Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın.
Transcription
ÇALIŞMA ORTAMI ISSN 1302-3519 Çalışma Ortamı Sayı 127 Mart Nisan 2013 ÇOCUK HABER Taner Akpınar Çocuklar... Kısa Kısa... Yorumsuz İki Ayda Bir Çıkar / Sayı : 127 ÇOCUK Gülbiye Yenimahalleli Yaşar l Çocuklara Bir Toplum Kahramanı : Puspha Basnet Dair Mart - Nisan 2013 İŞÇİ SAĞLIĞI İŞ GÜVENLİĞİ ERGONOMİ İŞ HİJYENİ ÇEVRE TOPLUM ÖRGÜTÇÜLÜĞÜ ÇOCUK EMEĞİ KADIN SOSYAL POLİTİKA NÜFUS SOSYAL HEKİMLİK Kısa Kısa... Yorumsuz Basından - Çocuğum Hep Işığa Emekliyor ANIMSA Dr.Bülent Ilgaz l Bir Toplum Kahramanı: Pushpa Basnet TOPLUM HEKİMLİĞİNE GÖNÜL VERENLER : 12 Osman Nuri Koçtürk’ü Anmak ve Korkularımız l Toplum Hekimliğine Gönül Verenler - 12 ANIMSA Osman Nuri Koçtürk’ü Anmak ve Korkularımız Prof.Dr.İlhan Tomanbay l Toplum Hekimliğine Gönül Verenler - 12 Osman Nuri Koçtürk ile Anılarım Osman Nuri Koçtürk İle Anılarım İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ Recep Güner l İki Yıl Önce Uyarılmıştık - Go-Kart Pistinde Ölümlü Elektrikte İş Sağlığı Güvenliği : Kaçak Akım Röleleri Kaza Elektrikte İş Sağlığı Güvenliği : Kaçak Akim Röleleri NÜFUS Mümtaz Peker l Deneyin Koşulları Değişmedi, Ne Yapılmak İsteniyor? Deneyin Koşulları Değişmedi : Ne Yapılmak İsteniyor ? l l TOPLUM Erdoğan Bozbay Mergen’den Mergin’e Az Zamanda Çok İşler Yaptı - 3 Devrimci Bir Aydın Mustafa Necati l İki Dakika Düşün: Tehlikeyi Tanıyalım : www.fisek.org.tr ANIMSA Mümtaz PekerDaire (Tepsi) Demir Testere Tezgahları İle Yapılan Az Zamanda Çok İşler Yaptı : Devrimci Bir Aydın Mustafa Necati Çalışma BULMACA Mustafa Taşyürek İki Dakika Düşün – Daire (Tepsi) Testere Tezgahları ile Yapılan Çalışma KAPAK RENGİ AÇIK MOR OLACAK Çalışan Çocuklara “Vefa Borcu”nuzu Ödemek İster misiniz? KAPAK MOR RENK OLACAK ılı Y . 31 Yılı n ü ’n n 21. ü s titü mı’nı s n a ek E a Ort ş 1 i F lışm Ça Çocuk Haber Çocuklara Dair Kısa Kısa... Yorumsuz... F Taner AKPINAR* ransa ordusunun Mali’deki saldırılarına karşı koymak isteyen gruplar çocukları da kullanmaktadır. Çocuklar aktif olarak çatışmalara katılmanın yanında, devriye gezme, nöbet tutma, kontrol noktalarında beklemek gibi işlerde kullanılmaktadır. Çocukların, tanrının isteğini yerine getirdikleri ve bu nedenle ölürlerse doğrudan cennete gidecekleri türünden dini birtakım vaatlerle kandırıldığı rapor edilmektedir.(1) bulunuyor. Gerçek verilerin çok daha yüksek olduğu ifade edilmekle birlikte, 2012 yılında toplam 64 bin tecavüz vakası kayda geçmiş durumda. Bu yüksek orana karşın, tecavüz suçundan tutuklananların ve yargılananların oranı son derece düşük ve bu durum sorunun normalleşmesine yol açmaktadır.(4) Çalışan Çocuklar Vakfı Fotoğraf Arşivi 2009, Hulki Muradi Çalışan Çocuklar Vakfı Fotoğraf Arşivi 2008, Velittin Kalınkara Özbekistan, dünyadaki en büyük pamuk ihracatçısı ülkelerden biri konumunda olmakla birlikte, hükümet, örneğin 2012 yılında bu konumunu korumak için, yaklaşık 1 milyon vatandaşına zorla pamuk işçiliği yaptırmıştır. Çocuklar da bundan payını almıştır. Her il için belirlenen bir kota olduğu ve zorla çalıştırma, bu kotaların doldurmak üzere, genellikle, Eylül ayı başından Kasım ayı başına kadar olan dönemde yaptırılmaktadır. Bu dönem boyunca zorla çalıştırılanlar, hasat yerlerinde zorla alıkonulmakta ve buralardan ayrılmalarına izin verilmemektedir. Kişi başı, günlük 60 kilo pamuk toplatılmaktadır. Küçük yaştaki çocuklar için, bu kota, birkaç kilo daha düşüktür. Çalışma sabah erkenden başlayıp gün boyunca devam etmekte ve zorla çalıştırılanlarda çalışmaya bağlı ağır yaralanmalar ve diğer hastalıkların yaygın olduğu görülmektedir. Bunun karşılığında düşük bir ücret ödenmekte, bazen de hiç para verilmemektedir. Zorla çalıştırılan çocuklar, bir de, bu dönemde, okullarından uzak kalmaktadır. Romanya ve Bulgaristan’dan Fransa ve Yunanistan’a göç etmiş olan 97 çocuk üzerinde yapılan ve 16 ay süren bir araştırmanın bulgularına göre, çocuklara sokaklarda zorla dilencilik ve fuhuş gibi işler yaptırılmaktadır. Bazı durumlarda da çocuklar kendilerinin ve ailelerinin temel bazı gereksinimlerini karşılamak için bu tür yollara başvurmak zorunda kalmaktadır.(5) (2) Suudi Arabistan’da, bakire olmadığından şüphe ettiği 5 yaşındaki kızını tecavüz ve işkence ederek öldüren babası birkaç ay hapis yatarak ve “kan parası” adı altında bir para ödeyerek serbest bırakıldı. Kız çocuğunun defalarca tecavüze uğradığı, kafatasında sert darbeler, sırt bölgesinde, kaburgalarında ve kollarında kırıklar ve vücudunun birçok bölgesinde morluk ve yanıklar olduğu tespit edildi. Birçok konuda ağır yaptırımlar getiren Suudi Arasbistan’da geçerli ceza yasalarına göre, çocuğunu öldüren baba ve eşini öldüren koca için idam cezası söz konusu değil.(3) 2 Şubat 2013’de Güney Afrika’da, Cape Town’ın 80 mil kadar doğusundaki Bredastorp’da 17 yaşında bir kız bir inşaat alanında tecavüz edilip öldürülmüş olarak bulundu. Bu olay üzerine, bunun tekil bir örnek olmadığı ve sorunun hangi boyutlarda olduğunu gün yüzüne çıktı. Güney Afrika, dünyada, tecavüz oranının en yüksek olduğu yer konumunda * Yrd.Doç.Dr. Akdeniz Üniversitesi İİBF Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü 2 ÇALIŞMA ORTAMI Resim, http://akademikperspektifonline.files.wordpress. com/2011/05/kiz-cocuk-asker.jpeg adresinden alınmıştır. ABD’de, ateşli silah endüstrisinin yeni pazar arayışında hedef çocuklar. Çocuklara silah kullandırtmak için, her yıl milyonlarca dolarlık piyasa araştırmaları yapılmakta ve kampanyalar düzenlemektedir. Silah endüstrisi, bir yandan, basın-yayın organları üzerinden video görüntüleri, ilgi uyandırıcı kısa yazılar vb araçları kullanarak, çocukların silah kullanımını teşvik edici kampanyalar yürütürken, diğer taraftan da bu konudaki devletin sınırlayıcı düzenlemelerini gevşetmenin yollarını aramaktadır. Bu konudaki araştırmalar ve reklamlarda, silah kullanmaya eğilimi olan çocukların yaşıtlarını da etkilemesi, kendi ifadeleriyle elçilik (peer ambassador) yapmalarını, teşvik edici vurgular olabildiğince ön plana çıkartılmaktadır.(6) Kırgızistan’da, yaygın işsizlik ve yoksulluk nedeniyle birçok kişi başka ülkelere çalışmaya gitmektedir. Ülke nüfu- Mart - Nisan 2013 Çocuk Haber sunun yüzde 15’inin dışarıda çalıştığı belirtilmektedir. Yurtdışına çalışmaya giden birçok kişi çocuğunu bakım evlerine bırakmaktadır. Hükümetin, aileleri desteklemek yerine, “sosyal öksüz-yetim” olarak adlandırılan bu çocuklara yönelik bakım evlerine kaynak aktarması nedeniyle, maddi sıkıntı içinde olan ailelerin çocuklarını, bir anlamda, buralara terk etmek zorunda kaldığı dile getirilmektedir. Bakım evlerine aktarılan paraların ise büyük bölümünün personel giderleri, inşaat yapımı vb kalemlere aktarılması nedeniyle geriye çocukların bakımı için çok küçük bir bütçenin kaldığına dikkat çekilmektedir.(7) Avusturya, Kıbrıs, İngiltere, Hollanda ve Romanya’da toplam 104 tutuklu çocuk ve gençle yapılan yüzyüze görüşmelerde, tutukluların gerilim, stres ve şiddet dolu bir ortamda bulundukları ortaya konmaktadır. Görüşme yapılan çocuk ve gençler kendi aralarına fiziksel şiddetin çok yaygın olduğunu ve bunun, içinde bulundukları ortamdan kaynaklandığını ifade etmektedir. Şiddete, çoğunlukla, bir ceza verme ya da intikam alma yolu olarak başvurduklarını söylemektedirler. Örneğin, İngiltere’de görüşme yapılan iki erkek çocuk, cinsel tacizden ya da tecavüzden suçlanan birisine diğerlerinin saldırmasının kaçınılmaz olduğunu söylemiştir. Tutuklu bulunan çocuk ve gençler, görevli personelden ve polislerden kaynaklı şiddetin de yaygın olduğunu dile getirmişlerdir. Görevli personelin hem tutukluların kendi aralarında çıkan kavga ve çekişmeleri bastırmak hem de, örneğin, onlara atfedilen suçu kabul ettirmek için şiddete başvurduğu belirtilmektedir.(9) Dipnotlar Çalışan Çocuklar Vakfı Fotoğraf Arşivi 2010, Nevzat Yıldırım İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, ülke genelindeki çocukların yüzde 22,2’si resmi olarak belirlenen yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. İllere ve bölgelere göre bakıldığında ise, bu oranın çok daha yüksek olduğu görülmektedir. Örneğin seçim bölgelerine göre bakıldığında, Manchester merkezde yüzde 47, daha küçük yerleşim yerlerine göre bakıldığında ise Londra’daki Tower Hamlets bölgesinde yüzde 42’dir.(8) (1) Children involved in Mali fighting, Humanitarian News and Analysis, 17 January 2013, http://www.irinnews.org/Report/97271/Children-involved-in-Mali-fighting (2) Uzbekistan: Forced Labor Widespread in Cotton Harvest, Human Rights Watch, 26 January 2013, http://www.hrw.org/news/2013/01/25/uzbekistan-forced-laborwidespread-cotton-harvest (3) Saudi preacher who ‘raped and tortured’ his five -year-old daughter to death is released after paying ‘blood money’, The Independent, 04 February 2013. (4) SOUTH AFRICA: UN chief urges more comprehensive approach to tackling sexual violence, http://www.crin.org/resources/infodetail.asp?id=30290 (5) Cazenave Pierre, Protecting Migrant Children in A Freedom of Movement Area, Research Report, Terre des hommes, December 2012, http://s3.amazonaws.com/rcpp/ assets/attachments/1563_Tdh_english_original.pdf (6) McIntire Mike, Selling A New Generation on Guns, The New York Times, 26 January 2013, http://www.nytimes.com/2013/01/27/us/selling-a-new-generation-onguns.html?pagewanted=all&_r=1& (7) Tursunov Hamid, Kyrgyzstan: Labor Migrants Leave Behind “Social Orphans”, Eurosianet, 22 January 2013, http://www.eurasianet.org/node/66436 (8) Campaign reveals ‘wide disparity’ in UK child poverty (By Judith Burns), BBC News Education & Family, 20 February 2013, http://www.bbc.co.uk/news/education21511583 (9) Speaking freely, Children and young people in Europen talk about ending violence against children in custody, Research Report, Children’s Rights Alliance for England http://www.crae.org.uk/assets/files/Speaking%20freely%20Ending%20 violence%20against%20children%20in%20custody%20European%20research%20 report%20FINAL.pdf (Cumhuriyet, 08.03.2013) ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2013 3 Çocuk Haber BİR TOPLUM KAHRAMANI: PUSHPA BASNET P Gülbiye YENİMAHALLELİ YAŞAR* ushpa Basnet’in çalar saate ihtiyacı yok. O, her sabah iki katlı evinde birlikte yaşadığı 40 çocuğun sesi ile uyanıyor. Çocukların okul kıyafetlerini giymelerine yardım ederken onların annesi gibi görünüyor, ama gerçek hiç de göründüğü gibi değil. Bu çocukların tümü bir zamanlar Nepal hapishanelerinde yaşıyorlardı. 28 yaşındaki bu kadın, onları hapishane parmaklıkları arasından kurtardı. Nepal, dünyadaki en yoksul ülkelerden biri. UNICEF’e göre nüfusunun %55’i uluslararası yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Birçok batı ülkesinde bulunan sosyal güvenlik ağları burada yok. Bu nedenle hükümete ait çocuk yuvaları da çok yetersiz. Yuvaların yetersizliği, tutuklu ailelerin çocukları için iki seçenek bırakıyor: Ya aileleri ile demir parmaklıklara hapsolmak ya da sokakta yaşamak. Nepal Hapishane Yönetimi Birimi’nin tahminlerine göre 80 çocuk aileleriyle birlikte hapishanede yaşıyor. Basnet, bu sorunu fark ettiğinde henüz 21 yaşındaydı. Ailesi başarılı bir iş yürütüyordu ve kendisi kolejde sosyal çalışma okuyordu. Bir gün kolejdeki çalışmaları için bir kadın hapishanesini ziyaret ettiğinde buradaki berbat koşulları gördü. Çocukların demir parmaklıklar arkasında yaşadığını görünce çok şaşırdı. Bu ziyaret esnasında bir kız bebek Basnet’in şalını yakaladı ve ona kocaman bir gülücük attı. Basnet, bu kız çocuğunun kendisini çağırdığını hissetti. Eve döner dönmez durumu ailesine anlattı. Ailesi bunun normal bir durum olduğunu, kendisini biraz etkilemekle birlikte birkaç gün içinde unutup gideceğini söyledi. Ama O unutamadı. Basnet, hapse atılmış bu çocuklar için bir gündüz bakım evi açarak onları hapishane duvarları arkasından kurtarmaya karar vermişti. Ailesi başlangıçta bu düşüncesine karşı çıksa da, çünkü bu işi finansal olarak yürütecek bir işi yoktu Basnet’in, daha sonra onu desteklediler. Ama bu kez hapishane görev- “Çocukların hapishanede yaşaması adil değil, çünkü onlar yanlış bir şey yapmadı…” diyor Basnet ve kurduğu sivil toplum örgütü ile “Benim görevim hiçbir çocuğun hapishane duvarları arasında büyümemesini sağlamak” diyerek bu çocuklara yardım elini uzatıyor. Basnet, Nepal’de çocukları hapishane duvarları dışına çıkarmak için bir araya gelen birkaç kişiden biri. 2005 yılından bu yana 100’den fazla çocuğa yardım etti. 6 yaşın altındaki çocuklar için bir gündüz bakım evi işletiyor, daha büyük çocuklar ise eğitim, beslenme, tıbbi bakım gibi hizmetlere erişip daha normal bir hayat yaşabilecekleri bir evde, yatılı olarak kalıyorlar. Basnet, iyi eğitim alabildiğini ve şanslı bir hayat sürdüğünü düşünüyor. Bu şanslı hayatı başkaları ile de paylaşmak istiyor. lileri, hükümet çalışanları ve hatta bazı mahkum anneler bu yaşta birinin bu işi başarıyla yürütemeyeceğini düşündüler. Basnet, başlangıçta bana kimse inanmadı diyerek anlatıyor bu süreci. İnsanlar çılgın olduğumu düşündü. Bana güldüler. Fakat “O” yiğitti. Para bağışlayabilecek arkadaşları vardı. Hemen Kathmandu’da bir ev kiraladı ve adını “Erken Çocukluk Gelişme Merkezi” koydu. Ailesini evinin mobilyalarını yenilemek için ikna edip evden çıkardığı eşyaları merkeze taşıdı. Hapishaneyi ilk ziyaretinden henüz iki ay geçmişti ki kendini 5 çocuğa bakarken buldu. Onları hafta içi her gün sabah erkenden alıp öğleden sonra tekrar hapishaneye bırakmaya başladı. Basnet’in programı Kathmandu’da bir ilkti ve çocukların bazıları o zamana kadar hapishane dışına hiç çıkmamıştı. İki yıl sonra Basnet, son beş yıldır çocuklarla birlikte yaşadığı bir Kelebek Evi’ni kurdu. Kendisine yardımcı olan birkaç personeli olmasına rağmen halen işlerin büyük bir kısmını doğrudan kendisi yapmakta. “Pişiriyoruz, yıkıyoruz, alış veriş yapıyoruz” diye açıklıyor Basnet. “Çok ilginç, hiç yorulmuyorum. Çocuklar bana enerji veriyor. Çocukların gülüşü beni mo- * Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi 4 ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2013 Çocuk Haber tive ediyor” diyor. Bu kadar şeyi düzenlemek kolay bir görev değil. Fakat Kelebek Evi’nde, daha büyük olan çocuklar küçüklerin bakımına yardım ediyor ve herkes ev işlerine destek oluyor. Basnet, oldukça büyük bir aile havası içinde çocukları aşkla büyütüyor. Çocuklar ona “anne” anlamına gelen “Mamu” diyerek bu sevgiye ortak olduklarını kanıtlıyorlar. “Şimdiye kadar bir gün bile izin kullanmadım” diyor Basnet. “Ancak, çocuklar etrafımda olmasa çok zor olurdu. Onlarla birlikte olduğum zaman çok mutluyum” diyor. Kelebek Evi’ndeki bütün çocuklar mahkum ailelerinin izni ile kalıyorlar. Basnet, bir çocuğun demir parmaklıklar arkasına atıldığını duyduğu zaman, ülkenin neresinde olursa olsun hemen hapishaneyi ziyaret ediyor ve aileye çocuğu için neler yapabileceğini anlatıyor. Aile ikna olursa, çocuğu hemen alıp Ev’e getiriyor. Çocukların aileleri ile iletişimde olmasını önemsiyor. Okulların tatil olduğu dönemlerde, çocukları hapisteki ailelerini ziyarete gönderiyor ve ziyaretleri boyunca yiyecek, kıyafet ve temiz su getiriyor. Sonuç olarak Basnet ve 60 çocuğu, ailelerin hapishane dışında birbirlerine kavuşacakları günü bekliyor. Kum Maya Tamang gibi aileler Basnet’in çabalarına minnettar. Tamang, son yedi yılını Kathmandu’daki kadın hapishanesinde geçirdi. Uyuşturucu kaçakçılığından mahkum edildiğinde, başka seçeneği olmadığı için iki küçük kızı da onunla birlikte hapise atılmıştı. Basnet’in programını duyduğunda, çocuklarını onun yanına göndermeye karar verdi. “Eğer Pushpa olmasaydı, kızlarım eğitim alamayacaktı… Büyük bir olasılıkla sokaklarda yaşamak zorunda kalacaklardı” diyor. “Onlara benim davranacağım gibi davrandığını hissediyorum” diye ekliyor Tamang. Tamang’ın büyük kızı Laxmi, Basnet’siz bir yaşamı hayal bile edemediğini söylüyor. “Onsuz hayatım karanlık olurdu” diyor 14 yaşındaki Laxmi. “Muhtemelen mutsuz bir hayatım olurdu, fakat şimdi öyle değil Pushpa var” diyor. Basnet 2009 yılında, aileleri el işleri konusunda eğitecek bir program başlattı. Böylece onların yapacağı el işlerini satarak çocukların bakımı için para sağlayabilecekti. Hem anneler hem babalar katıldı programa. Program onlara sadece beceri kazandırmakla kalmamakta, çocukları için birşeyler yapabilme mutluluğu ve hapisten sonrası için de ayakta kalma olanağı sunmaktaydı. “Hapiste oldukları için çoğunlukla kendilerini işe yaramaz ÇALIŞMA ORTAMI hissediyorlar” diyor Basnet. “Onların bize yardım ettikleri hissini yaşamalarını istiyorum” diye ekliyor. Birşeylerin sonunu getirmek her zaman zordur. Çocuklar yardımcı olmak için kutlama kartları hazırlıyor, Basnet de onları el işlerini sattığı dükkanında satıyor. İlk zamanlar, değerli takılarını ve eşyalarını satıyordu merkezi ayakta tutabilmek için. En büyük amacı, çocuklara daha iyi bir gelecek sağlamak için yeni formüller üretmekti. Yakın zamanda, onların yüksek eğitim masraflarını karşılayabilmek ve birgün onlar için bir ev satın almak veya inşa edebilmek için bir banka hesabı açtı. Onların mutluluğu her zaman en önemli isteğiydi. “Bu benim hayatta yapmak istediğim şey” diyor. “Onları mutlu görmek kendimi iyi hissetmemi sağlıyor, fakat bu durum daha çok çalışmama neden oluyor…Onların bütün hayallerini gerçekleştirmek istiyorum” diye ekliyor. Onların coşkusunu paylaşmak, çalışmalarını izlemek için, Erken Çocukluk Gelişme Merkezi web sayfasını ziyaret edin www.ecdcnepal.org. Kaynak: http://edition.cnn.com/2012/03/15/world/ cnnheroes-basnet-nepal-prisons/index.html SİZ DE BİR “TOPLUM KAHRAMANI” OLMAK İSTEMEZ MİSİNİZ ? H iç de zor değil. Ama bir yönüyle de çok zor. Çünkü rahat koltuklarınızdan kalkacaksınız; kendinizin dışındaki insanların varlığının ve yaşadığı acıların farkına varacaksınız; sistemin onların sorunlarını çözemeyeceğini göreceksiniz; “Ben de onun yerinde olabilirdim” diyeceksiniz; başka kimsenin yardıma koşmayabileceğini bilerek, elinizi taşın altına koyacaksınız. İşte Pushpa Basnet böyle biri. Onun “çılgınlık” diye nitelenen öyküsünü okudunuz. Hiç de söylendiği gibi değil. Benzer adımları attığınız da siz de, ona uzatıldığı gibi, size el verildiğini, yardım edildiğini; hatta CNN tarafından 2012 yılının kahramanı olarak seçilebildiğinizi göreceksiniz. Haydi eller taşın altına ! Mart - Nisan 2013 5 Anımsa TOPLUM HEKİMLİĞİNE GÖNÜL VERENLER - 12 OSMAN NURİ KOÇTÜRK’Ü ANMAK VE KORKULARIMIZ Bülent ILGAZ* Osman Nuri Koçtürk 1918 de İzmir’de doğdu. Ankara Veteriner Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Askeri Veteriner Akademisi’nde asistanlığa başladı ve biyokimya uzmanı oldu. Amerika’nın Missouri Üniversitesi’nde vitaminler, mineraller ve aminoasitlar üzerinde yaptığı çalışmalar bilimsel dergilerde yayınlandı. Yurda dönüşünde Askeri Biyoloji Enstitü’sü uzmanlığı, Askeri Veteriner Akademisi Biyokimya Kürsüsü başasistanlığı görevlerinde bulundu. Ankara Tıp Fakültesi Biyokimya Kürsüsü’nde önce uzman sonra gıda kontrolü ve hijyen doçenti oldu. Y ıllardır tartışmalara neden olan gıda üretiminde biyoteknolojinin kullanımı, son yıllarda çeşitli tıp dallarında değişik amaçlarla kullanılıyor. Belki anımsayanlarımız olacaktır, bu tartışma 1960 lı yıllarda başlamıştı. O yıllarda daha yüksek verimli ve hastalıklara karşı dayanıklı olduğu savı ile Ülkemizde üretilmeye çalışılan “sonora” buğdayına karşı ilk bayrağı Doç Dr. Osman Nuri Koçtürk açmıştı. Ardından ülkemizde gıda açığını kapatmak amacı ile araştırmasını ve üretimini yapmak yerine, sürekli satın alınan yüksek verimli hibrid tohumlar ve yumurtalık-etlik civcivler geldi. Burada amaç sadece verimi artırmaktı. Geldik bugüne, aradan 40-50 yıl geçti. Bu bağımlılık hala daha da artarak sürüyor. Sanki eroin bağımlılığı gibi tüm sektörlere yayıldı. Çünkü bize biçilen rol montaj sanayi idi. Şimdilerde GDO bağımlılığı ile karşı karşıyayız. Osman Nuri Koçtürk, tüm yaşamı boyunca; ister yardım adı altında, isterse teknoloji satın almak adı altındaki bağımlılığa karşı çıkmıştı. Bunun sonunda gelecek tehlikeleri ve dışa bağımlılığın, gelişimi engellediğini çok sayıda aydın gibi o da görmüştü. Bu öngörüye karşı biz ne yapmıştık onları anımsayalım. Osman Nuri Koçtürk’ün -daha sonra anlatacağımız- zamana göre çok ileri görüşlerine karşı, önce yükselmesi engellendi. Doçent olabilmesinin önüne engeller çıkarıldı. Bu engellemeleri kısmen kaldırtabilen Koçtürk; Tıp Fakültesi’nde doçentliğini alabildi. Ama hiçbir zaman profesör olmadı ve emekliliğini doçent olarak kazanabildi. Bu arada CIA tarafından istenmeyen adam ilan edildi ve buna uygun olarak kendi ülkesinde dışlandı ve aç bırakılmaya çalışıldı. Tıp Fakültesi’nde de bu kez profesörlüğü engellendi. Hatta bir gezide Konya’da öldürülmeye çalışıldı. Bir başka karşı çıkışı, eksik ve yanlış beslenmeye karşı idi. Et süt ve hayvansal gıda ağırlıklı beslenme yerine, ekmekle beslenen bir neslin ana karnında başlayan yaşamında, geleceğinin karanlık olacağını vurgulayarak, hayvansal proteinin önemini vurguluyordu. Genel İş Sendikası’nın danışmanlığını yaptığı 1967- 1975 yılları arasında Emek Dergisi’nde yazdığı 86 yazıda; yanlış ve eksik beslenmenin, işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından sonuçlarını incelemiş; koruyucu hekimliğin önemini anlatmış; işçi üniversitesi kurulmasını; işçi eğitimine önem ve- * Dr., Veteriner Kemerhisar Eski Belediye Başkanı, Genel Sağlık-İş Sendikası Eski Genel Başkanı 6 ÇALIŞMA ORTAMI Osman Nuri Koçtürk http://www.google.com/imgres?imgurl=http://www.arastiralim.net rilmesini; o zamanki adıyla Sosyal Sigortalar Kurumunun ilaç fabrikası kurmasını; asgari ücret belirlenmesinde bir işçi ailesinin beslenebilmesi için gerekli ücretin ön planda tutulması gerektiğini; dışa bağımlılığı azaltmak ve et ve süt kaynağı olan hayvancılıkta verimi artırmak amacı ile soya ekiminin yaygınlaştırılmasını; çevre kirliliğinin gelecekte önemli olacağını ve tarım ilaçları ile deterjanların çevre için çok önemli kirleticiler olduğunu; bilinçsiz antibiyotik kullanımının insan sağlığına büyük zarar verdiğini anlatarak yıllarca kalemiyle mücadele etmiştir. 1966 yılında yazdığı “Gıda Emperyalizmi” kitabında beslenme ve sağlık ilişkisini şöyle anlatıyordu: “Türkiyemizde beslenme işinin bilimsel anlamda ve planlı bir şekilde ele alınmayışı son 15-20 yıl içinde toplumumuzun zararına ve münasebette bulunduklarımızın çıkarına uygun ve ters gelişmelere sebep olmuştur. Bu gelişmeler kısaca şu şekilde özetlenebilirler: Bütün ileri memleketlerde hükümetler halk tabakalarına ve bilhassa çalışan gruplarla genç kuşaklara bol protein ve yeterli miktarda tahıl yedirmek için planlı gayretler sarf etmiş ve bunda başarıya ulaşmış bulunuyorlar. Almanya’da 1800 yılında yaşayan bir insan yılda 300 kilo ekmek ve 13 kilo etle beslenirken, 1950 yılında yıllık ekmek miktarı 100 kiloya kadar düşürülmüş ve fakat et miktarı 13 kilodan 50 kiloya çıkarılmıştır. 1952 yılında İsrail’de yaşayan bir insan bir yılda 146,7 kilo tahıl, 13,2 kilo et, 4,1 kilo tavuk eti, 93.6 kilo süt ve 220 tane yumurta ile beslenirken, tüketilen tahıl miktarını azaltma ve hayvansal protein kaynaklarını geliştirme Mart - Nisan 2013 Anımsa maksadı ile sarf edilen çaba 1960 yılında tüketilen yıllık tahıl miktarını 114 ,5 kiloya düşürmeyi ve et miktarını 24,5 kiloya, tavuk etini 19,9 kiloya, süt miktarını 134,7 kiloya, yumurta miktarını da 343 e çıkarmayı mümkün kılmıştır. Birleşik Amerika’da üretilen tahıl miktarı çok yüksek bulunmakla ve bir yılda bir insana ortalama olarak 646 kilo kadar tahıl düşmektedir. Böyle olmasına rağmen tahılla beslenmenin, modern beslenme biliminin koşullarına uymadığını gayet iyi bilen bu toplum, insan sağlığını koruma, entelektüel güç ve insan gücünü üstün seviyede bulundurma maksadı ile payına düşen tahılın ancak 67 kilosunu insan yiyeceği ve geri kalanının ise hayvan yemi olarak değerlendirmekte ve bu sayede bir insana bir yılda 82 kilo et ile bol miktarda süt ve yumurta sağlamaya muvaffak olmuş bulunmaktadır. (1964) Bu üç canlı örneği böylece açıkladıktan sonra XX nci yüzyılda bütün ileri toplumların az tahıl ve çok et, geri kalmış toplumların da çok tahıl ve az etle beslenmekte olduklarını kesin bir kaide ve bilinen bir gerçek olarak ifade edebiliriz. Türkiyemize gelince elimizdeki kayıtlara göre 1938 yılında Türkiye’de insan başına bir yılda 22 kilo et ve 151 kilo süt düşerken, bu miktarlar 1962 yılında et için 12 kiloya, süt için 103 kiloya kadar düşmüş bulunuyor. Buna karşılık tahıl üretiminde akla hayret veren ters bir gelişme meydana gelmiş ve yıllık tahıl miktarı 150-180 kilodan 248 kiloya kadar yükselmiştir. Bu ters gelişmelerde bilhassa PL 480 kanalı ile Amerika’da bir üretim artığı haline gelmiş olduğu için pazar arayan buğday ve pirinç gibi tahılların yurda ithali ile hayvancılığın ele alınmamış ve bilhassa bilimsel çalışmaların yeterli bir şekilde yapılmamış olmasını önemli bir payı vardır…..” Bugünkü rakamlara karşılaştırmalı olarak baktığımızda; “Kişi başına düşen et tüketim rakamlarına baktığımız zaman, Türkiye’nin Avrupa ülkelerinin çok gerisinde kaldığı görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde ve AB ülkelerinde kırmızı et, beyaz ete tercih edilirken, Türkiye’de beyaz et tüketim miktarının 2009 yılı verilerine göre 17,9 kg olduğunu görüyoruz. Türkiye’de 12 kilo olan kırmızı et tüketimi, AB ülkelerinde 62 kiloya ulaşmıştır. Bunun yanında beyaz et tüketim miktarı da AB’de kişi başına 23,4 kilodur. Ülkemizde ise 17 kilodur.” (Türkiye Kasaplar ve Besiciler Federasyonu, Raporlar ve Yayınlar. 18 Ağustos 2011) “Türkiye Kamu-Sen, her ne kadar açlık ve yoksulluk sınırının ücretlerin oldukça üzerinde seyretse de, Türkiye’de, vatandaşların, karınlarını doyurabilmek için ucuz olan ekmeğe yöneldiğini açıkladı. Kamu-Sen’in araştırmasına göre, Türkiye kişi başına yıllık ortalama 128 kilo ekmek tüketimiyle pek çok ülke arasında üst sıralarda yer alıyor.” (Eylül 2012) Araştırmaya göre, Danimarka’da 71 kilo, Finlandiya’da 51, Almanya’da 62, İtalya’da 68, Hollanda’da 60 ve İspanya’da 58.5 kilo olan kişi başına yıllık ekmek tüketimi, Türkiye’de 128 kiloya kadar çıkıyor. O.Nuri Koçtürk, yaşamı boyunca sürekli makaleler, kitaplar yazmış, konferanslar vermiş ve dışa bağımlılık, beslenme ve geri bıraktırılmışlıkla ilgili halkı aydınlatma çabalarını sürdürmüştür. Biliyoruz ki çok sayıda yayın organında yazıları, kitapları vardı Sessiz Savaş, Gıda Emperyalizmi ve Açlık Korkusu en çok tanınan kitapları idi. Korkuyu kullanarak emperyalizmin sömürüsünü sürdürdüğünü anlattığı “Açlık Korkusu” kitabında, kitabın konusunu şöyle açıklamaktadır: ÇALIŞMA ORTAMI “Yaşamak için ölmeyi göze almak, açlık ve sefaletten kurtulmak için de çalışmak lazımdır. Japon milleti esaret ve çalışkanlığın bir toplumu yüceltmek için ne denli etkin olduğunu pek çok münasebetle göstermişti. Bugün yeni korkular yaratılarak yeni bir istismar ortamına iteklenmiş olan bu insanlar yakında yeni bir anlayış içinde bu korkuları da yenerek yeni cesaret örnekleri vereceklerdir. Aynı şeyleri Türk toplumu için de söyleyebiliriz. Bir padişah korkusu, yozlaştırılmış bir din korkusu ve nihayet Düveli Muazzama korkusu ile yıldırılmış olan Anadolu insanı, bütün bu korkuları Atatürk öncülüğünde yıktıktan sonra yüzyıllar boyu sömürülmesine sebep olan korkuların bir hiç olduğunu; onlara parmakları ile dokunarak anlamış ve Düveli Muazzamayı taş ve sopa ile ülkesinden kovmuştur. Bütün mesele korkuları yıkmakta ve karanlıktan kurtulmaktadır. Biz konu olarak “Açlık Korkusu”nu ele aldığımız için, halkımızın sömürülmesine etkin bir baskı aracı ve korkunç bir silah olarak hizmete sokulmuş olan bu korkuyu nasıl yenebileceğimizi anlatmaya çalışacağız. Türk halkının aç olduğu bir gerçektir. Gerçekleri inkar etmek doğru olmaz.” Yine aynı kitapta açlığı açıklarken de bilimsel olarak açlığı ve dışa bağımlılığın sonuçlarını anlatmaktadır: “Önceki bölümlerde yapılan açıklamalardan anlaşılacağı veçhile, insan karnı şişirici bir besinle (boş kalori kaynağı) şişirilmiş olduğu halde de aç olabilmektedir. Fizyolojik yapısı ve yaradılışı icabı hem bitkisel (pirinç, buğday, mısır, meyveler, sebzeler v.b.) hem de hayvansal (et, balık, süt, yumurta v.b.) yiyeceklerle dengeli ve yeterli bir şekilde beslenmesi gereken insan, emperyalist ülkeler halkının bol bol tükettikleri, hayvansal yiyeceklerden yoksul bırakılacak, Türkiye, Hindistan, Pakistan halkları gibi tahılla yetinmeye mecbur bırakılacak olursa, bu insanların karınları şiş ve görüntüleri ile şişman olsalar da, aç kabul edilmektedirler. Bu gibi ülkelerde kötü beslenme sonucu olarak: - Hastalıklar yaygın - Çocuk ölümleri yüksek - Çalışma gücü düşük - Eğitim yetersiz - Savunma kifayetsiz - Üretim noksan - Endüstri geridir. Böylece sıralanabilecek olan kötü gelişmeler, çok miktarda et, süt, balık ve yumurta tüketen, yeteri kadar tahıl yiyen ülkelerde ise elverişli sonuçlara dönüşürler….” “Amerika’ya karşı çıktınız mı, muhalifiniz sizi aç mı kalalım, Rusya’nın kucağına mı düşelim diyerek susturuyor. Korkularla şartlandırılmış olan milyonlar ne Amerika’nın ne de Rusya’nın hegemonyasına girmeden karnımızı doyurup, yurdumuzu savunabileceğimizi düşünemez hale gelmişlerdir. Atatürk’ün gücü ve gayretleri ile kendini cin ve peri korkusundan sıyırmış, çalışkan ve köklü bir toplum, bugün başka korkuların esiri haline getirilmiştir. Artık düşünemiyor ve çıkar yolu düşünerek araştıramıyoruz. Bize karnınızı doyurabilmeniz için, Meksika buğdayı ekmeniz gerekir diyorlar. Ekiyoruz arkasından gübre satıyorlar, ilaç satıyorlar, traktör satıyorlar, tohum satıyorlar. Bir başka zaman, karnınız doyurmanız için endüstrileşmeniz gerekir diyorlar. Kendi ülkelerinde kullanmadıkları modası geçmiş tesisleri getirip ülkemize kuruyorlar. Onların çıkarına çalışan kâr dolapları dönmeye başlıyor. Montaj endüstrisi, margarin, lastik, plastik endüstrisi geliştikçe gelişiyor.” Mart - Nisan 2013 7 Anımsa “Korkularımız düzeni değiştiremeyişimize etkili oluyor. Düzenin değiştirilememesi ise, Türkiye’yi başka ülkelerin üretim artıkları için mükemmel bir pazar haline getirmiştir.” Dışarıdan verilen kredilere sürekli kuşku ile bakan Osman Nuri Koçtürk, o yıllarda Dünya Bankası tarafından verilen hayvancılık kredilerine bakın nasıl karşı çıkıyor: “Dünya Bankası Türkiye’ye 350 milyon dolarlık bir kredi açmıştır. Bu kredi karşılığı Türkiye Dünya Bankasına üye ülkelerden damızlık süt ineği ithal edecek ve tahminen 10 000 inekle Türkiye hayvancılığı kalkındırılacaktır. Türk veterinerlerini ve bilim adamlarını hayretlere düşüren bu proje, Devlet Planlama Dairesi’nde kalıplanmış ve bir Bakanlar Kurulu kararı ile uygulamaya sokulmak istenmiştir. Olup bitenlerden, sorumlu meslek olarak veterinerlerin, kuruluş olarak Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü ile diğer veteriner kuruluşlarının haberi bile yoktur. Geçmişte Avrupa’dan getirilen üstün verimli damızlıkların Türkiye’de yem ve bakım koşulları dolayısıyla kısa süre içinde verimden düştükleri, bir süre sonra dejenere oldukları ve hastalanıp öldükleri çok görülmüştü. Bu defa yurda sokulacak olan 10 000 ineği de benzer akıbet beklemektedir. Fazla olarak bugün bile Türkiye’de bir yem açığı vardır. Kış aylarında hayvanlarımız yemsizlik ve açlıktan ölmektedirler. İthal edilecek olan üstün verimli hayvanları Türkiye’de yemleyebilmek için yem stoklarına ve kaynaklarına ihtiyaç vardır. Bunların hiç biri düşünülmemiş, planlanmamış ve seçim öncesi devrede 10 000 cins ineğin yurda sokularak halka kredi ile dağıtılmasının ötesinde hiçbir mesele incelenmemiştir. Fazla olarak Türkiye 3,5 milyar TL borçlandıktan sonra bankaya yüzde 6,5 faiz ödeyecek ve bu parayı banka idarecilerinin isteklerine uygun olarak harcayacaktır. Uzun zamandan beri bankanın üyeleri olan bazı Avrupa ülkelerinde elden çıkarılamayan bir damızlık inek fazlası olduğu biliniyordu. İşte banka bu operasyonla bu inekleri Türkiye’ye aktaracak ve fakir Türk halkının sırtından Avrupalılara para kazandıracaktır. Sonra bu hayvanlar hastalanacak ilaçları Amerika’dan, aç kalınca yemleri de Amerika’dan gelecektir.” O. Nuri Koçtürk, belki de çevre kirliliğinin hiç konuşulmadığı 1969 yılında yine “Açlık Korkusu” kitabında bakalım ne diyor: “Bir aralık ekmeğimiz de büyük bir tehlike geçirdi. İskenderun’da kurulan bir ışınlandırma tesisinde ekmeklik buğdaylarımızın atom ışınları ile ışınlandırılması ve bütün vital maddelerin tahribi planlanmıştı. Buna güçlükle karşı durduk. Kısaca ifade etmek istenirde, Türkiye gibi bütün geri ülkelerde uzaktan beslenmenin neticesi olarak vital maddelerden zengin yiyecek bulma ve tüketme olanağı her gün biraz daha güçleşmekte ve kasıtlı olarak kısıtlanmaktadır. Bu durumun toplumun canlılığı üzerine belirli etkiler yapacağı Milletlerarası Nutrition Araştırmaları ve Vital Maddeler Cemiyeti’nin bilim kurulu üyelerine yaptığı 28 Ağustos 1967 günlü tamimden anlaşılıyor. Vital madde yetersizliği yanında çeşitli derecelerde toksik (zehirli) olan bu maddeler, geri ülkenin insanını daha da uyuşturmakta, sağlığını bozarak yetersiz hale getirmektedir. Kalp damar hastalıklarının artması, Kanser olaylarının çok artması, Sindirim kanalı ve özellikle karaciğer hastalıklarının artması Bu yeni beslenme tarzı ile ilişkili görünüyor. Şüphesiz geri ülkelere yalnız besin maddeleri girmemekte, sömürgeci endüstrisine pazar hazırlamış olmak için, bütün mallarını bu toplumlara ucuz pahalı satmaktadır. Çevreyi yaşamaya hiç de elverişli olmayan koşullara itekleyen bu durum, vitaliteyi tümüyle tehdit ediyor. Bilim dilinde “antivital maddeler” dediğimiz zehirli maddeler, kontrolden uzak geri ülkelerde yiyeceklerimizden 8 ÇALIŞMA ORTAMI içtiğimiz suya, hatta soluduğumuz havaya kadar her yere bulaşmıştır. Mamafi ileri ülkeler yarattıkları düzen içinde çok zaman bu maddelerin etkisinden kendi halklarını da koruyamıyorlar. Atom bombalarının ve denemelerinin radyoaktif kalıntıları, Endüstri artığı olarak meydana gelen toksik maddeler, Tarım İlaçları Fabrikaların bacalarından, otomobillerin egzozlarından ve nihayet isli kömür yakan şehirlerde (Ankara gibi) bacalardan tüten zehirli gazlar, Deterjanlar, Antibiyotikler, Yiyeceklere ve konservelere katılan kanserojen maddeler Yaşadığımız Dünya’yı her gün biraz daha kirletmektedir. İleri ülkelerde geniş çapta kontrol altına alınabilen bu kabil zararlar, geri ülke insanının başıboş etkiliyor. Bütün bu yan etkiler, açlığın yaptığı etkilere eklenecek olursa, geri ülkelerde yaşayanların neden dolayı yetersiz ve kadere inanmış kişiler haline geldikleri daha iyi anlaşılır. Şüphesiz bu açıklamalarımızla, bacalardan duman tütmesin, tarım ilaçları kullanılmasın, deterjanları kullanmaktan vazgeçelim demek istemiyoruz. Bunlar çağın getirdiği yeniliklerdir ve kullanılacaktır. Fakat bir toplum bir yeniliği ülkesine sokarken onu kontrol altına alabilecek araç ve organizasyonları da getirmek zorundadır. Bu yapılmayacak ve kendisine empoze edilen her teklifi incelemeden kabullenecek olursa, o zaman Türkiye’nin bugün içine düştüğü olumsuz durumdan kendini kurtaramaz.” Veteriner Hekimleri Derneği yönetim kurulu üyesi uzman veteriner hekim İsmail Tanık 1980 sonrası tutukluluğunun bitiminde ziyaret ettiklerini anımsatarak kısa anısını şöyle aktarıyor; “Genel-İş danışmanlığı nedeniyle, Ahmet Yıldız ve diğerleriyle birlikte DİSK davası nedeniyle savcı S.Takkeci karşısına çıkarılmış. Selimiye Kışlasındaki konukluğu(!) sonlandıktan sonra geçmiş olsun ziyaretinde bulunmuştuk. O ziyarette kendisine yapılan kötü muameleleri anlatmış, askerin kasaturayı “yürüsene moruk” diyerek kaba etlerine dürttüğünü koğuşa vardıklarında külotunun kan olduğunu anlatmıştı.” Prof. Dr. Hazım Gökçen de O. Nuri Koçtürk’ü şöyle anlatıyor; “Meslek örgütlerimizin genel kurullarına katılmaya başladığımda beyaz saçlı, heybetli görünümlü, hitabet gücü yüksek birisi olan Osman Nuri Koçtürk’ü ilk kez kürsüde hararetli konuşmalar yaparken gördüm ve veteriner hekim olduğunu o zaman öğrendim. Koçtürk Hoca hemen her genel kurula katılır ve uzun süren heyecanlı konuşmalar yapardı. Konuşmalarının içeriğini en çok sağlıklı beslenme ve çevre güvenliği konuları oluştururdu. Yabancı güçlerin insanlarımıza sürekli tahıl tükettirerek beyinsel yönden geriletmeyi ve bu sayede kendi kültürlerini aşılamayı amaçladıklarını sık sık dile getirir, çözümün hayvansal gıda tüketmek olduğunu bıkmadan usanmadan tekrarlardı. Hatta bu konu ile ilgili olarak bir çocukluk anısını da şöyle anlatmıştı:’Çocukken köyümüzde bir su birikintisinin içerisinde serinleyen mandaların üzerine basa basa bir taraftan öbür tarafa geçerdik. Biz mandaların üzerinden karşıya geçtiğimizde geriye dönüp bakar, sırtına ilk bastığımız mandanın daha yeni başını yavaş yavaş çevirerek ne oluyor diye bize baktığını görürdük. İşte bitkilerle beslenen mandalar gibi tahılla beslenen insanların intikal kabiliyeti de böyle geri olur. Onun için insanlarımıza tahıl değil et yedirmeliyiz. Ormanın kralı aslan da, en kurnaz hayvan tilki de et yiyendir.’ Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk gerçek vatansever bir aydındı. “ Mart - Nisan 2013 Anımsa TOPLUM HEKİMLİĞİNE GÖNÜL VERENLER - 12 OSMAN NURİ KOÇTÜRK İLE ANILARIM K İlhan TOMANBAY” oçtürk çalışanların beslenme sağlığı için tüm yaşa- sör ortaya çıkmamaktadır. Koçtürk Hoca bugün yaşasaydı mını vermiş bir bilimciydi.Ben kendisi ile yaşamımın neler anlatmazdı ki, demek geliyor içimden… Bir başka mücadelesi de Türk halkının çokaz et yedien verimli dönemlerini birlikte geçirme şansına sahip oldum. Anılar denizinde Koçtürk hoca ile yaşananlar unu- ği konusundaydı. Koçtürk Hocam Genel-İş Sendikasında yaptığı ve benim de yardımcılığını yaptığım bir et araştırtulur mu? Kendisini üniversiteyi bitirdikten sonra Genel-İş Sendi- masıyla dikkatleri Türk halkının çok az et yemesi, daha çok kasında çalıştığım yıllarda tanıdım. Sendikada eğitim ve tahılla beslendiği gerçeğine ilk dikkat çeken bilimci olmuşaraştırma görevlisiydim. Birçok öğretim elemanını eğitim- tur. Hocam anlatıyordu: “Ben küçükken köyde su birikintisi lere davet ediyorduk. Ancak birkaç kişi vardı ki sürekli eğitim kadrosundaydı. Bunlardan biri de o zaman Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk idi. Sendikal eğitim süreci içinde tanıdım kendisini. Birlikte Ankara dışında birçok kentte birçok sendikal eğitimlere gittik. Derslerini çok dinledim. Her seferinde kendisini yeniden dinlemek ayrı bir zevk veriyor, her dinlediğimde yeni bir şey öğreniyordum. Yaşça benden büyüktü; büyüğümdü. İki metreye yakın boyu, iri gövdesiyle ve kilosuyla deyim yerindeyse dağ gibi de bir adamdı. Kalın ve tok sesi algı uyandırıcıydı, etkileyiciydi. Nedense hep açık renk takım giysi giydiğini anımsıyorum. Hep kravatlıydı. Açık sözlü, düşündüğünü ve doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, konuşkan ve karşısındakine saygıyı sadece gösteren değil, saygı duyduğu belli olan biriydi. Anlatımlarını, verdiği bilimsel bilgilerini yaşanmış uygun anılarla süslemesi anlattıklarını unutulmaz kılıyordu. Örneğin arabayla gittiğimiz yollarda “Yolumuz uzun, vaktimiz var” diyerek anlattığı anılar bende bilgi birikimi sağlardı. O bilOsman Nuri Koçtürk gileri yeri gelince hala kullanırım. http://www.google.com/imgres?imgurl=http://www.gidahareketi.org Ana konusu beslenmeydi. Ancak ülkenin beslenme alışkanlıklarını, beslenme ağırlıklarını, tahılı, eti, sütü ülkemizin gıda emperyalizmi kavramı altın- içinde oturan bir camızın koşarak gelip sırtına basarak suda açıklıyor ve bilmediğimiz birçok gereklilikleri su yüzüne yun karşı tarafında geçiyordum. Siz oturan bir aslanın sırçıkartıyordu. Gıda emperyalizmine karşı tekbaşına savaş- tına basıp karşı tarafa geçebilir misiniz? Anında pençesini çıydı. İnandığı doğru, yabancı emperyalist ülkelerin Türkiye atar, kapar ve parçalar!” Bu anekdotla et yiyenlerin çevik, halkının zekâsını ve kültürünü bile olumsuz etkileyecek bir tahılla beslenen hayvanların ağırkanlı ve yavaş olduklarını gıda politikasını Türkiye’ye dayattıklarıydı. Türkiye halkına anlatmak istiyordu. Böyle öyküleri çoktu. Et yiyenin zeki, karşı gıda konusunda emperyalist bir komplo yürütülüyor- tahıl yiyenin aptal olacağını söylüyordu. Çocuklarınıza du. Koçtürk basit ve şükran duyulası süt tozu yardımının yeterince süt içirin, yumurta yedirin, zekaları gelişsin diye bile arkasında emperyalist güçlerin çıkarlarının yattığı dü- çırpınıyordu. Anadolu’da bir eğitimde genç yaşına karşın şüncesini tüm topluma ulaşacak yöntemlerle dillendiriyor- kamburu çıkmış, algısı zayıf, yanakları ve alt dudağı sarkmış, bir gözü kaymış, bir gözü yarı kapalı, yağlı ve yusyudu. Bu Türkiye’de bir ilkti ve dönüm noktasıydı. Bunun gibi gene ABD’den ithal edilen soya ile Türk varlak bir şişmanlığa sahip genç irisi yoksul birinin en ön sıhalkının sağlığı ile oynandığı savıyla Türkiye’yi uyandırma- rada dinlerken, konunun değişmesinden 5-10 dakika sonra ya devam etti. Sağlıklı zeytinyağı cenneti olan bir ülkeye “Ne yani biz hergün makarna yiyok, aptal mıyız yani?” diye yapay soya yağı satılmasının anlamsızlığına vurgu yapı- tepki verdiğini tüylerim diken diken dinlemiştim. O tarihlerde hele beslenme gibi konularda çeşitli yayordu. Bu mücadeleler sonunda soyanın insan sağlığına zararları da gene yıllar sonra kesinkes ortaya çıktı. Soya yınlar çıkartmak cesaret işiydi. Hocamın kitapları alınıyor ve okunuyordu. Zamanın önemli yayınevleri kitaplarını yağı gündemden düştü. Bunun gibi Anadolu’da tarımsal üretimin arttırılması için basmak için sıraya giriyordu. Çok üretkendi. Kitaplarından aydınlatıcı yazılar yazarken üretimin arttırılması için tarım- herbiri beslenme ve besin endüstrisi üzerine yapılmış çalışsal alanda kullanılan ilaçlara karşı da (örneğin DDT) savaş malardı. Okunur kitaplardı. 1970 yılında ilk baskısı yapılan açmış, insanları zehirlediği uyarısını yapmıştır. Bugünkü “Açlık Korkusu” en çarpıcı ve yaygın okunan kitaplarından GDO’lu besinler, hormonlu besinler ile yapılması gereken biriydi sanırım. Piyasada yayınlanan kitaplarının yanısıra mücadele için tarım ve beslenme konularıyla ilgili bir profe- sendikalar ve işçiler için de aynı konularda ince kitaplar yazıyor, bu kitaplar işçiler tarafından okunması için sendikalar tarafından yayınlanıyordu. Örneğin “İşçiler, Sendika* Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi cılar ve Beslenme” adlı kitabını Genel-İş ve Ges-İş birlikte Sosyal Hizmetler Bölümü Öğretim Üyesi ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2013 9 Anımsa anlaşılan konuları güncelleştirmiş, uzun bir dönem güncel popüler bir kişilik olarak gözlerde ve dillerde yer edinmiştir. Bugün çok sayıda profesöre örnek olacak bir bilimsel dürüstlük ve üretkenlik içindeydi. Bilimsel doğrularından şaşmadan halkı savunmaktan bir an bile geri kalmamıştır. Yurdunu, ülkesini, insanı seven ve kendisini bu ülküye adamış bir kişilikti. Üretken, insan canlısı Koçtürk Hocam 1918 doğumlu olduğuna göre ve 1978 ve ertesi yıllarda beraber olduğumuza göre birlikte olduğumuz yıllarda 60 yaşındaydı. 1994 yılında 76 yaşında ziyaret ettiğim evlerinde öldü. Dinç ve enerjikti. Erken rahmetli olmasını fazla kilolarına bağlamak geçiyor içimden. Tek başına dimdik mücadelesini sürdüren bir düşünce silahşörüydü. > Sayfa 23’ün yanıtı İKİ DAKİKA DÜŞÜN 10 ÇALIŞMA ORTAMI Osman Nuri Koçtürk vefatından kısa bir süre önce Ne yapılmalı ? 1. Koruyucu güvenlik gözlüğü, yüz siperlikli baret takılacak, (manşonlu) kulak koruyucusu kullanılacak, çelik tabanlı İşgüvenliği ayakkısı giyecek, 2. İş elbisesi bol, sarkık olmayacak, çıkan kıvılcımlardan etkilenmeyecek malzemeden olacak, 3. Yalnızca malzemeyi tutarken veya testereyi değiştirirken eldiven giyilecek, 4. Testere dönerken kesinlikle eldiven giyilmeyecek. 5. Makianın kesme kapasitesini aşan durumlarda kesmeye çalışılmayacak, 6. Fazla bastırıp testereyi durdurmaya çalışıp makina zorlanmayacak (testere kırılabilir), 7. Kesilecek malzeme iyi sıkılacak, 8. Kesilecek malzemenin düşmemesi için daima makinanınm iki tarafında da destek sehpaları (konveyör) kullanılacak, 9. Kesilecek malzemeye uygun testere kullanılacak, 10. Makinanın etrafındaki zemin temiz tutulacak, talaş, hurda malzeme, yağ, soğutma sıvısından uzak tutlacak, 11. Bakım, servis veya testere değişitirmeden önce elektrik kesilecek, 12. Çalışma anında ve atölye içinde sigara içilmeyecek, 13. “İş ekipmanlarının güvenli kullanımı “ ve “Kişisel koruyucu donanım kullanımı”, “ fiziksel risk etmenleri” vb. konularda iş sağlığı ve güvenliği eğitimi verilecek, 14. Periyodik sağlık muayenesinde kulak odiyogramı, akciğer fonksiyon testive grafisi çekilecektir. basmışlardı (1967). “Türk Halkının Beslenme Sorunu” adlı ince bir kitabı Türkiye Öğretmenler Sendikası tarafından eğitim el kitabı olarak yayınlanmıştı (1969). Bu kitaplarıyla zamanın sol ve sağ taraflarda birbirleriyle mücadele eden gençlere ve gruplara Türkiye için, Türk halkının sağlığı için mücadele vermelerini, dikkatlerini beslenme ve besin sorununa vermelerini mesajlıyordu. Sağ kanattaki gençlerin gıda emperyalizmi konusunda bilinçlenmelerine çabalarken, sol kanadın da ideolojik savaşımlarını Türk halkının, Anadolu halkının beslenme ile başlayan sorununa ilgi duymalarına çaba harcıyordu. Örneğin “Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi” adlı kitabı (1966) diğer tüm kitapları gibi içinden halk sevgisi fışkıran, bu toprağın insanını savunan ve dış baskı ve sömürge girişimlerine karşı halkı uyandırmaya çalışan kitaplarından biriydi. Koçtürk’ü yakından tanımak sürekli aydınlanmaktı. Kendisini tanıdıktan sonra geçmişiyle daha çok ilgilenme merakım arttı. Halkı uyandırmak ve yazmak için ordudan ayrılmıştı. Çeşitli kamu kurumlarında çalışırken yaptığı bilimsel, açık mücadelesinden rahatsız olan hükumetlerce kamu görevlerinden alınmıştı. Ama onun yazma hızı giderek arttı ve 60’ın üzerinde kitabı, binlerce makalesi, sayısız konferansı ve radyo konuşması ile toplumda zamanında çok önemli bir yer yaptı. Akademik dürüstlüğü bu durumda Ankara Üniversitesinde uzman kadrosuna alınmasında etkili oldu. Ama derse girmesi istenmiyordu. Ve bilimsel aşamasını da profesörlükle tamamlayamadı. Bugün bir tek kitabı olmadan profesör olunan bir ülkede 60’ın üzerinde kitapla profesör olamaması acı bir gerçektir. Baş ve boyun eğmedi. Yazdı, mutlu oldu. Kimseden özel bir statü istemedi. Anıları arasında anlattığı bir hoş anekdot da şuydu. Siyasetçilerin ve gazetelerin dilinde üç Osman vardı. Tırt Osman (Osman Bölükbaşı), Asfalt Osman (Osman Kibar) ve Tarhana Osman (Osman Nuri Koçtürk). Bunu anlatırdı ama ne bu espriye üzüldüğü, ne gereksiz bir gurur konusu yaptığı görülürdü. Kendisine yapılan takılmaları olağan düzeyde karşılayacak kertede kendisiyle barışık bir insandı. Tarhana Osman’ı tüm Türkiye tanıyordu. Tarhana Osman lakabı et yiyemeyen yoksullara en besleyici ve ucuz besin olarak tarhana çorbası içmelerini önermesi üzerine verilmişti. Tarhana besleyiciydi. (Ek bilgi: Tırt Osman zamanın meşhur siyasetçisi Osman Bölükbaşı’ya TRT Genel Müdürü ile çok uğraşması ve TRT’yi Tırt diye alaya alması üzerine, Asfalt Osman da zamanın İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar’a İzmir’in her tarafına asfalt dökmesiyle meşhur olması üzerine takılmıştı.) Makam için, yükselmek için yaşamı boyunca ne parti başkanlarına, ne üniversite rektörlerine, ne bakanlara, genel müdürlere müdana etmiştir. Çetin Altan’ın meşhur sınıflandırmasıyla önemli insan değil değerli insan olma yolunda yürümüştür. Ülkeye iki çocuk ve binlerce sayfa yazı üretmiş ve bırakmıştır. Ordudan kendi isteğiyle ayrılması, daha sonra beslenme mücadelesi nedeniyle kamudan uzaklaştırılması, üniversitede ders verdirilmemesi, milletvekili yapılmaması gibi yalnızlaştırılma uğraşları içinde binlerce insana ulaşıp kendisini ve düşüncelerini anlatmasıyla Türk bilim ve siyaset tarihinde yer edinmiştir. Üstüne üstlük 12 Eylül döneminde sendikalarda çalıştığı için kısa süre de olsa 62 yaşında cezaevine alınması ve orada yıpratılması haketmediği bir davranış idi. Sanıyorum o yaşında içine sindiremediği bu cezaevi olayının etkisiyle kırgın ve küskün şekilde evine kapanma sürecine girmiştir. Ancak yazmayı sürdürmüştür. Anlaşılmadığını düşünmeye başlamıştı. Ancak onun o zamanki toplum üzerinde yaptığı aydınlatıcı gücün bugüne uzanan birkaç kuşağı olumlu etkilediğini düşünüyorum. Türkiye’yi beslenme konusunda uyaran ilk Cumhuriyet kuşağındandır. Beslenme politikalarını, çevre sorunlarını, biyopolitikayı halkın gündemine sokmayı başarmış, bu ağır Mart - Nisan 2013 Basından İKİ YIL ÖNCE UYARILMIŞTIK DÜN (20 Şubat 2010 Cumartesi) BUGÜN Go-Kart Pistindeki Feci Kazada Hayatını Kaybetti Sakarya'nın Adapazarı ilçesinde, go-kart pistinde kaza yapan üniversite öğrencisi Tuğba Erdoğan, feci şekilde öldü. Pistte yarışan Erdoğan'ın aracı, lastik bariyerlere çarptı. Kazada, aracın emniyet kemeri, Erdoğan'ın başını kopardı. (8 Mart 2013) (Resim, http://www.iha.com.tr/go-kart-faciasina-6-yil-hapis-istemi-266877-haber adresinden alınmıştır). ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2013 11 İş Sağlığı Güvenliği ELEKTRİKTE İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ : KAÇAK AKIM RÖLELERİ U Recep GÜNER* lusal mevzuatımıza baktığımızda iş kazası 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 13. maddesinde ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununu madde 3’te kavramsal olarak yer almaktadır. İş kazasının ulusal ve uluslar arası yapılan tanımlarında ortak noktasının çalışanların ruh ve beden sağlığına özre uğratan veya ölüme sebebiyet veren bir olay olduğu görülmektedir. SGK istatistikleri incelendiğinde ülkemizdeki iş kazalarının öncelikli faktörlerinin arasında elektrikle temasın geldiği görülmektedir. 2011 yılı SGK istatistiklerine göre 465 “elektrik akımından ileri gelen” iş kazası olmuştur. SGK sadece iş göremezlik ve ölümle sonuçlanan kazaları kapsama almasından ve yine birçok kazanın SGK verilerine girmemesinden dolayı elektrikten kaynaklanan kazalar bu rakamın çok üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Elektrik Akımı ve İnsan Vücuduna Etkileri Benjamin Franklin’in yıldırımlar üzerinde yaptığı çalışma ile keşfedilen elektrik; aslında yaşamın mikro ve makro ölçülerinde daha önceden de var olmaktaydı. Franklin’in bu deneyi var olan elektriğin modern hayatın vazgeçilmez bir parçası olması yolunda atılan ilk adımı olmuştur. Elektriğin modern hayatın vazgeçilmezi olurken bazı tehlikeleri de yanında getirmiştir. Özellikle elektrik akımı ile temas ağır yaralanmalara hatta ölüme dahi sebep olmaktadır. Elektrik akımının vücuttan geçmesi öncelikle sinir sitemine hasar vermesinin yanında kalp ritminin bozulmasına hatta durmasına bile sebep olmaktadır. Elektrik akımının vücuda temas ettiği yerlerde, girdiği ve çıktığı noktalarda ciltte ve derin dokularda yanıklar oluşturur. Ciltteki yanık yarasının küçük olmasına karşın derin dokularda şiddetli hasar olabilir. Elektriğin vücuda girdiği ve çıktığı noktalarda her zaman birer yara vardır. Giriş yarası oldukça küçük olabilir ama çıkış yarası geniş ve derin olabilir. Elektrik akımının oluşturacağı hasar; * Maruz kalınan gerilimin büyük veya küçük voltaj olmasına * Vücut direncine * Ortam şartlarına * Elektrik akımının kaynağı ile geçen temas süresi * Akımın vücutta izlediği yola bağlıdır. Elektrik akımının insan vücudu üzerinde etkisi incelendiğinde bir kısmının direk bir kısmının ise dolaylı bir şekilde olduğu görülmektedir. Elektrik akımı ile meydana gelen kazalar, etki bakımından üç ana gruba ayrılabilir: (1) • Elektrik akımının doğrudan doğruya sinirler, adaleler ve kalbin çalışması üzerine etkisi • Elektrik akımının sebep olduğu ısınmanın yaptığı zararlar, mesela arkın sebep olduğu yanmalar. • İnsan için zararlı olmayan çok küçük akımlarda, korku sebebi ile mesela düşme, çarpma vb. gibi mekanik zararlar. Bu etkiler incelendiğinde en büyük zararın sinir ve adaleler üzerinde ki direkt etkisi olduğu söylenebilir.(2) * İş Müfettişi, Elektrik ve Elektronik Mühendisi 12 ÇALIŞMA ORTAMI Akım Aralığı Vücuda Gösterdiği Etki Kadın Erkek Hissetme sınırı: Gıdıklanma hissi oluşur. 0.25mA0.5mA-1mA 0.5mA Uyuşma Hissi: Temas eden yerde rahatsızlık duygusu oluşur. 1mA-2mA Son Bırakabilme Noktası: Elde, kolda kramplar oluşur, tansiyon yükselir. Çırpınım Seviyesi: Kalpte fibrilasyon meydana gelir, bilinç kaybı oluşabilir. Bilinç Kaybı: Kas kontrolü kaybedilir, kas kasılmaları akım kesilene kadar devam eder, akciğer şişer. 9mA 15mA 500mA altında 0.2 sn veya 75mA altında 0.5sn 3A-8A Tablo 1:Elektrik Akımının İnsan Üzerine Etkisi (http://ecmweb.com/ (Electrical, Construction & Maintenance Magazine) Elektrik akımının etkisi ortamın nemlilik derecesine, kazalının elektrik akımına yakalandığı vücut pozisyonuna hatta yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi cinsiyete göre de değişmektedir. Akımın insan vücudundaki etki süresinin önemi büyüktür. “Kalp üzerinden 0,3 saniyeden daha uzun süre 80 mA mertebesinde bir akım geçerse kalp kaslarının kasılması ve tehlikeli fibrilasyon başlar ve olay çoğu zaman ölümle sonuçlanır. Kalbin normal çalışma periyodu 750 ms’dir. Eğer akımın kalp üzerindeki etki süresi 200 ms mertebesinde ise bunun zararı yoktur. Özellikle 750 ms’den daha uzun süre etki eden akımlar tehlikelidir”.(3) Kaçak Akım Rölesi (K.A. Rölesi) Normal işletme yolunun içinde dönmesi gereken akımın bulunmaması gereken iletken kısımlara çeşitli nedenlerle geçmesi suretiye kaçak akım oluşur. Kaçak akım (K.A.) rölesi devamlı olarak fazdaki akımı nötrdeki akımla kıyaslar. İkisi arasındaki fark (kaçak akım) toprağa akar, sağlıklı bir devrede izolasyondan ve kayıplardan dolayı her zaman azda olsa bir miktar kaçak akım mevcuttur. K.A. rö- Resim 1: K.A. Rölesinin Bağlantı Şekli Mart - Nisan 2013 İş Sağlığı Güvenliği lesi faz ve nötr arasındaki farkın daha önceden belirlenen seviyeye geldiğinde devreyi kesmeye yarar.(4) K.A. rölesi sistemde bağlandığı terminalin giren ve çıkan akım değerlerini ölçer. Resimde de (Resim:1) görüldüğü gibi terminaller ve sigorta arasında set edilen değerin üzerinde bir kaçak akım varsa devreyi keserek herhangi bir can ve mal kaybının önüne geçer. K.A. Rölesi Çalışma İlkesi K.A. rölesi temelde basit bir çalışma mantığına sahiptir. K.A. rölesi içerisinde toroidal ölçüm transformatörü bulunmaktadır. Bu transformatör özellik olarak içerisinden geçen akımın toplamında bir dengesizlik veya bir eşitlik olduğu vakit, bu dengesizliğin oranında bir akım endükler. K.A. rölesi temel olarak toroidal transformatörün bu özelliğinin üzerine kurulmuştur. Sistemde kaçak akım oluşması durumunda faz ve nötr üzerindeki akımda bir fark oluşur. Bu durum toroidal transformatör üzerinde bir manyetik akı oluşturur ve sargı üzerinde akım indüklenir. Oluşan bu akım kumanda devresinin elektromanyetik bobinini harekete geçirir. Böylece cihazın kapalı konumda bulunan ana kontakları açık konuma geçerek faz ve nötr iletkenleri ile şebekeyi birbirinden ayırır.(5) K.A. Rölesinin Mevzuattaki Yeri Yerel mevzuatımıza baktığımızda elektrikle ilgili birçok dolaylı veya doğrudan madde bulunmaktadır. K.A. röle ilgili maddelerin genellikle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının mevzuatında bulunmaktadır. Elektrik İç Tesisat Yönetmeliği’nin 18. Maddesinde elektrik ana dağıtım noktalarına yangından korumaya yönelik K.A. rölesinin (300mA anma kaçak akım değerine sahip K.A. rölesi) kullanılması, tali dağıtım noktalarına ise hayat korumaya yönelik K.A. rölesinin (30mA anma kaçak akım değerine sahip K.A. rölesi) düzeneği ile birlikte termik manyetik şalter veya otomatik sigorta (ayrı ayrı veya birlikte) konulması ve tüm koruma düzenleri arasında seçicilik sağlanması yer almaktadır. K.A. rölesinin kullanımında dikkat edilecek hususlar ve nasıl kullanılacağı Elektrik Tesislerinde Topraklamalar Yönetmeliğinde söz edilmektedir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği tüzüğünün 315. maddesinde kaçakların belli seviyenin üstüne çıkmasını engelleyen K.A. rölesi aynı şekilde topraklı cihazlarda topraklamada bir sıkıntı yaşandığında devreyi kesen kontaktörün bulunması uygun bulunmuştur. Çeşitli mevzuatlarda elektrikten kaynaklanan iş kazası ve yangınların engellenmesi için birçok hüküm mevcuttur. K.A. röleleri elektrikten kaynaklanan iş kazaları ve yangınların engellenmesinde önemli rol oynaması hasebiyle bu hükümlerle dolaylı yoldan olsa da ilişkilendirilebilir. K.A. Rölesi Bağlantı Yapısı ve Etiket Değerleri Nominal akım Değeri (In): K.A. rölesinin kullanılabileceği işletme akımını ifade eder. Kaçak akım koruma röleleri herhangi bir termik veya manyetik koruma yapma özelliği yoktur. Sistemde herhangi bir kaçak akım olduğunda devreyi keserler. K.A. rölesi seçilirken kendinden önceki devrenin işletme akımı göz önünde bulundurulur.(6) On/off Butonu: K.A. rölesinin devreye alınması ve devreden çıkarılması işleminde kullanılır. Bağlantı Şeması: K.A. rölesinin sisteme bağlanma şeklini gösterir. Anma Kaçak Akımı: K.A. röleleri iki ana amaca hizmet etmektedir. Bunlar insan hayatını koruma ve kaçak akım kaynaklı olabilecek yangınları engelleme olarak sıralanabilir. Standart IEC 60479-1’e göre kaçak akımın 30mA değeri, insan sağlığı açısından sınır değeri olarak kabul edilir. K.A. röleleri 30mA (sınır değerinde) ve üstündeki değerlerde devrenin enerjisini ani olarak keserek güvenli bir ÇALIŞMA ORTAMI Resim 2: K.A. Rölesi Bağlantı ve Etiket Değerleri koruma sağlar.(7) Kaçak akım 300mA değerini geçtiğinde ısınmadan kaynaklanan yangın tehlikesi söz konusu olur. K.A. röleleri seçilirken insan hayatı için 30 mA; yangın tehlikesi içinde 300mA’lik anma kaçak akım değerine sahip K.A. röleleri tercih edilmelidir. Standart: K.A. rölesinin üretildiği standardı gösterir. Ulusal ve uluslar arası birçok standart bulunmaktadır. Belli başlı standartlar; TS EN 61008-1, TS EN 61008-2-1, EN 61008-1, EN 61008-2-1 IEC 61008-1, IEC 61008-2-1. K.A. rölesi seçilirken uygun standarda olmamasına ve işaretinin bulunmasına dikkat edilmelidir. Test Butonu: K.A. rölesi sisteme bağlandıktan sonra çalışıp çalışmadığını kontrol etmek amacıyla üzerindeki test butonu kullanılmalıdır. Bunun dışında sisteme ve şaltere zarar verebilecek; çıkışları kısa devre etmek gibi yöntemler kesinlikle kullanılmamalıdır.(8) Nötr Bağlantı Terminali: N nötrü ifade eder, K.A. rölesinin genel prensibi faz ve nötrün arasındaki dengesizliği algılaması üzerine kurulu olduğundan dolayı K.A. rölesi faz ve nötr arasına monte edilir. Faz Bağlantı Terminali: Kullanılan sistemin monofaz veya trifaz olmasına göre terminal sayısı değişir. Monafaz sistemlerde bir terminal bulunurken trifaz sistemlerde üç terminal bulunmaktadır. Bir diğer değişle monofaz ve trifaz olması K.A. rölesinin kutup sayısını değiştirir. Monofaz sistemlerde 2 kutuplu (2P) trifaz sistemlerde 4 kutuplu (4P) K.A. röleleri kullanılır. Üst kısımda verilen örnek şemadaki K.A. rölesi 4 kutuplu bir trifaz K.A. rölesidir. K.A. Rölesinin Kullanımında Dikkat Edilecek Hususlar ve Yapılan Hatalar Piyasada bulunan bazı K.A. rölelerinin anma kaçak akım değeri üzerinde bulunan tuşlardan 30mA’den 300mA’e kadar değiştirilebilmektedir. Bu tür K.A. röleleri işverene maddi olarak daha uygun gelmektedir ama iş güvenliği açısından bir risk oluşturmaktır. İşveren işçilerin keyfi olarak bu tür K.A. rölesinin anma kaçak akım değerinin değiştirilmesini engelleyecek tedbirler almalıdır. Yargıtay kararı çok açıktır “tedbir kişinin kendi dikkatine ve inisiyatifine bırakılamaz”(9) Genel olarak K.A. rölesindeki yanlış uygulamalar topraklamanın düzgün yapılmamasından kaynaklandığı gözlenmektedir. “Piyasada çokça kullanılan sıfırlama; nötr ve toprak ucun birleştirilmesi, kaçak akımın yükün gövdesinde kalmasına sebep olur. Daha sonra yükün toprağa değen kısmından dolayı K.A. rölesi sürekli devreyi keser”.(10) Cihazdan sonra; tesisata nötr iletkeni ve koruma iletkeni ayrı ayrı olmalıdır. Topraklama korumalı cihazların topraklaması, nötr iletkeni ile değil, sadece koruma iletkeni ile yapılmalıdır. Mart - Nisan 2013 13 İş Sağlığı Güvenliği Resim 3: İdeal Bir KAK Rölesi Uygulaması K.A. Röleleri anma kaçak akımının önceden belirlenmiş seviyeye geldiğinde hemen devreyi kesen ve gecikmeli kesen olarak 2 çeşit tipte üretilir. Gecikmesiz tip kaçak akım koruma şalterleri herhangi bir hata durumunda gecikmesiz olarak anma kaçak akım seviyelerinde 300 ms’ den daha kısa bir sürede ani olarak açma yaparlar. Bazı uygulamalarda sistemde 300 mA’ in üzerinde oluşan hata akımlarında tali dağıtım kutusundaki 30 mA’ lik kaçak akımdan daha önce ana dağıtım kutusundaki çıkışındaki 300 mA’ lik K.A. rölesi devreyi keserek tüm sistemi enerjisiz bırakabilmektedir. Bu yüzden ana dağıtım kutusu çıkışında kullanılacak K.A. rölesi gecikmeli tip olması daha uygundur. (11) Uygulamalarda yangından koruma K.A. rölesi (300mA K.A. rölesi) işletmeye dışarıdan gelen 3 faz şebeke ge- Şekil 4:Panoda K.A. Rölesi Uygulaması 14 ÇALIŞMA ORTAMI riliminde sigortadan sonra bağlanmalıdır. Şebeke 3 faza ayrıldıktan sonra, her faz kullanılacak ekipmana ve bağlanılacak sisteme göre dengeli bir şekilde gruplandırılır. Her ekipman veya sistem kendi içinde işletmeden dolayı bir miktar kaçak akıma sebep olur. Fazlar gruplandırırken mevcut işletmeden kaynaklanan kaçaklarda göz önünde bulundurulmalıdır. Çıkışlara bağlanılacak ekipmana göre bazen bir çıkışa tek K.A. rölesi bağlanırken bazen de 3, 4 çıkışa beraber tek K.A. rölesi bağlanabilir. Çok fazla çıkışın tek K.A. rölesine bağlanmasının maliyeti azalttığı bir gerçektir ama hata tespitini zorlaştırması ve mevcut işletme kaçaklarından dolayı K.A. rölesinin sürekli açma yapması büyük sorundur. İşletmelerde yangından koruma K.A. rölesinden sonra resim 3’de görüldüğü gibi hayat koruma K.A. rölesi kullanılmalıdır. Eğer sistemde kendi işletme kaçak akımı yüksek ekipman varsa; ark kaynağı, kaynak makinesi, yüksek rezistanslı ısıtıcılar vb. bu ekipmanlar mümkün olduğu kadar tek K.A. Rölesi üzerinden beslenmelidirler. Sonuç Genellikle iş güvenliğine yapılan yatırımlar işveren tarafından bir külfet ve mevzuattan kaynaklanan bir zorunluluk olarak görülmektedir. Bundan dolayı alınan tedbirler bazen göstermelik olarak yapılmaktadır. İş güvenliğinin ilk adımı olarak işverene ve iş güvenliğinde sorumlu bütün çevrelere iş güvenliğine yapılacak yatırımın aslında bir külfetten ziyade iş kazasından korunmayla can ve mal güvenliği sayesinde elde edilecek yarar gösterilmelidir. Ülkemizde iş kazalarında elektrikle temas önemli bir risk oluşturmaktadır. İşverenler ve iş güvenliğinden sorumlu personelin K.A. rölesi seçimi yaparken öncelikle K.A. rölesinin yapılan işe ve işletmeye uygun özelliklerde olması sağlanmalıdır. Güvenilir markalardan gerekli standartları taşıyan K.A. röleleri temin edilmelidir. K.A. rölesi seçiminde öncelik fiyattan ziyade kalite ve güvenebilirlik olmalıdır. Dipnotlar (1) www.sigmaelektrik.com/tr/images/resim/kaks.pdf- http://www.sigmaelektrik.com/tr (2) http://ecmweb.com/ (Electrical, Construction & Maintenance Magazine) (3) BAYRAM, Mustafa, İLİSU, İsa, “Elektrik Akımının insan üzerindeki etkisi” (4) WHITFIELD, John , Electricians Guide Book to the 17th edition Wiring Regulations, First edition, http://www.tlc-direct.co.uk/Book/5.1.1.htm (5) http://www.trerk.com/teknik/4/kacak_akim_rolesi/index.html (6) http://www.schneider-electric.com.tr/sites/turkey/tr (7) www.federal.com.tr/.../productss-64-TR%207-kacak_akim_con.pdf (8) Yavuz, Hilmi Ahmet,Kaçak akım koruma şalterleri, EMO, Elektrik Mühendisliği, s.24 (9) Yargıtay 10.HD 17.04.1984 tarih, 2029/2140 Sayılı Kararı (10) Vikotech.com,Kaçak Akım Röleleri katalog (11) www.sigmaelektrik.com/tr/images/resim/kaks.pdf Mart - Nisan 2013 Nüfus Deneyin Koşulları Değişmedi, Ne Yapılmak İsteniyor? Mümtaz PEKER* lerdeki demokrasiyi güdümlü hale getirdiler. Zaman içinde Giriş: Neden-sonuç ilişkili araştırma tekniği, 20. yüzyılda sos- ucuz işgücü sorununun giderilmesi, çalışma koşullarının yal bilimlerde de kullanılmaya başlandı. Kullanımın örnek- insanileştirilmesi gibi demokratik istemlerin gündeme geleri nüfusbilimde de verildi. Yapılan çalışmalarda doğur- lemeyeceği siyasi yapılar oluşturuldu. Doğurganlığın azalmaya başladığı tarihten, nüfusun ganlığı açıklayan değişkenlerin eşlerin eğitimi, ailenin gelir düzeyi ile kentlileşme olduğu görüldü. Ara değişken olarak kararlı/durulmuş(müstakar) bir yapıya ulaştığı kısa zaman tanımlanan gebeliği önleyici yöntem bilgisi, buna ulaşım, diliminde çalışma çağı nüfusundaki artış ile ülke üretimi yöntemleri etkin kullanma biçimi, eğitim-gelir-kentlileşme artışı arasında görülen ilişki merkez ülkenin iktisatçıları değişkenleri boyutunda doğurganlık davranışını gelişmiş tarafından ekonometrik analiz çalışmaları yapılarak inceülkelerde etkili biçimde değiştirdi. Bu toplumlarda artık ai- lendi. Bulunan sonuçlara göre, bu ülkelerde artan çalışma leler için amaç: Nitelikli çocuk yetiştirmek, çocuktan haz çağı nüfusu ile ülke üretim artışı arasında anlamlı bir ilişki olduğu ortaya konuldu. Nedense “Ülke toplam hâsılasında almaktı. Gelişmekte olan ülkelerde 1935-1955 döneminde ölüm görülen artışın birey başına nasıl yansıdığı?”, “Üretimden hızları, geliştirilen tıbbi teknoloji ürünlerinin koruyucu sağ- elde edilen hâsılanın, toplumun refahını aile düzeyinde nalık hizmetleriyle sunumu sonucu birden düşürüldü. Doğur- sıl etkilediği?” bu çalışmalarda fazla yer almıyordu. Merkez ülke sosyal bilimcileri bu çalışmalara dayaganlık yüksek düzeyini sürdürdüğü için bu ülkeler tarihte görülmeyen biçimde nüfuslanmaya başladı. Eğitimin tüm narak, gelişmekte olan ülkelerde de benzer bir dönüşüm kitleye ulaştırılamadığı, tarıma dayalı büyümenin egemen olacağını düşündüler. Bu toplumlarda doğurganlığın kısa olduğu bu toplumlarda, aileler çocuklarından aileye eko- zaman diliminde azalmasına bağlı olarak 0-14 yaş grubunomik katkı yapmalarını, yaşlılıklarında kendilerine bak- nun kararlı konuma geleceği, yaşlı nüfusun henüz oluşmamalarını bekliyordu. Ailelerin cinsel yaşamda kullandıkları dığı sosyal sistemde, nüfusun kararlı/durulmuş bir yapıya ulaşıncaya kadar 15-64 yaş grubunda çalışabilecek nüfus gebeliği önleyici usuller, dinsel öğretilere dayanıyordu. artışı görülebilecekti. Bu ülkelerin nüfus Bu ülkelerde ana-çocuk sağlığı ile tarihinde bir kez yaşanacak bu olayın, aile planlaması hizmetlerinin birleştirigelişmekte olan ülkeler için “nüfussal lerek sunulmasının, nüfus artışına karfırsat penceresi” olabileceğine ilişkin şı ivedi çözüm olabileceğini varsayan kuramsal görüşlerini ileri sürdüler. Kurakuramsal görüş Batı’da ileri sürüldü. ma göre, üretken yaşlardaki nitelikli nüfu1960’lı yıllarda hizmetin kapsamı tüm sun arttığı, doğurganlığın düşük düzeyde toplumu içerecek biçimde genişletilekararlı olduğu, nüfusun henüz yaşlanmarek, değişik ülkelerde “ Doğum Sonradığı ülkelerde, eğer artan nitelikli iş güsı Aile Planlaması”, “Doğum Hizmetlecüne istihdam olanağı sağlanırsa, ekonorine Bağlı Aile Planlaması” gibi geniş minin başarımı eskiye göre farklı biçimde programlar uygulamaya konuldu(1). artabilirdi. Doğum sonrasını kapsayan uygulaTürkiye Örneği: Türkiye’de toplam maların uçlarda olan kadınlara sunuldoğurganlık hızının (TDH) en yüksek ması, kadınlar arasında hizmetten yaolduğu 1955-60 dönemi sonrasında, dorarlanma farkının giderilmesi amacıyla ğurganlık hızının böyle sürmesi halinde Taylor-Berelson, hizmetin ekonomik hedeflenen kalkınma düzeyinin gerçekdüzey açısından farkının azaltılmasını öngören, kırsal alanda yaşayan www.google.com/imgres?imgurl=http://img.ha- leşmeyeceği Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda tartışıldı(5). Öngörülen kalkınkadınlara ulaşılmasına önem atfeden berler.com/ (2) ma hızının gerçekleşmesi için TDH’nın programları önerdiler . Merkez ülke güdümündeki uluslararası örgütlerin öncülüğünde, 1960’lı düşürülmesi gerektiği ileri sürüldü. Dönemin siyasal iktidarı yıllarda bazı Güney Asya ülkelerinde, dünyanın nüfus la- TDH konusunda bir hedef göstermedi; fakat ailelerin baboratuarı denilen etkin aile planlaması programı uygula- kabileceği kadar çocuğa sahip olmasını sağlayacak sağlık hizmetinin kamu öncülüğünde ücretsiz sunulması için yaması başlatıldı. Nüfussal Fırsat Penceresi: Eğitim-Gelir-Kentlileşme sal düzenlemeyi yaptı. Ne var ki uzun yıllar hızlı nüfus arkaynaklı olmaktan öteye, gebeliği önleyici etkin usullerin tışı geleneği olan bir ülkede siyasal iktidarlar bu geleneğe yaygın sağlık programları eşliğinde uygulandığı, iktisat ya- karşı çıkacak uygulamadan kaçındılar, buraya harcanacak zınında “sya kaplanları” olarak tanımlanan ülkelerde kısa parayı ekonomik yatırımlara yönlendirmeyi tercih ettiler. Ülkemizdeki TDH azalışı, Asya Kaplanları olarak tasürede yüksek doğurganlıktan, düşük doğurganlığa geçildi. Süreç içinde çalışma çağı nüfusu bu ülkelerin tarihin- nımlanan ülkelerden daha uzun sürede, nedeni yalnızca de görülmeyen biçimde artmaya başladı(3). Ne var ki söz gebeliği önleyici usul kullanımına bağlı olmaksızın azalmakonusu ülkelerde artan nüfusu istihdam edecek sanayi ol- ya başladı. Yapılan araştırmalarda başta kadının eğitimi olmadığı için, hem işçilik ücretleri çok düşüktü hem de işsiz- mak üzere, göçle kente gelen, kentte tutunmak isteyen ailer havuzunda beklenilenden fazla bir nüfus oluşuyordu(4). lenin gelir-kentlileşme düzeyi de TDH azalışının bir kısmını Dünyanın nüfus laboratuarı olarak adlandırılan bu oluşu- açıklıyordu. 2000’li yıllarda yapılan nüfus araştırmalarında mu iyi değerlendiren dışsal dinamikler, ucuz işgücünden TDH’nın, bir nüfusun kendini yenileyebileceği düzey olan yararlanmak için yatırımlarını bu ülkelere yönlendirmeye kadın başına 2,1 çocuk düzeyine geldiği saptandı. Düşük başladılar. Yatırım riskini en aza indirmek için de bu ülke- düzeydeki doğum-ölüm hızlarının oluşturduğu bu yeni dengeye göre ülkemiz nüfusunun, 88-95 milyon büyüklükle * Dr., Sosyolog ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2013 15 Nüfus Grafik 1: Türkiye ile İzmir Nüfusunun Yaş Yapısı (2011) 2035-2040 döneminde durulmuş/kararlı bir yapıya ulaşacağı nüfus öngörü çalışmalarında ortaya konuldu(6). Yeni dengede ülkemizin karşılaşacağı nüfus sorunları, dünden farklı olacaktı. Doğurganlığın azalmasıyla birlikte 0-14 yaş grubu kararlı bir şekilde nüfus yapısı içinde yerini almaya başladı. Kararlılık günümüzde 30-35 yaş grubuna ulaştı(Grafik 1). Yapılan değişik çalışmalarda anne-babanın çocuğa atfettikleri psikolojik değerden ötürü, bu yeni kuşağın yetişmesi için ailelerin çoğunluğu (%80) artık onların eğitimi için kaynak aktarabilecek düzeydeydi. Yeter ki onların hayata tutunabilecekleri, yaşamlarını kendilerinden daha iyi olmasını sağlayacak bir meslekleri olsundu. Ailelerin beklentisi, kamunun bu konuda kendileriyle işbirliğine girmesi, çocuklarına iyi bir eğitim verilmesiydi. Ülkemizde nüfussal fırsatın oluşmaya başladığı yeni nüfus dengesinde çalışma çağı (15-64) nüfusu yıllara göre artıyor; fakat ana-babalarından daha eğitimli olmalarına karşın gençler “iş-evlenme-gelecek” konularında yeterli olanağı bulamıyorlardı. Ülkemiz sosyal sistemi üretim örgütlenmesi, eğitim örgütünün yetiştirdiği işgücüne pek sıcak bakmıyor, daha farklı nitelikte insana gereksinim duyuyordu. Ülkemiz geleneksel orta-yüksek öğrenimi nedense, ülkemiz üretim örgütlenmesinin gerisinde kaldığı gibi, kendisini yenileme, bu üretime girdi olarak sunduğu işgücünü istendik konuma getirmede hedef belirlemiyordu. Öte yandan eğitim sistemi özellikle yüksek öğretimde en iyileri, merkez ülke ile çevre ülkelerin istediği gibi onların diliyle yetiştiriyor; fakat bunlara istihdam olanağı ancak merkezçevre ülkelerde olduğu için gençler arasında bu ülkelere göç, gerçekleştirilmesi gereken değer haline geliyordu. En iyi biçimde yetiştirilenler, çalışmak için nedense ülkemizi değil, merkez-çevre olan yaban elleri tercih ediyordu. 2035-2040 döneminden sonra sosyal sistemimizde yüksek oranda kararlı biçimde yer alacak yaşlı nüfusumuz 1990-2000 döneminde oluşmaya başlamıştı. Şimdiye değin sosyal sistemimizin birçok sorununu çözen aile kurumunun gelecekte bu sorunu da çözeceği beklentisine 16 ÇALIŞMA ORTAMI girme, sorunları ağırlaştırmaktan başka bir şey getirmiyordu. Toplumun, özellikle de gençlerin her konudaki tutumları, değerleri, davranışları hızla değişiyordu. Gençlerde görülen bu değişime karşın, onların yaşlı aile bireylerine olan davranışlarını, sorumsuzlukla açıklama kolaycılığına kaçmak yerine; dönüşen sistemi yeni kurallar bütünü içinde çağdaş kurumlarla kurgulamamız gerekiyor. Dönüşüm, kendi dinamiklerine bırakılıyor, bunun sosyal sisteme getireceği pahanın çok fazla olacağı nedense göz önüne alınmıyor. Ne yapılmak isteniyor? Nüfusumuzun bu dönüşümüne paralel olarak merkez ülke güdümündeki uluslararası örgütlerin bizim gibi ülkeler için önerdiği sosyal güvenlik ile sağlıktaki dönüşüm programları toplumda fazla tartışılmadan 2000’li yıllarda yasal hale getirildi. Böylece Cumhuriyet dönemi boyunca insan hakkına dayalı koruyucu sağlık uygulamaları geleneği dışlandı; para öncelikli tedavi hekimliği ön plana çıkarıldı. Kamu sağlıkta, özel kesime kaynak aktarır oldu. Nüfus öngörülerinde ortaya konulan 2035-2040 dönemi durulmuş/kararlı nüfus yapısında görülecek on milyonu aşacak yaşlı nüfus nedeniyle Başbakan Erdoğan kendi imzaladığı yukarıdaki yasal düzenlemelerin nüfussal dönüşüme dayalı gerekçesini bir tarafa attı, yüksek doğurganlık söylemine sarıldı. Bu hedefin gerekçesini yaşlı toplum olmama biçiminde ortaya koydu. Bunu tarihi bir yıl ile (2071) bütünleştirdi: “Dinamik, genç nüfusla 2071’e ulaşmayı” hedef gösterdi. Bu genç nüfusun yetiştirilmesi için strateji belirtildi: Amaç, dindar kuşak yetiştirmekti. Belirlenen stratejiyi gerçekleştirecek taktiklerle yasal düzenlemeler yapıldı. Düşünülmeyen nokta, çocuklarına psikolojik değer atfeden ailelerin (%80) yüksek doğurganlık konusunda gerek modernleşme kuramlarında(7) belirtildiği gerekse nüfusbilim çalışmalarında(8) gösterildiği gibi geriye dönüşün olmayacağı gerçeğiydi. Deneyin koşulları belliydi. Açıklayıcı değişken olan eğitimle ülkemizde kurgulanan dinsel model içeriğinde başarılacak nokta, çocuklarına ekonomik değer atfeden ailelerde yüksek doğurganlığın sürdürülmesi belki Mart - Nisan 2013 Nüfus sağlanabilirdi. Bu uygulama toplumve ara değişkenlerin etkisinin önemli da önümüzdeki yıllarda dinsel bağolduğunu gösteriyor. Türkiye’de ailelamda bir kırılganlık yaratılabileceği lerin çoğunluğu (%80) bu değişkenler gibi, o ailelerde bile “çocuklarınızı bağlamında iki çocuğa sahip olmahayırlı yetiştirin” dinsel söyleminyı benimsiyor, çoğunlukla da bunu den ötürü geriye tepebileceği gerçegerçekleştiriyor. Başka ülkelerde olğini de içinde barındırıyordu. mayan fırsat ülkemiz aile yapısında Hedef gösterilen yıla (2071) evli görülüyor. 1968-73 döneminde yapıkadınların en az üç doğurmaları halan çalışmalarda anneler özellikle kız linde büyüklüğü 150 milyonu aşan(9), çocuklarının, okuyabildikleri kadar niteliği nüfussal fırsat penceresi kuokumalarını istiyorlardı; fakat ailelerin ramı için öngörülen biçimde olmakaynakları sınırlıydı(12). Günümüzde anneler yine çocuklayacak nüfusla ulaşan Türk toplumu rını cinsiyet farkı gözetmeksizin okutne yapabilecektir? Bunun basit örmak istiyor. Günümüzde buna kaynak neklerini ülkemizin “Asya Kaplanları” ayırabilecek güçlerinin varlığını belirolarak tanımlanan illerinden olan Gatiyorlar. Çocuklarının eğitimleri konuziantep üzerinde 2000 sonrasında yapılan değişik çalışma bulgularıyla http://www.google.com/imgres?imgurl=http://www.te- sunda zorlanırlarsa, mali piyasalardan kısa dönem için borçlanabileceklerini kabaca tartışabiliriz. Antep üzerine pav.org.tr/upload/pics de açıklıyorlar. Aile yapımızın gerek yapılan çalışmalarda vurgulanan doğurganlık gerekse çocuklarına kaynak aktarma konunoktalar şöyle özetlenebilir(10): “Sanayide ara mal üreten kentin, uluslararası rekabet sundaki tutumunu, davranışını çok iyi değerlendirerek; gücünü, nüfusunun %65’ni 30 yaşın altında olan vasıfsız gençleri yarınlarda yaşama tutunabilecekleri, sorunlarını işgücünden oluşması etkilemekte, bu doğrultuda mekânsal özgür akıllarıyla çözümleyebilecekleri, üretici rollerini seeşitsizlik üzerinden yoksulluk yeniden üretilmektedir. Buna verek yerine getirecek mesleklerini öğrenebilecekleri eğikarşın hızla büyüyen Asya ülkelerinde çalışanların hem timden geçirmeliyiz. eğitimi artmakta, hem de bu ülkeler ara malı üretimi yaDeğişen dünya koşullarında gençler üretici rollerini nında nihai mal üretimi yaparak uluslararası yarışa katıl- kendileri, aileleri ve ülkemiz için en iyi biçimde yerine gemaktadır. tirdiklerinde; ne zaman, nerede, kiminle evleneceklerine, Gaziantep ekonomisi, kadının eğitimine göre çalışma kaç çocuk sahibi olacaklarına kendileri özgür iradeleriyle biçimini farklılaştırıyor. Örneğin ilkokulu bitirmiş/ilkokulu çok rahat karar verebileceklerdir. Gençler bu konuda kimterk eden kadınlar çoğunlukla kayıt dışı ekonomide dü- senin parmak sallayarak, ebeveyn edasıyla kendilerine sazensiz olarak düşük ücretle çalışma olanağı buluyor, alt hip olacakları çocuk sayısı konusunda emir verilmesini de gelir grubu içinde yer alıyor. Yoksulluğun kadınlaşması, hoş karşılamıyorlar. Gençlerin kararları çok açık: İki çocuk sürdürülmesi gerçekleşiyor. Kadınların eğitimsiz, hünersiz istiyorlar(13). İstekleri: İş, aş, evlenme konusundaki sorunlaoluşları yanında sahip oldukları çocuk sayılarının fazlalığı rına sosyal sistem tarafından çözüm üretilmesi, umut kül(TDH: 3.5) da kayıtlı ekonomideki istihdamları konusunda türü bağlamında bu ülkede yaşamlarını sürdürecek koşulen büyük engeli oluşturuyor. Buna karşın meslek lisesi, ların yaratılması. Beklentileri, geleceklerini görebilmek. üniversite mezunu kadınların bazısı kısmi hünerli ya da Dipnotlar hünerli olarak kayıtlı ekonomide iş bulabiliyorlar. Gelir açıHoward C. Taylor : “Introductory Remarks”, Maternal and Child Hesından orta ile üst tabaka mensubu olan bu kadınların sa- alth (1) Family Planning Program içinde, Technical Workshop Proceedings 31 hip olduğu çocuk sayısı 1-2 düzeyinde kalıyor. Yenidünya October-2 November 1972, The Population Council, s. 22-26, New York City, düzenine bağlı küresel ivmeler sonrasında ortaya çıkan, 1980. (2) E. C. Taylor and Berelson, Bernad: “Comprehensive Family Planning kadın istihdamının giderek artacağı ülkelerle, yeterli eğiti- Based on Maternal/Child Health Services: A Feasibility Study of a World Progmi olmayan, çok çocuk doğuran kadın nüfusu olacak olan ram” Studies in Family Planning 2 içinde, No: 2, s.22-46, 1971. (3) Praney Gupte: The Crowded Earth, People and the Politics of PoGaziantep nasıl rekabet edebilecektir? Çalışma çağındaki , s.106-131, London, 1984. kadınların dörtte üçünün sadece evde yeniden üretim sü- pulation, 4 Ronald Freedman, ve John Takeshita,: “ Studies of Fertility and Family recine katıldığı, yaratıcı enerjilerinin üretime yansımadığı Limitation in Taiwan” Public Health and Population Change (Editörler: Minbir ilin ne kadar büyüyeceği, rekabet gücünün ne boyutta del C. Sheps ve Jeanne C. Ridley), s:174-197, The University of Pittsburgh, olacağı önemli bir sorunsalı oluşturur”. Gaziantep böyley- 1965. (4) Simon Kuznets,: “ Economic Aspects of Fertility Trends In The Less se diğerlerinin hali nasıldır? Developed Countries”, Fertility and Family Planning (Editörler: S.J. BehrSonuç: Türkiye ölüm hızlarının birden düşürüldüğü man, L. Corsa, R. Freedman) içinde, s:157-179, Michigan, 1969. (5) Devlet Planlama Teşkilatı: Kalkınma Planı, Birinci Beş Yıl, “Nüfus dönemden başlamak üzere hızlı bir nüfus artışını Batı ülke73-84, Ankara, 1963. leri ve Asya Kaplanları’ndan farklı yaşadı. Ölüm hızlarında Meselesi”,s. (6) Öngörü çalışmaları, Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü, Devlet Planlagörülen düşüşe göre 1950 nüfusunu ( 20 947 188) temel ma Teşkilatı, Türkiye İstatistik Kurumu uzmanlarınca yapıldı. Çalışma sonuçlaaldığımızda, nüfusumuz 25 yıl içinde ( 1975=40 347 719) rındaki farklılık doğum, ölüm, göç varsayımlarından kaynaklandı. (7) Emre Kongar: Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Avrupa’ya olan işçi göçünü de dikkate alırsak, ikiye katlan- Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981. dı. Nüfus artış hızının azalması ile birlikte 2012 nüfusumuz (8) D.V. Glass ve Roger Revelle (Editör): Population and Social (11) Change,Edwarld Arnold,London, 1972. yurt dışında çalışanlarla birlikte ikinci kez ikiye katlandı . (9) Evli kadınların üç çocuk doğurmaları halinde nüfus artış hızımız(r=1,3) Türkiye’nin ekonomik büyüme açısından gerek kısa oluyor. Bulunan nüfus artış hızından nüfusun ikiye katlanma süresi ise (70/r (2023) gerekse orta dönem (2071) için hedef gösterilen eşitliğinden) 54 yıl çıkıyor. 2012 yılında 75.6 milyon olan nüfusumuz 2066 büyüklüğe ulaşması; doğurganlığın artırılması, niteliksiz yılında 151.2 milyon. (10) Mehmet Nuri Gültekin (derleyen): “ Ta Ezelden Taşkındır” Antep” “genç-dinamik bir nüfusla” başarılacak bir modelle sağladeğişik yazılardan alıntılandı, İletişim Yayınları, İstanbul,2011. namaz. Günümüzde 75 milyon insanın sorununu sosyal içindeki (11) Adrese dayalı kayıt sisteminde halen yaşayan TC kimlikli tanımlanmış bilimlerin uğraşı alanları bağlamında oluşturdukları kav- insan sayısı 80 milyon dolayında. Bu nüfusun 75.6 milyonu yurt içinde diğerleri ramlar açısından çözümleyememiş bir sosyal sistem, 54 yurttaş olarak yurt dışında yaşamını sürdürmektedir. (12) Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü: Türkiye Aile Yapısı Araştırması yıl içinde 150 milyon olacak ülkenin sorununu hangi kay- (1968), Türkiye Nüfus Yapısı ve Sorunları Araştırması (1973) , Ankara. naklarla, nasıl çözümleyecektir? (13) Nüfusbilim Derneği ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu: 2007 Türkiye Doğurganlık konusundaki ülke deneyimleri, bağımsız Gençlerde Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Araştırması, s.109-118 Ankara, 2007. ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2013 17 Anımsa AZ ZAMANDA ÇOK İŞLER YAPTI - 3 DEVRİMCİ BİR AYDIN MUSTAFA NECATİ Mümtaz PEKER* “Bu memleket bizim, bu toprak ve deniz bizim” Mustafa Necati, “Mütareke” 1919, İzmir S ci, yarar sağlayıcı amaçlara uygun olarak yapılanmasına çalışmıştır. O’na göre okul-eğitim ikilisi şöyle olmalıdır: “Biz, çocukları doğa ile eşya ile gerçeklerle karşılaştıran, neşe ve özgürlük havası içinde çalışmaya, gözlem ve muhakemeye, yaratıcılığa götüren bir okul istiyoruz. Biz istiyoruz ki, okul; çocukların birbirine yardım ederek, birbirlerini tamamlayarak çalıştıkları bir laboratuar olsun… Bizim kurmak istediğimiz okulda dinleyiciler yoktur. Düğün ve oyun içinde çalışan, eserler ortaya koyan, küçük adamlar vardır”(2). Mustafa Necati, Cumhuriyet’in hedef olarak belirlediği, akıl-bilim eşliğinde yetiştirilecek “yeni insan”’ı yetiştirmede öncülük etmiştir. Kurucu kadronun sivil kanadından gelen Mustafa Necati, Ege’deki yaşamında ülkeye bağlılık, örgütçülük, çalışanların örgütsüzlükten gelen sorunları üzerine mücadelesini sürdürmüştür. TBMM üyeliği döneminde laik eğitimle yeni kuşağın yetiştirilmesine, Türkçenin geliştirilmesine, öğretmenlik mesleğine saygınlık kazandırılmasına, öğretmenlerin örgütlü toplumun üyeleri olması konusunda çalışmış, “Cumhuriyet’in trateji ve taktik askeri deyimler. Mustafa Kemal bu yönden değerlendirildiğinde hedefini ortaya iyi koyabilen(strateji), bu hedefe ulaşabilmek için ne gibi taktikler uygulamasını bilen, gerçek bir mareşal olduğu görülmektedir. O, hedefe ulaşmak için nasıl atılım yapacağını, nerede duracağını, tekrar ne zaman hareket edeceğini bilen askeri bir dehadır. Mustafa Kemal sivil hayatta da hedef koyarken, bu hedefe ulaşmak için kadrosunu oluştururken de, hep bu dehasını kullanmıştır. 8 Nisan 1923 tarihinde yayımladığı Dokuz Umde(ilke) içinde yer alan “ ilköğretimin birleştirileceği, bütün okulların ihtiyaçlarımıza, modern esaslara uygun olacağı, öğretmenlerle öğretim üyelerinin yükselmesinin, geçim koşullarının iyileştirilmesinin sağlanacağı; ayrıca uygun araçlarla halkın aydınlanmasına, eğitimine girişileceği” (1) görüşü bunun tipik örneğidir. Kurtuluştan sonra en önem verdiği konular içinde yer alan eğitim alanındaki hedefini gerçekleştirebilecek, kenara çekildiğinde, hedefe ulaşmak için gerekli taktikleri geliştirebilecek olarak Mustafa Necati’yi seçmiştir. Ne var ki bu birliktelik eğitim devriminin gerçekleştirilmesi sürecinde Mustafa Necati’nin genç yaşta (35) Büyük Taarruz'un ikinci günü (27 Ağustos 1922) Afyon Yunan işgalinden kurtulmuştu. Haber Ankara'ya ulaştırıldığınapandisit ilti- da TBMM önünde milletvekilleri ve halk toplanıp tezahürata başlamıştı. habından ölümü üzerine son bulmuş; bunu beklemeyen Atatürk “- Ne söylence Bakanı” nitemini kazanmıştır. O’nun Milli Eğitim Bakanlığı dönemi incelendiğinde aşağıdaki katkıları görülevlattı o…” diye hayıflanmıştır. Mustafa Necati, Atatürk’ün eğitimle, yaşamın birbirin- mektedir. den koparılmaz olduğu ilkesini çok iyi anlamış, eğitimin yaLaik-bilimsel eğitimin başlatılması: şam gerçeklerine, toplumsal gereksinmelere dönük, üretiLaik eğitim, düşünceye sınır koymayan, vicdan özgür* Dr., Sosyolog lüğüne karışmayan, her türlü dini etkiden arındırılmış eği18 ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2013 Anımsa Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati ile Ankara okullarının spor gösterilerini izlerken (10 Mayıs 1928) (http://www.google.com/imgres?imgurl=http://www.meb.gov.tr/belirligunler/ataturk/Foto/008/Resimler) tim sürecidir. Bu tür bir eğitim yapılacağının örnekleri 1926 yılında ilkokul ile ortaokul izlencesinde yapılan düzenlemede görülmüştür. Aynı yılda çıkarılan yasa ile Bakanlık örgütlenmesi bilimsel bir temele dayandırılmış, bakanların değişmesiyle değişmeyecek politikalar oluşturacak bir yapının kurulmasına çalışılmıştır. Bilimsel örgütlenmeye verilen önem eğitimci John Dewey’in hazırladığı rapordaki(4) görüşlerin hayata geçirilmesidir(3). Benzer biçimde sanat eğitimi konusunda 1927’de Belçikalı Profesör Buyse’nin önerileri doğrultusunda ülkemizde sanat okulları düzenlemesi yapılmış, sanat eğitiminin çağdaş, bilimsel temeller üzerinde gelişmesinin yolları açılmıştır(5). Böylece sanat eğitiminin herkes için örgün, yaygın eğitim örgütlerinde yer alması, insanımızın sanat yönünün gelişmesi sağlanmıştır. Laik eğitimin temel koşullarından biri de eğitimin zorunlu giderlerinin, kamunun vergi havuzunda toplanan paralarla karşılanması, bu hizmetlerden yararlananlardan en az katkı payının alınmasıdır. Cumhuriyet eğitiminin temel ilkesi olan parasız, parasız yatılı, karma, uygulamalı eğitim etkinlikleri, laik-bilimsel anlayışla bütünleştirilerek genç kuşağa bu dönemde hizmet olarak sunulmaya başlamıştır. KUTU 1: MUSTAFA NECATİ’NİN ÖZGEÇMİŞİ -1894 yılında İzmir’de doğdu. -İlk, orta, lise öğrenimini İzmir’de yaptı. - 1913’de İstanbul Hukuk Mektebini bitirdi -1914’de İzmir’de avukatlık, İzmir Kız Öğretmen Okulu’nda öğretmenlik yapmaya başladı. Vasıf Çınar’la birlikte Şark İdadisi adıyla okul kurar. Okulda yönetici-öğretmen olarak çalışır. - 14 Mayıs 1919 gecesi Bahri Baba Parkı’nda İzmirlileri topladı, ertesi günü başlayacak olan Yunan işgaline karşı halkı direnmeye çağırdı. -16 Kasım 1919 Balıkesir’de “İzmir’e Doğru” gazetesini arkadaşı Vasıf Çınar’la birlikte çıkarmaya başladı. Soma, Bergama, Akhisar savaş bölgelerinde Yunanlılara karşı çete savaşlarına katıldı. -19 Mart 1920’de yayımlanan tamim gereği yapılan seçimde 1. Dönem TBMM’ne Saruhan (Manisa) Mebusu olarak seçildi. -30 Temmuz 1921/1 Ağustos 1922 Kastamonu İstiklal Mahkemesi üyesi - 1923 İzmir’den yeniden mebus seçildi - 1923-1924 Mübadele ve İmar-İskân Vekili - 6 Mart 1924 - 22 Kasım 1924 Adalet Vekili - 24 Ağustos 1924 tarihinde “Türk Muallimler Birliği” (Türk Öğretmenler Örgütü) genel başkanı olarak seçildi. Milli Eğitim Bakanı olarak atandığında genel birlik başkanı idi. -20 Aralık 1925 - 1 Ocak 1929 Maarif Vekili - 1 Ocak 1929 Ankara’da aramızdan ayrıldı. ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2013 19 Anımsa Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ve dönemin Maarif Vekili Mustafa Necati (sağda) yeni Türk harfleri konusunda verilen konferansı dinlerken (25 Ağustos 1928) (Resim, http://www.google.com/imgres?imgurl=http://www.meb.gov.tr/belirligunler/ataturk adresinden alınmıştır.) Türk üst kimliğinde bütünleştirici işlevinden ötürü Türkçeye önem verilmeye başlanması: Farklı etnik grupların oluşturduğu toplumda, insanların birbirini anlaması, tasada, kıvançta ortak olması çok zor gerçekleşmektedir. Kurucu kadro bu zorluğu hem yetiştikleri hem de görevde bulundukları dönemde yaşamışlardır. Bu zorluğun ötesinden gelebilmek için, Cumhuriyet’in ilk yıllarında çoğunluğun oluşturduğu dilin üst kimliğinde birleşmeye önem verilmiştir. Bu anlayış içeriğinde Öğretim Birliği Yasası etkin olarak uygulanmaya başlanmış, karşı çıkan yabancı özel okullar kapatılmış, öğretmen okulunda Türkçe edebiyat bölümü açılmıştır(6). Türkçe sözlük oluşturmak için Dil Heyeti oluşturulmuş, oluşturulan kurul İmlâ Sözlüğünü düzenlemiştir. Türkçeye verilen önem nedeniyle 1929’da Arapça, Farsça dersleri eğitim programından çıkarılmış, ilk kez Türkçe hutbe okunmasına başlanmıştır. Yurttaşların okumayazmasını kolaylaştırmak, Türk üst kimliğinde birleşimi sağlamak için harf devrimi gerçekleştirilmiş, Türkçenin öne çıkarılması, gelişmesi sağlanmıştır. Öğretmene kimlik kazandırma-öğretmen yetiştirmeye başlanması: Yeni insanın öğretmenlerin eseri olacağı kabullenmesiyle, Osmanlı öğretmeni yerine Cumhuriyet öğretmeni kimliği oluşturulmaya başlanmıştır. Öğretmenin onurunu, saygınlığını sağlamak, ekonomik durumunu düzeltmek için il özel idaresinden, eğitim bütçesine kaynak aktarılarak sorun çözümlenmiştir. Özellikle yerel yönetim kaynaklı olmak üzere öğretmenlerin haksız bir durumla karşılaşmasına, soruşturma geçirmesine, ceza almasına fırsat verilmemiştir. Öğretmene kimlik kazandırma açısından, “örgütlenme, aydınlatma” görevlerinin de olduğu sürekli vurgulanmıştır(7). Cumhuriyet eğitimini yaratma, yayma eyleminde öğretmenden yana takınılan bu tutum, öğretmene verilen 20 ÇALIŞMA ORTAMI destek, onlara yeni bir kimlik kazandırmış, toplumdaki işlevselliklerini artırmıştır. Kurucu kadro, devrimin ilkelerinin halk katmanlarında kabul görmesini sağlık elemanları yanı sıra öğretmenlerle sağlanabileceğini düşündüğü için, bu iki sektöre eldeki ekonomik olanaklara göre daha çok kaynak ayırma yolunu tercih etmiştir. Osmanlıdan gelen medrese kökenli öğretici kadro bir süzgeçten geçirilmiş, din kurumu eğitimini öne çıkaranlar emekli edilmişlerdir. Yeni eğitim eyleminde imamlıklaöğretmenliğin laik eğitim anlayışı gereği öğretici olarak aynı örgüt içinde bağdaştırılmaması gerekmektedir. Böylece o dönemde öğretmen olarak çalışan başta imam olmak üzere meslek dışından gelen, oranları %65’e ulaşan öğretim elemanlarına(8), teşekkür edilerek, görevlerine son verilmiştir. Harf devrimini gerçekleştirecek bu seçilen kadro kısa bir sürede meslek içi eğitimden geçirilmiş, kendilerine verilen güvenle, destekle çalışmalarını istendik biçimde sürdürmeleri sağlanmıştır. Öğretmenlik mesleğini daha iyi yapılabilir konuma getirmek için de gerekli önlemler alınmıştır. Sözgelimi, stajyer öğretmenlik düzen altına alınmış, eğitimde yukarıda belirtilen bilimsellik doğrultusunda meslek dersleri verilmeye başlanmış, “Maarif hizmetinde asıl olan öğretmenliktir” hükmü yasaya yerleştirilmiş, mesleği seçenlerin donanımlı olması sağlanmıştır. 1920’li yıllarda ülke nüfusunun mekânsal dağılımına göre sayıları 40 bine ulaşan az nüfuslu kırsal yerleşmelerde büyük bir nüfus (%60) yaşamaktadır. Cumhuriyet ilkelerini buralara götürmek, din kurumunun etkisini kendi alanında tutabilmek için kırsal kesimde çalışacak öğretmenin yetiştirilmesi gerekli görülmüştür. Bu konuda önemli çalışmalar başlatılmış, iki ilde Köy Öğretmen Okulu açılmıştır. Öğretmen yetiştirme konusundaki en önemli başarılardan birisi de yurtdışına öğrenim için her daldan çok sayıda öğrenci gönderilmesidir. Türkiye’de özellikle mesleki ve teknik eğitim, güzel sanatlar eğitimi bu öğretmenlerle kurulmuştur.(9) Mart - Nisan 2013 Anımsa Halk-Yönetim uyuşmasını sağlamak için halkçılık eyleminin başlatılması: “Türkiye’de herkesin milli ve dünyevî; modern, demokratik terbiye alması esas”ının kabul edilmesi; örgün, yaygın eğitimle birlikte yeni girişimleri zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda örgün eğitimde “kız-erkek, zengin-yoksul bütün millet çocuklarının aynı biçimde eğitim görmesi” benimsenmiş, ortaokullarda karma eğitime geçilmesi gerçekleştirilmiştir. Harf devrimi ile birlikte yeni harflerle okuma-yazma öğretmek amacıyla, yaygın eğitim tekniklerine başvurulmuştur. Halk Mektepleri, Halk Dershaneleri ile Millet Mekteplerinde okuma-yazma kampanyasının başlatılması, halkın yeni yönetimle bütünleştirilmesi gayretinin sonucudur. Cumhuriyet’in halkını okur-yazar kılma, aydınlatma çabasının en güzel örnekleri olan bu gayretler sonucu kısa bir zamanda okur-yazar nüfusun oranı hızla artmaya başlamıştır. Özellikle bazı kesimlerin harf devrimine yönelttikler “ bir gecede ülkedeki okur-yazar oranını sıfıra düşürdüler” söyleminin ne kadar sığ bir iddia olduğu görülmüştür. Bir cihan imparatorluğunun temel nüfusuna sağladığı eğitim düzeyi, kısa bir sürede eğitim devrimi gayretleri ile aşılmış, geleceğe umutla bakan bir toplumun oluşturulmasına katkı konulmuştur. Eğitim devrimine büyük emek veren Mustafa Necati amacını şöyle belirtiyordu: “Memlekette, mektep bulamayan bir çocuk bırakmayacağım”. Ne yazık ki, günümüzde tedavisi basit bir hastalıktan olan ölüm nedeni, onu bu amacına ulaştırmayı engellemiştir. Mustafa Necati’nin kısa zamanda gerçekleştirdiği olağanüstü başarılar kabaca şöyle özetlenebilir: Milli eğitimde yaptığı atılımlar, eğitim sistemimizde yeni bir canlılık/ruh yaratmış, eğitim kurumunun sosyal sisteme sunduğu insan faktörünün niteliğinin değişimi, ülke sosyal gelişmişlik düzeyini artırmıştır. Eğitim örgütüne getirdiği uyum, içtenlik, dirlik-düzenlik, kuruma duyulan bağlılık, çalışanlarda “yeni nesli yetiştirme” konusundaki görev bilinci, farklı bir şevk oluşturmuştur. Cumhuriyet öğretmeni kimliğini oluşturmada; öğretmeni iyi yetiştirme yanı sıra, öğretmene sağlanan ekonomik olanaklar, bir ara seçkin olarak öğretmeni toplum nazarında sayılan, sevilen, güven duyulan, değer verilen konuma getirmiştir. Yeni sosyal yapıda, yönetimle-halkın bütünleşmesinde uzlaşıyı sağlayacaklardan biri olarak görülen öğretmenin, halk katmanlarında kabul edilirliği artmaya başlamıştır. Yıllarca din kurumunun yetiştirdiği ulema-imam ikilisince sağlanan dinsel topluma özgü bütünleşme-denetleme toplumsal yapıda çatırdamaya başlayınca, çatışma kaçınılmaz olarak farklı biçimlerde kendini göstermeye başlamıştır. Dipnotlar (1) Osman Bahadır: Tarihin Işığında” Cumhuriyet Gazetesi, 6 Ocak 2013, İstanbul, 2013. (2) Aktaran: Kemal Kocabaş: “Açış Konuşması”, Mustafa Necati ve Cumhuriyet Eğitimi Devrimi, içinde, s:12, İzmir, 2009. (3) John Dewey: Türkiye Maarifi Hakkında Rapor, MEB yayını, İstanbul, 1952. (4) Hüseyin Bal: “Türk Modernleşmesinde Eğitim Kurumu, Mustafa Necati ve John Dewey” Mustafa Necati ve Cumhuriyet Eğitimi Devrimi, içinde, s: 77-87, İzmir, 2009. (5) Rıfat Okçabol: “Mustafa Necati ve Sonrası” Mustafa Necati ve Cumhuriyet Eğitimi Devrimi, içinde, s: 281-282, İzmir, 2009. (6) Niyazi Altunya: Gazi Eğitim Enstitüsü, Ankara, 2006. (7) M.Rauf İnan: Mustafa Necati, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1980. (8) Mahmut Adem: “Mustafa Necati’nin Eğitimdeki Devrimciliği” ” Mustafa Necati ve Cumhuriyet Eğitimi Devrimi, içinde, s:48-49, İzmir, 2009. (9) Hasan Âli Yücel: Türkiye’de Orta Öğretim, İstanbul, 1938. KUTU 2: ÖLÜMÜ ÜZERİNE: a- Atatürk’ü ağlatan genç adam “O kadar sevinen Necati, Latin harfi ile imza atmayı henüz meşk ediyordu. Maarif Vekili, Millet Mektebi’nin ilk talebesi olacaktı. Heyecan içinde kalktı. Pek sevdiği zeybeğini oynadı. Körbarsak ameliyatı olması için hekimlerin nasihatlerini dinlemeyen zavallı genç, bu sıçrayışlarla bir zehir kesesini delerek içine akıttığını bilmiyordu. Ertesi gün ateşler içinde yattı, Millet Mektebini sayıklayarak öldü. Atatürk’ün ilk defa hıçkırıklarla ağladığını bu ölüm akşamı görmüştüm. “- Ne evlattı O…” diye hayıflanıyordu. Yüz binlerin ölümüne göz kırpmadan bakan, ateşle dövülmüş ve kanda soğumuş bu irade, bir ana kalbi kadar yumuşaktı” Falih Rıfkı Atay: Çankaya, s: 513, Pozitif yayınları, İstanbul, 2012. b- Başbakan söz veriyor (x) “ Necati Beyin Mezarı Başında Başvekil İsmet Pş. H. Nutukları … İnkılâpçıların ölürken kalanlardan ve yeni yetenlerden bir tek dileği vardır: cansız bileklerinde sallanan vazife bayrağının kavranıp daha yüksekte dalgalandırılmasıdır. Necati, aziz Necati; dileğin yerine getirilecektir” Hayat Cilt V Ankara, 10 Kânunsani, 1929, Sayı 111 -------------------------(x) Burada altı kırmızı çizili kelimeleri özellikle düzeltmedim. Nedeni Hayat dergisinde böyle yazılmış olması. Örneğin bilgisayar Kânunsani, yerine Kanunusani kelimesini veriyor. c- Ölümü üzerine yapılan tartışma Hastalığına akut apandisit tanısı konulan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey 1929’un ilk günü 35 yaşında Ankara’da öldü. Konu basında çok tartışıldı, sağlık örgütünün uygulamaları acımasızca eleştirildi. Hakkı Tarık Bey (Us) konuyu bir soru önergesi ile Meclis gündemine getirdi. SSY Bakanı Refik Bey (Saydam) gerekli açıklamayı yaptıktan sonra, hükümetlerinin önceliğinin salgın hastalıklar ile mücadele, koruyucu hekimlik olduğunu, Hıfzıssıhha Okulu’ndaki çalışmalar ile koruyucu eğitimi başlattıklarını belirtti. Zafer Kars: 1929 Polemikleri, Ankara, 2003 ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2013 21 Anımsa KUTU 3: DEĞERBİLİRLİK “Öğretmenler Sayrılarevi de, o geniş bahçenin alt ucunda, girişinde üzüntüden taş kesilmiş gibi bir büst, Mustafa Necati. Ürolog İkna Sarıaslan, ilginç bir doktor. Cumhuriyet değerlerini özümsemiş bir aydın. Bir yakını, bir dostu gibi ilgileniyor sayrılarıyla. Şikâyet dinlemeye geçmeden önce, yarı şaka yarı ciddi soruyor; “Girişteki büstün kimin olduğunu biliyor musunuz?” şaşırıp kalan, duraksayan öğretmene, “ Rica etsem öğrenip gelseniz öyle başlasak muayeneye…” diyor. ……. Validebağ Öğretmen Hastanesi Doktoru İkna Sarıaslan, emekli oluncaya değin, sevgiyle, saygıyla Mustafa Necati’yi öğretmeyi sürdürdü, öğretmen hastalarına. Cumhuriyet Dönemi eğitimini oy kaygılarıyla yozlaştırmaya girişenler de Mustafa Necati’yi unutturmaya çalıştı. Ankara’daki evi 2006’da Kuru Fasulyeci Hüsrev Lokantasına verilmeye kalkışıldığında gazetelerde geçti adı. Doktor İkna Sarıaslan gibi Necati’nin değerini bilenleri kahretti haber. Öğretmenliği meslek olmaktan çıkaranlar, öğretmen yetiştiren kaynakları kurutanlar, karınlarını kaşıyarak sadistçe keyiflendiler…” Mehmet Başaran: “Mustafa Necati: Anadolu İhtilalının Sesi”, Mustafa Necati ve Cumhuriyet Eğitimi Devrimi, içinde, s:19-21, İzmir, 2009. Okuyucu not: Öğretmenimiz Başaran ne kadar haklı. Günümüzde Batı şehirlerine gidenleri ya da gitmeden önce internetten şehir hakkında bilgi almak isteyenleri şaşırtan olay, şehirdeki butik müzelerin çokluğudur. Kentine, ülkesine değişik alanlarda hizmette bulunmuş seçkin insanların evleri, her şeyi ile korunuyor, nadide bir eşya gibi yarınlara aktarılmaya çalışılıyor. Yerel yönetimler bu yaptıklarının karşılığını çok fazlası ile görüyor. Kendileri için bir para basma makinesi gibi çalışan bu tür müzeleri farklı alanlardaki kişiler bağlamında artırma gayreti içindeler. Böylece hem ülkelerine daha fazla turist çekiyorlar hem de ülkelerinde turist başına harcama miktarını çoklaştırıyorlar. Bizim için özel olan bu güzel insanlar için yaptığımız Başaran öğretmenin vurguladığı gibi. 1926 yılında laik eğitim kurgusunu, uygula- Validebağ Koruluğu'ndaki Adila Sultan Öğretmenler Evi'nin bahçesindeki büstü. masını yapan, medrese kökenli öğretim elemanlarını, teşekkür ederek okulla ilişiğini kesen “Cumhuriyet’in söylence Bakanı”nın evini ne hale getiriyoruz? Bu güzel ülkede hepimize eğitimle sınıf atlamamızı, sağlık hizmetleriyle hayata tutunmamızı sağlayanların değerini anlamadığımız için, günümüzde karşı devrimciler her gün laik eğitimin köküne değil kibrit suyu, asit dökmekten çekinmiyorlar. Mustafa Necati’nin ta 1926 değiştirdiklerini, günümüzde birer birer eğitim kurgusunun içine koyuyorlar. İnsanın inanası gelmiyor; fakat yapılanları görünce: başta Anıtkabir olmak üzere Ankara’nın değişik yerlerinde ışıklar içinde yatan “güzel insanlar” acaba bizler için ne diyorlar sorusu kafama mıh gibi çakılıyor. KUTU 4: MUSTAFA NECATİ KÜLTÜR EVİ TBMM Mustafa Necati Kültür Evi, Meclis Eski Başkanı Köksal TOPTAN ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul GÜNAY arasında 21 Ocak 2008 tarihinde imzalanan protokol ile kültür ve sanat faaliyetlerinde kullanılmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine devredilmiştir. Kültür Evi, 1920’li yıllarda Başkent Ankara’da gelişen yeni bir yaşam biçiminin mekânsal çözümlenmesi açısından, ayrıca dönemine özgü tasarım ilkeleri, malzeme kullanımı ve yapım tekniği açısından somut bir örnektir. “Erken Cumhuriyet Dönemi” olarak anılan bir mimari anlayışın ürünü olan Kültür Evinin birçok ögesi, (saçak altı, çatı penceresinde kemer kullanımı, payandaların taşıdığı balkon biçimlemesi v.b.) ulusal mimarlık dönemi yapılarında görülen ortak özelliklerdendir. İki katlı tarihi binanın giriş katında TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Başkanlığının Sergi Salonu bulunmaktadır. Sergi Salonunda TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Başkanlığı tarafından kabul görmüş eserler, halkla açık olarak sergilenmektedir. 22 ÇALIŞMA ORTAMI Binanın ikinci katında bulunan Okuma Salonunda; konferanslar, söyleşiler ve şiir dinletileri başta olmak üzere çeşitli kültürel faaliyetler düzenlenmektedir. Ayrıca ziyaretçilerimize kitap, günlük gazete, dergi, internet v.b imkanlar sunulmaktadır. Tüm bu hizmetlerden TBMM yeni ve eski üyeleri ile TBMM İdari Teşkilatı personeli yararlanabilmektedir. Mart - Nisan 2013 Bulmaca İKİ DAKİKA DÜŞÜN Tehlikeyi Tanıyalım Daire (Tepsi) Demir Testere Tezgahları İle Yapılan Çalışma Mustafa TAŞYÜREK* (mustafatasyurek@fisek.org.tr) Durum: İşçi eşitkenar köşebentleri ve H profilleri daire (tepsi) demir testere tezgahında eşit boylarda kesmektedir. Çalışanın bu çalışma sırasında karşılaşabileceği tehlikeleri tanımlayabilir misiniz ? Neler Olabilir ? 1. İşçinin gözüne çapak - kıvılcım kaçabilir. 2. Uzun süre, oluşan yüksek düzeyde gürültüye maruziyet (sunuk kalma) işitme kaybına neden olabilir. 3. Eldivenini testerenin dişlerine kaptırarak el ve parmak yaralanmasına neden olabilir. 4. Kesilen demir parçaları ayağı düşerek ayak ve bacak yaralanmalarına neden olabilir. 5. Kıvılcımlar işçinin giysilerini tutuşturabilir. > Yanıtı 10. sayfada * Kim. Müh., İş Sağlığı+İşletme Yönetimi Bilim Uzmanı Çalışma Bakanlığı Eski İş Güvenliği Müfettişi (1978-1985) İş Güvenliği Uzmanı (A Sınıfı Sertifikalı) Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Denetim Kurulu Üyesi ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2013 23 ÇALIŞMA ORTAMI DERGİSİ BİLİMSEL DANIŞMA KURULU Prof. Dr. Şeyda AKSEL Prof. Dr. Yasemin GÜNAY BALCI Jeom. Erdoğan BOZBAY Prof. Dr. Ayşen BULUT Ecz. Dr. Ayçe ÇELİKER Prof. Dr. Murat DEMİRCİOĞLU Prof. Dr. Necati DEDEOĞLU Dr. Seyhan ERDOĞDU Mak. Y. Müh. Aykut GÖKER Prof. Dr. Bahar GÖKLER Dr. Uğur GÖNÜL Prof. Dr. Güler Okman FİŞEK Prof. Dr. A. Gürhan FİŞEK Prof. Dr. Hamit FİŞEK Oya FİŞEK Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI Prof. Dr. Ali Esat KARAKAYA Prof. Dr. Müge ERSOY KART Prof. Dr. Muammer KAYAHAN Prof. Dr. Ahmet MAKAL Prof. Dr. Ferhunde ÖZBAY Prof. Dr. Nevzat ÖZGÜVEN Prof. Dr. Şerife Türcan ÖZŞUCA Mümtaz PEKER Prof. Dr. Sarper SÜZEK Kim. Müh. Mustafa TAŞYÜREK Dr. Engin TONGUÇ Prof. Dr. İsmail TOPUZOĞLU Mim. Y. Müh. Cihat UYSAL Prof. Dr. İsmail ÜSTEL Dr. Ecz. Leyla ÜSTEL ÇALIŞMA ORTAMI DERGİSİ BİLİMSEL DANIŞMA KURULU’NUN YİTİRDİĞİMİZ AMA HEP ARAMIZDA OLAN ÜYELERİ Sağlık Güvenlik Çevre İ Çİ NDEK İ LER l ÇOCUK HABER Çocuklara Dair Kısa Kısa... Yorumsuz... ................................................. 2 Taner AKPINAR Basından - Çocuğum Hep Işığa Emekliyor ............................................. 3 l ÇOCUK HABER Bir Toplum Kahramanı: Pushpa Basnet ................................................... 4 Gülbiye YENİMAHALLELİ YAŞAR l ANIMSA Toplum Hekimliğine Gönül Verenler - 12 Osman Nuri Koçtürk’ü Anmak ve Korkularımız ....................................... 6 Bülent ILGAZ l ANIMSA Toplum Hekimliğine Gönül Verenler - 12 Osman Nuri Koçtürk İle Anılarım ............................................................ 9 İlhan TOMANBAY l BASINDAN İki Yıl Önce Uyarılmıştık - Go-Kart Pistinde Ölümlü Kaza .......................11 l İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ Elektrikte İş Sağlığı Güvenliği : Kaçak Akim Röleleri ............................. 12 Recep GÜNER l NÜFUS Deneyin Koşulları Değişmedi, Ne Yapılmak İsteniyor? .......................... 15 Mümtaz PEKER l ANIMSA Az Zamanda Çok İşler Yaptı - 3 Devrimci Bir Aydın Mustafa Necati ......................................................... 18 l BULMACA İki Dakika Düşün: Tehlikeyi Tanıyalım : Daire (Tepsi) Demir Testere Tezgahları İle Yapılan Çalışma ................. 23 Mustafa TAŞYÜREK Doç.Dr. Ömer Tunç SAVAŞÇI Prof.Dr. Cahit TALAS Prof. Dr. Kurthan FİŞEK • Sahibi: Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Adına A. Gürhan FİŞEK (e-posta: agf@fisek.org.tr) • Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: A. Gürhan FİŞEK (e-posta: agf@fisek.org.tr) • Yönetim Yeri: Selanik Cad. Ali Taha Apt. 52/4 Kızılay 06650 ANKARA (e-posta: bilgi@fisek.org.tr) Tel: 0312 419 78 11 • Faks: 0312 425 28 01 - 395 22 71 • Web sayfası: www.fisek.org.tr • Çalışma Ortamı Dergisi’nde yayınlanan yazılar, resimler kaynak gösterilerek kullanılabilir. • Bu dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Bu bir HAKEMLİ dergidir. 24 ÇALIŞMA ORTAMI İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ http://www.isguvenligi.net http://www.osgb.fisek.com.tr • Çocuk Dostu’muz olanlara dergi ve kitaplarımız düzenli olarak gönderilmektedir. Sizleri de Çocuk Dostu’muz olarak görmek isteriz. • Çalışma Ortamı Dergisi iki ayda bir yayınlanır. (Yerel Süreli Yayın) • ISSN 1302-3519 • Sayı: 127 • Mart - Nisan 2013 • Ücretsizdir • Yapım ve Basım: Büyük Anadolu Medya Grup İstanbul Cad. Elif Sk. Sütçü Kemal İşhanı No:7/188 İskitler 06060 ANKARA Tel: 0312 384 30 70 (Pbx) • Fax: 0312 384 30 57 Baskı Tarihi : 17 Mart 2013 Mart - Nisan 2013
Similar documents
Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın
İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ Güvenlik Kültürü "Aman Ona Gelene Kadar" .........................................A. Gürhan Fişek BULMACA İki Dakika Düşün: Tehlikeyi Tanıyalım Tekerlekli İskele Üzerinde Çalış...
More informationvision papers
Arap halklarının taleplerine – nerede olurlarsa olsunlar ve taleplerinin içeriği ne olursa olsun – koşulsuz destek vermeye karar verdik; çünkü kendileri için en iyisini istemek onların hakkıydı. Ke...
More informationNe Harika Bir Dünya!
resimlerimde zaman kavramı da yok. Bir olay başlangıcı ya da olay sonrası gibi algılanabiliyor, ben bunu bir araf
More informationZenan
bedenin bütününü kapatan geniş üstlük. Mihir; Kadının evlenmeden önce, boşanma halinde kocasından tahsil etmek üzere belirlediği maddi miktar. Bir kilo altın, para ya da gayrimenkul gibi. Ücret-üS ...
More information