Cacabey Camii
Transcription
Cacabey Camii
TÜRSAB DERGİ Türkiye Seyahat Acentaları Birliği Association of Turkish Travel Agencies NİSAN 2013 APRIL 334 Cacabey Camii Cacabey Mosque Karabük 76 yaşında Karabük is 76 Years Old Dolmabahçe Camii The Dolmabahçe Mosque SINOP kuzeyli güzel A NORTHERN BEAUTY Ayasofya Türbeleri Hagia Sophia Tombs TÜRSAB’ın Saray Terzisinin Evinden Armada Pera’ya From Court Tailor’s House to Armada Pera Atina ve Cenova Temasları TÜRSAB’s contacts in Athens and Genoa Dünya'nın seyahatini planlıyoruz! - www.muze.gov.tr - www. muzekart.com Dünya çapında 230,000 ve üstü Otel ve Konaklama tesisi • Günlük güncellenen fiyat ve uygun tesis seçenekleri • Anında indirim / komisyon imkanı • Rezervasyon Teknolojisi : BiletBank Online Hotel 25.000 şehir ve 175’den fazla ülkede bağımsız 550 ad. bölgesel ve uluslararası oto kiralama firmasının seçeneklerini Şehir merkezi ve havalimanlarında en uygun koşullarla 29 dilde siz değerli İş Ortaklarımızın kullanımına sunuyoruz. ? başka bir arzunuz bir “tık” yeter! CALL CENTER DESTEĞİ 444 0 830 Üyelik için: basvuru@biletbank.com www.istedanismanlik.com Özel Müzeler, Tiyatrolar, Operalar, Etkinlikler ve daha neler neler... online ARTISI ÇOK • 5.900.000 Sorunsuz İşlem, 2.550.000 PNR, • 48 kişilik Bilet Çözüm Merkezi Personelimiz ile 7/24/365 gün hizmetinizdeyiz. • Gerçek On-Line İptal ve İade imkanı, • Hak edişlerinizi Biletleme ve diğer hizmetlerde kullanabilme imkanı, • İç hat uçuşlarda PNR yönlendirme (QUEP) imkanı, • Uluslararası Charter uçuşlarını aynı Bilet Sorgu ekranında görüntüleme ve biletleme imkanı, online online BiletBank On-Line Bilet 5 yıldır hizmetinizde, Sayı 334 Nisan 2013 Issue 334 2013 April TÜRSAB TÜRK‹YE SEYAHAT ACENTALARI B‹RL‹⁄‹ taraf›ndan ayl›k olarak yay›nlan›r Published monthly by ASSOCIATION OF TURKISH TRAVEL AGENCIES ISSN 1300-3364 Kuzeyli Güzel SİNOP A Northern Beauty SİNOP Cenova Genoa ‹çindekiler Contents Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü Managing Editor Feyyaz YALÇIN TÜRSAB ad›na Yay›n Koordinatörü Publication Coordinator on behalf of TÜRSAB Arzu ÇENG‹L 12 Beyoğlu’nun kardeş şehri: Cenova Sister city of Beyoğlu: Genoa Yayın Kurulu Editorial Board Başaran ULUSOY, Arzu ÇENGİL, Hümeyra ÖZALP KONYAR, Ayşim ALPMAN, Özgür AÇIKBAŞ 17 Saray terzisinin evinden Armada Pera’ya From court tailor’s house to Armada Pera 28 Karabük 76 yaşında! Karabük is 76 years old! Görsel ve Editoryal Yönetim Visual and Editorial Management Hümeyra ÖZALP KONYAR ARMADA PERA ARMADA PERA Dolmabahçe Camii Dolmabahçe Mosque Çeviri Translation Duygu GÜNKUT Hagia Sophia Tombs And Tarabya re-opens Haber ve Görsel Koordinasyon News and Visual Coordination Özgür AÇIKBAŞ Grafik Uygulama Graphical Implementation Semih BÜYÜKKURT 36 Ayasofya Türbeleri 42 Ve Tarabya yeniden açıldı Turizmde “Barış” TÜRSAB ad›na Sahibi Owner on behalf of TÜRSAB Başaran ULUSOY 4 Kuzeyli güzel Sinop A Northern beauty Sinop 22 Dolmabahçe Camii Dolmabahçe Mosque Yerel Süreli Yay›n Local Periodical Ayasofya Türbeleri Hagia Sophia Tombs The Grand Tarabya The Grand Tarabya Baskı Printing STAR Medya Yayıncılık A.Ş. Bask› Tarihi Print Date Nisan/April 2013 46 Cacabey Camii TÜRSAB Tel: (0.212) 259 84 04 Faks: (0.212) 259 06 56 Esentepe Mah. Villa Cad. No: 7 Şişli-İstanbul/Türkiye www.tursab.org.tr e-mail:tursab@tursab.org.tr Cacabey Mosque 50 Şeylerin tarihi History of things 54 Not defteri Notebook 56 TÜRSAB Haberler TÜRSAB News Karabük 76 yaşında! Karabük is 76 years old! Cacabey Camii Cacabey Mosque TÜRSAB DERG‹, Bas›n Konseyi üyesi olup, Bas›n Meslek ‹lkeleri’ne uymaya söz vermiştir. TÜRSAB DERG‹’de yay›nlanan yaz› ve fotoğraflardan kaynak gösterilmeden al›nt› yap›lamaz. TÜRSAB MAGAZINE is a member of the Turkish Press Council and has resolved to abide by the Press Code of Ethics. None of the articles and photographs published in the TÜRSAB MAGAZINE maybe quoted without mentioning of resource. Başaran Ulusoy TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkan› The President of TÜRSAB Nisan sonunda 37. kez Turizm Haftası’nı kutladık. Her ilde ve hatta hemen her büyük ilçede etkinlikler düzenlendi. Yeni bir sezona girilirken yapılanlar, eksikler ve projeler ele alındı. Ancak bu hafta, kutlanmaya başlandığı 1977 yılından bu yana anlamını da içeriğini de yeniledi. Her şeyden önce “hafta” sözcüğü yetmemeye başladı. Türkiye, turizmin bütün bir yıl boyunca ve yılın her gününde hatırlanıp hazırlanılacak bir ülke projesi olduğunu anladı. Turizmde yeni hedefler kondu. Ana destinasyonların dışında Karadeniz gibi, Doğu Anadolu gibi yeni destinasyonlar özendirildi. Alternatif turizm dalları güçlendirildi. Örneğin sağlık turizmi gibi bir alanda çok önemli mesafe katedildi. Olağanüstü tabiatı, kültür varlıkları ve insan potansiyeli ile Türkiye, bununla da yetinmeyecek. Hedeflerini daha da büyütecek. Bu açıdan, “barış süreci” ülke için olduğu gibi sektörümüz için de büyük önem taşıyor. Barış, daha çok misafiri kucaklamak ve onlara yepyeni destinasyonlar sunmak demek. Diyarbakır’ın tarihi surları... Güzelliğiyle büyüleyen Van’ın Akdamar Adası ve daha niceleri. Umarım barış sonunda gelir ve bu toprakları bir daha hiç terketmez... Peace in Tourism We have celebrated the Tourism Week for the 37th time at the end of April. Activities were held all over Turkey in all the provinces as well as most of the major townships. It was an occasion to review our achievements, shortcomings and our new projects at the threshold of a new season. In any case, tourism week has renewed itself to a great extent both in meaning and content, since 1977 when it was first celebrated. First of all, the term “week” is not adequate anymore… Turkey realized that tourism was a national project that should be constantly kept in mind and strived for throughout the year, each and every day. New tourism targets were set. New destinations like the Black Sea and Eastern Anatolia were promoted next to the main destinations. Alternative tourism branches were bolstered. For example, a good distance was covered in an important area such as health tourism. Turkey will not declare itself satisfied with its past achievements in the field of tourism. It will rather continue to scale up its objectives always higher, thanks to its extraordinary natural environment, cultural heritage and human potential. In this respect, the “peace process” is of great importance to our industry as well as for the country. In terms of tourism, peace means welcoming more guests and offering them a whole new set of destinations. The historical city walls of Diyarbakır… Lake Van’s Akdamar Island with its stunning beauty and many more. I hope peace will finally be achieved and never leave these lands anymore… TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 3 kuzeyli güzel SİNOP Türkiye’nin en kuzey ucu olan İnceburun’la, filozof Diyojen’le, limanı ve aslında bir kale olarak yapılan cezaeviyle ünlü Sinop, baharda bir Ege kasabasını andırıyor. 2 Elif Türkölmez Rasim Konyar 4 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 5 Sinop bir doğa harikası. Karadeniz’in lacivertinin, yeşilin bin bir tonuyla kucaklaştığı, telaşsız, ferah, insana zamanı unutturacak kadar güzel bir kent. Ama bu güzelliklerinden önce bahsetmemiz gereken çok önemli birkaç şey var. Sinop, Türkiye’de çok az kente nasip olacak “marka”lara sahip. Bir kere ünlü filozof Diyojen, hani şu bir isteği olup olmadığını soran Büyük İskender’e, “Gölge etme başka ihsan istemem” diyen, Kinik felsefesinin kurucusu düşünür Sinoplu. Sonra, Türkiye’nin en ünlü şarkılarından biri olan “Aldırma Gönül” Sinop’ta yazılmış. Sabahattin Ali’nin 1933 yılında Sinop Cezaevi’nde kalırken yazdığı “Başın öne eğilmesin/ Aldırma gönül aldırma/ Ağladığın duyulmasın/ Aldırma gönül aldırma” sözleri bugün tüm Türkiye’nin ezbere bildiği bir şarkı. Sinop ayrıca “Türkiye’nin en kuzey ucu olma” gibi çok akılda kalıcı bir özelliğe sahip. Yani bu kent doğal güzelliklerine, tarihine, mimarisine bakmadan bile çok özellikli bir şehir. Gelin şimdi biraz tarihine bakalım. Adını “su perisi”nden almış Roma, Bizans, Selçuklu, Candaroğulları ve Osmanlılar tarafından liman ve askeri üs olarak kullanılan Sinop’un adının nereden geldiği konusunda, çoğu mitolojiyle harmanlanmış çeşitli hikayeler var. Yaygın bir söylentiye göre, Yunan mitolojisindeki Irmak tanrısı Aisopos’un güzel kızının adı “Sinope” imiş. Baş tanrı Zeus Sinope’ye aşık olmuş. Kızın isteği üzerine de onu Karadeniz’in en güzel yerine, yani bugünkü Sinop’un bulunduğu yere yerleştirmiş ve “Sinope” adı zamanla “Sinop”a dönüşmüş. Hititler’den kalma bazı tabletlerde ise burası Hititçe “Sinova” olarak gösteriliyor. Ta o zamanlarda bile buralara kadar ticaret yapmaya gelen savaşçı tüccarlar, yani Asurlular, ise buraya kendi ay tanrıları olan “Sin”in adını vermişler. Başka bir bilgiye göreyse bu bölgeye ilk yerleşen denizcilerin dilindeki isminin “Sinavur” olduğu belirtiliyor. Sinop ile Samsun’da yaşamış olan Amazonlar’ın “Sinope” adında bir kraliçelerinin bulunduğu ve şehre onun adının verildiği de söyleniyor. Yani Sinop isminin nereden geldiğine dair rivayet çok. Ancak hepsi de birbirinden güzel ve burada yaşayan halk için hepsinin önemi ayrı. Medeniyetler gözdesi Sinop çok önemli bir liman kenti. Dolayısıyla tarihin her döneminde gözde 6 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 A Northern Beauty SİNOP Sinop reminds of Aegean towns in springtime. The city owes its renown to its port, its notorious prison originally built as a castle, the famous philosopher Diogenes and Turkey’s northern most tip, the cape called Inceburun. Sinop is a wonder of nature. This is such a beautiful city that one loses track of time here due to the navy blue colour of the Black sea embracing the thousands of tones of green in the peaceful spacious environment. However, there are more important points to talk about before we come to the beauty. Sinop has ‘”trademarks” which only a few cities in Turkey possess. First of all, the famous philosopher Diogenes known as the father of cynicism is from Sinop. When Alexander the Great, thrilled to meet the famous philosopher, asked if there was any favour he might do for him, Diogenes replied, “Yes, stand out of my sunlight, I need no other favour.” Secondly, ‘Aldırma Gönül’ (Don’t worry my heart), one of the most popular Turkish songs was written in Sinop. Poet Sabahattin Ali was at the Sinop prison when he wrote these lines in 1933: “Don’t bow down your head with grief and shame my heart/ Let it pass, let it pass / Don’t let others hear you crying / Let it pass, let it pass.” These lines are known by heart all over Turkey. Moreover, Sinop is “the country’s northern most extremity” which is a catchy characteristic for the city to be remembered. Thus, the city stands out even regardless of its natural beauty, its history and architecture. Now let’s have a look at the history. Sinop got its name from a Nereid The city was used as a port and military base by Rome, Byzantium, the Seljuks, the Jandarid (Candaroğulları) Principality and the Ottomans. There are various stories about the etymology of the name Sinop. According to Greek mythology, the God of the rivers Aisopos had a beautiful daughter named ‘Sinope’. Zeus, the head of all gods, fell in love with Sinope. He settled her, in accordance with her wish, at the most beautiful corner of the Black Sea, the region where Sinop is situated today. Thus, the place was named after Sinope, in time turned into Sinop. On some Hittite tablets the region is referred to as ‘Sinova’. The warrior merchant Assyrians who came all the way here for trade purposes, named the region after their own God of Moon ‘Sin’. According to another version, the first residents of the region were a seafaring clan and they called this place ‘Sinavur’. Yet another rumour has it that the Amazons who lived around Sinop and Samsun had a queen named ‘Sinope’ and they named the city after her. As you see, there are many legends regarding the origin of the name Sinop. However each of these stories is more beautiful than the other and dear to the heart of the people living here. bir kent olmuş burası. Antik Çağ’dan bu yana parlak ve yoğun bir ticari ve kültürel yaşantıya sahip olan Sinop, bu niteliğini Doğu Roma İmparatorluğu, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Candaroğulları ve Osmanlı İmparatorluğu yönetimlerinde de sürdürmüş, ayrıca kale ve tersanesi ile bölgenin en önemli askeri üslerinden biri olmuş. Sinop, MÖ 70 yılında Romalılar’ın, MS 395 yılında Bizanslılar’ın, 3 Ekim 1214 tarihinde Selçuklular’ın, 1461 yılında Osmanlılar’ın hakimiyetine girmiş. Ancak bu güzel kentteki ilk yerleşimin izlerine baktığımızda Tunç Çağı’na kadar geriye gidiyoruz. MÖ 7. yüzyılda bir Helen Kolonisi olarak kurulan Sinop, Antik Çağ’da ise Karadeniz’in en önemli kenti oluyor. Helenistik Dönem’de Anadolu’nun yerli kültürleriyle, Helenistik ve Pers kültürlerini birleştirmek isteyen Pontus Devleti’nin başkenti Amasya’dan sonra Sinop’a taşınıyor. Bizans Dönemi’nde yöre Ortodoks Hristiyanlığı’nın etkisiyle dilde ve kültürde Helenleşiyor. Sinop’un genel görüntüsü, Saat Kulesi, Gerze sahili ve İnce Burun Feneri. General view of Sinop, the Clock Tower, Gerze Coast and Inceburun Lighthouse. Hüzünlü ve etkileyici: Tarihi Sinop Cezaevi Refik Halit Karay, Burhan Felek, Kerim Korcan ve Zekeriya Sertel gibi birçok tanınmış kişi vaktiyle burada kalmış. Bu tabi, mekanın insanı TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 7 the local Anatolian cultures with the Hellenistic and Persian cultures. During the Byzantine era, the area was fully hellenized in terms of language and culture under the impact of Orthodox Christianity. hüzünlendiren kısmı. Ancak, artık kapalı olan ve müze olarak kullanılan Sinop Cezaevi aslında bir kale. Kalenin ilk halini Sinop’un yerli halkı olan Gaşkalılar inşa etmiş. Daha sonra Grek, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar devrinde yapı büyütülmüş. Sinop Kalesi, yüksekçe tepeden denize bakıyor ve Sabahattin Ali’nin çok güzel tarif ettiği gibi “deli dalgalar duvarlarını yalıyor”. 1970’de cezaevi olmaktan çıkarılarak Kültür Bakanlığı’na devredilen kaleyi gezerek tarihe tanıklık edebilirsiniz. Oldukça etkileyici bir mimariye sahip olan kale hakkında bakın Evliya Çelebi ne demiş: “Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin Impressive and sombre: the Historical Sinop Prison A number of well-known writers and personalities such as Refik Halit Karay, Burhan Felek, Kerim Korcan and Zekeriya Sertel were imprisoned here in the past. Of course, this is the sombre face of this place. The facility currently closed was originally a castle which nowadays hosts a museum. It was first built by the local Sinop tribe, the Kaskas. Later on it was extended during the Greek, Roman, Byzantine, Seljuk and Ottoman periods. The Sinop Castle overlooks the sea from a high hill and as Sabahattin Ali described so beautifully; “mad waves lick the castle walls”. In 1970 its use as a prison ended and it was taken over by the Ministry of Culture and Tourism. It is now possible to tour the castle-museum to witness history. Let’s see what Evliya Çelebi had to say on this castle awe-inspiring with its imposing architecture: “It is a huge and formidable castle. It has 300 iron gates guarded by giant guards. Many fierce criminals with moustaches so long as to hang 10 men from are tied to the iron fences. The guards watch like dragons from its towers. God forbid, let alone to overlook the escape of a prisoner, they would not even allow a bird to fly from here…” Sinop Cezaevi, Erfelek Şelalesi ve Filozof Diyojen’in heykeli. Sinop Prison, Erfelek Cascade and the statue of the philosopher Diogenes. bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar…” Doğal plajlar, fiyortları andıran koylar… Sinop harika doğal plajlara, koylara sahip. Doğal plajları seyrederek ya da hava güzelse denize girerek sahilde ilerlerseniz nefis manzarasıyla Ak Liman’a varıyorsunuz. Buradan ilerleyerek de Hamsilos Fiyordu da denilen Hamsilos Koyu’na ulaşıyorsunuz. Sinop’ta görmeniz gereken güzelliklerden biri de şelaleler ve mağaralar. Küçüklü büyüklü 28 şelaleden oluşan Tatlıca Çağlayanı ve Ayancık’taki mağaraları gezi listenize muhakkak alın. Ancak Sinop’a gittiğinizde görmeden dönmemeniz gereken en önemli yer tabi İnceburun. Türkiye’nin en kuzey ucunda olduğunuzu hissederek güneşi tam burada batırın. Paha biçilmez güzellikte, eşsiz bir deneyim yaşamış olacaksınız. 8 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 Coveted by all Civilizations Sinop is a very important seaport. Therefore it has always been popular in every period of history. Sinop had a rich and lively commercial and cultural life since the Antique Age. It maintained its glory while it was under the sovereignty of the East Roman Empire, The Great Seljuk Empire, the Jandarid Principality and the Ottoman Empire. It has also been one of the most important military bases in the region throughout history owing to its castle and dockyard. Sinop was captured by the Romans in 70 B.C., by the Byzantines in 395 A.D., came under Seljuk sovereignty on 3rd October 1214 and was finally conquered by the Ottomans in 1461. The early settlements at this beautiful city are even dated to the Bronze Age, based on the first marks of civilization in the area. Sinop which was established as a Greek colony in the 7th century B.C. grew into the most important city of the Black Sea in the Antique Age. In the Hellenistic period, the Pontus Empire moved its capital from Amasya to Sinop with a view to merging Natural beaches, bays like fjords… Sinop has wonderful natural beaches and bays. When you move along the coastline watching the natural beaches or have a swim if the weather is nice, you will reach Akliman which has a stunning view. Proceeding on from here, you will reach Hamsilos Bay which is also known as Hamsilos Fjord. Other beauties that you should see in Sinop are the waterfalls and the caves. Tatlıca Falls consisting of 28 big and small cascades and the caves in Ayancık should definitely be on your list to visit. Of course, another important place to see in Sinop that you should not miss is İnceburun. Enjoy the sunset there, realizing that you are on Turkey’s northern most edge... You will have a priceless and unique experience. C M Y CM MY CY CMY K Bir Daimler markası İşinizle ilgili gelişmeler sizin için önemliyse, yenilenen Sprinter de ilginizi çekecek. Ticarette vizyon sahibi olanlara güzel bir haberimiz var. Sprinter yenilendi. Motor gücü 163 beygire çıkarken, %6‘ya varan yakıt tasarrufu sağlayan BlueEFFICIENCY teknolojisi geldi. ECO start/stop fonksiyonu eklendi, sürücü* ve yolcu koltuklarının** konforu artırıldı. Ve şimdi sizi Mercedes-Benz Türk bayilerinde bekliyor. %0 faiz Alaaddin Camii, Boyabat Kalesi ve Boyabat’ın tarihi evlerinden bir örnek. Alâeddin Mosque an old house in Boyabat and the Boyabat Castle. 37. TURİZM HAFTASI GERÇEKLEŞTİRİLDİ 37th TOURISM WEEK (16 - 22 April 2013) Turizm konusunda farkındalığı artırmak, iç turizmi canlandırmak ve halkın turizm hareketlerine katılımını sağlamak amacıyla düzenlenen “Turizm Haftası” bu yıl da 81 ildeki çeşitli etkinliklerle kutlandı. Diğer illerde olduğu gibi Sinop da bu özel hafta nedeniyle renkli gösterilere sahne oldu. Açılış töreninde konuşan Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun Valiliğin önderliğinde gelişen projeleri tanıtarak, şu sözlere yer verdi: “Ulusal ölçekte turizm pastasından yeterli payı alabilmek için yöreler ve bölgeler arasında yoğun bir tanıtım rekabeti yaşanmaktadır. Turizm bilincini kavramış, tanıtımda organize olmuş, etkili tanıtım yapan ve müşteri memnuniyetini ve markalaşmayı hedef seçen illerimiz başarılı olmaktadır. İlimizin Dünya Kültür Miras Listesine alınması ve Dünya Mirasının ortak izleri olan antik değerlerin turizm ekonomisine kazandırılması noktasında; Balatlar Kilisesi kazısı, Kale ve Surların restorasyonu, Kültür Merkezi’nin Sinop’a kazandırılması ve 9.2 milyon euro’luk AB Kültür Eksenli Kentsel Projeleriyle Sinop’un ufkunu açacak bir kültür ve turizm kenti olmanın içinin doldurulmasındaki çalışmalarımız hız kesmeden devam etmektedir.” The “Tourism Week” organized with the aim of increasing the awareness regarding tourism, reviving domestic tourism and encouraging public participation into tourism activities has been celebrated in 81 provinces this year with various activities. In this framework, like the other provinces Sinop was the stage of many colourful shows and activities. In his opening speech, Sinop Province Culture and Tourism Director Hikmet Tosun referred to the projects carried out under the guidance of the Governor’s Office: “An intensive competition at national scale between the cities and the regions is underway to receive their adequate share from the tourism pie. In this competition the successful provinces are those which, by grasping the importance of tourism for the economy, organized their promotions, started efficient advertising and targeted customer satisfaction and branding. In fact, Sinop is involved in a series of endeavours aimed at the inclusion of our city into the UNESCO World Heritage List. The excavations at Balatlar Church, the restoration of the castle and city walls, the establishment of a Cultural Centre in Sinop and the EU supported 9,2 million euro earmarked urban projects continue at full speed. Those are as many undertakings with a view to integrating traces of ancient civilizations which are part of mankind’s common legacy into the tourism economy.” 10 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 www.mercedes-benz.com.tr www.facebook.com/mercedesbenzticari * Standart Paket‘te körüklü, Eco Paket‘te konfor tipi koltuk sunulmaktadır. ** Eco Paket için geçerlidir. ∑ %0 faiz kampanyası 2012 modellerde 48.000 TL‘ ye kadar 24 aya varan vadelerle Mercedes-Benz yıldızım kasko ürünüyle geçerlidir. 2013 model araçlarda Mercedes-Benz yıldızım kasko ürünüyle %0,49, Mercedes-Benz yıldızım kasko ürünü olmadan %0,59 sabit faiz oranları geçerlidir. ∑ Dosya masrafı başvuru sırasında talep edilecek olup, ödeme planına dahil edilmemiştir. Kişisel müşteri tipi olması durumunda KKDF eklenerek faiz oranı değişkenlik gösterecektir. Beyoğlu’nun kardeş şehri CENOVA Galata Kulesi başta olmak üzere İstanbul’da, özellikle Pera’da pek çok tarihi yapı Cenovalılar’ın imzasını taşıyor. Tarihte Cenevizliler olarak da bilinen Cenovalılar ile 13. yüzyılda başlayan ticari ilişkiler günümüzde de sürüyor. TÜRSAB ve THY işbirliği ile düzenlenen Cenova gezisi Türk ve İtalyan turizmcileri bir araya getirdi. Sister city of Beyoğlu: GENOA Many historical buildings around Pera, and especially the Galata Tower, bear the “Genoese” signature. Trade relations with “Genoa” also known as “Genoa” started in the 13th century and still remain alive in our days. The journey to Genova organized by TÜRSAB in cooperation with Turkish Airlines (THY) brought together the Turkish and Italian tourism professionals. Cenova’nın Liguria sahilinde yer alan Camogli kasabası. Genoa’s Camogli town situated along the Liguria coast. Shutterstock 12 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 13 Cenova limanı, İtalya Devleti’nin kurucularından, general ve politikacı Giuseppe Garibaldi. The port of Genoa, General and Statesman Giuseppe Garibaldi, one of the co-founders of the Italian State. Shutterstock Cenova, İtalya’nın Ligurya bölgesinin başkenti ve Genova ilinin merkezi, tarihi bir liman şehri. Tarihi merkezin büyük bölümü UNESCO koruma listesinde. Sanat, müzik, gastronomi, mimari özellikleriyle de çok zengin, 2004’de Avrupa Kültür Başkenti unvanını alan bir şehir. Venedik’teki kadar olmasa da onun da 2012’de Pinokyo’yu tema seçip; binlerce Pinokyo’nun, yüzlerce heykel sanatçısı, grafiker, film yönetmeni, müzisyen ve ressama, onlarca farklı dilde esin periliği yapmasına yol açmış, ünlü bir “Bienal”i var. Cenova ile İstanbul’un da çok ortak yanı var. Osmanlı deyişiyle Cenevizliler, ta Bizans Dönemi’nde, denizcilikteki üstünlükleri sayesinde İstanbul’da Galata’ya yerleşmiş, Haliç’i kontrol etmek için Galata Kulesi’ni inşa etmiş, o zaman bağlık bahçelik bir yer olan Pera’da da söz sahibi olmuşlardı. Napolyon Liguria Cumhuriyeti’ni tekrar kurduktan sonra Fransa’ya katılan Ceneviz, önce Sardunya Krallığı tarafından sonra İtalya tarafından alındı. Cenova da bir ticaret limanı hâline geldi. Cenova’nın İstanbul’daki izi Galata ise Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşmesinde büyük rol oynadı. Pera’yı da içine alan bu bölgede bugün de çok sayıda mimarlık eseri, kilise, ticaret yapıları, sur ve kule, bugün Avrupa Birliği üyesi olan bütün ülkelerin İstanbul’daki sarayları, kültür ve araştırma merkezleri, arşivleri de burada. Bugünkü Cenova ile Beyoğlu artık “kardeş şehir”. Bunca ortak geçmiş, “İtalya’yı gördüm” diyebilmek için mutlaka Cenova’nın da görülmesi anlamına geliyor... TÜRSAB-THY işbirliği: CENOVA TEMASLARI TÜRSAB ve THY işbirliği ile olanakları karşılıklı görüşebilmek amacıyla 2013 Şubat’ında yapılan “Cenova inceleme gezisi” Türk ve İtalyan turizmcileri bir araya getirdi. Geziye İstanbul Vali Yardımcısı Kazım Tekin, İtalya’nın İstanbul Başkonsolosu Gianluca Alberini, TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, THY Cenova Müdürü Ufuk Ünal, THY Satış Artırma Uzmanı Cenk Gümüş, TÜRSAB İzmir BYK Başkanı Rıza Gençay, İRO Başkan Yardımcısı Sedat Bornovalı, TÜRSAB Kurumsal İlişkiler Direktörü Ela Atakan ile tur operatörü, acente yetkilileri ve davetli gazeteciler katıldı. Türk Heyeti, Cenova’nın Portofino, Recco, Sestri Levante, Monterosso, Vernazza, Corniglia, Manarola, Riomaggiore gibi yörelerinde incelemeler ve yerel turizm yetkilileri ile görüşmeler yaptı. Shutterstock Yapılar üzerinde yer alan mermer melek figürleri, limandaki tarihi Galleon gemisi, eski sokakları, Reale Sarayı bahçesi (üstte), Cinque Terre kasabası (altta) ve Ferrari Meydanı (solda). Marble angel figures on the buildings, the historical Galleon vessel at the harbour, the old streets, Reale Palace garden (above), the town of Cinque Terre (bottom) and Ferrari Square (left). 14 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 İtalya’da bin 283 müze var Gerek Türk gerekse İtalyan heyetinde bulunan yetkililerin görüş alışverişinde bulundukları toplantılar sırasında TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkanı Başaran Ulusoy özetle şunları söyledi: “İtalya bize yakın, misafirperver, eğlenceyi, alışverişi seven bir ülke. Saray ve kültürel mekanlarıyla UNESCO listesinde, 1283 tane müzesi olan, kültürel değerlerini ve doğasını koruyarak kullanan bir ülke. TÜRSAB’ın onardığı Beyoğlu’ndaki tarihi Garibaldi binasını da önemsiyorlar. Ama buradan öğreneceğimiz çok şey var. Türkiye 15 sene önceki gibi değil. Vize konusunda hassasiyetini ortaya koyuyor. İtalya vize konusunda bize yardımcı olmaya çalışıyor. Türkiye’den İtalya’ya girişlerde yüzde 120 artış var. Bunda İtalyan konsolosluklarının büyük katkısı oldu. Schengen’in getirdiği zorlukları aşmaya çalışıyoruz. Bu konuda vizeden yana olmasa da Yunanistan’la bazı zorluklar var. Bu gezide “Cenova Haftası’ için bir ay önce İstanbul’a da gelen Cenova Belediye Başkanı ile görüşme fırsatımız oldu. Cenova’nın alışveriş, konaklama, deniz turizmi, tarih, kültür potansiyeli ve gastronomi zenginliklerine dönük turizm olanaklarını iki ülke açısından değerlendirdik. Sonuç olarak burada en üst düzeyde ağırlandık ve memnun ayrılıyoruz.” Türk Hava Yolları Cenova Müdürü Ufuk Ünal ise iki ülke arasındaki hava trafiğinin önemine değinerek Cenova kentinin özellikleri ile THY’nın yeni seferlerine ilişkin bilgi de verdi: “TÜRSAB Başkanı Ulusoy’un buraya gelmesi Cenova turizmcileri için önemliydi. Hafta sonu olmasına karşın pek çok turizmci workshop’a geldi. Cenova denizcilikte çok ileri bir kent. Nüfus yaşlı olduğu için Uzakdoğu ve Afrika’dan çalışmak için buraya gelenler var. Cenova Limanı Akdeniz’in en önemli tur operatörlerinden MSC ve Costa’ya hub olarak hizmet veriyor. Türk Hava Yolları 50 yıldır İtalya’da. Önce Roma ardından Milano, Venedik, Bologna ve Cenova seferleri açıldı. Bunları Torino ve Napoli izledi. Cenova’ya haftada 5 sefer yapıyoruz. 17 Haziran itibariyle her gün seferlerimiz olacak.” TÜRSAB-THY Cooperation THE GENOA CONTACTS In February 2013, Turkish and Italian tourism professionals came together in the framework of the “Genoa Study Tour” which was jointly organized by TÜRSAB and THY. It was a good occasion for the Turkish and Italian sides, to tackle the potential for developing mutual cooperation and exchange in the field of tourism. Kazım Tekin, Deputy Governor of Istanbul; Gianluca Alberini, Consul General of Italy in Istanbul; Başaran Ulusoy, President of TÜRSAB; Ufuk Ünal, THY Genoa Office Manager; Cenk Gümüş, THY Sales Promotions Expert; Rıza Gençay, Chairman of the TÜRSAB Izmir Regional Executive Committee; Sedat Bornovalı, IRO Vice President; Ela Atakan, TÜRSAB Corporate Communications Director and the invited tour operators, agency officers and journalists joined the tour. The Turkish Group who visited various regions such as Portofino, Recco, Sestri Levante, Monterosso, Vernazza, Corniglia, Manarola and Riomaggiore had several meetings with the local tourism authorities. There are 1283 museums in Italy During the meetings where officials from both the Turkish and Italian sides exchanged ideas, TÜRSAB President Başaran Ulusoy declared briefly the following: “Italy is a country close to us, a hospitable country that loves shopping and entertainment. Many of its palaces and cultural sites are on the UNESCO World Heritage List. It is a country keen on preserving its cultural heritage with its 1283 museums and protecting its natural environment. They also attach importance to the historical Garibaldi Building in Beyoğlu restored by TÜRSAB. Hence, we have a lot to learn from their experience. Turkey is not like 15 years ago. Today, Turkey asserts its sensitivity about the visa issue. Italy is trying to help us on this subject. There is an increase of 120 per cent of entries from Turkey to Italy. We have to thank the Italian Consulates for their efforts in this regard. We are trying to overcome the difficulties created by Schengen. We have some problems in that respect with Greece although it is not concerning the visas. During this trip we had the chance to meet with the Mayor of Genoa who visited Istanbul one month ago for the “Genoa Week”. We jointly evaluated the many opportunities Genoa has to offer in the field of tourism including shopping, accommodation, sea tourism, gastronomy and, the historical and cultural exchange potential of both countries. Well, we were given red carpet treatment here and we are leaving with the best of impressions.” Ufuk Ünal, Turkish Airlines Genoa Manager, noted the significance of airline traffic between the two countries and provided information about the city of Genoa and the new THY flights. He said: “It was very important for tourism professionals of Genoa that TÜRSAB President Ulusoy came here. Many tourism professionals attended the workshop in spite of the fact that it was a weekend. Genoa is a highly developed city in the maritime field. Due to the advanced age of the city’s native population there are many people coming here to work from the Far East and Africa. Genoa Port provides service as their hub to MSC and Costa which are the leading tour operators in the Mediterranean. Turkish Airlines has been in Italy for over 50 years. Initially beginning with flights to Rome, we extended our network to Milan, Venice, Bologna and Genoa. Turin and Naples followed. We operate currently five weekly flights to Genoa. And we will start our daily flights from the 17th of June on.” TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 15 Saray Terzisinin Evinden ARMADA PERA’ya Cenova deyince... • 1492 yılında Amerika kıtasını keşfeden Kristof Kolomb Cenevizli bir denizciydi. • Genova, 873 bin kişilik nüfusa ve 34 kilometrelik sahil şeridine sahip. • Liguria sahilinde sıralanan Portofino, Camogli, Santa Margherita Ligure, Rapollo, Arenzano, Sestri Levante, Porto Venere, Tellaro, Cinque Terre gibi küçük kasabaları dünya çapında ilgi görüyor. • 2004 yılında Avrupa’nın Kültür Başkenti oldu. • 2000’li yıllarda, sadece 3 yıl içinde, 917 adet film, dizi, belgesel ve reklâm filmi çekildi. • Kentte, 8 tiyatro, 57 sinema salonu, 30 müze var. En çok ziyaret edilen duraklarının başında Palazzo Ducale (Ducale Sarayı), Avrupa’nın en büyük akvaryumu ile Cenova Fuarı geliyor. • Yoğun ticari trafiği ile Avrupa’nın ve dünyanın en önemli limanlarından biri. When it comes to Genoa… • Christopher Columbus who discovered America in 1492 was a Genoese navigator and explorer. • Genoa’s population is 873 thousand and the coastline is 34 kilometres long. • Small towns along the coastline of Liguria such as Portofino, Camogli, Santa Margherita Ligure, Rapallo, Arenzano, Sestri Levante, Portovenere, Tellaro and Cinque Terre are worldwide known attraction centres. • Genoa was the European Capital of Culture in 2004. • In the 2000’s, 917 feature films, TV series, documentaries and commercials were produced here in only 3 years of time. • There are 8 theatre houses, 57 movie theatres and 30 museums in the city. The Palazzo Ducale (Ducale Palace), Europe’s largest marine aquarium and the Genoa Fair are the city’s most visited centres of attraction. • With its intense maritime traffic, Genoa Harbour is one of the leading ports in Europe and the world. 16 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 Genoa is the capital city of the Liguria region of Italy, the centre of the province of Genoa and a historical seaport. A great section of its historical centre is on UNESCO’s World Heritage list. The city is very rich in terms of art, music, gastronomy and architecture. In 2004, it received the title of European Capital of Culture. Although to a lesser extent than Venice, Genoa has also a famous Biennial. Having selected Pinocchio as its theme, the ‘Genoa Bienal 2012’ served as a source of inspiration for artistic creations in an array of different languages and welcomed thousands of Pinocchios and hundreds of sculptors, graphic designers, film directors, musicians and painters from around the world. Genoa and Istanbul have a lot in common. The Ottomans called the Genoese “Cenevizliler”. As able navigators involved in maritime trade they had settled in the Galata district in Istanbul back in the Byzantine era and built the Galata Tower in order to have control over the Golden Horn. They continued to play an important part following the conquest of the city by the Ottomans, in particular in the field of commerce and trade. After Napoleon re-established the Republic of Liguria, Genoa became part of France and subsequently, it was conquered by the Kingdom of Sardegna first and eventually by Italy. The city developed into an important port of maritime trade in the Mediterranean. And Galata, Genoa’s legacy in Istanbul, played a significant role in the modernization of the Ottoman Empire. The area including also the Pera district, is home to many architectural monuments, churches, trade buildings, towers and ramparts, the palaces in Istanbul of the countries who are members of the European Union today, various cultural and research centres and archives. Today Genoa and Beyoğlu are “sister cities”. Since we have had so much in common throughout history, one has to visit Genoa in order to complete the tour of Italy. Cenova haberimizde de sözünü ettiğimiz gibi, İstanbul ve Cenova’nın tarihte o kadar çok ortaklığı var ki... İşte bu haber de onlardan birinin günümüzde yaşatılan serüvenine dair... Bir Levanten ailenin ve bir Pera binasının öyküsü. FROM COURT TAILOR’S HOUSE TO ARMADA PERA İstanbul and Genoa have so much in common as mentioned in our report on Genoa. This article is about one of these affiliations’ continuing saga. This is the story of a Levantine family and a Pera building. Shutterstock Parma Ailesi evlerinde... Soldan birinci Paul Parma. Parma family at home… First from left; Paul Parma. Kristof Kolomb portresi ile Genova’daki heykeli (kutu içinde), Portofino (en üstte), Pinokyo Bienali afişlerinden (küçük resim), San Lorenzo Katedrali ve katedralden bir detay. Portrait of Christopher Columbus, his statue at Genoa (in the box), Portofino (top), Pinocchio Biennial posters (thumbnails), San Lorenzo Cathedral and a detail from the cathedral. “Sarayın Terzisi: M. Palma-D. Lena-M. Parma”, Hülya Tezcan (Sadberk Hanım Müzesi Yayınları) ve Armada Pera Otel fotoğraf arşivi. The book: “Tailors to the Court: M. Parma D. Lena-M. Parma”, Hülya Tezcan (Sadberk Hanım Museum Publications) and Armada Pera Hotel photography archive.” 1700’ler başında Osmanlı Batı’ya açılırken, sonradan Levanten diye anılan bazı Avrupalı aileler de İstanbul ve İzmir’e göç ediyorlar. İtalyan Parma Ailesi de Cenova yakınlarındaki Chiavari kasabasından, İstanbul’a geliyor. 1820’de Bomonti’de bir dükkân açıp, ilk makarna fabrikasını kuruyor, 1850 yangınından sonra da Pera’ya taşınıyorlar. Dede Parma’nın Hamalbaşı Sokak’ta yaptırdığı Parma Apartmanı, Pera’nın en güzel yapılarından biri oluyor. Ailenin 11 çocuğundan biri, Paul Parma da İstanbul’da doğuyor. Paul, 1885 yılında “M. Palma & D. Lena” adını taşıyan başarılı bir terzi atölyesinin önce ortağı daha sonra da sahibi oluyor. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 17 Paul Parma, Sultan II.Abdülhamid ile şehzadelerine hem giysi dikerek hem de ailenin kullandığı bazı malzemeleri tedarik ederek Saray’a hizmet vermeye başlıyor. “Padişah İftihar Madalyası” ödüllü Parma Atölyesi’nde sadece Saray’a değil, diğer zengin müşterilere de giysiler dikiliyor, Parma’ya has padişah tuğralı etiketlerle imzalanıyor! Bu bilgiler 2008’de Sadberk Hanım Müzesi’nin bir sergisi ve Doç. Dr. Hülya Tezcan’ın “Sarayın Terzisi: M. Palma- D.Lena- M.Parma” kitabı sayesinde gün ışığına çıkıyor. Kitapta adı geçen Mario Parma da Parma Apartmanı’nda doğmuş. Annesinin babası Cesar Lundgreen, Prof. Mazhar Osman’ın kurdurduğu Toptaşı Bimarhanesi’nin, dayısı Volfgang Lundgreen de Kadıköy’deki TMO silolarının mimarı. 6-7 Eylül olaylarından sonra aile İtalya’ya geri dönüyor... Armada Pera Otel, Parma Ailesi’nden Mehmet Pir’in devraldığı bu kültür mirasındaki her ögeyi büyük bir titizlikle koruyup yaşatıyor. Sadece bu Avusturya yapımı Art Nouveau Stigler asansör bile başlı başına bir kültür mirası... Armada Pera Hotel is dedicated to preserving history and keeps alive every single element of the cultural heritage that Mehmet Pir took over from the Parma Family. The Art Nouveau style Stigler elevator alone stands as a cultural heritage by itself... 18 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 PARMA AİLESİNİN SON BİREYLERİNDEN: MARIO PARMA Kasım Zoto’nun İtalya’da bulup tanıştığı, bu gelişmeyi sevinçle karşıladığını belirttiği Mario Parma, eşi Benedetta ile şu sıralarda İtalya’da bir tatil evi işletiyor. Mario, “Armada Pera’nın açılışında mutlaka orada olacağım. Gelirken de koleksiyona eklemek üzere Parma Atölyesi’nden elimde ne kaldıysa getireceğim” diyor. ONE OF THE LAST DESCENDANTS OF THE PARMA FAMILY: MARIO PARMA Kasım Zoto relates that Mario Parma whom he found and met in Italy exulted when he heard about this development. Currently, Mario Parma and his wife manage a holiday house in Italy. Mario said: “I will be there at the opening of Armada Pera for sure and I will certainly bring along all that still remains from the Parma Shop to be added onto the collection.” As the Ottoman Empire was opening up to the West in the beginning of the 1700’s, some European families migrated to Istanbul and Izmir where they settled down and were referred to in time as the “Levantines”. One of them was the Italian Parma family who came to Istanbul leaving their homeland of Chiavari town situated near Genoa. In 1820 they set up a shop in the Bomonti area and established Turkey’s first pasta factory. Following a fire disaster in 1850 they moved to the Pera district. The Parma Apartment House built by the grandfather of the Parma family at the Hamalbaşı Street became one of the most beautiful buildings of Pera. Paul Parma had come to the world as one of the 11 children of the Parma family born in Istanbul. Paul first began his professional career in 1885 as the partner of a successful tailor shop named “M. Palma & D. Lena” of which he later took full possession as the sole owner. Paul Parma started servicing the Ottoman Court, tailoring clothing for the son princes of Sultan Abdülhamit II and also supplying the imperial family with some materials they were using. At the Parma Tailor Shop, awarded with the “Sultan’s Pride” medal of merit, suits were made not only for the Palace but also for various wealthy customers and were signed with label tags bearing the Sultan’s exclusive signature -the tughra! That information has come into the daylight thanks to Hülya Tezcan who wrote the book “Tailors to the Court: M. Parma – D. Lena” and a relevant exhibition held at the Sadberk Hanım Museum in 2008. Mario Parma, one of the family members mentioned in the book was also born at the Parma Apartment House. His grandfather on his mother’s side Cesar Lundgreen is the architect of the building of the Toptaşı Mental Hospital established by Prof. Mazhar TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 19 Osman, and his uncle on his mother’s side Wolfgang Lundgreen is the architect of the Turkish Grain Board (TMO) silos in Kadıköy. The family returned to Italy following the 6-7 September events in 1955. The Construction Story of the Parma Apartment House The Parma Apartment House was built in 1933 upon the foundations of the first house built by the great grandfather Giuseppe Parma. The architect is Jan Tülbentçiyan. The construction was undertaken by the “Kavafyan Brothers” of Galata. The reinforced concrete building has mosaic stairs, the entrance is paved with marble. Most ceilings are decorated with ceiling roses. Plaster ornaments in the same style with façade decorations have been used throughout the building, iron casting heating panels and an “Art Nouveau” Stigler elevator made in Austria were installed in the building. Thus the construction cost a total of 26.000 Turkish liras. From Parma Apartment House to Armada Pera After the Parma Family left Istanbul, the building was in rent for 30 years and gradually began wearing off and decaying. Finally the ebb was put an end when Mehmet Pir, a history and antiques enthusiast purchased the building. Pir is a successful business person who renovated the Ali Ağa Mansion (“The Huge House”) in Datça and offered it to the world by converting the structure into a hotel building. Likewise, after he bought the Parma building, he commissioned architect Nejat Yavaşoğulları to convert it into a hotel and after a period of meticulous restoration the Parma House was transformed into a 20-room boutique hotel. Pir proposed the management of the hotel to his friend Kasım Zoto, owner of Armada Hotel, bearing in mind that Armada Hotel situated at the heart of historical Istanbul is an establishment dedicated to preserving the city’s original life style. Indeed, Armada Hotel was created through the restoration of the frame houses which Barbaros Hayrettin Pasha had had constructed for his mariners in the old city and is considered one of the major contributions in terms of the conservation of Istanbul’s historical treasures. Parma Apartmanı’nın yapım hikayesi Parma Apartmanı, 1933 yılında, büyük dede Guiseppe Parma’nın ilk yaptırdığı evin temelleri üzerine yapılmış. Mimarı Jan Tülbentçiyan. İnşaatı Galata’lı “Kavafyan Biraderler” üstlenmiş. Betonarme yapının merdivenleri mozaik, girişi mermer kaplanmış, çoğu tavanda kartonpiyer göbekler yapılmış, aynı stilde cephe süslemeleri, alçı süslemeler kullanılmış, döküm kalorifer panelleri ve Stigler marka Avusturya yapımı bir “Art Nouveau” asansör monte edilmiş ve inşaat 26.000 liraya malolmuş. Parma Apartmanı’ndan Armada Pera’ya Parma Ailesi, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra apartman daireleri 30 yıl boyunca kiralanıyor, doğal olarak yapı da eskiyip bozulmaya başlıyor. Ta ki bir gün tarih ve antika tutkunu Mehmet Pir onu görüp satın alana dek. Pir, Datça’da Mehmet Ali Ağa Konağı’nı (“Koca Ev”) restore ettirip otel olarak dünyaya armağan etmiş, başarılı bir iş insanı. Nitekim apartmanı aldıktan sonra Mimar Nejat Yavaşoğulları ile apartmanı titiz bir restorasyondan geçirip 20 odalı bir butik otele dönüştürüyor. Otelin işletmesini de dostu ve Armada Otel’in sahibi Kasım Zoto’ya teklif ediyor. Çünkü Armada Otel de İstanbul’un tarihi merkezinde, Barbaros Hayreddin Paşa’nın leventleri için yaptırdığı ahşap evlerin restitüsyonu ile ortaya çıkmış, İstanbul tarzı yaşamı koruyup sahiplenen, onu yaşatan bir kurum... 20 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 Kasım Zoto’s First Reaction At the outset, Kasım Zoto was not interested in this proposal at all. As he states himself, he felt unconcerned because; “He had promised himself years before that he would not undertake anything outside the perimeter of walking distance around Ahırkapı!” However when he eventually stepped into the building, he visualized himself at Pera in the past where he had spent the years of his childhood and made up his mind right away to accept Pir’s offer. The Armada Team had no difficulties in finding a name for this 20-room “sister” hotel: the ARMADA PERA! Zoto consulted his friend Mehmet Ata Tansuğ to benefit from his views with regard to the transformation of the building into Armada Pera and together with interior architect Gürel Yontan they completed the preliminary steps in 4-5 months. He appointed as manager of the hotel his daughter Mira Zoto who studied hotel management in Switzerland. Eight rooms of Armada Pera are decorated with authentic classical furniture from Mehmet Pir’s private collection. The antique “Stigler” elevator underwent a thorough maintenance and all its original specifications were preserved. All rooms are equipped with same style chandeliers and wall lights, the marble bathrooms offer Rebul of Pera colognes to the guests and the oriental upholstery and furnishings create a very appropriate and befitting atmosphere reflecting the spirit of the Beyoğlu-Pera district which represents in fact a perfect European-Ottoman synthesis. The official opening of Armada PERA will take place in May 2013. (www.armadapera.com) Kasım Zoto’nun ilk tepkisi Kasım Zoto, Pir’in bu teklifini önce hiç üzerine alınmıyor. Çünkü kendi deyişiyle; “Ahırkapı’dan yürüyüş mesafesi dışında hiç bir işe girişmeyeceğine dair yıllar öncesinden kendisine söz vermiş!..” Fakat binaya girdiğinde birden kendisini çocukluk yıllarını geçirdiği Pera’da görüyor ve o anda olumlu kararı veriyor. Armada Ekibi, 20 odalı yeni “kardeş”ine isim bulmakta hiç zorlanmıyor: Armada PERA! Zoto, yapının Armada Pera’ya dönüşümünde dostu Mehmet Ata Tansuğ’un da görüşlerini alarak iç mimar Gürel Yontan ile birlikte dört beş ay içinde hazırlıkları tamamlıyor, müdürlüğe de İsviçre’de otelcilik eğitimi alan kızı Mira Zoto’yu getiriyor. Armada PERA’nın sekiz odası Mehmet Pir koleksiyonundan özgün klasik mobilyalar ile dekore ediliyor. Antik “Stigler” asansör, tüm özellikleri korunarak esaslı bir onarımdan geçiriliyor. Bütün odalar, aynı tarzdaki avize ve aplikleri, içine Pera’lı Rebul ürünleri konan mermer banyoları ve oryantal döşemelikleriyle tam bir Avrupa-Osmanlı sentezi olan Beyoğlu-Pera ruhuna çok uyan bir atmosfer yaratıyor. Armada PERA’nın resmi açılışı 2013 Mayıs’ında yapılacak... (www.armadapera.com) Characteristics of the Rooms Staying at Armada Pera is so different from staying at an ordinary luxurious hotel room! Guests staying at Armada Pera will be like private guests of the Parmas, one of the oldest and most sophisticated Levantine families of Istanbul. At the five-storey Armada Pera, there are a total of 20 rooms, with 4 rooms on each floor and 10 of which are rooms with balconies. All rooms are with high ceilings, all ceiling gypsery, heating panels, doors and door handles are preserved in their original form and the flooring is wood parquet. The rooms are illuminated with chandeliers and wall-lights from Mehmet Pir collection’s exclusive samples of the era. A giant antique tailor’s mirror welcomes the visitors at the entrance hallway. The round red sofa set right in front of the mirror seems like placed there so as to allow to comfortably observe those involved in dress-fitting. Odaların karakteri Armada Pera’da kalmak, herhangi bir lüks otel odasında kalmaktan çok farklı! Armada Pera’da kalanlar, eski İstanbul’un görmüş geçirmiş Levanten Ailesi Parma’ların birer misafiri gibiler. Beş katlı Armada Pera’da birinci kattan başlayarak her katta 4, toplamda 10’u balkonlu 20 oda var. Odaların hepsi yüksek tavanlı, tavanlardaki alçı süslemeler, kalorifer panelleri, kapılar, kapı kolları ilk yapıldıkları halleriyle korunmakta, zeminler ahşap parke döşemeli. Odalar Mehmet Pir koleksiyonundaki dönemin seçkin örneklerinden özgün avize ve apliklerle aydınlatılıyor. Girişte dev bir antik terzi aynası konukları karşılıyor. Hemen önündeki yuvarlak kırmızı koltuk, sanki prova yapılanları rahatça izlemek için orada gibi... TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 21 HEM DOĞULU HEM BATILI Dolmabahçe Camii Sultan Abdülmecit’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan için yaptırılan Dolmabahçe Camii, Doğu sanatı ile Batı sanatının uyumunu gösteren özel bir yapı. 2 Elif Türkölmez Özgür Açıkbaş Belki de yanından defalarca geçtiniz. Ya da kim bilir kaç kez, trafik sıkıştığı için tam önünde dakikalarca beklediniz. Ama işte gündelik telaş yüzünden başınızı hiç ondan yana çevirmediniz, içini görmediniz. Dilerseniz daha fazla ihmal etmeyin ve yabancı turistlerin İstanbul ziyaretlerinde görülecek yerler listesinin en başına aldıkları bu muhteşem eseri ziyaret edin. Evet, Dolmabahçe Camii’nden, esas adıyla Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nden söz ediyoruz. Bu cami, Dolmabahçe Sarayı’nın Saat Kulesi yönündeki avlu kapısının tam karşısına düştüğü için yapıldığı günden bu yana Dolmabahçe Camii adıyla anılmış ve literatüre de bu şekilde geçmiş. İstanbul’da başka camilerde görülmeyen bir mimari özelliğe sahip Dolmabahçe Camii. Yuvarlak biçimli camları, küçük bir sarayı andıran kare planı ve tabi konumu onu diğer camilerden farklı kılıyor. Hatta, Cemal Süreya, onu bu “farklı” yönleriyle kiliseye benzetiyor ve “Vakit Var Daha” adlı şiirinde şöyle diyor: Bir kilise tadı taşıyor Dolmabahçe Camii’nin pencereleri; uzaktan bakmak şartıyla ve aydınlık oluşunu saymazsak. Bu kilise benzetmesini yapan yalnızca o değil. Caminin Geç Osmanlı Mimarisi’nin tüm özelliklerini taşıdığını, dolayısıyla Batılı bir üslupla oluşturulduğunu, mimarının da dönemin ünlü mimarı Garabet Balyan olduğunu söyleyelim. Dolmabahçe Camii, Geç Osmanlı tarzının ağırbaşlı bir örneği. Batı sanatının klasik motifleriyle bezenmiş. Ampir üslubun egemen olduğu camide çok aydınlık ve dışarıya açık bir mekan yaratılmış. İç mekan insana ferahlık veriyor. Pencereleri İstanbul güneşinin cömert ışıklarını içeriye buyur ediyor. Caminin minberinde, kakma tekniğinde renkli mermer süsleme bu dönem için karakteristik bir durum. Yapının minaresi de antik sanattan esinler taşıyor. Cuma Selamlığı burada yapılırdı Dolmabahçe Camii, Sultan Abdülmecit’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan tarafından başlatılıp ölümü üzerine Sultan Abdülmecit tarafından tamamlanmış. 23 Mart 1855’te bir Cuma Töreni’yle ibadete açılmış. Bu caminin, mimari özelliklerinden sonra bir diğer önemli özelliği ise buranın bir “Cuma Selamlığı” camisi olması. Yani, padişahlar burada Cuma Namazı’nı kıldıktan sonra halkla sohbet ediyor, cemaatin sorunlarını dinliyor ve bir konuşma yapıyordu. 22 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 23 Eklektik mimarinin en önemli örneği Yapının, daha önce avlunun Saat Kulesi’ne bakan kapısı üzerinde bulunan 1270 tarihli inşa kitabesi, 1948 yılında Dolmabahçe Meydanı’nın açılması sırasında avlu duvarlarının yıkılması sebebiyle kıble dış duvarı dibindeki bugünkü yerine konulmuş. Celisülüs hat tekniğiyle yazılmış dört beyitten oluşan kitabe tamamen Batı tarzında akant yapraklarıyla süslenmiş. Tepelik kısmının ortasını Abdülmecid’in tuğrasını içeren büyük bir çelenk taçlandırıyor. Dolmabahçe Camii, İstanbul’daki camiler içinde çok ayrı bir yere sahip. Sahip olduğu yuvarlar pencere düzeni, Batı sanatı ile Doğu sanatının eklektik dokusunu yansıtması ve bulunduğu konum itibariyle özel bir yapı. Ancak, Dolmabahçe Camii’nin selatin camilerinde de görülen dış avlusu ve sebil; yol çalışmaları sırasında yıkılmış. Caminin içinde bulunan Muvakkithane ise denize bakan cepheye taşınmış. Bu yüzden, tamamen taş malzeme kullanılarak yapılmış olan bu caminin önünde, doğu batı doğrultusunda gelişen bir hünkar kasrı bulunuyor. Hünkar kasrı, büyük Osmanlı camilerinde, padişahın ibadet etmesi için ayrılmış ve küçük bir konut gibi donatılmış dairedir. Dolmabahçe Camii’nin ince ve tek şerefeli iki minaresi bulunuyor. Minarelerin ana yapıdan ayrı olarak yapılması Barok Dönem’in etkisini yansıtır. Caminin köşelerindeki takviye kuleleri Barok-Rokoko karışımı bir üslupla ve başlıklı ikişer küçük sütunla süslenmiş. Caminin içindeki süslemeler ise kalem işleriyle yapılmış. Dolmabahçe Camii’nde kullanılan Ampir üslup, 19. yüzyılın başlarında Fransa’da ortaya çıkmış. Osmanlı İmparatorluğuna ise II. Mahmut döneminde girmiş. Ancak bu akım Türk sanatında farklı bir özellik kazanmış. Avrupa Ampir üslubunda yer alan hayvan ve insan figürleri, Türk Ampir üslubunda yerini çiçek ve yaprak gibi bitki motiflerine bırakmış. Bu dönemin en önemli karakteri, mimariye “eklektik” yaklaşımın hakim olması ve Batılı unsurların herhangi bir kurala bağlı kalmaksızın sınırsızca ve yer yer de Osmanlı ve İslam unsurları ile karıştırılarak kullanılması. Bu bakımdan Dolmabahçe Camii, ait olduğu dönemin genel yaklaşımını ve sanat zevkini bütünüyle yansıtan tipik bir örnek. Yapıldığı dönemin mimari estetiğini yansıtmakla kalmayan, aynı zamanda cami mimarisinde o güne değin denenmemiş özellikleriyle, kendine has bir mimari lezzeti de yakalayan bu camiyi en kısa sürede ziyaret edin. Trafiğin sıkıştığı bir anı fırsat bilin. Çıkışta, hemen yanında bulunan çay bahçesinde muhteşem İstanbul manzarasına karşı çayınızı yudumlamayı da ihmal etmeyin. Eastern as well as Western The Dolmabahçe Mosque The Dolmabahçe Mosque built for Sultan Abdülmecit’s mother Bezm-i Âlem Valide Sultan is a very special monument displaying a harmonious mixture of Eastern and Western art styles. Probably you walked many times by this mosque. Or you had to wait during long minutes in front of it because of heavy traffic. However you never properly looked its way in your daily rush nor have you ever seen the interior. I would think that you should not further procrastinate and pay a visit to this magnificent artwork which is at the top of foreign tourists’ sightseeing list. Yes, we are talking about the Dolmabahçe Mosque or Bezm-i Âlem Valide Sultan Mosque with its formal name. However, this mosque, located right in front of Dolmabahçe Palace’s south gate facing the Clock Tower, has always been called Dolmabahçe Mosque since the day it was built, due its position adjacent to the neighbouring imperial residence and has traditionally been referred to under that name in relevant literature as well. The Dolmabahçe Mosque has unique architectural characteristics unseen before at other mosques in Istanbul. The semi-circular windows, the square floor plan which makes it look like a small palace and its position by the seaside lend this mosque its individual character. In fact, the poet Cemal Süreyya compares this mosque to a church because of these particularities and evokes it in following words in his poem ‘Vakit Var Daha’ (There is Still Time): “Dolmabahçe Mosque’s windows bring about a taste of church; provided that you view them from a distance and exclude their bright luminosity.” He is not the only one who compared this mosque to a church. We should mention that the shrine was designed by Garabet Balyan, the famous architect of that period and bears the characteristic features of Late Ottoman architecture; which equals to say that it fully manifests the influence of Occidental style architecture. Dolmabahçe Mosque is a solemn quintessence of that Late Ottoman architectural period. It is ornamented with patterns of the 19th century French neoclassical “Empire” style which is the dominant design direction inside the mosque as well. The interior of the structure is a radiant outward-looking space. Its bright roominess is quite soothing. The windows inhale the generous sunlight of Istanbul. The coloured marble inlay ornamentations on the pulpit of the mosque are characteristic for this period. The minarets also reveal neoclassical inspirations. They are shaped like Corinthian columns with their typical headers. The Friday Salutation took place here The Dolmabahçe Mosque, entirely built of stone, was commissioned by Sultan Abdülmecit’s mother Bezm-i Âlem Valide Sultan, but was completed by Sultan Abdülmecit himself after her death. It was inaugurated on 23rd March 1855 with a Friday ceremony. Another important distinction of the mosque besides its architecture is that this was a “Friday Salutation” mosque; which means that following the end of the collectively performed Friday prayers, the Sultan took time to talk to the people, hear the problems of the community and pronounce a public speech. There is a rectangular shaped two-storey dwelling or “Sultan’s Pavilion” built for this purpose, extending from east to west in front of the mosque, annexed to its main body. Sultan’s Lodges or Pavilions are those special compartments existing in Grand Ottoman Mosques, reserved for the sultan and his entourage to perform their prayers and these lodges are usually furnished like small apartments. The Dolmabahçe Mosque is equipped with two slim single balconied minarets. The fact that the minarets were constructed separate from the main structure reflects the influence of the Baroque period. The reinforcement towers on the corners of the mosque are ornamented in a mix of Baroque-Rococo style and supplemented with two small columns with headers. Moreover, the ornaments of the interior are hand-drawn decorations. The “Empire” style used at Dolmabahçe Mosque originated in and takes its name from the rule of Napoleon I in the First French Empire, in early 19th century. It was first used in the Ottoman Empire during the reign of Sultan Mahmut II. However, this style acquired different traits within Turkish art. The animal and human figures used in the European “Empire” style were replaced with figures such as flowers and leaves in the Turkish “Empire” style. The distinctive character of this period is an eclectic approach to architecture and the unrestricted utilization of Western elements often mixed with Ottoman and Islamic components without being bound by any rules. In this respect, Dolmabahçe Mosque is a typical example which fully reveals the artistic taste and general outlook of its era. The main example of eclectic architecture The foundation inscription dated 1270 which was originally placed above the courtyard gate facing the Clock Tower was moved to its current place at the bottom of the outer wall of the Qibla (the wall facing the direction of Mecca) in 1948 when the courtyard wall fell down during the construction of Dolmabahçe Square. The inscription consisting of four couplets carved on stone in Celî Sülüs (Jeli Thuluth) calligraphy technique is decorated with foliage ornaments in the form of typical Corinthian style acanthus leaves. A large wreath surrounding Sultan Abdülmecit’s monogram crowns the crest. The Dolmabahçe Mosque occupies a distinct place among the mosques in Istanbul. It is a very special building in terms of its location, its round-shaped windows and its composite architectural texture reflecting the Occidental as well as Oriental styles. Unfortunately its outer courtyard and fountain were destroyed in the course of a road construction. And the mosque’s timekeeper was moved to the seafront side. We advise you to visit at your earliest convenience the Dolmabahçe Mosque which not only displays the aesthetic understanding of its era but also offers a unique architectural flavour with its until that day unprecedented features. Take advantage of heavy traffic one day and go to the mosque. And on the way out, do not miss to sip your tea watching the gorgeous Bosphorus view at the small tea garden right next to the mosque. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 25 “Hizmet Bizim Sanatımız” Vizyon Turizm olarak, deðiþim ve geliþimin adresi olma adýna geleceðin vizyonunu yakalayabilme çabamýzý hep sürdürürerek, 1990 yýlýndan itibaren Hac ve Umre organizasyonlarý, yurt içi ve yurt dýþý kültür turlarý, iþ adamlarýna yönelik yurt dýþý seyahat hizmetleri ve fuar organizasyonlarýnda “baþlangýçta ve bitiþte dost kalabilme” prensibimiz ile hareket ediyoruz. Hizmeti sanat bilen kadromuzla þimdi kurumsal hizmetlerinizi de gerçekleþtirmek istiyoruz. Hac ve Umre Kültür Turlarý Yurtiçi ve Yurtdýþý Seyahat Fuar Organizasyonlarý Bilet ve Vize Ýþlemlerinde 20 yýllýk tecrübe ve hizmet Mete Cad. Karaðaç Apt. No: 22/3 Taksim - Ýstanbul Tel: 444 83 93 info@vizyontur.com.tr www.vizyontur.com.tr KARABÜK IS CELEBRATING ITS ESTABLISHMENT AS 78TH PROVINCE OF THE REPUBLIC OF TURKEY KURTULUŞUNU DEĞİL, KURULUŞUNU KUTLAYAN, TÜRKİYE’nin 78. İLİ The story of Karabük’s foundation is concurrent with the industrialization history of the Turkish Republic. Karabük which had originally been just a small neighbourhood of 13 houses of the Öğlebeli Village of the Safranbolu District first came to light as it appeared as a station name on the State Railways map following the establishment of the AnkaraZonguldak railroad line 1934. Yet the begin of the Karabük saga is to be dated at the 3rd of April 1937, the day of the groundbreaking ceremony for the Iron and Steel Plant which was going to be established in that small locality as per Atatürk’s decision, due to its proximity to the Zonguldak coal mines. The progressively expanding community acquired municipal status in 1939, became a sub-district in 1941 and gained district status in 1953. Eventually on 6th June 1995 Karabük was accorded province status, thus occupying the rank of Turkey’s 78th province in the national administrative system. On the other hand Safranbolu was included in the Karabük Province, becoming one of its 6 districts - and certainly the most important one - together with Eskipazar, Yenice, Eflani, Ovacık and the central district. Yet the real importance of Karabük lies in its natural, historical, archaeological, cultural and architectural background as a soil rich of the legacy of ancient civilizations. Karabük 76 yaşında! Rasim Konyar Sh utt ers toc k ür, ... t l a kü h, i, doğ ure, i r r lt ta ma y, cu e, i m tor tur His hitec arc ure… t na 28 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 Safranbolu’ya bağlı Öğlebeli köyünün 13 haneli bir bucak merkezi iken, ilk kez 1934 yılında Ankara-Zonguldak demiryolunun açılması ile birlikte Devlet Demiryolları haritasında bir istasyon adı olarak görülmeye başlayan Karabük’ün kuruluş öyküsü, Cumhuriyet tarihimizde endüstrileşmenin öyküsü ile eş zamanlıdır. Bu öykü, Atatürk’ün Karabük’te kurulmasına karar verdiği Demir-Çelik Fabrikaları’nın 3 Nisan 1937’de temelinin atılması ile başlar. 1939 yılında belediye, 1941 yılında nahiye olan Karabük, 1953 yılında ilçe statüsü kazanır. 6 Haziran 1995’de de 78. il olarak Türkiye idari sisteminde bugünkü yerini alır. Safranbolu ise artık Eskipazar, Yenice, Eflani ve Ovacık’la birlikte onun 6 ilçesinden biri ve elbette en önemlisidir! Karabük’ün asıl önemi ise bir Anadolu uygarlıkları hazinesi olarak sahip olduğu doğal, tarihi, arkeolojik, kültürel ve mimari zenginliklerden kaynaklanmaktadır. Antik Çağ’dan Günümüze Karabük... Karabük ve çevresi, Tunç Devri’nden günümüze kadar, Hititler, Frigler, Persler, Helenler, Roma ve Karabük’ün ünlü ilçesi Safranbolu ve sokaklarından kesitler (solda ve üstte). İncekaya Kanyonu su kemeri (sağda) Karabük’s famous district Safranbolu and scenes from its streets (left and above). Incekaya Canyon Aqueduct (right). Karabük, from the antique age to the present Karabük and its periphery were among the oldest settlement areas of Anatolian lands where various civilizations such as the Hittite, Phrygian, and Persian, Hellene, Roman and Byzantine civilizations flourished and multiple cultures were blended with one another from the Bronze Age up to this date. This region constituting like a mirror of the Ottoman culture since the 15th century carried the traces of these civilizations up until our present-day. Karabük today Karabük’s rich cultural heritage encompasses 28 ascertained archaeological sites, 5 urban conservation areas, 4 natural conservation areas, 1417 registered artefacts, 693 manuscripts and 1088 printed works, 32 tumuli, 4 cairns, over 100 rock tombs and many other not yet registered cultural assets. Even without counting the historical dwellings in Safranbolu, the Bulak village alone is the scene of a buildings group of 36 residences, 1 shop, 1 mansion, 1 public bath and 2 mosques from the era of the Anatolian Turkish Principalities and the Ottoman period. Karabük is one of the privileged places in terms of gastronomy and ecotourism including activities in highest demand such as speleology, floral tours, butterfly watching and river tourism. Although Safranbolu is certainly preponderant in the field of tourism, Karabük has a lot to offer with its outstanding natural environment; it provides many opportunities for outdoor activities such as, trekking, hiking, mountain climbing, speleology, horse riding, camping and biking. The Sorkun plateau being in the lead; the highlands of Uluyayla, Sarıçiçek, Göktepe, Bodoroğlu, Dede and Avdan; the İncekaya, Düzce, Tokatlı, Sakaralan, Bulak and Şeker canyons; the Bulak, Hızar and Uluyayla caves; the Araç Creek, the Baklabostan Cascade, the Karagöl Lake and the Kavaklı and Çitdere Nature Conservation Areas and Soğanlı Creek Valley are amongst the impressive natural wonders of the region... On the other hand, due to the Iron and Steel Plant, Karabük is an interesting case of urbanization. Along with the wellplanned “New Town” and the “5000 Homes” projects; the TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 29 city is in the search of solutions for the unplanned urbanization problems which have largely affected its outskirts in the last few years. While the City Council of Karabük gathers opinions and suggestions from the public and local administrations, the Karabük University, trade associations, non-profit and non-governmental organizations and the media, on the “2023 Karabük City Vision Definition Project”, the Karabük Municipality justifiably earned the public’s appreciation with some of their projects. For example; the escalators built for the residents of the Yenişehir (New Town), Şirinevler and Adatepe communities located on high hills, who had to climb steep slopes before, continues to receive extended media coverage not only in Karabük but also throughout Turkey and to be a focus of interest in social networks as well. Günümüzün Karabük’ü Zengin bir kültür mirasına sahip Karabük’te tespit edilebilen 28 arkeolojik alan, 5 Kentsel Sit Alanı, 4 Doğal Sit Alanı, 1417 tescilli eser, 693 yazma eser, 1088 basma eser, 32 tümülüs, 4 höyük, 100’den fazla kaya mezarının yanında, tescili yapılmamış binlerce kültür varlığı bulunuyor. Safranbolu’dakileri saymazsak, sadece Bulak köyünde çeşitli Türk Beylikleri ve Osmanlı Dönemi’ne ait 36 konut, 1 dükkân, 1 konak, 1 hamam, 2 cami var. Karabük, günümüzde en çok talep gören gastronomi, mağara, botanik, akarsu turizmi ve kelebek gözlemciliği dahil eko-turizmden yana da çok şanslı bir il. Turizmin sesi Safranbolu’dan yükselse de Karabük’ün doğası, trekking, yürüyüş, dağcılık, mağaracılık, at binme, kamping, tırmanma ve bisiklet gibi açık hava etkinlikleri için çok çeşitli olanaklar sunuyor. Başta Sorkun olmak üzere, Uluyayla, Sarıçiçek, Göktepe, Bodoroğlu, Dede ve Avdan yaylaları, İncekaya, Düzce, Tokatlı, Sakaralan, Bulak ve Şeker kanyonları, Bulak, Hızar, Uluyayla mağaraları, Araç Çayı, Baklabostan Şelalesi, Karagöl, Kavaklı Karabük Valiliği Arşivi Bulak (Mencilis) Mağara Aydınlatması Ülkemizdeki en büyük mağaraların 4’üncüsü olan Mencilis mağarası, ilçe merkezinden 8,5 km. mesafedeki Bulak köyünde, deniz seviyesinden 730 m. yükseklikte yatay olarak gelişmiş, çok katlı, 15 milyon yıllık bir oluşum. Birbirine bağlı üç kattan oluşan bu mağaranın en altında Safranbolu’nun içme ve kullanma suyuna katkıda bulunan kaynak, onun üzerinde de içinde görünümleri son derece güzel sarkıt ve dikit, sütun, duvar ve perde damlataşlarına sahip olan ve gelişimini kısmen tamamlamış orta kat yer almakta. Bütün kollarıyla 6.5 km uzunluğunda olan mağaranın ancak 380 metresi ışıklandırılmış olup yürüyüş parkuru ile gezilebiliyor. Bulak mağarasına girebilmek için önce 150 kadar basamağı olan dik bir merdivenin tırmanılması gerek. Önceleri bu yorgunluğun ilk doğal ödülü, mağaraya girildiğinde duyulan hoş serinlik iken, Karabük Valiliği, bu ödüle, doğal dokuya zarar veren eski aydınlatma sistemini değiştirip, çağdaş teknolojilerden yararlanan, muhteşem bir aydınlatma sistemini de eklemiş bulunuyor. Yeni aydınlatma yerli ve yabancı tüm gezginlerin mağaraya hayranlığını artırıyor... 30 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 Karabük and tourism The cultural preservation movement which first began in 1975 in Safranbolu was the basis for Safranbolu’s qualification as a self-preserved city and its inclusion on the UNESCO World Heritage List. However, as Safranbolu’s preservation expert Ibrahim Canbulat is pointing out, measures must be taken in order to protect cultural heritage areas from the potential threats of mass tourism. Therefore, Karabük and Safranbolu, both as members of the Association of Historical Cities, have been conducting systematic efforts in recent years aimed at the creation of an integrated protection scheme at basin scale, under the aegis of the Governor of the Province of Karabük, İzzettin Küçük and with the participation of the ‘Foundation for the Protection and Promotion of the Environment and Cultural Heritage’ (ÇEKÜL) under its President Metin Sözen and various other interested parties. Karabük ve Turizm İlk olarak 1975 yılında Safranbolu’da başlayan kültürel koruma hareketi, Safranbolu’nun “Kendini Koruyan Kent” unvanını kazanmasını ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmasını sağlamıştı. Ancak Safranbolu’da yerleşik koruma uzmanı İbrahim Canbulat’ın yıllardır dikkat çektiği gibi bu sıfatın korunması için, kitle turizminin miras alanları için oluşturduğu tehditlere karşı önlem almak gerek. Bu yüzden, Safranbolu’yla Tarihi Kentler Birliği’ne de üye olan Karabük, son yıllarda Karabük Valisi İzzettin Küçük’ün ev sahipliğinde, Safranbolu koruma hareketinin öncüsü Çekül Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen ve ilgili tüm kesimlerin katılımıyla “havza boyutunda bütüncül koruma” ölçeğindeki çalışmaları da sistemli biçimde sürdürüyor. Safranbolu’da evler (sol üst), Köprülü Mehmet Paşa Camii içi ve Hadrianapolis (sağda). Houses in Safranbolu (upper left), Köprülü Mehmet Paşa Mosque interior and Hadrianapolis (right). Bulak (Mencilis) Cave Turkey’s 4th largest cave Mencilis Grotto is a multilayered horizontally expanded 15-million-year old geological formation at 730 metres above sea level, situated in Bulak village, at a distance of 8, 5 km from town centre. At the lowest level of its three interconnected layers there is a spring water source which contributes to the utility and drinking water of Safranbolu. The middle layer on top of it displays magnificent views of stalactites and stalagmites along with dripstone columns, walls and curtains. The cave is 6, 5 km long in total with all its wings; but only a 380 meters illuminated section of it can be toured on walking trails. One must first walk up the steep 150 steps to reach the entrance of the cave. The reward for this entire chore is the cool air welcoming you as you enter the cave. Moreover, the modern lighting system based on advanced technology installed by the Governorship of Karabük, replacing the former lighting deemed harmful to the grotto’s natural texture, constituted a significant improvement enhancing the admiration of local and foreign tourists for this gorgeous grotto. Rasim Konyar Bizans dahil üzerinde uygarlıkların kurulduğu, kültürlerin birbiriyle harmanlandığı Anadolu topraklarının en eski yerleşim alanlarından biridir. 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı kültürünün adeta bir aynası olan bölge bu uygarlıkların izlerini günümüze kadar taşımıştır. ve Çitdere Tabiatı Koruma alanları, Soğanlı Çayı Vadisi, imrendirici doğal zenginliklerinden... Öte yandan Demir-Çelik Fabrikaları ile birlikte şehirleşme anlamında da örneği az bulunan bir kent Karabük. Planlı bir “Yenişehir” ve 5000 Evler projelerinin yanısıra varoşlarıyla da çarpık kentleşmeden fazlasıyla payını alan Karabük, son yıllarda bu durumu düzeltme ve aşma çabası içinde. Karabük Kent Konseyi, “2023 Karabük Kent Vizyonu Belirleme Projesi” için kamu ve yerel yönetim kuruluşları, Karabük Üniversitesi, meslek odaları, sivil toplum ve basın yayın kuruluşlarından görüş ve öneriler toplarken, Karabük Belediyesi de bazı projeleriyle halkın haklı sempatisini kazanıyor. Örneğin yüksek tepelerde kurulu Yenişehir, Şirinevler ve Adatepe mahallelerindeki dik yokuşları tırmanmak zorunda olan mahalle sakinleri için yaptırılan yürüyen merdivenler sadece Karabük’te değil, ulusal basın ve sosyal ağlarda bütün Türkiye’de ilgi odağı olmayı sürdürüyor. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 31 Kristal Teras ya da Çılgın Bir Seyir Yeri! Karabük Valiliği Arşivi & Shutterstock Karabük Valiliği Arşivi Yeryüzüne yakın uçan bir küçük uçakta olup da zevkle aşağıyı seyrettiğinizi düşünün. İşte Kristal Teras bu duyguyu uçak olmadan da size yaşatabilecek bir yer! Teras’ın facebook sayfasında ve ziyaretçileri tarafından çekilip youtube’a yüklenmiş kimi videolarındaki manzaralar ve izlenimler de görülmeye değer. Karabük Valisi İzzettin Küçük, Boğaziçi Köprüsü’nün bile 60 metre yükseklikte olduğunu vurgulayıp, “Bu terasın yüksekliği ise 80 metre. Cam terası, özellikle 3 kanyonun birleştiği yer olan Tokatlı Kanyonu üzerinde yaptık. Türkiye’de tek, dünyada ise bir örneği Arizona’da var” diyor. Cam terasın yapımında görevli İnş. Müh. Adem Çelebi, cam terasın tamamen yerli imkanlarla ve yaklaşık 500 bin liraya malolduğunu belirterek “Terasın tamamı çelik konsoldan yapıldı. Açılımı 11 metre ve bu 11 metrenin 3 metresi beton blok üzerinde, 8 metresi ise boşlukta. Konsol, halat veya gergi yok. Üzerinde birer santimden oluşan 3 cam tabaka üst üste bulunuyor. Camların araları özel bir malzemeyle kaplı. 3 santim kalınlığındaki camı roket atar mermisi bile delemiyor. Metrekareye 750 kilo düşüyor. Burası yaklaşık 100 metrekare olduğuna göre 75 ton ağırlığını -yani 400 kişi- kaldırabilir. Ancak biz bir defada bu cam terasa en fazla 30 kişi alacağız. Cam sayesinde kanyondaki derinlik insanı cezbediyor” diyor. Kristal Teras, tarihi İncekaya Su Kemerine 100 metre mesafede olup, 50 kişilik kapalı alan ve 300 kişilik açık hava bahçesinde de kafeterya hizmeti veriyor. Web: http://www.kristalteras.com Facebook Sayfası: https://www.facebook.com/pages/Kristal-Teras/484856364879812 Kent Tarihi Müzesi’ne Bilgisayar Tarihi Salonu The Crystal Terrace or an Exciting Watching Point! Visualize yourself on a little plane flying at low altitude above the earth and you are delighted to watch the scenery below. The Crystal Terrace is a spot where you can experience the same excitement without getting on a plane! Also it is worth looking at Crystal Terrace’s Facebook page where you can find videos uploaded to YouTube by visitors, showing the views of the landscape and reflecting their impressions. Karabük Governor İzzettin Küçük emphasizes the fact that even the Bosphorus Bridge is 60 meters tall, “whereas this terrace is at a height of 80 meters. We built the glass terrace especially at Tokatlı Canyon, the juncture point where 3 canyons meet. This is the only terrace of its kind in Turkey, and the other example in the world is the one in Arizona”, he says. The civil engineer who worked at the construction of the Crystal Terrace, Adem Çelebi states that the construction was completed exclusively with domestic means and materials for an approximate total cost of 500 thousand Turkish liras. “The entire terrace is steel construction. It is 11 meters wide from which a 3 meters section is supported by a concrete block and the remaining 8 meters are suspended in the air. There are no consoles, no ropes or no tension rods. On the steel lattice are placed 3 layers of glass. Each layer of glass has a thickness of one centimetre. The glass plates are coated with a special material. Three cm thick glass resists even rocket launcher projectiles. The platform supports 750 kilograms per square meter. Since this terrace is almost 100 square meters large, its weight supporting capacity is 75 tons –that is more than the total weight of 400 persons. However we will only accept a maximum of 30 persons at a time on the Chrystal Terrace. The depth of the canyon becomes very attractive owing to the glass base” he says. The Chrystal Terrace is at 100 meters distance from the historical Incekaya Aqueduct. It also has a cafeteria where café service is available for 50 people indoors and 300 people in an open air garden. Web: http://www.kristalteras.com Facebook Page: https://www.facebook.com/pages/Kristal-Teras/484856364879812 32 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 Gerek yerli gerek yabancı gezginler için Safranbolu’nun “Kent Tarihi Müzesi” zaten başlı başına bir hazine iken geçtiğimiz yıl sonunda açılışı yapılan “Bilgisayar Tarihi Salonu” ile bu müzeye bilgi çağına yaraşır bir boyut ve içerik eklenmiş oldu. Karabük Valiliği tarafından hazırlanan yeni bölümde, son 40 yıldır kullanılan bilgisayarlardan örnekler, yardımcı üniteler, bilgi taşıma araçları gibi somut ürünlerin yanısıra kullanılan sistemler ve programlarla ilgili görsellerle de bilgisayarın bilinen tarihi sergileniyor. Farklı modellerde 250 bilgisayar ve parçalar arasında, 1978 yapımı bir “Apple II” de var. Müzenin en eski bilgisayarı olan bu model, monokrom ekrana, Mos technology 6502 işlemciye ve Apple Dos işletim sistemine sahip. Karabük Valisi İzzettin Küçük, “bundan 20 yıl önce kocaman kasalarda megabaytları ile övünülen bilgisayarlar, bugün parmak kadar disklere sığarken, genç kuşaklara aradaki farkı sözle değil göstererek anlatmanın yararına inandıkları için” bu girişimde bulunduklarını belirtiyor. Koleksiyonerlerden de yardım alınan müzede sergilenen bilgisayar, yazılım ve programların büyük bir yüzdesi çalışır vaziyette. Bilgisayar Tarihi Salonu, Kent Tarihi Müzesi’ne renk katarken özellikle gençler tarafından çok rağbet görüyor... History of Computers Department at The City History Museum “City History Museum” of Safranbolu is a unique treasure for both the local and the foreign guests. But the addition of a “History of Computers Department” at the end of last year added to the museum a supplementary dimension that fits the information age. In this section created by the Karabük Governorship, there are samples of computers used in the last 40 years, support units, information carrying devices as well as visuals about the software programs all together presenting a comprehensive history of computers. There are 250 computers of different types including a 1978 make ‘Apple II’! This model equipped with Mos technology 6502 CPU and Apple Dos operating system and a monochrome screen is the oldest computer in the museum. Karabük Governor İzzettin Küçük says: “The computers in huge cabins which were admired for their megabytes 20 years ago can today fit into finger-size hard discs. Therefore, we felt useful to show the evolution of computers to younger generations for them to grasp the distance covered in this field in a short time span of a few decades”. A great part of the computers, software and programs at the museum some of which were donated by collectors are in working condition. The History of Computers Department enhances the value of the City History Museum and is very popular especially among young people. Tarihi Saat Kuleleri Açık Hava Müzesi Safranbolu’da Hıdırlık Tepesi’nde bulunan Tarihi Saat Kulesi, tam 215 yıldır görevini yerine getirirken, Türkiye’de sayısı 80’in üzerindeki saat kulelerinin en eskisi olma özelliğini de taşıyor. Padişah III. Selim’in Safranbolulu sadrazamı İzzet Mehmet Paşa’nın, hemşehrilerine bir armağan olarak İngiltere’den getirttiği ve herkesin görüp duyması için 12 metre yüksekliğindeki kuleye diktirdiği bu “çanlı” saatin bir benzeri de yok. Nedeni de 1797 yapımı saatin zembereğinin artık sadece dünyadaki birkaç müzede kalmış olması. Fakat bu eşsiz kule şimdi Türkiye’deki benzerlerini de misafir ediyor! Osmanlı döneminin kültürel izlerini taşıyan, özellikle 1901 yılında II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yıl dönümü vesilesiyle Anadolu’nun dört bir yanında yapılması talimatı verilen, Balıkesir, Erzurum, Niğde, Adana, Samsun, Dolmabahçe, Şanlıurfa, Antalya, İzmir, Çorum, İzmit ve Göynük kulelerinin de aralarında olduğu 15 saat kulesinin 1/10 ölçekli maketi, Safranbolu Tarihi Saat Kulesi ve Kent Tarihi Müzesi çevresinde bulunan bir dönümlük alanda sergileniyor. Karabük Valiliği ve Karabük Üniversitesi’nin önderliğinde yapılan müzeden amaç, kuleye gelen turist sayısını artırırken, Türkiye’deki diğer saat kulelerini de tanıtmak. Historical Clock Towers and The Open Air Museum The Historical Clock Tower at Hıdırlık Hill in Safranbolu has been functioning for 215 years now and is the oldest of the more than 80 clock towers in Turkey. This clock, which includes also a bell, that the Grand Vizier of Sultan Selim III, İzzet Mehmet Pasha who was a native of Safranbolu had ordered from Great Britain as a present to his fellow countrymen and had installed upon a 12 meter high tower to be seen and heard from everywhere in the town, is henceforth unique in the world. The type of coil springs equipping this clock made in 1797 can nowadays only be found at a very limited number of museums in the world. However, this unique clock tower now welcomes its counterparts from all over Turkey. The 15 clock towers which were installed in various locations in Turkey in 1901, on the occasion of the 25th anniversary of the accession to the throne of Sultan Abdülhamit II, including the clock towers of Dolmabahçe (İstanbul), Balıkesir, Erzurum, Niğde, Adana, Samsun, Şanlıurfa, Antalya, İzmir, Çorum, İzmit and Göynük are represented here in Safranbolu through their 1/10 scale models put on display on the one acre area surrounding the Safranbolu Historical Clock Tower and the City History Museum. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 33 C M Y CM MY CY CMY K Özgür Açıkbaş II. Selim Türbesi (solda), türbelerin dış mekanı ve III. Mehmet Türbesi (altta), III. Mehmet Türbesi’nden detay (sağ üstte). Tomb of Selim II (left), Tombs’ outdoor and Tomb of Mehmet III (bottom), detail from the Tomb of Mehmet III (upper right). Ayasofya Türbeleri Ayasofya Müzesi yanındaki tarihi yapılarda beş Osmanlı padişahı ile aile üyelerinin türbeleri yer alıyor. Yıllardır restorasyon çalışmaları süren yapılar artık gün ışığına çıktı. Tarihi eserlerin restorasyonu asla bitmezse de başlatılan bir çalışma zamanında bitmeli. Fatih Sultan Mehmet’in “İyi bakılsın!” diye vasiyet ettiği Ayasofya’nın yüzü bu bakımdan son yıllarda gülüyor. 17 yıldır çakılı duran iskelelerin, ilkel tuvaletlerin kaldırılması, üstü kapatılmış mozaiklerden melek Serafim’in ortaya çıkarılması, padişah türbelerinin, vaftizhanenin ve dünyanın en eski en büyük vaftiz havuzunun ziyarete açılması yalnız Ayasofya’nın değil, herkesin yüzünü güldüren olumlu gelişmelerden bazıları... Müze’nin eski Başkanı Doç. Dr. Haluk Dursun, padişah türbelerinin restorasyonu sırasında bulunanların Osmanlı’daki ölüm kültürü konusuna da ışık tuttuğunu belirtiyor. Restorasyondan sonra sandukaların hepsine özellikle aynı renk ve kumaştan örtü serilmiş, altından çıkan giysi ve örtüler ise ayrıca sergileniyor. Padişahların adı ile anılan türbelerde sanılmasın ki sadece onlar yatıyor! Aile yakınları, diğer hanedan mensupları ve II. Selim Türbesi’nden sonra eşleri de onlarla aynı yerdeler... 36 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 HAGIA SOPHIA TOMBS The historical buildings adjacent to the Hagia Sophia Museum are in fact the tombs of five of the Ottoman Sultans and their family members. The buildings which were under restoration for several years are finally ready to be seen. Restoration of historical buildings is an everlasting task which never really comes to an end. Nevertheless, when a particular work has been embarked upon, it should be timely finished. According to Fatih Sultan Mehmet’s will, the Hagia Sophia had to be taken good care of. In recent years his will was fulfilled to a great extent. Not only the Sultan’s soul but everybody is satisfied that the scaffolding which has been standing inside the building for 17 years and the makeshift toilets outside were finally removed. Further positive developments were the uncovering of the face of the Seraphim mosaic adorning one of the four corner vaults supporting the dome, the opening to visitors of the baptistery and of the world’s oldest and largest baptismal font in addition to the completion of the restoration of the Sultan Tombs located in Hagia Sophia’s courtyard. The museum’s former director Associate Prof. Haluk Dursun explains that the findings resulting from the restoration work carried out at the Sultan Tombs shed light on the sepulchral culture of the Ottomans. After the restoration, all coffins were covered with the same colour overlays; the original clothing and quilts being separately put on exhibition. Although they are named after the Sultans, the tombs do not shelter only the remains of the Sultans but also of the members of their families and other members of the dynasty. After Sultan Selim II the wives were also buried in the same place as the Sultans. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 37 III. MEHMET TÜRBESİ III. Mehmet Türbesi, I. Ahmet tarafından Mimar Dalgıç Ahmet Ağa’ya yaptırılmış. Sekizgen planlı, çift kubbeli türbe dıştan mermer kaplı. Girişindeki revaklı kısmın yanlarındaki yıldız, çiçek ve manzara resimleri, dönemin klasik süsleme unsurlarının dışına çıkan bir üslubu sergiliyor. Pencereleri üç sıra hâlinde, alt sıradakilerle dolapların arası 17. yüzyıl İznik çinileri ile süslü. Alt sıra pencereler üzerinde, lacivert beyazlı çini kuşağı var. Geri kalan kısımlar kalem işi süslemelerle bezeli. Yapının iki yanına daha sonra sultan kızları için bölümler eklenmiş. Bab-ı Hümayun Caddesi’ne bakan tarafta da tarih kitabesi var. I. Ahmet’in annesi Handan Sultan, I. Ahmet’in şehzade ve kızları, III. Murat’ın kızı Ayşe ve diğer şehzadelerle birlikte toplam 26 sanduka barındırıyor. TOMB OF SULTAN MEHMET III The Tomb of Mehmet III commissioned by Ahmet I was built by Architect Dalgıç Ahmet Agha. The double domed tomb with an octagonal floor plan is marble coated on the outside. The stars, flowers and landscape pictures on the flanks of the porch at the entrance display a style beyond the usual ornamental elements of the period. The windows are laid out in three superposed rows. A belt consisting of 17th century white and navy blue Iznik tile calligraphic decorations stretches horizontally above the lowest row of windows. The remaining parts are decorated with hand-drawn ornaments. New sections were added at a later stage on either side of the entrance gate for the daughters of the sultans. The foundation inscription is installed on the side facing the Bâb-I Hümayun Street. This sepulchre shelters a total of 26 coffins including those of Handan Sultan, Sultan Ahmet I’s mother; princely sons and daughters of Ahmet I, Murat III’s daughter Ayşe and other sultans’ sons who are buried here. II. SELİM TÜRBESİ TOMB OF SULTAN MUSTAFA I AND SULTAN IBRAHIM I The externally quadrilateral building with an octagonal internal layout and covered with a rimless dome was the former baptistery of the basilica. That structure is now known as the Tomb of Sultan Mustafa I and Sultan Ibrahim I. The Baptistery, located at the south west corner of the main building is one of the major annex structures of the Hagia Sophia complex. In the Ottoman period, it had been used as a storage room for lamp oil for a while and was eventually converted into a tomb following the sudden death of Mustafa I in 1639. Also Ibrahim I who died in 1648 is buried here. There are a total of 19 coffins in this sepulchre, including those of Mustafa I, Ibrahim I, of the daughters of Ahmet I and the daughter Kaya Sultan of Murat IV, the princely sons and daughters of Ahmet II and some other members of the dynasty. I. MUSTAFA ve I. İBRAHİM TÜRBESİ Ayasofya’nın en önemli ek yapılarından Vaftizhane kısmında, dıştan 4 köşe, içten sekizgen planlı, üstü kasnaksız kubbe ile örtülü bu yapı günümüzde I. Mustafa ve I. İbrahim Türbesi olarak biliniyor. Fetihten sonra Ayasofya’nın kandil yağları deposu olarak kullanılmış, daha sonra I. Mustafa’nın 1639’da aniden ölmesiyle türbeye çevrilmiş, 1648 yılında ölen I. İbrahim de buraya defnedilmiş. Bu Türbede de I. Mustafa, I. İbrahim, I. Ahmet’in kızları, IV. Murat’ın kızı Kaya Sultan, II. Ahmet’in şehzadeleri, kızları ve bazı hanedan mensuplarına ait 19 sanduka bulunuyor. 38 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 Taş, sütun, maden, çini, hat ve ahşap sanatının en güzel örneklerini içeren bu yapı, Mimar Sinan’ın yaptığı 18 türbeden biri. II. Selim Mimar Sinan’a kendisi için Ayasofya’nın yanında bir türbe yapmasını emretmişse de yapımı ölümünden üç yıl sonra tamamlanabilmiş. Dışı mermer kaplı, sekizgen planlı yapının giriş kapısı kündekari tarzında, sedef kakmalı ve geometrik bağa bezemeli olup, ahşap işçiliğinin seçkin bir örneği. İki yanında beyaz üzerine mor, kırmızı, yeşil, mavi çiçek desenli çini panolar var. 16. yüzyılın en güzel çini örneklerinden olan bu panolardan, sol taraftakinin renkleri daha soluk. Çünkü 1895’de restore edilmek üzere Fransa’ya götürülen panonun yerine taklidi takılmış. Özgün pano, Louvre Müzesi’nde. Türbede Sultan II. Selim, eşi Nurbanu Sultan, kızları Hacer Güherhan, İsmihan ve Fatma, oğulları Süleyman, Osman, Cihangir, Mustafa, Abdullah ile III. Murad’ın oğulları ve kızlarına ait 42 sanduka var. TOMB OF SULTAN SELIM II This building bearing the most beautiful examples of woodwork, stonework, columns, tiles and calligraphic arts is one of the 18 tombs built by Architect Sinan. Sultan Selim II had ordered Architect Sinan to build a tomb adjacent to the Hagia Sophia for himself; yet the tomb could only be completed three years after his death. The octagonal building is marble-coated outside. Its entrance door in kündekâri style inlaid with mother of pearl and decorated with geometrical tortoise shells is an exclusive example of woodwork. The tiled panels on each side of the door with purple, red, green and blue flower patterns constitute the most beautiful samples of the 16th century tile work. The colour of the panel on the left-hand side is paler than the other one because its original tiles sent in 1895 to France for restoration purposes were replaced with fake copies. The original tiles are still at the Louvre Museum. Sultan Selim II, his wife Nurbanu Sultan, their daughters Hacer, Güherhan, Ismihan and Fatma, their sons Süleyman, Osman, Cihangir, Mustafa, Abdullah and Sultan Murat III’s sons and daughters are buried at the tomb which houses 42 coffins in total. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 39 ŞEHZADELER TÜRBESİ III. MURAT TÜRBESİ Bu türbe III. Murat’ın ölümünden sonra, Mimar Davud Ağa ve yardımcısı Dalgıç Ahmet Ağa tarafından inşa edilmiş. Altıgen planlı, çift kubbeli, dıştan mermer kaplı ve ön tarafta revaklı bir bölümü bulunan en büyük Osmanlı türbelerinden biri. İçinde, sırrı yüzyıllarca çözülemeyen 16. yüzyıl mercan kırmızısı İznik çinilerinin en güzel örnekleri ve kalem işi süslemeleriyle zengin bir görünüme sahip ve lacivert üzerine beyaz “celi sülüs” çini kuşağı bulunuyor. Üç sıra halinde açılmış pencerelerden alt sırada olan kapaklı pencerelerin aralarında ahşap kündekâri dolaplar yerleştirilmiş. Türbenin kündekâri giriş kapısı, geometrik şekilli sedef kakmalarla süslü. Burada III. Murat, eşi Safiye Sultan, kızları, saray mensubu kadınlar ile şehzadelere ait 54 sanduka var. III. Murat Türbesi’ne bitişik olan Şehzadeler Türbesi, kubbeli, dıştan sekizgen, içten dört köşeli, zemini altı köşeli tuğlalarla kaplı, duvarları kesme küfeki taşından, oldukça sade bir görünüme sahip. Türbenin ahşap ana giriş kapısı, geçmeli, geometrik şekilli, ahşaptan çıtalarla süslenmiş. İç duvarlarında, 19 yüzyıla ait siyah ve beyaz renklerle yapılmış, bitki motifleri, sepette çiçekler, kurdeleler ile kumaş kıvrımlı kalem işleri var. III. Murat’ın 4 şehzadesi ve 1 kızı burada yatıyor. TOMB OF PRINCES TOMB OF SULTAN MURAT III The Tomb of Sultan Murat III was built between the Tomb of Sultan Selim II and the Princes Tomb in 1599, by Architect Davud Agha and his assistant Dalgıç Ahmet Agha, four years after the death of Sultan Murat III in 1595. The Tomb of Sultan Murat III is one of the largest Ottoman tombs with its hexagon layout, double domes, exterior marble coating, and the arcaded section on the front. The tomb seems unsophisticated from outside, but it is decorated inside with the most beautiful examples of coral red Iznik ceramics dated to the 16th century - which continued to keep their secret for centuries- and hand-drawn ornamentation. There is a belt of Celî Sülüs (Jeli Thuluth) style calligraphic decorations on polished ceramic tiles in white colour on navy blue background. The windows of the tomb are in three rows. In the lower row, wooden kündekâri cupboards are installed in the interspaces of lidded windows. The kündekâri style entrance door is decorated with geometrical shaped mother of pearl inlays. In this tomb, there are a total of 54 sarcophaguses belonging to Sultan Murat II, his wife Safiye, his daughters, courtier women and princes. 40 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 The Tomb of Princes, which is adjacent to the tomb of Sultan Murat III, is domed, externally octagonal, internally quadrilateral, with a floor pitched by hexagonal bottom-cornered bricks, walls made of faced limestone. It has a pretty unsophisticated external view. The main entrance door of the tomb is decorated with interlocking wooden laths with geometrical shapes. There are no ceramics or calligraphy, but the interior walls are decorated with plant motives, flowers in baskets, ribbons and cloth crimp hand-drawn ornaments. Four princes and one daughter of Sultan Murat III are buried here. Boğaz’ın en iltimaslı köşesinde yer alan Tarabya Oteli’nin geçmiş yüzyılda bir kartpostal üzerinde yer alan resmi (küçük resim), North Suite’in salonu (sol ortada), Büyük Balo Salonu (sol altta) ve Diba Bar (üstte). A postcard picture from the past century of Tarabya Hotel located at the most favoured corner of the Bosporus (thumbnail), living room of the North Suite (left centre), Grand Ballroom (bottom left) and Diba Bar (above). Tarabya Otel Arşivi ...ve Tarabya yeniden açıldı And Tarabya re-opens A very important reference point in the memory of Istanbul, on a large spectrum ranging from the old generation of Istanbul residents to Yeşilçam Street’s filmmaking industry, Tarabya Hotel is once again with us with the new name card it holds: “The Grand Tarabya”... 42 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 Eski İstanbullulardan Yeşilçam’a kadar uzanan geniş bir yelpazede, İstanbul şehir kültürü belleğinde önemli bir referans noktası olan Tarabya Oteli, “The Grand Tarabya” kartvizitiyle yeniden aramızda... 1900’lü yıllarda, Mimar Vallaury tarafından kadim Petala otelinin yerine yapılan ve Tokatlıyan Oteli olarak İstanbul’da iz bırakan yapı 54 yangınından sonra 1966’da Emek Otelleri’nin Büyük Tarabya Oteli kimliğiyle yeniden İstanbul hayatına katılmıştı. Hilton ve Divan’dan sonra dönemin en itibarlı üç otelinden biri olan Tarabya Oteli, 80’li yıllara kadar cazibesini korumuştu. Sonra düşüşe geçti. 2002’de komik fiyatlarla 2 bin parça eşyası, 2006’da da otelin tamamı satışa çıkarılmıştı. İhaleyi 143 milyon dolarla kazanan Bayraktarlar Holding, 350 milyon dolarlık yatırımla tamamladığı çalışmalardan sonra, otelin kapılarını 2013 Şubat’ında “The Grand Tarabya” olarak yeniden açtı. 60’lardan 80’lere kadar, sosyetenin statü sembollerinden biri, Yeşilçam’ın zengin mekânlı dekoru, İstanbulluların da en güzel anılarının yaşandığı yer; yeni kıyafetiyle şimdi bütün dünyayı Tarabya’ya davet ediyor. “Leading Hotels of the World” - “Eşsiz Oteller” portföyüne de katılan otelde 168 Deluxe oda, 80 süit ve 1 kral dairesinin yanı sıra uzun süreli konaklamalar için hazırlanmış 30 Servis Apartmanı bulunuyor. Şehir kültürü mirası Fine-dining tarzıyla “The Brasserie”, 1960’lı yıllardaki geleneksel akşamüstü çaylarının atmosferini yaşatacak “The T Lounge”, hem kapalı alanı hem de terasıyla “Diba Bar”, 4500 metrekarelik “Therapia Spa”, 1250 kişi kapasiteli “Balo Salonu” ile “The Grand Tarabya”, İstanbul’un en lüks adreslerinden biri olma yolunda. Bayraktarlar Holding Başkanı İzzet Bayraktar, “Özelleştirme ihalesi sırasında, 9 şirket arasından açık artırmayla en yüksek teklifi vererek ihaleyi kazandım. Çocuklarımdan gizli katıldığım, eşimin “İnşallah kazanamazsın” diyerek yolcu ettiği ihaleye katılırken tek düşüncem vardı; bu kadar önemli bir kültürel miras olan bu otelin “milli” kalabilmesi. Bunu başarmış olmak benim için büyük bir gurur kaynağı... Geriye baktığımda iş hayatımda en önemli yatırımlar arasında The Grand Tarabya Otel’inin olduğunu söyleyebilirim.” diyor. Bayraktar, kendi değer ölçülerinin, otelin yeniden yapımı sırasında ilgisini hiç eksik etmeyen yabancı otel zincirlerinin istekleriyle örtüşmediğini, “İstanbul için çok önemli bir yapının Türk gelenekleriyle beraber fakat modern bir şekilde Bayraktar Grubu’nun öncülüğünde hayat bulduğunu” söylüyor. Şehir otelciliğinde rekabetin çok arttığına dikkat çeken The Grand Tarabya Genel Müdürü Bora Göymen de holdingin satın aldığının “bir otel” olmaktan öte bir “şehir kültürü mirası” olduğunu, bu nedenle “yenileme değil, yeniden yapım”a özen gösterildiğini belirtiyor. http://www.thegrandtarabya.com TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 43 The Brasserie (sol üstte), Kilyos Toplantı Odası (sol altta), South Suite’in banyosu (altta) ve Junior Suti Bosphorus (en altta). The Brasserie (upper left), Kilyos Meeting Parlour (lower left), South Suite’s bathroom (bottom) and Junior Suite Bosphorus (lower bottom). The initial structure which left its mark in Istanbul’s history as the Tarabya Tokatlıyan Hotel was built by Architect Vallaury in the 1900’s on the grounds of the ancient Petala Hotel. It was heavily damaged due to a fire in 1954. The hotel was reconstructed and opened its doors in 1966 under the name of Büyük Tarabya (Grand Tarabya) Hotel, as one of the Turkish Pension Fund Group of hotels (Emek Otelleri). It re-entered the city’s life as the third most prestigious hotel of Istanbul following the Hilton and Divan Hotels and kept its glamour until the 1980’s. Afterwards the decline started. In 2002, two thousand pieces of the hotel’s furnishing were put up for sale for derisory prices and the hotel as a whole was finally put on the market in 2006. The tender was won with 143 million dollars by Bayraktarlar Holding who undertook renovations with an investment scope of 350 million dollars. The hotel re-opened its doors in February 2013, under the name of “The Grand Tarabya”. The landmark which has been one of the status symbols of the high society and served as a setting for numerous Turkish movies, the spot where the people of Istanbul had their best memories from the 60’s to the 80’s, now invites the whole world to Tarabya in its new outfit. The hotel which has 168 deluxe rooms, 80 suites and 1 royal suite, as well as 30 Service Apartments designed for long-term stays was included in the portfolio of unique hotels by the “Leading Hotels of the World”. City Culture Heritage With its fine-dining style, “The Brasserie” will provide the 1960’s traditional five o’clock tea 44 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 atmosphere. “The Grand Tarabya” is set onto being one of the most luxurious addresses of Istanbul with “The T Lounge”, the “Diba Bar” with both its closed space and its open terraces, the 4500 square metres large “Therapia Spa” and the “Ballroom” with a capacity of 1250 persons. Bayraktarlar Holding Chairman İzzet Bayraktar says: “I gave the highest bid among the 9 companies participating in the privatization tender and won. I participated in this bidding secretly without the knowledge of my children and, my wife has sent me off saying, ‘I hope you won’t win’. But I had only one thought on my mind: to make sure that this hotel of such great significance as a cultural heritage would remain ‘national’. It is such a pride and joy for me that I was able to achieve that... When I look back, I can say that one of the most important investments in my business life was the Grand Tarabya Hotel.” Bayraktar states that his personal code of values never coincided with the proposals put forward by foreign hotel chains whose interest in the hotel never dwindled throughout the restoration phase. He declares, “A very important building for Istanbul once again was revitalized through the leadership of the Bayraktar Group, in a very modern way while staying true to the line of Turkish traditions.” The Grand Tarabya General Manager Bora Göymen points out that the competition in city hotels increased a great deal in the last period and emphasizes that what the holding bought is far beyond a mere hotel; that it is a “city culture heritage”. He says that, therefore, they have concentrated on the “reconstruction rather than renovation” of that heritage. http:// www.thegrandtarabya.com TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 45 AN ASTRONOMY CENTRE CACABEY MOSQUE (Pronounced Djadja-Bey) bir astronomi merkezi cacabey camii Yapımı sırasında harcın içine karıştırılan mavi cam parçacıkları güneşli havalarda ışıl ışıl parlıyor. Minaresi ve mimarisi ile hayranlık uyandırıyor... 2 Elif Türkölmez Rasim Konyar Kırşehir kent merkezinin en görkemli yapısı Cacabey Camii, adını Kırşehir Emiri Nurettin Cibril Bin Cacabey’den alıyor. Dönemi için çok ileri bir mimari deha ve estetik bilinçle inşa edilen bu cami aslında bir medrese. Ama onu medrese olmasından da önemli kılan bir başka özelliği daha var. O da buranın aslında bir “gözlemevi” olması. 1271-1272 yıllarına tarihlenen yapı, döneminde astronomi merkezi olarak hizmet vermiş, gökbilim alanında pek çok ilim insanı yetiştirmiş bir kurum. Burası için zamanının, 13. yüzyılın, “üniversitesi” desek yanlış olmaz. Hatta verilen eğitimin günümüz üniversite müfredatından çok daha ağır olduğunu da hatırlatmak gerekir. “Bir astronomi merkezi olarak Cacabey Camii” hakkında söyleyeceğimiz daha çok şey var. Ama önce gelin, bu gözlemevi/medrese/camiye adını veren ileri görüşlü Emir Nurettin Cibril Bin Cacabey’i tanıyalım. Cacabey, Selçuklular Dönemi’nde, II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Kırşehir Emiri olarak görev yapmış bir devlet adamı. Küçük yaşlarında üstün yetenekleri ile devrin ileri gelenlerinin dikkatini çekmiş. Hatta, Mevlana yazdığı bir mektupta, Cacabey’in yeteneklerine ve başarılarına övgüde bulunuyor. Mevlana’nın kendisiyle bir araya geldiği meclislerde de bu konuyu dile getirdiği, bu yetenekli genci her fırsatta övdüğü de biliniyor. Cacabey ayrıca, kendi idaresinde yaşamakta olan Hacı Bektaş Veli ile yakından ilgilenmiş, onu himaye etmiş. Cacabey, astronomiyle kişisel olarak ilgilenen bir devlet adamı. Gökyüzünde olup bitenlere büyük merakı var. Ayrıca Türkçe’ye çok hakim. Ve bilimin Türkçe yapılmasından yana. Farsça’yı da çok iyi biliyor ancak bilim dili olarak Türkçe’nin kullanılmasını istiyor. Bu yüzden sadece Türkçe eğitim verecek bir bilim merkezi yaptırmak istiyor ve çok kısa sürede Cacabey Gözlemevi’ni kuruyor. Türk bilim adamı Uluğ Bey’in Batı Türkistan’da kurduğu medrese ne ise, bu bilim merkezi de aynı derecede önemli. Cacabey, Anadolu’da birçok hayır kurumu ve ayrıca cami, zaviye gibi pek çok kamusal binanın da onarımını yaptırmış. 1301 yılında Bizanslılar’a karşı savaşırken ölen devlet adamının cenazesi, Kırşehir’e getirilerek yaptırdığı medresenin yanındaki türbeye defnedilmiş. Bu havuzda yıldızlar incelenmiş Üzerindeki mavi çini işlemeler sebebiyle halk ara- 46 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 In sunny weathers it glitters with the blue glass particles mixed in the mortar during its construction. It arouses admiration with its minaret and architecture. The most magnificent building in the central Anatolian city of Kırşehir, Cacabey Mosque, is named after an Emir of Kırşehir, Nurettin Cibril Bin Cacabey who lived during the time of the Seljuk Sultanate of Rûm (Anatolia). This mosque which was built in a most advanced architectural and aesthetic conception compared to its era, is in fact a Muslim theological school; that is, a ‘medrese’. However, it has also a very important second characteristic. This building dated to the years 1271-1272 was also an ‘observatory’. It served as an institution which cultivated many scholars in the area of astronomy. It would not be wrong to call it a 13th century ‘university’. As a matter of fact, the education program was a lot heavier than the curriculum of today’s universities. There is a lot more to tell about the ‘Cacabey Mosque as an astronomy centre’; but let us first introduce the foresighted person of Emir Nurettin Cibril Bin Cacabey who is the man this observatory/medrese/mosque was named after. Cacabey is a Statesman who has been the Emir of Kırşehir during the reign of Seljuk Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev. He drew the attention of the notables of his time due to his outstanding talent and qualities. Even Mevlana/Rumi praised Cacabey’s talent and success in a letter he wrote. It is known that Mevlana met him personally and praised this skilled young man on every occasion. On the other hand, Cacabey had great respect for and took under his protection Hacı Bektaş Veli who is another well-known Anatolian mystic philosopher having lived in the area under his administration during that period. Cacabey was a Statesman personally interested in astronomy. Moreover, he had a good command of the Turkish language. He also knew Persian quite well but he felt that science should be conducted in Turkish. Hence he undertook to establish a scientific centre which would dispense its education in Turkish and created the Cacabey Observatory in a very short time. Therefore, this institution has as much significance as the medrese that was established in Western Turkestan by the Turkish scholar Uluğ Bey. Cacabey also commissioned the restoration of numerous public buildings such as those of various charitable institutions, of mosques and dervish lodges. The remains of the Statesman who died fighting the Byzantines in 1301 were brought to Kırşehir and buried in a tomb adjacent to the medrese he had built. Stars were observed in the pool The Cacabey Mosque colloquially called the “Glassy Porcelain Mosque” due to its blue tile coating with glass Cacabey Camii’nin minaresi, taç kapısı ve füzeye benzetilen sütunlardan biri. Cacabey Mosque’s minaret, its crown gate and one of the columns compared to missiles. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 47 sında “Cıncıklı Camii” de denilen Cacabey Camii, tamamen taştan yapılmış kare planlı bir cami. İki eyvanlı, kapalı avlulu medreseler gurubuna giren bu caminin taç yapısında iki renk taş işçiliği göze çarpıyor. Ana eyvanda yer alan karşılıklı iki sütun koni ve küre biçimlerinin üst üste bindirilmesiyle oluşturulmuş. Bu sütun düzenlemesinin Anadolu Türk sanatında başka bir örneği yok. Büyük kubbenin hemen altında, yıldızların incelendiği bir havuz bulunuyor. Bu havuzda, yıldızların suya yansıyan akisleri gün gün not edilmiş ve bu notlardan yıldızların konumları belirlenmiş. Cacabey Camii’nin en ilginç özelliklerinden biri de minaresinin yapıdan ayrı olması. Bu, özel olarak böyle yapılmış çünkü minare aynı zamanda gözlem kulesi niteliği taşıyor. Cacabey’in türbesi de camiinin hemen sol bitişiğinde. Türbeye cami içerisinde bulunan bir salondan geçilerek merdivenle çıkılıyor. Kapısı lacivert üzerine beyaz çiniler ve yazılarla bezenmiş. Pencere kenarları ise taş süslemeli. Türbeyi içi çinilerle süslü çokgen biçiminde bir kubbe örtüyor. Camiyi ziyaret ederseniz bu ileri görüşlü devlet adamının türbesine de muhakkak uğrayın. Füzeye benzetilen sütunlar Bu caminin yapımında kullanılan harca küçük cam parçacıkları katıldığı için cami, güneşli havalarda ışıl ışıl parlar. Avlusu Kırşehir merkezinin en sessiz yerlerinden biridir. Dolayısıyla Cacabey Camii hem göze hem kulağa nefis bir deneyim yaşatır. Orada şadırvandan akan suyun sesinin dışında hiçbir ses zamanın bütünlüğünü bölmez. Cacabey Camii’nin minaresi, içerisindeki mavi cam parçacıklarının yarattığı ışıltıyla, başka hiçbir camide göremeyeceğimiz bir estetik farklılığa ev sahipliği yapıyor. Minarenin altında daire şeklinde sıralanan taşlar, üst bölümde zigzag biçiminde motifler çizerek yükseliyor. Medresenin en çok dikkat çeken özelliklerinden biri de dış cephesindeki üç sütun. İkisi köşelerden biri de cephenin ortasından yükselen bu sütunlar ziyaretçiler tarafından füzeye benzetiliyor. Sütunların altındaki farklı motiflere gönderme yapılarak birinin rampada duran, diğerinin fırlatılmak üzere olan, üçüncüsünün de yükselen bir füzeyi sembolize ettiğine inanılıyor. Füze hareketlerinin herhangi bir bilimsel dayanağı yok ancak bu benzetmelerin böylesi bir astronomi merkezine oldukça yakıştığı çok açık. Yolunuz Kırşehir’e düşerse, Cacabey Camii’ni muhakkak ziyaret edin. Zira, döneminde astronomi merkezi olmuş başka bir cami görmeniz mümkün değil. Ayrıca yolunuz buraya güneş battıktan sonra düşerse bahçedeki havuza bakmayı ihmal etmeyin. Kim bilir belki siz de yüzyıllar önce burada yaşamış bir bilim insanı tarafından gözlemlenen o yıldızın aksini tekrar görebilirsiniz. Cacabey Camii’nin içinden ve dışından görüntüler ve kubbenin altındaki havuzu (sağ üstte). Views from the interior and from the outside of the Cacabey Mosque and its pool under the dome (top right). 48 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 particles, has a square layout and is completely built of stone. The mosque belongs to the group of medreses with two iwans i.e. with two vaulted rooms with one side open to a court, and closed courts. The masonry structure with two colours on the crown of the mosque is remarkable. The two columns facing each other in the main iwan are composed of superposed cones and spheres. There is no other example of this column style in the Anatolian Turkish art. There is a pool right under the big dome where the stars were observed. The reflections of the motions of the stars in the pool were daily taken note of and helped determine the stars’ positions one by one. Another genuine characteristic of Cacabey Mosque is that its minaret is built separate from the main structure. This configuration was purposefully chosen since the minaret was also used as an observation tower.And Cacabey’s tomb is right on the left side of the mosque. The tomb is reached through a staircase after crossing a hall inside the mosque. The gate is ornamented with white tiles and inscriptions and the window frames are decorated with stone carved ornaments. A polygonal dome coated with tiles inside covers the tomb. If you visit the mosque, you should definitely stop by the tomb of this science oriented Statesman. Columns compared to Rockets The mosque glitters in sunny weathers since blue glass particles were mixed in the mortar during its construction. Its courtyard is one of the most silent places of Kırşehir’s centre. Therefore, Cacabey Mosque offers an exquisite experience both for the eyes and the ears. No sound besides the sound of the water flowing from the fountain can disrupt the wholeness of time here. Cacabey Mosque’s minaret bears a unique aesthetic distinction that you cannot see at any other mosque, thanks to the glittering of its blue glass pieces. The stones set in circles around the bottom part of the minaret rise up towards its upper section by drawing zigzag formed motives. Another distinctive characteristic of the medrese are the three columns at its exterior façade. Two of them rise up from the corners and one from the middle of the façade, which the visitors liken to rockets. Looking at the different patterns at the bottom of each of the columns, people compare one of them to a rocket on a ramp, the other to a rocket about to be launched and the third one to a rocket rising up in the air. These imagined analogies are totally devoid of any scientific basis but certainly befit the spirit of this building which was an astronomy centre. If you drop by Kırşehir one day, make sure to visit the Cacabey Mosque since you will have no other opportunity to see a mosque which has served in its time as an astronomic observatory. And if you are still in the city after sunset, do not miss to see the pool in the garden. Look into the pool and who knows; maybe you will have a chance to capture the reflection of a star which was observed by an astronomer who worked here centuries ago. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 49 ŞEYLERİN TARİHİ history of things çay oldu! başlangıçta su vardı... içine bir yaprak düstü, 2 Pınar Arslan There was water in the beginning... A leaf fell in it, It became tea! Tea is the beverage that human beings consume the most following water…We cannot be without it at breakfast... When we feel cold, we say “Oh, I wish there was some tea now...” Tea is the best friend of “simit” (Turkish bagel); it is the indispensable ingredient of friendly chat sessions. You drink it hot, you drink it cold, and you drink it with lemon or with cloves. Tea is such a unique pleasure... 50 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 Çin’li bir Filozof der ki; “Çay dünyanın gürültüsünü unutmak için içilir.” Peki berrak suyla buluşup bize mutluluk veren bir tutam yaprak, nasıl olmuş da hayatımıza girmiştir? Çay dünyada bir bitki olarak 5000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Yaygın efsaneye göre büyük Çin İmparatoru Shen Nung’ın hizmetlilerinden biri bahçede su kaynatırken, bir yaprak kaynayan suyun içine düşer. Yaydığı koku imparatoru etkiler. Kokusunu beğenen imparator bu yaprağın tadını da denemek ister ve çay o gün bugündür insanoğlunun vazgeçilmez dostu haline gelir. Çayın ilk yudumlanışı çok eskilere MÖ 2737 yılına, Çin İmparatorluğu’na kadar dayanır. Çay konusunda ilk kapsamlı araştırma ise MS 733-804 yılları arasında yaşayan Lu Yu’ya aittir. “Çay Kitabı” adlı eserinde, çay hakkında; üretiminden tüketimine, sistemli ve kapsamlı bilgi vermektedir. Avrupa’nın bu gizemli tat ile buluşması 17. yüzyılda gerçekleşir. İngilizler, sağlık ve zindeliğin sunulduğu bu sıcak içeceği o kadar çok benimserler ki, bunu bir yaşam tarzı haline getirirler adeta... 18. yüzyılda da bugün dünyanın en büyük çay yetiştirilen bölgesi sayılan Assam ve Seylan Adası’nda çay bahçeleri oluşturulur. Üretilen bu çayları Avrupa’ya hızlı olarak taşımak için de, süratli yelkenliler yapılır. Türkiye’nin çayla tanışması 1787 tarihinde, Japonya’dan getirilen çay tohumlarının ekilmesiyle başlar. Bursa civarında gerçekleşen ilk ekim çalışmaları iklim şartlarının olumsuzluğu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanır. Ancak 1917 yılında, zamanın Halkalı Ziraat Mektebi Alisi müdür vekili ve botanikçi olan Ali Rıza Erten yapmış olduğu teknik çalışmalar sonucunda 16.02.1924 tarihinde Rize’de çay yetiştirilmesi için meclisten onay alır ve günümüz çay üretiminin temelleri bu şekilde atılmış olur. 1947’de kurulan ilk fabrika ile üretim hızlanır. Dünya üzerindeki tarihiyle kıyaslanınca Türkiye’nin çayla tanışmasının geç bir tarihe denk geldiği görülmektedir. Buna rağmen, Türk insanı, çayı çok sever ve günün her saatine, her mekanına taşır. Rasim Konyar & Shutterstock Sudan sonra insanoğlunun en çok tükettiği içecektir çay... Kahvaltıda onsuz yapamayız. Soğukta içimiz titrediğinde “ah bir sıcak çay olsa...” deriz. Simitin en yakın arkadaşı, dost sohbetlerinin vazgeçilmezidir. Sıcak, soğuk, limonlu, karanfilli... Bambaşka bir keyiftir çay... Rize’de çay bahçeleri. Rize tea gardens. Çay Bitkisi Çayın Latince adı, Camelia Sinensis’dir ve vatanı Yukarı Birmanya olarak kabul edilir. Buradan da kuzey doğuya ve güney batıya yabani olarak yayıldığı düşünülmektedir. Günümüze gelinceye kadar çayın başlıca çeşitleri olan Assam ve Çin çaylarından çok sayıda melez oluşturulmuştur. Bugün bilinmekte olan 1500 çeşit çay vardır. Çay kelimesinin kökeni Çay kelimesinin kökeni çayın anavatanı Çin’e dayanır. Mandarin lehçesindeki ç’a ve Amoy lehçesindeki t’e çayın iki farklı söyleniş şeklidir. Batı dünyasında çay isminin iki formu da kullanılır. Mandarin formu ilk defa 1559’de Portekiz’li tüccarlar tarafından kullanılmıştır. Bu tüccarlar sayeTÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 51 Karadeniz’in özgün çay sepetleri. The original tea baskets from the Black Sea Region ÇAY, HER DERDE DEVA then, that they made a national habit of sipping tea everywhere and at every hour of the day. sinde Mandarin lehçesindeki ç’a Rusça’ya (çai), Farsça’ya (ça), Arapça’ya (şay) şeklinde yerleşmiştir. Avrupa’da daha sonraları Hollanda’lı tüccarlar tarafından Amoy lehçesi yaygınlaştırılmıştır. Bu sayede çay Batı dillerinde Amoy lehçesindeki t’e kelimesinden türeyip, İngilizce’ye (tea), Fransızca’ya (the), İspanyolca’ya (te), Almanca’ya (tee) olarak yerleşmiştir. Doğu dillerinde ise Mandarin formu daha yaygındır. Hintçe (çay) ve Japonca (cha) bu formu kullanır. Rasim Konyar & Shutterstock • Kan dolaşımını kolaylaştırır, uyku halini giderir, konsantrasyonu artırır. • Yorgunluğu engeller. Bu özelliklerinden ötürü çay, ders çalışan veya sınavlara hazırlanan öğrencilerin uzun gecelerinin favori içeceğidir. • Depresyon problemlerine yardımcı olur ve huzur verici etkiye sahiptir. • Gergin bir cilt sağlar. • İdrarı temizler. • Vücudun direncine olumlu katkıda bulunur. • Kan artırıcıdır ve kandaki zehirli maddelerin çabuk atılmasını sağlar. • Tansiyonu düşürür. • Yeşil çay, C vitamini yönünden zengindir. • Çay, kalsiyum, fosfor asidi, kafein, bakır, potasyum, nikel, karotin, çinko, flüor, tanen ve magnezyum içerir. • Çay, damar sertliğini önler. • Vücudun hararetini düşürür. Bundan dolayı çay çöl ve kurak ortamlarda yaşayanlar tarafından çokça tüketilir. • İçeriğindeki antioksidan maddeler sayesinde zararlı maddelerin vücuttan uzaklaştırılmasında; akciğer, mide,bağırsak kanserlerinin önlenmesinde etkilidir. • Cilde yüzeysel olarak uygulandığında kaşıntı, egzama gibi cilt rahatsızlıklarına da iyi gelir. A Chinese philosopher says; “You drink tea to forget about the tumult of the world.” How then, could a wisp of leaves first meet with some clear water and then enter our lives to make us so happy? Tea has 5000 years of history as a plant on earth. According to the popular legend, a servant of the Great Chinese Emperor Shen Nung was boiling water in the garden and a leaf fell in the pot. The emperor was enchanted by its scent and was eager to taste the brew. Since that day, tea became an essential companion of humankind. The first sip of tea in history goes back to 2737 B.C., to the Celestial Empire era. Again, it took a Chinese man, Lu Yu who lived in the years 733-804 A.D. to complete the first comprehensive research on tea. In his work named the “Book of Tea” he provided broad and systematic information on tea from its production to its consumption. Europe’s first encounter with this magical infusion occurred in the 17th century. The English embraced this warm beverage so wholeheartedly as a source of vigour and wellness that they elevated tea onto their distinctive life style... In the 18th century, they established tea plantations in the Assam Province of India and on Ceylon Island, which are still today the world’s largest tea growing regions. And fast sailboats were constructed in order to transport the tea produced in Asia to Europe. Tea was introduced to Turkey in 1787, with tea seeds brought from Japan. The first attempt to plant tea domestically which took place around Bursa was unsuccessful because of the adversity of the climate in the area. However, following extensive research conducted in 1917 by Ali Rıza Erten, a botanist and the then Deputy Manager of the Halkalı Academy of Agriculture, plantation of tea in Eastern Black Sea region’s Rize area was approved by a parliamentary resolution on 16.02.1924; thus laying the foundations of today’s tea production in our country. The production gained momentum with the establishment of the first factory in 1947. Turkey’s first encounter with tea corresponds to a rather late stage in tea’s historic journey throughout the world. Nonetheless Turkish people are so fond of tea since 52 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 Türkiye’nin Çay keyfi Türkiye çay tarım alanlarının genişliği ve büyüklüğü bakımından üretici ülkeler arasında 6, kuru çay üretimi bakımından üretici ülkeler sıralamasında 5. ve yıllık kişi başına tüketim bakımından dünya ülkeleri arasında 4. sırada yer almaktadır. Bu sıralamalar da gösteriyor ki, çay bizler için gündelik hayatın bir parçasıdır. Nitekim, sabah kahvaltısından akşam misafirliği veya televizyon karşısında keyif saatlerine kadar günün her anında çay yanı başımızdadır. Diyorlar ya: “Çay kalabalığı sever, kahve yalnızlığı”. Nerede toplansak mutlaka ince belli bardakta tavşan kanı bir çay içeriz. Yemekten sonra, yorgunluğun üzerine, sohbetin yanında iyi gider. Buna rağmen, dünyada çay deyince neden akla Türkiye gelmez acaba? Belki de artık bu konuda adım atmanın, yabancı konukların yanlarında kahvenin yanı sıra “Türk çayı” götürecekleri bir markanın zamanı gelmiştir. Tea Plant The Latin for tea is Camelia Sinensis and its land of origin is regarded as Upper Burma. It is assumed that it spread from there as wild weed towards the northeast and southwest. Various cross-breeds have been generated since then, from the Assam and Chinese tea varieties which are the two main tea sorts. Currently there are around 1500 known types of tea. Origin of the word tea The origin of the word tea goes back to its homeland China. “Ç’a” (tch’a) in Mandarin dialect and “t’e” in Amoy dialect are two different ways of pronouncing tea in Chinese language. In the western world both pronunciations were adopted. First, Portuguese merchants became acquainted with the mandarin version in 1559 and passed it on. The Turkish word “çay” (tchay), the Russian word “çai” (tchai), the Persian word “ça” (tcha) and the Arabic word “şay” (shay) are inspired from the Mandarin pronunciation “ç’a”. Later on the Amoy pronunciation was transmitted to Europe by the Dutch merchants. Hence, in the Western languages, tea evolved from the word “t’e” in Amoy dialect into “tea” in English, “thé” in French, “té” in Spanish and “Tee” in German. Yet the Mandarin form is more common in the East as confirmed too by the Hindi word “chay” and the Japanese word “cha”. Turkey’s Tea Delight Turkey occupies the 6th rank among tea producing countries in terms of the size of its tea planted agricultural land, the 5th in terms of dry tea production and is the 4th country in the world in tea consumption per head. These rankings are testimony to the fact that tea is an essential part of everyday life in our country. Indeed tea accompanies us at every moment of the day, from breakfast to dinner, during house visits to friends or our relaxing time in front of the television. As they say: “Tea likes the crowd, coffee suits loneliness.” Wherever we gather it is a must that we have some bright red colour tea in our classical Turkish slender teacups. Tea goes well after meals in cozy chat with friends. In spite of all this, why is Turkey not the first country that comes to mind with regard to tea? Maybe it is time to take a step now and provide our foreign guests with a “Turkish tea brand” that they can take home along Turkish coffee. TEA, A PANACEA • Tea facilitates blood circulation, relieves sleepiness, and improves concentration. • Prevents fatigue. Because of these properties, tea is the favourite drink of students who are working long nights preparing for exams. • Helps Depression and has a soothing effect. • Provides a taut skin. • Cleans the urine. • Fosters the body’s immune system. • Tea is a blood enhancer and provides for the quick elimination of toxic substances from the blood. • Lowers blood pressure. • Green tea is rich in vitamin C. • Tea contains calcium, phosphorous acid, caffeine, copper, potassium, nickel, carotene, zinc, fluorine, tannin and magnesium. • Tea prevents arteriosclerosis. • Tea reduces body heat. Therefore, tea is consumed in great quantities by the inhabitants of deserts and arid environments. • Tea is effective in the elimination of harmful substances from the body and in the prevention of lung, stomach and intestinal cancers, thanks to its antioxidant ingredients. • When applied directly onto the skin surface, it heals skin conditions such as itching and eczema. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 53 NOT DEFTERİ notebook 2 Pınar Arslan Notaların Tarihi 54 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 Music covers almost our entire life no matter which type we like. Pop music that infiltrates our lives because it is “popular” as befits the name... Songs and ballads that are familiar to our heart as much as to our ears... Or classical music which has been venerated for centuries... In the Notebook of this issue, we share some interesting notes regarding music. • Gustav Mahler ortalama yüz dakika performans süresiyle senfoni tarihinin en uzun senfonisini yazdı. Senfoni no 3, doğaya övgü niteliğindedir ve 1893 -1896 yılları arasında bestelemiştir. • Gustav Mahler wrote music history’s longest symphony with an average performance time of a hundred minutes. The Third Symphony is a tribute to nature and was composed in the years 1893-1896. • Michael Jackson’ın Thriller albümü tüm zamanların en çok satan albümüdür. Albümün satış miktarıyla ilgili veriler çeşitli olsa da dünya çapında 50 ile 70 milyon kopya sattığı tahmin edilmektedir. Thriller’ı yaklaşık 40 milyon satan AC/DC albümü Back in Black izliyor. • Michael Jackson’s Thriller remains the top-selling album of all times. Although there are different numbers about the sales figures of the album, it is estimated that it roughly sold 50 to 70 million copies around the world. The second best-selling album following Thriller is Back in Black by AC / DC with 40 million copies. • Unutulmaz grup Beatles ise, çeşitli rekorlara sahip. Bunlardan biri, üç yılda tam 11 parçayla liste başı olmayı başarmaları. Bir başka rekorları ise, müziğin evrensel yanını vurguluyor. İngiliz müzik topluluğu Beatles, Amerikan radyolarında şarkısı en çok çalınan grup. O şarkı da elbette Beatles denince akla ilk gelen besteleri, “Yesterday”. • The unforgettable group Beatles is also the holder of various records. One of these is their staying at the top of music charts for a period of three years with 11 of their songs. Another record held by the Beatles is of a nature to emphasize the universal character of music. A particular tune by the British music band Beatles holds the title of the most played song on American radio stations. And this record-breaking song is of course ‘Yesterday’, the first tune remembered when you think of The Beatles. • Bir zamanlar radyo vardı. Portatif teypler, müzik setleri, onlarda çalınan plaklar vardı... Şimdiyse müzik deyince akla önce klip geliyor. Zamanımızın bir başka özelliği olan youtube sitesinde, en çok izlenen klip, Kore’den. Tahmin ettiniz! PSY imzalı “Gangnam Style” sitede 1 milyardan fazla izlendi. Ve milyar barajını aşan ilk (ve şimdilik tek) klip oldu. • Once there was radio... Portable cassette players, stereos and long plays... And in our days, video clips are the first thing coming to the fore in connection with music. The top video on YouTube, another feature of our times, is from Korea. Yes, you know it! “Gangnam Style” by PSY has been watched more than 1 billion times at this streaming service. It’s the first time any clip has surpassed that mark up to now. • Sıradaki notumuz ise, yine klasik müzik dünyasından. Ancak bu kez bambaşka bir özellikle: Çalmayan enstrümanlar, yani “sessizlik” ile! 4’33’; (Dört dakika otuz üç saniye veya bestecisinin deyişiyle dört otuz üç), John Cage tarafından 1952 yılında bestelendi. Üç bölümden oluşan müzik yapıtı, herhangi bir enstrüman (veya enstrüman grubu) için yazılmış. Ancak partisyonda müzisyenlerin üç bölüm boyunca enstrümanlarını hiç “çalmamaları” gerektiği belirtilmektedir. Yapıt genellikle “dört dakika otuz üç saniye sessizlik” olarak algılansa da, aslında süresi boyunca dinleyicisinin çevreden aldığı seslerden oluşmaktadır. John Cage bu bestesiyle sessizliğin müziğin bir öğesi olduğu mesajını vermek istediğini söylemiştir. • Beethoven, Mozart ve daha niceleri, Avrupa sanatına yön vermiş besteciler Türk kültüründen etkilendiler. Bunlardan bir tanesi de Beethoven’ın tekrar gündeme gelen eseri “Atina Harabeleri”... Beethoven bu eserinde “Chor der Derwische” yani “Derviş’lerin Korosu” bölümünde Mevlevi tekkelerinde söylenen makamsal ezgileri müziğinde ustaca kullanmıştır. Beethoven solda ve Liszt’in büstleri. Bust of Beethoven (left) and bust of Liszt. History of Musical Notes • Franz Liszt 1840 -1847 yılları arasında çıktığı turnede İrlanda’dan Türkiye’ye, Portekiz’den Rusya’ya kadar pek çok yeri dolaştı. 18 Haziran 1847’de Padişah Abdülmecit’e Dolmabahçe Sarayı’nda bir konser de verdi. • And our next note is again from the classical music world. However this time with an utterly different specification: Instruments that are not played, that is: “silence”! 4’33” (four minutes and thirty three seconds or four thirty three as the composer prefers) was composed by John Cage in 1952. This musical opus consists of three parts written for any kind of instrument or group of instruments. It is stated in the partition that the musicians should precisely refrain from playing their instruments throughout the three parts. Although this piece of music is essentially perceived as ‘silence for four minutes and thirty three seconds’, it actually consists of the surrounding sounds audible to the public in the concert hall during the non-performance. John Cage said that with this composition, he wanted to give the message that silence is also a component of music. Shutterstock & Wikipedia Hangi türünü seversek sevelim, müzik, hayatımızın neredeyse tamamını kaplıyor. Adı üstünde “popüler” olduğu için hayatımıza sızan pop müzik... Kulaklarımız kadar yüreğimizin de aşina olduğu türküler, şarkılar... Ya da yüzyıllardır baş tacı edilen klasik müzik... Not Defteri’nde bu sayı, müziğin ilginç notlarını paylaşıyoruz. Michael Jackson (solda), John Cage (ortada) ve 1964, Beatles’in New York Havaalanı’nda karşılanışı. Michael Jackson (left), John Cage (centre), and the greeting of the Beatles at New York airport in 1964. • Beethoven, Mozart and other composers who dominated European musical art were influenced by Turkish music culture. This fact is illustrated, among other, by Beethoven’s “The Ruins of Athens, Opus 113” which was recently put once again on the agenda. In this composition’s “Chor der Derwische” (Chorus of the Dervishes) section, Beethoven skilfully used the modal melodic elements which were part of the music performed at Mevlevi dervishes’ lodges. • Within his journeys throughout Europe during the years 1840-1847, Franz Liszt visited many places from Ireland to Portugal and from Russia to Turkey. On June 18, 1847, he gave a concert for the Ottoman Sultan Abdülmecit at the Dolmabahçe Palace. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 55 TÜRSAB TÜRSAB visit to Athens h a b e r le r... The TÜRSAB delegation participating at the General Assembly of the Hellenic Association of Travel and Tourist Agencies (HATTA) in Athens paid a visit to Dimitris Avromopoulos, the Minister of Foreign Affairs of Greece. TÜRSAB’dan Atina ziyareti Yunanistan Seyahat Acentaları Birliği Genel Kurulu sebebiyle Atina’ya giden TÜRSAB heyeti, Yunanistan Dışişleri Bakanı Dimitris Avromopoulos’a makamında bir ziyaret gerçekleştirdi TÜRSAB heyeti, 27 Mart 2013 tarihinde Yunanistan Seyahat Acentaları Birliği (HATTA) Genel Kurulu vesilesiyle Atina’daydı. Yunanistan’ın başkentinde gerçekleşen kurula TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, Alman Seyahat Acentaları Birliği (DRV) Başkanı Jürgen Büchy, Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu, TÜRSAB II. Başkanı Firuz Bağlıkaya, TÜRSAB Yönetim Kurulu Üyesi Ertuğrul Karaoğlu, THY Atina Müdürü Gülay Öztürk ve TÜRSAB Kurumsal İlişkiler Departmanı’ndan Gülberk Aşyapar katıldı. HATTA Başkanı George Telonis ile Türkiye -Yunanistan arasındaki turizm ilişkilerinin halihazırdaki durumu ve turizm ilişkilerini artırmaya yönelik atılması gereken adımların konuşulduğu Genel Kurulda, TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy bir konuşma gerçekleştirdi. Genel Kurul sonrasında; TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy ve beraberindeki TÜRSAB Heyeti ile Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu; Yunanistan Dışişleri Bakanı Dimitris Avromopoulos’a makamında bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyarette, iki ülke arasındaki işbirliğinin geliştirilmesine ilişkin olarak, ortak destinasyon paketlerinin hazırlanması, vize alımlarının kolaylaştırılmasına yönelik yapılan çalışmalar konusunda fikir alışverişinde bulunuldu. Ayrıca Büyükelçi Kerim Uras makamında ziyaret edildi. TÜRSAB Arşivi The TÜRSAB delegation was in the Athens on 27 March 2013 on the occasion of the Hellenic Association of Travel and Tourist Agencies’ (HATTA) General Assembly. Başaran Ulusoy, President of TÜRSAB; Jürgen Büchy, President of the German Association of Travel and Tourist Agencies (DRV); Hamdi Topçu, Chairman of the Executive Board of Turkish Airlines (THY); TÜRSAB Vice-President Firuz Bağlıkaya; Ertuğrul Karaoğlu, TÜRSAB Executive Board Member; THY Athens Office Manager Gülay Öztürk and Gülberk Aşyapar from the TÜRSAB Corporate Relations Department attended the general assembly held in the Greek capital. TÜRSAB President Başaran Ulusoy gave a speech at the assembly and discussed the current situation of Turkish-Greek tourism relations with HATTA President George Telonis. After the General Assembly, TÜRSAB President Başaran Ulusoy, the TÜRSAB delegation accompanying him and Chairman of the Executive Board of Turkish Airlines Hamdi Topçu visited the Minister of Foreign Affairs of Greece Dimitris Avromopoulos in his office. The preparation of common destination packages, smoothing of visa procedures and further ways and means of promoting collaboration between the two countries were the topics tackled during the visit. A visit was also paid at his office to Kerim Uras, the Ambassador of Turkey in Athens. Minister Bağış hosted a reception in honour of the “All Arts Istanbul” Fair Bakan Bağış, “All Arts İstanbul” onuruna kokteyl verdi Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, “All Arts İstanbul” katılımcıları onuruna kokteyl verdi. Bakanlığının Ortaköy’deki ofisinin bahçesinde verilen kokteylde konuşan Bağış, İstanbul’un, bütün dünya sanat çevrelerinin yakından takip ettiği bir sanat merkezi haline geldiğini söyledi. İstanbul’un, Bizans’ın ve Osmanlı’nın başkentliğinden sonra spor ve kültür başkentlikleri de yaptığını söyleyen Bağış, “Böyle bir şehrin sanatta, ifade özgürlüğünün en önemli platformunda zaten dünyanın yıldızı olması gerekirdi ancak geçmişte ülkemizde tabular, yasaklar vardı. Bu tabular kendisini en çok sanatta hissettirirdi” dedi. Bağış, Türkiye’nin son 10 yılda geçirdiği demokratikleşme, şeffaflaşma ve öz güvenini yeniden kazanma sürecinin şehri yeniden sanat merkezi haline getirdiğini anlattı. Bakan Bağış, sadece sanat merkezi olmakla kalmayan İstanbul’un, ticarette, sosyal ve kültürel faaliyetlerde, politikada, barışta da bir merkez haline geldiğini vurguladı. Bağış, bu gelişmelerin İstanbul’da “All Arts İstanbul” gibi bir fuarın gerçekleşmesini sağladığını aktararak, bakanlık olarak bu fuara sponsor olmaktan onur duyduklarını, Türkiye’nin sanatta geliştiği sürece AB yolunda da ilerlediğini, AB yolunda ilerleyebilmek için demokrasinin güçlenmesi gerektiğini vurguladı. İstanbul Kongre Merkezi’nde açılan “All Arts İstanbul” fuarı, Türk ve Osmanlı geleneksel sanatlarından modern sanata 260 sanatçı ve 880 sanat eserini bir araya getirdi. Fausto Zonaro, “Dömeke Savaşı” tual üzerine yağlıboya (sol üstte). Hikmet Karabulut, “Kayıp Şehrin Çocukları, tual üzerine yağlıboya (sağ üstte). All Arts İstanbul’un açılış davetinde Egemen Bağış, All Arts Istanbul Genel Koordinatörü Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman ve davetliler (aşağıda). Fausto Zonaro, “Battle of Dömeke (Domokos)” oil on canvas (top left), Hikmet Karabulut, “The Children of the Lost City”, oil on canvas (top right). Minister Egemen Bağış, “All Arts Istanbul” General Coordinator Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman and guests at the “All Arts Istanbul” fair opening ceremony reception (below). Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen Bağış hosted a reception in honour of the participants of the ‘All Arts Istanbul’ international art fair. Egemen Bağış gave a speech at the event held at the garden of his Ministry’s Ortaköy office and stressed that Istanbul became a centre closely followed by all the artistic circles in the world. Stating that Istanbul, the historic capital of the Byzantine and Ottoman Empires, nowadays functions as a hub for culture and sports, Egemen Bağış added: “Such a city should naturally shine as a world star in the field of arts, which constitutes the primary platform of the freedom of expression. However, the taboos and bans we had in the past were an obstacle on this way. And these taboos affected particularly the domain of arts.” Bağış explained that, in the last 10 years, growing democracy and transparency helped Turkey regain self-confidence and contributed to the development of Istanbul as a centre for the arts. Minister Bağış emphasized that Istanbul is not only a centre for the arts, but also a turning point in terms of commercial, social and cultural activities, politics and peace. Bağış stated that these developments paved the way for a fair such as ‘All Arts Istanbul’ to take place in this city, and that they were proud to be the sponsor for this important event. He underlined that as long as Turkey continued to progress in the field of arts and culture it also made strides on its path towards the EU; stressing that strengthening of democracy was necessary in order to progress on the road to EU accession. The ‘All Arts Istanbul’ fair held at the Istanbul Congress Centre brought 260 artists and 880 artworks together, encompassing a vast array of branches extending from Turkish and Ottoman traditional arts to the productions of the modern and contemporary art world. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 57 TÜRSAB Arşivi TÜRSAB TÜRSAB Slovenya’da h a b e r le r... TÜRSAB in Slovenia Kosova gezisi Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği heyeti, 28-30 Mart tarihleri arasında Kosova Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve THY işbirliğiyle Kosova’ya bir inceleme gezisi düzenledi. Gezide iki ülkenin turizm potansiyelini artırmayı amaçlayan çeşitli görüşmeler yapıldı ve olumlu sonuçlar elde edildi. TÜRSAB heyeti gezide, Priştine Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği’ne giderek Kosova Türkiye Ticaret Odası yetkilileri ile bir araya geldi. Kosova Türkiye Ticaret Odası Başkanı Suat Albayrak ve Kosova Ticaret ve Sanayi Bakanlığı Başkan Yardımcısı Cüneyd Ustaibo’nun ev sahipliğinde gerçekleşen toplantıda, Türk turizmciler Kosova’nın ekonomik verileri hakkında bilgi alırken, turizm alanında yapılması gereken çalışmalara ilişkin görüşlerini Kosovalı meslektaşları ile paylaştı. Kosovo Trip A delegation of the Association of Turkish Travel Agencies (TÜRSAB) carried out a study visit to Kosovo on March 28-30, organized under the collaboration of the Kosovo Ministry of Industry and Commerce and Turkish Airlines. During the visit, talks were held between the two sides to review the ways and means of developing both countries’ tourism potential and yielded positive results. The TÜRSAB delegation paid a visit to the Commercial Counsellor’s Office of the Turkish Embassy in Prishtina, where they met the officials of the Kosovo-Turkey Chamber of Commerce. At the meeting hosted by the Kosovo-Turkey Chamber of Commerce Chairman Suat Albayrak and Cüneyd Ustaibo from the Kosovo Ministry of Industry and Commerce, the TÜRSAB delegation was briefed on Kosovo’s economical figures and shared their views on the methods to develop tourism with their Kosovan colleagues. Ekvador’la kahvaltıda buluştuk Ekvador Cumhuriyeti Büyükelçiliği, PRO ECUADOR-İhracat ve Yatırım Teşvik Enstitüsü’nün Türkiye’deki Ticaret Ofisi ve Ekvador’un İstanbul Fahri Başkonsolosluğu olarak TÜRSAB ve DEİK’in katkılarıyla 20 Mart’ta, Conrad Hilton Otel-İstanbul’da “Ekvador Turizm Kahvaltısı” gerçekleştirildi. Toplantıda, Ekvador Ankara Büyükelçisi Augusto Saa ve TÜRSAB Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Sinan Haliç birer konuşma yaptı. Söz konusu etkinliğe; TÜRSAB’ı temsilen Kurumsal İlişkiler Direktörü Ela Atakan ve Kurumsal İlişkiler Departmanı’ndan Berna Akar da katıldı. We met Ecuador at breakfast An ‘Ecuador Tourism Breakfast’ was organized on 20th March 2013 at the premises of Istanbul-Conrad Hotel, by the Embassy of the Republic of Ecuador in Ankara, the Trade Office in Turkey of the Ecuadorian Institution for Export and Investment Incentives-PRO ECUADOR- and the Honorary Consulate of Ecuador in Istanbul, with the support of TÜRSAB and DEİK. Augusto Saa, the Ambassador of Ecuador in Ankara and Sinan Haliç, TÜRSAB Board Member and Treasurer gave speeches at the meeting. Eda Atakan, TÜRSAB Corporate Relations Director and Berna Akar from the Corporate Relations Department were also present at this event. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği ve Slovenya A study tour to Slovenia was organized on Turizm yetkililerinin katkılarıyla 26-28 Şubat ta- February 26-28 under the cooperation of rihleri arasında bir inceleme gezisi düzenlendi. TÜRSAB and the Slovenian tourism authoriTürk turizmciler, Slovenya’nın sağlık, termal ve ties. The Turkish tourism professionals had a spor turizmi ile gastronomiye dönük çalışmala- chance to take a close account of Slovenia’s rını yakından inceleme fırsatı buldu. İnceleme potential in terms of health, thermal and sports’ tourism as well as gastronomy. Veli gezisine TÜRSAB Disiplin Kurulu Başkanı Veli Terzi, Chairman of TÜRSAB Disciplinary Terzi, TÜRSAB Asya BYK Başkanı ve Sağlık Council; Nezih Üçkardeşler, Chairman of the Komitesi Üyesi Nezih Üçkardeşler, TÜRSAB TÜRSAB Regional Board for Asia and Member Kurumsal İlişkiler Bölümü’nden Gülberk Aşya- of the Health Committee; Gülberk Aşyapar, par ile çeşitli acenta ve tur operatörü firmaların from TÜRSAB Corporate Relations Department yetkililer katıldı. and various agencies and tour operators parTÜRSAB heyeti Slovenya’nın özellikle sağlık ticipated in this study tour. turizmi alanındaki çalışmalarını inceledi. SloThe TÜRSAB delegation focused particularly venyalı meslektaşlarıyla Başkent Ljubljana’da on Slovenia’s endeavours in the field of health bir araya gelen Türkiyeli acenta temsilcileri tourism. The agency representatives from TurSlovenya Turizm Ofisi Yöneticisi Karmen key met their Slovenian colleagues at the capiNovarlic’ten ülkenin turizme dönük çalışmala- tal Ljubljana where they were briefed by Ms. rı, ziyaretçi profili ve odaklandıkları pazarları Karmen Novarlic, Head of the Slovenian Tourist Board on the country’s tourism activities, öğrenme fırsatı buldu. Slovenya’nın başkenti tourist profiles and their targeted markets. The Ljubljana’da Türk Büyükelçiliği’ni de ziyaret Turkish group also visited the Turkish Embassy eden Türk kafilesi, Büyükelçi Serra Kaleli ile akşam yemeğinde bir araya geldi. Türk turizm- in Ljubljana and met Ambassador Serra Kaleli ciler Slovenya’nın ekonomik, kültürel ve sosyal at a dinner. Ambassador Kaleli briefed them in yaşamı hakkında Büyükelçi’den detaylı bilgiler detail on the economic, cultural and social life in Slovenia as well. Turkish Airlines (THY) Ljualdı. Düzenlenen yemekte THY Ljubljana bljana Office Manager Ayhan Öztürk informed Müdürü Ayhan Öztürk de bölgede yürüttükthe agency representatives on THY’s presence leri çalışmalar hakkında acente yetkililerini in the region. bilgilendirdi. Türkler Almanya’yı tercih etti Almanya Federal İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, 2012 yılında Almanya Türk yolcularının en çok tercih ettikleri ülke oldu. Alman Turizm Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Petra Hedorfer, Four Seasons Otel’de yaptığı basın toplantısında Almanya Federal İstatistik Kurumu’nun 2012 yılında Almanya’da turizme ilişkin, turist ve konaklama rakamlarını açıkladı. Turizm acentaları temsilcilerinin de katıldığı toplantıda konuşan Hedorfer, Türkiye’den gelen konukların toplam konaklama hacminin son 10 yıl içinde gözle görünür şekilde artığını belirtti. Hedorfer, Türkiye’den gelen yolcuların 2002’den 2011 yılına kadar yüzde 59 arttığını söyledi. Hedorfer, “2012 yılında Türkiye’den iş, tatil ve arkadaş-akraba ziyareti amaçlı 1,8 milyon insan Almanya’ya seyahat etti” dedi. Türkiye’den Almanya’ya giden turistlerin yüzde 56’sı tatil, yüzde 15’i ailelerini ve akrabalarını ziyaret etmek ve yüzde 29’u da iş amaçlı olarak Almanya’yı ziyaret ediyor. Türk tatilciler Almanya’da ortalama 8-9 gece geçiriyor ve günde 106 Avro harcıyor. Almanya’da konaklayan Türklerin en sevdikleri bölgeler yüzde 22,6’yla Bavyera ve yüzde 20,6’yla Kuzey-Ren Westfalya Bölgeleri. En sevilen kentlerin başında ise Berlin, Münih ve Frankfurt geliyor. Turks prefer Germany Brezilya ve Fas Başkonsolosları’nı ağırladık 25 Mart 2013 tarihinde İstanbul Brezilya Başkonsolosu Luiz Henrique Pereira De Fonseca TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’u öğle yemeği vesilesiyle Genel Merkez Binası’nda ziyaret etti. TÜRSAB Genel Sekreteri Günnur Özalp, TÜRSAB Yönetim Kurulu üyesi Ertuğrul Karaoğlu ve TÜRSAB Kurumsal İlişkiler Departmanı’ndan Gülberk Aşyapar’ın da katıldığı görüşmede iki ülke arasındaki turizm ilişkilerinin durumu ve işbirliğini artırmaya yönelik atılması gereken adımlar konuşuldu. Fas Başkonsolosu Mohammed Sbihi, TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’a 20 Mart tarihinde bir ziyaret gerçekleştirdi. TÜRSAB Genel Merkezi’nde gerçekleşen ziyarette Türkiye ve Fas arasında; turizm alanında işbirliği olanakları görüşüldü. We hosted the Consuls General of Brazil and Morocco The Consul General of Brazil in Istanbul, Luiz Henrique Pereira de Fonseca was hosted at a luncheon by our President Başaran Ulusoy on 25 March 2013 at TÜRSAB Headquarters. Günnur Özalp, Secretary General of TÜRSAB, Ertuğrul Karaoğlu, Member of the Board of TÜRSAB and Gülberk Aşyapar from the TÜRSAB Corporate Relations Department also attended the meeting at which were tackled the current status of the touristic relations between the two countries and the steps to be taken to develop these relations. The Consul General of Morocco in Istanbul, Mohammed Sbihi paid a visit to TÜRSAB President Başaran Ulusoy on the 20th of March. Opportunities for cooperation between Turkey and Morocco in the area of tourism were discussed at the meeting held at TÜRSAB Headquarters. Germany was the most preferred country by Turkish travellers in 2012, according to the data of the German Federal Statistical Office. Petra Hedorfer, Executive Director of the German National Tourist Board (GNTB) announced Germany’s inbound travel, tourism and accommodation figures for the year 2012, based on the data provided by the German Federal Statistical Office, at a press briefing held at the Four Seasons Hotel. At the meeting where representatives from the tourism agencies were present, Hedorfer stated that the total volume of accommodation of visitors from Turkey in Germany increased visibly in the last 10 years. Hedorfer stated that the number of travellers from Turkey increased by 59% from 2002 to 2011. Hedorfer said, “1, 8 million people travelled to Germany from Turkey in 2012 for touristic or business purposes or to visit their family and friends.” 56% of the tourists from Turkey to Germany visit the country for vacation, 15% to see their families and 29% for business. The Turkish vacationers spend 8-9 nights on the average in Germany and spend daily 106 Euros. The most favoured regions by Turkish visitors in Germany are Bavaria with 22, 6% and North-Rhine Westphalia with 20, 6%. And their most popular urban destinations are Berlin, Munich and Frankfurt. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 59 EXPO sürecinde yapılacak yatırımlar ve yaratılacak yeni istihdam olanakları kentin ekonomik gücünü artırıyor. Bunun, Antalya’yı şimdiden önemli ölçüde etkilediğini, olumlu anlamda değiştirdiğini söylemek mümkün. Kente gelen ziyaretçilerin ulaşımını kolaylaştırmak adına yapılacak ulaşım ve altyapı yatırımları Antalya halkının yaşam kalitesinin yükselmesini sağlayacak, yaşam standartları yakalanacak. Antalya, “EXPO Ev Sahibi Kent” olarak bir “Dünya Kenti”ne dönüşecek, uluslararası alanda tanınırlığı artacak. Hali hazırda 500 bin yatak kapasitesi bulunan Antalya’ya yapılacak yeni konaklama yatırımları ile de şehrin turizm ve kongre alanında yeterliliği bir kez daha kanıtlanmış olacak. Antalya’nın cazibe merkezine dönüşmesiyle birlikte kentsel dönüşüm projeleri de hızlanacak. EXPO alanında EXPO Tepesi, EXPO Ormanı, EXPO Kulesi ve EXPO Göleti yer alacak; çocukların iyi vakit geçirmeleri için oyun parkları ve çocuk bahçeleri yapılacak. Alanda restoran, alışveriş merkezi, tarım müzesi ve kongre merkezinin yanı sıra bir amfi tiyatro da bulunacak. Türkiye ilk EXPO deneyimini 2016 yılında Antalya’da yaşayacak. Dünyanın dört bir yanından profesyonellerin katılacağı EXPO için geri sayım başlarken, kentte bu büyük organizasyona yönelik çalışmalar hız kazandı. Latince kökenli “Exposition” sözcüğünün kısaltması olan EXPO, “Uluslararası Sergi” ya da “Dünya Sergisi” anlamına geliyor. EXPO’ları onaylamaya yetkili uluslararası iki kurum olan BIE (International Exhibitions Bureau) ve AIPH (Uluslararası Bahçe Bitkileri Üreticileri Birliği) Antalya’nın başvurusunu değerlendirip onayladı. Onayın ardındansa 2016 yılında Antalya’da yapılacak olan Evrensel Botanik Sergisi etkinliklerinin planlanması, düzenlenmesi ve yönetilmesi ile ilgili olarak “EXPO 2016 Antalya Kanunu” yayımlandı ve organizasyona yönelik faaliyetleri yürütmek üzere “EXPO 2016 Antalya Ajansı” kuruldu. İşte şimdi tüm bu ekipler, yaklaşık üç yıl sonra düzenlenecek etkinlik için çalışmalara başladı. Dünyanın en önemli organizasyonlarından biri olan “EXPO 2016 Antalya” 112 hektarlık alanda altı ay boyunca açık kalacak. EXPO 2016’ya 100’den fazla ülke ile 30 uluslararası kuruluşun katılımı bekleniyor. Hedeflenen yerli ve yabancı turist sayısı ise 8 milyon. Ulusal ve uluslararası kongrelerin, panellerin, toplantıların ve seminerlerin organize edileceği “EXPO 2016 Antalya” kapsamında ayrıca kültürel ve sanatsal etkinlikler de ziyaretçilerle buluşacak. Düzenleneceği Nisan‐Ekim 2016 tarihlerinden sonra da açık kalacak olan Botanik EXPO sadece Antalya’ya değil, çevre illere ve ülke genelindeki turizm ve ticaretin gelişmesine de büyük katkı sağlayacak. Olimpiyatlar ve Dünya Futbol Şampiyonaları gibi önemli organizasyonlardan biri olan EXPO, ülkelerin tanıtımında çok önemli bir yer tutuyor. İlk olarak 1851’de Londra’da başlayan EXPO’lar ülkelerin bir araya gelip iş yapması için de eşsiz bir fırsat. IN ANTALYA IN 2016… Turkey will go through its first EXPO experience in 2016 in Antalya. As the countdown started for the EXPO which will be attended by professionals from all over the world, the preparations in the city towards this big organization sped up. EXPO is an abbreviation for the word ‘Exposition’ of Latin etymology and stands for ‘International Exhibition’ or ‘World Exhibition’. The two international institutions authorized to approve EXPO’s; the BIE (Bureau International des Expositions-International Exhibitions Bureau) and AIPH/ IAHP (International Association of Horticultural Producers) have evaluated and approved Antalya’s application. Following the approval, an ‘EXPO 2016 Antalya Legislation’ regarding the planning, organization and management of the ‘Universal Botanical Exhibition’ was adopted and entered into force; and an ‘EXPO 2016 Antalya Agency’ was established in this framework in order to conduct and coordinate the work related to the organization. And all the teams in charge have already started their work for this event to take place in three years. One of the world’s major organizations, ‘EXPO 2016 Antalya’ will remain open for six months on a 112 hectare area. It is expected that more than 100 countries and 30 international organizations will participate at EXPO 2016. A total number of 8 million domestic and foreign visitors are targeted. Numerous cultural and artistic activities and performances will be offered to the visitors in addition to the various international and national conventions, panels, meetings and seminars which will be organized during ‘EXPO 2016 Antalya’. The ‘Botanical EXPO’ which will remain open even after the end of the April-October 2016 EXPO period, will contribute to the promotion and development of trade and tourism not only in Antalya but also in its peripheral provinces as well as in the country as a whole. EXPO being one of the major events of the world like the Olympic Games and the World Football Championship plays a significant role in the promotion and publicity of the host country. Since the first EXPO that took place in London in 1851, this universal platform provides a unique opportunity for the countries of the world to gather and engage into collaboration for lofty ideals. The investments made within the organization process of the EXPO foster the city’s economical power and create new job opportunities. It is possible to say that it already had a considerable impact on Antalya and brought about many positive developments at the city. The investments aimed at infrastructure projects and the improvement of the transportation system for the benefit of the EXPO visitors will eventually contribute to the improvement of the quality of life of the local populations; and thus a higher living standard will be attained in Antalya. As “EXPO Hosting City”, Antalya will be transformed into a “World City” gaining international visibility and recognition. The new investments in the area of the accommodation sector will increase the current total bed capacity of 500 thousand and reconfirm and reinforce Antalya’s already existing competence in the field of tourism and conventions. Antalya becoming a centre of attraction, urban renewal and transformation projects will accelerate. There will be an EXPO Hill, an EXPO Forest, an EXPO Tower and an EXPO Pond in the EXPO area; and also gardens and playgrounds for children will be created. The EXPO area will also include a shopping mall, restaurants, a museum of agriculture, a convention and congress centre and an amphitheatre as well. EXPO Notları • EXPO’lar tarihte popüler hale geldikçe gözlemleyici ve denetleyiciye ihtiyaç duyuldu ve gündeme Uluslararası Sergiler Bürosu (Bureau International des Expositions) geldi. Merkezi Paris’te bulunan BIE’ye 2012 yılı itibariyle kayıtlı üye ülke sayısı 161. • EXPO’lar, küresel çapta bilgi birikimini daha yaşanılır bir dünya için bir araya getiren organizasyonlar olarak ön plana çıktı. Ürünlerden çok fikirler, kültürler ve dünyanın geleceği için projeler sergileniyor. •EXPO’nun en önemli özelliklerinden biri, teması. Geniş bir kapsama sahip olan temaların, tüm insanlığı ilgilendirmesi ve evrensel nitelikte olması gerekiyor. • Telefon ilk kez 1876 yılında Philadelphia EXPO’sunda; mikrofon ilk kez 1878 yılında Paris EXPO’sunda; faks makinesi ilk kez 1904 yılında Saint-Louis EXPO’sunda ve televizyon ilk kez 1939 New York EXPO’sunda sergilendi. EXPO, 2010’da Şanghay’da 5.28 kilometre karelik bir alanda düzenlendi. Bu etkinliğe toplam 73 milyon ziyaretçi geldi. 2015’te ise EXPO’nun ev sahipliğini Milano yapacak. EXPO notes: Wikipedia Rasim Konyar One of the most important organizations of the world, the “EXPO” will be held in Antalya in 2016 with “Flowers and Children” as its theme and; “A Greener World for the Next Generation”, as its main idea. The countdown has started for Turkey’s first EXPO; “EXPO 2016 Antalya”. Which gains does EXPO bring in? • As EXPO’s started becoming popular in history, observers and auditors were needed and the Bureau International des Expositions (BIE) was established. As of today, 161 countries are registered members of the Paris based BIE. • EXPO’s came into prominence as organizations aimed at piecing together global knowledge for the purpose of converting the world into a better place to live. At the EXPO’s, cultures, ideas and projects concerning the future of the world enjoy priority as exhibition objects over commercial products. • EXPO’s are mainly characterized by their theme. The EXPO themes are expected to be far-reaching, comprehensive, and relevant to all humankind and of universal character. • Telephone was first presented to the public at the Philadelphia EXPO in1876, microphone at the Paris EXPO in 1878, fax machine technology at the Saint-Louis EXPO in 1904 and television at the New York EXPO in 1939. EXPO 2010 was organized in Shanghai on a 5.28 square kilometre area. In total, 73 million people visited that EXPO. The ‘EXPO 2015’ will be hosted by Milano. Theme: Flowers and Children Tema: Çiçek ve Çocuk Çocuklar insanlığın umudu, ortak geleceğidir. Çiçekler ise insanoğlunun estetik ihtiyaçlarının karşılığı... Çiçekler renkleriyle, kokularıyla, desenleriyle, doğal denge içerisinde aldıkları önemli rollerle insanlık için son derece önemlidir. Çiçekler, insanlığın kültür mirasına da biyolojik hayatına da değer katar. “EXPO 2016 Antalya”, temasını iki değerli ve anlamlı varlık olan “Çiçek ve Çocuk” olarak belirledi. “EXPO 2016 Antalya” ile birlikte çocuklar, çiçekler ve tüm dünya için yepyeni bir gelecek Antalya’da yeşerecek. Çiçeklerin güzel kokusu, çocukların cıvıl cıvıl sesi daha yeşil bir dünya umuduyla Antalya’dan yükselecek. Children are the hope and common future of humanity. And flowers are the answer to the aesthetic needs of the humans… Flowers are very important to humans with their colours, their scent, shapes and the role they play in the ecological balance. Flowers contribute both to biological life and the human cultural heritage. ‘EXPO 2016 Antalya’ has determined its double theme as ‘Flowers and Children’, two very valuable and meaningful beings. With ‘EXPO 2016 Antalya’, dedicated to children and flowers, a quite new future for children, flowers and the whole world will germinate and begin to flourish in Antalya. The beautiful scent of the flowers and the cheerful sound of the children will rise from Antalya in hopes of a greener world. EXPO Arşivi EXPO ne kazandırıyor? Dünyanın en önemli organizasyonlarından biri olan “EXPO 2016 Antalya”, “Çiçek ve Çocuk” teması ve “Gelecek Nesiller için Yeşil Bir Dünya” anafikriyle düzenlenecek. Türkiye’nin ilk EXPO’su olan EXPO 2016 Antalya için geri sayım başladı. h a b e r le r... EXPO 2016’da Antalya’da... TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 61 117 uçaklık dev alım Yılın havayolu Air Transport News dergisi, uluslararası hava yolu şirketlerinin büyümesini baz alarak yaptığı değerlendirme sonucunda yılın “En İyi Hava Yolu” şirketi ödülüne (2013 Air Transport News Awards) Türk Hava Yolları’nı layık gördü. Montreal’de düzenlenen törende ödülü Türk Hava Yolları Genel Müdürü Doç. Dr. Temel Kotil aldı. Aynı değerlendirmede TAV, “En İyi Havaalanı İşletmesi”, Çelebi de “En İyi Yer Hizmetleri İşletmesi” seçildi. Gerçekleştirdiği büyüme rakamlarıyla dünyanın önemli havayolu şirketleri arasına giren Türk Hava Yolları, önemli bir karara daha imza atıp Türk sivil havacılık tarihinin en büyük uçak alım kararını verdi. Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu’nun aldığı karar, Airbus’tan 25 adet A321, 4 adet A320neo, 53 adet A321neo ve 35 adet A321neo opsiyonunu içeren 117 uçak alımını kapsıyor. Böylece Türk Hava Yolları’nın sahip olduğu uçak sayısı, 2015-2020 yılları arasında katılacak ve kira süresi sonunda çıkacak uçaklarla kargo uçakları dâhil 375’i bulacak ve ortalama 6,6 olan filo yaşı da yeni uçakların filoya katılımıyla 5’e düşecek. h a b e r le r... Dünyada en fazla ülkeye uçan ve dünyanın en büyük 4. uçuş ağına sahip hava yolu şirketi Türk Hava Yolları, uçuş noktalarını artırıyor. 2012 yılında 34 yeni hat açan Türk Hava Yolları, 2013 yılında da tam 33 yeni uçuş noktası planlıyor. Bu kapsamda Amerika Birleşik Devletleri’nde sefer yaptığı Chicago, New York, Los Angeles ve Washington, D.C.’nin ardından 5. nokta olarak da Houston’a 1 Nisan’da ilk seferini gerçekleştirdi. Houston seferleri haftada 4 frekans olarak yapılıyor. İstanbul-Akabe (AQJ)-İstanbul seferleri de haftada 3 frekans olarak, 3 Nisan 2013 tarihinde başladı. Ayrıca 25 Nisan 2013 tarihinde İstanbul-Kuala Lumpur(KUL)-İstanbul seferleri haftada 3 frekans olarak hizmete girdi. Bu seferler, 17 Haziran 2013 tarihi itibariyle 4 frekans olarak gerçekleştirilecek. Airline of the Year Giant Purchase of 117 Planes Turkish Airlines which developed into one of the leading airlines of the world with the growth figures it achieved put its signature yet under another important decision, namely the biggest plane purchase in Turkish civil aviation history. According to the decision by the Turkish Airlines Board of Directors, a total of 117 planes will be purchased from Airbus, including 25 A321’s, 4 A320neo’s, 53 A321neo’s and 35 A321neo options. Thus, the number of aircrafts of Turkish Airlines will add up to 375 altogether with the cargo planes and the additions to be made in the years 2015-2020, minus the planes that will leave at the end of the rental period. The average fleet age which is 6.6 years will drop to 5 years with the newcomers. Türkiye’de havacılık sektörü Oxford Economics’in hazırladığı rapora göre; havacılık sektörünün Türkiye’nin GSMH’sına katkısı 10,4 milyar TL’yi buluyor. Bu da toplam hasılatın yüzde 1,1’ine tekabül ediyor. Havacılık sektörü, Türkiye’de 204 bin kişilik istihdam sağladığı gibi yılda 946 milyon TL’lik vergi ödemesiyle de Türkiye ekonomisine katkıda bulunuyor. Birçok şirketin kayıp yaşadığı yıllardan sonra sektör artık kendini yenilemekte ve bunun sonucu olarak bu katkının daha da artması beklenmektedir. Göstergesel olarak, havacılık sektörünün tedarik zincirlerini oluşturan dolaylı kanalların vergilendirilmesiyle 819 milyon TL; hem havacılık sektörünün kendi harcamaları hem de tedarik zincirinin harcamalarıyla desteklenen faaliyetlerin vergilendirilmesi yoluyla teşvik edilen kanallardan da 375 milyon TL olmak üzere toplamda 1,2 milyar TL ilave kamu geliri elde edilebileceği tahmin edilmektedir. Aviation Industry in Turkey According to the report prepared by Oxford Economics, the contribution of the aviation industry to Turkey’s GNP reaches up to 10.4 billion TL. And this corresponds to 1.1% of the total national revenue. The aviation sector generates employment for 204 thousand people per year and contributes to the Turkish economy with 946 million TL paid tax. After the years during which many companies experienced losses, the industry is now renewing itself and is expecting even further growth. Indicatively, it is estimated that a total of 1.2 billion TL additional public revenue can be secured, consisting of 819 million TL through the taxation of the indirect channels composing the supply chain of the aviation sector and 375 million TL taxes from both the aviation sector’s direct spending and from the taxation of further activities supported through the supply chain spending. Air Transport News Magazine deemed Turkish Airlines worthy of the “Best Airline” award (2013 Air Transport News Awards) in their ratings based on the growth of international airline companies. Turkish Airlines General Manager Assoc. Prof. Dr. Temel Kotil received the award at a ceremony held in Montreal. TAV Airports Holding Co. was selected the “Best Airport Operations Company” and Çelebi Holding the “Best Ground Handling Company” in the same rating. Avis Budget İLE KÜRESEL İŞBİRLİĞİ Türkiye’nin lider araç kiralama şirketi Otokoç Otomotiv, dünyanın öncü araç kiralama şirketi Avis Budget Group ile dünyanın en çok ülkesine uçan havayolu şirketi Türk Hava Yolları, yurt içi ve yurt dışı uçuş noktalarında çözüm ortaklığı için global ve özel anlaşma imzaladı. Global Cooperation with Avis Budget Turkey’s leading Rent-a-car Company Otokoç Automotive and the Avis-Budget Group, the world’s leading rent-a-car company, signed with Turkish Airlines, the airline company flying to the greatest number of countries in the world, a special and global agreement for solution partnership at local and foreign flight destinations. THY Arşivi, Shutterstock THY Yeni destinasyonlar New destinations Turkish Airlines, the airline company flying to the greatest number of countries in the world and owner of the 4th biggest flight network, is further expanding with new flight destinations. Turkish Airlines has launched 34 new lines in 2012 and is planning to launch 33 new flight destinations in 2013. In this respect, the first flight to Houston was effectuated on the 1st of April as the 5th destination to the U.S.A. following Chicago, New York, Los Angeles and Washington D.C. Houston flights will be operated in 4 frequencies per week. And Istanbul-Aqaba (AQJ)-Istanbul flights took start on the 3rd of April 2013 with 3 frequencies per week. Moreover, Istanbul-Kuala Lumpur (KUL)-Istanbul flights began on 25th April 2013 as 3 times a week. These flights will be operated as 4 weekly frequencies from 17 June 2013 on. VIRGIN AMERICA ile İŞBİRLİĞİ Shutterstock Türk Hava Yolları, Amerika’nın önde gelen havayolu şirketi Virgin America ile İkili Interline Trafik (Yolcu) ve Özel Prorasyon (SPA) anlaşmaları imzalayarak uluslararası işbirliklerine bir yenisini daha ekledi. Bu işbirliğiyle Amerika’ya seyahat eden yolcularımıza başta Los Angeles’tan San Francisco, Portland, Seattle, Dallas Fort Worth, Cancun olmak üzere 31 noktaya Virgin America seferleri ile bağlantı imkanı sunuluyor. Yeni kaptanlar uçmaya hazır Türk Hava Yolları Uçuş Eğitim Akademisi yeni mezunlarını verdi. 18 aylık eğitimlerini tamamlayan gökyüzünün 85 yeni kaptanı için 21 Mart’ta bir mezuniyet töreni düzenlendi. Böylece Akademi’de yetiştirilen toplam pilot sayısı 176’ya ulaştı. Mezun olan kaptanlar, uçuşlarını gerçekleştirecekleri uçak tipleriyle ilgili gerekli eğitimleri de tamamlayarak Türk Hava Yolları A.O. uçakları ile göklerdeki yerlerini alıyorlar. COLLABORATION WITH VIRGIN AMERICA Turkish Airlines added another one to its international partners by signing a Dual Interline Traffic (Passenger) and Special Proration (SPA) agreements with Virgin America, one of the leading airlines of the U.S. This cooperation will provide Turkish Airlines passengers flying to the United States, connections via Virgin America flights to 31 destinations. These will include in particular, San Francisco, Portland, Seattle, Dallas Fort North and Cancun in Mexico, with departs from Los Angeles. ITB Berlin Fuarı 188 ülkeden, turizm alanında faaliyet gösteren 10 bin 86 şirketin katıldığı ITB (Uluslararası Turizm Borsası) Berlin 2013 Fuarı’na, Türk Hava Yolları 190 metrekarelik özel standıyla katıldı. Türk Hava Yolları standı bu yıl da hem dizayn hem de içerik olarak beğeni topladı. ITB Kongre bölümüne özel davetle katılan Türk Hava Yolları Genel Müdürü Doç. Dr. Temel Kotil, kalabalık bir izleyici kitlesine, havacılığın geleceği ve Türk Hava Yolları’nın gelişim sürecini anlattığı bir sunum yaptı. Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu ve İcra Komitesi Başkanı Hamdi Topçu. Hamdi Topçu , Chairman of Turkish Airlines Board of Directors and Executive Committee. ITB Berlin Tourism Fair Turkish Airlines took part, with a special stand of 190 square meters, at the ITB (International Tourism Exchange) Berlin 2013 Fair at which 10 thousand 86 tourism companies from 188 countries participated. The Turkish Airlines stand earned acclaim once again this year both in terms of design and contents. Turkish Airlines General Manager Assoc. Prof. Dr. Temel Kotil was the special guest at the ITB Congress where he made a presentation to a large audience regarding the future of civil aviation and the development process of his airline company. New captains are ready to fly The Turkish Airlines Flight Training Academy had its new graduates. A graduation ceremony was held for the 85 new captains of the skies who have completed their 18 months training on the 21st of March. Thus, the total number of pilots trained at the academy reached 176. After graduation the captains complete their trainings on the actual aircraft types that they will fly and take their pilot seats on the Turkish Airlines airplanes. TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 63 ORPHEUS MOZAİĞİ AİT OLDUĞU TOPRAKLARA GERİ DÖNDÜ ORHEUS MOSAIC RETURNED TO ITS OWN LAND İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ’NDE SERGİLENİYOR IS EXHIBITED IN İSTANBUL ARCHAEOLOGICAL MUSEUMS Ana Sponsor / Main Sponsor
Similar documents
art-sanat - İstanbul Üniversitesi
Islamic World Science Citation Center (ISC), the Türk Eğitim Index (TEI). Art-Sanat is a International Academic Refereed E-Journal that Published Twice a Year.
More informationSarp Akkaya ile Oyunculuk Üzerine Keyifli Bir Röportaj
BASKI VE C‹LT / PRINTING PRESS A4ofset Matbaacılık San. Ve Tic. Ltd. Şti. Otosanayi Sitesi, Yeşilce Mah., Donanma Sok. No:16 Kağıthane – İstanbul Tel: 0212 281 64 48 Yay›n Türü 3 ayl›k, süreli, yer...
More informationdergi - Türsab
Osman Hamdi Bey Yokuşu Sultanahmet İstanbul • Tel: 212 520 77 40 - 41 • www.istanbularkeoloji.gov.tr
More information27.arkeometr‹ sonuçları toplantısı
kabulü ile uyumludur (Bernor, 1984). Miyo-Pliyosen sınırı ortam ve faunada sıcak ılıman mevsimsel iklimlerden daha soğuk ılıman ortamlara olan bir değişime işaret eder (Bernor ve diğerleri, 1996). ...
More information