Cacabey Camii

Transcription

Cacabey Camii
TÜRSAB
DERGİ
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği Association of Turkish Travel Agencies NİSAN 2013 APRIL 334
Cacabey
Camii
Cacabey Mosque
Karabük 76 yaşında
Karabük is 76 Years Old
Dolmabahçe Camii
The Dolmabahçe Mosque
SINOP
kuzeyli güzel
A NORTHERN BEAUTY
Ayasofya
Türbeleri
Hagia Sophia Tombs
TÜRSAB’ın
Saray Terzisinin Evinden
Armada Pera’ya
From Court Tailor’s
House to Armada Pera
Atina ve Cenova
Temasları
TÜRSAB’s contacts in
Athens and Genoa
Dünya'nın
seyahatini planlıyoruz!
- www.muze.gov.tr - www. muzekart.com
Dünya çapında 230,000 ve üstü Otel ve Konaklama
tesisi
• Günlük güncellenen fiyat ve uygun tesis seçenekleri
• Anında indirim / komisyon imkanı
• Rezervasyon Teknolojisi : BiletBank Online Hotel
25.000 şehir ve 175’den fazla ülkede bağımsız 550 ad.
bölgesel ve uluslararası oto kiralama firmasının seçeneklerini Şehir merkezi ve havalimanlarında en uygun koşullarla 29 dilde siz değerli İş Ortaklarımızın kullanımına
sunuyoruz.
?
başka bir arzunuz
bir “tık” yeter!
CALL CENTER DESTEĞİ
444 0 830
Üyelik için: basvuru@biletbank.com
www.istedanismanlik.com
Özel Müzeler, Tiyatrolar, Operalar, Etkinlikler ve daha neler neler...
online
ARTISI ÇOK
• 5.900.000 Sorunsuz İşlem, 2.550.000 PNR,
• 48 kişilik Bilet Çözüm Merkezi Personelimiz ile
7/24/365 gün hizmetinizdeyiz.
• Gerçek On-Line İptal ve İade imkanı,
• Hak edişlerinizi Biletleme ve diğer hizmetlerde
kullanabilme imkanı,
• İç hat uçuşlarda PNR yönlendirme (QUEP) imkanı,
• Uluslararası Charter uçuşlarını aynı Bilet Sorgu
ekranında görüntüleme ve biletleme imkanı,
online
online
BiletBank On-Line Bilet 5 yıldır hizmetinizde,
Sayı 334
Nisan 2013
Issue 334
2013 April
TÜRSAB
TÜRK‹YE SEYAHAT ACENTALARI B‹RL‹⁄‹
taraf›ndan ayl›k olarak yay›nlan›r
Published monthly by
ASSOCIATION OF TURKISH TRAVEL AGENCIES
ISSN 1300-3364
Kuzeyli Güzel SİNOP
A Northern Beauty SİNOP
Cenova
Genoa
‹çindekiler
Contents
Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü
Managing Editor
Feyyaz YALÇIN
TÜRSAB ad›na Yay›n Koordinatörü
Publication Coordinator on behalf of TÜRSAB
Arzu ÇENG‹L
12
Beyoğlu’nun kardeş şehri: Cenova
Sister city of Beyoğlu: Genoa
Yayın Kurulu
Editorial Board
Başaran ULUSOY, Arzu ÇENGİL,
Hümeyra ÖZALP KONYAR,
Ayşim ALPMAN, Özgür AÇIKBAŞ
17
Saray terzisinin evinden Armada Pera’ya
From court tailor’s house to Armada Pera
28
Karabük 76 yaşında!
Karabük is 76 years old!
Görsel ve Editoryal Yönetim
Visual and Editorial Management
Hümeyra ÖZALP KONYAR
ARMADA PERA
ARMADA PERA
Dolmabahçe Camii
Dolmabahçe Mosque
Çeviri
Translation
Duygu GÜNKUT
Hagia Sophia Tombs
And Tarabya re-opens
Haber ve Görsel Koordinasyon
News and Visual Coordination
Özgür AÇIKBAŞ
Grafik Uygulama
Graphical Implementation
Semih BÜYÜKKURT
36
Ayasofya Türbeleri
42
Ve Tarabya yeniden açıldı
Turizmde “Barış”
TÜRSAB ad›na Sahibi
Owner on behalf of TÜRSAB
Başaran ULUSOY
4
Kuzeyli güzel Sinop
A Northern beauty Sinop
22
Dolmabahçe Camii
Dolmabahçe Mosque
Yerel Süreli Yay›n
Local Periodical
Ayasofya Türbeleri
Hagia Sophia Tombs
The Grand Tarabya
The Grand Tarabya
Baskı
Printing
STAR Medya Yayıncılık A.Ş.
Bask› Tarihi
Print Date
Nisan/April 2013
46
Cacabey Camii
TÜRSAB
Tel: (0.212) 259 84 04
Faks: (0.212) 259 06 56
Esentepe Mah. Villa Cad. No: 7
Şişli-İstanbul/Türkiye
www.tursab.org.tr
e-mail:tursab@tursab.org.tr
Cacabey Mosque
50
Şeylerin tarihi
History of things
54
Not defteri
Notebook
56
TÜRSAB Haberler
TÜRSAB News
Karabük 76 yaşında!
Karabük is 76 years old!
Cacabey Camii
Cacabey Mosque
TÜRSAB DERG‹, Bas›n Konseyi üyesi olup, Bas›n
Meslek ‹lkeleri’ne uymaya söz vermiştir. TÜRSAB
DERG‹’de yay›nlanan yaz› ve fotoğraflardan kaynak
gösterilmeden al›nt› yap›lamaz.
TÜRSAB MAGAZINE is a member of the Turkish Press
Council and has resolved to abide by the Press Code of
Ethics. None of the articles and photographs published
in the TÜRSAB MAGAZINE maybe quoted without
mentioning of resource.
Başaran Ulusoy
TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkan›
The President of TÜRSAB
Nisan sonunda 37. kez Turizm
Haftası’nı kutladık. Her ilde ve hatta
hemen her büyük ilçede etkinlikler
düzenlendi. Yeni bir sezona girilirken
yapılanlar, eksikler ve projeler ele
alındı.
Ancak bu hafta, kutlanmaya başlandığı 1977 yılından bu yana anlamını da
içeriğini de yeniledi. Her şeyden önce
“hafta” sözcüğü yetmemeye başladı.
Türkiye, turizmin bütün bir yıl boyunca
ve yılın her gününde hatırlanıp hazırlanılacak bir ülke projesi olduğunu
anladı.
Turizmde yeni hedefler kondu. Ana
destinasyonların dışında Karadeniz
gibi, Doğu Anadolu gibi yeni destinasyonlar özendirildi. Alternatif turizm
dalları güçlendirildi. Örneğin sağlık
turizmi gibi bir alanda çok önemli
mesafe katedildi.
Olağanüstü tabiatı, kültür varlıkları ve
insan potansiyeli ile Türkiye, bununla
da yetinmeyecek. Hedeflerini daha da
büyütecek.
Bu açıdan, “barış süreci” ülke için
olduğu gibi sektörümüz için de büyük
önem taşıyor. Barış, daha çok misafiri
kucaklamak ve onlara yepyeni destinasyonlar sunmak demek.
Diyarbakır’ın tarihi surları... Güzelliğiyle büyüleyen Van’ın Akdamar
Adası ve daha niceleri.
Umarım barış sonunda gelir ve bu
toprakları bir daha hiç terketmez...
Peace in Tourism
We have celebrated the Tourism Week for the 37th time at the end of
April. Activities were held all over Turkey in all the provinces as well
as most of the major townships. It was an occasion to review our
achievements, shortcomings and our new projects at the threshold of
a new season.
In any case, tourism week has renewed itself to a great extent both in
meaning and content, since 1977 when it was first celebrated. First of
all, the term “week” is not adequate anymore… Turkey realized that
tourism was a national project that should be constantly kept in mind
and strived for throughout the year, each and every day. New tourism
targets were set. New destinations like the Black Sea and Eastern
Anatolia were promoted next to the main destinations. Alternative
tourism branches were bolstered. For example, a good distance was
covered in an important area such as health tourism.
Turkey will not declare itself satisfied with its past achievements in
the field of tourism. It will rather continue to scale up its objectives
always higher, thanks to its extraordinary natural environment,
cultural heritage and human potential.
In this respect, the “peace process” is of great importance to our
industry as well as for the country. In terms of tourism, peace means
welcoming more guests and offering them a whole new set of destinations.
The historical city walls of Diyarbakır… Lake Van’s Akdamar Island
with its stunning beauty and many more.
I hope peace will finally be achieved and never leave these lands
anymore…
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 3
kuzeyli güzel
SİNOP
Türkiye’nin en
kuzey ucu olan
İnceburun’la, filozof
Diyojen’le, limanı
ve aslında bir kale
olarak yapılan
cezaeviyle ünlü
Sinop, baharda bir
Ege kasabasını
andırıyor.
2 Elif Türkölmez
 Rasim Konyar
4
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 5
Sinop bir doğa harikası. Karadeniz’in
lacivertinin, yeşilin bin bir tonuyla
kucaklaştığı, telaşsız, ferah, insana zamanı
unutturacak kadar güzel bir kent. Ama bu
güzelliklerinden önce bahsetmemiz gereken
çok önemli birkaç şey var. Sinop, Türkiye’de
çok az kente nasip olacak “marka”lara sahip.
Bir kere ünlü filozof Diyojen, hani şu bir isteği
olup olmadığını soran Büyük İskender’e, “Gölge
etme başka ihsan istemem” diyen, Kinik felsefesinin
kurucusu düşünür Sinoplu. Sonra, Türkiye’nin en
ünlü şarkılarından biri olan “Aldırma Gönül” Sinop’ta
yazılmış. Sabahattin Ali’nin 1933 yılında Sinop Cezaevi’nde
kalırken yazdığı “Başın öne eğilmesin/ Aldırma gönül aldırma/
Ağladığın duyulmasın/ Aldırma gönül aldırma” sözleri bugün
tüm Türkiye’nin ezbere bildiği bir şarkı. Sinop ayrıca “Türkiye’nin en kuzey
ucu olma” gibi çok akılda kalıcı bir özelliğe sahip. Yani bu kent doğal
güzelliklerine, tarihine, mimarisine bakmadan bile çok özellikli bir şehir.
Gelin şimdi biraz tarihine bakalım.
Adını “su perisi”nden almış
Roma, Bizans, Selçuklu, Candaroğulları ve Osmanlılar tarafından liman ve
askeri üs olarak kullanılan Sinop’un adının nereden geldiği konusunda,
çoğu mitolojiyle harmanlanmış çeşitli hikayeler var. Yaygın bir söylentiye
göre, Yunan mitolojisindeki Irmak tanrısı Aisopos’un güzel kızının adı
“Sinope” imiş. Baş tanrı Zeus Sinope’ye aşık olmuş. Kızın isteği üzerine
de onu Karadeniz’in en güzel yerine, yani bugünkü Sinop’un bulunduğu
yere yerleştirmiş ve “Sinope” adı zamanla “Sinop”a dönüşmüş. Hititler’den
kalma bazı tabletlerde ise burası Hititçe “Sinova” olarak gösteriliyor. Ta o
zamanlarda bile buralara kadar ticaret yapmaya gelen savaşçı tüccarlar, yani
Asurlular, ise buraya kendi ay tanrıları olan “Sin”in adını vermişler. Başka
bir bilgiye göreyse bu bölgeye ilk yerleşen denizcilerin dilindeki isminin
“Sinavur” olduğu belirtiliyor. Sinop ile Samsun’da yaşamış olan Amazonlar’ın
“Sinope” adında bir kraliçelerinin bulunduğu ve şehre onun adının verildiği
de söyleniyor. Yani Sinop isminin nereden geldiğine dair rivayet çok. Ancak
hepsi de birbirinden güzel ve burada yaşayan halk için hepsinin önemi ayrı.
Medeniyetler gözdesi
Sinop çok önemli bir liman kenti. Dolayısıyla tarihin her döneminde gözde
6
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
A Northern Beauty SİNOP
Sinop reminds of Aegean towns in springtime. The city owes its
renown to its port, its notorious prison originally built as a castle, the
famous philosopher Diogenes and Turkey’s northern most tip, the cape
called Inceburun.
Sinop is a wonder of nature. This is such a beautiful city that one loses track of time
here due to the navy blue colour of the Black sea embracing the thousands of tones
of green in the peaceful spacious environment. However, there are more important
points to talk about before we come to the beauty. Sinop has ‘”trademarks” which
only a few cities in Turkey possess. First of all, the famous philosopher Diogenes
known as the father of cynicism is from Sinop. When Alexander the Great, thrilled
to meet the famous philosopher, asked if there was any favour he might do for him,
Diogenes replied, “Yes, stand out of my sunlight, I need no other favour.” Secondly,
‘Aldırma Gönül’ (Don’t worry my heart), one of the most popular Turkish songs was
written in Sinop. Poet Sabahattin Ali was at the Sinop prison when he wrote these
lines in 1933: “Don’t bow down your head with grief and shame my heart/ Let it
pass, let it pass / Don’t let others hear you crying / Let it pass, let it pass.” These
lines are known by heart all over Turkey. Moreover, Sinop is “the country’s northern
most extremity” which is a catchy characteristic for the city to be remembered. Thus,
the city stands out even regardless of its natural beauty, its history and architecture.
Now let’s have a look at the history.
Sinop got its name from a Nereid
The city was used as a port and military base by Rome, Byzantium, the Seljuks, the
Jandarid (Candaroğulları) Principality and the Ottomans. There are various stories about
the etymology of the name Sinop. According to Greek mythology, the God of the rivers
Aisopos had a beautiful daughter named ‘Sinope’. Zeus, the head of all gods, fell in love
with Sinope. He settled her, in accordance with her wish, at the most beautiful corner of
the Black Sea, the region where Sinop is situated today. Thus, the place was named after
Sinope, in time turned into Sinop. On some Hittite tablets the region is referred to as
‘Sinova’. The warrior merchant Assyrians who came all the way here for trade purposes,
named the region after their own God of Moon ‘Sin’. According to another version, the
first residents of the region were a seafaring clan and they called this place ‘Sinavur’.
Yet another rumour has it that the Amazons who lived around Sinop and Samsun had
a queen named ‘Sinope’ and they named the city after her. As you see, there are many
legends regarding the origin of the name Sinop. However each of these stories is more
beautiful than the other and dear to the heart of the people living here.
bir kent olmuş burası. Antik Çağ’dan bu yana
parlak ve yoğun bir ticari ve kültürel yaşantıya
sahip olan Sinop, bu niteliğini Doğu Roma
İmparatorluğu, Büyük Selçuklu İmparatorluğu,
Candaroğulları ve Osmanlı İmparatorluğu
yönetimlerinde de sürdürmüş, ayrıca kale ve
tersanesi ile bölgenin en önemli askeri üslerinden
biri olmuş. Sinop, MÖ 70 yılında Romalılar’ın, MS
395 yılında Bizanslılar’ın, 3 Ekim 1214 tarihinde
Selçuklular’ın, 1461 yılında Osmanlılar’ın
hakimiyetine girmiş.
Ancak bu güzel kentteki ilk yerleşimin izlerine
baktığımızda Tunç Çağı’na kadar geriye gidiyoruz.
MÖ 7. yüzyılda bir Helen Kolonisi olarak kurulan
Sinop, Antik Çağ’da ise Karadeniz’in en önemli
kenti oluyor. Helenistik Dönem’de Anadolu’nun
yerli kültürleriyle, Helenistik ve Pers kültürlerini
birleştirmek isteyen Pontus Devleti’nin başkenti
Amasya’dan sonra Sinop’a taşınıyor. Bizans
Dönemi’nde yöre Ortodoks Hristiyanlığı’nın
etkisiyle dilde ve kültürde Helenleşiyor.
Sinop’un genel görüntüsü, Saat Kulesi, Gerze sahili ve
İnce Burun Feneri.
General view of Sinop, the Clock Tower, Gerze Coast and
Inceburun Lighthouse.
Hüzünlü ve etkileyici: Tarihi Sinop Cezaevi
Refik Halit Karay, Burhan Felek, Kerim Korcan
ve Zekeriya Sertel gibi birçok tanınmış kişi
vaktiyle burada kalmış. Bu tabi, mekanın insanı
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 7
the local Anatolian cultures with the Hellenistic and
Persian cultures. During the Byzantine era, the area
was fully hellenized in terms of language and culture
under the impact of Orthodox Christianity.
hüzünlendiren kısmı. Ancak, artık kapalı olan ve
müze olarak kullanılan Sinop Cezaevi aslında bir
kale. Kalenin ilk halini Sinop’un yerli halkı olan
Gaşkalılar inşa etmiş. Daha sonra Grek, Roma,
Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar devrinde yapı
büyütülmüş. Sinop Kalesi, yüksekçe tepeden
denize bakıyor ve Sabahattin Ali’nin çok
güzel tarif ettiği gibi “deli dalgalar duvarlarını
yalıyor”. 1970’de cezaevi olmaktan çıkarılarak
Kültür Bakanlığı’na devredilen kaleyi gezerek
tarihe tanıklık edebilirsiniz. Oldukça etkileyici
bir mimariye sahip olan kale hakkında bakın
Evliya Çelebi ne demiş: “Büyük ve korkunç bir
kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları,
kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin
Impressive and sombre: the Historical
Sinop Prison
A number of well-known writers and personalities such
as Refik Halit Karay, Burhan Felek, Kerim Korcan
and Zekeriya Sertel were imprisoned here in the past.
Of course, this is the sombre face of this place. The
facility currently closed was originally a castle which
nowadays hosts a museum. It was first built by the
local Sinop tribe, the Kaskas. Later on it was extended
during the Greek, Roman, Byzantine, Seljuk and Ottoman periods. The Sinop Castle overlooks the sea from a
high hill and as Sabahattin Ali described so beautifully;
“mad waves lick the castle walls”. In 1970 its use as
a prison ended and it was taken over by the Ministry
of Culture and Tourism. It is now possible to tour the
castle-museum to witness history. Let’s see what Evliya
Çelebi had to say on this castle awe-inspiring with its
imposing architecture: “It is a huge and formidable
castle. It has 300 iron gates guarded by giant guards.
Many fierce criminals with moustaches so long as
to hang 10 men from are tied to the iron fences. The
guards watch like dragons from its towers. God forbid,
let alone to overlook the escape of a prisoner, they
would not even allow a bird to fly from here…”
Sinop Cezaevi, Erfelek Şelalesi ve Filozof Diyojen’in
heykeli.
Sinop Prison, Erfelek Cascade and the statue of the philosopher
Diogenes.
bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları
vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi
dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkûm kaçırtmak
değil, kuş bile uçurtmazlar…”
Doğal plajlar, fiyortları andıran koylar…
Sinop harika doğal plajlara, koylara sahip. Doğal
plajları seyrederek ya da hava güzelse denize
girerek sahilde ilerlerseniz nefis manzarasıyla Ak
Liman’a varıyorsunuz. Buradan ilerleyerek de
Hamsilos Fiyordu da denilen Hamsilos Koyu’na
ulaşıyorsunuz.
Sinop’ta görmeniz gereken güzelliklerden biri
de şelaleler ve mağaralar. Küçüklü büyüklü 28
şelaleden oluşan Tatlıca Çağlayanı ve Ayancık’taki
mağaraları gezi listenize muhakkak alın. Ancak
Sinop’a gittiğinizde görmeden dönmemeniz
gereken en önemli yer tabi İnceburun. Türkiye’nin
en kuzey ucunda olduğunuzu hissederek güneşi
tam burada batırın. Paha biçilmez güzellikte, eşsiz
bir deneyim yaşamış olacaksınız.
8
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
Coveted by all Civilizations
Sinop is a very important seaport. Therefore it has
always been popular in every period of history. Sinop
had a rich and lively commercial and cultural life since
the Antique Age. It maintained its glory while it was
under the sovereignty of the East Roman Empire, The
Great Seljuk Empire, the Jandarid Principality and
the Ottoman Empire. It has also been one of the most
important military bases in the region throughout history owing to its castle and dockyard. Sinop was captured by the Romans in 70 B.C., by the Byzantines in
395 A.D., came under Seljuk sovereignty on 3rd October
1214 and was finally conquered by the Ottomans in
1461.
The early settlements at this beautiful city are even
dated to the Bronze Age, based on the first marks of
civilization in the area. Sinop which was established
as a Greek colony in the 7th century B.C. grew into the
most important city of the Black Sea in the Antique Age.
In the Hellenistic period, the Pontus Empire moved its
capital from Amasya to Sinop with a view to merging
Natural beaches, bays like fjords…
Sinop has wonderful natural beaches
and bays. When you move along
the coastline watching the natural
beaches or have a swim if the
weather is nice, you will reach
Akliman which has a stunning
view. Proceeding on from
here, you will reach Hamsilos
Bay which is also known as
Hamsilos Fjord. Other beauties that you should see in
Sinop are the waterfalls
and the caves. Tatlıca
Falls consisting of 28 big
and small cascades and
the caves in Ayancık should
definitely be on your list to
visit. Of course, another
important place to see
in Sinop that you
should not miss is
İnceburun. Enjoy
the sunset there,
realizing that you
are on Turkey’s
northern most
edge... You will
have a priceless
and unique experience.
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
Bir Daimler markası
İşinizle ilgili gelişmeler sizin için önemliyse,
yenilenen Sprinter de ilginizi çekecek.
Ticarette vizyon sahibi olanlara güzel bir haberimiz var. Sprinter yenilendi. Motor gücü 163 beygire çıkarken,
%6‘ya varan yakıt tasarrufu sağlayan BlueEFFICIENCY teknolojisi geldi. ECO start/stop fonksiyonu eklendi,
sürücü* ve yolcu koltuklarının** konforu artırıldı. Ve şimdi sizi Mercedes-Benz Türk bayilerinde bekliyor.
%0 faiz
Alaaddin Camii, Boyabat Kalesi ve
Boyabat’ın tarihi evlerinden bir örnek.
Alâeddin Mosque an old house in Boyabat
and the Boyabat Castle.
37. TURİZM HAFTASI GERÇEKLEŞTİRİLDİ
37th TOURISM WEEK (16 - 22 April 2013)
Turizm konusunda farkındalığı artırmak, iç turizmi canlandırmak ve halkın turizm hareketlerine katılımını sağlamak
amacıyla düzenlenen “Turizm Haftası” bu yıl da 81 ildeki
çeşitli etkinliklerle kutlandı. Diğer illerde olduğu gibi
Sinop da bu özel hafta nedeniyle renkli gösterilere sahne
oldu. Açılış töreninde konuşan Sinop İl Kültür ve Turizm
Müdürü Hikmet Tosun Valiliğin önderliğinde gelişen
projeleri tanıtarak, şu sözlere yer verdi:
“Ulusal ölçekte turizm pastasından yeterli payı alabilmek
için yöreler ve bölgeler arasında yoğun bir tanıtım
rekabeti yaşanmaktadır. Turizm bilincini kavramış,
tanıtımda organize olmuş, etkili tanıtım yapan ve müşteri
memnuniyetini ve markalaşmayı hedef seçen illerimiz
başarılı olmaktadır.
İlimizin Dünya Kültür Miras Listesine alınması ve Dünya Mirasının ortak izleri
olan antik değerlerin turizm ekonomisine kazandırılması noktasında; Balatlar
Kilisesi kazısı, Kale ve Surların restorasyonu, Kültür Merkezi’nin Sinop’a kazandırılması ve 9.2 milyon euro’luk AB Kültür Eksenli Kentsel Projeleriyle Sinop’un
ufkunu açacak bir kültür ve turizm kenti olmanın içinin doldurulmasındaki
çalışmalarımız hız kesmeden devam etmektedir.”
The “Tourism Week” organized with the aim of increasing the awareness regarding tourism,
reviving domestic tourism and encouraging public participation into tourism activities has
been celebrated in 81 provinces this year with various activities. In this framework, like the
other provinces Sinop was the stage of many colourful shows and activities.
In his opening speech, Sinop Province Culture and Tourism Director Hikmet Tosun referred
to the projects carried out under the guidance of the Governor’s Office:
“An intensive competition at national scale between the cities and the regions is underway to receive their adequate share from the tourism pie. In this competition the successful provinces are those which, by grasping the importance of tourism for the economy,
organized their promotions, started efficient advertising and targeted customer satisfaction
and branding. In fact, Sinop is involved in a series of endeavours aimed at the inclusion
of our city into the UNESCO World Heritage List. The excavations at Balatlar Church,
the restoration of the castle and city
walls, the establishment of a Cultural
Centre in Sinop and the EU supported
9,2 million euro earmarked urban
projects continue at full speed. Those
are as many undertakings with a view
to integrating traces of ancient civilizations which are part of mankind’s
common legacy into the tourism
economy.”
10 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
www.mercedes-benz.com.tr
www.facebook.com/mercedesbenzticari
* Standart Paket‘te körüklü, Eco Paket‘te konfor tipi koltuk sunulmaktadır.
** Eco Paket için geçerlidir.
∑ %0 faiz kampanyası 2012 modellerde 48.000 TL‘ ye kadar 24 aya varan vadelerle Mercedes-Benz
yıldızım kasko ürünüyle geçerlidir. 2013 model araçlarda Mercedes-Benz yıldızım kasko ürünüyle
%0,49, Mercedes-Benz yıldızım kasko ürünü olmadan %0,59 sabit faiz oranları geçerlidir.
∑ Dosya masrafı başvuru sırasında talep edilecek olup, ödeme planına dahil edilmemiştir.
Kişisel müşteri tipi olması durumunda KKDF eklenerek faiz oranı değişkenlik gösterecektir.
Beyoğlu’nun kardeş şehri
CENOVA
Galata Kulesi başta olmak üzere
İstanbul’da, özellikle Pera’da pek
çok tarihi yapı Cenovalılar’ın
imzasını taşıyor. Tarihte Cenevizliler
olarak da bilinen Cenovalılar ile
13. yüzyılda başlayan ticari ilişkiler
günümüzde de sürüyor. TÜRSAB
ve THY işbirliği ile düzenlenen
Cenova gezisi Türk ve İtalyan
turizmcileri bir araya getirdi.
Sister city of Beyoğlu: GENOA
Many historical buildings around Pera, and especially
the Galata Tower, bear the “Genoese” signature.
Trade relations with “Genoa” also known as “Genoa”
started in the 13th century and still remain alive
in our days. The journey to Genova organized by
TÜRSAB in cooperation with Turkish Airlines (THY)
brought together the Turkish and Italian tourism
professionals.
Cenova’nın Liguria
sahilinde yer alan
Camogli kasabası.
Genoa’s Camogli town
situated along the Liguria
coast.
 Shutterstock
12 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 13
Cenova limanı,
İtalya Devleti’nin
kurucularından,
general ve politikacı
Giuseppe Garibaldi.
The port of Genoa,
General and Statesman
Giuseppe Garibaldi, one
of the co-founders of the
Italian State.
 Shutterstock
Cenova,
İtalya’nın Ligurya
bölgesinin başkenti ve Genova ilinin merkezi,
tarihi bir liman şehri. Tarihi merkezin büyük
bölümü UNESCO koruma listesinde. Sanat,
müzik, gastronomi, mimari özellikleriyle de
çok zengin, 2004’de Avrupa Kültür Başkenti
unvanını alan bir şehir. Venedik’teki kadar
olmasa da onun da 2012’de Pinokyo’yu tema
seçip; binlerce Pinokyo’nun, yüzlerce heykel
sanatçısı, grafiker, film yönetmeni, müzisyen
ve ressama, onlarca farklı dilde esin periliği
yapmasına yol açmış, ünlü bir “Bienal”i var.
Cenova ile İstanbul’un da çok ortak yanı
var. Osmanlı deyişiyle Cenevizliler, ta Bizans
Dönemi’nde, denizcilikteki üstünlükleri
sayesinde İstanbul’da Galata’ya yerleşmiş,
Haliç’i kontrol etmek için Galata Kulesi’ni
inşa etmiş, o zaman bağlık bahçelik bir
yer olan Pera’da da söz sahibi olmuşlardı.
Napolyon Liguria Cumhuriyeti’ni tekrar
kurduktan sonra Fransa’ya katılan Ceneviz,
önce Sardunya Krallığı tarafından sonra
İtalya tarafından alındı. Cenova da bir ticaret
limanı hâline geldi. Cenova’nın İstanbul’daki
izi Galata ise Osmanlı İmparatorluğu’nun
modernleşmesinde büyük rol oynadı. Pera’yı
da içine alan bu bölgede bugün de çok sayıda
mimarlık eseri, kilise, ticaret yapıları, sur ve
kule, bugün Avrupa Birliği üyesi olan bütün
ülkelerin İstanbul’daki sarayları, kültür ve
araştırma merkezleri, arşivleri
de burada. Bugünkü
Cenova ile Beyoğlu artık
“kardeş şehir”. Bunca
ortak geçmiş, “İtalya’yı
gördüm” diyebilmek
için mutlaka Cenova’nın
da görülmesi anlamına
geliyor...
TÜRSAB-THY işbirliği:
CENOVA TEMASLARI
TÜRSAB ve THY işbirliği ile olanakları karşılıklı görüşebilmek amacıyla
2013 Şubat’ında yapılan “Cenova inceleme gezisi” Türk ve İtalyan turizmcileri bir araya getirdi. Geziye İstanbul Vali Yardımcısı Kazım Tekin,
İtalya’nın İstanbul Başkonsolosu Gianluca Alberini, TÜRSAB Başkanı
Başaran Ulusoy, THY Cenova Müdürü Ufuk Ünal, THY Satış Artırma
Uzmanı Cenk Gümüş, TÜRSAB İzmir BYK Başkanı Rıza Gençay,
İRO Başkan Yardımcısı Sedat Bornovalı, TÜRSAB Kurumsal İlişkiler
Direktörü Ela Atakan ile tur operatörü, acente yetkilileri ve davetli
gazeteciler katıldı. Türk Heyeti, Cenova’nın Portofino, Recco, Sestri
Levante, Monterosso, Vernazza, Corniglia, Manarola, Riomaggiore gibi
yörelerinde incelemeler ve yerel turizm yetkilileri ile görüşmeler yaptı.
 Shutterstock
Yapılar üzerinde yer alan mermer
melek figürleri, limandaki tarihi
Galleon gemisi, eski sokakları, Reale
Sarayı bahçesi (üstte), Cinque Terre
kasabası (altta) ve Ferrari Meydanı
(solda).
Marble angel figures on the buildings, the
historical Galleon vessel at the harbour, the
old streets, Reale Palace garden (above), the
town of Cinque Terre (bottom) and Ferrari
Square (left).
14 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
İtalya’da bin 283 müze var
Gerek Türk gerekse İtalyan heyetinde bulunan yetkililerin görüş alışverişinde bulundukları toplantılar sırasında TÜRSAB Yönetim Kurulu
Başkanı Başaran Ulusoy özetle şunları söyledi:
“İtalya bize yakın, misafirperver, eğlenceyi, alışverişi seven bir ülke.
Saray ve kültürel mekanlarıyla UNESCO listesinde, 1283 tane müzesi
olan, kültürel değerlerini ve doğasını koruyarak kullanan bir ülke.
TÜRSAB’ın onardığı Beyoğlu’ndaki tarihi Garibaldi binasını da önemsiyorlar. Ama buradan öğreneceğimiz çok şey var.
Türkiye 15 sene önceki gibi değil. Vize konusunda hassasiyetini
ortaya koyuyor. İtalya vize konusunda bize yardımcı olmaya çalışıyor.
Türkiye’den İtalya’ya girişlerde yüzde 120 artış var. Bunda İtalyan
konsolosluklarının büyük katkısı oldu. Schengen’in getirdiği zorlukları
aşmaya çalışıyoruz. Bu konuda vizeden yana olmasa da Yunanistan’la
bazı zorluklar var.
Bu gezide “Cenova Haftası’ için bir ay önce İstanbul’a da gelen Cenova Belediye Başkanı ile görüşme fırsatımız oldu. Cenova’nın alışveriş,
konaklama, deniz turizmi, tarih, kültür potansiyeli ve gastronomi
zenginliklerine dönük turizm olanaklarını iki ülke açısından değerlendirdik. Sonuç olarak burada en üst düzeyde ağırlandık ve memnun
ayrılıyoruz.”
Türk Hava Yolları Cenova Müdürü Ufuk Ünal ise iki ülke arasındaki
hava trafiğinin önemine değinerek Cenova kentinin özellikleri ile
THY’nın yeni seferlerine ilişkin bilgi de verdi:
“TÜRSAB Başkanı Ulusoy’un buraya gelmesi Cenova turizmcileri için
önemliydi. Hafta sonu olmasına karşın pek çok turizmci workshop’a
geldi. Cenova denizcilikte çok ileri bir kent. Nüfus yaşlı olduğu için
Uzakdoğu ve Afrika’dan çalışmak için buraya gelenler var. Cenova
Limanı Akdeniz’in en önemli tur operatörlerinden MSC ve Costa’ya
hub olarak hizmet veriyor. Türk Hava Yolları 50 yıldır İtalya’da. Önce
Roma ardından Milano, Venedik, Bologna ve Cenova seferleri açıldı.
Bunları Torino ve Napoli izledi. Cenova’ya haftada 5 sefer yapıyoruz.
17 Haziran itibariyle her gün seferlerimiz olacak.”
TÜRSAB-THY
Cooperation
THE GENOA
CONTACTS
In February 2013, Turkish and Italian tourism professionals came together in the framework of the
“Genoa Study Tour” which was jointly organized by TÜRSAB and THY. It was a good occasion for
the Turkish and Italian sides, to tackle the potential for developing mutual cooperation and exchange in the field of tourism. Kazım Tekin, Deputy Governor of Istanbul; Gianluca Alberini, Consul
General of Italy in Istanbul; Başaran Ulusoy, President of TÜRSAB; Ufuk Ünal, THY Genoa Office
Manager; Cenk Gümüş, THY Sales Promotions Expert; Rıza Gençay, Chairman of the TÜRSAB Izmir
Regional Executive Committee; Sedat Bornovalı, IRO Vice President; Ela Atakan, TÜRSAB Corporate
Communications Director and the invited tour operators, agency officers and journalists joined the
tour. The Turkish Group who visited various regions such as Portofino, Recco, Sestri Levante, Monterosso, Vernazza, Corniglia, Manarola and Riomaggiore had several meetings with the local tourism
authorities.
There are 1283 museums in Italy
During the meetings where officials from both the Turkish and Italian sides exchanged ideas, TÜRSAB
President Başaran Ulusoy declared briefly the following:
“Italy is a country close to us, a hospitable country that loves shopping and entertainment. Many of its
palaces and cultural sites are on the UNESCO World Heritage List. It is a country keen on preserving
its cultural heritage with its 1283 museums and protecting its natural environment. They also attach
importance to the historical Garibaldi Building in Beyoğlu restored by TÜRSAB. Hence, we have a lot
to learn from their experience. Turkey is not like 15 years ago. Today, Turkey asserts its sensitivity
about the visa issue. Italy is trying to help us on this subject. There is an increase of 120 per cent of
entries from Turkey to Italy. We have to thank the Italian Consulates for their efforts in this regard.
We are trying to overcome the difficulties created by Schengen. We have some problems in that respect with Greece although it is not concerning the visas. During this trip we had the chance to meet
with the Mayor of Genoa who visited Istanbul one month ago for the “Genoa Week”. We jointly evaluated the many opportunities Genoa has to offer in the field of tourism including shopping, accommodation, sea tourism, gastronomy and, the historical and cultural exchange potential of both countries.
Well, we were given red carpet treatment here and we are leaving with the best of impressions.” Ufuk
Ünal, Turkish Airlines Genoa Manager, noted the significance of airline traffic between the two countries and provided information about the city of Genoa and the new THY flights. He said: “It was very
important for tourism professionals of Genoa that TÜRSAB President Ulusoy came here. Many tourism
professionals attended the workshop in spite of the fact that it was a weekend. Genoa is a highly
developed city in the maritime field. Due to the advanced age of the city’s native population there are
many people coming here to work from the Far East and Africa. Genoa Port provides service as their
hub to MSC and Costa which are the leading tour operators in the Mediterranean. Turkish Airlines has
been in Italy for over 50 years. Initially beginning with flights to Rome, we extended our network to
Milan, Venice, Bologna and Genoa. Turin and Naples followed. We operate currently five weekly flights
to Genoa. And we will start our daily flights from the 17th of June on.”
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 15
Saray Terzisinin Evinden
ARMADA PERA’ya
Cenova deyince...
• 1492 yılında Amerika kıtasını keşfeden Kristof Kolomb Cenevizli bir denizciydi.
• Genova, 873 bin kişilik nüfusa ve 34 kilometrelik sahil şeridine sahip.
• Liguria sahilinde sıralanan Portofino, Camogli, Santa Margherita Ligure, Rapollo, Arenzano,
Sestri Levante, Porto Venere, Tellaro, Cinque
Terre gibi küçük kasabaları dünya çapında ilgi
görüyor.
• 2004 yılında Avrupa’nın Kültür Başkenti
oldu.
• 2000’li yıllarda, sadece 3 yıl içinde, 917 adet
film, dizi, belgesel ve reklâm filmi çekildi.
• Kentte, 8 tiyatro, 57 sinema salonu, 30 müze
var. En çok ziyaret edilen duraklarının başında
Palazzo Ducale (Ducale Sarayı), Avrupa’nın en
büyük akvaryumu ile Cenova Fuarı geliyor.
• Yoğun ticari trafiği ile Avrupa’nın ve dünyanın en önemli limanlarından biri.
When it comes to Genoa…
• Christopher Columbus who discovered America in
1492 was a Genoese navigator and explorer.
• Genoa’s population is 873 thousand and the coastline
is 34 kilometres long.
• Small towns along the coastline of Liguria such as
Portofino, Camogli, Santa Margherita Ligure, Rapallo,
Arenzano, Sestri Levante, Portovenere, Tellaro and Cinque Terre are worldwide known attraction centres.
• Genoa was the European Capital of Culture in 2004.
• In the 2000’s, 917 feature films, TV series, documentaries and commercials were produced here in only 3
years of time.
• There are 8 theatre
houses, 57 movie theatres
and 30 museums in the
city. The Palazzo Ducale
(Ducale Palace), Europe’s
largest marine aquarium
and the Genoa Fair are
the city’s most visited
centres of attraction.
• With its intense maritime traffic, Genoa Harbour is one of the leading
ports in Europe and the
world.
16 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
Genoa is the capital city of the Liguria region of Italy, the centre of the province of Genoa and
a historical seaport. A great section of its historical centre is on UNESCO’s World Heritage list.
The city is very rich in terms of art, music, gastronomy and architecture. In 2004, it received
the title of European Capital of Culture. Although to a lesser extent than Venice, Genoa has
also a famous Biennial. Having selected Pinocchio as its theme, the ‘Genoa Bienal 2012’
served as a source of inspiration for artistic creations in an array of different languages and
welcomed thousands of Pinocchios and hundreds of sculptors, graphic designers, film directors, musicians and painters from around the world.
Genoa and Istanbul have a lot in common. The Ottomans called the Genoese “Cenevizliler”. As able navigators involved in
maritime trade they had settled in the Galata district in Istanbul back in the Byzantine era and built the Galata Tower in
order to have control over the Golden Horn. They continued to play an important part following the conquest of the city by
the Ottomans, in particular in the field of commerce and trade. After Napoleon re-established the Republic of Liguria, Genoa
became part of France and subsequently, it was conquered by the Kingdom of Sardegna first and eventually by Italy. The
city developed into an important port of maritime trade in the Mediterranean. And Galata, Genoa’s legacy in Istanbul, played
a significant role in the modernization of the Ottoman Empire. The area including also the Pera district, is home to many
architectural monuments, churches, trade buildings, towers and ramparts, the palaces in Istanbul of the countries who are
members of the European Union today, various cultural and research centres and archives. Today Genoa and Beyoğlu are
“sister cities”. Since we have had so much in common throughout history, one has to visit Genoa in order to complete the
tour of Italy.
Cenova haberimizde de
sözünü ettiğimiz gibi,
İstanbul ve Cenova’nın
tarihte o kadar çok ortaklığı
var ki... İşte bu haber de
onlardan birinin günümüzde
yaşatılan serüvenine dair...
Bir Levanten ailenin ve bir
Pera binasının öyküsü.
FROM COURT TAILOR’S
HOUSE TO ARMADA PERA
İstanbul and Genoa have so
much in common as mentioned
in our report on Genoa.
This article is about one of
these affiliations’ continuing
saga. This is the story of a
Levantine family and a Pera
building.
 Shutterstock
Parma Ailesi evlerinde...
Soldan birinci Paul Parma.
Parma family at home…
First from left; Paul Parma.
Kristof Kolomb portresi ile Genova’daki heykeli
(kutu içinde), Portofino (en üstte), Pinokyo Bienali
afişlerinden (küçük resim), San Lorenzo Katedrali ve
katedralden bir detay.
Portrait of Christopher Columbus, his statue at Genoa (in the
box), Portofino (top), Pinocchio Biennial posters (thumbnails),
San Lorenzo Cathedral and a detail from the cathedral.
 “Sarayın Terzisi:
M. Palma-D. Lena-M. Parma”, Hülya Tezcan
(Sadberk Hanım Müzesi Yayınları) ve
Armada Pera Otel fotoğraf arşivi.
 The book: “Tailors to the Court: M. Parma
D. Lena-M. Parma”, Hülya Tezcan
(Sadberk Hanım Museum Publications) and Armada
Pera Hotel photography archive.”
1700’ler başında Osmanlı Batı’ya açılırken, sonradan
Levanten diye anılan bazı Avrupalı aileler de İstanbul ve
İzmir’e göç ediyorlar. İtalyan Parma Ailesi de Cenova
yakınlarındaki Chiavari kasabasından, İstanbul’a geliyor.
1820’de Bomonti’de bir dükkân açıp, ilk makarna fabrikasını kuruyor, 1850 yangınından sonra da Pera’ya taşınıyorlar. Dede Parma’nın Hamalbaşı Sokak’ta yaptırdığı Parma
Apartmanı, Pera’nın en güzel yapılarından biri oluyor.
Ailenin 11 çocuğundan biri, Paul Parma da İstanbul’da
doğuyor. Paul, 1885 yılında “M. Palma & D. Lena” adını
taşıyan başarılı bir terzi atölyesinin önce ortağı daha sonra
da sahibi oluyor.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 17
Paul Parma, Sultan II.Abdülhamid ile şehzadelerine hem giysi dikerek hem de ailenin kullandığı
bazı malzemeleri tedarik ederek Saray’a hizmet
vermeye başlıyor. “Padişah İftihar Madalyası”
ödüllü Parma Atölyesi’nde sadece Saray’a değil,
diğer zengin müşterilere de giysiler dikiliyor,
Parma’ya has padişah tuğralı etiketlerle imzalanıyor!
Bu bilgiler 2008’de Sadberk Hanım Müzesi’nin
bir sergisi ve Doç. Dr. Hülya Tezcan’ın “Sarayın
Terzisi: M. Palma- D.Lena- M.Parma”
kitabı sayesinde gün ışığına çıkıyor.
Kitapta adı geçen Mario Parma da
Parma Apartmanı’nda doğmuş. Annesinin babası Cesar Lundgreen, Prof.
Mazhar Osman’ın kurdurduğu Toptaşı
Bimarhanesi’nin, dayısı Volfgang
Lundgreen de Kadıköy’deki TMO silolarının mimarı. 6-7 Eylül olaylarından
sonra aile İtalya’ya geri dönüyor...
Armada Pera Otel, Parma
Ailesi’nden Mehmet
Pir’in devraldığı bu
kültür mirasındaki her
ögeyi büyük bir titizlikle
koruyup yaşatıyor. Sadece
bu Avusturya yapımı Art
Nouveau Stigler asansör
bile başlı başına bir kültür
mirası...
Armada Pera Hotel is dedicated to preserving history and keeps
alive every single element of the cultural heritage that Mehmet
Pir took over from the Parma Family. The Art Nouveau style
Stigler elevator alone stands as a cultural heritage by itself...
18 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
PARMA AİLESİNİN SON
BİREYLERİNDEN:
MARIO PARMA
Kasım Zoto’nun İtalya’da bulup tanıştığı, bu gelişmeyi
sevinçle karşıladığını belirttiği Mario Parma, eşi
Benedetta ile şu sıralarda İtalya’da bir tatil evi işletiyor.
Mario, “Armada Pera’nın açılışında mutlaka orada
olacağım. Gelirken de koleksiyona eklemek üzere Parma
Atölyesi’nden elimde ne kaldıysa getireceğim” diyor.
ONE OF THE LAST DESCENDANTS OF
THE PARMA FAMILY: MARIO PARMA
Kasım Zoto relates that Mario Parma whom he found
and met in Italy exulted when he heard about this
development. Currently, Mario Parma and his wife
manage a holiday house in Italy. Mario said: “I will be
there at the opening of Armada Pera for sure and I will
certainly bring along all that still remains from the Parma
Shop to be added onto the collection.”
As the Ottoman Empire was opening up to the West in the
beginning of the 1700’s, some European families migrated
to Istanbul and Izmir where they settled down and were
referred to in time as the “Levantines”. One of them was
the Italian Parma family who came to Istanbul leaving their
homeland of Chiavari town situated near Genoa. In 1820
they set up a shop in the Bomonti area and established
Turkey’s first pasta factory. Following a fire disaster in
1850 they moved to the Pera district. The Parma Apartment
House built by the grandfather of the Parma family at the
Hamalbaşı Street became one of the most beautiful buildings
of Pera. Paul Parma had come to the world as one of the
11 children of the Parma family born in Istanbul. Paul first
began his professional career in 1885 as the partner of a
successful tailor shop named “M. Palma & D. Lena” of which
he later took full possession as the sole owner.
Paul Parma started servicing the Ottoman Court, tailoring
clothing for the son princes of Sultan Abdülhamit II and
also supplying the imperial family with some materials they
were using. At the Parma Tailor Shop, awarded with the
“Sultan’s Pride” medal of merit, suits were made not only
for the Palace but also for various wealthy customers and
were signed with label tags bearing the Sultan’s exclusive
signature -the tughra!
That information has come into the daylight thanks to
Hülya Tezcan who wrote the book “Tailors to the Court:
M. Parma – D. Lena” and a relevant exhibition held at the
Sadberk Hanım Museum in 2008. Mario Parma, one of the
family members mentioned in the book was also born at the
Parma Apartment House. His grandfather on his mother’s
side Cesar Lundgreen is the architect of the building of
the Toptaşı Mental Hospital established by Prof. Mazhar
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 19
Osman, and his uncle on his mother’s side
Wolfgang Lundgreen is the architect of the
Turkish Grain Board (TMO) silos in Kadıköy.
The family returned to Italy following the 6-7
September events in 1955.
The Construction Story of the Parma
Apartment House
The Parma Apartment House was built in
1933 upon the foundations of the first house
built by the great grandfather Giuseppe
Parma. The architect is Jan Tülbentçiyan. The
construction was undertaken by the “Kavafyan Brothers” of Galata. The reinforced concrete building has mosaic stairs, the entrance
is paved with marble. Most ceilings are decorated with ceiling roses. Plaster ornaments
in the same style with façade decorations
have been used throughout the building, iron
casting heating panels and an “Art Nouveau”
Stigler elevator made in Austria were installed
in the building. Thus the construction cost a
total of 26.000 Turkish liras.
From Parma Apartment House to Armada Pera
After the Parma Family left Istanbul, the building was in rent for 30 years and gradually began wearing off and decaying. Finally the ebb was put an end when Mehmet Pir,
a history and antiques enthusiast purchased the building. Pir is a successful business
person who renovated the Ali Ağa Mansion (“The Huge House”) in Datça and offered it
to the world by converting the structure into a hotel building. Likewise, after he bought
the Parma building, he commissioned architect Nejat Yavaşoğulları to convert it into a
hotel and after a period of meticulous restoration the Parma House was transformed
into a 20-room boutique hotel. Pir proposed the management of the hotel to his friend
Kasım Zoto, owner of Armada Hotel, bearing in mind that Armada Hotel situated at the
heart of historical Istanbul is an establishment dedicated to preserving the city’s original life style. Indeed, Armada Hotel was created through the restoration of the frame
houses which Barbaros Hayrettin Pasha had had constructed for his mariners in the
old city and is considered one of the major contributions in terms of the conservation of
Istanbul’s historical treasures.
Parma Apartmanı’nın yapım hikayesi
Parma Apartmanı, 1933 yılında, büyük dede Guiseppe Parma’nın ilk yaptırdığı evin temelleri üzerine yapılmış. Mimarı Jan Tülbentçiyan. İnşaatı Galata’lı
“Kavafyan Biraderler” üstlenmiş. Betonarme yapının merdivenleri mozaik,
girişi mermer kaplanmış, çoğu tavanda kartonpiyer göbekler yapılmış, aynı
stilde cephe süslemeleri, alçı süslemeler kullanılmış, döküm kalorifer panelleri
ve Stigler marka Avusturya yapımı bir “Art Nouveau” asansör monte edilmiş
ve inşaat 26.000 liraya malolmuş.
Parma Apartmanı’ndan Armada Pera’ya
Parma Ailesi, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra apartman daireleri 30 yıl boyunca kiralanıyor, doğal olarak yapı da eskiyip bozulmaya başlıyor. Ta ki bir gün
tarih ve antika tutkunu Mehmet Pir onu görüp satın alana dek. Pir, Datça’da
Mehmet Ali Ağa Konağı’nı (“Koca Ev”) restore ettirip otel olarak dünyaya
armağan etmiş, başarılı bir iş insanı. Nitekim apartmanı aldıktan sonra Mimar
Nejat Yavaşoğulları ile apartmanı titiz bir restorasyondan geçirip 20 odalı bir
butik otele dönüştürüyor. Otelin işletmesini de dostu ve Armada Otel’in sahibi
Kasım Zoto’ya teklif ediyor. Çünkü Armada Otel de İstanbul’un tarihi merkezinde, Barbaros Hayreddin Paşa’nın leventleri için yaptırdığı ahşap evlerin
restitüsyonu ile ortaya çıkmış, İstanbul tarzı yaşamı koruyup sahiplenen, onu
yaşatan bir kurum...
20 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
Kasım Zoto’s First Reaction
At the outset, Kasım Zoto was not interested in this proposal at all. As he states himself, he felt unconcerned because; “He had promised himself years before that he would
not undertake anything outside the perimeter of walking distance around Ahırkapı!”
However when he eventually stepped into the building, he visualized himself at Pera
in the past where he had spent the years of his childhood and made up his mind right
away to accept Pir’s offer. The Armada Team had no difficulties in finding a name for
this 20-room “sister” hotel: the ARMADA PERA!
Zoto consulted his friend Mehmet Ata Tansuğ to benefit from his views with regard to
the transformation of the building into Armada Pera and together with interior architect Gürel Yontan they completed the preliminary steps in 4-5 months. He appointed as
manager of the hotel his daughter Mira Zoto who studied hotel management in Switzerland. Eight rooms of Armada Pera are decorated with authentic classical furniture from
Mehmet Pir’s private collection. The antique “Stigler” elevator underwent a thorough
maintenance and all its original specifications were preserved. All rooms are equipped
with same style chandeliers and wall lights, the marble bathrooms offer Rebul of
Pera colognes to the guests and the oriental upholstery and furnishings create a very
appropriate and befitting atmosphere reflecting the spirit of the Beyoğlu-Pera district
which represents in fact a perfect European-Ottoman synthesis. The official opening of
Armada PERA will take place in May 2013. (www.armadapera.com)
Kasım Zoto’nun ilk tepkisi
Kasım Zoto, Pir’in bu teklifini önce hiç üzerine
alınmıyor. Çünkü kendi deyişiyle; “Ahırkapı’dan
yürüyüş mesafesi dışında hiç bir işe girişmeyeceğine dair yıllar öncesinden kendisine söz vermiş!..” Fakat binaya girdiğinde birden kendisini
çocukluk yıllarını geçirdiği Pera’da görüyor ve
o anda olumlu kararı veriyor.
Armada Ekibi, 20 odalı yeni “kardeş”ine isim
bulmakta hiç zorlanmıyor: Armada PERA!
Zoto, yapının Armada Pera’ya dönüşümünde
dostu Mehmet Ata Tansuğ’un da görüşlerini
alarak iç mimar Gürel Yontan ile birlikte dört
beş ay içinde hazırlıkları tamamlıyor, müdürlüğe de İsviçre’de otelcilik eğitimi alan kızı Mira
Zoto’yu getiriyor. Armada PERA’nın sekiz odası
Mehmet Pir koleksiyonundan özgün klasik
mobilyalar ile dekore ediliyor. Antik “Stigler”
asansör, tüm özellikleri korunarak esaslı bir
onarımdan geçiriliyor. Bütün odalar, aynı
tarzdaki avize ve aplikleri, içine Pera’lı Rebul
ürünleri konan mermer banyoları ve oryantal döşemelikleriyle tam bir Avrupa-Osmanlı
sentezi olan Beyoğlu-Pera ruhuna çok uyan bir
atmosfer yaratıyor. Armada PERA’nın resmi
açılışı 2013 Mayıs’ında yapılacak...
(www.armadapera.com)
Characteristics of the Rooms
Staying at Armada Pera is so different from staying at an
ordinary luxurious hotel room! Guests staying at Armada
Pera will be like private guests of the Parmas, one of the
oldest and most sophisticated Levantine families of Istanbul.
At the five-storey Armada Pera, there are a total of 20
rooms, with 4 rooms on each floor and 10 of which are
rooms with balconies. All rooms are with high ceilings, all
ceiling gypsery, heating panels, doors and door handles are
preserved in their original form and the flooring is wood
parquet. The rooms are illuminated with chandeliers and
wall-lights from Mehmet Pir collection’s exclusive samples of
the era.
A giant antique tailor’s
mirror welcomes the
visitors at the entrance
hallway. The round red
sofa set right in front
of the mirror seems
like placed there so as
to allow to comfortably
observe those involved
in dress-fitting.
Odaların karakteri
Armada Pera’da kalmak, herhangi bir lüks otel odasında
kalmaktan çok farklı!
Armada Pera’da kalanlar, eski İstanbul’un görmüş geçirmiş Levanten Ailesi Parma’ların birer misafiri gibiler.
Beş katlı Armada Pera’da birinci kattan başlayarak her
katta 4, toplamda 10’u balkonlu 20 oda var. Odaların
hepsi yüksek tavanlı, tavanlardaki alçı süslemeler, kalorifer panelleri, kapılar, kapı kolları ilk yapıldıkları halleriyle
korunmakta, zeminler ahşap parke döşemeli. Odalar
Mehmet Pir koleksiyonundaki dönemin seçkin örneklerinden özgün avize ve apliklerle aydınlatılıyor.
Girişte dev bir antik terzi aynası konukları karşılıyor.
Hemen önündeki yuvarlak kırmızı koltuk, sanki prova
yapılanları rahatça izlemek için orada gibi...
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 21
HEM DOĞULU HEM BATILI
Dolmabahçe Camii
Sultan Abdülmecit’in annesi Bezm-i Alem
Valide Sultan için yaptırılan Dolmabahçe
Camii, Doğu sanatı ile Batı sanatının
uyumunu gösteren özel bir yapı.
2 Elif Türkölmez
 Özgür Açıkbaş
Belki de yanından defalarca geçtiniz. Ya da kim bilir
kaç kez, trafik sıkıştığı için tam önünde dakikalarca beklediniz. Ama işte gündelik telaş yüzünden başınızı hiç
ondan yana çevirmediniz, içini görmediniz. Dilerseniz
daha fazla ihmal etmeyin ve yabancı turistlerin İstanbul
ziyaretlerinde görülecek yerler listesinin en başına
aldıkları bu muhteşem eseri ziyaret edin. Evet, Dolmabahçe Camii’nden, esas adıyla Bezm-i Alem Valide
Sultan Camii’nden söz ediyoruz. Bu cami, Dolmabahçe
Sarayı’nın Saat Kulesi yönündeki avlu kapısının tam karşısına düştüğü için yapıldığı günden bu yana Dolmabahçe Camii adıyla anılmış ve literatüre de bu şekilde
geçmiş.
İstanbul’da başka camilerde görülmeyen bir mimari özelliğe sahip Dolmabahçe
Camii. Yuvarlak biçimli camları, küçük bir sarayı andıran kare planı ve tabi konumu
onu diğer camilerden farklı kılıyor. Hatta, Cemal Süreya, onu bu “farklı” yönleriyle kiliseye benzetiyor ve “Vakit Var Daha” adlı şiirinde şöyle diyor: Bir kilise tadı
taşıyor Dolmabahçe Camii’nin pencereleri; uzaktan bakmak şartıyla ve aydınlık
oluşunu saymazsak.
Bu kilise benzetmesini yapan yalnızca o değil. Caminin Geç Osmanlı Mimarisi’nin
tüm özelliklerini taşıdığını, dolayısıyla Batılı bir üslupla oluşturulduğunu, mimarının
da dönemin ünlü mimarı Garabet Balyan olduğunu söyleyelim.
Dolmabahçe Camii, Geç Osmanlı tarzının ağırbaşlı bir örneği. Batı sanatının klasik
motifleriyle bezenmiş. Ampir üslubun egemen olduğu camide çok aydınlık ve dışarıya açık bir mekan yaratılmış. İç mekan insana ferahlık veriyor. Pencereleri İstanbul
güneşinin cömert ışıklarını içeriye buyur ediyor. Caminin minberinde, kakma
tekniğinde renkli mermer süsleme bu dönem için karakteristik bir durum. Yapının
minaresi de antik sanattan esinler taşıyor.
Cuma Selamlığı burada yapılırdı
Dolmabahçe Camii, Sultan Abdülmecit’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan tarafından başlatılıp ölümü üzerine Sultan Abdülmecit tarafından tamamlanmış. 23 Mart
1855’te bir Cuma Töreni’yle ibadete açılmış. Bu caminin, mimari özelliklerinden
sonra bir diğer önemli özelliği ise buranın bir “Cuma Selamlığı” camisi olması. Yani,
padişahlar burada Cuma Namazı’nı kıldıktan sonra halkla sohbet ediyor, cemaatin
sorunlarını dinliyor ve bir konuşma yapıyordu.
22 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 23
Eklektik mimarinin en önemli örneği
Yapının, daha önce avlunun Saat Kulesi’ne bakan
kapısı üzerinde bulunan 1270 tarihli inşa kitabesi,
1948 yılında Dolmabahçe Meydanı’nın açılması
sırasında avlu duvarlarının yıkılması sebebiyle kıble
dış duvarı dibindeki bugünkü yerine konulmuş. Celisülüs hat tekniğiyle yazılmış dört beyitten oluşan
kitabe tamamen Batı tarzında akant yapraklarıyla
süslenmiş. Tepelik kısmının ortasını Abdülmecid’in
tuğrasını içeren büyük bir çelenk taçlandırıyor.
Dolmabahçe Camii, İstanbul’daki camiler içinde
çok ayrı bir yere sahip. Sahip olduğu yuvarlar pencere düzeni, Batı sanatı ile Doğu sanatının eklektik
dokusunu yansıtması ve bulunduğu konum itibariyle özel bir yapı. Ancak, Dolmabahçe Camii’nin
selatin camilerinde de görülen dış avlusu ve sebil;
yol çalışmaları sırasında yıkılmış. Caminin içinde
bulunan Muvakkithane ise denize bakan cepheye
taşınmış.
Bu yüzden, tamamen taş malzeme kullanılarak
yapılmış olan bu caminin önünde, doğu batı
doğrultusunda gelişen bir hünkar kasrı bulunuyor. Hünkar kasrı, büyük Osmanlı camilerinde,
padişahın ibadet etmesi için ayrılmış ve küçük
bir konut gibi donatılmış dairedir.
Dolmabahçe Camii’nin ince ve tek şerefeli iki
minaresi bulunuyor. Minarelerin ana yapıdan
ayrı olarak yapılması Barok Dönem’in etkisini
yansıtır. Caminin köşelerindeki takviye kuleleri
Barok-Rokoko karışımı bir üslupla ve başlıklı
ikişer küçük sütunla süslenmiş. Caminin içindeki
süslemeler ise kalem işleriyle yapılmış. Dolmabahçe Camii’nde kullanılan Ampir üslup, 19.
yüzyılın başlarında Fransa’da ortaya çıkmış. Osmanlı İmparatorluğuna ise II. Mahmut döneminde girmiş. Ancak bu akım Türk sanatında farklı
bir özellik kazanmış. Avrupa Ampir üslubunda
yer alan hayvan ve insan figürleri, Türk Ampir
üslubunda yerini çiçek ve yaprak gibi bitki motiflerine bırakmış. Bu dönemin en önemli karakteri, mimariye “eklektik” yaklaşımın hakim olması
ve Batılı unsurların herhangi bir kurala bağlı
kalmaksızın sınırsızca ve yer yer de Osmanlı ve
İslam unsurları ile karıştırılarak kullanılması. Bu
bakımdan Dolmabahçe Camii,
ait olduğu dönemin
genel yaklaşımını
ve sanat zevkini
bütünüyle
yansıtan
tipik bir
örnek.
Yapıldığı dönemin mimari estetiğini yansıtmakla
kalmayan, aynı zamanda cami mimarisinde o
güne değin denenmemiş özellikleriyle, kendine
has bir mimari lezzeti de yakalayan bu camiyi en
kısa sürede ziyaret edin. Trafiğin sıkıştığı bir anı
fırsat bilin. Çıkışta, hemen yanında bulunan çay bahçesinde muhteşem
İstanbul manzarasına karşı
çayınızı yudumlamayı
da ihmal etmeyin.
Eastern as well as Western
The Dolmabahçe Mosque
The Dolmabahçe Mosque built for Sultan
Abdülmecit’s mother Bezm-i Âlem Valide Sultan is
a very special monument displaying a harmonious
mixture of Eastern and Western art styles.
Probably you walked many times by this mosque. Or you
had to wait during long minutes in front of it because of
heavy traffic. However you never properly looked its way
in your daily rush nor have you ever seen the interior. I
would think that you should not further procrastinate and
pay a visit to this magnificent artwork which is at the top
of foreign tourists’ sightseeing list. Yes, we are talking
about the Dolmabahçe Mosque or Bezm-i Âlem Valide Sultan Mosque with its formal name. However, this mosque,
located right in front of Dolmabahçe Palace’s south gate
facing the Clock Tower, has always been called Dolmabahçe Mosque since the day it was built, due its position
adjacent to the neighbouring imperial residence and has
traditionally been referred to under that name in relevant
literature as well.
The Dolmabahçe Mosque has unique architectural characteristics unseen before at other mosques in Istanbul. The
semi-circular windows, the square floor plan which makes
it look like a small palace and its position by the seaside
lend this mosque its individual character. In fact, the poet
Cemal Süreyya compares this mosque to a church because
of these particularities and evokes it in following words in
his poem ‘Vakit Var Daha’ (There is Still Time): “Dolmabahçe Mosque’s windows bring about a taste of church;
provided that you view them from a distance and exclude
their bright luminosity.”
He is not the only one who compared this mosque to a
church. We should mention that the shrine was designed
by Garabet Balyan, the famous architect of that period
and bears the characteristic features of Late Ottoman
architecture; which equals to say that it fully manifests
the influence of Occidental style architecture. Dolmabahçe
Mosque is a solemn quintessence of that Late Ottoman
architectural period. It is ornamented with patterns of the
19th century French neoclassical “Empire” style which is
the dominant design direction inside the mosque as well.
The interior of the structure is a radiant outward-looking
space. Its bright roominess is quite soothing. The windows
inhale the generous sunlight of Istanbul. The coloured
marble inlay ornamentations on the pulpit of the mosque
are characteristic for this period. The minarets also reveal
neoclassical inspirations. They are shaped like Corinthian
columns with their typical headers.
The Friday Salutation took place here
The Dolmabahçe Mosque, entirely built of stone, was commissioned by Sultan Abdülmecit’s mother Bezm-i Âlem
Valide Sultan, but was completed by Sultan Abdülmecit
himself after her death. It was inaugurated on 23rd March
1855 with a Friday ceremony. Another important distinction of the mosque besides its architecture is that this was
a “Friday Salutation” mosque; which means that following
the end of the collectively performed Friday prayers, the
Sultan took time to talk to the people, hear the problems of
the community and pronounce a public speech.
There is a rectangular shaped two-storey dwelling or “Sultan’s Pavilion” built for this purpose, extending from east
to west in front of the mosque, annexed to its main body.
Sultan’s Lodges or Pavilions are those special compartments existing in Grand Ottoman Mosques, reserved for
the sultan and his entourage to perform their prayers and
these lodges are usually furnished like small apartments.
The Dolmabahçe Mosque is equipped with two slim single balconied minarets. The fact that the minarets were
constructed separate from the main structure reflects the
influence of the Baroque period. The reinforcement towers
on the corners of the mosque are ornamented in a mix of
Baroque-Rococo style and supplemented with two small
columns with headers. Moreover, the ornaments of the interior are hand-drawn decorations. The “Empire” style used
at Dolmabahçe Mosque originated in and takes its name
from the rule of Napoleon I in the First French Empire, in
early 19th century. It was first used in the Ottoman Empire
during the reign of Sultan Mahmut II. However, this style
acquired different traits within Turkish art. The animal and
human figures used in the European “Empire” style were
replaced with figures such as flowers and leaves in the
Turkish “Empire” style. The distinctive character of this
period is an eclectic approach to architecture and the unrestricted utilization of Western elements often mixed with
Ottoman and Islamic components without being bound by
any rules. In this respect, Dolmabahçe Mosque is a typical
example which fully reveals the artistic taste and general
outlook of its era.
The main example of eclectic architecture
The foundation inscription dated 1270 which was originally placed above the courtyard gate facing the Clock Tower
was moved to its current place at the bottom of the outer
wall of the Qibla (the wall facing the direction of Mecca) in
1948 when the courtyard wall fell down during the construction of Dolmabahçe Square. The inscription consisting
of four couplets carved on stone in Celî Sülüs (Jeli Thuluth)
calligraphy technique is decorated with foliage ornaments
in the form of typical Corinthian style acanthus leaves. A
large wreath surrounding Sultan Abdülmecit’s monogram
crowns the crest. The Dolmabahçe Mosque occupies a
distinct place among the mosques in Istanbul. It is a very
special building in terms of its location, its round-shaped
windows and its composite architectural texture reflecting
the Occidental as well as Oriental styles. Unfortunately its
outer courtyard and fountain were destroyed in the course
of a road construction. And the mosque’s timekeeper was
moved to the seafront side.
We advise you to visit at your earliest convenience the
Dolmabahçe Mosque which not only displays the aesthetic
understanding of its era but also offers a unique architectural flavour with its until that day unprecedented features.
Take advantage of heavy traffic one day and go to the
mosque. And on the way out, do not miss to sip your tea
watching the gorgeous Bosphorus view at the small tea
garden right next to the mosque.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 25
“Hizmet Bizim Sanatımız”
Vizyon Turizm olarak, deðiþim ve geliþimin adresi olma adýna geleceðin vizyonunu yakalayabilme çabamýzý hep sürdürürerek,
1990 yýlýndan itibaren Hac ve Umre organizasyonlarý, yurt içi ve yurt dýþý kültür turlarý, iþ adamlarýna yönelik yurt dýþý
seyahat hizmetleri ve fuar organizasyonlarýnda “baþlangýçta ve bitiþte dost kalabilme” prensibimiz ile hareket ediyoruz.
Hizmeti sanat bilen kadromuzla þimdi kurumsal hizmetlerinizi de gerçekleþtirmek istiyoruz.
Hac ve Umre
Kültür Turlarý
Yurtiçi ve Yurtdýþý Seyahat
Fuar Organizasyonlarý
Bilet ve Vize Ýþlemlerinde
20 yýllýk tecrübe ve hizmet
Mete Cad. Karaðaç Apt. No: 22/3
Taksim - Ýstanbul
Tel: 444 83 93
info@vizyontur.com.tr
www.vizyontur.com.tr
KARABÜK IS CELEBRATING ITS
ESTABLISHMENT AS 78TH PROVINCE
OF THE REPUBLIC OF TURKEY
KURTULUŞUNU DEĞİL, KURULUŞUNU KUTLAYAN, TÜRKİYE’nin 78. İLİ
The story of Karabük’s foundation is concurrent with the
industrialization history of the Turkish Republic. Karabük
which had originally been just a small neighbourhood of 13
houses of the Öğlebeli Village of the Safranbolu District first
came to light as it appeared as a station name on the State
Railways map following the establishment of the AnkaraZonguldak railroad line 1934. Yet the begin of the Karabük
saga is to be dated at the 3rd of April 1937, the day of the
groundbreaking ceremony for the Iron and Steel Plant which
was going to be established in that small locality as per
Atatürk’s decision, due to its proximity to the Zonguldak coal
mines. The progressively expanding community acquired
municipal status in 1939, became a sub-district in 1941 and
gained district status in 1953. Eventually on 6th June 1995
Karabük was accorded province status, thus occupying the
rank of Turkey’s 78th province in the national administrative system. On the other hand Safranbolu was included in
the Karabük Province, becoming one of its 6 districts - and
certainly the most important one - together with Eskipazar,
Yenice, Eflani, Ovacık and the central district.
Yet the real importance of Karabük lies in its natural, historical, archaeological, cultural and architectural background as
a soil rich of the legacy of ancient civilizations.
Karabük 76 yaşında!
 Rasim Konyar

Sh
utt
ers
toc
k
ür, ...
t
l
a
kü
h, i, doğ ure,
i
r
r
lt
ta
ma y, cu e,
i
m tor
tur
His hitec
arc ure…
t
na
28 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
Safranbolu’ya bağlı Öğlebeli köyünün 13 haneli
bir bucak merkezi iken, ilk kez 1934 yılında
Ankara-Zonguldak demiryolunun açılması ile
birlikte Devlet Demiryolları haritasında bir istasyon adı olarak görülmeye başlayan Karabük’ün
kuruluş öyküsü, Cumhuriyet tarihimizde endüstrileşmenin öyküsü ile eş zamanlıdır.
Bu öykü, Atatürk’ün Karabük’te kurulmasına
karar verdiği Demir-Çelik Fabrikaları’nın
3 Nisan 1937’de temelinin atılması ile başlar.
1939 yılında belediye, 1941 yılında nahiye olan
Karabük, 1953 yılında ilçe statüsü kazanır. 6
Haziran 1995’de de 78. il olarak Türkiye idari
sisteminde bugünkü yerini alır. Safranbolu ise
artık Eskipazar, Yenice, Eflani ve Ovacık’la birlikte
onun 6 ilçesinden biri ve elbette en önemlisidir!
Karabük’ün asıl önemi ise bir Anadolu uygarlıkları hazinesi olarak sahip olduğu doğal, tarihi,
arkeolojik, kültürel ve mimari zenginliklerden
kaynaklanmaktadır.
Antik Çağ’dan Günümüze Karabük...
Karabük ve çevresi, Tunç Devri’nden günümüze
kadar, Hititler, Frigler, Persler, Helenler, Roma ve
Karabük’ün ünlü ilçesi Safranbolu ve
sokaklarından kesitler (solda ve üstte).
İncekaya Kanyonu su kemeri (sağda)
Karabük’s famous district Safranbolu and scenes
from its streets (left and above).
Incekaya Canyon Aqueduct (right).
Karabük, from the antique age to the present
Karabük and its periphery were among the oldest settlement
areas of Anatolian lands where various civilizations such
as the Hittite, Phrygian, and Persian, Hellene, Roman and
Byzantine civilizations flourished and multiple cultures were
blended with one another from the Bronze Age up to this
date. This region constituting like a mirror of the Ottoman
culture since the 15th century carried the traces of these
civilizations up until our present-day.
Karabük today
Karabük’s rich cultural heritage encompasses 28 ascertained archaeological sites, 5 urban conservation areas, 4
natural conservation areas, 1417 registered artefacts, 693
manuscripts and 1088 printed works, 32 tumuli, 4 cairns,
over 100 rock tombs and many other not yet registered
cultural assets.
Even without counting the historical dwellings in Safranbolu,
the Bulak village alone is the scene of a buildings group
of 36 residences, 1 shop, 1 mansion, 1 public bath and 2
mosques from the era of the Anatolian Turkish Principalities
and the Ottoman period.
Karabük is one of the privileged places in terms of gastronomy and ecotourism including activities in highest
demand such as speleology, floral tours, butterfly watching
and river tourism. Although Safranbolu is certainly preponderant in the field of tourism, Karabük has a lot to offer
with its outstanding natural environment; it provides many
opportunities for outdoor activities such as, trekking, hiking,
mountain climbing, speleology, horse riding, camping and
biking. The Sorkun plateau being in the lead; the highlands
of Uluyayla, Sarıçiçek, Göktepe, Bodoroğlu, Dede and Avdan;
the İncekaya, Düzce, Tokatlı, Sakaralan, Bulak and Şeker
canyons; the Bulak, Hızar and Uluyayla caves; the Araç
Creek, the Baklabostan Cascade, the Karagöl Lake and the
Kavaklı and Çitdere Nature Conservation Areas and Soğanlı
Creek Valley are amongst the impressive natural wonders of
the region...
On the other hand, due to the Iron and Steel Plant, Karabük
is an interesting case of urbanization. Along with the wellplanned “New Town” and the “5000 Homes” projects; the
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 29
city is in the search of solutions for the unplanned urbanization problems which have largely affected its outskirts
in the last few years. While the City Council of Karabük
gathers opinions and suggestions from the public and local
administrations, the Karabük University, trade associations,
non-profit and non-governmental organizations and the
media, on the “2023 Karabük City Vision Definition Project”,
the Karabük Municipality justifiably earned the public’s
appreciation with some of their projects. For example; the
escalators built for the residents of the Yenişehir (New
Town), Şirinevler and Adatepe communities located on high
hills, who had to climb steep slopes before, continues to
receive extended media coverage not only in Karabük but
also throughout Turkey and to be a focus of interest in social
networks as well.
Günümüzün Karabük’ü
Zengin bir kültür mirasına sahip Karabük’te tespit edilebilen 28 arkeolojik alan, 5 Kentsel Sit Alanı, 4
Doğal Sit Alanı, 1417 tescilli eser, 693 yazma eser, 1088 basma eser, 32 tümülüs, 4 höyük, 100’den
fazla kaya mezarının yanında, tescili yapılmamış binlerce kültür varlığı bulunuyor. Safranbolu’dakileri saymazsak, sadece Bulak köyünde çeşitli Türk Beylikleri ve Osmanlı Dönemi’ne ait 36 konut, 1
dükkân, 1 konak, 1 hamam, 2 cami var.
Karabük, günümüzde en çok talep gören gastronomi, mağara, botanik, akarsu turizmi ve kelebek
gözlemciliği dahil eko-turizmden yana da çok şanslı bir il. Turizmin sesi Safranbolu’dan yükselse de
Karabük’ün doğası, trekking, yürüyüş, dağcılık, mağaracılık, at binme, kamping, tırmanma ve bisiklet gibi açık hava etkinlikleri için çok çeşitli olanaklar sunuyor. Başta Sorkun olmak üzere, Uluyayla,
Sarıçiçek, Göktepe, Bodoroğlu, Dede ve Avdan yaylaları, İncekaya, Düzce, Tokatlı, Sakaralan, Bulak ve
Şeker kanyonları, Bulak, Hızar, Uluyayla mağaraları, Araç Çayı, Baklabostan Şelalesi, Karagöl, Kavaklı
 Karabük Valiliği Arşivi
Bulak (Mencilis) Mağara
Aydınlatması
Ülkemizdeki en büyük mağaraların 4’üncüsü olan Mencilis
mağarası, ilçe merkezinden 8,5 km. mesafedeki Bulak
köyünde, deniz seviyesinden 730 m. yükseklikte yatay
olarak gelişmiş, çok katlı, 15 milyon yıllık bir oluşum.
Birbirine bağlı üç kattan oluşan bu mağaranın en altında
Safranbolu’nun içme ve kullanma suyuna katkıda bulunan
kaynak, onun üzerinde de içinde görünümleri son derece
güzel sarkıt ve dikit, sütun, duvar ve perde damlataşlarına
sahip olan ve gelişimini kısmen tamamlamış orta kat
yer almakta. Bütün kollarıyla 6.5 km uzunluğunda olan
mağaranın ancak 380 metresi ışıklandırılmış olup yürüyüş
parkuru ile gezilebiliyor.
Bulak mağarasına girebilmek için önce 150 kadar basamağı
olan dik bir merdivenin tırmanılması gerek. Önceleri bu
yorgunluğun ilk doğal ödülü, mağaraya girildiğinde duyulan
hoş serinlik iken, Karabük Valiliği, bu ödüle, doğal dokuya
zarar veren eski aydınlatma sistemini değiştirip, çağdaş
teknolojilerden yararlanan, muhteşem bir aydınlatma
sistemini de eklemiş bulunuyor. Yeni aydınlatma yerli ve
yabancı tüm gezginlerin mağaraya hayranlığını artırıyor...
30 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
Karabük and tourism
The cultural preservation movement which first began
in 1975 in Safranbolu was the basis for Safranbolu’s
qualification as a self-preserved city and its inclusion on
the UNESCO World Heritage List. However, as Safranbolu’s preservation expert Ibrahim Canbulat is pointing
out, measures must be taken in order to protect cultural
heritage areas from the potential threats of mass tourism.
Therefore, Karabük and Safranbolu, both as members of
the Association of Historical Cities, have been conducting
systematic efforts in recent years aimed at the creation of
an integrated protection scheme at basin scale, under the
aegis of the Governor of the Province of Karabük, İzzettin
Küçük and with the participation of the ‘Foundation for the
Protection and Promotion of the Environment and Cultural
Heritage’ (ÇEKÜL) under its President Metin Sözen and
various other interested parties.
Karabük ve Turizm
İlk olarak 1975 yılında Safranbolu’da başlayan
kültürel koruma hareketi, Safranbolu’nun “Kendini Koruyan Kent” unvanını kazanmasını ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmasını sağlamıştı.
Ancak Safranbolu’da yerleşik koruma uzmanı
İbrahim Canbulat’ın yıllardır dikkat çektiği gibi
bu sıfatın korunması için, kitle turizminin miras
alanları için oluşturduğu tehditlere karşı önlem
almak gerek. Bu yüzden, Safranbolu’yla Tarihi
Kentler Birliği’ne de üye olan Karabük, son yıllarda Karabük Valisi İzzettin Küçük’ün ev sahipliğinde, Safranbolu koruma hareketinin öncüsü Çekül
Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen ve ilgili tüm
kesimlerin katılımıyla “havza boyutunda bütüncül koruma” ölçeğindeki çalışmaları da sistemli
biçimde sürdürüyor.
Safranbolu’da evler (sol üst), Köprülü Mehmet Paşa
Camii içi ve Hadrianapolis (sağda).
Houses in Safranbolu (upper left), Köprülü Mehmet Paşa
Mosque interior and Hadrianapolis (right).
Bulak (Mencilis) Cave
Turkey’s 4th largest cave Mencilis Grotto is a multilayered horizontally expanded 15-million-year old
geological formation at 730 metres above sea level,
situated in Bulak village, at a distance of 8, 5 km
from town centre. At the lowest level of its three
interconnected layers there is a spring water source
which contributes to the utility and drinking water
of Safranbolu. The middle layer on top of it displays
magnificent views of stalactites and stalagmites along
with dripstone columns, walls and curtains. The cave is
6, 5 km long in total with all its wings; but only a 380
meters illuminated section of it can be toured on walking
trails. One must first walk up the steep 150 steps to
reach the entrance of the cave. The reward for this
entire chore is the cool air welcoming you as you enter
the cave. Moreover, the modern lighting system based
on advanced technology installed by the Governorship of
Karabük, replacing the former lighting deemed harmful
to the grotto’s natural texture, constituted a significant
improvement enhancing the admiration of local and
foreign tourists for this gorgeous grotto.
 Rasim Konyar
Bizans dahil üzerinde uygarlıkların kurulduğu, kültürlerin birbiriyle harmanlandığı Anadolu topraklarının en eski yerleşim alanlarından biridir. 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı kültürünün adeta bir aynası
olan bölge bu uygarlıkların izlerini günümüze kadar taşımıştır.
ve Çitdere Tabiatı Koruma alanları, Soğanlı Çayı
Vadisi, imrendirici doğal zenginliklerinden...
Öte yandan Demir-Çelik Fabrikaları ile birlikte
şehirleşme anlamında da örneği az bulunan bir
kent Karabük. Planlı bir “Yenişehir” ve 5000
Evler projelerinin yanısıra varoşlarıyla da çarpık
kentleşmeden fazlasıyla payını alan Karabük, son
yıllarda bu durumu düzeltme ve aşma çabası içinde. Karabük Kent Konseyi, “2023 Karabük Kent
Vizyonu Belirleme Projesi” için kamu ve yerel
yönetim kuruluşları, Karabük Üniversitesi, meslek
odaları, sivil toplum ve basın yayın kuruluşlarından görüş ve öneriler toplarken, Karabük Belediyesi de bazı projeleriyle halkın haklı sempatisini
kazanıyor. Örneğin yüksek tepelerde kurulu Yenişehir, Şirinevler ve Adatepe mahallelerindeki dik
yokuşları tırmanmak zorunda olan mahalle sakinleri için yaptırılan yürüyen merdivenler sadece
Karabük’te değil, ulusal basın ve sosyal ağlarda
bütün Türkiye’de ilgi odağı olmayı sürdürüyor.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 31
Kristal Teras ya da Çılgın Bir Seyir Yeri!
 Karabük Valiliği Arşivi & Shutterstock
 Karabük Valiliği Arşivi
Yeryüzüne yakın uçan bir küçük uçakta olup da zevkle aşağıyı seyrettiğinizi düşünün. İşte Kristal
Teras bu duyguyu uçak olmadan da size yaşatabilecek bir yer!
Teras’ın facebook sayfasında ve ziyaretçileri tarafından çekilip youtube’a yüklenmiş kimi
videolarındaki manzaralar ve izlenimler de görülmeye değer.
Karabük Valisi İzzettin Küçük, Boğaziçi Köprüsü’nün bile 60 metre yükseklikte olduğunu
vurgulayıp, “Bu terasın yüksekliği ise 80 metre. Cam terası, özellikle 3 kanyonun birleştiği yer
olan Tokatlı Kanyonu üzerinde yaptık. Türkiye’de tek, dünyada ise bir örneği Arizona’da var”
diyor. Cam terasın yapımında görevli İnş. Müh. Adem Çelebi, cam terasın tamamen yerli
imkanlarla ve yaklaşık 500 bin liraya malolduğunu belirterek “Terasın tamamı çelik konsoldan
yapıldı. Açılımı 11 metre ve bu 11 metrenin 3 metresi beton blok üzerinde, 8 metresi ise
boşlukta. Konsol, halat veya gergi yok. Üzerinde birer santimden oluşan 3 cam tabaka üst
üste bulunuyor. Camların araları özel bir malzemeyle kaplı. 3 santim kalınlığındaki camı roket
atar mermisi bile delemiyor. Metrekareye 750 kilo düşüyor. Burası yaklaşık 100 metrekare
olduğuna göre 75 ton ağırlığını -yani 400 kişi- kaldırabilir. Ancak biz bir defada bu cam terasa
en fazla 30 kişi alacağız. Cam sayesinde kanyondaki derinlik insanı cezbediyor” diyor.
Kristal Teras, tarihi İncekaya Su Kemerine 100 metre mesafede olup, 50 kişilik kapalı alan ve
300 kişilik açık hava bahçesinde de kafeterya hizmeti veriyor.
Web: http://www.kristalteras.com
Facebook Sayfası: https://www.facebook.com/pages/Kristal-Teras/484856364879812
Kent Tarihi Müzesi’ne Bilgisayar Tarihi Salonu
The Crystal Terrace or an
Exciting Watching Point!
Visualize yourself on a little plane
flying at low altitude above the earth
and you are delighted to watch the
scenery below. The Crystal Terrace
is a spot where you can experience
the same excitement without
getting on a plane!
Also it is worth looking at Crystal
Terrace’s Facebook page where you can find videos uploaded to YouTube by visitors, showing the
views of the landscape and reflecting their impressions.
Karabük Governor İzzettin Küçük emphasizes the fact that even the Bosphorus Bridge is 60
meters tall, “whereas this terrace is at a height of 80 meters. We built the glass terrace especially
at Tokatlı Canyon, the juncture point where 3 canyons meet. This is the only terrace of its kind in
Turkey, and the other example in the world is the one in Arizona”, he says. The civil engineer who
worked at the construction of the Crystal Terrace, Adem Çelebi states that the construction was
completed exclusively with domestic means and materials for an approximate total cost of 500
thousand Turkish liras. “The entire terrace is steel construction. It is 11 meters wide from which
a 3 meters section is supported by a concrete block and the remaining 8 meters are suspended
in the air. There are no consoles, no ropes or no tension rods. On the steel lattice are placed 3
layers of glass. Each layer of glass has a thickness of one centimetre. The glass plates are coated
with a special material. Three cm thick glass resists even rocket launcher projectiles. The platform
supports 750 kilograms per square meter. Since this terrace is almost 100 square meters large,
its weight supporting capacity is 75 tons –that is more than the total weight of 400 persons.
However we will only accept a maximum of 30 persons at a time on the Chrystal Terrace. The
depth of the canyon becomes very attractive owing to the glass base” he says.
The Chrystal Terrace is at 100 meters distance from the historical Incekaya Aqueduct. It also has
a cafeteria where café service is available for 50 people indoors and 300 people in an open air
garden. Web: http://www.kristalteras.com
Facebook Page: https://www.facebook.com/pages/Kristal-Teras/484856364879812
32 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
Gerek yerli gerek yabancı gezginler için Safranbolu’nun “Kent Tarihi Müzesi” zaten başlı
başına bir hazine iken geçtiğimiz yıl sonunda açılışı yapılan “Bilgisayar Tarihi Salonu”
ile bu müzeye bilgi çağına yaraşır bir boyut ve içerik eklenmiş oldu. Karabük Valiliği
tarafından hazırlanan yeni bölümde, son 40 yıldır kullanılan bilgisayarlardan örnekler,
yardımcı üniteler, bilgi taşıma araçları gibi somut ürünlerin yanısıra kullanılan sistemler ve
programlarla ilgili görsellerle de bilgisayarın bilinen tarihi sergileniyor. Farklı modellerde
250 bilgisayar ve parçalar arasında, 1978 yapımı bir “Apple II” de var. Müzenin en eski
bilgisayarı olan bu model, monokrom ekrana, Mos technology 6502 işlemciye ve Apple
Dos işletim sistemine sahip.
Karabük Valisi İzzettin Küçük, “bundan 20 yıl önce kocaman kasalarda megabaytları
ile övünülen bilgisayarlar, bugün parmak kadar disklere sığarken, genç kuşaklara
aradaki farkı sözle değil göstererek anlatmanın yararına inandıkları için” bu girişimde
bulunduklarını belirtiyor. Koleksiyonerlerden de yardım alınan müzede sergilenen
bilgisayar, yazılım ve programların büyük bir yüzdesi çalışır vaziyette. Bilgisayar Tarihi
Salonu, Kent Tarihi Müzesi’ne renk katarken özellikle gençler tarafından çok rağbet
görüyor...
History of Computers Department at The City History Museum
“City History Museum” of Safranbolu is a unique treasure for both the local and the
foreign guests. But the addition of a “History of Computers Department” at the end of
last year added to the museum a supplementary dimension that fits the information
age. In this section created by the Karabük Governorship, there are samples of
computers used in the last 40 years, support units, information carrying devices as
well as visuals about the software programs all together presenting a comprehensive
history of computers. There are 250 computers of different types including a 1978
make ‘Apple II’! This model equipped with Mos technology 6502 CPU and Apple Dos
operating system and a monochrome screen is the oldest computer in the museum.
Karabük Governor İzzettin Küçük says: “The computers in huge cabins which were
admired for their megabytes 20 years ago can today fit into finger-size hard discs.
Therefore, we felt useful to show the evolution of computers to younger generations
for them to grasp the distance covered in this field in a short time span of a few
decades”. A great part of the computers, software and programs at the museum some
of which were donated by collectors are in working condition. The History of Computers
Department enhances the value of the City History Museum and is very popular
especially among young people.
Tarihi Saat Kuleleri
Açık Hava Müzesi
Safranbolu’da Hıdırlık Tepesi’nde bulunan
Tarihi Saat Kulesi, tam 215 yıldır görevini yerine
getirirken, Türkiye’de sayısı 80’in üzerindeki saat
kulelerinin en eskisi olma özelliğini de taşıyor.
Padişah III. Selim’in Safranbolulu sadrazamı İzzet Mehmet
Paşa’nın, hemşehrilerine bir armağan olarak İngiltere’den
getirttiği ve herkesin görüp duyması için 12 metre
yüksekliğindeki kuleye diktirdiği bu “çanlı” saatin bir
benzeri de yok. Nedeni de 1797 yapımı saatin
zembereğinin artık sadece dünyadaki birkaç
müzede kalmış olması. Fakat bu eşsiz kule şimdi
Türkiye’deki benzerlerini de misafir ediyor!
Osmanlı döneminin kültürel izlerini taşıyan,
özellikle 1901 yılında II. Abdülhamid’in tahta
çıkışının 25. yıl dönümü vesilesiyle Anadolu’nun
dört bir yanında yapılması talimatı verilen, Balıkesir,
Erzurum, Niğde, Adana, Samsun, Dolmabahçe,
Şanlıurfa, Antalya, İzmir, Çorum, İzmit ve Göynük
kulelerinin de aralarında olduğu 15 saat kulesinin 1/10
ölçekli maketi, Safranbolu Tarihi Saat Kulesi ve Kent Tarihi Müzesi
çevresinde bulunan bir dönümlük alanda sergileniyor. Karabük Valiliği
ve Karabük Üniversitesi’nin önderliğinde yapılan müzeden amaç,
kuleye gelen turist sayısını artırırken, Türkiye’deki diğer saat kulelerini
de tanıtmak.
Historical Clock Towers and The Open Air Museum
The Historical Clock Tower at Hıdırlık Hill in Safranbolu has been functioning for 215
years now and is the oldest of the more than 80 clock towers in Turkey. This clock,
which includes also a bell, that the Grand Vizier of Sultan Selim III, İzzet Mehmet
Pasha who was a native of Safranbolu had ordered from Great Britain as a present
to his fellow countrymen and had installed upon a 12 meter high tower to be seen
and heard from everywhere in the town, is henceforth unique in the world. The type
of coil springs equipping this clock made in 1797 can nowadays only be found at a very
limited number of museums in the world. However, this unique clock tower now welcomes
its counterparts from all over Turkey. The 15 clock towers which were installed in various
locations in Turkey in 1901, on the occasion of the 25th anniversary of the accession to the
throne of Sultan Abdülhamit II, including the clock towers of Dolmabahçe (İstanbul), Balıkesir,
Erzurum, Niğde, Adana, Samsun, Şanlıurfa, Antalya, İzmir, Çorum, İzmit and Göynük are
represented here in Safranbolu through their 1/10 scale models put on display on the one
acre area surrounding the Safranbolu Historical Clock Tower and the City History Museum.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 33
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
 Özgür Açıkbaş
II. Selim Türbesi (solda), türbelerin
dış mekanı ve III. Mehmet Türbesi
(altta), III. Mehmet Türbesi’nden
detay (sağ üstte).
Tomb of Selim II (left), Tombs’ outdoor and
Tomb of Mehmet III (bottom), detail from
the Tomb of Mehmet III (upper right).
Ayasofya
Türbeleri
Ayasofya Müzesi yanındaki
tarihi yapılarda beş Osmanlı
padişahı ile aile üyelerinin
türbeleri yer alıyor. Yıllardır
restorasyon çalışmaları süren
yapılar artık gün ışığına çıktı.
Tarihi eserlerin restorasyonu asla bitmezse de
başlatılan bir çalışma zamanında bitmeli. Fatih
Sultan Mehmet’in “İyi bakılsın!” diye vasiyet ettiği Ayasofya’nın yüzü bu bakımdan son yıllarda
gülüyor. 17 yıldır çakılı duran iskelelerin, ilkel
tuvaletlerin kaldırılması, üstü kapatılmış mozaiklerden melek Serafim’in ortaya çıkarılması,
padişah türbelerinin, vaftizhanenin ve dünyanın
en eski en büyük vaftiz havuzunun ziyarete açılması yalnız Ayasofya’nın değil, herkesin yüzünü
güldüren olumlu gelişmelerden bazıları...
Müze’nin eski Başkanı Doç. Dr. Haluk Dursun,
padişah türbelerinin restorasyonu sırasında
bulunanların Osmanlı’daki ölüm kültürü konusuna da ışık tuttuğunu belirtiyor. Restorasyondan
sonra sandukaların hepsine özellikle aynı renk ve
kumaştan örtü serilmiş, altından çıkan giysi ve
örtüler ise ayrıca sergileniyor.
Padişahların adı ile anılan türbelerde sanılmasın
ki sadece onlar yatıyor! Aile yakınları, diğer hanedan mensupları ve II. Selim Türbesi’nden sonra
eşleri de onlarla aynı yerdeler...
36 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
HAGIA SOPHIA TOMBS
The historical buildings adjacent to the Hagia Sophia
Museum are in fact the tombs of five of the Ottoman
Sultans and their family members. The buildings
which were under restoration for several years are
finally ready to be seen.
Restoration of historical buildings is an everlasting task
which never really comes to an end. Nevertheless, when a
particular work has been embarked upon, it should be timely
finished. According to Fatih Sultan Mehmet’s will, the Hagia
Sophia had to be taken good care of. In recent years his will
was fulfilled to a great extent. Not only the Sultan’s soul but
everybody is satisfied that the scaffolding which has been
standing inside the building for 17 years and the makeshift
toilets outside were finally removed. Further positive developments were the uncovering of the face of the Seraphim
mosaic adorning one of the four corner vaults supporting
the dome, the opening to visitors of the baptistery and of the
world’s oldest and largest baptismal font in addition to the
completion of the restoration of the Sultan Tombs located in
Hagia Sophia’s courtyard.
The museum’s former director Associate Prof. Haluk Dursun
explains that the findings resulting from the restoration
work carried out at the Sultan Tombs shed light on the
sepulchral culture of the Ottomans. After the restoration,
all coffins were covered with the same colour overlays; the
original clothing and quilts being separately put on exhibition. Although they are named after the Sultans, the tombs
do not shelter only the remains of the Sultans but also of
the members of their families and other members of the
dynasty. After Sultan Selim II the wives were also buried in
the same place as the Sultans.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 37
III. MEHMET
TÜRBESİ
III. Mehmet Türbesi, I. Ahmet tarafından
Mimar Dalgıç Ahmet Ağa’ya yaptırılmış.
Sekizgen planlı, çift kubbeli türbe dıştan
mermer kaplı. Girişindeki revaklı kısmın
yanlarındaki yıldız, çiçek ve manzara resimleri,
dönemin klasik süsleme unsurlarının dışına
çıkan bir üslubu sergiliyor. Pencereleri
üç sıra hâlinde, alt sıradakilerle dolapların
arası 17. yüzyıl İznik çinileri ile süslü. Alt
sıra pencereler üzerinde, lacivert beyazlı
çini kuşağı var. Geri kalan kısımlar kalem işi
süslemelerle bezeli. Yapının iki yanına daha
sonra sultan kızları için bölümler eklenmiş.
Bab-ı Hümayun Caddesi’ne bakan tarafta da
tarih kitabesi var. I. Ahmet’in annesi Handan
Sultan, I. Ahmet’in şehzade ve kızları, III.
Murat’ın kızı Ayşe ve diğer şehzadelerle
birlikte toplam 26 sanduka barındırıyor.
TOMB OF SULTAN MEHMET III
The Tomb of Mehmet III commissioned by Ahmet I was built by Architect Dalgıç Ahmet Agha.
The double domed tomb with an octagonal floor plan is marble coated on the outside. The
stars, flowers and landscape pictures on the flanks of the porch at the entrance display a
style beyond the usual ornamental elements of the period. The windows are laid out in three
superposed rows. A belt consisting of 17th century white and navy blue Iznik tile calligraphic
decorations stretches horizontally above the lowest row of windows. The remaining parts
are decorated with hand-drawn ornaments. New sections were added at a later stage on
either side of the entrance gate for the daughters of the sultans. The foundation inscription is
installed on the side facing the Bâb-I Hümayun Street. This sepulchre shelters a total of 26
coffins including those of Handan Sultan, Sultan Ahmet I’s mother; princely sons and daughters of Ahmet I, Murat III’s daughter Ayşe and other sultans’ sons who are buried here.
II. SELİM TÜRBESİ
TOMB OF SULTAN MUSTAFA I AND SULTAN IBRAHIM I
The externally quadrilateral building with an octagonal internal layout and covered with
a rimless dome was the former baptistery of the basilica. That structure is now known
as the Tomb of Sultan Mustafa I and Sultan Ibrahim I. The Baptistery, located at the
south west corner of the main building is one of the major annex structures of the Hagia
Sophia complex. In the Ottoman period, it had been used as a storage room for lamp
oil for a while and was eventually converted into a tomb following the sudden death of
Mustafa I in 1639. Also Ibrahim I who died in 1648 is buried here. There are a total of
19 coffins in this sepulchre, including those of Mustafa I, Ibrahim I, of the daughters of
Ahmet I and the daughter Kaya Sultan of Murat IV, the princely sons and daughters of
Ahmet II and some other members of the dynasty.
I. MUSTAFA ve I. İBRAHİM TÜRBESİ
Ayasofya’nın en önemli ek yapılarından Vaftizhane kısmında, dıştan 4 köşe, içten sekizgen
planlı, üstü kasnaksız kubbe ile örtülü bu yapı günümüzde I. Mustafa ve I. İbrahim Türbesi
olarak biliniyor. Fetihten sonra Ayasofya’nın kandil yağları deposu olarak kullanılmış,
daha sonra I. Mustafa’nın 1639’da aniden ölmesiyle türbeye çevrilmiş, 1648 yılında
ölen I. İbrahim de buraya defnedilmiş. Bu Türbede de I. Mustafa, I. İbrahim, I. Ahmet’in
kızları, IV. Murat’ın kızı Kaya Sultan, II. Ahmet’in şehzadeleri, kızları ve bazı hanedan
mensuplarına ait 19 sanduka bulunuyor.
38 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
Taş, sütun, maden, çini, hat ve ahşap sanatının en
güzel örneklerini içeren bu yapı, Mimar Sinan’ın yaptığı
18 türbeden biri. II. Selim Mimar Sinan’a kendisi için
Ayasofya’nın yanında bir türbe yapmasını emretmişse
de yapımı ölümünden üç yıl sonra tamamlanabilmiş. Dışı
mermer kaplı, sekizgen planlı yapının giriş kapısı kündekari
tarzında, sedef kakmalı ve geometrik bağa bezemeli olup,
ahşap işçiliğinin seçkin bir örneği. İki yanında beyaz üzerine
mor, kırmızı, yeşil, mavi çiçek desenli çini panolar var. 16.
yüzyılın en güzel çini örneklerinden olan bu panolardan,
sol taraftakinin renkleri daha soluk. Çünkü 1895’de restore
edilmek üzere Fransa’ya götürülen panonun yerine taklidi
takılmış. Özgün pano, Louvre Müzesi’nde. Türbede Sultan
II. Selim, eşi Nurbanu Sultan, kızları Hacer Güherhan,
İsmihan ve Fatma, oğulları Süleyman, Osman, Cihangir,
Mustafa, Abdullah ile III. Murad’ın oğulları ve kızlarına ait
42 sanduka var.
TOMB OF SULTAN SELIM II
This building bearing the most beautiful examples of
woodwork, stonework, columns, tiles and calligraphic
arts is one of the 18 tombs built by Architect Sinan. Sultan Selim II had ordered Architect Sinan to build a tomb
adjacent to the Hagia Sophia for himself; yet the tomb
could only be completed three years after his death.
The octagonal building is marble-coated outside. Its
entrance door in kündekâri style inlaid with mother of
pearl and decorated with geometrical tortoise shells is
an exclusive example of woodwork. The tiled panels on
each side of the door with purple, red, green and blue
flower patterns constitute the most beautiful samples of
the 16th century tile work. The colour of the panel on
the left-hand side is paler than the other one because
its original tiles sent in 1895 to France for restoration
purposes were replaced with fake copies. The original
tiles are still at the Louvre Museum.
Sultan Selim II, his wife Nurbanu Sultan, their daughters Hacer, Güherhan, Ismihan and Fatma, their sons
Süleyman, Osman, Cihangir, Mustafa, Abdullah and
Sultan Murat III’s sons and daughters are buried at the
tomb which houses 42 coffins in total.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 39
ŞEHZADELER TÜRBESİ
III. MURAT TÜRBESİ
Bu türbe III. Murat’ın ölümünden sonra, Mimar Davud Ağa
ve yardımcısı Dalgıç Ahmet Ağa tarafından inşa edilmiş.
Altıgen planlı, çift kubbeli, dıştan mermer kaplı ve ön tarafta
revaklı bir bölümü bulunan en büyük Osmanlı türbelerinden
biri. İçinde, sırrı yüzyıllarca çözülemeyen 16. yüzyıl mercan
kırmızısı İznik çinilerinin en güzel örnekleri ve kalem işi
süslemeleriyle zengin bir görünüme sahip ve lacivert üzerine
beyaz “celi sülüs” çini kuşağı bulunuyor. Üç sıra halinde
açılmış pencerelerden alt sırada olan kapaklı pencerelerin
aralarında ahşap kündekâri dolaplar yerleştirilmiş. Türbenin
kündekâri giriş kapısı, geometrik şekilli sedef kakmalarla süslü.
Burada III. Murat, eşi Safiye Sultan, kızları, saray mensubu
kadınlar ile şehzadelere ait 54 sanduka var.
III. Murat Türbesi’ne bitişik olan Şehzadeler Türbesi,
kubbeli, dıştan sekizgen, içten dört köşeli, zemini altı
köşeli tuğlalarla kaplı, duvarları kesme küfeki taşından,
oldukça sade bir görünüme sahip. Türbenin ahşap ana
giriş kapısı, geçmeli, geometrik şekilli, ahşaptan çıtalarla
süslenmiş. İç duvarlarında, 19 yüzyıla ait siyah ve beyaz
renklerle yapılmış, bitki motifleri, sepette çiçekler,
kurdeleler ile kumaş kıvrımlı kalem işleri var. III. Murat’ın
4 şehzadesi ve 1 kızı burada yatıyor.
TOMB OF PRINCES
TOMB OF SULTAN MURAT III
The Tomb of Sultan Murat III was built between the Tomb of Sultan Selim II and the Princes Tomb in 1599, by Architect
Davud Agha and his assistant Dalgıç Ahmet Agha, four years after the death of Sultan Murat III in 1595.
The Tomb of Sultan Murat III is one of the largest Ottoman tombs with its hexagon layout, double domes, exterior marble
coating, and the arcaded section on the front. The tomb seems unsophisticated from outside, but it is decorated inside with
the most beautiful examples of coral red Iznik ceramics dated to the 16th century - which continued to keep their secret for
centuries- and hand-drawn ornamentation. There is a belt of Celî Sülüs (Jeli Thuluth) style calligraphic decorations on polished ceramic tiles in white colour on navy blue background. The windows of the tomb are in three rows. In the lower row,
wooden kündekâri cupboards are installed in the interspaces of lidded windows. The kündekâri style entrance door is decorated with geometrical shaped mother of pearl inlays. In this tomb, there are a total of 54 sarcophaguses belonging to Sultan
Murat II, his wife Safiye, his daughters, courtier women and princes.
40 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
The Tomb of Princes, which is adjacent to the tomb of
Sultan Murat III, is domed, externally octagonal, internally quadrilateral, with a floor pitched by hexagonal
bottom-cornered bricks, walls made of faced limestone.
It has a pretty unsophisticated external view. The main
entrance door of the tomb is decorated with interlocking wooden laths with geometrical shapes. There are
no ceramics or calligraphy, but the interior walls are
decorated with plant motives, flowers in baskets, ribbons and cloth crimp hand-drawn ornaments.
Four princes and one daughter of Sultan Murat III are
buried here.
Boğaz’ın en iltimaslı köşesinde yer alan Tarabya Oteli’nin geçmiş
yüzyılda bir kartpostal üzerinde yer alan resmi (küçük resim),
North Suite’in salonu (sol ortada), Büyük Balo Salonu (sol altta) ve
Diba Bar (üstte).
A postcard picture from the past century of Tarabya Hotel located at the
most favoured corner of the Bosporus (thumbnail), living room of the North
Suite (left centre), Grand Ballroom (bottom left) and Diba Bar (above).
 Tarabya Otel Arşivi
...ve Tarabya yeniden açıldı
And Tarabya
re-opens
A very important reference
point in the memory
of Istanbul, on a large
spectrum ranging from the
old generation of Istanbul
residents to Yeşilçam
Street’s filmmaking
industry, Tarabya Hotel is
once again with us with the
new name card it holds:
“The Grand Tarabya”...
42 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
Eski İstanbullulardan
Yeşilçam’a kadar uzanan
geniş bir yelpazede,
İstanbul şehir kültürü
belleğinde önemli bir
referans noktası olan
Tarabya Oteli, “The Grand
Tarabya” kartvizitiyle
yeniden aramızda...
1900’lü yıllarda, Mimar Vallaury tarafından kadim Petala otelinin yerine
yapılan ve Tokatlıyan Oteli olarak İstanbul’da iz bırakan yapı 54 yangınından sonra 1966’da Emek Otelleri’nin Büyük Tarabya Oteli kimliğiyle
yeniden İstanbul hayatına katılmıştı. Hilton ve Divan’dan sonra dönemin
en itibarlı üç otelinden biri olan Tarabya Oteli, 80’li yıllara kadar cazibesini
korumuştu. Sonra düşüşe geçti. 2002’de komik fiyatlarla 2 bin parça eşyası, 2006’da da otelin tamamı satışa çıkarılmıştı. İhaleyi 143 milyon dolarla
kazanan Bayraktarlar Holding, 350 milyon dolarlık yatırımla tamamladığı
çalışmalardan sonra, otelin kapılarını 2013 Şubat’ında “The Grand Tarabya” olarak yeniden açtı.
60’lardan 80’lere kadar, sosyetenin statü sembollerinden biri, Yeşilçam’ın
zengin mekânlı dekoru, İstanbulluların da en güzel anılarının yaşandığı
yer; yeni kıyafetiyle şimdi bütün dünyayı Tarabya’ya davet ediyor.
“Leading Hotels of the World” - “Eşsiz Oteller” portföyüne de katılan otelde
168 Deluxe oda, 80 süit ve 1 kral dairesinin yanı sıra uzun süreli konaklamalar için hazırlanmış 30 Servis Apartmanı bulunuyor.
Şehir kültürü mirası
Fine-dining tarzıyla “The Brasserie”, 1960’lı yıllardaki geleneksel akşamüstü
çaylarının atmosferini yaşatacak “The T Lounge”, hem kapalı alanı hem de
terasıyla “Diba Bar”, 4500 metrekarelik “Therapia Spa”, 1250 kişi kapasiteli
“Balo Salonu” ile “The Grand Tarabya”, İstanbul’un en lüks adreslerinden
biri olma yolunda.
Bayraktarlar Holding Başkanı İzzet Bayraktar, “Özelleştirme ihalesi sırasında, 9 şirket arasından açık artırmayla en yüksek teklifi vererek ihaleyi
kazandım. Çocuklarımdan gizli katıldığım, eşimin “İnşallah kazanamazsın”
diyerek yolcu ettiği ihaleye katılırken tek düşüncem vardı; bu kadar önemli
bir kültürel miras olan bu otelin “milli” kalabilmesi. Bunu başarmış olmak
benim için büyük bir gurur kaynağı... Geriye baktığımda iş hayatımda en
önemli yatırımlar arasında The Grand Tarabya Otel’inin olduğunu söyleyebilirim.” diyor. Bayraktar, kendi değer ölçülerinin, otelin yeniden yapımı
sırasında ilgisini hiç eksik etmeyen yabancı otel zincirlerinin istekleriyle
örtüşmediğini, “İstanbul için çok önemli bir yapının Türk gelenekleriyle
beraber fakat modern bir şekilde Bayraktar Grubu’nun öncülüğünde hayat
bulduğunu” söylüyor.
Şehir otelciliğinde rekabetin çok arttığına dikkat çeken The Grand Tarabya
Genel Müdürü Bora Göymen de holdingin satın aldığının “bir otel” olmaktan öte bir “şehir kültürü mirası” olduğunu, bu nedenle “yenileme değil,
yeniden yapım”a özen gösterildiğini belirtiyor.
http://www.thegrandtarabya.com
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 43
The Brasserie (sol üstte), Kilyos Toplantı Odası
(sol altta), South Suite’in banyosu (altta) ve Junior
Suti Bosphorus (en altta).
The Brasserie (upper left), Kilyos Meeting Parlour (lower
left), South Suite’s bathroom (bottom) and Junior Suite
Bosphorus (lower bottom).
The initial structure which left its mark in Istanbul’s history as the Tarabya Tokatlıyan Hotel
was built by Architect Vallaury in the 1900’s on the grounds of the ancient Petala Hotel.
It was heavily damaged due to a fire in 1954. The hotel was reconstructed and opened its
doors in 1966 under the name of Büyük Tarabya (Grand Tarabya) Hotel, as one of the Turkish Pension Fund Group of hotels (Emek Otelleri).
It re-entered the city’s life as the third most prestigious hotel of Istanbul following the Hilton
and Divan Hotels and kept its glamour until the 1980’s. Afterwards the decline started. In
2002, two thousand pieces of the hotel’s furnishing were put up for sale for derisory prices
and the hotel as a whole was finally put on the market in 2006. The tender was won with
143 million dollars by Bayraktarlar Holding who undertook renovations with an investment
scope of 350 million dollars. The hotel re-opened its doors in February 2013, under the name
of “The Grand Tarabya”. The landmark which has been one of the status symbols of the high
society and served as a setting for numerous Turkish movies, the spot where the people of
Istanbul had their best memories from the 60’s to the 80’s, now invites the whole world to
Tarabya in its new outfit. The hotel which has 168 deluxe rooms, 80 suites and 1 royal suite,
as well as 30 Service Apartments designed for long-term stays was included in the portfolio
of unique hotels by the “Leading Hotels of the World”.
City Culture Heritage
With its fine-dining style, “The Brasserie” will provide the 1960’s traditional five o’clock tea
44 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
atmosphere. “The Grand Tarabya” is set onto being one of the most luxurious addresses of
Istanbul with “The T Lounge”, the “Diba Bar” with both its closed space and its open terraces, the 4500 square metres large “Therapia Spa” and the “Ballroom” with a capacity
of 1250 persons. Bayraktarlar Holding Chairman İzzet Bayraktar says: “I gave the highest
bid among the 9 companies participating in the privatization tender and won. I participated
in this bidding secretly without the knowledge of my children and, my wife has sent me off
saying, ‘I hope you won’t win’. But I had only one thought on my mind: to make sure that
this hotel of such great significance as a cultural heritage would remain ‘national’. It is such
a pride and joy for me that I was able to achieve that... When I look back, I can say that one
of the most important investments in my business life was the Grand Tarabya Hotel.” Bayraktar states that his personal code of values never coincided with the proposals put forward
by foreign hotel chains whose interest in the hotel never dwindled throughout the restoration phase. He declares, “A very important building for Istanbul once again was revitalized
through the leadership of the Bayraktar Group, in a very modern way while staying true to
the line of Turkish traditions.”
The Grand Tarabya General Manager Bora Göymen points out that the competition in city
hotels increased a great deal in the last period and emphasizes that what the holding bought
is far beyond a mere hotel; that it is a “city culture heritage”. He says that, therefore, they
have concentrated on the “reconstruction rather than renovation” of that heritage. http://
www.thegrandtarabya.com
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 45
AN ASTRONOMY CENTRE
CACABEY MOSQUE
(Pronounced Djadja-Bey)
bir astronomi merkezi
cacabey camii
Yapımı sırasında harcın içine
karıştırılan mavi cam parçacıkları
güneşli havalarda ışıl ışıl parlıyor.
Minaresi ve mimarisi ile hayranlık
uyandırıyor...
2 Elif Türkölmez
 Rasim Konyar
Kırşehir kent merkezinin
en görkemli yapısı Cacabey Camii, adını Kırşehir
Emiri Nurettin Cibril
Bin Cacabey’den alıyor.
Dönemi için çok ileri bir
mimari deha ve estetik
bilinçle inşa edilen bu cami aslında bir medrese.
Ama onu medrese olmasından da önemli kılan
bir başka özelliği daha var. O da buranın aslında
bir “gözlemevi” olması. 1271-1272 yıllarına
tarihlenen yapı, döneminde astronomi merkezi
olarak hizmet vermiş, gökbilim alanında pek çok
ilim insanı yetiştirmiş bir kurum. Burası için zamanının, 13. yüzyılın, “üniversitesi” desek yanlış
olmaz. Hatta verilen eğitimin günümüz üniversite müfredatından çok daha ağır olduğunu da
hatırlatmak gerekir.
“Bir astronomi merkezi olarak Cacabey Camii”
hakkında söyleyeceğimiz daha çok şey var.
Ama önce gelin, bu gözlemevi/medrese/camiye
adını veren ileri görüşlü Emir Nurettin Cibril Bin
Cacabey’i tanıyalım.
Cacabey, Selçuklular Dönemi’nde, II. Gıyaseddin
Keyhüsrev zamanında Kırşehir Emiri olarak görev
yapmış bir devlet adamı. Küçük yaşlarında üstün
yetenekleri ile devrin ileri gelenlerinin dikkatini
çekmiş. Hatta, Mevlana yazdığı bir mektupta,
Cacabey’in yeteneklerine ve başarılarına övgüde
bulunuyor. Mevlana’nın kendisiyle bir araya geldiği meclislerde de bu konuyu dile getirdiği, bu
yetenekli genci her fırsatta övdüğü de biliniyor.
Cacabey ayrıca, kendi idaresinde yaşamakta olan
Hacı Bektaş Veli ile yakından ilgilenmiş, onu himaye etmiş. Cacabey, astronomiyle kişisel olarak
ilgilenen bir devlet adamı. Gökyüzünde olup
bitenlere büyük merakı var. Ayrıca Türkçe’ye çok
hakim. Ve bilimin Türkçe yapılmasından yana.
Farsça’yı da çok iyi biliyor ancak bilim dili olarak
Türkçe’nin kullanılmasını istiyor. Bu yüzden
sadece Türkçe eğitim verecek bir bilim merkezi
yaptırmak istiyor ve çok kısa sürede Cacabey
Gözlemevi’ni kuruyor. Türk bilim adamı Uluğ
Bey’in Batı Türkistan’da kurduğu medrese ne
ise, bu bilim merkezi de aynı derecede önemli.
Cacabey, Anadolu’da birçok hayır kurumu ve
ayrıca cami, zaviye gibi pek çok kamusal binanın
da onarımını yaptırmış. 1301 yılında Bizanslılar’a
karşı savaşırken ölen devlet adamının cenazesi,
Kırşehir’e getirilerek yaptırdığı medresenin yanındaki türbeye defnedilmiş.
Bu havuzda yıldızlar incelenmiş
Üzerindeki mavi çini işlemeler sebebiyle halk ara-
46 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
In sunny weathers it glitters with the blue
glass particles mixed in the mortar during its
construction. It arouses admiration with its
minaret and architecture.
The most magnificent building in the central Anatolian
city of Kırşehir, Cacabey Mosque, is named after an Emir
of Kırşehir, Nurettin Cibril Bin Cacabey who lived during
the time of the Seljuk Sultanate of Rûm (Anatolia). This
mosque which was built in a most advanced architectural
and aesthetic conception compared to its era, is in fact
a Muslim theological school; that is, a ‘medrese’. However, it has also a very important second characteristic.
This building dated to the years 1271-1272 was also an
‘observatory’. It served as an institution which cultivated
many scholars in the area of astronomy. It would not be
wrong to call it a 13th century ‘university’. As a matter
of fact, the education program was a lot heavier than the
curriculum of today’s universities.
There is a lot more to tell about the ‘Cacabey Mosque as
an astronomy centre’; but let us first introduce the foresighted person of Emir Nurettin Cibril Bin Cacabey who
is the man this observatory/medrese/mosque was named
after. Cacabey is a Statesman who has been the Emir
of Kırşehir during the reign of Seljuk Sultan Gıyaseddin
Keyhüsrev. He drew the attention of the notables of his
time due to his outstanding talent and qualities. Even
Mevlana/Rumi praised Cacabey’s talent and success
in a letter he wrote. It is known that Mevlana met him
personally and praised this skilled young man on every
occasion. On the other hand, Cacabey had great respect
for and took under his protection Hacı Bektaş Veli who is
another well-known Anatolian mystic philosopher having
lived in the area under his administration during that
period. Cacabey was a Statesman personally interested
in astronomy. Moreover, he had a good command of
the Turkish language. He also knew Persian quite well
but he felt that science should be conducted in Turkish.
Hence he undertook to establish a scientific centre which
would dispense its education in Turkish and created the
Cacabey Observatory in a very short time. Therefore,
this institution has as much significance as the medrese
that was established in Western Turkestan by the Turkish scholar Uluğ Bey. Cacabey also commissioned the
restoration of numerous public buildings such as those of
various charitable institutions, of mosques and dervish
lodges. The remains of the Statesman who died fighting
the Byzantines in 1301 were brought to Kırşehir and
buried in a tomb adjacent to the medrese he had built.
Stars were observed in the pool
The Cacabey Mosque colloquially called the “Glassy
Porcelain Mosque” due to its blue tile coating with glass
Cacabey Camii’nin minaresi, taç kapısı ve füzeye
benzetilen sütunlardan biri.
Cacabey Mosque’s minaret, its crown gate and one of the
columns compared to missiles.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 47
sında “Cıncıklı Camii” de denilen Cacabey Camii,
tamamen taştan yapılmış kare planlı bir cami. İki
eyvanlı, kapalı avlulu medreseler gurubuna giren
bu caminin taç yapısında iki renk taş işçiliği göze
çarpıyor. Ana eyvanda yer alan karşılıklı iki sütun
koni ve küre biçimlerinin üst üste bindirilmesiyle
oluşturulmuş. Bu sütun düzenlemesinin Anadolu Türk sanatında başka bir örneği yok. Büyük
kubbenin hemen altında, yıldızların incelendiği
bir havuz bulunuyor. Bu havuzda, yıldızların
suya yansıyan akisleri gün gün not edilmiş ve
bu notlardan yıldızların konumları belirlenmiş.
Cacabey Camii’nin en ilginç özelliklerinden biri de
minaresinin yapıdan ayrı olması. Bu, özel olarak
böyle yapılmış çünkü minare aynı zamanda gözlem kulesi niteliği taşıyor.
Cacabey’in türbesi de camiinin hemen sol bitişiğinde. Türbeye cami içerisinde bulunan bir salondan geçilerek merdivenle çıkılıyor. Kapısı lacivert
üzerine beyaz çiniler ve yazılarla bezenmiş. Pencere kenarları ise taş süslemeli. Türbeyi içi çinilerle
süslü çokgen biçiminde bir kubbe örtüyor. Camiyi
ziyaret ederseniz bu ileri görüşlü devlet adamının
türbesine de muhakkak uğrayın.
Füzeye benzetilen sütunlar
Bu caminin yapımında kullanılan harca küçük
cam parçacıkları katıldığı için cami, güneşli havalarda ışıl ışıl parlar. Avlusu Kırşehir merkezinin
en sessiz yerlerinden biridir. Dolayısıyla Cacabey
Camii hem göze hem kulağa nefis bir deneyim
yaşatır. Orada şadırvandan akan suyun sesinin
dışında hiçbir ses zamanın bütünlüğünü bölmez.
Cacabey Camii’nin minaresi, içerisindeki mavi
cam parçacıklarının yarattığı ışıltıyla, başka hiçbir
camide göremeyeceğimiz bir estetik farklılığa ev
sahipliği yapıyor. Minarenin altında daire şeklinde sıralanan taşlar, üst bölümde zigzag biçiminde
motifler çizerek yükseliyor. Medresenin en çok
dikkat çeken özelliklerinden biri de dış cephesindeki üç sütun. İkisi köşelerden biri de cephenin
ortasından yükselen bu sütunlar ziyaretçiler
tarafından füzeye benzetiliyor. Sütunların altındaki farklı motiflere gönderme yapılarak birinin
rampada duran, diğerinin fırlatılmak üzere olan,
üçüncüsünün de yükselen bir füzeyi sembolize
ettiğine inanılıyor. Füze hareketlerinin herhangi
bir bilimsel dayanağı yok ancak bu benzetmelerin
böylesi bir astronomi merkezine oldukça yakıştığı
çok açık.
Yolunuz Kırşehir’e düşerse, Cacabey Camii’ni muhakkak ziyaret edin. Zira, döneminde astronomi
merkezi olmuş başka bir cami görmeniz mümkün
değil. Ayrıca yolunuz buraya güneş battıktan sonra düşerse bahçedeki havuza bakmayı ihmal etmeyin. Kim bilir belki siz de yüzyıllar önce burada
yaşamış bir bilim insanı tarafından gözlemlenen o
yıldızın aksini tekrar görebilirsiniz.
Cacabey Camii’nin içinden ve dışından görüntüler ve kubbenin altındaki havuzu (sağ üstte).
Views from the interior and from the outside of the Cacabey Mosque and its pool under the dome (top right).
48 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
particles, has a square layout and is completely built
of stone. The mosque belongs to the group of medreses
with two iwans i.e. with two vaulted rooms with one
side open to a court, and closed courts. The masonry
structure with two colours on the crown of the mosque
is remarkable. The two columns facing each other in
the main iwan are composed of superposed cones and
spheres. There is no other example of this column style
in the Anatolian Turkish art. There is a pool right under
the big dome where the stars were observed. The reflections of the motions of the stars in the pool were daily
taken note of and helped determine the stars’ positions
one by one. Another genuine characteristic of Cacabey
Mosque is that its minaret is built separate from the
main structure. This configuration was purposefully
chosen since the minaret was also used as an observation tower.And Cacabey’s tomb is right on the left side
of the mosque. The tomb is reached through a staircase
after crossing a hall inside the mosque. The gate is ornamented with white tiles and inscriptions and the window
frames are decorated with stone carved ornaments. A
polygonal dome coated with tiles inside covers the tomb.
If you visit the mosque, you should definitely stop by the
tomb of this science oriented Statesman.
Columns compared to Rockets
The mosque glitters in sunny weathers since blue glass
particles were mixed in the mortar during its construction. Its courtyard is one of the most silent places of
Kırşehir’s centre. Therefore, Cacabey Mosque offers an
exquisite experience both for the eyes and the ears. No
sound besides the sound of the water flowing from the
fountain can disrupt the wholeness of time here. Cacabey
Mosque’s minaret bears a unique aesthetic distinction
that you cannot see at any other mosque, thanks to the
glittering of its blue glass pieces. The stones set in circles
around the bottom part of the minaret rise up towards
its upper section by drawing zigzag formed motives.
Another distinctive characteristic of the medrese are
the three columns at its exterior façade. Two of them
rise up from the corners and one from the middle of the
façade, which the visitors liken to rockets. Looking at the
different patterns at the bottom of each of the columns,
people compare one of them to a rocket on a ramp, the
other to a rocket about to be launched and the third one
to a rocket rising up in the air. These imagined analogies
are totally devoid of any scientific basis but certainly
befit the spirit of this building which was an astronomy
centre.
If you drop by Kırşehir one day, make sure to visit
the Cacabey Mosque since you will have no other
opportunity to see a mosque which has served in its
time as an astronomic observatory. And if you are
still in the city after sunset, do not miss to see the
pool in the garden. Look into the pool and who knows;
maybe you will have a chance to capture the reflection of a star which was observed by an astronomer
who worked here centuries ago.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 49
ŞEYLERİN TARİHİ
history of things
çay oldu!
başlangıçta su vardı...
içine bir yaprak düstü,
2 Pınar Arslan
There was water in the beginning...
A leaf fell in it,
It became tea!
Tea is the beverage that human beings consume the most following
water…We cannot be without it at breakfast... When we feel cold, we say
“Oh, I wish there was some tea now...” Tea is the best friend of “simit”
(Turkish bagel); it is the indispensable ingredient of friendly chat sessions. You drink it hot, you drink it cold, and you drink it with lemon or
with cloves. Tea is such a unique pleasure...
50 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
Çin’li bir Filozof der ki; “Çay dünyanın gürültüsünü
unutmak için içilir.” Peki berrak suyla buluşup bize
mutluluk veren bir tutam yaprak, nasıl olmuş da
hayatımıza girmiştir?
Çay dünyada bir bitki olarak 5000 yıllık bir geçmişe
sahiptir. Yaygın efsaneye göre büyük Çin İmparatoru Shen Nung’ın hizmetlilerinden biri bahçede su kaynatırken, bir yaprak kaynayan suyun
içine düşer. Yaydığı koku imparatoru etkiler. Kokusunu beğenen imparator bu yaprağın tadını da denemek ister ve çay o gün bugündür insanoğlunun vazgeçilmez dostu haline gelir.
Çayın ilk yudumlanışı çok eskilere MÖ 2737 yılına, Çin İmparatorluğu’na
kadar dayanır. Çay konusunda ilk kapsamlı araştırma ise MS 733-804
yılları arasında yaşayan Lu Yu’ya aittir. “Çay Kitabı” adlı eserinde, çay
hakkında; üretiminden tüketimine, sistemli ve kapsamlı bilgi vermektedir. Avrupa’nın bu gizemli tat ile buluşması 17. yüzyılda gerçekleşir.
İngilizler, sağlık ve zindeliğin sunulduğu bu sıcak içeceği o kadar çok
benimserler ki, bunu bir yaşam tarzı haline getirirler adeta... 18. yüzyılda
da bugün dünyanın en büyük çay yetiştirilen bölgesi sayılan Assam ve
Seylan Adası’nda çay bahçeleri oluşturulur. Üretilen bu çayları Avrupa’ya
hızlı olarak taşımak için de, süratli yelkenliler yapılır. Türkiye’nin çayla
tanışması 1787 tarihinde, Japonya’dan getirilen çay tohumlarının ekilmesiyle başlar. Bursa civarında gerçekleşen ilk ekim çalışmaları iklim şartlarının olumsuzluğu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanır. Ancak 1917 yılında,
zamanın Halkalı Ziraat Mektebi Alisi müdür vekili ve botanikçi olan Ali
Rıza Erten yapmış olduğu teknik çalışmalar sonucunda 16.02.1924 tarihinde Rize’de çay yetiştirilmesi için meclisten onay alır ve günümüz çay
üretiminin temelleri bu şekilde atılmış olur. 1947’de kurulan ilk fabrika
ile üretim hızlanır. Dünya üzerindeki tarihiyle kıyaslanınca Türkiye’nin
çayla tanışmasının geç bir tarihe denk geldiği görülmektedir. Buna rağmen, Türk insanı, çayı çok sever ve günün her saatine, her mekanına
taşır.
 Rasim Konyar & Shutterstock
Sudan sonra
insanoğlunun
en çok tükettiği
içecektir çay...
Kahvaltıda onsuz
yapamayız.
Soğukta içimiz
titrediğinde “ah bir
sıcak çay olsa...”
deriz. Simitin en
yakın arkadaşı,
dost sohbetlerinin
vazgeçilmezidir.
Sıcak, soğuk,
limonlu,
karanfilli...
Bambaşka bir
keyiftir çay...
Rize’de çay bahçeleri. Rize tea gardens.
Çay Bitkisi
Çayın Latince adı, Camelia Sinensis’dir ve vatanı Yukarı Birmanya olarak
kabul edilir. Buradan da kuzey doğuya ve güney batıya yabani olarak
yayıldığı düşünülmektedir. Günümüze gelinceye kadar çayın başlıca
çeşitleri olan Assam ve Çin çaylarından çok sayıda melez oluşturulmuştur.
Bugün bilinmekte olan 1500 çeşit çay vardır.
Çay kelimesinin kökeni
Çay kelimesinin kökeni çayın anavatanı Çin’e dayanır. Mandarin lehçesindeki ç’a ve Amoy lehçesindeki t’e çayın iki farklı söyleniş şeklidir. Batı
dünyasında çay isminin iki formu da kullanılır. Mandarin formu ilk defa
1559’de Portekiz’li tüccarlar tarafından kullanılmıştır. Bu tüccarlar sayeTÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 51
Karadeniz’in özgün çay
sepetleri.
The original tea baskets from
the Black Sea Region
ÇAY, HER DERDE
DEVA
then, that they made a national habit of sipping tea everywhere and at every hour of the day.
sinde Mandarin lehçesindeki
ç’a Rusça’ya (çai), Farsça’ya
(ça), Arapça’ya (şay) şeklinde
yerleşmiştir. Avrupa’da daha sonraları Hollanda’lı tüccarlar tarafından Amoy lehçesi yaygınlaştırılmıştır. Bu sayede çay Batı dillerinde
Amoy lehçesindeki t’e kelimesinden
türeyip, İngilizce’ye (tea), Fransızca’ya
(the), İspanyolca’ya (te), Almanca’ya
(tee) olarak yerleşmiştir. Doğu dillerinde
ise Mandarin formu daha yaygındır. Hintçe
(çay) ve Japonca (cha) bu formu kullanır.
 Rasim Konyar & Shutterstock
• Kan dolaşımını kolaylaştırır, uyku halini
giderir, konsantrasyonu artırır.
• Yorgunluğu engeller. Bu
özelliklerinden ötürü çay, ders çalışan
veya sınavlara hazırlanan öğrencilerin
uzun gecelerinin favori içeceğidir.
• Depresyon problemlerine yardımcı
olur ve huzur verici etkiye sahiptir.
• Gergin bir cilt sağlar.
• İdrarı temizler.
• Vücudun direncine olumlu katkıda bulunur.
• Kan artırıcıdır ve kandaki zehirli
maddelerin çabuk atılmasını sağlar.
• Tansiyonu düşürür.
• Yeşil çay, C vitamini yönünden
zengindir.
• Çay, kalsiyum, fosfor asidi, kafein,
bakır, potasyum, nikel, karotin, çinko,
flüor, tanen ve magnezyum içerir.
• Çay, damar sertliğini önler.
• Vücudun hararetini düşürür. Bundan
dolayı çay çöl ve kurak ortamlarda
yaşayanlar tarafından çokça tüketilir.
• İçeriğindeki antioksidan maddeler sayesinde zararlı maddelerin vücuttan
uzaklaştırılmasında; akciğer, mide,bağırsak kanserlerinin önlenmesinde etkilidir.
• Cilde yüzeysel olarak uygulandığında kaşıntı, egzama gibi cilt rahatsızlıklarına da
iyi gelir.
A Chinese philosopher says; “You drink tea to forget about the tumult of the world.” How
then, could a wisp of leaves first meet with some clear water and then enter our lives to
make us so happy?
Tea has 5000 years of history as a plant on earth. According to the popular legend, a servant of the Great Chinese Emperor Shen Nung was boiling water in the garden and a leaf fell
in the pot. The emperor was enchanted by its scent and was eager to taste the brew. Since
that day, tea became an essential companion of humankind.
The first sip of tea in history goes back to 2737 B.C., to the Celestial Empire era. Again, it
took a Chinese man, Lu Yu who lived in the years 733-804 A.D. to complete the first comprehensive research on tea. In his work named the “Book of Tea” he provided broad and systematic information on tea from its production to its consumption. Europe’s first encounter
with this magical infusion occurred in the 17th century. The English embraced this warm
beverage so wholeheartedly as a source of vigour and wellness that they elevated tea onto
their distinctive life style... In the 18th century, they established tea plantations in the Assam
Province of India and on Ceylon Island, which are still today the world’s largest tea growing
regions. And fast sailboats were constructed in order to transport the tea produced in Asia to
Europe. Tea was introduced to Turkey in 1787, with tea seeds brought from Japan. The first
attempt to plant tea domestically which took place around Bursa was unsuccessful because
of the adversity of the climate in the area. However, following extensive research conducted
in 1917 by Ali Rıza Erten, a botanist and the then Deputy Manager of the Halkalı Academy
of Agriculture, plantation of tea in Eastern Black Sea region’s Rize area was approved by a
parliamentary resolution on 16.02.1924; thus laying the foundations of today’s tea production in our country. The production gained momentum with the establishment of the first
factory in 1947. Turkey’s first encounter with tea corresponds to a rather late stage in tea’s
historic journey throughout the world. Nonetheless Turkish people are so fond of tea since
52 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
Türkiye’nin Çay keyfi
Türkiye çay tarım alanlarının genişliği ve büyüklüğü bakımından üretici ülkeler arasında 6, kuru
çay üretimi bakımından üretici ülkeler sıralamasında 5. ve yıllık kişi başına tüketim bakımından
dünya ülkeleri arasında 4. sırada yer almaktadır.
Bu sıralamalar da gösteriyor ki, çay bizler için
gündelik hayatın bir parçasıdır. Nitekim, sabah
kahvaltısından akşam misafirliği veya televizyon
karşısında keyif saatlerine kadar günün her
anında çay yanı başımızdadır. Diyorlar ya: “Çay
kalabalığı sever, kahve yalnızlığı”. Nerede toplansak mutlaka ince belli bardakta tavşan kanı
bir çay içeriz. Yemekten sonra, yorgunluğun
üzerine, sohbetin yanında iyi gider.
Buna rağmen, dünyada çay deyince neden akla
Türkiye gelmez acaba? Belki de artık bu konuda
adım atmanın, yabancı konukların yanlarında
kahvenin yanı sıra “Türk çayı” götürecekleri bir
markanın zamanı gelmiştir.
Tea Plant
The Latin for tea is Camelia Sinensis and its land of origin
is regarded as Upper Burma. It is assumed that it spread
from there as wild weed towards the northeast and southwest. Various cross-breeds have been generated since
then, from the Assam and Chinese tea varieties which are
the two main tea sorts. Currently there are around 1500
known types of tea.
Origin of the word tea
The origin of the word tea goes back to its homeland China.
“Ç’a” (tch’a) in Mandarin dialect and “t’e” in Amoy dialect are two different ways of pronouncing tea in Chinese
language. In the western world both pronunciations were
adopted. First, Portuguese merchants became acquainted
with the mandarin version in 1559 and passed it on. The
Turkish word “çay” (tchay), the Russian word “çai” (tchai),
the Persian word “ça” (tcha) and the Arabic word “şay”
(shay) are inspired from the Mandarin pronunciation “ç’a”.
Later on the Amoy pronunciation was transmitted to Europe
by the Dutch merchants. Hence, in the Western languages,
tea evolved from the word “t’e” in Amoy dialect into “tea” in
English, “thé” in French, “té” in Spanish and “Tee” in German. Yet the Mandarin form is more common in the East as
confirmed too by the Hindi word “chay” and the Japanese
word “cha”.
Turkey’s Tea Delight
Turkey occupies the 6th rank among tea producing countries
in terms of the size of its tea planted agricultural land, the
5th in terms of dry tea production and is the 4th country in
the world in tea consumption per head.
These rankings are testimony to the fact that tea is an
essential part of everyday life in our country. Indeed tea
accompanies us at every moment of the day, from breakfast
to dinner, during house visits to friends or our relaxing time
in front of the television. As they say: “Tea likes the crowd,
coffee suits loneliness.” Wherever we gather it is a must that
we have some bright red colour tea in our classical Turkish
slender teacups. Tea goes well after meals in cozy chat with
friends.
In spite of all this, why is Turkey not the first country that
comes to mind with regard to tea? Maybe it is time to take a
step now and provide our foreign guests with a “Turkish tea
brand” that they can take home along Turkish coffee.
TEA, A PANACEA
• Tea facilitates blood circulation, relieves
sleepiness, and improves concentration.
• Prevents fatigue. Because of these
properties, tea is the favourite drink of
students who are working long nights
preparing for exams.
• Helps Depression and has a soothing effect.
• Provides a taut skin.
• Cleans the urine.
• Fosters the body’s immune system.
• Tea is a blood enhancer and provides for
the quick elimination of toxic substances from
the blood.
• Lowers blood pressure.
• Green tea is rich in vitamin C.
• Tea contains calcium, phosphorous acid,
caffeine, copper, potassium, nickel, carotene,
zinc, fluorine, tannin and magnesium.
• Tea prevents arteriosclerosis.
• Tea reduces body heat. Therefore, tea
is consumed in great quantities by the
inhabitants of deserts and arid environments.
• Tea is effective in the elimination of harmful
substances from the body and
in the prevention
of lung, stomach
and intestinal
cancers, thanks
to its antioxidant
ingredients.
• When applied directly
onto the skin surface, it
heals skin conditions such
as itching and eczema.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 53
NOT DEFTERİ
notebook
2 Pınar Arslan
Notaların Tarihi
54 TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013
Music covers almost our entire life no matter which type we like. Pop music that infiltrates our lives because
it is “popular” as befits the name... Songs and ballads that are familiar to our heart as much as to our ears...
Or classical music which has been venerated for centuries... In the Notebook of this issue, we share some
interesting notes regarding music.
• Gustav Mahler ortalama yüz dakika performans süresiyle senfoni tarihinin en uzun
senfonisini yazdı. Senfoni no 3, doğaya övgü niteliğindedir ve 1893 -1896 yılları
arasında bestelemiştir.
• Gustav Mahler wrote music history’s longest symphony with an average performance time of a hundred minutes. The Third
Symphony is a tribute to nature and was composed in the years 1893-1896.
• Michael Jackson’ın Thriller albümü tüm zamanların en çok satan albümüdür.
Albümün satış miktarıyla ilgili veriler çeşitli olsa da dünya çapında 50 ile 70 milyon
kopya sattığı tahmin edilmektedir. Thriller’ı yaklaşık 40 milyon satan AC/DC albümü
Back in Black izliyor.
• Michael Jackson’s Thriller remains the top-selling album of all times. Although there are different numbers about the sales
figures of the album, it is estimated that it roughly sold 50 to 70 million copies around the world. The second best-selling
album following Thriller is Back in Black by AC / DC with 40 million copies.
• Unutulmaz grup Beatles ise, çeşitli rekorlara sahip. Bunlardan biri, üç yılda tam
11 parçayla liste başı olmayı başarmaları. Bir başka rekorları ise, müziğin evrensel
yanını vurguluyor. İngiliz müzik topluluğu Beatles, Amerikan radyolarında şarkısı en
çok çalınan grup. O şarkı da elbette Beatles denince akla ilk gelen besteleri, “Yesterday”.
• The unforgettable group Beatles is also the holder of various records. One of these is their staying at the top of music
charts for a period of three years with 11 of their songs. Another record held by the Beatles is of a nature to emphasize the
universal character of music. A particular tune by the British music band Beatles holds the title of the most played song on
American radio stations. And this record-breaking song is of course ‘Yesterday’, the first tune remembered when you think of
The Beatles.
• Bir zamanlar radyo vardı. Portatif teypler, müzik setleri, onlarda çalınan plaklar
vardı... Şimdiyse müzik deyince akla önce klip geliyor. Zamanımızın bir başka özelliği olan youtube sitesinde, en çok izlenen klip, Kore’den. Tahmin ettiniz! PSY imzalı
“Gangnam Style” sitede 1 milyardan fazla izlendi. Ve milyar barajını aşan ilk (ve
şimdilik tek) klip oldu.
• Once there was radio... Portable cassette players, stereos and long plays... And in our days, video clips are the first thing
coming to the fore in connection with music. The top video on YouTube, another feature of our times, is from Korea. Yes, you
know it! “Gangnam Style” by PSY has been watched more than 1 billion times at this streaming service. It’s the first time any
clip has surpassed that mark up to now.
• Sıradaki notumuz ise, yine klasik müzik dünyasından. Ancak bu kez
bambaşka bir özellikle: Çalmayan enstrümanlar, yani “sessizlik” ile!
4’33’; (Dört dakika otuz üç saniye veya bestecisinin deyişiyle dört otuz
üç), John Cage tarafından 1952 yılında bestelendi. Üç bölümden oluşan
müzik yapıtı, herhangi bir enstrüman (veya enstrüman grubu) için yazılmış. Ancak partisyonda müzisyenlerin üç bölüm boyunca enstrümanlarını
hiç “çalmamaları” gerektiği belirtilmektedir. Yapıt genellikle “dört
dakika otuz üç saniye sessizlik” olarak algılansa da, aslında süresi
boyunca dinleyicisinin çevreden aldığı seslerden oluşmaktadır.
John Cage bu bestesiyle sessizliğin müziğin bir öğesi olduğu
mesajını vermek istediğini söylemiştir.
• Beethoven, Mozart ve daha niceleri, Avrupa sanatına yön vermiş besteciler Türk kültüründen etkilendiler. Bunlardan bir tanesi de Beethoven’ın
tekrar gündeme gelen eseri “Atina Harabeleri”... Beethoven bu eserinde
“Chor der Derwische” yani “Derviş’lerin Korosu” bölümünde Mevlevi
tekkelerinde söylenen makamsal ezgileri müziğinde ustaca kullanmıştır.
Beethoven solda ve
Liszt’in büstleri.
Bust of Beethoven (left) and
bust of Liszt.
History of Musical Notes
• Franz Liszt 1840 -1847 yılları arasında çıktığı turnede İrlanda’dan
Türkiye’ye, Portekiz’den Rusya’ya kadar pek çok yeri dolaştı. 18 Haziran 1847’de Padişah Abdülmecit’e Dolmabahçe Sarayı’nda bir konser de verdi.
• And our next note is again from the classical music world. However this time with an utterly different specification: Instruments that are not played, that is: “silence”!
4’33” (four minutes and thirty three seconds or four thirty three as the composer prefers) was composed by John Cage in
1952. This musical opus consists of three parts written for any kind of instrument or group of instruments. It is stated in the
partition that the musicians should precisely refrain from playing their instruments throughout the three parts. Although this
piece of music is essentially perceived as ‘silence for four minutes and thirty three seconds’, it actually consists of the surrounding sounds audible to the public in the concert hall during the non-performance. John Cage said that with this composition, he wanted to give the message that silence is also a component of music.
 Shutterstock & Wikipedia
Hangi türünü
seversek sevelim,
müzik, hayatımızın
neredeyse tamamını
kaplıyor. Adı üstünde
“popüler” olduğu için
hayatımıza sızan pop
müzik... Kulaklarımız
kadar yüreğimizin
de aşina olduğu
türküler, şarkılar...
Ya da yüzyıllardır
baş tacı edilen klasik
müzik... Not
Defteri’nde bu
sayı, müziğin
ilginç notlarını
paylaşıyoruz.
Michael Jackson (solda), John Cage (ortada) ve 1964, Beatles’in New York Havaalanı’nda karşılanışı.
Michael Jackson (left), John Cage (centre), and the greeting of the Beatles at New York airport in 1964.
• Beethoven, Mozart and other composers who dominated European musical art were influenced by Turkish music culture.
This fact is illustrated, among other, by Beethoven’s “The Ruins of Athens, Opus 113” which was recently put once
again on the agenda. In this composition’s “Chor der Derwische” (Chorus of the Dervishes) section, Beethoven skilfully used the modal melodic elements which were part of the music performed at Mevlevi
dervishes’ lodges.
• Within his journeys throughout Europe during the years 1840-1847,
Franz Liszt visited many places from Ireland to Portugal and from
Russia to Turkey. On June 18, 1847, he gave a concert for
the Ottoman Sultan Abdülmecit at the Dolmabahçe
Palace.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 55
TÜRSAB
TÜRSAB visit to Athens
h a b e r le r...
The TÜRSAB delegation participating at the General Assembly
of the Hellenic Association of Travel and Tourist Agencies
(HATTA) in Athens paid a visit to Dimitris Avromopoulos, the
Minister of Foreign Affairs of Greece.
TÜRSAB’dan Atina ziyareti
Yunanistan Seyahat Acentaları Birliği Genel Kurulu
sebebiyle Atina’ya giden TÜRSAB heyeti, Yunanistan Dışişleri Bakanı Dimitris Avromopoulos’a
makamında bir ziyaret gerçekleştirdi
TÜRSAB heyeti, 27 Mart 2013 tarihinde Yunanistan Seyahat
Acentaları Birliği (HATTA) Genel Kurulu vesilesiyle Atina’daydı.
Yunanistan’ın başkentinde gerçekleşen kurula TÜRSAB Başkanı
Başaran Ulusoy, Alman Seyahat Acentaları Birliği (DRV) Başkanı
Jürgen Büchy, Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi
Topçu, TÜRSAB II. Başkanı Firuz Bağlıkaya, TÜRSAB Yönetim
Kurulu Üyesi Ertuğrul Karaoğlu, THY Atina Müdürü Gülay
Öztürk ve TÜRSAB Kurumsal İlişkiler Departmanı’ndan Gülberk
Aşyapar katıldı. HATTA Başkanı George Telonis ile Türkiye
-Yunanistan arasındaki turizm ilişkilerinin halihazırdaki durumu
ve turizm ilişkilerini artırmaya yönelik atılması gereken adımların
konuşulduğu Genel Kurulda, TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy
bir konuşma gerçekleştirdi.
Genel Kurul sonrasında; TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy ve
beraberindeki TÜRSAB Heyeti ile Türk Hava Yolları Yönetim
Kurulu Başkanı Hamdi Topçu; Yunanistan Dışişleri Bakanı
Dimitris Avromopoulos’a makamında bir ziyaret gerçekleştirdi.
Ziyarette, iki ülke arasındaki işbirliğinin geliştirilmesine ilişkin
olarak, ortak destinasyon paketlerinin hazırlanması, vize alımlarının kolaylaştırılmasına yönelik yapılan çalışmalar konusunda
fikir alışverişinde bulunuldu. Ayrıca Büyükelçi Kerim Uras
makamında ziyaret edildi.
 TÜRSAB Arşivi
The TÜRSAB delegation was in the Athens on 27 March 2013
on the occasion of the Hellenic Association of Travel and Tourist Agencies’ (HATTA) General Assembly. Başaran Ulusoy, President of TÜRSAB; Jürgen Büchy, President of the German Association of Travel and Tourist Agencies (DRV); Hamdi Topçu,
Chairman of the Executive Board of Turkish Airlines (THY);
TÜRSAB Vice-President Firuz Bağlıkaya; Ertuğrul Karaoğlu,
TÜRSAB Executive Board Member; THY Athens Office Manager
Gülay Öztürk and Gülberk Aşyapar from the TÜRSAB Corporate Relations Department attended the general assembly held
in the Greek capital. TÜRSAB President Başaran Ulusoy gave
a speech at the assembly and discussed the current situation of
Turkish-Greek tourism relations with HATTA President George
Telonis.
After the General Assembly, TÜRSAB President Başaran Ulusoy,
the TÜRSAB delegation accompanying him and Chairman of
the Executive Board of Turkish Airlines Hamdi Topçu visited the
Minister of Foreign Affairs of Greece Dimitris Avromopoulos in
his office. The preparation of common destination packages,
smoothing of visa procedures and further ways and means of
promoting collaboration between the two countries were the
topics tackled during the visit. A visit was also paid at his office
to Kerim Uras, the Ambassador of Turkey in Athens.
Minister Bağış hosted a reception in honour of the
“All Arts Istanbul” Fair
Bakan Bağış, “All Arts İstanbul” onuruna kokteyl verdi
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, “All Arts İstanbul” katılımcıları onuruna kokteyl
verdi. Bakanlığının Ortaköy’deki ofisinin bahçesinde
verilen kokteylde konuşan Bağış, İstanbul’un, bütün
dünya sanat çevrelerinin yakından takip ettiği bir
sanat merkezi haline geldiğini söyledi. İstanbul’un,
Bizans’ın ve Osmanlı’nın başkentliğinden sonra spor
ve kültür başkentlikleri de yaptığını söyleyen Bağış,
“Böyle bir şehrin sanatta, ifade özgürlüğünün en
önemli platformunda zaten dünyanın yıldızı olması
gerekirdi ancak geçmişte ülkemizde tabular, yasaklar
vardı. Bu tabular kendisini en çok sanatta hissettirirdi” dedi. Bağış, Türkiye’nin son 10 yılda geçirdiği
demokratikleşme, şeffaflaşma ve öz güvenini yeniden
kazanma sürecinin şehri yeniden sanat merkezi
haline getirdiğini anlattı. Bakan Bağış, sadece sanat
merkezi olmakla kalmayan İstanbul’un, ticarette,
sosyal ve kültürel faaliyetlerde, politikada, barışta
da bir merkez haline geldiğini vurguladı. Bağış, bu
gelişmelerin İstanbul’da “All Arts İstanbul” gibi bir
fuarın gerçekleşmesini sağladığını aktararak, bakanlık
olarak bu fuara sponsor olmaktan onur duyduklarını,
Türkiye’nin sanatta geliştiği sürece AB yolunda da
ilerlediğini, AB yolunda ilerleyebilmek için demokrasinin güçlenmesi gerektiğini vurguladı. İstanbul
Kongre Merkezi’nde açılan “All Arts İstanbul” fuarı,
Türk ve Osmanlı geleneksel sanatlarından modern
sanata 260 sanatçı ve 880 sanat eserini bir araya
getirdi.
Fausto Zonaro, “Dömeke Savaşı” tual üzerine
yağlıboya (sol üstte). Hikmet Karabulut, “Kayıp Şehrin
Çocukları, tual üzerine yağlıboya (sağ üstte).
All Arts İstanbul’un açılış davetinde Egemen Bağış,
All Arts Istanbul Genel Koordinatörü Prof. Dr. Hasan
Bülent Kahraman ve davetliler (aşağıda).
Fausto Zonaro, “Battle of Dömeke (Domokos)” oil on
canvas (top left), Hikmet Karabulut, “The Children of the
Lost City”, oil on canvas (top right).
Minister Egemen Bağış, “All Arts Istanbul” General
Coordinator Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman and
guests at the “All Arts Istanbul” fair opening ceremony
reception (below).
Minister for EU Affairs and Chief Negotiator Egemen
Bağış hosted a reception in honour of the participants of the ‘All Arts Istanbul’ international art fair.
Egemen Bağış gave a speech at the event held at the
garden of his Ministry’s Ortaköy office and stressed
that Istanbul became a centre closely followed by all
the artistic circles in the world. Stating that Istanbul,
the historic capital of the Byzantine and Ottoman
Empires, nowadays functions as a hub for culture
and sports, Egemen Bağış added: “Such a city should
naturally shine as a world star in the field of arts,
which constitutes the primary platform of the freedom of expression. However, the taboos and bans
we had in the past were an obstacle on this way.
And these taboos affected particularly the domain
of arts.” Bağış explained that, in the last 10 years,
growing democracy and transparency helped Turkey
regain self-confidence and contributed to the development of Istanbul as a centre for the arts. Minister
Bağış emphasized that Istanbul is not only a centre
for the arts, but also a turning point in terms of commercial, social and cultural activities, politics and
peace. Bağış stated that these developments paved
the way for a fair such as ‘All Arts Istanbul’ to take
place in this city, and that they were proud to be
the sponsor for this important event. He underlined
that as long as Turkey continued to progress in the
field of arts and culture it also made strides on its
path towards the EU; stressing that strengthening of
democracy was necessary in order to progress on the
road to EU accession. The ‘All Arts Istanbul’ fair held
at the Istanbul Congress Centre brought 260 artists
and 880 artworks together, encompassing a vast
array of branches extending from Turkish and Ottoman traditional arts to the productions of the modern
and contemporary art world.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 57
 TÜRSAB Arşivi
TÜRSAB
TÜRSAB
Slovenya’da
h a b e r le r...
TÜRSAB in Slovenia
Kosova gezisi
Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği
heyeti, 28-30 Mart tarihleri arasında
Kosova Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
ve THY işbirliğiyle Kosova’ya bir
inceleme gezisi düzenledi. Gezide
iki ülkenin turizm potansiyelini artırmayı amaçlayan çeşitli görüşmeler
yapıldı ve olumlu sonuçlar elde edildi. TÜRSAB heyeti gezide, Priştine
Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği’ne
giderek Kosova Türkiye Ticaret Odası yetkilileri ile bir araya geldi. Kosova Türkiye Ticaret Odası Başkanı
Suat Albayrak ve Kosova Ticaret ve
Sanayi Bakanlığı Başkan Yardımcısı
Cüneyd Ustaibo’nun ev sahipliğinde
gerçekleşen toplantıda, Türk turizmciler Kosova’nın ekonomik verileri
hakkında bilgi alırken, turizm alanında yapılması gereken çalışmalara ilişkin görüşlerini Kosovalı meslektaşları
ile paylaştı.
Kosovo Trip
A delegation of the Association of Turkish Travel Agencies (TÜRSAB) carried out a
study visit to Kosovo on March
28-30, organized under the
collaboration of the Kosovo
Ministry of Industry and Commerce and Turkish Airlines. During the visit, talks were held between the two sides to review
the ways and means of developing both countries’ tourism
potential and yielded positive results. The TÜRSAB delegation
paid a visit to the Commercial Counsellor’s Office of the Turkish Embassy in
Prishtina, where they met the officials
of the Kosovo-Turkey Chamber of Commerce. At the meeting hosted by the
Kosovo-Turkey Chamber of Commerce
Chairman Suat Albayrak and Cüneyd
Ustaibo from the Kosovo Ministry of
Industry and Commerce, the TÜRSAB
delegation was briefed on Kosovo’s economical figures and shared their views
on the methods to develop tourism with
their Kosovan colleagues.
Ekvador’la kahvaltıda buluştuk
Ekvador Cumhuriyeti Büyükelçiliği, PRO ECUADOR-İhracat ve Yatırım Teşvik Enstitüsü’nün
Türkiye’deki Ticaret Ofisi ve Ekvador’un İstanbul Fahri Başkonsolosluğu olarak TÜRSAB ve
DEİK’in katkılarıyla 20 Mart’ta, Conrad Hilton Otel-İstanbul’da “Ekvador Turizm Kahvaltısı”
gerçekleştirildi. Toplantıda, Ekvador Ankara Büyükelçisi Augusto Saa ve TÜRSAB Yönetim
Kurulu Sayman Üyesi Sinan Haliç birer konuşma yaptı. Söz konusu etkinliğe; TÜRSAB’ı
temsilen Kurumsal İlişkiler Direktörü Ela Atakan ve Kurumsal İlişkiler Departmanı’ndan
Berna Akar da katıldı.
We met Ecuador at breakfast
An ‘Ecuador Tourism Breakfast’ was
organized on 20th March 2013 at the
premises of Istanbul-Conrad Hotel,
by the Embassy of the Republic of
Ecuador in Ankara, the Trade Office in
Turkey of the Ecuadorian Institution for
Export and Investment Incentives-PRO
ECUADOR- and the Honorary Consulate of Ecuador in Istanbul, with the
support of TÜRSAB and DEİK. Augusto
Saa, the Ambassador of Ecuador in
Ankara and Sinan Haliç, TÜRSAB
Board Member and Treasurer gave
speeches at the meeting. Eda Atakan,
TÜRSAB Corporate Relations Director
and Berna Akar from the Corporate
Relations Department were also present at this event.
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği ve Slovenya A study tour to Slovenia was organized on
Turizm yetkililerinin katkılarıyla 26-28 Şubat ta- February 26-28 under the cooperation of
rihleri arasında bir inceleme gezisi düzenlendi. TÜRSAB and the Slovenian tourism authoriTürk turizmciler, Slovenya’nın sağlık, termal ve ties. The Turkish tourism professionals had a
spor turizmi ile gastronomiye dönük çalışmala- chance to take a close account of Slovenia’s
rını yakından inceleme fırsatı buldu. İnceleme potential in terms of health, thermal and
sports’ tourism as well as gastronomy. Veli
gezisine TÜRSAB Disiplin Kurulu Başkanı Veli
Terzi, Chairman of TÜRSAB Disciplinary
Terzi, TÜRSAB Asya BYK Başkanı ve Sağlık
Council; Nezih Üçkardeşler, Chairman of the
Komitesi Üyesi Nezih Üçkardeşler, TÜRSAB
TÜRSAB Regional Board for Asia and Member
Kurumsal İlişkiler Bölümü’nden Gülberk Aşya- of the Health Committee; Gülberk Aşyapar,
par ile çeşitli acenta ve tur operatörü firmaların from TÜRSAB Corporate Relations Department
yetkililer katıldı.
and various agencies and tour operators parTÜRSAB heyeti Slovenya’nın özellikle sağlık
ticipated in this study tour.
turizmi alanındaki çalışmalarını inceledi. SloThe TÜRSAB delegation focused particularly
venyalı meslektaşlarıyla Başkent Ljubljana’da
on Slovenia’s endeavours in the field of health
bir araya gelen Türkiyeli acenta temsilcileri
tourism. The agency representatives from TurSlovenya Turizm Ofisi Yöneticisi Karmen
key met their Slovenian colleagues at the capiNovarlic’ten ülkenin turizme dönük çalışmala- tal Ljubljana where they were briefed by Ms.
rı, ziyaretçi profili ve odaklandıkları pazarları
Karmen Novarlic, Head of the Slovenian Tourist Board on the country’s tourism activities,
öğrenme fırsatı buldu. Slovenya’nın başkenti
tourist profiles and their targeted markets. The
Ljubljana’da Türk Büyükelçiliği’ni de ziyaret
Turkish group also visited the Turkish Embassy
eden Türk kafilesi, Büyükelçi Serra Kaleli ile
akşam yemeğinde bir araya geldi. Türk turizm- in Ljubljana and met Ambassador Serra Kaleli
ciler Slovenya’nın ekonomik, kültürel ve sosyal at a dinner. Ambassador Kaleli briefed them in
yaşamı hakkında Büyükelçi’den detaylı bilgiler detail on the economic, cultural and social life
in Slovenia as well. Turkish Airlines (THY) Ljualdı. Düzenlenen yemekte THY Ljubljana
bljana Office Manager Ayhan Öztürk informed
Müdürü Ayhan Öztürk de bölgede yürüttükthe agency representatives on THY’s presence
leri çalışmalar hakkında acente yetkililerini
in the region.
bilgilendirdi.
Türkler Almanya’yı tercih etti
Almanya Federal İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, 2012 yılında Almanya Türk yolcularının en çok tercih ettikleri ülke oldu.
Alman Turizm Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Petra Hedorfer, Four Seasons Otel’de yaptığı basın toplantısında Almanya
Federal İstatistik Kurumu’nun 2012 yılında Almanya’da turizme ilişkin, turist ve konaklama rakamlarını açıkladı. Turizm
acentaları temsilcilerinin de katıldığı toplantıda konuşan
Hedorfer, Türkiye’den gelen konukların toplam konaklama
hacminin son 10 yıl içinde gözle görünür şekilde artığını
belirtti. Hedorfer, Türkiye’den gelen yolcuların 2002’den
2011 yılına kadar yüzde 59 arttığını söyledi. Hedorfer, “2012
yılında Türkiye’den iş, tatil ve arkadaş-akraba ziyareti amaçlı
1,8 milyon insan Almanya’ya seyahat etti” dedi.
Türkiye’den Almanya’ya giden turistlerin yüzde 56’sı tatil,
yüzde 15’i ailelerini ve akrabalarını ziyaret etmek ve yüzde
29’u da iş amaçlı olarak Almanya’yı ziyaret ediyor. Türk
tatilciler Almanya’da ortalama 8-9 gece geçiriyor ve günde
106 Avro harcıyor. Almanya’da konaklayan Türklerin en
sevdikleri bölgeler yüzde 22,6’yla Bavyera ve yüzde 20,6’yla
Kuzey-Ren Westfalya Bölgeleri. En sevilen kentlerin başında
ise Berlin, Münih ve Frankfurt geliyor.
Turks prefer Germany
Brezilya ve Fas Başkonsolosları’nı ağırladık
25 Mart 2013 tarihinde İstanbul Brezilya Başkonsolosu Luiz Henrique Pereira De
Fonseca TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’u öğle yemeği vesilesiyle Genel Merkez
Binası’nda ziyaret etti. TÜRSAB Genel Sekreteri Günnur Özalp, TÜRSAB Yönetim Kurulu üyesi Ertuğrul Karaoğlu ve TÜRSAB Kurumsal İlişkiler Departmanı’ndan Gülberk
Aşyapar’ın da katıldığı görüşmede iki ülke arasındaki turizm ilişkilerinin durumu ve
işbirliğini artırmaya yönelik atılması gereken adımlar konuşuldu.
Fas Başkonsolosu Mohammed Sbihi, TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’a 20 Mart
tarihinde bir ziyaret gerçekleştirdi. TÜRSAB Genel Merkezi’nde gerçekleşen ziyarette
Türkiye ve Fas arasında; turizm alanında işbirliği olanakları görüşüldü.
We hosted the Consuls General of Brazil and Morocco
The Consul General of Brazil in Istanbul, Luiz Henrique Pereira de Fonseca was
hosted at a luncheon by our President Başaran Ulusoy on 25 March 2013 at TÜRSAB
Headquarters. Günnur Özalp, Secretary General of TÜRSAB, Ertuğrul Karaoğlu, Member of the Board of TÜRSAB and Gülberk Aşyapar from the TÜRSAB Corporate Relations Department also attended the meeting at which were tackled the current status
of the touristic relations between the two countries and the steps to be taken to develop these relations. The Consul General of Morocco in Istanbul, Mohammed Sbihi paid
a visit to TÜRSAB President Başaran Ulusoy on the 20th of March. Opportunities for
cooperation between Turkey and Morocco in the area of tourism were discussed at
the meeting held at TÜRSAB Headquarters.
Germany was the most preferred country by Turkish
travellers in 2012, according to the data of the German
Federal Statistical Office.
Petra Hedorfer, Executive Director of the German National
Tourist Board (GNTB) announced Germany’s inbound travel,
tourism and accommodation figures for the year 2012,
based on the data provided by the German Federal Statistical
Office, at a press briefing held at the Four Seasons Hotel. At
the meeting where representatives from the tourism agencies
were present, Hedorfer stated that the total volume of accommodation of visitors from Turkey in Germany increased visibly in the last 10 years. Hedorfer stated that the number of
travellers from Turkey increased by 59% from 2002 to 2011.
Hedorfer said, “1, 8 million people travelled to Germany
from Turkey in 2012 for touristic or business purposes or to
visit their family and friends.” 56% of the tourists from Turkey to Germany visit the country for vacation, 15% to see
their families and 29% for business. The Turkish vacationers
spend 8-9 nights on the average in Germany and spend daily
106 Euros. The most favoured regions by Turkish visitors in
Germany are Bavaria with 22, 6% and North-Rhine Westphalia with 20, 6%. And their most popular urban destinations are Berlin, Munich and Frankfurt.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 59
EXPO sürecinde yapılacak yatırımlar ve yaratılacak yeni istihdam olanakları kentin ekonomik
gücünü artırıyor. Bunun, Antalya’yı şimdiden
önemli ölçüde etkilediğini, olumlu anlamda
değiştirdiğini söylemek mümkün.
Kente gelen ziyaretçilerin ulaşımını kolaylaştırmak adına yapılacak ulaşım ve altyapı
yatırımları Antalya halkının yaşam kalitesinin
yükselmesini sağlayacak, yaşam standartları
yakalanacak.
Antalya, “EXPO Ev Sahibi Kent” olarak bir
“Dünya Kenti”ne dönüşecek, uluslararası
alanda tanınırlığı artacak. Hali hazırda 500 bin
yatak kapasitesi bulunan Antalya’ya yapılacak
yeni konaklama yatırımları ile de şehrin turizm
ve kongre alanında yeterliliği bir kez daha kanıtlanmış olacak. Antalya’nın cazibe merkezine
dönüşmesiyle birlikte kentsel dönüşüm projeleri
de hızlanacak. EXPO alanında EXPO Tepesi,
EXPO Ormanı, EXPO Kulesi ve EXPO Göleti
yer alacak; çocukların iyi vakit geçirmeleri için
oyun parkları ve çocuk bahçeleri yapılacak.
Alanda restoran, alışveriş merkezi, tarım müzesi
ve kongre merkezinin yanı sıra bir amfi tiyatro
da bulunacak.
Türkiye ilk EXPO deneyimini 2016 yılında Antalya’da yaşayacak. Dünyanın dört bir yanından profesyonellerin katılacağı
EXPO için geri sayım başlarken, kentte bu büyük organizasyona
yönelik çalışmalar hız kazandı. Latince kökenli “Exposition”
sözcüğünün kısaltması olan EXPO, “Uluslararası Sergi” ya
da “Dünya Sergisi” anlamına geliyor. EXPO’ları onaylamaya
yetkili uluslararası iki kurum olan BIE (International Exhibitions
Bureau) ve AIPH (Uluslararası Bahçe Bitkileri Üreticileri Birliği)
Antalya’nın başvurusunu değerlendirip onayladı. Onayın ardındansa 2016 yılında Antalya’da yapılacak olan Evrensel Botanik
Sergisi etkinliklerinin planlanması, düzenlenmesi ve yönetilmesi
ile ilgili olarak “EXPO 2016 Antalya Kanunu” yayımlandı ve
organizasyona yönelik faaliyetleri yürütmek üzere “EXPO 2016
Antalya Ajansı” kuruldu. İşte şimdi tüm bu ekipler, yaklaşık üç
yıl sonra düzenlenecek etkinlik için çalışmalara başladı.
Dünyanın en önemli organizasyonlarından biri olan “EXPO
2016 Antalya” 112 hektarlık alanda altı ay boyunca açık
kalacak. EXPO 2016’ya 100’den fazla ülke ile 30 uluslararası
kuruluşun katılımı bekleniyor. Hedeflenen yerli ve yabancı turist
sayısı ise 8 milyon. Ulusal ve uluslararası kongrelerin, panellerin, toplantıların ve seminerlerin organize edileceği “EXPO
2016 Antalya” kapsamında ayrıca kültürel ve sanatsal etkinlikler
de ziyaretçilerle buluşacak. Düzenleneceği Nisan‐Ekim 2016
tarihlerinden sonra da açık kalacak olan Botanik EXPO sadece
Antalya’ya değil, çevre illere ve ülke genelindeki turizm ve
ticaretin gelişmesine de büyük katkı sağlayacak. Olimpiyatlar
ve Dünya Futbol Şampiyonaları gibi önemli organizasyonlardan
biri olan EXPO, ülkelerin tanıtımında çok önemli bir yer tutuyor.
İlk olarak 1851’de Londra’da başlayan EXPO’lar ülkelerin bir
araya gelip iş yapması için de eşsiz bir fırsat.
IN ANTALYA IN 2016…
Turkey will go through its first EXPO experience in 2016 in
Antalya. As the countdown started for the EXPO which will be
attended by professionals from all over the world, the preparations in the city towards this big organization sped up. EXPO
is an abbreviation for the word ‘Exposition’ of Latin etymology
and stands for ‘International Exhibition’ or ‘World Exhibition’.
The two international institutions authorized to approve EXPO’s;
the BIE (Bureau International des Expositions-International Exhibitions Bureau) and AIPH/ IAHP (International Association of
Horticultural Producers) have evaluated and approved Antalya’s
application. Following the approval, an ‘EXPO 2016 Antalya
Legislation’ regarding the planning, organization and management of the ‘Universal Botanical Exhibition’ was adopted and
entered into force; and an ‘EXPO 2016 Antalya Agency’ was
established in this framework in order to conduct and coordinate the work related to the organization. And all the teams
in charge have already started their work for this event to take
place in three years. One of the world’s major organizations,
‘EXPO 2016 Antalya’ will remain open for six months on a 112
hectare area. It is expected that more than 100 countries and
30 international organizations will participate at EXPO 2016.
A total number of 8 million domestic and foreign visitors are
targeted. Numerous cultural and artistic activities and performances will be offered to the visitors in addition to the various
international and national conventions, panels, meetings and
seminars which will be organized during ‘EXPO 2016 Antalya’.
The ‘Botanical EXPO’ which will remain open even after the
end of the April-October 2016 EXPO period, will contribute to
the promotion and development of trade and tourism not only
in Antalya but also in its peripheral provinces as well as in the
country as a whole. EXPO being one of the major events of the
world like the Olympic Games and the World Football Championship plays a significant role in the promotion and publicity of
the host country. Since the first EXPO that took place in London
in 1851, this universal platform provides a unique opportunity
for the countries of the world to gather and engage into collaboration for lofty ideals.
The investments made within the organization
process of the EXPO foster the city’s economical power and create new job opportunities.
It is possible to say that it already had a considerable impact on Antalya and brought about
many positive developments at the city.
The investments aimed at infrastructure projects
and the improvement of the transportation
system for the benefit of the EXPO visitors will
eventually contribute to the improvement of
the quality of life of the local populations; and
thus a higher living standard will be attained
in Antalya. As “EXPO Hosting City”, Antalya
will be transformed into a “World City” gaining
international visibility and recognition. The
new investments in the area of the accommodation sector will increase the current total bed
capacity of 500 thousand and reconfirm and
reinforce Antalya’s already existing competence
in the field of tourism and conventions. Antalya
becoming a centre of attraction, urban renewal
and transformation projects will accelerate.
There will be an EXPO Hill, an EXPO Forest, an
EXPO Tower and an EXPO Pond in the EXPO
area; and also gardens and playgrounds for
children will be created. The EXPO area will
also include a shopping mall, restaurants, a
museum of agriculture, a convention and congress centre and an amphitheatre as well.
EXPO Notları
• EXPO’lar tarihte popüler hale geldikçe gözlemleyici ve denetleyiciye ihtiyaç duyuldu ve gündeme Uluslararası Sergiler Bürosu (Bureau International des Expositions)
geldi. Merkezi Paris’te bulunan BIE’ye 2012 yılı itibariyle kayıtlı üye ülke sayısı 161.
• EXPO’lar, küresel çapta bilgi birikimini daha yaşanılır bir dünya için bir araya getiren
organizasyonlar olarak ön plana çıktı. Ürünlerden çok fikirler, kültürler ve dünyanın geleceği
için projeler sergileniyor.
•EXPO’nun en önemli özelliklerinden biri, teması. Geniş bir kapsama sahip olan temaların,
tüm insanlığı ilgilendirmesi ve evrensel nitelikte olması gerekiyor.
• Telefon ilk kez 1876 yılında Philadelphia EXPO’sunda; mikrofon ilk kez 1878 yılında Paris
EXPO’sunda; faks makinesi ilk kez 1904 yılında Saint-Louis EXPO’sunda ve televizyon ilk
kez 1939 New York EXPO’sunda sergilendi. EXPO, 2010’da Şanghay’da 5.28 kilometre karelik bir alanda düzenlendi. Bu etkinliğe toplam 73 milyon ziyaretçi geldi. 2015’te
ise EXPO’nun ev sahipliğini Milano yapacak.
EXPO notes:
 Wikipedia
 Rasim Konyar
One of the most important organizations of the world, the
“EXPO” will be held in Antalya in 2016 with “Flowers and
Children” as its theme and; “A Greener World for the Next
Generation”, as its main idea. The countdown has started for
Turkey’s first EXPO; “EXPO 2016 Antalya”.
Which gains does EXPO bring in?
• As EXPO’s started becoming popular in history, observers and auditors were needed and the Bureau International des Expositions (BIE) was
established. As of today, 161 countries are registered members of the Paris
based BIE.
• EXPO’s came into prominence as organizations aimed at piecing together
global knowledge for the purpose of converting the world into a better place to live. At the
EXPO’s, cultures, ideas and projects concerning the future of the world enjoy priority as
exhibition objects over commercial products.
• EXPO’s are mainly characterized by their theme. The
EXPO themes are expected to be far-reaching, comprehensive, and relevant to all humankind and of universal
character.
• Telephone was first presented to the public at the Philadelphia EXPO in1876, microphone at the Paris EXPO
in 1878, fax machine technology at the Saint-Louis
EXPO in 1904 and television at the New York EXPO in
1939. EXPO 2010 was organized in Shanghai on a 5.28
square kilometre area. In total, 73 million people visited
that EXPO. The ‘EXPO 2015’ will be hosted by Milano.
Theme: Flowers and Children
Tema:
Çiçek ve Çocuk
Çocuklar insanlığın umudu,
ortak geleceğidir. Çiçekler ise
insanoğlunun estetik ihtiyaçlarının karşılığı... Çiçekler
renkleriyle, kokularıyla, desenleriyle, doğal denge içerisinde
aldıkları önemli rollerle insanlık için son derece önemlidir.
Çiçekler, insanlığın kültür
mirasına da biyolojik hayatına
da değer katar. “EXPO 2016
Antalya”, temasını iki değerli
ve anlamlı varlık olan “Çiçek
ve Çocuk” olarak belirledi.
“EXPO 2016 Antalya” ile birlikte çocuklar, çiçekler ve tüm
dünya için yepyeni bir gelecek
Antalya’da yeşerecek. Çiçeklerin güzel kokusu, çocukların
cıvıl cıvıl sesi daha yeşil bir
dünya umuduyla Antalya’dan
yükselecek.
Children are the hope and
common future of humanity.
And flowers are the answer
to the aesthetic needs of the
humans… Flowers are very
important to humans with
their colours, their scent,
shapes and the role they play
in the ecological balance.
Flowers contribute both to
biological life and the human
cultural heritage. ‘EXPO 2016
Antalya’ has determined its
double theme as ‘Flowers and
Children’, two very valuable
and meaningful beings. With
‘EXPO 2016 Antalya’, dedicated to children and flowers, a
quite new future for children,
flowers and the whole world
will germinate and begin
to flourish in Antalya. The
beautiful scent of the flowers
and the cheerful sound of the
children will rise from Antalya
in hopes of a greener world.
 EXPO Arşivi
EXPO ne kazandırıyor?
Dünyanın en önemli organizasyonlarından biri olan
“EXPO 2016 Antalya”, “Çiçek ve Çocuk” teması ve
“Gelecek Nesiller için Yeşil Bir Dünya” anafikriyle
düzenlenecek. Türkiye’nin ilk EXPO’su olan EXPO
2016 Antalya için geri sayım başladı.
h a b e r le r...
EXPO
2016’da Antalya’da...
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 61
117 uçaklık
dev alım
Yılın havayolu
Air Transport News dergisi,
uluslararası hava yolu şirketlerinin büyümesini baz
alarak yaptığı değerlendirme
sonucunda yılın “En İyi Hava
Yolu” şirketi ödülüne (2013
Air Transport News Awards)
Türk Hava Yolları’nı layık
gördü. Montreal’de düzenlenen törende ödülü Türk Hava
Yolları Genel Müdürü Doç.
Dr. Temel Kotil aldı. Aynı değerlendirmede TAV, “En İyi
Havaalanı İşletmesi”, Çelebi
de “En İyi Yer Hizmetleri İşletmesi” seçildi.
Gerçekleştirdiği büyüme rakamlarıyla dünyanın önemli havayolu
şirketleri arasına giren Türk Hava Yolları, önemli bir karara daha imza
atıp Türk sivil havacılık tarihinin en büyük uçak alım kararını verdi. Türk
Hava Yolları Yönetim Kurulu’nun aldığı karar, Airbus’tan 25 adet A321,
4 adet A320neo, 53 adet A321neo ve 35 adet A321neo opsiyonunu
içeren 117 uçak alımını kapsıyor. Böylece Türk Hava Yolları’nın sahip
olduğu uçak sayısı, 2015-2020 yılları arasında katılacak ve kira süresi
sonunda çıkacak uçaklarla kargo uçakları dâhil 375’i bulacak ve ortalama 6,6 olan filo yaşı da yeni uçakların filoya katılımıyla 5’e düşecek.
h a b e r le r...
Dünyada en fazla ülkeye uçan ve
dünyanın en büyük 4. uçuş ağına sahip
hava yolu şirketi Türk Hava Yolları, uçuş
noktalarını artırıyor. 2012 yılında 34
yeni hat açan Türk Hava Yolları, 2013
yılında da tam 33 yeni uçuş noktası
planlıyor. Bu kapsamda Amerika Birleşik
Devletleri’nde sefer yaptığı Chicago,
New York, Los Angeles ve Washington, D.C.’nin ardından 5. nokta olarak
da Houston’a 1 Nisan’da ilk seferini
gerçekleştirdi. Houston seferleri haftada
4 frekans olarak yapılıyor. İstanbul-Akabe (AQJ)-İstanbul seferleri de haftada 3
frekans olarak, 3 Nisan 2013 tarihinde
başladı. Ayrıca 25 Nisan 2013 tarihinde
İstanbul-Kuala Lumpur(KUL)-İstanbul
seferleri haftada 3 frekans olarak hizmete
girdi. Bu seferler, 17 Haziran 2013 tarihi
itibariyle 4 frekans olarak gerçekleştirilecek.
Airline of the Year
Giant Purchase of 117 Planes
Turkish Airlines which developed into one of the leading airlines of the world with the growth
figures it achieved put its signature yet under another important decision, namely the biggest
plane purchase in Turkish civil aviation history. According to the decision by the Turkish Airlines
Board of Directors, a total of 117 planes will be purchased from Airbus, including 25 A321’s, 4
A320neo’s, 53 A321neo’s and 35 A321neo options. Thus, the number of aircrafts of Turkish Airlines will add up to 375 altogether with the cargo planes and the additions to be made in the years
2015-2020, minus the planes that will leave at the end of the rental period. The average fleet age
which is 6.6 years will drop to 5 years with the newcomers.
Türkiye’de
havacılık sektörü
Oxford Economics’in hazırladığı rapora
göre; havacılık sektörünün Türkiye’nin
GSMH’sına katkısı 10,4 milyar TL’yi buluyor. Bu da toplam hasılatın yüzde 1,1’ine
tekabül ediyor. Havacılık sektörü, Türkiye’de
204 bin kişilik istihdam sağladığı gibi yılda
946 milyon TL’lik vergi ödemesiyle de Türkiye
ekonomisine katkıda bulunuyor. Birçok şirketin
kayıp yaşadığı yıllardan sonra sektör artık
kendini yenilemekte ve bunun sonucu olarak
bu katkının daha da artması beklenmektedir. Göstergesel olarak, havacılık sektörünün
tedarik zincirlerini oluşturan dolaylı kanalların vergilendirilmesiyle 819 milyon TL; hem
havacılık sektörünün kendi harcamaları hem de
tedarik zincirinin harcamalarıyla desteklenen
faaliyetlerin vergilendirilmesi yoluyla teşvik
edilen kanallardan da 375 milyon TL olmak
üzere toplamda 1,2 milyar TL ilave kamu geliri
elde edilebileceği tahmin edilmektedir.
Aviation Industry in
Turkey
According to the
report prepared by
Oxford Economics,
the contribution of
the aviation industry to
Turkey’s GNP reaches up
to 10.4 billion TL. And this
corresponds to 1.1% of the total
national revenue. The aviation sector generates
employment for 204 thousand people per year
and contributes to the Turkish economy with
946 million TL paid tax. After the years during
which many companies experienced losses,
the industry is now renewing itself and is
expecting even further growth. Indicatively, it
is estimated that a total of 1.2 billion TL additional public revenue can be secured, consisting
of 819 million TL through the taxation of the
indirect channels composing the supply chain
of the aviation sector and 375 million TL taxes
from both the aviation sector’s direct spending
and from the taxation of further activities supported through the supply chain spending.
Air Transport News Magazine deemed Turkish Airlines
worthy of the “Best Airline”
award (2013 Air Transport
News Awards) in their ratings
based on the growth of international airline companies.
Turkish Airlines General
Manager Assoc. Prof. Dr.
Temel Kotil received the
award at a ceremony held
in Montreal. TAV Airports
Holding Co. was selected
the “Best Airport Operations
Company” and Çelebi Holding the “Best Ground Handling Company” in the same
rating.
Avis Budget İLE
KÜRESEL İŞBİRLİĞİ
Türkiye’nin lider araç kiralama
şirketi Otokoç Otomotiv,
dünyanın öncü araç kiralama
şirketi Avis Budget Group ile
dünyanın en çok ülkesine
uçan havayolu şirketi Türk
Hava Yolları, yurt içi ve yurt
dışı uçuş noktalarında çözüm
ortaklığı için global ve özel
anlaşma imzaladı.
Global Cooperation with
Avis Budget
Turkey’s leading Rent-a-car
Company Otokoç Automotive
and the Avis-Budget Group,
the world’s leading rent-a-car
company, signed with Turkish
Airlines, the airline company
flying to the greatest number
of countries in the world, a
special and global agreement
for solution partnership at
local and foreign flight destinations.
 THY Arşivi, Shutterstock
THY
Yeni destinasyonlar
New destinations
Turkish Airlines, the airline company
flying to the greatest number of countries
in the world and owner of the 4th biggest flight network, is further expanding
with new flight destinations. Turkish Airlines has launched 34 new lines in 2012
and is planning to launch 33 new flight
destinations in 2013. In this respect, the
first flight to Houston was effectuated
on the 1st of April as the 5th destination
to the U.S.A. following Chicago, New
York, Los Angeles and Washington D.C.
Houston flights will be operated in 4
frequencies per week. And Istanbul-Aqaba (AQJ)-Istanbul flights took start on the
3rd of April 2013 with 3 frequencies per
week. Moreover, Istanbul-Kuala Lumpur
(KUL)-Istanbul flights began on 25th
April 2013 as 3 times a week. These
flights will be operated as 4 weekly
frequencies from 17 June 2013 on.
VIRGIN AMERICA ile
İŞBİRLİĞİ
 Shutterstock
Türk Hava Yolları, Amerika’nın önde gelen
havayolu şirketi Virgin America ile İkili Interline Trafik (Yolcu) ve Özel Prorasyon (SPA)
anlaşmaları imzalayarak uluslararası işbirliklerine bir yenisini daha ekledi. Bu işbirliğiyle
Amerika’ya seyahat eden yolcularımıza başta
Los Angeles’tan San Francisco, Portland, Seattle, Dallas Fort Worth, Cancun olmak üzere
31 noktaya Virgin America seferleri ile bağlantı
imkanı sunuluyor.
Yeni kaptanlar
uçmaya hazır
Türk Hava Yolları Uçuş Eğitim Akademisi yeni mezunlarını
verdi. 18 aylık eğitimlerini tamamlayan gökyüzünün 85 yeni
kaptanı için 21 Mart’ta bir mezuniyet töreni düzenlendi.
Böylece Akademi’de yetiştirilen toplam pilot sayısı 176’ya
ulaştı. Mezun olan kaptanlar, uçuşlarını gerçekleştirecekleri
uçak tipleriyle ilgili gerekli eğitimleri de tamamlayarak Türk
Hava Yolları A.O. uçakları ile göklerdeki yerlerini alıyorlar.
COLLABORATION WITH VIRGIN AMERICA
Turkish Airlines added another one to its international partners by signing a Dual Interline
Traffic (Passenger) and Special Proration (SPA)
agreements with Virgin America, one of the
leading airlines of the U.S. This cooperation
will provide Turkish Airlines passengers flying
to the United States, connections via Virgin
America flights to 31 destinations. These will
include in particular, San Francisco, Portland,
Seattle, Dallas Fort North and Cancun in Mexico, with departs from Los Angeles.
ITB Berlin
Fuarı
188 ülkeden, turizm alanında
faaliyet gösteren 10 bin 86 şirketin katıldığı ITB (Uluslararası
Turizm Borsası) Berlin 2013
Fuarı’na, Türk Hava Yolları
190 metrekarelik özel standıyla katıldı. Türk Hava Yolları
standı bu yıl da hem dizayn
hem de içerik olarak beğeni
topladı. ITB Kongre bölümüne özel davetle katılan Türk
Hava Yolları Genel Müdürü
Doç. Dr. Temel Kotil, kalabalık bir izleyici kitlesine, havacılığın geleceği ve Türk Hava
Yolları’nın gelişim sürecini anlattığı bir sunum yaptı.
Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu ve İcra Komitesi
Başkanı Hamdi Topçu.
Hamdi Topçu , Chairman of Turkish Airlines Board of
Directors and Executive Committee.
ITB Berlin Tourism Fair
Turkish Airlines took part, with a special stand of 190 square meters, at the ITB (International Tourism Exchange) Berlin
2013 Fair at which 10 thousand 86 tourism companies from
188 countries participated. The Turkish Airlines stand earned
acclaim once again this year both in terms of design and contents. Turkish Airlines General Manager Assoc. Prof. Dr. Temel
Kotil was the special guest at the ITB Congress where he made
a presentation to a large audience regarding the future of civil
aviation and the development process of his airline company.
New captains are ready to fly
The Turkish Airlines Flight Training Academy had its new
graduates. A graduation ceremony was held for the 85
new captains of the skies who have completed their 18
months training on the 21st of March. Thus, the total number of pilots trained at the academy reached 176. After
graduation the captains complete their trainings on the
actual aircraft types that they will fly and take their pilot
seats on the Turkish Airlines airplanes.
TÜRSAB DERGİ | NİSAN 2013 63
ORPHEUS MOZAİĞİ AİT OLDUĞU
TOPRAKLARA GERİ DÖNDÜ
ORHEUS MOSAIC RETURNED
TO ITS OWN LAND
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ’NDE SERGİLENİYOR
IS EXHIBITED IN İSTANBUL ARCHAEOLOGICAL MUSEUMS
Ana Sponsor / Main Sponsor

Similar documents

art-sanat - İstanbul Üniversitesi

art-sanat - İstanbul Üniversitesi Islamic World Science Citation Center (ISC), the Türk Eğitim Index (TEI). Art-Sanat is a International Academic Refereed E-Journal that Published Twice a Year.

More information

Sarp Akkaya ile Oyunculuk Üzerine Keyifli Bir Röportaj

Sarp Akkaya ile Oyunculuk Üzerine Keyifli Bir Röportaj BASKI VE C‹LT / PRINTING PRESS A4ofset Matbaacılık San. Ve Tic. Ltd. Şti. Otosanayi Sitesi, Yeşilce Mah., Donanma Sok. No:16 Kağıthane – İstanbul Tel: 0212 281 64 48 Yay›n Türü 3 ayl›k, süreli, yer...

More information

dergi - Türsab

dergi - Türsab Osman Hamdi Bey Yokuşu Sultanahmet İstanbul • Tel: 212 520 77 40 - 41 • www.istanbularkeoloji.gov.tr

More information

27.arkeometr‹ sonuçları toplantısı

27.arkeometr‹ sonuçları toplantısı kabulü ile uyumludur (Bernor, 1984). Miyo-Pliyosen sınırı ortam ve faunada sıcak ılıman mevsimsel iklimlerden daha soğuk ılıman ortamlara olan bir değişime işaret eder (Bernor ve diğerleri, 1996). ...

More information