ına
yaptı ı yolculuktan sonra temsillere katılmak üzere D. Kentine geldi. Onu garda kar ılayanlar aslında bu
yolculu un bir önceki istasyona de in üçüncü mevkide sürdü ünü, ancak adamın oradan aldı ı biletle ‘gösteri ’
için birinci mevkiye geçti ini biliyorlardı.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:123)
“Naruz’un sabrının nedeninin sezgiyle do ru olarak oranlayabilen Balthazar’ın aklına kı kırtıcı bir
dü ünce geldi: ‘Sesimi Clea’nın sesine benzetebilirim - nereden bilecek? Onun sesiyle söyleyece im birkaç söz
onu avutur.’ Birinci sınıf bir vantrilog ve mimciydi. Ama bu ses ba ka bir ses kar ılık verdi: ‘Hayır. Ne kadar acı
olursa olsun, insan bir yazgıya yalanlarla burnunu sokmamalı.’ ”
(L. Durrell, “Mauntolive- skenderiye Dörtlüsü 3”, sa:341-2)
“Ayrıca, birinci sınıfta özel yataklı bileti alarak egemen sınıfın bir üyesi ve böylece de
ku kulanılmayacak ki i konumunda oldu um zaten kanıtlanmı olan bir yolcuyu rahatsız etmeyi gümrükçüler
göze alamazlardı.”
(U. Eco, “Somon Balı ıyla Yolculuk”, sa:28-9)
“Bunlar gerçekten mutlu aylardı. afakta Howrah-Madras ekspresine biner ve kahvaltıdan önce varmı
olurdum. Sömürgelerde yolculu u her zaman sevmi imdir ve Hindistan’da birinci sınıf yolculuk yapmak hazza
do ru gerçek bir gezintidir.”
(M. Eliade, “Bengal Geceleri”, sa:11)
“Ölece ini hissetti i anda bile, her eyi inceden inceye süzen, dinleyen, i iten, her eyi aklında tutan
birinci sınıf bir polis can çeki irken bile gözetleyebilir; mezarlı ın ilk basamaklarına dirseklerini dayayarak her
eyi not etmi ti.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:V, sa:216)
“1. KENTSOYLU - Ben güvenlikteyim. Sevgim güçlüdür benim. imdiye kadar tehlike yaratabilecek
kimselerle bir arada olmadım, ne doktorları ne de hem ireleri görüyorum, ölü gömücülerden bucak bucak
kaçıyorum, yiyece imi içece imi birinci sınıf dükkanlardan satın alıyorum. Üç be kuru daha fazla harcamak
insanın kendisini tehlikede hissetmesinden iyidir.”
(Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Ölüm Oyunları’, sa:182)
“On altı yıl kadar oluyor. Yunanistan’a gitmek için skenderiye’den ‘Arcadia’ gemisine binmi tim.
Gemide, bir Perulu’yla tanı tım. Sporcu tavırlı bir melezdi. Birinci ve ikinci mevki mü terileriyle teklifsizce
vakit geçirerek türlü beden hareketleri yapıyor, ancak sonuçta gülünç denebilecek bir parsa topluyordu. Aslında,
acıklı halini bana anlattı: parası yoktu ve benim gibi kamarasız, güvertede yolculuk ediyordu.”
(P. Istrati, “Sünger Avcısı-Ölümsüzlük”, sa:87)
“Yata ımda do ruldum, hırsla dinliyordum. Bu vapur ambarı, bana yine ça da toplandı ı ve dünyayı bir
daha uçurmak için komplo kurdukları yeni bir yeraltı gömütlü üymü <mezarlık> gibi geldi. Korktum. Tabnrı!nın
bilinen tatlı, babacan, çok çekmi , ölüm sonrasına ait ümitlerle dolu yüzüne tapmaya gidiyorduk; kadınca ızlar ona
arma anlar, mumlar, gümü ten adaklar, gözya ları ve ibadetler götürüyordu; yukarıda, birinci mevkideki dinsizler oralı
de ildi, politikadan söz ediyor, ya da uyuyorlardı ve a a ıda, alçakta olan ambarda biz, henüz yeni, örgütlenmemi bir
kozmogoni’nin tohumlarını korkunç bir arma an olarak ta ıyorduk.”
(N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:236)
“... fakat rastlantı sonucu bizim sırrımız ortak oldu una göre, artık bu serüvenin çe itli a amalarını
onunla gözden geçirip yorumlamak da benim ho uma gitmedi de il. Javier o sabah, Julia Teyzeyi yana ından
öpüp ayrılırken önünde bir de reverans yaptı:
-Ben birinci sınıf çöpçatanımdır, bana güvenebilirsiniz!”
(M.V. Llola, “Julia Teyze”, sa:121)
“Ancak hemen ertesi günden ba layarak, Villamizar’ın sözünü etmi oldu u hapishaneye çok benzeyen
o hapishane, levazım kamyonetinin bagajına yapılmı özel bir bölmede azar azar içeri ta ınan birinci sınıf
malzemeyle in a edilmi her türlü lükse, dinlence tesislerine, e lence ve suç olanaklarına sahip be yıldızli bier
malikaneye dönü meye ba lamı tı.”
(G.G. Marquez, “Bir Kaçırılma Öyküsü”, sa:259)
“Wide Oaks’ın en güzel oturma odasında bekledikleri kadın, telgrafı aldıktan sonra Providence’tan
kalkan ilk trene binmi ti. A ır a ır giden trenin birinci mevkiinde otururken, bu yolculuk da daha önceki her ey
gibi bo ve yabancı geliyordu ona.”
(M. Pearl, “Dante Kulübü”, sa:16)
“Evde ölündü ünde iyi çevrelere ait olan o kibar öl ümü seçmek çok do aldır, ki bunu aynı zamanda
birinci sınıf cenaze töreni ve ardı ardına gelen gelenekler izler.” Yoksullar da böyle bir evin önünde durup
bunları doya doya seyrederler.”
(R.M. Rilke, “Malte Lavids Brigge’nin Notları”, sa:39)
“Stephen kuru bir sesle ve dönüp bakmadan :
-Çalı ıyorum, dedi.
-Ama kar ılık ver, sevgilim, dedi Sylvia, Lafayette’te yalnız birinci sınıflar kalmı . Ne yapalım?
-Birinci al, hatta olmazsa lüks kamara al.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:24)
“Bu fitleme do ru da çıkınca, zangoç ve okuluna gün do mu tu. Markiz, atonun büyük salonunda bir
ödül da ıtımı töreni yapılmasını istemi ti; salon birçok halıyla süslenmi , birinci ve ikinci sınıf yerler
ayrılmı tı.”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:I, sa:35)
“Freud’un sanata yönelik tutumunu tartı tı ı bölümde, (Ernest) Jones unları yazmı tır:
‘Gerek birinci sınıf, gerek ikinci sınıf, birçok sanatçıya analiz uygulanmı ve tartı ma götürmez
sonuçlar elde edilmi bulunmaktadır. Gerçek sanatsal itini varlı ı durumunda, analiz yoluyla sa lanan daha
büyük özgürlük sayesinde sanatsal kapasite artmı , ama sanatçı olma arzusunda salt nevrotik ve sanatla ilgisiz
güdülerin erken oldu u durumlarda, psikanaliz durumu aydınlatmı tır.’ ”
(A. Storr, “Yaratma Dürtüsü”, sa:16-7)
“... her ne olursa olsun, daha ilk piyon yerinden oynatılmadan, seyirciler, bu adamın birinci sınıf bir
oyuncu oldu una ve hepsinin içten içe gizlice bekledikleri bir mucizeyi gerçekle tirece ine, yani o yörenin
satranç ustasını ala a ı edece ine kesinkes inanmı lardı.”
(P. Süskind, “Üçbuçuk Öykü - Bir Çatı ma”, sa:24)
“Dadal Efendi, Galata Köprüsü’ne çıkınca, Fatih-Harbiye tramvayının kırmızı arabasını bekledi.
<Kırmızı arabalar birinci, ye iller ikinci mevki arabalardı!> Çünkü pasolu oldu undan a a ıya binmez.
Birinciden a a ıya binmemek ayrıca Saray zagonudur. Evet, Dadal Efendi, hem birinciye bindi, hem de önden
bindi, ‘Merhaba’ deyip vatmanın yanında durdu.”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:53)
“-Hiç vapura binmemi gibi söylenip duruyorsun. Ba tarafta yolculuk için sıcak yer var. Oraya git.
Kıyafetinden birinci mevki yolcusu olmadı ın anla ılıyor. Öyle de il mi?”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:457)
“Bu yolculuk, umulmadık, a ırtıcı bir ba arıyla son buldu. Kursk’ta trenin birinci mevkiine F. S. lyin
adında bir tanıdı ı bindi. Onun anlattı ına göre, Kursk valisi bir süre önce bir telgraf almı tı; telgrafta bakanlı ın
yakınlarda bir devrim geçirece i, Piyotr vanoviç’in yerine van Semyonoviç’in atanaca ı bildiriliyordu.”
(L. Tolstoy, “ van lyiç’in Ölümü”, sa:45)
Birinin ak dedi ine di erinin kara demesi : Zıtlık, inat olsun diye her eyin tersini söylemek
“-Kafkasya’ya git, orada ya a. Söylediklerimin do ru oldu unu göreceksin. Herkes nasıl davranıyorsa,
öyle davranmak gerekir. Binlerce ki inin ak dedi ine sen kara diyorsan ne diye sana inanayım?”
(M. Gorki, “Yol Arkada ım”, sa:109)
Bir inip bir kalkmak : Heyecandan çok hareketli olmak, canlanmak
Bk.: Hop kalkıp hop oturmak
“Köy canlanmı tı. Köy bir inip, bir kalkıyordu. Her evden bir gülü , bir ses geliyordu. Evden eve gidip
gelmeler, Efe üstüne konu malar. Görenler görmeyenlere tarif ediyorlar, çok meraklılar, görmek için Muhtarın
evine girmeye can atıyorlardı.”
(Y. Kemal, “Çakırcalı Efe”, sa:42)
Bir ipli e dokunmamak; Bir ipli i kendine mal etmemek : Çalmamak, Gözü tok olmak
“... kendi papazı Vasily Baba’ya, hepimize, onu korudu umuz ve iyilikler etti imiz için nasıl te ekkür
edece ini bilmedi ini söylemi ; kimi zaman bizi bilmeyerek üzmü se, ba ı lamamızı rica etmi ve ‘Hiçbir
zaman hırsızlık etmedim, efendilerimin bir ipli ini bile kendime mal etmedim,’ demi . Bu, kendisinde de er
verdi i tek nitelikti.”
(L. Tolstoy, “Çocukluk”, sa:160)
Bir i e burnunu sokmak : Bk.: Burnunu sokmak
Bir i tutmak : Bir i sahibi olmak
“SEVDALI
------------yi kötü bir i tutmu um;
Acısı tatlısı hepsi bir.
Ha Ankara, ha Çemi kezek;
Senden uzak olduktan sonra.”
(C. Sıtkı Tarancı<1910-1956>, “Otuz Be Ya ”, sa:172)
Birkaç kuru (ayırmak, bırakmak, biriktirmek, kazanmak, sarfetmek) : Öldükten sonra ailesine ya da
varislerine bıraktı ı sınırlı para
“Kapı kemerinde, imdi otel levhasının altında kalan, ak mermer üstüne kabartma bir yazı varmı . O
zamanlar kasabanın ileri gelenlerinin do an çocukları, ölen yakınları için tarihler dü ürüp birkaç kuru kazanan
bir yerli ozan...”
(Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:10)
“Erken yatıp evden dı arı adımımı atmayınca insan haliyle sa lıklı oluyor. Anam olacak o pis cadaloz
bile öldü ünde yetmi dört ya ındaydı. Üstelik de hasta oldu u için de il, fakat açlıktan kuyru u titretti.
Ya lılı ını dü ünerek birkaç kuru ayırmak hiçbir zaman aklına gelmemi ti. Eline geçeni har vurup harman
savurdu.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:86)
“Hangi i renç i ler bu güzel bedenleri bu kadar çabuk yıpratmı ? Sanki kasıtlı bir ey var bu çökü te...
Sorular soruyorum. Bachir bir kahvede bula ıkçılık yapıyor; Ashour yol için çakılta ları kırarak güçlükle birkaç
kuru kazanıyor; Hammatar bir gözünü kaybetmi .”
(A. Gide, “Ahlaksız”, sa:136)
“Mutfaktan çıkmaz, hayvanların ve çocukların bakımıyla ilgilenmesinin yanı sıra, çama ırları yıkardı.
Bu da yetmez gibi ‘yoksullara yardım için’ birkaç kuru biriktirmek istedi inden, bo zamanlarını hasatcıların
dü ürdükleri ba akları toplayarak ya da koyunların çit ya da ısırganlarla bıraktıkları yünleri biriktirerek ve yazın
hendek kıyılarında biten hindibalarını kopararak geçirirdi.”
(P. Istrati, “Kodin”, sa:93)
“Ölürken, sana birkaç kuru bırakabiliyorum Müesser, demi ti, di ten artırıp bugüne getirebildi imiz
birkaç kuru . Bilmem bu seni kaç yıl idare eder, sonra ne yaparsın.”
(M. Levi, “Bir ehre Gidememek”, sa:75)
“Sarho lara benzer bir köylü. Diledi ini yapmaya bırakmak budalalık olur. Onu kapıda bırakıvermek ve
yeme e verdi im birkaç kuru a ho ça kal demek istiyordum.
‘Kızları görme fırsatı ba ka bir zaman da çıkar elbet,’ diyor.”
(C. Pavese, “Senin Köylerin”, sa:11)
“Vercingétorix Soka ının ortasında, iriyarı bir adam Mathieu’yü kolundan yakaladı. Kar ı kaldırımda
da bir polis bir a a ı, bir yukarı dola ıyordu.
‘Bana birkaç kuru ver, patron, karnım aç.’
Birbirine yakın gözleri, kalın dudakları vardı. Alkol kokuyordu.”
(J.-P. Sartre, “ lk Uyanı ”, sa:9)
“Birkaç sayfa daha ötede büsbütün yoksul insanlarla kar ıla ırız; Balzac, onların ne kadar a ır i ler
gördüklerini ve birkaç kuru kazanabilmek için nasıl çalı tıklarını bilmektedir.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, Cilt:II, ‘Balzac’, sa:37)
Birkaç kuru u esirgemek : Cimrili inden, hamal gibi çalı tırdı ı halde hakkı olan parayı tümüyle vermemek
“ nsan hiçbir i yapmadan dolgun bir maa alırsaa, Bay Chateaubriand gibi dokunaklı yazılar yazan bir
gevezeye yüz binlerce frank ödeyip de, sizden birkaç kuru u esirgeyen u budala yayımcılara da bo verebilir.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, Cilt:III, ‘Stendhal’, sa:158)
Birkaç lokma (bir ey) atı tırmak : Aceleyle bir eyler yiyip açlık bastırmak
“Bay Veraguth, Pierre’i kucaklayıp yatak odasına ta ıdı, annesiyle yalnız bırakıp kendisi çıktı. Zil
sesleri yankılandı evde, merdivenlerden bir a a ı, bir yukarı se irten u akların sesleri duyuldu. Bay Veraguth
birkaç lokma bir ey atı tırdı, arada iki kez kalkıp Pierre’e bakmak için yatak odasına yollandı.”
(H. Hesse, “Rosshalde”, sa:108-9)
Birkaç metelik (sıkı tırmak, vermek) : Birine, genellikle çocu a ya da dilenciye, biraz para vermek
“Benim de, sevincimden a lamak çocuklu unda bulundu uma kim inanır! Tütün alsın diye eline birkaç
metelik sıkı tırmak için can atıyordum; ama bunu göze alamadım.”
(J.J. Rousseau, “Yalnız Gezerin Dü lemleri”, sa:135)
Bir kaç tane (çakmak) indirmek : Bir güzel dövmek (sopa ya da yumruk ile)
“ ‘Hiçbir ey de ildi o,’ dedi, ‘kim olsa öteki için yapardı. O serseri grubu bela arıyordu ve Arthur’un
onları hiç rahatsız etti i yoktu. Onlar Arthur’a giri ince <saldırınca> ben de onlara giri tim ve birkaç tane
indirdim. te o sırada ellerimin bir kısım derisi o çetenin kimi di leri ile birlikte gitti. Hiçbir ey için bunu
kaçırmazdım. Gördüm mü...’ ”
(J. London, “Martin Eden”, sa:25-6)
“Mıstı ın küçük fesi, mavi yemenisi dü tü. Bu muharebe bana uzun geldi. Titriyordum.. Sopalı amcalar
yeti tiler. Köpe e odunlarının bütün kuvvetiyle birkaç tane indirdiler. Mıstık kurtuldu. Zavallının kollarından,
burnundan kan akıyordu.”
(Ömer Seyfeddin’den Hikayeler, Cilt:I, sa:125)
Bir kadeh atmak :
çki çmek
“ ‘Yoksulluk ve Açlık’ Bakkaliyesi’ne fırtına gibi daldım. Kimse o ‘ünlü sahne’yi anımsamıyordu artık.
Tezgahın yanında gevezelik eden Bay Orlando’dan ba ka kimse yoktu içerde. Ama fabrikanın düdü ü çalınca
bütün i çiler bir kadeh atmaya gelecek ve kimse içeri giremez olacaktı.”
(J.M. de Vasconcelos, “ eker Portakalı”, sa:131)
“SEGARD, iddetle. - stemez Madam Cordier; ısrar etmeyin. çmem Hidoux. Beni mazur görün.
çimden gelmiyor. Bo azımda kalır.
HIDOUX - nan bana, hata ediyorsun. nsan senin gibi gürbüz olursa. Ben de bu ça dan geçtim, en
iyisi bir kadeh atmaktır. çin ferahlar. Üzüntün yok olur. Bundan da gurur duyarsın.”
(Ch.Vildrac, “Sonsuz Yolculuk”, sa:68)
Bir kalemde (çizme, geçme, silip atma) : Derhal hesaptan dü ürme, gündemden çıkarma, ka’le almama, eski
dostlukları anide sonlandırma
“... Öyle deliller gösterdiler, öyle kanıtlar yaptılar ki bu i in kolaylıkla sonuçlanabilece inden kimsenin
üphesi kalmadı. Ormancı:
‘Yirmi be bin lira nedir ki?...’ diyordu. ‘ lçenin yüz yirmi köyü var. Her biri iki yüz elli er lira verse
al sana bir kalemde otuz bin lira...’ ”
(O. Hançerlio lu, “Karanlık Dünya”, sa:29)
“Yıllar sürmü arkada lı ımızın üzerini bir kalemde çizebildim mi? Evet, aynen bunu yaptım. Yıllar
sürmü arkada lı ın üzerini bir kalemde çizdim. Benim yanımda adı geçti inde, çok rahat bir ekilde, ‘geçmi te
bir arkada ’ diyorum. Onunla bir daha hiç konu madım ve onu hiç dü ünmedim. Geçen cuma beni arayıp
ölece ini haber verinceye kadar.”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:166)
“Güya bir de Galata’ya dadanmı ız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormu uz solu u;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem,
Bilirim ben yaptı ımı.”
(M. Mungan, “Bir Garip Orhan Veli”, sa:34)
“... oysa onların buna ihtiyacı yoktu.... Entellektüel burjuva! Ama onu, suratına badana sürmü diye,
elleri çatlamı , bozulmu diye, bir kalemde silip atamam.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:23)
Bir kapıda olmak, kapıya ba lanmak : Yıllardır bir i in hizmetinde olmak
“Sarı:
‘Memet amca,’ dedi, ‘ u motorlar gelince, A a hepici imizi kovdu. Herkes çekildi gitti. Veli A a
geçti A amın kar ısına, ‘A a,’ dedi, ‘Allahtan kork, kırk be yıldan beri bu kapıdayım, A a,’ dedi. ‘Allahtan
utan, sakalı bu kapıda a arttım, belim bu kapıda büküldü.’ ”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:20)
Bir karıncayı, sine i dahi incitmemek : Hayatta hiç kimseyi kırmayacak, üzüntü vermeyecek kadar kibar ve
dü ünceli olmak
“DESAVESNES, aya a kalkarak. -... Gazetelerde okuduklarına benzemiyor da ondan... Kafaları
almıyor; almayınca da inanmıyorlar. Ben Blin Baba’yı tanırım, karısını da. kisi de ihtiyar, efkatli insanlardı.
Evlerinde bir küçük kız vardı; onu evlat edinmi lerdi. Monsieur Blin bir sine i bile incitecek adam de ildi.”
(Ch.Vildrac, “Dünya Gözüyle”, sa:24)
Bir karı (boyu var; çocuk; ey) : Çok kısa mesafe; Kısa boylu (kıçı yere yakın), dolayısıyla problemleri
oldu u varsayılan kimseye hitap; genç adam, çocuk
“O günlerde kendi derdiyle me gul olan Pa a, birdenbire:
-Ömrümün sonuna kadar bir karı çocu un sırtından geçinecek de ilsin ya, ba ının çaresine bak, diye
hayli dürüst bir tavırla mam’ı ba ından savdı.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:174)
“Bir karı boyu var
Türlü türlü huyu var.”
(Anonim)
“Henüz ya lı sayılamayacak kadın,
-Ne Nata a’sı, Marya’yım ben, Marya! diye ba ırarak yanıt verdi.
-Öyle mi, pekala; ho ça kal Marya!
-Vay eytanın dölü, bir karı boyu var ama aklı havalarda!
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:27)
“‘Elinizi alın da vicdanızın üstüne koyun köylülerim, karda larım... Bir karı çocuk öldürmeye kalksın
beni... Be tane koca köyün a asını... Sahibini...’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:141)
“KIZ KARDE M N TÜRKÜSÜ
--------------------------------------Çaresiz kalakalıyorum önünde kıpırdamadan.
Göklerde dola an ben
Tek adım atamıyorum bir karı toprakta.
Karın altından duyuyorum
beni topra a ba layan
eski bahçemizin köklerini
ve unutuyorum yürümeyi.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-kız karde imin türküsü”, sa:27)
Bir karı surat : Suratı asık, suratından dü en bin parça
“Olga Yengeyle Lucho Amcanın (artık amca-yenge de il kaynatam ve kaynanam olmu lardı) evlerine
döndü ümde yorgundum, ba ım a rıyordu ve gece olmu tu. Kuzinim Patricia beni bir karı suratla kar ıladı.”
(M.V. Llosa, “Julia Teyze”, sa:357)
Bir ka ık suda bo (ul)mak : Elinden gelse ‘gık’ demeden hemen öldürecek gibi duyumlamak; Çok uzun ve
zahmetli maceralardan arta kalabilmeye kar ın küçücük bir engele takılmak (Dereyi geçip de…)
“Onba ı:
‘Etme gediklim,’ dedi, ‘o çok güvenir kendine. Saralım unu da bitirelim i ini. Daraltalım çemberi. Bir
ka ık suda bo arız.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:160)
“Mrs. HUSHABYE - Sizden azıcık ho lanmaya ba ladım. Önceleri bulsam bir ka ık suda bo acaktım.
Hayatımda kar ıla tı ım en i renç, en kendini be enmi , en can sıkıcı ihtiyar ukala diye dü ündüm.
MAZZINI, hepsini sineye çekmeye razı olmu , hatta biraz ne eli. - Tanrı bilir, bütün dedikleriniz
do ru, Mrs. Hushabye.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:73)
“Nasıl olur da hem eni temin evinde kar ıla tı ım iyi niyet dolu kabalı a, hem de, Doktor Sansfin’in
dedi i gibi, beni bir ka ık suda bo maya can atan u Madame Anselme’in yalancı inceli ine içerliyorum.”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:II, sa:40)
Bir kavga, bir dövü tür gitmek : Bir yerde kavga olu ması, arbede
“ ‘Vallahi, geceleri adeta bizim gibi konu uyorlar, gülü üyorlar, arkı söylüyorlar, tepinip oynuyorlar.
Bazı da bir kavga, bir dövü tür gidiyor,’ diyordu.
Perilerle cinlere yuva olan bu odaların kapıları hiç açılmazdı ve karanlık basar basmaz Cenan Kalfa’yı
öldürseler bile önlerinden geçmezdi.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:196)
Bir kedi gibi a ık : Ba ımlı kediler gibi her dakika ilgi ve özen beklemeye bir gönderme
“ ‘Poli,’ dedim, ‘biraz deli de olsa, kara duygulu bir adamdı, yalnız biriydi, yazgısının ne oldu unu daha
üzerinde dü ünmeden bilenlerdendi.’ ‘Gabriella’yı biliyor muydun?’ ‘Nesini?’ ‘Bir kedi gibi a ık oldu unu.’ ”
(C. Pavese, “Tepelerdeki eytan”, sa:169)
Bir kelime bile çıtlatmamak, söylememek : Hiç söz konusu yapmamak, hiç bir ey dememek
“... örne in, küçük bir kıza tecavüz etmedi ini kanıtlamak için yargıcın önünde, zarf açaca ı ile kendini
‘yaralayan’ Yehova Tanı ı hikayesini biraz a ırı buldu unu, arkada larının da aynı görü te olduklarını...
anlatırken, ben dü kırıklı ından öfkeye, öfkeden dü kırıklı ına gidip geliyordum. Neden bu doktordan bir
kelime bile çıtlatmamı tı bana? Son on gün içinde birkaç kez görü mü tüm...”
(M.V. Llosa, “Julia Teyze”, sa:149)
Bir kelli : Bir defa, bir kez; sonra (Özellikle Batı Anadolu ivesi)
“Çerçi Halil i im farkında idi; iki de bir karısına dert yanıyordu:
-Hele u kancı a bak! Aya ına mıh batasıca! Öz babasına garaz ba lamı . Ben nideyim? Yeldim
yeldim yol verdim, emeklerimi sele verdim. Dünyadır bu. Ba ımıza geldi i te bir kelli. Malımı it yedi i
yetmiyormu gibi imdi de ba rımı bit yiyor.”
(R.H. Karay, “Memleket Hikayeleri-Ay enin Yazgısı”, sa:183)
Bir kenara bırakmak : Elindeki eyi bir kıyıya kö eye koymak; Vazgeçmek; Konudan ayrılıp ba kasına
dönmek
“Çok sayın doktor bey
Ne kadar güzeldi dün mektubunuzu elimde tutmak ve az da olsa ümit etmi oldu um o satırlarınızı
okumak. Sizin gibi ben de sesinizi duymak istedi im için yarın ö leye do ru telefon edece im. Gizli kapaklı
konu mayı sizin gibi ben de bir kenara bırakaca ım.”
(S. Zweig-F. Zweig, “Mektupla malar: 1912-1942”, sa:17)
Bir kenara, tarafa çekmek : Ya iki arkada tan birinin ya da ailenin büyü ünün küçükten biriyle, yalnızca, özel
bir konu ma yapmak üzere bir araya gelmesi ve ö üt vermesi
“Bu, Bilal’i fena halde sinirlendiriyordu. Kendi derdi kendine yetiyordu. Rabia, anlayamadı ı bir
nedenden onun yüzüne bakamaz olmu tu. Bir de amcası onu bir tarafa çekmi , Pa a’nın kızına söz kesilmi gibi,
Pa a’ya damat olmak gerçekle mi gibi bahsetmi ti.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:161)
“... bakı larını kahverengi battaniyesinin üzerindeki bir noktaya yöneltmi , dü görüyormu gibi
seyrediyordu onu; beni bir gülümsemeyle selamladı, elindeki tasla ı bir kenara koydu. Çaresizce bakan iri gri
gözlerinden yalnızca unu okuyabildim: açlık ve umutsuzluk.”
(H. Böll, “Solgun Köpek-Amerika”, sa:162)
“Kendisini bir kenara çekip yalvardım:
‘Bak, Rivet’ci im, bunu sırf benim için yapacaksın,’ dedim.
Ne var ki, sabrı ta mı gözüküyordu.”
(G. de Maupassant, “Madam Tellier’nin Evi- u Morin Domuzu”, sa:290)
“ çeri girince Gabriella’yı bir kenara çektim. ‘Oreste dı arda seni bekliyor,’ dedim.
‘O delinin teki.’ ”
(C. Pavese, “Tepelerdeki eytan”, sa:160)
Bir kez : Bir defa
“Telefonda seslerimizi duymakla mutlu olup olmayaca ımızı bilmiyorum. Ne de olsa onlar uzak, belki
de rahatsız bir yolu geride bırakacaklar. Haftaya sizi Viyana’dan arayabilirdim, fakat ne yazık ki siz orada
olmayacaksınız. Huzurlu ya amanızı bir kez daha iyisi ile de i toku edeceksiniz...”
(S. Zweig-F. Zweig, “Mektupla malar: 1912-1942”, sa:17)
Bir kılına bile halel (zarar) gelmemek : Bk.: Kılına bile hiç zarar gelmemek, vermemek
Bir kımık sabi : Bir deri bir kemik kalmı , cılız. Özellikle bakımsız çocuklar için kullanılır.
“Fıkara bir kımık sabi çocuk, nasıl, nasıl öldürsün anasını?”
(Y. Kemal, “Yılanı Öldürseler”, sa.:83)
Bir kıymık bile vermemek : Yasal hakkı olsun olmasın, fazladan en ufak bir ey bile vermemek
Bk.: Bir zırnık bile vermemek
“Bazen ihtiyaç yüzünden herhangi bir görevi kabul etmek ya da sırtına bir üniforma geçirmek zorunda
kaldıysa, kendinden verdi i ey, ancak ekme ini kazandı ı bu i i elden kaçırmamak için gerekenin en azı
olmu tur, bir kıymık bile fazlasını vermemi tir.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, Cilt:III, ‘Stendhal’, sa:175)
Bir kolayını bulmak :
ini uydurmak, problemi çözmek
“Cemil i ini uydurmu . Viyana’ya gidiyor. Vakıa Viyanna’da açlık müthi bir dereceye varmı . Fakat
Cemil bir kolayını bulur oradan sviçreye’ye geçerim diyor.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:170)
Bir ko u : Aceleyle, hemen imdi, ko araktan, ivedilikle
“ALVIN (Co kusu hepten artmı halde) - Bu posteri asmalıyız! (Posteri CANDY’nin elinden kapar)
te burada ihtiyacımız olan eyi bulduk, biraz dekorasyon, hepsi bu! Böyle bir resim bize ilham verecek! Et
tapına ının... tanrıçası! (Kahkaha atar)
<Bir ko u bir duvarın yanında biter, elindeki posteri duvarın orta yerinden fırlamı bir çivinin ucuna
yerleirmeye çalı ır. Ama poster yere dü er.>
ALVIN - Kahretsin!”
(P. Auster, “Lulu Köprüde”, sa:140)
“Ürkmü , kendime güçlükle yol açıp dı arı çıktım, ya murda bir ko u, Mozart Caddesine daldım.
Dükkanların gerili tenteleri altında bekle enler vardı. Wagner’in atölyesine vardı ım zaman, kapıya eri ebilmek
için yine onun bunun arkasından kendime bir yol açmam gerekti. Kapıyı güç bela ancak dı arıya do ru
açabildim.”
(H. Böll, “Ve O Hiçbir ey Demedi”, sa:15)
“Babanın u kadar iste ini yerine getirsen ne olur sanki! Burada i lerim olmasa çoktan kendim bir
ko u gider dönerdim.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:II, sa:196)
“GÜLTEN - Gidiyor musun?
TEK N - Evet. Bir ko u gidip gelirim.
GÜLTEN - Gitmesen olmaz mı?”
(S. Engin, “Suçlu”, sa:8)
“Annesinin bu yolculuk için ceketinin astarına dikti i gizli bir cepten bir kartvizit çıkardı. ‘Butterbaum,
Franz Butterbaum.’ ‘Pek mi gerekliydi bavul?’ ‘Gerekli tabii!’ ‘Öyleyse ne diye yabancı birine emanet ettiniz?’
‘ emsiyemi a a ıda unutmu tum, bir ko u inip alayım dedim, bavulu yanımda sürüklemek istemedim. Ama
imdi yolu da a ırdım üstelik.’ ”
(F. Kafka, “Kayıp” <Amerika>, sa:7)
“Müdür:
‘Çare yok,’ dedi. ‘Yakacaklar.’
Bir ko u öteki yangınlara çıktık. On be ki i kadar varız. Bu sefer bana da bir tırmık tutturdular.
Yangının yalımları yüzümde...”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:10)
“Kur un geçmez haberini de duyunca Abdi A a çılgına döndü. Bir ko u, solu u Siyasetçinin
dükkanında aldı. Meseleyi söyledi. Hemen, Ankaraya bir tel yazılmasını istedi.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:387)
“Kimi kez, bir ko u anayola fırlar Salto’daki eve, Nuto’nun babasının dükkanına dek giderdim. imdi
orada olan tala lar ve sardunyalar o zaman da vardı. Canelli’ye gidip gelenler orada mola verirlerdi çene çalmak
için, marangoz da planyayı, keseri, testereyi kullanmayı sürdürür, herkesle konu ur, Canelli’den, eski günlerden,
politikadan, müzikten, delilerden, dünyadan söz ederdi.”
(C. Pavese, “Ay ve enlik Ate leri”, sa:75-6)
“Rıhtıma vardı ında güne çoktan yükselmi ti. Deniz dolmu tu, gemiciler bir tela Lizbon yolcularına
yola çıkmak üzere olduklarını haber veriyordu. Baltasar Sete-Sois bir ko u atladı kayı a,demirler sırt çantasında
angırmaktaydı ve uyanı ın biri fark etti ki tek kollu adam yolculukları boyunca kendilerini korusun diye
çantasında at nalı ta ımakta, a kın a kın baktı ona.”
(J. Saramago, “Baltasar ve Blimunda”, sa:37)
“Mathieu genç kadının bakı larını arıyordu, ama Odette gözlerini paketten ayırmıyor, çok me gul
görünüyordu. Bir ko u büfeye gitti, bir parça sicim kesti, gene ko arak paketine döndü.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:303)
“Prens de:
‘Büyük bir iyilik yapın da onu <Kilisenin mihrabındaki Parmesan’ın ünlü tablosu> size göndermeme
izin verin,’ dedi. Dü es:
‘Kabul ediyorum,’ diye kar ılık verdi. ‘Ama, izin verirseniz imdi Fabrice’i kar ılamaya gideyim bir
ko u.’
Dü es a kın bir tavırla arabacısına atlarını dörtnala sürmesini söyledi. Yaya olarak kaleden çıkan
general Fontana’yla Fabrice’i hende in köprüsü üzerinde buldu.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:506)
“O sırada büyük bir umut ı ı ı belirdi: bütün evlerin bo aldı ını ve kendisiyle ilgilenebilecek kimsenin
kalmadı ını gören Bay Jacob, bir ko u oraya gitmi ti.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:144)
“Patisi ezilse de, bir ko u koparıp gidecekti Flush. O ko up gitmesi, Miss Barrett’in i nelemesine bir
cevaptı; artık umurumda de ilsin - ko arken ona yolladı ı mesaj buydu. Çiçekler acı acı kokuyordu burnuna;
çimenler patilerini yakıyordu; toz, burun deliklerini dü kırıklı ıyla dolduruyordu. Gene de ko tu - sıçradı,
oynadı.”
(V. Woolf, “Flush”, sa:58)
Bir kö eye sıkı tırmak : Fiziksel ya da sözsel olarak birini zor durumda bırakmak, hesap sormak
Bu olaydan hemen bir gün sonra Erdal, Hasan’ı bir kö eye sıkı tırmı , hırslı gözlerini kocaman
kocaman açarak hiddetini kusmu tu: ‘Ulan kürdo, alaca ın olsun... Sen kimsin ki beni fitneliyorsun? Bir gün
bunu sana ödetece im!’ ”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Kürt Hasan”, sa:166)
Bir kötünün yedi mahalleye zararı vardır : Atasözü haline gelmi bir inanç: Kötü ki i -bir tek kötü elmanın
tüm sepeti çürü e çevirdi i gibi- tüm çevreye kötülük yapar
imdi efendim, i in esası u: Bak u çiçekli pencere var ya, alt kat, alt kat, ha, orada i te, Hayriye diye
bir kadın oturuyor. Yaa pek meraklıdır hasbam çiçe e. Her eye meraklı ya, neyse günahı söyleyenlerin
boynuna. Tabii, aman anacım, bir kötünün yedi mahalleye zararı dedikleri bu i te.”
(N. Meriç, “Sular Aydınlanıyordu”, sa:9)
Bir kula ından girip di erinden (öbüründen) çıkmak : Söylenileni dikkatle dinlememek
“-Size korkunç bir açıklamada bulundum; diye sert bir halle sözünü ba ladı. Buna gereken de eri siz
verin artık. Gereken de eri vermek de az, büyük önemini kavramaya çalı ın. Yoksa ruhlarınızda iz bırakmadan
bir kula ınızdan girip öbüründen çıkarsa, o zaman beni açıktan açı a saymıyorsunuz demektir.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:III, sa:221)
“‘Nereye? Otursana uraya, otur ve beni dinle! Bu konuda seni iki kere uyarmı tım. Birincisinin bir
rastlantı oldu unu dü ünerek tatlılıkla, ikincisinde ciddiyetle uyarmı tım seni... Ama imdi açıkça görüyorum ki
sözlerim bir kula ından girip ötekinden çıkmı .’ ”
(O. Pamuk, “Cevdet Bey ve O ulları”, sa:314)
“Gençti ve o dönemler için kuraldı ı biriydi. Schopenhauer’i anlatırken biraz do u felsefelerinden söz
etmi ve bizi ‘karma’ kavramı ile tanı tırmı tı. O zaman pek dikkatimi vermemi tim, bu sözcük ve kavram bir
kula ımdan girip ötekinden çıkmı tı.”
(S. Tamaro, “Yüre inin Götürdü ü Yere Git”, sa:27)
Bir kur un atımı uzakta : Bir avı vurabilecek mesafede; eski tüfeklerin etkili oldu u otız-kırk metre
“Yanıba ımızda, kulübeden bir kur un atımı uzakta, bizimkinin e i, ama daha yalın olan bir ba ka
kulübe var. Bizim korucu, karısı ve iki büyük çocu uyla orada oturuyor.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:96)
Bir kur un sıkmak : Birini kur unlamak
“Bazen insanlar böyledir, Joao Mau-Tempo birkaç yıl sonra ispiyoncu Albuquerque’yi Monte
Lavre’den geçerken görece ini bilmiyordu henüz, aynı adam daha önce öyle konu mu tu, ‘buraya gelirlerse,
durdu um yerden onlara bir kur un sıkarım,’ ama sonradan zayıflamı tı. Serbest bırakıldıktan sonra Protestan
papazı olarak dola maya ba ladı, dinlere kar ı de iliz, ama bir avuç yolda ını bile kurtarmayı beceremezken, ne
diye tüm insanlı ın kurtulu uyla ilgili vaaz veriyor.”
(J. Saramago, “Umut Tarlaları”, sa:219)
Bir kuru ekme i bile olmamak : Son derece fakir olmak, yiyecek hiçbir eyi olmamak
“Daha ötede oburlu una doyum sa lamak için elinde olanı toplayan ve yakında bir kuru ekme i bile
olmayacak olan bir pisbo az; yahut da en yüksek mutlulu u bo gezmekte ve uykuda bulan bir tembel.”
(D. Erasmus, “Delili e Methiye”, sa:88)
Bir kuru bile alamamak, etmemek; Bir kuru u bile olmamak : Çok fakir olmak, cebinde hiç parası
bulunmamak
“Bu tatsız yolculuktan sonra kimselere görünmeden, sessizce evine gidecekti. Ama bu dört ayaklı bela
ba ında olduktan sonra, bunu yapmasına olanak yoktu. Kente nasıl girecekti? Ne bir kuru para, ne bir tek aslan.
Hiç bir ey, hiç bir ey!.. Yalnızca bir deve.”
(A. Daudet, “Taraskonlu Tartarin”, sa:136)
“Machado, Teodoro’ya çok borçlanmı tı ve bu borcunu te vik önlemleri kararnamaleri ile ödeyecekti.
Teodoro bekledi, bekledi ama bir kuru bile alamadı. Machado ile özel olarak görü meye karar verdi i zaman
birçok projeye ola anüstü yatırımlar yapmı tı ve iflasın e i indeydi. 1939 yılında bir gün, Teodoro, Havana’ya
ve oraya aya ını basar basmaz da ba kanlık sarayına gitti.”
(O. Hijuelos, “Dünyadaki Evimiz”, sa:13)
“BROWN S YAH’SA
<Rap Brown için>
------------------------Artık oyun bitti,
demi tik, de il mi?
vardı ımız anda biz, yolun sonuna
pislikler do ruluyorlar alevlerden, demiyor
muyum?
Ne alınır ki bir kuru (l)a
Brown Siyahsa”
(Keorapetse Kgositsile<d.1938>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 20.09.07)
Birliktelik, Birlikte olmak : Beraber olmak; Cinsel temasta bulunmak
Bk.: Beraber olmak
“Profesör, yüzünün çizgilerinde kırılıp parçalanan bir gülümsemeyle, ‘Ben uzun zamandır bir kadınla
birlikte olmadım’ deyince genç kadın, ‘Sen bilirsin’ diyerek arabadan çıkıyor ama kaldı ı odanın kapısını da
içeri girdikten sonra ardına kadar açık bırakıyordu.”
(A. Altan, “ çimizde Bir Yer”, sa:37)
“Sir Leigh Teabing hala konu uyordu. ‘Seni Mesih ile Ma dalalı Meryem’le birlikteli ine dair sayısız
referansla sıkmayaca ım. Modern tarihçiler bunu cılkını çıkartıncaya kadar ara tırdılar.’ ”
(D. Brown,”Da Vinci ifresi”, sa:275)
“Pierre, militan. Jean, hevesli. Pierre evli. kisi de Jessica ile kar ıla ıyorlar. Jean ve eski metres olarak
Jessica. Ayrıldıkları dönemlerden birinde, Jessica terk etti i ve yaraladı ı karısına acı çektiren Pierre’le birlikte
oluyor. Pierre, mitinglerin uza ında, gerçek adaleti böyle ö reniyor. Tersine Jean Jessica’yı sevmeyi ö reniyor
ve bu yolla insanlara yöneliyor.”
(A. Camus, “Defterler 3”, sa:176)
“Pek çok erkekle birlikte olmu ama kendi arzularının en gizli kö e bucaklarına varamamı , dolayısıyla
ya amının yarısını tanımadan ya amdan el etek çekmeye kalkmı bir kızca ız.”
(P. Coelho, “Veronika

Similar documents

Gustav Klimt Ve “Beethoven Friz”

Gustav Klimt Ve “Beethoven Friz” Dokuz Eylül Üniversitesi Buca E itim Fakültesi Dergisi 20: 137-144 (2006)

More information

Ansiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim

Ansiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim “Şimdi her şey maalesef gün gibi ortadaydı. Zosimos, o uğursuz sabahın karmaşasında, Gradal’i Kyot’un koyduğu kutudan çıkarmış, göz açıp kapayıncaya kadar aşağıya inmiş, bir kafayı açmış, kafatasın...

More information

Ansiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim

Ansiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim “Biraz düşündü, kararsız, fakat ciddi bir sesle dedi ki: -Darılma ama, azıcık da Vehbi Efendi’ye varırsın diye korkuyordum. Mübarek adam, bana öteki gibi değil. Bir türlü yüz göz olamıyorum. -Seni ...

More information